06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13ŞUBAT1996SAL1 14 KULTUR Ayşe Erkmen'in Frankfurt Portikus'taki sergisi: Eşikteld algılar üzerine bir yerleştirme NECMİ SÖNMEZ FRANKFURT - Almanya'mn önde gelen uluslararası sergi mekânlanndan olan Frankfurt "takı Portikus ilgınç bır geçmıse sahıp. 1820-25 yıllan arasında ünlü klasist Alman mıman J. F. Chiristi- an Hess tarafından şehir kitaplığı olarak ınşa edılen ve Batı Anadolu'da çokça rastlanan antık tapınak m\marisıne sa- hip olan bu bına 1944'te. 2 Dünya Sa- vaşı'nın bıtımme çok az bırzaman kala bombalanarak tahrip edılmiş. Görkemli eskı mimarisinden sadece ginş bölümünün ayakta kaldığı bu bina. isminden de anlaşılacağı gibi Frank- furt'un göbeğinde arkası olmayan bır fa- sadı. adeta bır sahne duvannı andırmak- tadır. 1987'de ünlü Alman sergı yapım- cısı Kasper König, bu fasadın arkasına kontejncrler koydurarak bu mekânı, uluslararası çağdaş sanat ortamına hare- ket getıren sergilerin açıldıği bir sanat merkezı halınc getırmeyı başarmış. Por- tikus, kurulduğundan beri tartışılan. gün- demdeki eğilımlen sorgulayan birforum nitelıgine sahip. Bu mekânda Ayşe Erk- men (1950). Portikus'un "ZuspieT prog- ramı çerçevesınde Hamburglu sanatçı Andreas Slominski'yle (1959) bır diya- loğa girerek oldukça farklı bir çalışma gerçekleştirdi. " Zuspiel" bırbırini tanımayan sanatçı- lann, ışlen aracılığıyla sergı mekânında diyaloğa girmelerinı hedefleyen bir ser- gileme programı ve Simens fırması ta- rafından finanse ediliyor. Erkmen'in "Portiport" isimli yerleştirmesi (ensta- lasyon). sergi mekânına girmek için kul- lanılan yüksek merdivenlerin hemen üzerinde \e 14 korinth sütununun arası- na yerleştirilmiş olan 7 adet emniyet ka- pısından oluşuyor. 2.20 m. yüksekliğın- de ve 1 m. gcnişliğindeki emniyet kapı- lan. bınalan saldınlardan korumak ama- cıyla geçıldığınde ınsanın üzerindekı metal parçalarını "bip, bip" sesleriyle duyuran türden kapılar. Kapılan metal- lerin türlenne göre programlayıp, isten- meyen ya da tehlikeli nesneleri hemen ortaya çıkarmak mümkün. Sergıyi gez- • mek isteyenlerönce Erkmen'in çalışnıa- sından gcçerek. ıç mekânda yer alan Slo- mınskı'nın ışıni görebiliyorlar. tzleyici- A, lere girmek üzere olduklan mekânın var- lığını duyuran Erkmen'in çalışması, her anlamiyla "eşikte kalnuş" olan algılan harekete geçirerek, Portikus'un bir sah- neyi andıran mimarisine. bu mimarinin sergılenen sanat vapıtlan uzenndekı et- kısıne "sessizce" dıkkatı çekıyor. Çalış- malannda sergiledıği iş ile sergi mekânı arasındaki ilışkiyi (site specific) yorum- layan Erkmen, bunu, izleyicilere hazır . yşe Erkmen, Portikus'un "Zuspiel" programı çerçevesinde Hamburglu sanatçı Andreas Slominski'ylebir diyaloğa girerek oldukça farkJı bir çalışma gerçekleştirdi. Sergiyi gezmek isteyenler, önce Erkmen'in çalışmasından geçerek iç mekânda yer alan Slominski'nin işini görebiliyorlar. . zleyicilere girmek üzere olduklan mekânın varlığını duyuran Erkmen'in çalışması, her anlamıyla "eşikte kalmış" olan algılan harekete geçirerek Portikus'un bir sahneyi andıran mimarisine, bu mimarinin sergilenen sanat yapıtlan üzerindeki etkisine "sessizce" dikkati