Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 13ŞUBAT1996SAL1
14 KULTUR
Ayşe Erkmen'in Frankfurt Portikus'taki sergisi:
Eşikteld algılar üzerine bir yerleştirme
NECMİ SÖNMEZ
FRANKFURT - Almanya'mn önde
gelen uluslararası sergi mekânlanndan
olan Frankfurt "takı Portikus ilgınç bır
geçmıse sahıp. 1820-25 yıllan arasında
ünlü klasist Alman mıman J. F. Chiristi-
an Hess tarafından şehir kitaplığı olarak
ınşa edılen ve Batı Anadolu'da çokça
rastlanan antık tapınak m\marisıne sa-
hip olan bu bına 1944'te. 2 Dünya Sa-
vaşı'nın bıtımme çok az bırzaman kala
bombalanarak tahrip edılmiş.
Görkemli eskı mimarisinden sadece
ginş bölümünün ayakta kaldığı bu bina.
isminden de anlaşılacağı gibi Frank-
furt'un göbeğinde arkası olmayan bır fa-
sadı. adeta bır sahne duvannı andırmak-
tadır. 1987'de ünlü Alman sergı yapım-
cısı Kasper König, bu fasadın arkasına
kontejncrler koydurarak bu mekânı,
uluslararası çağdaş sanat ortamına hare-
ket getıren sergilerin açıldıği bir sanat
merkezı halınc getırmeyı başarmış. Por-
tikus, kurulduğundan beri tartışılan. gün-
demdeki eğilımlen sorgulayan birforum
nitelıgine sahip. Bu mekânda Ayşe Erk-
men (1950). Portikus'un "ZuspieT prog-
ramı çerçevesınde Hamburglu sanatçı
Andreas Slominski'yle (1959) bır diya-
loğa girerek oldukça farklı bir çalışma
gerçekleştirdi.
" Zuspiel" bırbırini tanımayan sanatçı-
lann, ışlen aracılığıyla sergı mekânında
diyaloğa girmelerinı hedefleyen bir ser-
gileme programı ve Simens fırması ta-
rafından finanse ediliyor. Erkmen'in
"Portiport" isimli yerleştirmesi (ensta-
lasyon). sergi mekânına girmek için kul-
lanılan yüksek merdivenlerin hemen
üzerinde \e 14 korinth sütununun arası-
na yerleştirilmiş olan 7 adet emniyet ka-
pısından oluşuyor. 2.20 m. yüksekliğın-
de ve 1 m. gcnişliğindeki emniyet kapı-
lan. bınalan saldınlardan korumak ama-
cıyla geçıldığınde ınsanın üzerindekı
metal parçalarını "bip, bip" sesleriyle
duyuran türden kapılar. Kapılan metal-
lerin türlenne göre programlayıp, isten-
meyen ya da tehlikeli nesneleri hemen
ortaya çıkarmak mümkün. Sergıyi gez-
• mek isteyenlerönce Erkmen'in çalışnıa-
sından gcçerek. ıç mekânda yer alan Slo-
mınskı'nın ışıni görebiliyorlar. tzleyici-
A,
lere girmek üzere olduklan mekânın var-
lığını duyuran Erkmen'in çalışması, her
anlamiyla "eşikte kalnuş" olan algılan
harekete geçirerek, Portikus'un bir sah-
neyi andıran mimarisine. bu mimarinin
sergılenen sanat vapıtlan uzenndekı et-
kısıne "sessizce" dıkkatı çekıyor. Çalış-
malannda sergiledıği iş ile sergi mekânı
arasındaki ilışkiyi (site specific) yorum-
layan Erkmen, bunu, izleyicilere hazır
. yşe Erkmen,
Portikus'un "Zuspiel"
programı
çerçevesinde
Hamburglu sanatçı
Andreas
Slominski'ylebir
diyaloğa girerek
oldukça farkJı bir
çalışma gerçekleştirdi.
