23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13ŞUBAT1996SALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Arzu Başaran'ın prehistorik dönem mağara resimlerini andıran yapıtlan 2 marta dek AKM'de Dkel insanın saflığma özleıııAHU ANTMEN Bır magaradan ötekine... 198O'lı yıllardan bu yana dışavurumcu resmıyle genelde Urart Sanat Galerisi'nde açtığı sergilerle adını duyuran Arzu Başaran, 199O'lı yıllarda girdıği değişim sürecini Atatürk Kültür Merkezi'ndeaçtığı sergıyle sürdürüyor. 1992-93 yıllannda İstanbul ve Ankara'da sergiledigi resımlerde temel sorunsalı "•varoJuş"tu Arzu Başaran'ın. Varoluş meselesıni bır kadının gözlemi, ama daha önemlisi duyumuyla ortaya koyan. sert, cesur, izleyıciye adeta meydan okuyan resimlerdi bunlar. Sanat çevrelerinde genelde erotik çağnşımlanyla değerlendirilerek ressamına epeyce ün getiren bu Georgia O'Keefe benzen resımlerde Başaran. gerçekte ana rahmınde başlayan varoluş serüvenını ırdeliyordu insanın. İşte o magaralann, içıne alan, çoğaltan ve vareden kuytuluğundan farklı bır magaraya dalıyor Arzu Başaran. Urart"ın Atatürk Kültür Merkezi'nde düzenledığı yeni sergisinde. Prehistorik dÖnemlere uzanıyor Öncekı sergılennde, belkı '30 Yaş'a denk gelmesıyle daha bireysel, daha kişisel bir tavır içinde olan sanatçı. şimdi kendi dünyasından, kendi 'içe bakışından' kendini bir ölçüde soyutlayıp, daha genel anlamda geçmışe bakıyor. Başaran'ın yeni resimlenndekı geçmiş, bu kez prehistorik dönemlere uzanıyor. Sanatçının kendi deyimiyle. "hepimizin içinde yaşadığı mağaralardan, /.aman zaman geri dönmek istediğimiz yerden". ilkel insanın ntüellerinin bırparçası olarak duvarlannı süsledigi mağaralara çeviriyor bakışını Başaran. Bugüne dek temelde insan -ama özellikle kadın- gövdesini, gövdenin hareketlerini, mekan içinde konumlanışjnı irdeleyen sanatçının yeni resimleri, tekli ya da ikili kompozisyonlarla ortaya koyduğu soyutlanmış hayvan figürleriyle dolu. Başaran, bu figürlen ılkel insanın adı üstünde ilkefliğini'. yani, dogaya olan sıkı baglılıgını, dogada varoluş savaşımı verirken kullandığı yöntemlerin doğayı küstürmeye yetmediği zamanlan, ilkel insanın saflığını duyumsatan pastel birespasın üzerine, doğu motiflerinı andınr bıçımde bırer arma gıbi yerleştiriyor. Günümüzde tarih öncesi dönemden kalma bu duvar resimlerini görebiimek için mağara gınşlerinde de bilet kesildiği gözününde bulundurulursa. Arzu Başaran'ın herşeyin parayla ölçüldügü kirlenmiş bır dünyada, "saflıgı yeniden yaratmak" adına giriştiği bu resimleri çaresız galeri sıstemının çarklan arasında sergilemek zorunda kalışı da aslında tuhaf ama kaçınılmaz bir çelışki. Arzu Başaran'ın bu sergisi, iki yıllık bir araştırmanın sonucu. Bu iki yıl sonunda ortaya çıkan iki defter dolusu gözlem ve düşünce günlüklcn. bir de bu resımler var. Sanatçı anlatıyor: "Bu iki yıllık, neredeyse ruhani diyebileceğim süreçte, dunı, saydam. içi gözüken, tertemiz bir seyin pesine düştüm. Çocukluğbm çok aklıma geldi bu süreçte. Hay>anlann dünyası ilgimi çekmeye başladı. Sonra, tarih öncesi dönemlerde yaşamış insanlaruı durumunu düşünmeye başladım. Onlann sanattan haberi yokken bu kadar saf bir biçimde kendilerini ifadc edebilmiş olmalan ilgimi