çekiyor. olarak sunulmuş bir karakterde değil de. izleyıcinin de işin mantığını keşfetmesi- ni, onun da yaratıcı bir çabaya gırmesi- ni gerektiren bır tarzda gerçekleştirmek- tedir. Sanatçıntn Frankfurt yerleştirmesı bu çabayı daha da üst düzeye çıkaran, so- yutlayıcı \e kavramsal bir karakter taşı- maklaberaber. izleyıcinin temel ıçgüdü- lenni "sergi öncesi"nde kuvvetlendiren, ama bunu son derece kısa bir yoğunlaş- ma sürecine siğdıran bir özelliğe sahip. Normal olarak bır sergi salonuna gi- rerken üzerindekı metal nesnelerın kont- rol edilebileceğinı düşünmeyen izleyici, önce emniyet kapılanndan çıkan sesler- le uyanlıyor. "Bip" seslen izleyıcinin belleğınde farklı duygulan, durumlan çağnştırmasına karşın öncelikle duyum- sanan olgu "irkilme"olu>or. Daha son- ra izleyici gayn ıhtıyari olarak geriye çe- kilip üzerindeki metal nesneleri (anahtar, bozuk paralar vs.) yoklamak amacıyla kapılann önüne doğru yürüyor. Ikinci geçişinde "bip" sesini duymamak içın. Işte bu kısacık süre, Erkmen'in yerleş- tirmesinın sorguladığı kavramlan adeta bır yıldınm hızıyla izleyicinin belleğin- den geçinyor. Akla gelen ilk sorular: "Ben nerede- yim ki bu alet ötüyor, üzerimde ne var." Bu sorulann yanıtlannı düşünmek için kapılann eşığinden geriye. yani merdi- venlerin başma doğru ilerleyen izleyici. Portikus'un görkemli sütunlarından ta- van süslemelenne dogru başını hafifce yukan kaldırdığından sergı mekânının gerçek karakterinin, yani boş bir sahne olduğunu, sanat yapıtlannın da bu sah- neye "gösterilmek" içın yerleştirilen ob- jelerolduğuna kavramsal olarak gönder- mede bulunuvor. Son beş yıl boyunca burada açılan tüm sergıleri gezdim. Bu sergilerde farklı farklı sanatçı tavırlan ortaya çıkıyordu. Erkmen'in tavn hepsinden ayn olarak izleyicinin algı-düşünce yapısını hedef- liyor. Sanat yapıtının tüketim sürecinde keşfedilmemi:} ya da fazla yıpratılmamış birkoridoraçmayı deneyen sanatçı, Por- tikus'taki sergısinde. aynca bir serginin nerede, hangı duygular eşliğinde başla- dığını sorgulayarak 'izleyici-sanat ya- pıtı-sergi mekânı" üçgenınde yeni açı- lar, farklı vorumlama noktalan belirle- meye çalışıyordu. 24 marta dck açık kalacak olan bu ser- gi nedeniyle her ıki sanatçının da işleri- nı belgeleyen nitelikli birkatalog yayım- landı. Sanat dünyası 'küçük Picasso'nun peşinde Kültiir Servisi - Sanat dünyası, 10 yaşındaki küçük bır ressamı konuşuyor. Amerika'da ortalığı kasıp kavuran Alexandra Nichita, Picasso'yla karşılaştınlıyor, resımlerinın fiyatı 100 bin dolardan başlıyor. Bundan 10 yıl önce Los Angeles'a yerleşen Romanyalı bir anne babantn çocuğu olan Alexandra. resım dünyasının 'yeni harikasT olarak tanınıyor. Alexsandra Nichita, resimlenni sergıleyen Amenkalı galenci Ben Valenrv, "Tekniği bu denli güçlü bir genç >etcneğe daha önce hiç rastlamamıştım" dıvor. "Resimleri genellikle kübist, ancak Kandinsk> ve Matissc'le de benzerlikler gösteriyor." Koleksiyoncular bir resminı satın almak, gazetecilerde sanat dünyasının bu yeni gözde sanatçısıyla bir söyleşi yapabilmek için sırada. Alexandra, ilk sergisini Los Angeles'ın en seçkin bölgelerinden Costa Mesa'daki bir halk kütüphanesınde açmış. "Resimleri anında dikkat çekti" diyor öğretmeni, Elmira Ardumian. "Bu serginin ardından bir >ıl içinde önemli galerilerde yedi kişisel sergi daha açtı. Çoğu sanatçı bir ömür boyu bu sayıda kişisel sergi açamıyor.-" -\lexandra ile 18 ay çalışan ve 'küçük Picasso'vu Hollyvvood'un 'Genç Ressarnlar Merkezi'ne sokan Ardumian, "Geçen yıL, Alexandra'nın anne ve babasına artık ona öğretecek bir şe> im kalmadığııu sö> ledim. Beni çoktan aşmıştı. Alexandra tam bir kompozisyon ustası. Picasso da bu konuda olaganüsrüydü ama rengi zayıfb— Matissc ise tam tersi. miithiş renlder ama pek ustahklı oimayan bir kompozisyon. Alexandra ise hem form, hem renk ustası. Onu bu denli başanlı kılan da bu ozelKgi." Alexandra ilk keşfedıldığinde. onu pek ciddıye alan olmadı. Ancak bugün resımleri psıkologlann ve akademisyenlenn araştırmalanna konu oluyor. Amerika'nın ünlü sanat okullanndan Parsons School of Design'da öğretim görevlisı olan Roger Shepherd, küçük ressamın 'abartıldığını' düşünenler kampında yeralıvor "Resimlerinin bu denli yüksek fıyatlara abcı bulmasu onun sanahndan çok, insanlann algılama biçimleriyle itgili. Ortalığı yaygaraya verip bir ressamın moda olduğunu sürekli yinelerseniz, o zaman o ressam da moda olur tabii" dıyen Shepherd, "Dürer ya da Mozart gibi gerçek sanatçılara baktığunızda, olağanüstü yeteneklerinin çok genç yaşlarda ortaya çıkmasına karşın yine gösterdikleri başan yaşlan oranuıda artıyx)r. Mozart, *Requiem'i 12 yaşuıda yazamazdu ancak sanatının doruğuna ulaşmıs, olmasa\dı. kimse kalkıp da erken döncm yapıtlanna eleştirel bir gözlc baknıavacakd" şeklinde konuşuyor. Galenci Ben Valenty ise tam tersını savunuyor: "Atoandra'nın resimkrini ilk gördüğümde ben de inanamadım. Bunlar bir çocuğun eünden çıkmış olamaz diye düşündüm. Ama deharun yaşla ilgisi yok. Alcxandra'nın cvrvnsel bir deneyimi yakalavacak ölçüde zengin bir hayalgücü var. Bu da ona her şeyde farklı bir boyut görme yeteneği sağlıyor. İnsan yüz yaşına kadar yaşayıp da başaramayabilir bunu. Deneyim bize çok şey katıyor ama, Mexandra'nın doğuştan bir yeteneği var." 'Küçük Pkasso' ise kimseye aldırmadan resim yapıyor. "Ben kübist degüim" diyor. "Resimlerinde kübizmin gölgelemelerinden, şekillerinden izler var ama ben çok basit resimler yapmaya çauşıyorum. însanlann rcsimlerimden söz etmesL oıüan bir bilmece gibi çözmeye çalışması çok hoşuma gidivor. Ben de hepsinin içine bir bilmece yerleştiriyorum." Alexandra, tüm çocuklann yetenekli olduğuna. doğru yönlendırmeyle bu yeteneklenn ortaya çıkanlabıleceğıni inanıyor. "Büyükler çocuklan küçümsüyorlar" diyor. "Oysa benim tanıdığım bütün çocuklarda yeteneğe dön üştürülebilecek olağanüstü bir hayalgücü var." Yıne de resımlerini arkadaşlanna anlatırken güçlük çekiyor. "Resimlerim önce bir şok yaratıyor. Bir keresinde bir resim öğretmenim soyut resim yaptığını için beni azarlamıştı. Ama babam beni hemen o okuldan çıkardL" Yoko Ono'nun 60'h yıllardaki sergileri, performansları unutuldu Joluı, Yoko'da ne bulnıuştu?Kültür Servisi - "Beatks'ı dagıtan ka- dın" olarak müzik tarihine geçen Yoko Ono, 1960'h yıllarda ilginç sergilen ve performanslanyla sanat tarihindc de kavramsal sanatçılar arasında anılır ol- du ama, Beatles hayranlan tarafından öylesine bir tepkıyle karşılanmış, "adı öylesûıe dokuza çıkmış"tı ki sanatı, ya- şamının gölgesınde kaldı hep. Dönemi- nin ilericı sanatçılanndan biriydi oysa, sanat dünyasında tuval üzerine yağlıbo- ya ya da suluboyalarla portreler yapmak genelgeçer kuralken, Yoko Ono bambaş- ka şeylerle meşguldü. 1962 yılındayap- tığı "Meryem Ana'nın Portresi" örne- ğın, kavramsal sanatın önemli öğelerin- den sözcük oyunlanna başvurarak, ka- ligrafik bir düzenlemeyle izleyenin ha- yalgücüne sesleniyor ve tek bir portre herkesin hayalgücüyle onlarca farklı yü- ze dönüşüyordu. Bir resimden çok, bir düşünceydi bu portre. 1962 tarihli "Wall Piece for Orchestra" adlı performansın- da, sahnede eğilip kafasını yerlere vur- muştu. 1964 yılında Carnegıe Hall'daki "Cut" başlıklı performansında, Yoko Ono sahnede hareketsiz yatmış, izleyi- ciler kendilerine verilen makaslarla gıy- sılerini parçalamıştı. Bu ışlerin, kavram- sal sanatın da artık eskidiği günümüzde ne denli ilgınç olduğu tartışılabilir ama, bundan tam 35 yıl öncesinin sanat dün- yası için ne denli heyecan verici olduğu- nu düşünün bir kere. 196O'lı \ıllann ilk yansında Yoko Ono'nun 'kullanma kılavuziu' resimle- ri, Manhattan'da kendilenne Fluxus adı- nı veren bir grup sanatçı tarafından bü- yük bır ilgiyle karşılandı. Ono, bu genç. yenilikçi sanatçılann arasında kendine özgü bir yer edindi. Upuzun kabank si- yah saçlannın ardında yüzünü gizleyen. çok az konuşan, ufak tefek bu Japon ka- dının etrafındaki gızemli hava. herkesin dikkatini çekıyordu. 1967 yılında Londra'da sözcük oyun- lanndan ve dil bilmecelerinden oluşan resimlerini ilk kez sergilediğinde daha da bir ilgi çekti Yoko Ono; Londra'da da hızlı bir sanat dünyası vardı ama, yine de New York'un çok çok gerisindeydi. Yo- ko Ono'nun 'düşünce resimleri', sanat eğitimi görmüş, sözcük oyunlanna en az Yoko Ono kadar meraklı bır pop şarkı- cısını çok etkıledi: >John NVinston, ya da bilinen adıyla John Lennon'dan sözedi- yoruz. Ve böylece Yoko Ono-John Len- non öyküsü başlamış oldu... Lennon, Yoko Ono'nun Londra sergi- sinin yer aldığı Ithica Galerisı'nin sahi- bi John Dunbar'dan aldığı davet üzeri- ne, sergininı açılışına gelmişti. O dö- nemde Lennon, Surrey'de tipik bir pop müzisyeni gibi yaşamaktaydı. O akşa- müstü Dunbar'ın galerisinde Yoko Ono ile John Lennon'un tanışması, efsaneye göre, Beatles'ın sonu oldu. Altı ay gibi kısa bir süre içinde, John Lennon ile Yo- ko Ono, yataklar, çantalar. radıkal polı- tika. gazetelerde manşet olan etkinlikle- ri ve çığlıklarla dolu ortak maceralarına başlamışlardı bile. Yoko, rock dünyası- nın "kotükalplicadrsı. Paul'den (ve Ge- orge ve Ringo) John'u çalan egzotik ka- dın olarak tanınmaya başladı. John Lennon bır süre sonra Yoko Ono ile birlikte New Yorka taşındı, burada yaptığı post-Beatles şarkılan öfke çığlık- lanyla ve kıskançlık krizleriyle yankı- lanmaya başladı. Aslında, Yoko Ono'nun güçlü kişiliğının etkısini taşı- maya başlamıştı Lennon'ın şarkılan. John Lennon Yoko Ono'nun sanatını ıçı- ne sındire dursun, Yoko Ono da John Lennon'un rock'n roll'uyla deneylere girişiyor, bu arada "Appnnrimately Infi- nite Unh«rse" gibi albümler çıkanyor- du. Son albümü "Rising" ise, çağdaş rock arenasına girme çabasıydı Yoko Ono'nun. Sanatçının, "mesajuu" genç kuşaklara iletmek için gınştıği bu al- bümdeki şarkılann kurgusu, John Len- non'ın son dönem çalışmalannı andın- yordu. Albümde yer alan T m Dying" (Ölüyorum) şarkısında yaklaşık bir altı dakika kadar üst üste T m Dying" di- yen Yoko Ono, bunu, "Benim öfkemin, acımın ve korkumun bir ifadesi bu şarkı" diyerek açıklıyordu. Ancak Ono'nun aldığı tepkiler göste- riyor ki artık ağzıyla kuş da tutsa. Ingı- lizlerin büyük rock'çusunu çalan, Beat- les'ın dağılmasına yol açan "otuhaf Ja- pon sanatçı" olarak tanınacak hep. Yazar Michael Braceweü"in yorumu- na göre. "insaniann antipatisini üzerine çeken bir kadın" Yoko Ono. John Len- non ile evlenince müthiş derecede zen- gin oldu, ancak sanatıyla bir yere varmak ısteyen bir kişi içın para, bir çözüm de- ğil. Sonuçta, bir sanatçı olarak anımsa- nacak mı Yoko Ono? Artık ressam olan eski galenci John Dunbar. "Bence Yoko iyi şeyier başardı" diyor. "John öldüğünden bu yana pek bir şe> yapmadı ama, tutunacak bir şey kalmayınca zaten zor. Zamanında yap- tıklan çok farklıydı, kimse bunu yadsrya- maz. Yoko Londra'ya geldiğinde, Lond- ra hâlâ oldukça dışa kapalıydı, popüler sanat bile bir kontrol altında> dı. Yoko,ga- leriyi elmalarta, galeri duvarlanna yaz- dığı ve yalnızca bir teleskopla görülebi- len 'evei' yazısıyla(ki bu John Lennon'ın en sc\diği işiydi) gibi şeylerle doldurdu. İzleyicileri siyah plastik torbalara sokup, Yoko Ono, birgün özel yaşamını unutturup sanatçı olarak anımsanabilecek mi? Beatles'ı dagıtan kadın olarak müzik tarihine geçen Ono, 1960b yıllarda ilginç sergileri ve perfbrmanslanyla sanat tarihindede anılır oldu ama, bugün bunlar unutuldu. birbirterine bir de öyle bakmalanm sağ- ladı. Şimdi bu tip şeyier pek ilginç gelme- \ebilir, ama düşünün, bunları 30 vıl ön- ce yapıyordu Yoko." Yoko Ono. yapıtlanndan satmış mı hiç? "Sann almak mı!" diyor Dunbar. "Bir şey sattığuıu/da bunu bir mucize olarak değeıiendiriyorduk. Calerinin başlıca amacu iyi zaman geçirmek, dün- yayı degiştirmekri... Çok gençtik, John daha 27 yaşındaydı." (1933 doğumlu olan Yoko Ono. John Lennon'dan yedi yaşbüyüktü.) Peki John Lennon bir şey satın almış mı? "Ha>ır. John odönemde sanat kotek- siyonculuğu yapmıyordu. daha sonra başladı. Biz o dönemde koleksi>onculuk ya da para gibi şeyleri düşünmüyorduk. Bugünün sanat dünyası. 1967"de, 68'de olduğundan çok daha duyariı bu konu- lara. çok daha ticari. Zaten Yoko Ono'nun Londra'ya gelmesinin nedeni, kendi kendini yok eden sanat üzerine ya- pılacak bir sempozyumdu. Kendi kendi- ni yok etmek isteyen bir sanatı satamaz- sınız değil mi? Vbko Ono, 'optimum kav- ramsacılık' dediği bir olguyla ilgileniyor- du. Yapıtlan, hayalgücüyle, olasılıuklar- la Ugüiydi." Bütün dünya karşı çıkıyordu ama, Yo- ko Ono ile John Lennon bırbirleri için yaratılmışlardı sankı. Bugün 62 yaşında olan sanatçının pek hoşuna gıtmeyebilır ama, Yoko Ono'nun ilk dönem perfor- mans sanatından sonra yaptığı en ilginç şeyier. John Lennon ile birlikte evrensel banş adına gınştıkleri yatak performans- lanydı. Ono bu etkinliklerden sonra bu denli etkın ve ünlü oldu. The lndependent gazetesinde Jonat- han Glancey. yazdığı yazıda, "Yoko Ono,John Lennon zamanındaki sanatçı değil ve yokluğunda da asla olamayacak gibi görünüyor" diyor. YAZI ODASI SELtM tLERİ 30'larda Bir Romancı Yorumu Yazı Odası'nın son iki yazısını ismail Habib Se- vük'ün, 1930'larda ders kıtabı olarak onaylanmış Edebi Yeniliğimiz adlı eserine ayırmıştım. Sevük'ten yola çıkarak, 30'lar Türkıyesi'nde edebiyattan ne ya- rarlar umulduğunu saptamaya çalıştım. Yine Edebı Yeniliğımiz'den bir romancı yorumuy- la sürdürmek ıstiyorum. Sevük, Tanzimat dönemi yazarlannın roman emek- lerini lıse son sınıf öğrencilerine aynntıcı bir tutumla dile getirtikten sonra, Serveti Fünun'un büyük usta- sı Halid Ziya Uşaklıgil üzerinde duruyor. Ortaöğretim, 1930 ve sonrasında bir romancımızı bakın nasıl alımlamış, değerlendirmış, yetişmekte olan kuşaklara hangı yönlerı, özelliklenyle tanıtmış: Edebi Yeniliğimiz'in yorumladığı Halid Ziya, her şeyden önce, düzyazıya büyük katkısıyla anılmak- tadır. Gerçi anlatımı, üslubu "Arabî ve Farisî lûgat- ler"\e yüklüdür ama, romancı, uzun cümlelerinde bir esneklik, solukluluk kazanabilmiştir. Sevük, belki de hâlâ Halid Ziya üslûbunun etkısinde, şu yargıya va- rır: "Bu üslûp bugün artık uzak bır nisyandır." Bununla birlikte yoğun üslûbun, yer yer karmaşık anlatımın roman sanatına büsbütün dokuncalı ol- mayacağı üzennde durulur. Halid Ziya, özellikle/\^/c- / Memnu romanıyla roman sanatının güçlü bir örne- ğini vermıştir. Halid Ziya'nın yazdığı romanlann başansı şöyle açıklanıyor: "(...) vak'alann iyi tertibi, hareketlerin iyiihzaredil- mesi, tecessüs hissinin mahirane tesbiti, şahıslann lâzım gelen vasıflardan yakalanması, mevzuda ca- zibe oluşu, sonra bütün bunların velût bir muhayyi- leye takılmış kolay akan bir kalemle yazılması gibi bir romancı için lâzım gelen evsafa malikiyet sayesin- dedir ki, o romanlar bugün bile bizi heyecan ve tak- dirie sürükleyip götürebiliyor." 30'ların genç insanı roman sanatına ilişkin bilgilen- dirmelerte donanmıyor mu? Romanda olaylann çok- luğu değil, iyi düzenlenişi; serüven çizgisinin merak uyandırdığı ölçüde ustaca yedirilişi; roman kişilerinin özvarlıklanylayansrtılabilmesi; konunun çekiciliği; ni- hayet hepsinin bir potada özümsenmesi... Öte yandan dargörülü bir yaklaşım da belirmiştir: Sevük, Halid Ziya romancılığının tam mânasile mil- lîbirroman"a ulaşamadığı kanısındadır. 30'lar roman sanatında ulusal çehreyi görmeyi gereksınir. Halid Zi- ya işte şunlan aksettirmemiş: "Türk milletinin cevheri nedir? Türk milleti umumf seviyeleri itibarile hangi vasıflan gösteriyor? Türk saffetı, kahramanlığı, hıçkmğı; Türk âdetleri, meye- lânlan, hususiyetleri, Türk halkının yaşayışı, Türk va- tanının manzarası; Türk şehrınin hali, Türk köyünün melâli, Türk'tekio derunf, o vakur, fakatderin birgir- dabat gibi homurtusu işitilmeyen sessiz ıstırap..." Romanı öğrenmekliğimiz... 30'lar ulusal çehre gerekçesıyle donanmak zorun- daydı. Yazık ki, Sevük'ün beklentilerı, gerekçeler or- tadan kalktıktan sonra da sürüp gidecek, roman sa- natından Türk'ün saffeti, kahramanlığı, hıçkmğı dile getirilsin umulacaktır. Yalnız hak yememek gerekiyor: Edebî Yeniliğimiz, Halid Ziya'nın büyük hizmetinı, hiç olmazsa bunu, gözden kaçırmaz. "Türk gençliği ve Türk münevve- ri senelerce ve senelerce o romanlarda çok kıymet- li ve faıdeli şeyier" bulmuştur. "Bizim zaten romanda kendimizi bulmadan evvel romanı öğrenmekliğimiz ve onun usullerini bilmek- liğimiz lâzımdı. Halid Ziya'nın romanlan işte bu bil- giyi Türk gencinin önüne, canlı bir nümune halinde teşhir etti." Demek ki ortaöğretim yıllannda romanı öğrenmek- liğimiz tartışılıyormuş. Romanın usullerini öilmekliği- miz... 2000 yılına, yıımi birinci yüzyıla birkaç yıl kala, Türk genci de, Türk okuryazarı da roman sanatından han- diyse habersiz görünüyor. Özel bir kuruluşun güzel konuşma, ıletişim, dil ve edebiyat kurslarında görev alıyorum. Değişik yaşta, değişik toplumsal konum- da, başka başka mesleklerden kişilerle tanışma fır- satı buluyorum. Roman dendi mi, çoğu kez, roma- na uzak durduklannı söylüyorlar. Halid Ziya'yı oku- muş olanlar her geçen yıl biraz daha azalıyor, şimdi- lerde bir ya da iki kışıye ancak rastlıyorum. Roman sanatı, bugünün Türkiyesi'nde galiba kim- seyi ilgilendirmiyor. Dünün 'mılli eğitim 'i romanı öğrenmekliğimizi öğ- renilecek güzellikler arasında sayıyordu. Bugünün 'milli eğitim 1 Türk Dili ve Edebiyatı ders- lerini seçmelı dersler arasına katıyor. Bugünün 'milli eğitim"\ Halid Ziya'nın artık hiç okunmamasından tasalanmıyor. Fransa'da Balzac okunmuyor mu? Ingiltere'de Thomas Hardy okunmuyor mu? Almanya'da Thomas Mann unutulmuş mu? Türkıye'de genç ınsan, öğrenim hayatı dışında, ro- man sanatıyla nerede, nasıl tanışacak? Pimaçen KültÜpevTnde 'Aşk üzerine Forum' • Kültür Servisi - Pımapen Kültürevf nde bugün saat 19.00'da 'Aşk Üzerine Forum' düzenleniyor. Yrd. Doç. DT. Gül Batuş, Işıl Özgentûrk. Ayça Atıkoğlu, Musa Ağacık ve Mürşit Balabanlılar'ın katılacağı forumda, yaklaşan SevgililerGünü nedeniyle 'aşk' konu edilecek. (268 33 58) Nureyevin bilinmeyen yönü "Antik Dekor'da • Kültür Servisi - Ünlü dansçı Nudolf Nureyev'in bilinmeyen bir yönü ölümünden sonra ortaya çıkmıştı. Genç dansçılann yetışmesı içın ve AlDS'lı balerinlerin tedavisinde kullanılmak üzere kendi adıyla kurduğu vakfa bağışladığı sanat eserleri müzayedeye çıkınca Nureyev'in Türk sanatına bü> ük tutkusu olduğu görüldü. "Antik Dekor" dergısı şubat sayısında Nureyev'in bu bilinmeyen yönünü fotoğraflan ile açıklıyor. Dergi her ikısi de 19. yüzyılda Türkiye'de yapılmış mor kadife üzerine altın simli gelin elbisesi ile bordo kadife üzerine altın sımli elbisenın yüksek fiyata satıldığını bildiriyor. Nurevev'in her iki elbıseyi çeşitli zamanlarda giydiği anımsatılıyor. Değişik renîdi kadifeler üzenne altın simle yapılmış 19. yüzyıl Türk cepkenleri ile çeşitli Türk kilimlennin de kapışılan parçalar arasında yer aldığı bildıriliyor. ÇYDD'den kitap kampanyası • Kültür Servisi -Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Okul kıtaplıklanna kıtap (masal, hikâye, roman, araştırma) temini ve ınsanlarda kitap hediye etme alışkanlığı oluşturma amaçlı ""Çağdaş Kitaplık" adh bir kampanya ba^ı-n- rTel. 543 67 09)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle