Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
13ŞUBAT1996SALI CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
Arzu Başaran'ın prehistorik dönem mağara resimlerini andıran yapıtlan 2 marta dek AKM'de
Dkel insanın saflığma özleıııAHU ANTMEN
Bır magaradan ötekine...
198O'lı yıllardan bu yana dışavurumcu
resmıyle genelde Urart Sanat
Galerisi'nde açtığı sergilerle adını
duyuran Arzu Başaran, 199O'lı yıllarda
girdıği değişim sürecini Atatürk Kültür
Merkezi'ndeaçtığı sergıyle
sürdürüyor. 1992-93 yıllannda İstanbul
ve Ankara'da sergiledigi resımlerde
temel sorunsalı "•varoJuş"tu Arzu
Başaran'ın. Varoluş meselesıni bır
kadının gözlemi, ama daha önemlisi
duyumuyla ortaya koyan. sert, cesur,
izleyıciye adeta meydan okuyan
resimlerdi bunlar.
Sanat çevrelerinde genelde erotik
çağnşımlanyla değerlendirilerek
ressamına epeyce ün getiren bu
Georgia O'Keefe benzen resımlerde
Başaran. gerçekte ana rahmınde
başlayan varoluş serüvenını ırdeliyordu
insanın. İşte o magaralann, içıne alan,
çoğaltan ve vareden kuytuluğundan
farklı bır magaraya dalıyor Arzu
Başaran. Urart"ın Atatürk Kültür
Merkezi'nde düzenledığı yeni
sergisinde.
Prehistorik dÖnemlere uzanıyor
Öncekı sergılennde, belkı '30 Yaş'a
denk gelmesıyle daha bireysel, daha
kişisel bir tavır içinde olan sanatçı.
şimdi kendi dünyasından, kendi 'içe
bakışından' kendini bir ölçüde
soyutlayıp, daha genel anlamda
geçmışe bakıyor. Başaran'ın yeni
resimlenndekı geçmiş, bu kez
prehistorik dönemlere uzanıyor.
Sanatçının kendi deyimiyle.
"hepimizin içinde yaşadığı
mağaralardan, /.aman zaman geri
dönmek istediğimiz yerden". ilkel
insanın ntüellerinin bırparçası olarak
duvarlannı süsledigi mağaralara
çeviriyor bakışını Başaran.
Bugüne dek temelde insan -ama
özellikle kadın- gövdesini, gövdenin
hareketlerini, mekan içinde
konumlanışjnı irdeleyen sanatçının
yeni resimleri, tekli ya da ikili
kompozisyonlarla ortaya koyduğu
soyutlanmış hayvan figürleriyle dolu.
Başaran, bu figürlen ılkel insanın adı
üstünde ilkefliğini'. yani, dogaya olan
sıkı baglılıgını, dogada varoluş
savaşımı verirken kullandığı
yöntemlerin doğayı küstürmeye
yetmediği zamanlan, ilkel insanın
saflığını duyumsatan pastel birespasın
üzerine, doğu motiflerinı andınr
bıçımde bırer arma gıbi yerleştiriyor.
Günümüzde tarih öncesi dönemden
kalma bu duvar resimlerini görebiimek
için mağara gınşlerinde de bilet
kesildiği gözününde bulundurulursa.
Arzu Başaran'ın herşeyin parayla
ölçüldügü kirlenmiş bır dünyada,
"saflıgı yeniden yaratmak" adına
giriştiği bu resimleri çaresız galeri
sıstemının çarklan arasında sergilemek
zorunda kalışı da aslında tuhaf ama
kaçınılmaz bir çelışki.
Arzu Başaran'ın bu sergisi, iki yıllık
bir araştırmanın sonucu.
Bu iki yıl sonunda ortaya çıkan iki
defter dolusu gözlem ve düşünce
günlüklcn. bir de bu resımler var.
Sanatçı anlatıyor: "Bu iki yıllık,
neredeyse ruhani diyebileceğim süreçte,
dunı, saydam. içi gözüken, tertemiz bir
seyin pesine düştüm. Çocukluğbm çok
aklıma geldi bu süreçte. Hay>anlann
dünyası ilgimi çekmeye başladı. Sonra,
tarih öncesi dönemlerde yaşamış
insanlaruı durumunu düşünmeye
başladım. Onlann sanattan haberi
yokken bu kadar saf bir biçimde
kendilerini ifadc edebilmiş olmalan
ilgimi çektL Ama asıl hareket noktam,
iJkeJlik düşüncesivdi. Nedir ilkeffik?
Kötü bir şey mi
gerçekten? Yoksa ilkel
olmanın da bir safltğı
\armı? Var, elbette,
ama o nedir? Kendi
ıçsel değişimlerim
içinde sürekli
sorduğum bir
soruydu bu..."
İlkel insanın, örnegin
başanyla sonuçlanan
birav sahnesinin
taklidi aracılıgıyla
aslının da
etkilenccegi yolunda
büyüsel bir inanışla
mağara duvarlanna
vaptığı resımler.
CNtetik kaygılarla
ılgisı olmayan
nedenlerle ortaya
konmuş olsa da
sanatçıiarbu
resimlerin estetik
değeriyle ilgilenir
daha çok. Başaran'ın
tavn ise bundan
farklı. Mağara
resimlerinin estetik
değennden çok, daha
çok bırctnoloğun ilgi alanı sayılan. bu
resimlerin hangı koşullarda ortaya
çıktığını araştırarak ve düşünerek bu
resimleri yapmış Başaran. "Bugünün"
kirlcnmişliğinin etkisiyle bclkı.
w
Bu
resimlcrdc tarih önccsini anımsatmak
istedim, ama yalnızca anımsatmak.
Çiinkü beniın için temelde. tarihte bir
şeyin yorumunu yapmak dcğil, dcdiğim
gihi o saflığın, temizliğin peşine
düşmekti. (.ünden güne her şey
kiıieniyor. Ruh da kirienmeye başlıyor."
Arzu Başaran'ın bu sergisinde yer alan
resımlenyle, hem kcndı değışım
sürecine göndermede bulunuyor. ("Bu
sergideki ba/ı nesimler insanlara
nereden başladığımı hatırlatmak için
var") hem de tarih öncesi döncmi
anımsatırken, kaçınılmaz olarak
devreye gıren zaman kavramını
irdelivor.
Bunu da tüm resimlcrindeki
'pentimento' etkisi uyandırıyor. Içiçe
geçmiş saydam alanlar. bellı
bclirsizlik. bitmcmişlık.
tamamlanmamışlık... yıllann
müdahelesini, farklı boya
katmanlanyla ve yaglıboya dışında
malzemcler kullanarak ortaya koyuyor.
Dolayısıyla bu scrgıdekı resımler,
sanatçının "kendi izkdiği zamanla"
birebir.
Özclliklc. o peşine düştüğü saflığı
>ansıtabilmek adına kullandığı kimi
doğal mal/emeler, örneğin
Hindıstan'dan getirttığı ve ıster istemez
dogunun çağnşımlanyla dolu pirinçten
yapılmış kağıtlarla clde ediyor bu
etkıyi.
Hindıstan'dan pirinç kâğıtiar
Başaran'ın, "tuttuğum günliiklere
benzetiyorum'" dediği bu kağıt işler.
scrgınin 'ruhunu' en ıvı
yansıtabilenler. "Vermek istedtğim o
zaman duygusunu, aslında tuvallerden
önce kağıtlarda buldum. Bir kere
bunlar çok incecik kağıtlar, dolayısıyla
/
ki yıldır, duru,
saydam, içi
gözüken,
tertemiz bir şeyin
peşine düştüm. Ruhani
bir süreçti bu. Tarih
öncesi dönemde
yaşamış insanlan
düşündüm. Onlann
sanattan haberieri
yokken bu kadar safbir
biçimde kendilerini
ifade etmiş olmalan
ilgimi çekti.
boyayı emiyor. Kağıt, kendiltğinden
oluşan. farklı bir doku verivor resmc.
Yani, kağıt da benimle biriikte zaman
içinde resiıtı yapaıı, o resme
müdaheiede buiunan bir başka ressam
gibi oJdu."
Arzu Başaran. Atatürk Kültür
Merkezi'ndekı sergisinde. peşine
düştüğü o saflığı, anlığı, duruluğu
resimlerinde yansıtıyor. Belkı dingın
ve sessiz renkleri, bu etkiyi uyandıran.
Belki tuvalındeki geyik benzen
hayvanlann banşçıl etkıleşimlen.
Belki insanı anımsayamayacagı kadar
uzak bır geçmışe götüren çağnşımlan.
"Sanatçı, sosyal ve hültürel olıınık
herkes için önemli olan bir takım şeyleri
'özel' kılabilenJir."(EUen Dissanayakc)
Arzu Başaran, bu yeni sergisıyle, her
gün daha çok kirlencn bir dünyada
duyarlılığını hâlâ yitirmemiş insanlann
özlemini çektiği o saflığı ve anlığı,
tarih öncesınden aldığı esinle 'özel
kıbyor.'
'Herkes kadar cesur, herkes kadar korkak
9
'Ödül,
yalnızlığımızı
giderdi'
"Demokrası Içın Karikatür Ödülü'nün diğer
paylaştmcısı Leman Dergisi'nin çizerlennden Tuncay
Akgün. Leman'ın desteğini tümüyle okurlanndan
alan bir mizah dergisı oldugunu vurguluyor. Ödülün.
medya ve sivil toplum örgütlerinin yok saydığı
Leman'ı ıçıne düştüğü yalnızlıktan biraz olsun cekip
çıkardığını, bir boşluğu doldurduğunu söyleyen
Akgün. mizahın kendine özgü koşullarda geliştiğine
dıkkat çekıyor. "Baskının en yoğunlaşbgı dönemlerde
muhalefet varatmak adına ciddi bir boşluk ortaya
çıkıyor ve birtakım şeyler mizahçılann omu/Janna
yükleniyor" derken mizahın ıktidara yönelen
eleştirici konumuna da dikkat çekiyor. "Leman, her
ne kadar gözden geiinmese de doksanlı yıllann
özeUikle medya
tarafından
benim$etilmeye
çalışılan
ideolojilerini
eleştiriyor. Medya
birtakım sembol
adamlan bir yerlere
koymaya çalışarak
yeni dünva düzeni
adı altında. bir
•>ükselen değerler"
sistemi yaraorken
toplumun önemli bir
bölümünü gözden
çıkanyor. İşçi
v ürüy üşlerinu
öğrenci yürüyüşlerini, açlık grevlerini görmezden
geliytjr. Tüm bunlaruı yerine de' Beyaz Türk' diye
statiiikocu. tüketici. modem birey sembolünü, bu
görmezden gelinen gerçeklerin yerine koyuyor ve
hayat buymuş gibi gösteriyor". Akgün'e göre
medyadaki tekelleşme ve bu tekelleşmenin belirlediği
ideolojik alan. kendi dışındaki ideolojilere soluk
alacak alan bırakmadığından mizahçılara ve mizah
dergılerine büyük iş düşüyor. Leman'ın
demokrasılerde pek de akla gelmeyen birtakım
haklann da sözcülüğünü üstlendiğini belirten Akgün
"Demokraside eşcinseliik hakiu, yoksulluk hakkı,
marjinal olmak, kenarda durmak gibi haklar da var_
Lcman, işte böy le nefes alma alanlannın gerekliliğini
savunarak çölleşmeye yüz tutmuş toplumsal
yaşanamızda bir vaha olmaya çaiışıyur" di>or.
§C Derneği'nin
.A. \k. 'Demokrası için
Karikatür Ödülü'ne değer
görülen M usa Kart,
karikatürün
demokratikleşme sürecine
katkıda bulunabilmesi için
öncelikle bu süreci iyi
Özümseyebilmek; ilişki ve
öncelikleri doğru
değerlendirmek gerektiğini
düşünüyor.
DUYGU DURGUN
"Birgiin habrtayıp/ L'tanacak ço-
cuklanmız/Cesaret sayıldıgını/ Doğ-
nıluk denen şeyin". Karıkatürcüler
Derneği'nin bu yıldan başlayarak
verdığı 'Demokrasi İçin Karikatür
Ödülü'ne değer görülen gazctemız
çizeri Musa Kart, ödül törenindeki
konuşmasını Yevtuşenko'nun bu di-
zelen ile bıtırmiştı. 'Demokratik-
leşme sürecine yönelik cesur katkı-
lan'ndan dolayı aldığı bu ödülü,
Türkiye'nin en çok satan mizah der-
gisi Leman ile paylaşan Musa Kart.
yine o geceki konuşmasında böyle
bir gerekçeyle ödül almanın kendi-
si için üzücü bir yani oldugunu be-
lirtmiş ve gerçek demokrası lerde in-
sanlara cesaretleri için ödül verme-
nin kimsenin aklına gelmeyeceği-
ni: çünkü gerçek bir demokraside
insanlann duygu ve düşüncelerini
özgürce ifade edebilme olanağına
sahip olduklannı vurgulamıştı.
Kart, karikatürün günümüz ya-
şam temposunaçok uygun biranla-
tım aracı olduğunun altını çızerken
mesajını kolay, vurucu ve çabuk bir
şekilde aktaran bu aracın demokra-
tikleşme sürecine katkıda buluna-
bilmesi için öncelikle bu süreci iyı
özümseyebilmek; ilişki ve öncelik-
leri doğru değerlendirmek gerekti-
ğini düşünüyor.
- Karikatürlerinizde ağırlıklı ola-
rak demokrasi talebi yer alıyor. Ne-
den?
MUSA KART- Demokrasiyi sa-
dece aydınlann tekelinde buiunan
bir kavram olarak düşünmemek ge-
rekir. Çağdaş demokrasinin tarifin-
de. ekonomik boyut var. Çağdaş de-
mokrasi. özel mülkiyetin eşitsiz da-
ğılımından doğan farklılıklan ve
problemlcri en aza indirmeyi hedef-
leyen bir sistem. Son günlerde arka
arkaya sahnelenen intiharlar. şiddet
olayiarı ve öğrenci hareketlerinin
arkasında halkın ciddi şekilde yok-
sullaşması var... Çağdaş birdemok-
rasi dıyoruz, çünkü yürek burkan bu
sefalet tablosunu da ortadan kaldı-
racak olan çağdaş demokrasidir.
- Cünümüzde karikatüristler de-
mokratikleşme sürecini doğru kav-
nyoriar mı?
KART- Türkiye'de karikatürist-
ler kaç kuşaktır, pek çok bedel ödc-
yerek bu sürece katkıda bulunuyor-
lar. ama bu katkının boyutlan her
dönemde olması gerekcn noktada
olabilmiş midirbu tartışılabılir. Tar-
tışılmalıdırda... Statükocu yargı ve
değerlerin körletici etkisini kırama-
yan çizerler, bugün kararlı ve doğ-
ru bir tav ır sergileyemiyor. Ne acı-
dırki 'demokrası mücadelesi veren'
pek çok karikatürist, yakılan ve bo-
şaltılan köyleri aylarca göremedi.
- Karikatür çizertiğinin, hele de
günlük bir gazetede çiziyorsanız,
günceli ve gündemi yakalamak gibi
bir koşulu da var. Bö'ylesi bir zorun-
luluğun zaman zaman da olsa hosa
gitmeyen yanlan var mı?
KART-ÖzeUikle siyasi ağırlıklı
şeyler yazıp çiziyorsanız bir süre
sonra kuşkulu bir bakışa sahip olu-
yorsunuz. llışkilerin, gelişmelerin
görünen yanıyla biriikte görünme-
yen yanını da yakalamak endışesi
içine giriyorsunuz. Çoğunlukla
gündemde yer alan, üzerinde fırtı-
nalar kopanlan konulann ve tarrış-
malann ülke sorunlannın çözümü-
ne katkı yapamayacağını gördüğü-
nüzde harcanan zamana ve enerjiye
üzülüyorsunuz. Sahte gündemlerin
girdabından uzak durmamız gerek-
tiğini düşünüyorum. Aynca karika-
türistler de sahici gündem oluştur-
ma noktasında öncülük yapabilir-
ler.
- Karikatürcüler Derneği ve der-
nek bünyesinde yer alan Sanat Ku-
rulu size demokratikieşme sürecine
yönelik 'cesur' katkınızdan dolayı
ödül verdi. Siz kendinizj cesur bulu-
yor musunuz?
KART- Kendimi herkes kadar
cesur, herkes kadar korkak buluyo-
rum. Doğrusu, her gün beyaz kâğı-
dın karşısına oturduğumda bir iç ça-
tışması yaşıyorum. Bir yanım bun-
lan birilerinin çızmesi gerekir di-
yor. Diğer yanım "aman oğlum, ne-
nelazım,boşver'dıyor Ama sonun-
da bunlan birilerinin çizmesi gere-
kirdiyen yanım ağırbasıyorgaliba..
- Hiç başınız derde girdi mi?
KART- Etrdfınıza bir çerçeve çi-
ziliyor ve bu çerçeve içinde kalma-
nız, bu çerçeve içinde düşünmeniz
isteniyor.
Aksi halde cezalandınlacağınız
ifade ediliyor. Diğer yandan bu çer-
çeve içinde kalarak sorunlara çö-
züm bulmanın mümkün olmadığı-
nı gören ınsanlar doğal olarak ya-
zıp çizerek, konuşarak ve örgütlene-
rek bu sınırları zorlamaya başlıyor-
lar. Ve işte tam da bu noktada ceza
tehdidi altınaginyorlar Bendebir-
kaç kez yargılanıp, aklandım. Şu an-
da devam eden bir davam var.
ALINTILAR
TAHSIN YLCEL
Sözcüklerin Sırası
ilkokulda, öğretmenlerimiz dilimizde sözcüklerin
sıralanma biçiminin onun kusursuzluğunun en kesin
kanıtı oldugunu, çünkü "özne-nesne-eylem" sırası-
nı izleyen tümcelerin düşüncenin eklemlenimini yan-
sıttığını öğretmişlerdi bize. Daha sonra da kimi Fran-
sızca öğretmenlerimizin aynı mantığı aynı şeyi "öz-
ne-eylem-yüklem" sırasına göre kurulan Fransızca
tümceler konusunda yürüttüklerini anımsarım. Birbi-
rine hiç uymayan iki yapının aynı üstunlükle donatıl-
ması bile, savın geçerliliğine gölge düşürmeye yeter-
li. Ben de övünmek gibi olmasın, aykırılığı anlamak
için Saussure'ie tanışmayı beklemedim.
Ama nerdeyse herkesin kendi dili karşısında düş-
tüğü bu yanılsamanın yalnızca ilkokul ve ortaokul
düzeyinde kaldığını sanmayın, çok kalemler eskitil-
miş bu yolda, çok papirüsler, çok parşömenler, çok
kâğıtiar doldurulmuş! Ünlü Fransız dilbilimcı Claude
Hagege, L'Homme de paroles (Söz İnsanı) adlı ya-
pıtının bir bölümünde, sözcük sırası gibi bugün bize
oldukça sıradan bır konunun yüzyıllar içinde dilcile-
ri ve felsefecıleri ne denli uğraştırdığını, ne şaşırtıcı
varsayımlara, ne ilginç tartışmalara götürdüğünü çok
güzel sergiliyor.
Daha isa'dan önce 1. yüzyılda, Halikarnassoslu
Dionysios, kendınce bır mantık dizgesı oluşturarak,
"ad"\n, tözü anlatması nedeniyle, yalnızca oluntuyu
belirten "eylem "den önce gelmesi gerektiğini savu-
nur, eylemi de, koşullardan önce geldiğınden, belir-
tecin önüne koymayı uygun görür. İskender döne-
minde yaşamış Yunan sözbılimcı Demetrios lxion
da, büyük bır olasılıkla ilk kez, "doğal s;ra"dan (ya
da "düzen"den) soz eder. Ama, Hagege'e bakılırsa,
bu iş en çok XVII. ve XVIII. yüzyıllarda, ÖzeUikle Fran-
sa'da kızışır. Descartes'ın ızleyıcılerı, dıl ulamlannı
"doğuştan gelen usun evrensel bıleştirenleri" olarak
görür, bunun sonucu olarak da Fransızcanın düze-
ninı (yani sözcük sırasını) usun düzeninın ta kendisi
olarak değerlendirırler. Bundan uzaklaşan her türiü
tümce kurgusu "devriklik" adını alır, devriklik de, ay-
nı zamanda ustan uzaklaşma olarak nitelendiğinden,
tutkulara ve imgeleme bağlanır. Boylece, eskil çağ
hayranı XVII. yüzyıl düşünürleri arasından bile, Fran-
sız dilinın Latın dilı karşısındakı üstünlüklerini sergi-
leyenler çıkar. Arada bır, Condillac ya da Diderot gi-
bi, karşıt düşünceleri savunan düşunurlere de rast-
lanmakla biriikte, XVIII. yüzyılda da sürer bu anlayış,
kuramcılar birbirini izler.
Yüzyılın sonlanna doğru, Rivarol'un Bertın Bilim ve
Yazın Akademisi ödülünü kazanan çok ünlü Fransız
dilinin evrenselliği üstüne söylemı de aynı doğallık,
aynı ussallık savını yineler, hem de konuyu daha bir
yüzeyselleştirerek, daha birayağadüşürerek: "Fran-
sızca önce tümcenin öznesini, sonra edim olan ey-
lemi, son olarak da bu edimin nesnesini adlandınr:
işte tüm insanlar için doğal mantık", derRivarol. Us-
lamlama için zorunlu olan bu sıranın duyulara ters
düştüğünü, bu nedenle yeryüzünde devrikliğin bas-
kın çıktığını, ussal düzene yalnızca Fransızcanın bağ-
lı kaldığını, hayranlık verici açıklığının da bundan kay-
naklandığını vurguladıktan sonra, yıllarca dilden di-
le dolaşacak ünlü sözünü söyler: "Açık olmayan şey
Fransızca değüdir."
Bu sözler karşısında gülüyoruz bugün; "Nereden
nereye gelinmiş!" diye söylenıyoruz; ölçüsüz düzen
tutkusunun bizi sürükleyebileceğı yanılgıları düşün-
mek bile tüylerimızı ürpertiyor. Bu nedenle, dilbilim-
le doğrudan bir ilışkileri bulunmasa bile, J.-C. Lave-
aux'nun büyük Fransız Devrimi'nden beş yıl önce di-
le getirdiği görüşü onaylamaktan kendimizi alamıyo-
ruz: "Bir ulusun dili, düşüncelehnin genışliği oranın-
da zenginleşlr, düşünceler de ancak özgüıiükle ge-
nişler. Siyasal zorbalığm desteklediği dınsel zorba-
lık insanlığı iklimden ve yoksulluktan çok daha fazla
alıklaştınr." öyle ya, bunca insanı bir dilin tüm öteki-
lerden üstünlüğüne getiren mantığın iliklere işlemiş
bır yetke anlayışından kaynaklanmış olması pek de
yabana atılacak bir varsayım değil.
Ne olursa olsun, Polinez ya da Malinezya dilleri, vb.
gibi şözcüklerıni "Nesne-Eylem-özne" ya da "Nes-
ne-Özne-Eylem" biçimınde sıralayan dillerin de,
Türkçe, Japonca, vb. gibi "Özne-Nesne-Eylem" bi-
çiminde sıralayan dillerin de Fransızca gibi kendi
sözcüklerini "Özne-Eylem-Nesne" biçimınde sırala-
yan diller kadar doğal ve tutarlı olduklannı anlamak
için, işin içine aşkın venler karıştırmak yerine, olgu-
lara nesnellikle eğilmek yeter. Ama Claude Hagege
bır şey daha yapıyor: dillerin dünya ve düşünce kar-
şısındaki temel konumunu bır kez de bunca insanı
yanlışlığa sürüklemiş olan bu olgudan, sözcüklerin
sırasından çıkanyor: "Sözcüklerin dillere göre deği-
şen, çizgiselliğin zorunluklarına bağlı olan sırası öz-
gül bir sıradır. Dünyanın sırası olamaz. Dünyada ol-
gular tekbiçimli bir düzene göre algılanır: daha son-
ra öğrenilseler bile, nedenler sonuçlardan önce ge-
lir, devinimler de amaçlara doğru yönelir. Sözcükle-
rin sırasımn bu durumlaria hiçbir ilgisı yoktur. Ama
ekinlere göre değişen 'düşünülebilir'/n sırası da de-
ğildir. Sözcüklerin sırası ne evrenin yansımasıdır, ne
düşüncenin aynası; kaynağı kendi kendindedir."
Ama ben burada hem toplam, hem doruk niteli-
ğinde bir yapıtın küçük bir bölümünden sözettim.
İbrahim Yıldız Şiir Ödülü
• Kültür Servisi - Gecen yıl 13 şubatta yitirdiğimiz
Karabüklü şair ve yazar tbrahim Yıldız'ın oğlu Halil
Nihat Yıldız'ın, babasının anısına
düzenlediği şiir yanşması
sonuçlandı. Cahit Külebi, Vedat
Günyol, Sami Karaören, Mehmet
Başaran. Ahmet Özer ve Tahsin
Şentürk'ten oluşan seçicı kurul,
birinciliği "Görülmeyen
Fotoğraflar* adlı yapıtıyla Yetkın
Aröz ve "Albatroslar Yüksekten
Uçar' adlı yapıtıyla H. Avnı
Cinozoğlu arasında paylaştırdı.
'Kamil Efendi' adlı
yayımlanmamış şiir dosyasıyla
Süreyya Eryaşar'a ve 'Göç
Türküsü' adlı yayımlanmamış
şiirleriyle Nursel Saygınar'a mansiyon verilirken
Molla Demirel övgüye değer bulundu. Ödüller,
gelecek ay yapılacak olan Ibrahim Yıldız'ı anma
töreninde sahiplerine verilecek.
Göteborg Rlm Festivali'nde büyük
ödül VVidebepg'in
• GÖTEBORG(Cumhuriyet)- Uluslararası
Göteborg Film Festivali'nde Büyük Ödül, 'İstek ve
Büyük Güzellik' filmiyle Isveçli yönetmen Bo
Widerg'e verildi. Aynı zamanda, bölgenin en büyük
gazetesi Göteborgs-Posten tarafından özel olarak en iyi
Iskandinav filmıne verilen ödülün sahibi üç İsveçli
gencin ortak belgeseli 'Atlantik' oldu. Festivale
yanşma dışı katılan Fransız filmi 'Sefiller' şu anda
Isveç'te kapalı gişe gösteriliyor.