çektL Ama asıl hareket noktam, iJkeJlik düşüncesivdi. Nedir ilkeffik? Kötü bir şey mi gerçekten? Yoksa ilkel olmanın da bir safltğı \armı? Var, elbette, ama o nedir? Kendi ıçsel değişimlerim içinde sürekli sorduğum bir soruydu bu..." İlkel insanın, örnegin başanyla sonuçlanan birav sahnesinin taklidi aracılıgıyla aslının da etkilenccegi yolunda büyüsel bir inanışla mağara duvarlanna vaptığı resımler. CNtetik kaygılarla ılgisı olmayan nedenlerle ortaya konmuş olsa da sanatçıiarbu resimlerin estetik değeriyle ilgilenir daha çok. Başaran'ın tavn ise bundan farklı. Mağara resimlerinin estetik değennden çok, daha çok bırctnoloğun ilgi alanı sayılan. bu resimlerin hangı koşullarda ortaya çıktığını araştırarak ve düşünerek bu resimleri yapmış Başaran. "Bugünün" kirlcnmişliğinin etkisiyle bclkı. w Bu resimlcrdc tarih önccsini anımsatmak istedim, ama yalnızca anımsatmak. Çiinkü beniın için temelde. tarihte bir şeyin yorumunu yapmak dcğil, dcdiğim gihi o saflığın, temizliğin peşine düşmekti. (.ünden güne her şey kiıieniyor. Ruh da kirienmeye başlıyor." Arzu Başaran'ın bu sergisinde yer alan resımlenyle, hem kcndı değışım sürecine göndermede bulunuyor. ("Bu sergideki ba/ı nesimler insanlara nereden başladığımı hatırlatmak için var") hem de tarih öncesi döncmi anımsatırken, kaçınılmaz olarak devreye gıren zaman kavramını irdelivor. Bunu da tüm resimlcrindeki 'pentimento' etkisi uyandırıyor. Içiçe geçmiş saydam alanlar. bellı bclirsizlik. bitmcmişlık. tamamlanmamışlık... yıllann müdahelesini, farklı boya katmanlanyla ve yaglıboya dışında malzemcler kullanarak ortaya koyuyor. Dolayısıyla bu scrgıdekı resımler, sanatçının "kendi izkdiği zamanla" birebir. Özclliklc. o peşine düştüğü saflığı >ansıtabilmek adına kullandığı kimi doğal mal/emeler, örneğin Hindıstan'dan getirttığı ve ıster istemez dogunun çağnşımlanyla dolu pirinçten yapılmış kağıtlarla clde ediyor bu etkıyi. Hindıstan'dan pirinç kâğıtiar Başaran'ın, "tuttuğum günliiklere benzetiyorum'" dediği bu kağıt işler. scrgınin 'ruhunu' en ıvı yansıtabilenler. "Vermek istedtğim o zaman duygusunu, aslında tuvallerden önce kağıtlarda buldum. Bir kere bunlar çok incecik kağıtlar, dolayısıyla / ki yıldır, duru, saydam, içi gözüken, tertemiz bir şeyin peşine düştüm. Ruhani bir süreçti bu. Tarih öncesi dönemde yaşamış insanlan düşündüm. Onlann sanattan haberieri yokken bu kadar safbir biçimde kendilerini ifade etmiş olmalan ilgimi çekti. boyayı emiyor. Kağıt, kendiltğinden oluşan. farklı bir doku verivor resmc. Yani, kağıt da benimle biriikte zaman içinde resiıtı yapaıı, o resme müdaheiede buiunan bir başka ressam gibi oJdu." Arzu Başaran. Atatürk Kültür Merkezi'ndekı sergisinde. peşine düştüğü o saflığı, anlığı, duruluğu resimlerinde yansıtıyor. Belkı dingın ve sessiz renkleri, bu etkiyi uyandıran. Belki tuvalındeki geyik benzen hayvanlann banşçıl etkıleşimlen. Belki insanı anımsayamayacagı kadar uzak bır geçmışe götüren çağnşımlan. "Sanatçı, sosyal ve hültürel olıınık herkes için önemli olan bir takım şeyleri 'özel' kılabilenJir."(EUen Dissanayakc) Arzu Başaran, bu yeni sergisıyle, her gün daha çok kirlencn bir dünyada duyarlılığını hâlâ yitirmemiş insanlann özlemini çektiği o saflığı ve anlığı, tarih öncesınden aldığı esinle 'özel kıbyor.' 'Herkes kadar cesur, herkes kadar korkak 9 'Ödül, yalnızlığımızı giderdi' "Demokrası Içın Karikatür Ödülü'nün diğer paylaştmcısı Leman Dergisi'nin çizerlennden Tuncay Akgün. Leman'ın desteğini tümüyle okurlanndan alan bir mizah dergisı oldugunu vurguluyor. Ödülün. medya ve sivil toplum örgütlerinin yok saydığı Leman'ı ıçıne düştüğü yalnızlıktan biraz olsun cekip çıkardığını, bir boşluğu doldurduğunu söyleyen Akgün. mizahın kendine özgü koşullarda geliştiğine dıkkat çekıyor. "Baskının en yoğunlaşbgı dönemlerde muhalefet varatmak adına ciddi bir boşluk ortaya çıkıyor ve birtakım şeyler mizahçılann omu/Janna yükleniyor" derken mizahın ıktidara yönelen eleştirici konumuna da dikkat çekiyor. "Leman, her ne kadar gözden geiinmese de doksanlı yıllann özeUikle medya tarafından benim$etilmeye çalışılan ideolojilerini eleştiriyor. Medya birtakım sembol adamlan bir yerlere koymaya çalışarak yeni dünva düzeni adı altında. bir •>ükselen değerler" sistemi yaraorken toplumun önemli bir bölümünü gözden çıkanyor. İşçi v ürüy üşlerinu öğrenci yürüyüşlerini, açlık grevlerini görmezden geliytjr. Tüm bunlaruı yerine de' Beyaz Türk' diye statiiikocu. tüketici. modem birey sembolünü, bu görmezden gelinen gerçeklerin yerine koyuyor ve hayat buymuş gibi gösteriyor". Akgün'e göre medyadaki tekelleşme ve bu tekelleşmenin belirlediği ideolojik alan. kendi dışındaki ideolojilere soluk alacak alan bırakmadığından mizahçılara ve mizah dergılerine büyük iş düşüyor. Leman'ın demokrasılerde pek de akla gelmeyen birtakım haklann da sözcülüğünü üstlendiğini belirten Akgün "Demokraside eşcinseliik hakiu, yoksulluk hakkı, marjinal olmak, kenarda durmak gibi haklar da var_ Lcman, işte böy le nefes alma alanlannın gerekliliğini savunarak çölleşmeye yüz tutmuş toplumsal yaşanamızda bir vaha olmaya çaiışıyur" di>or. §C Derneği'nin .A. \k. 'Demokrası için Karikatür Ödülü'ne değer görülen M usa Kart, karikatürün demokratikleşme sürecine katkıda bulunabilmesi için öncelikle bu süreci iyi Özümseyebilmek; ilişki ve öncelikleri doğru değerlendirmek gerektiğini düşünüyor. DUYGU DURGUN "Birgiin habrtayıp/ L'tanacak ço- cuklanmız/Cesaret sayıldıgını/ Doğ- nıluk denen şeyin". Karıkatürcüler Derneği'nin bu yıldan başlayarak verdığı 'Demokrasi İçin Karikatür Ödülü'ne değer görülen gazctemız çizeri Musa Kart, ödül törenindeki konuşmasını Yevtuşenko'nun bu di- zelen ile bıtırmiştı. 'Demokratik- leşme sürecine yönelik cesur katkı- lan'ndan dolayı aldığı bu ödülü, Türkiye'nin en çok satan mizah der- gisi Leman ile paylaşan Musa Kart. yine o geceki konuşmasında böyle bir gerekçeyle ödül almanın kendi- si için üzücü bir yani oldugunu be- lirtmiş ve gerçek demokrası lerde in- sanlara cesaretleri için ödül verme- nin kimsenin aklına gelmeyeceği- ni: çünkü gerçek bir demokraside insanlann duygu ve düşüncelerini özgürce ifade edebilme olanağına sahip olduklannı vurgulamıştı. Kart, karikatürün günümüz ya- şam temposunaçok uygun biranla- tım aracı olduğunun altını çızerken mesajını kolay, vurucu ve çabuk bir şekilde aktaran bu aracın demokra- tikleşme sürecine katkıda buluna- bilmesi için öncelikle bu süreci iyı özümseyebilmek; ilişki