Sergiyi gezmek
isteyenler, önce
Erkmen'in
çalışmasından
geçerek iç mekânda
yer alan
Slominski'nin işini
görebiliyorlar.
. zleyicilere girmek
üzere olduklan
mekânın varlığını
duyuran Erkmen'in
çalışması, her
anlamıyla "eşikte
kalmış" olan algılan
harekete geçirerek
Portikus'un bir
sahneyi andıran
mimarisine, bu
mimarinin sergilenen
sanat yapıtlan
üzerindeki etkisine
"sessizce" dikkati
çekiyor.
olarak sunulmuş bir karakterde değil de.
izleyıcinin de işin mantığını keşfetmesi-
ni, onun da yaratıcı bir çabaya gırmesi-
ni gerektiren bır tarzda gerçekleştirmek-
tedir. Sanatçıntn Frankfurt yerleştirmesı
bu çabayı daha da üst düzeye çıkaran, so-
yutlayıcı \e kavramsal bir karakter taşı-
maklaberaber. izleyıcinin temel ıçgüdü-
lenni "sergi öncesi"nde kuvvetlendiren,
ama bunu son derece kısa bir yoğunlaş-
ma sürecine siğdıran bir özelliğe sahip.
Normal olarak bır sergi salonuna gi-
rerken üzerindekı metal nesnelerın kont-
rol edilebileceğinı düşünmeyen izleyici,
önce emniyet kapılanndan çıkan sesler-
le uyanlıyor. "Bip" seslen izleyıcinin
belleğınde farklı duygulan, durumlan
çağnştırmasına karşın öncelikle duyum-
sanan olgu "irkilme"olu>or. Daha son-
ra izleyici gayn ıhtıyari olarak geriye çe-
kilip üzerindeki metal nesneleri (anahtar,
bozuk paralar vs.) yoklamak amacıyla
kapılann önüne doğru yürüyor. Ikinci
geçişinde "bip" sesini duymamak içın.
Işte bu kısacık süre, Erkmen'in yerleş-
tirmesinın sorguladığı kavramlan adeta
bır yıldınm hızıyla izleyicinin belleğin-
den geçinyor.
Akla gelen ilk sorular: "Ben nerede-
yim ki bu alet ötüyor, üzerimde ne var."
Bu sorulann yanıtlannı düşünmek için
kapılann eşığinden geriye. yani merdi-
venlerin başma doğru ilerleyen izleyici.
Portikus'un görkemli sütunlarından ta-
van süslemelenne dogru başını hafifce
yukan kaldırdığından sergı mekânının
gerçek karakterinin, yani boş bir sahne
olduğunu, sanat yapıtlannın da bu sah-
neye "gösterilmek" içın yerleştirilen ob-
jelerolduğuna kavramsal olarak gönder-
mede bulunuvor. Son beş yıl boyunca
burada açılan tüm sergıleri gezdim. Bu
sergilerde farklı farklı sanatçı tavırlan
ortaya çıkıyordu.
Erkmen'in tavn hepsinden ayn olarak
izleyicinin algı-düşünce yapısını hedef-
liyor. Sanat yapıtının tüketim sürecinde
keşfedilmemi:} ya da fazla yıpratılmamış
birkoridoraçmayı deneyen sanatçı, Por-
tikus'taki sergısinde. aynca bir serginin
nerede, hangı duygular eşliğinde başla-
dığını sorgulayarak 'izleyici-sanat ya-
pıtı-sergi mekânı" üçgenınde yeni açı-
lar, farklı vorumlama noktalan belirle-
meye çalışıyordu.
24 marta dck açık kalacak olan bu ser-
gi nedeniyle her ıki sanatçının da işleri-
nı belgeleyen nitelikli birkatalog yayım-
landı.
Sanat dünyası 'küçük
Picasso'nun peşinde
Kültiir Servisi - Sanat dünyası, 10
yaşındaki küçük bır ressamı
konuşuyor. Amerika'da ortalığı kasıp
kavuran Alexandra Nichita,
Picasso'yla karşılaştınlıyor,
resımlerinın fiyatı 100 bin dolardan
başlıyor. Bundan 10 yıl önce Los
Angeles'a yerleşen Romanyalı bir
anne babantn çocuğu olan Alexandra.
resım dünyasının 'yeni harikasT
olarak tanınıyor. Alexsandra Nichita,
resimlenni sergıleyen Amenkalı
galenci Ben Valenrv, "Tekniği bu denli
güçlü bir genç >etcneğe daha önce hiç
rastlamamıştım" dıvor. "Resimleri
genellikle kübist, ancak Kandinsk> ve
Matissc'le de benzerlikler gösteriyor."
Koleksiyoncular bir resminı satın
almak, gazetecilerde sanat dünyasının
bu yeni gözde sanatçısıyla bir söyleşi
yapabilmek için sırada. Alexandra, ilk
sergisini Los Angeles'ın en seçkin
bölgelerinden Costa Mesa'daki bir
halk kütüphanesınde açmış.
"Resimleri anında dikkat çekti" diyor
öğretmeni, Elmira Ardumian. "Bu
serginin ardından bir >ıl içinde önemli
galerilerde yedi kişisel sergi daha açtı.
Çoğu sanatçı bir ömür boyu bu sayıda
kişisel sergi açamıyor.-" -\lexandra ile
18 ay çalışan ve 'küçük Picasso'vu
Hollyvvood'un 'Genç Ressarnlar
Merkezi'ne sokan Ardumian, "Geçen
yıL, Alexandra'nın anne ve babasına
artık ona öğretecek bir şe> im
kalmadığııu sö> ledim. Beni çoktan
aşmıştı. Alexandra tam bir
kompozisyon ustası. Picasso da bu
konuda olaganüsrüydü ama rengi
zayıfb— Matissc ise tam tersi. miithiş
renlder ama pek ustahklı oimayan bir
kompozisyon. Alexandra ise hem form,
hem renk ustası. Onu bu denli başanlı
kılan da bu ozelKgi." Alexandra ilk
keşfedıldığinde. onu pek ciddıye alan
olmadı. Ancak bugün resımleri
psıkologlann ve akademisyenlenn
araştırmalanna konu oluyor.
Amerika'nın ünlü sanat okullanndan
Parsons School of Design'da öğretim
görevlisı olan Roger Shepherd, küçük
ressamın 'abartıldığını' düşünenler
kampında yeralıvor "Resimlerinin bu
denli yüksek fıyatlara abcı bulmasu
onun sanahndan çok, insanlann
algılama biçimleriyle itgili. Ortalığı
yaygaraya verip bir ressamın moda
olduğunu sürekli yinelerseniz, o zaman
o ressam da moda olur tabii" dıyen
Shepherd, "Dürer ya da Mozart gibi
gerçek sanatçılara baktığunızda,
olağanüstü yeteneklerinin çok genç
yaşlarda ortaya çıkmasına karşın yine
gösterdikleri başan yaşlan oranuıda
artıyx)r. Mozart, *Requiem'i 12 yaşuıda
yazamazdu ancak sanatının doruğuna
ulaşmıs, olmasa\dı. kimse kalkıp da
erken döncm yapıtlanna eleştirel bir
gözlc baknıavacakd" şeklinde
konuşuyor. Galenci Ben Valenty ise
tam tersını savunuyor: "Atoandra'nın
resimkrini ilk gördüğümde ben de
inanamadım. Bunlar bir çocuğun
eünden çıkmış olamaz diye düşündüm.
Ama deharun yaşla ilgisi yok.
Alcxandra'nın cvrvnsel bir deneyimi
yakalavacak ölçüde zengin bir
hayalgücü var. Bu da ona her şeyde
farklı bir boyut görme yeteneği
sağlıyor. İnsan yüz yaşına kadar
yaşayıp da başaramayabilir
bunu. Deneyim bize çok şey
katıyor ama, Mexandra'nın
doğuştan bir yeteneği var."
'Küçük Pkasso' ise
kimseye aldırmadan resim
yapıyor. "Ben kübist
degüim" diyor.
"Resimlerinde kübizmin
gölgelemelerinden,
şekillerinden izler var ama
ben çok basit resimler
yapmaya çauşıyorum.
însanlann rcsimlerimden
söz etmesL oıüan bir
bilmece gibi çözmeye
çalışması çok hoşuma
gidivor. Ben de hepsinin
içine bir bilmece
yerleştiriyorum."
Alexandra, tüm çocuklann
yetenekli olduğuna. doğru
yönlendırmeyle bu
yeteneklenn ortaya
çıkanlabıleceğıni inanıyor.
"Büyükler çocuklan
küçümsüyorlar" diyor.
"Oysa benim tanıdığım
bütün çocuklarda yeteneğe
dön üştürülebilecek
olağanüstü bir hayalgücü
var." Yıne de resımlerini
arkadaşlanna anlatırken
güçlük çekiyor.
"Resimlerim önce bir şok
yaratıyor. Bir keresinde bir
resim öğretmenim soyut
resim yaptığını için beni
azarlamıştı. Ama babam
beni hemen o okuldan
çıkardL"
Yoko Ono'nun 60'h yıllardaki sergileri, performansları unutuldu
Joluı, Yoko'da ne bulnıuştu?Kültür Servisi - "Beatks'ı dagıtan ka-
dın" olarak müzik tarihine geçen Yoko
Ono, 1960'h yıllarda ilginç sergilen ve
performanslanyla sanat tarihindc de
kavramsal sanatçılar arasında anılır ol-
du ama, Beatles hayranlan tarafından
öylesine bir tepkıyle karşılanmış, "adı
öylesûıe dokuza çıkmış"tı ki sanatı, ya-
şamının gölgesınde kaldı hep. Dönemi-
nin ilericı sanatçılanndan biriydi oysa,
sanat dünyasında tuval üzerine yağlıbo-
ya ya da suluboyalarla portreler yapmak
genelgeçer kuralken, Yoko Ono bambaş-
ka şeylerle meşguldü. 1962 yılındayap-
tığı "Meryem Ana'nın Portresi" örne-
ğın, kavramsal sanatın önemli öğelerin-
den sözcük oyunlanna başvurarak, ka-
ligrafik bir düzenlemeyle izleyenin ha-
yalgücüne sesleniyor ve tek bir portre
herkesin hayalgücüyle onlarca farklı yü-
ze dönüşüyordu. Bir resimden çok, bir
düşünceydi bu portre. 1962 tarihli "Wall
Piece for Orchestra" adlı performansın-
da, sahnede eğilip kafasını yerlere vur-
muştu. 1964 yılında Carnegıe Hall'daki
"Cut" başlıklı performansında, Yoko
Ono sahnede hareketsiz yatmış, izleyi-
ciler kendilerine verilen makaslarla gıy-
sılerini parçalamıştı. Bu ışlerin, kavram-
sal sanatın da artık eskidiği günümüzde
ne denli ilgınç olduğu tartışılabilir ama,
bundan tam 35 yıl öncesinin sanat dün-
yası için ne denli heyecan verici olduğu-
nu düşünün bir kere.
196O'lı \ıllann ilk yansında Yoko
Ono'nun 'kullanma kılavuziu' resimle-
ri, Manhattan'da kendilenne Fluxus adı-
nı veren bir grup sanatçı tarafından bü-
yük bır ilgiyle karşılandı. Ono, bu genç.
yenilikçi sanatçılann arasında kendine
özgü bir yer edindi. Upuzun kabank si-
yah saçlannın ardında yüzünü gizleyen.
çok az konuşan, ufak tefek bu Japon ka-
dının etrafındaki gızemli hava. herkesin
dikkatini çekıyordu.
1967 yılında Londra'da sözcük oyun-
lanndan ve dil bilmecelerinden oluşan
resimlerini ilk kez sergilediğinde daha
da bir ilgi çekti Yoko Ono; Londra'da da
hızlı bir sanat dünyası vardı ama, yine de
New York'un çok çok gerisindeydi. Yo-
ko Ono'nun 'düşünce resimleri', sanat
eğitimi görmüş, sözcük oyunlanna en az
Yoko Ono kadar meraklı bır pop şarkı-
cısını çok etkıledi: >John NVinston, ya da
bilinen adıyla John Lennon'dan sözedi-
yoruz. Ve böylece Yoko Ono-John Len-
non öyküsü başlamış oldu...
Lennon, Yoko Ono'nun Londra sergi-
sinin yer aldığı Ithica Galerisı'nin sahi-
bi John Dunbar'dan aldığı davet üzeri-
ne, sergininı açılışına gelmişti. O dö-
nemde Lennon, Surrey'de tipik bir pop
müzisyeni gibi yaşamaktaydı. O akşa-
müstü Dunbar'ın galerisinde Yoko Ono
ile John Lennon'un tanışması, efsaneye
göre, Beatles'ın sonu oldu. Altı ay gibi
kısa bir süre içinde, John Lennon ile Yo-
ko Ono, yataklar, çantalar. radıkal polı-
tika. gazetelerde manşet olan etkinlikle-
ri ve çığlıklarla dolu ortak maceralarına
başlamışlardı bile. Yoko, rock dünyası-
nın "kotükalplicadrsı. Paul'den (ve Ge-
orge ve Ringo) John'u çalan egzotik ka-
dın olarak tanınmaya başladı.
John Lennon bır süre sonra Yoko Ono
ile birlikte New Yorka taşındı, burada
yaptığı post-Beatles şarkılan öfke çığlık-
lanyla ve kıskançlık krizleriyle yankı-
lanmaya başladı. Aslında, Yoko
Ono'nun güçlü kişiliğının etkısini taşı-
maya başlamıştı Lennon'ın şarkılan.
John Lennon Yoko Ono'nun sanatını ıçı-
ne sındire dursun, Yoko Ono da John
Lennon'un rock'n roll'uyla deneylere
girişiyor, bu arada "Appnnrimately Infi-
nite Unh«rse" gibi albümler çıkanyor-
du. Son albümü "Rising" ise, çağdaş
rock arenasına girme çabasıydı Yoko
Ono'nun. Sanatçının, "mesajuu" genç
kuşaklara iletmek için gınştıği bu al-
bümdeki şarkılann kurgusu, John Len-
non'ın son dönem çalışmalannı andın-
yordu. Albümde yer alan T m Dying"
(Ölüyorum) şarkısında yaklaşık bir altı
dakika kadar üst üste T m Dying" di-
yen Yoko Ono, bunu, "Benim öfkemin,
acımın ve korkumun bir ifadesi bu
şarkı" diyerek açıklıyordu.
Ancak Ono'nun aldığı tepkiler göste-
riyor ki artık ağzıyla kuş da tutsa. Ingı-
lizlerin büyük rock'çusunu çalan, Beat-
les'ın dağılmasına yol açan "otuhaf Ja-
pon sanatçı" olarak tanınacak hep.
Yazar Michael Braceweü"in yorumu-
na göre. "insaniann antipatisini üzerine
çeken bir kadın" Yoko Ono. John Len-
non ile evlenince müthiş derecede zen-
gin oldu, ancak sanatıyla bir yere varmak
ısteyen bir kişi içın para, bir çözüm de-
ğil. Sonuçta, bir sanatçı olarak anımsa-
nacak mı Yoko Ono?
Artık ressam olan eski galenci John
Dunbar. "Bence Yoko iyi şeyier başardı"
diyor. "John öldüğünden bu yana pek
bir şe> yapmadı ama, tutunacak bir şey
kalmayınca zaten zor. Zamanında yap-
tıklan çok farklıydı, kimse bunu yadsrya-
maz. Yoko Londra'ya geldiğinde, Lond-
ra hâlâ oldukça dışa kapalıydı, popüler
sanat bile bir kontrol altında> dı. Yoko,ga-
leriyi elmalarta, galeri duvarlanna yaz-
dığı ve yalnızca bir teleskopla görülebi-
len 'evei' yazısıyla(ki bu John Lennon'ın
en sc\diği işiydi) gibi şeylerle doldurdu.
İzleyicileri siyah plastik torbalara sokup,
Yoko Ono,
birgün
özel yaşamını
unutturup
sanatçı
olarak
anımsanabilecek
mi?
Beatles'ı
dagıtan
kadın olarak
müzik
tarihine
geçen Ono,
1960b
yıllarda
ilginç
sergileri ve
perfbrmanslanyla
sanat
tarihindede
anılır
oldu ama,
bugün bunlar
unutuldu.
birbirterine bir de öyle bakmalanm sağ-
ladı. Şimdi bu tip şeyier pek ilginç gelme-
\ebilir, ama düşünün, bunları 30 vıl ön-
ce yapıyordu Yoko."
Yoko Ono. yapıtlanndan satmış mı
hiç? "Sann almak mı!" diyor Dunbar.
"Bir şey sattığuıu/da bunu bir mucize
olarak değeıiendiriyorduk. Calerinin
başlıca amacu iyi zaman geçirmek, dün-
yayı degiştirmekri... Çok gençtik, John
daha 27 yaşındaydı." (1933 doğumlu
olan Yoko Ono. John Lennon'dan yedi
yaşbüyüktü.)
Peki John Lennon bir şey satın almış
mı? "Ha>ır. John odönemde sanat kotek-
siyonculuğu yapmıyordu. daha sonra
başladı. Biz o dönemde koleksi>onculuk
ya da para gibi şeyleri düşünmüyorduk.
Bugünün sanat dünyası. 1967"de, 68'de
olduğundan çok daha duyariı bu konu-
lara. çok daha ticari. Zaten Yoko
Ono'nun Londra'ya gelmesinin nedeni,
kendi kendini yok eden sanat üzerine ya-
pılacak bir sempozyumdu. Kendi kendi-
ni yok etmek isteyen bir sanatı satamaz-
sınız değil mi? Vbko Ono, 'optimum kav-
ramsacılık' dediği bir olguyla ilgileniyor-
du. Yapıtlan, hayalgücüyle, olasılıuklar-
la Ugüiydi."
Bütün dünya karşı çıkıyordu ama, Yo-
ko Ono ile John Lennon bırbirleri için
yaratılmışlardı sankı. Bugün 62 yaşında
olan sanatçının pek hoşuna gıtmeyebilır
ama, Yoko Ono'nun ilk dönem perfor-
mans sanatından sonra yaptığı en ilginç
şeyier. John Lennon ile birlikte evrensel
banş adına gınştıkleri yatak performans-
lanydı. Ono bu etkinliklerden sonra bu
denli etkın ve ünlü oldu.
The lndependent gazetesinde Jonat-
han Glancey. yazdığı yazıda, "Yoko
Ono,John Lennon zamanındaki sanatçı
değil ve yokluğunda da asla olamayacak
gibi görünüyor" diyor.
YAZI ODASI
SELtM tLERİ
30'larda Bir
Romancı Yorumu
Yazı Odası'nın son iki yazısını ismail Habib Se-
vük'ün, 1930'larda ders kıtabı olarak onaylanmış
Edebi Yeniliğimiz adlı eserine ayırmıştım. Sevük'ten
yola çıkarak, 30'lar Türkıyesi'nde edebiyattan ne ya-
rarlar umulduğunu saptamaya çalıştım.
Yine Edebı Yeniliğımiz'den bir romancı yorumuy-
la sürdürmek ıstiyorum.
Sevük, Tanzimat dönemi yazarlannın roman emek-
lerini lıse son sınıf öğrencilerine aynntıcı bir tutumla
dile getirtikten sonra, Serveti Fünun'un büyük usta-
sı Halid Ziya Uşaklıgil üzerinde duruyor.
Ortaöğretim, 1930 ve sonrasında bir romancımızı
bakın nasıl alımlamış, değerlendirmış, yetişmekte
olan kuşaklara hangı yönlerı, özelliklenyle tanıtmış:
Edebi Yeniliğimiz'in yorumladığı Halid Ziya, her
şeyden önce, düzyazıya büyük katkısıyla anılmak-
tadır. Gerçi anlatımı, üslubu "Arabî ve Farisî lûgat-
ler"\e yüklüdür ama, romancı, uzun cümlelerinde bir
esneklik, solukluluk kazanabilmiştir. Sevük, belki de
hâlâ Halid Ziya üslûbunun etkısinde, şu yargıya va-
rır: "Bu üslûp bugün artık uzak bır nisyandır."
Bununla birlikte yoğun üslûbun, yer yer karmaşık
anlatımın roman sanatına büsbütün dokuncalı ol-
mayacağı üzennde durulur. Halid Ziya, özellikle/\^/c-
/ Memnu romanıyla roman sanatının güçlü bir örne-
ğini vermıştir.
Halid Ziya'nın yazdığı romanlann başansı şöyle
açıklanıyor:
"(...) vak'alann iyi tertibi, hareketlerin iyiihzaredil-
mesi, tecessüs hissinin mahirane tesbiti, şahıslann
lâzım gelen vasıflardan yakalanması, mevzuda ca-
zibe oluşu, sonra bütün bunların velût bir muhayyi-
leye takılmış kolay akan bir kalemle yazılması gibi bir
romancı için lâzım gelen evsafa malikiyet sayesin-
dedir ki, o romanlar bugün bile bizi heyecan ve tak-
dirie sürükleyip götürebiliyor."
30'ların genç insanı roman sanatına ilişkin bilgilen-
dirmelerte donanmıyor mu? Romanda olaylann çok-
luğu değil, iyi düzenlenişi; serüven çizgisinin merak
uyandırdığı ölçüde ustaca yedirilişi; roman kişilerinin
özvarlıklanylayansrtılabilmesi; konunun çekiciliği; ni-
hayet hepsinin bir potada özümsenmesi...
Öte yandan dargörülü bir yaklaşım da belirmiştir:
Sevük, Halid Ziya romancılığının tam mânasile mil-
lîbirroman"a ulaşamadığı kanısındadır. 30'lar roman
sanatında ulusal çehreyi görmeyi gereksınir. Halid Zi-
ya işte şunlan aksettirmemiş:
"Türk milletinin cevheri nedir? Türk milleti umumf
seviyeleri itibarile hangi vasıflan gösteriyor? Türk
saffetı, kahramanlığı, hıçkmğı; Türk âdetleri, meye-
lânlan, hususiyetleri, Türk halkının yaşayışı, Türk va-
tanının manzarası; Türk şehrınin hali, Türk köyünün
melâli, Türk'tekio derunf, o vakur, fakatderin birgir-
dabat gibi homurtusu işitilmeyen sessiz ıstırap..."
Romanı öğrenmekliğimiz...
30'lar ulusal çehre gerekçesıyle donanmak zorun-
daydı. Yazık ki, Sevük'ün beklentilerı, gerekçeler or-
tadan kalktıktan sonra da sürüp gidecek, roman sa-
natından Türk'ün saffeti, kahramanlığı, hıçkmğı dile
getirilsin umulacaktır.
Yalnız hak yememek gerekiyor: Edebî Yeniliğimiz,
Halid Ziya'nın büyük hizmetinı, hiç olmazsa bunu,
gözden kaçırmaz. "Türk gençliği ve Türk münevve-
ri senelerce ve senelerce o romanlarda çok kıymet-
li ve faıdeli şeyier" bulmuştur.
"Bizim zaten romanda kendimizi bulmadan evvel
romanı öğrenmekliğimiz ve onun usullerini bilmek-
liğimiz lâzımdı. Halid Ziya'nın romanlan işte bu bil-
giyi Türk gencinin önüne, canlı bir nümune halinde
teşhir etti."
Demek ki ortaöğretim yıllannda romanı öğrenmek-
liğimiz tartışılıyormuş. Romanın usullerini öilmekliği-
miz...
2000 yılına, yıımi birinci yüzyıla birkaç yıl kala, Türk
genci de, Türk okuryazarı da roman sanatından han-
diyse habersiz görünüyor. Özel bir kuruluşun güzel
konuşma, ıletişim, dil ve edebiyat kurslarında görev
alıyorum. Değişik yaşta, değişik toplumsal konum-
da, başka başka mesleklerden kişilerle tanışma fır-
satı buluyorum. Roman dendi mi, çoğu kez, roma-
na uzak durduklannı söylüyorlar. Halid Ziya'yı oku-
muş olanlar her geçen yıl biraz daha azalıyor, şimdi-
lerde bir ya da iki kışıye ancak rastlıyorum.
Roman sanatı, bugünün Türkiyesi'nde galiba kim-
seyi ilgilendirmiyor.
Dünün 'mılli eğitim 'i romanı öğrenmekliğimizi öğ-
renilecek güzellikler arasında sayıyordu.
Bugünün 'milli eğitim 1 Türk Dili ve Edebiyatı ders-
lerini seçmelı dersler arasına katıyor.
Bugünün 'milli eğitim"\ Halid Ziya'nın artık hiç
okunmamasından tasalanmıyor.
Fransa'da Balzac okunmuyor mu?
Ingiltere'de Thomas Hardy okunmuyor mu?
Almanya'da Thomas Mann unutulmuş mu?
Türkıye'de genç ınsan, öğrenim hayatı dışında, ro-
man sanatıyla nerede, nasıl tanışacak?
Pimaçen KültÜpevTnde
'Aşk üzerine Forum'
• Kültür Servisi - Pımapen Kültürevf nde bugün saat
19.00'da 'Aşk Üzerine Forum' düzenleniyor. Yrd. Doç.
DT. Gül Batuş, Işıl Özgentûrk. Ayça Atıkoğlu, Musa
Ağacık ve Mürşit Balabanlılar'ın katılacağı forumda,
yaklaşan SevgililerGünü nedeniyle 'aşk' konu
edilecek. (268 33 58)
Nureyevin bilinmeyen yönü
"Antik Dekor'da
• Kültür Servisi - Ünlü dansçı Nudolf Nureyev'in
bilinmeyen bir yönü ölümünden sonra ortaya çıkmıştı.
Genç dansçılann yetışmesı içın ve AlDS'lı balerinlerin
tedavisinde kullanılmak üzere kendi adıyla kurduğu
vakfa bağışladığı sanat eserleri müzayedeye çıkınca
Nureyev'in Türk sanatına bü> ük tutkusu olduğu
görüldü. "Antik Dekor" dergısı şubat sayısında
Nureyev'in bu bilinmeyen yönünü fotoğraflan ile
açıklıyor. Dergi her ikısi de 19. yüzyılda Türkiye'de
yapılmış mor kadife üzerine altın simli gelin elbisesi
ile bordo kadife üzerine altın sımli elbisenın yüksek
fiyata satıldığını bildiriyor. Nurevev'in her iki elbıseyi
çeşitli zamanlarda giydiği anımsatılıyor. Değişik renîdi
kadifeler üzenne altın simle yapılmış 19. yüzyıl Türk
cepkenleri ile çeşitli Türk kilimlennin de kapışılan
parçalar arasında yer aldığı bildıriliyor.
ÇYDD'den kitap kampanyası
• Kültür Servisi -Çağdaş Yaşamı Destekleme
Derneği Okul kıtaplıklanna kıtap (masal, hikâye,
roman, araştırma) temini ve ınsanlarda kitap hediye
etme alışkanlığı oluşturma amaçlı ""Çağdaş Kitaplık"
adh bir kampanya ba^ı-n- rTel. 543 67 09)