ve öncelik- leri doğru değerlendirmek gerekti- ğini düşünüyor. - Karikatürlerinizde ağırlıklı ola- rak demokrasi talebi yer alıyor. Ne- den? MUSA KART- Demokrasiyi sa- dece aydınlann tekelinde buiunan bir kavram olarak düşünmemek ge- rekir. Çağdaş demokrasinin tarifin- de. ekonomik boyut var. Çağdaş de- mokrasi. özel mülkiyetin eşitsiz da- ğılımından doğan farklılıklan ve problemlcri en aza indirmeyi hedef- leyen bir sistem. Son günlerde arka arkaya sahnelenen intiharlar. şiddet olayiarı ve öğrenci hareketlerinin arkasında halkın ciddi şekilde yok- sullaşması var... Çağdaş birdemok- rasi dıyoruz, çünkü yürek burkan bu sefalet tablosunu da ortadan kaldı- racak olan çağdaş demokrasidir. - Cünümüzde karikatüristler de- mokratikleşme sürecini doğru kav- nyoriar mı? KART- Türkiye'de karikatürist- ler kaç kuşaktır, pek çok bedel ödc- yerek bu sürece katkıda bulunuyor- lar. ama bu katkının boyutlan her dönemde olması gerekcn noktada olabilmiş midirbu tartışılabılir. Tar- tışılmalıdırda... Statükocu yargı ve değerlerin körletici etkisini kırama- yan çizerler, bugün kararlı ve doğ- ru bir tav ır sergileyemiyor. Ne acı- dırki 'demokrası mücadelesi veren' pek çok karikatürist, yakılan ve bo- şaltılan köyleri aylarca göremedi. - Karikatür çizertiğinin, hele de günlük bir gazetede çiziyorsanız, günceli ve gündemi yakalamak gibi bir koşulu da var. Bö'ylesi bir zorun- luluğun zaman zaman da olsa hosa gitmeyen yanlan var mı? KART-ÖzeUikle siyasi ağırlıklı şeyler yazıp çiziyorsanız bir süre sonra kuşkulu bir bakışa sahip olu- yorsunuz. llışkilerin, gelişmelerin görünen yanıyla biriikte görünme- yen yanını da yakalamak endışesi içine giriyorsunuz. Çoğunlukla gündemde yer alan, üzerinde fırtı- nalar kopanlan konulann ve tarrış- malann ülke sorunlannın çözümü- ne katkı yapamayacağını gördüğü- nüzde harcanan zamana ve enerjiye üzülüyorsunuz. Sahte gündemlerin girdabından uzak durmamız gerek- tiğini düşünüyorum. Aynca karika- türistler de sahici gündem oluştur- ma noktasında öncülük yapabilir- ler. - Karikatürcüler Derneği ve der- nek bünyesinde yer alan Sanat Ku- rulu size demokratikieşme sürecine yönelik 'cesur' katkınızdan dolayı ödül verdi. Siz kendinizj cesur bulu- yor musunuz? KART- Kendimi herkes kadar cesur, herkes kadar korkak buluyo- rum. Doğrusu, her gün beyaz kâğı- dın karşısına oturduğumda bir iç ça- tışması yaşıyorum. Bir yanım bun- lan birilerinin çızmesi gerekir di- yor. Diğer yanım "aman oğlum, ne- nelazım,boşver'dıyor Ama sonun- da bunlan birilerinin çizmesi gere- kirdiyen yanım ağırbasıyorgaliba.. - Hiç başınız derde girdi mi? KART- Etrdfınıza bir çerçeve çi- ziliyor ve bu çerçeve içinde kalma- nız, bu çerçeve içinde düşünmeniz isteniyor. Aksi halde cezalandınlacağınız ifade ediliyor. Diğer yandan bu çer- çeve içinde kalarak sorunlara çö- züm bulmanın mümkün olmadığı- nı gören ınsanlar doğal olarak ya- zıp çizerek, konuşarak ve örgütlene- rek bu sınırları zorlamaya başlıyor- lar. Ve işte tam da bu noktada ceza tehdidi altınaginyorlar Bendebir- kaç kez yargılanıp, aklandım. Şu an- da devam eden bir davam var. ALINTILAR TAHSIN YLCEL Sözcüklerin Sırası ilkokulda, öğretmenlerimiz dilimizde sözcüklerin sıralanma biçiminin onun kusursuzluğunun en kesin kanıtı oldugunu, çünkü "özne-nesne-eylem" sırası- nı izleyen tümcelerin düşüncenin eklemlenimini yan- sıttığını öğretmişlerdi bize. Daha sonra da kimi Fran- sızca öğretmenlerimizin aynı mantığı aynı şeyi "öz- ne-eylem-yüklem" sırasına göre kurulan Fransızca tümceler konusunda yürüttüklerini anımsarım. Birbi- rine hiç uymayan iki yapının aynı üstunlükle donatıl- ması bile, savın geçerliliğine gölge düşürmeye yeter- li. Ben de övünmek gibi olmasın, aykırılığı anlamak için Saussure'ie tanışmayı beklemedim. Ama nerdeyse herkesin kendi dili karşısında düş- tüğü bu yanılsamanın yalnızca ilkokul ve ortaokul düzeyinde kaldığını sanmayın, çok kalemler eskitil- miş bu yolda, çok papirüsler, çok parşömenler, çok kâğıtiar doldurulmuş! Ünlü Fransız dilbilimcı Claude Hagege, L'Homme de paroles (Söz İnsanı) adlı ya- pıtının bir bölümünde, sözcük sırası gibi bugün bize oldukça sıradan bır konunun yüzyıllar içinde dilcile- ri ve felsefecıleri ne denli uğraştırdığını, ne şaşırtıcı varsayımlara, ne ilginç tartışmalara götürdüğünü çok güzel sergiliyor. Daha isa'dan önce 1. yüzyılda, Halikarnassoslu Dionysios, kendınce bır mantık dizgesı oluşturarak, "ad"\n, tözü anlatması nedeniyle, yalnızca oluntuyu belirten "eylem "den önce gelmesi gerektiğini savu- nur, eylemi de, koşullardan önce geldiğınden, belir- tecin önüne koymayı uygun görür. İskender döne- minde yaşamış Yunan sözbılimcı Demetrios lxion da, büyük bır olasılıkla ilk kez, "doğal s;ra"dan (ya da "düzen"den) soz eder. Ama, Hagege'e bakılırsa, bu iş en çok XVII. ve XVIII. yüzyıllarda, ÖzeUikle Fran- sa'da kızışır. Descartes'ın ızleyıcılerı, dıl ulamlannı "doğuştan gelen usun evrensel bıleştirenleri" olarak görür, bunun sonucu olarak da Fransızcanın düze- ninı (yani sözcük sırasını) usun düzeninın ta kendisi olarak değerlendirırler. Bundan uzaklaşan her türiü tümce kurgusu "devriklik" adını alır, devriklik de, ay- nı zamanda ustan uzaklaşma olarak nitelendiğinden, tutkulara ve imgeleme bağlanır. Boylece, eskil çağ hayranı XVII. yüzyıl düşünürleri arasından bile, Fran- sız dilinın Latın dilı karşısındakı üstünlüklerini sergi- leyenler çıkar. Arada bır, Condillac ya da Diderot gi- bi, karşıt düşünceleri savunan düşunurlere de rast- lanmakla biriikte, XVIII. yüzyılda da sürer bu anlayış, kuramcılar birbirini izler. Yüzyılın sonlanna doğru, Rivarol'un Bertın Bilim ve Yazın Akademisi ödülünü kazanan çok ünlü Fransız dilinin evrenselliği üstüne söylemı de aynı doğallık, aynı ussallık savını yineler, hem de konuyu daha bir yüzeyselleştirerek, daha birayağadüşürerek: "Fran- sızca önce tümcenin öznesini, sonra edim olan ey- lemi, son olarak da bu edimin nesnesini adlandınr: işte tüm insanlar için doğal mantık", derRivarol. Us- lamlama için zorunlu olan bu sıranın duyulara ters düştüğünü, bu nedenle yeryüzünde devrikliğin bas- kın çıktığını, ussal düzene yalnızca Fransızcanın bağ- lı kaldığını, hayranlık verici açıklığının da bundan kay- naklandığını vurguladıktan sonra, yıllarca dilden di- le dolaşacak ünlü sözünü söyler: "Açık olmayan şey Fransızca değüdir." Bu sözler karşısında gülüyoruz bugün; "Nereden nereye gelinmiş!" diye söylenıyoruz; ölçüsüz düzen tutkusunun bizi sürükleyebileceğı yanılgıları düşün- mek bile tüylerimızı ürpertiyor. Bu nedenle, dilbilim- le doğrudan bir ilışkileri bulunmasa bile, J.-C. Lave- aux'nun büyük Fransız Devrimi'nden beş yıl önce di- le getirdiği görüşü onaylamaktan kendimizi alamıyo- ruz: "Bir ulusun dili, düşüncelehnin genışliği oranın- da zenginleşlr, düşünceler de ancak özgüıiükle ge- nişler. Siyasal zorbalığm desteklediği dınsel zorba- lık insanlığı iklimden ve yoksulluktan çok daha fazla alıklaştınr." öyle ya, bunca insanı bir dilin tüm öteki- lerden üstünlüğüne getiren mantığın iliklere işlemiş bır yetke anlayışından kaynaklanmış olması pek de yabana atılacak bir varsayım değil. Ne olursa olsun, Polinez ya da Malinezya dilleri, vb. gibi şözcüklerıni "Nesne-Eylem-özne" ya da "Nes- ne-Özne-Eylem" biçimınde sıralayan dillerin de, Türkçe, Japonca, vb. gibi "Özne-Nesne-Eylem" bi- çiminde sıralayan dillerin de Fransızca gibi kendi sözcüklerini "Özne-Eylem-Nesne" biçimınde sırala- yan diller kadar doğal ve tutarlı olduklannı anlamak için, işin içine aşkın venler karıştırmak yerine, olgu- lara nesnellikle eğilmek yeter. Ama Claude Hagege bır şey daha yapıyor: dillerin dünya ve düşünce kar- şısındaki temel konumunu bır kez de bunca insanı yanlışlığa sürüklemiş olan bu olgudan, sözcüklerin sırasından çıkanyor: "Sözcüklerin dillere göre deği- şen, çizgiselliğin zorunluklarına bağlı olan sırası öz- gül bir sıradır. Dünyanın sırası olamaz. Dünyada ol- gular tekbiçimli bir düzene göre algılanır: daha son- ra öğrenilseler bile, nedenler sonuçlardan önce ge- lir, devinimler de amaçlara doğru yönelir. Sözcükle- rin sırasımn bu durumlaria hiçbir ilgisı yoktur. Ama ekinlere göre değişen 'düşünülebilir'/n sırası da de- ğildir. Sözcüklerin sırası ne evrenin yansımasıdır, ne düşüncenin aynası; kaynağı kendi kendindedir." Ama ben burada hem toplam, hem doruk niteli- ğinde bir yapıtın küçük bir bölümünden sözettim. İbrahim Yıldız Şiir Ödülü • Kültür Servisi - Gecen yıl 13 şubatta yitirdiğimiz Karabüklü şair ve yazar tbrahim Yıldız'ın oğlu Halil Nihat Yıldız'ın, babasının anısına düzenlediği şiir yanşması sonuçlandı. Cahit Külebi, Vedat Günyol, Sami Karaören, Mehmet Başaran. Ahmet Özer ve Tahsin Şentürk'ten oluşan seçicı kurul, birinciliği "Görülmeyen Fotoğraflar* adlı yapıtıyla Yetkın Aröz ve "Albatroslar Yüksekten Uçar' adlı yapıtıyla H. Avnı Cinozoğlu arasında paylaştırdı. 'Kamil Efendi' adlı yayımlanmamış şiir dosyasıyla Süreyya Eryaşar'a ve 'Göç Türküsü' adlı yayımlanmamış şiirleriyle Nursel Saygınar'a mansiyon verilirken Molla Demirel övgüye değer bulundu. Ödüller, gelecek ay yapılacak olan Ibrahim Yıldız'ı anma töreninde sahiplerine verilecek. Göteborg Rlm Festivali'nde büyük ödül VVidebepg'in • GÖTEBORG(Cumhuriyet)- Uluslararası Göteborg Film Festivali'nde Büyük Ödül, 'İstek ve Büyük Güzellik' filmiyle Isveçli yönetmen Bo Widerg'e verildi. Aynı zamanda, bölgenin en büyük gazetesi Göteborgs-Posten tarafından özel olarak en iyi Iskandinav filmıne verilen ödülün sahibi üç İsveçli gencin ortak belgeseli 'Atlantik' oldu. Festivale yanşma dışı katılan Fransız filmi 'Sefiller' şu anda Isveç'te kapalı gişe gösteriliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle