07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 ŞUBAT1996 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Batahmn fendi KraPı yendiDUVGU DURGUN Istanbul Devlet Opera ve Balesi zen- gin repertuvanna bir müzikal katıyor: 'KraJ ve Ben'. Rkhard Rodgers - Oscar Hammerstein ikilisinin ünlü müzikali Kral ve Ben, Türkiye'de ilk kez Istanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından sah- neleniyor. tstanbul Devlet Opera ve Ba- lesi'nin 35. yıl kutlamalan çerçevesinde programına aldığı 'Kral ve Ben'i, ülke- mizde pek çok müzikale imzasını atmış yönetmen Haldun Dormen sahneye ko- yuyor. Margaret Langdan'ın 'Anna ve Siyam Kralı' adlı romanından esinlenerek ilk kez 1951 yılında New York'ta sahnele- nen 'Kral ve Ben' müzikali, dönemin ka- dın müzikal yıldızı Gertnıde Lavvrence ile müzikaldeki rolüyle ünlenen Yul Brynner'a uluslararası başan kazandır- mış ve büyük ilgi görerek dört bini aş- kın temsille seyirci karşısına çıkmıştı. Müzikal olarak gördügü ilgi üzerine 1956 yılmda beyazperdeye aktanlan 'Kral ve Ben' ile 'En lyi Aktnr' ödülüne değer görülen Yul Brynner'a bu defa De- borah Kerreşlik ediyordu. Romanı gerçek bir öyküden alan Mar- garet Langdan, 1862 yılmda Siyam Kra- lı'nın çocuklanna öğretmenlik yapmak üzere Bangkok'a giden Ingiliz Anna Le- onowens'ın anılanndan yola çıkarak ka- leme almış. Kocasının ölümünden sonra oğlu Lo- uis ile Bangkok'a giden Anna'nın ken- disine tümüyle yabancı bir kültür içeri- sinde yaşadıklannı konu edinen 'Kral ve Ben', Siyam Kralı ile Anna arasındaki üstü kapalı aşkın yanı sıra zaman zaman kavga boyutuna varan inişli çıkışlı iliş- kilenni de anlatıyor. Yul Brynner'i ünlü yapmıştı 'Kral Ve Ben', 15 yıl kadarönce Istan- bul Devlet Opera ve Balesi'nde 'Fantas- tik' müzikalini sahneleyen Haldun Dor- men'in uzun biraradan sonra İDOB için sahnelediği ilk büyük prodüksiyon aynı zamanda. Müzikal konusunda Türkiye'de ilk ak- la gelen isimlerden biri olan Haldun Dor- men 15 yıl aradan sonra yeniden Istan- bul Devlet Opera ve Balesi için müzikal- ler tarihinin unutulmaz yapıtlanndan bi- rini sahnelemekten büyük keyif alıyor. Kral ve Ben'in 1951 yılında ABD'deki ilk temsilinde bulunan Dormen için 45 yıl sonra yine bu müzikali sahnelemek 'hoş bir rasdanü'. "Kral ve Ben'ı sahne- lemem konusunda teklif gelince çok he- yecanlandım. ne de olsa ilk temsilini görmiiş ve çok beğenmiştim. O za- manlar Yul Brynner tanınmamış bir oyuncuydu. Başrolü oynayan Gertru- •• ; 1 • 3o •• i&atfi de Lawrence ise çok ünlü bir yıkhzdı. Zaten, 'Anna ve Siyam Kralı' adlı fîlmi görmiiş ve bu çok güzel bir müzikal olur, başrolünü de ben oynanm diyerck, Rod- gers - Hammerstein ikilisine müzikali si- parişetntiş. Bi/lertemsilin ilk gecesi, Ya- le'li ukala drama öğrencileri olarak. mü- zikalin Yul Brv nner'ı çok ünlü bir oyun- cu haline getireceğine kesin gözûyle bak- mıştık, nitekim ö\ le de oldu". Dormen, müzikal sahnelediğinde çok mutlu oluyor; bu mutluluğun nedeni de çocuk yaşlarda izlediği müzikal filmle- rin esınlediğı sevgi.. Sanatayönelmesin- de de ayn bir anlam taşıyor müzikaller Dormen için. Türkiye'de mıuıkal gc<;- mişinin sanıldığından daha köklü oldu- ğunu düşünen Dormen. her sahnelediği yeni müzikalle daha iyiyi. daha güzeli yakalamaya çalışıyor. İlettiği mesaj güncel Istanbul Devlet Opera ve Balesi'nın 35. yıl kutlamalan çerçevesinde 'Kral ve Ben'gibi bir müzikal klasiğini program- lanna alma gerekçesini ise İDOB Müdü- rü Yekta Kara'dan öğreniyoruz: " M üzikal ö/dlikk son yıllarda Batı ül- kelerinde inanılma/ bir coşkuyla karşıla- nıyor. Almanya'da olduğu gibi opera ku- / stanbul üeviet üpera ve Balesi, ünlü müzikal 'Kral ve Ben'i sahneliyor. Haldun Dormen'in rejisörlüğünü üstlendiği müzikalde başhca rolleri Cahit Şaher ve Ruhsar Öcal paylaşıyorlar. ÎDOB Genel Sanat Yönetmeni ve Müdürü Yekta Kara, 'Kral ve Ben'in herşeyden önce kadın-erkek çatışmasını gündeme getirdiğini, bunun yanı sıra farklı kültürlerin çatışmasını ve demokratikleşme gerekliliğini ele aldığını vurguluyor. rumlan da müzikalleri programlanna almaya başladılar. Amerika ve İngüte- re'de prodüksiyon tiyatrosu anlayışı çer- çevesinde müzikaller ortaya çıkanlıyor. O müzikalde oynamak üzere bir ekip top- lanıyor ve o yapıtı yıllar boyunca sahne- liyor. Repertmar sistemi uygulayan bir opera kurumu olarak opera repertuva- nnın klasiklerinin yanı sıra müzikalleri de programımı/a almak bir gerekülik ha- line dönüşmüştü." 'Kral ve Ben'i sahnelemeden önce uzun bir süre başka seçenekler üzerinde düşündüklerini belirten Kara, teknik ve içerik olarak belli unsurlann örtüşmesi gerekJiliginden yola çıkarak titiz bir se- çim yapıldığını söylüyor. "Örneğin 'Phantom of the Opera' (Operadaki Ha- yalet) bizim koşullanmızla çok rahattık- la kotarüabilecek bir müakaldi, ancak Büyük Salon'da hidrolik sistemin ouna- yışı bizi böyle bir prodüksiyonu sahnele- mekten alıkoydu. 'Kral ve Ben' isegerek teknik gerek içerik olarak çok uygundu; aynca ilettiği mesaj son derecegüncekü." Seyircinin ilgısını çekecek bir yapıtın ay- nı zamanda içerik olarak da dolu olma- sı gerektiğini düşünen Kara, "Kral ve Ben, arzuladığımız o zenguıliğe sahip. Çünkü her şeyden önce kadın-erkek ça- tişmasım gündeme getiriyor. Bunun ya- nında farklı kültürlerin çatışmasını, in- sanlann birbûierini anlayamamasından doğananiaşmazhklan vedemokratikleş- me gerektiliğini ele alryor"diyor. Müzikal, özel bir tfir Istanbul Devlet Opera ve Balesi'nin uzun bir aradan sonra ilk kez bir müzi- kal sahnelediğini belirten Kara, bir ope- ra-bale kurumu olarak müzikal sahnele- menin zorlayıcı yanlannı şöyle anlatı- yor: "Müzikal oyunculuğu çok farklı. Dans edeceksiniz, şarkı söyleyeceksiniz, yetenekü bir oyuncu olacaksımz. Bu an- lamıyla Baü'da müzikal denince akla özel bir tür geliyor. Müzikal sahnelemek bir yandan da kimi riskler içeriyor elbette. Oncelikle hangi müzikali seçmeniz ge- rektiğini çok iyi bilmeniz gerekiyor. Kimi müzikaller tiyatroya daha uygundur, Id- mileri de opera-bale repertuvanna daha iyi uyum sağlar. Geçmişte opera sanatçı- lan müzikallere çok sıcak bakmazlardı ama. süreç içerisinde onlar da müzikal oynama konusunda belli bir esneklik ve deneyim kazandı. Sanatçılann tutumun- dald bu değişme ve gelişmeden ötürü de müzikaller artık opera ve balede de sah- nelenmeye başlandL Üstelik Devlet Ope- ra ve Balesi'nin müzikaJ oynayabilecek çok başanlı bir sanatçı kadrosu var." Ka- ra, müzikalin, özel bir tür olmasının ya- nı sıra operayla hiç ilişki kurmamış bir seyrciyi, bu sanata ısındırmak açısın- dan önemli bir işlevi olduğunun da altı- nı çiziyor. İlk gösterimi gerçekleştirilen olan 'Kral ve Ben'in başrollerinde Cahit Şa- her, RuhsarÖcal, Müjde Turan, Müjgan Özçay, Zuhal Yunga, Halit Ergenç, Mine Mater Bergüzar ÇelebL Şafak Yaprak, Naziı tktu, Büknt Atak, Ahmet Yaacı, Ferdi Atuner, Özer Sezer, An Uyar, Sön- mezCan ve AzizGüngör'ürı yanı sıra bir çocuk korosu da yer alıyor. Orkestrayı şef SerdarYalcın'ın yönet- tiği eserin dekor ve kostümleriniOsman Şengezer, koregrafıyi ise Setçuk Borak gerçekleştiriyor. eşiğinde dünya9 lnılaıı fotoğrafçı ğ 7 otoğrafçı ve film yönetmeni Paul Strand'ın #-/ 'Kapımın Eşiğindeki Dünya 1950-1976' başlıklı A. sergisi Avrupa'yı dolaşıyor. 2.Dünya Savaşı sonrası 1951 'de Amerika'dan Fransa'ya göç etmek zorunda kalan ve 25 yıl boyunca Avrupa ve Kuzey Afrika'yı görüntüleyen Paul Strand'ın karelerinde insanlann portreleri, değişik mimariler, zaman zaman doğa ve her gün karşılaştığımız çeşitli nesneler dikkati çekiyor. ÖZGEN ACAR ANKARA - Paul Strand, Amerika'da solculan boy hedefi yapan McCarthy'ciliğin şimşekleri nedeniyle 1951 *de Fransa'ya göç eden fotoğrafçı ve film yönetmenidir. Strand'ın 150 siyah beyaz fotoğrafından oluşan bir sergi bugün Avrupa'yı dolaşıyor. Sergi "Kapımın Elşigindeki Dünya 1950-1976" adını taşıyor. Sergiyi, aralannda ünlü Amerikalı fotoğrafçı Ancel Adams'ın da kuruculanndan olduğu "Aperture" (diyafram) Vakfı'nın Paul Strand Arşivi düzenliyor ve şirketi destekliyor. Paul Strand, 1921'de ilk filmi "Manhatta rı yı çektikten sonra 22 yıl boyunca sinema filmlennin ya fotoğrafçılığını yaptı ya da kendisi bazı filmler yönetti. Yönettigi ve artık birer klasik olarak kabul edilen filmleri. 1936 "The VVave- Dalga" ve "The Plow That Broke the Plains - Ovayı Yaran Pulluk-. 1937 "HeartofSpain- İspanya'nın Kalbi" ve 1942 "Native Land - Ana Vatan"dır. New York'un ünlü "Modern Sanadar Müzesi (MOMA)" 1945'te ilk kez tek bjr fotoğrafçı için sergiyi Paul Strand'ın fotoğraflan ile açmıştı. Strand'ın bu arada çeşitli fotoğraf albümleri de yayımlanmıştı. 2. Dünya Savaşı sonrasında "McCarthy"cilik Amerika'yı kasıp kavurup, başta Hollywood'un solcu yönetmenleri ve yazarlannı boy hedefi yapınca Strand, 1951 'de Fransa'ya göç etti. Paul Strand o tarihten sonra kendisini fotoğrafa adadı. Eşi HazeTle birlikte Avrupa ve Kuzey Afrika'yı 25 yıl boyunca altını iLstüne getirirken hep insanlan ve dünyalannı görüntüledi. Sergide, Fransa'da Paris yakınmda yaşadığı küçük Orgeva! kentindeki evinin bahçesinden görüntüler de yer alıyor Köklerinin bulunduğu ve yasamının sonuna değin uğramadığı Amerika, bu serginin gezi programına alınmadı. Dolaşan sergi, 24 Nisan 1994'ten buyana Almanya'da Essen ve Münih, Norveç, Hollanda, lskoçya, Italya'da Milano ve Floransa'da açıldı. Şu anda İsviçre'de Zürih'te sergilenen fotograflar, 31 marta kadar görülebilecek. Bundan sonra Avusturya ve lspanya'ya gidecek olan sergi üç yıllık bir dolaşımdan sonra Eylül 1996'da sona erecek. Dileriz ki "Amencan Express"in Türkiye gnıbu bu sergiyi Türkiye'ye de getirmek girişiminde bulunur ve böylesine güçlü bir sanatsal görevi gerçekleştirir. Sanatçının sınırsız dünyası Sergiye adını veren kavram hakkında Paul Strand (1976) ölümünden kısa bir süre önce şöyle demişti: "Yasamımda kapımın eşiğinde bir dünyanın başladığını keşfettinı. Bir sanatçının dünyası suursödu-. tster bulunduğu yerden çok uzaklarda, ister dnrduğu yerden birkaç adım ötede bu dünyayı bulabiiir." Strand'ın karelerinde, insanlann portreleri, değişik mimarileri, zaman zaman doğa ve her gün karşılaştığımızda "Aa! Bunun da fetoğraf] çekilirmiş_" dedirten cinsten çeşitli nesneler dikkati çekiyor. Strand'ın genelde "fotoğrafi insanlann birbirierini tanımalannda kullandıgı bir köprii olarak gördfigünü" söyledigi yakınlannca belirtiliyor. Genç bir Fransız oğlanın gözlerindeki kızgınlık ya da beş çocuklu bir ltalyan annenin neo-realist görünümü, saman yığınlan ve fabrikalar da deklanşörünün dondurduğu anlar arasında yer alıyor. 1890'da New York'ta doğduktan 18 yıl sonra fotoğraf çekmeye başlayan Paul Strand, bazı fotoğrafçı arkadaşlan ile yerel galeriler de ortak sergijere katılmıştı. "20. Yüzyıhn En Onemli Fotoğrafçılanndan Biri" olarak kabul edilen Strand'ın şu anda dolaşan sergisinde yer alan fotoğraflann çoğu ilk kez kamuoyu önüne çıkıyor. Yakın aile dostu Catherine Duncan'ın hazırladığı ve 100 fotoğraflan oluşan 144 sayfalık bir katalog da piyasaya verildi. Woody Aflen, ldarneti}ie Avrupa turnesine çıkıyor Kültür Senisi - Film yapmak dışında en büyük tutkusu klarnet çalmak. Yıllardır her cuma gecesi New York'taki Michael's Pub'da grubu New Orleans Jazz Band ile birlikte sahneye çıkıp 'caz' yapıyor. Ünlü yönetmen \Voody Aüen'dan söz ediyoruz. Allen, bu ay içerisinde gnıbu ile birlikte Italya'daki San Remo Müzik Festivali'ne katıldıktan sonra Madrid, Cenova, Frankfurt, Roma, Paris, Londra gibi belli başlı Avrupa kentlenni kapsayan bir turneye çıkıyor. Caz müzisyeni olarak Avrupa'yı fethetmeye hazırlanan Allen'a bakılırsao 'asiında hiç de iyi bir müzisyen değil'. Müzisyen kimliğini henüz tam kabullenememişe benziyor. "Turneye çıkacağunız gruptaki arkadaşlann hepsi New Orleans eazını çok i> i bilen profes>onel müzisyenler. Mükemmel çalıyoıiar. Bense onların yanında sadece amatörüm. Genellikle doğaçlama yapıyonız. Program yap&ğunız zamanlar, müzik bizim için sadece iyi vakit geçirmek, eğlenmek için bir araç halini alıyor. Birlikte gerçekten çok eğleniyoruz." New York'taki Michael's Pub'da yıllardan beri program yapan Allen, iki film arasında program yapmaktan yorulduğunu ve Avrupa turnesine 'her gece müzik yapabilmek' için çıktığını söylüyor. Geçen ay 60'ını deviren ünlü yönetmen, çocuksu, huzursuz ve kendine o özgü o kıpır kıpır tavırlanndan hâlâ vazgeçmemiş görünüyor. Hâlâ genç görünebilmesini komedyen oluşuna bağlıyor Allen. "Komedyenjer üzerine bir teori geliştirdim. Öyle çocuksu, olgunlaşmamış bir yönleri var ki 60 yaşına da gelseler asla vazgeçenuyorlar ondan. Eğer, General Motors'un başında olsaydım sizi 60'ında olduğuma herhakle daha kolay inandırabilirdim." Bu yıl içerisinde yeni bir müzikal komedi filmine başlayacak olan Allen. Julia Roberts ve Goldie Hawn ile başrolleri paylaşacağı filmi en sevdiği üç şehir olan New York, Venedik ve Paris'te çekecek. Kendisini Amerikalı gibi değil de bir Avrupalı gibi hissettiğini söyleyen Allen, Avrupa'yı çok sevdiği halde, Manhattan'dan aynlmayı hiç istemiyor. 1992'de yıllardır birlikte olduğu Mia Farrovv'dan. 21 yaşındaki evlatlık kızları Soon Yi ile olan ilişkisi yüzünden olaylı bir şekilde aynlan Allen. özel yaşamına ilişkin konuşmaktan sakmmıyor. "İlişldlerimde her zaman kendim gibi oldum. Vani, hiç de mükemmel olmayan ben gibi" derken Mia FarroNv'ayaşamını ve filmlerini zengınleştiren kadın olarak saygı duyduğunu da ekliyor. Soon Yi ile beraberliğini hâlâ sürdüren yönetmen, "Kader dediğimiz şey, insanın yaşanunda pek çok şeyi betiruyor. Insanlar böyle dediğim zaman bana çok kızıyor, hatta beni sorumsuz olmakla suçluyoıjar" diyerek şöyle devam ediyor: "Örneğin bir kadınla karsılaştınız. Ona âşık ohnanız içüı her türtü neden mevcut Beğenileriniz ortak, her konuda çok iyi uyuşuyorsunuz— Ama eksik olan bir şey var, ona değil de sekreterinize âşıksınız. Neden böyle oMuğunu da bir türlü çözemiyorsunuz. Çünkü bu durum tamamıyla kontrolünuz dışında." PENALTI MEMET BAYDUR Ahmet Uluçay'ın Sineması Sinemanın yüzüncü yılı kutlanıyor dünyada. Sanat- lann sanatı olduğunu söyleyebilir miyiz sinemanın? Şiiri, müziği, tiyatroyu, resmi, düşünceyi, düşleri ve karabasanları, devinimi ve uzun soluklu, "kalıcı" an- ları film üstüne (kayda) geçiren, genç, henüz yüz ya- şına giren bir sanat. On beşinci yüzyılda Leonardo da Vınci ilk kez bir merceğin yardımıyla ışığı bir perde üstünde yoğun- laştırmayı öneriyor. Bu, zamanı için olağanüstü bir öneri. Venüsgezegenine gidip gelmek gibi bir şey ne- redeyse. 1659 yılında Hollandalı fizikçi Christian Huygens kendi yapımı olan bir "sihirli fener"den söz ediyor. 1788'de Paris adlı bir kentte Robertson, tek- nik açıdan pek kanşık bir gösteri düzenliyor: Fantas- magoria. Derken 1839 yılında 'fotoğraf sözcüğü ilk kez kullanılıyor VVheatstone tarafından. Leonardo ile başlayıp günümüze kadar süren sürekli bir değişim ve gelişim üstüne kuruludursinemanın macerası. Me- raklı bir film gibi. Sinemanın başlangıç yılı olarak kabul edilen 1895 yılında, bir leblebi iriligindeki dünyamızda neler olu- yormuş peki? Çin ile Japonya, Kore'nin bağımsızlı- ğını kabul ediyorlar. Onlar bunu yapadursun İngiliz mahkemeleri Oscar VVilde'ı eşcinsellik suçundan hapse atıyor. Aynı yıl Von Rontgen, röntgen ışınlan- nı keşfediyor. Marconi de telgrafı. Atatürk henüz on dört yaşında. Mahler henüz ikinci senfonisini beste- liyor. Freud "Isteri Üstüne Çalışma" ile psikoanalizi başlatıyor. Derken 5 Ağustos 1895 tarihinde Engels ölüyor. Sinema doğmak üzere. O yıldan bu yıla yüz yıl geçti. Şımdı uygar dünya- nın uygar insanlan olarak hep beraber kutluyoruz si- nemanın yüzüncü yılını. Mikhalkov, Fellini, Tarkovs- ki, Taviani Kardeşler, Tanner, Kieslovski gibi usta- lar çıktı ortaya. Bergman, Bunuel, Renoir, VVilder, Truffaut, Huston gibi ustalar. Coppola, Spielberg, Tarantino, Luc Besson, Ridley Scott ya da Alan Parker gibi beşinci sınrf yönetmenlenn yaptığı kötü- nün kötüsü filmleri sanat esen düzeyıne çıkanp be- ğenenler var dünyada, sinemanın yüzüncü yılında. Çin sineması var, Tayvan sineması var. Yılmaz Gü- ney sineması var, Bertolucci sineması var. Hollyvvo- od var, Bolyvvood var. Hindistan'da yılda iki yüz elli film üreten Bombay kentinin takma adı Bollyvvood! Ince insanlar için incelmiş zevk ürünü incefilmlerüre- ten Merchant-lvory ekibinin başlangıç noktası. De- kor sineması. Sinema, yüz yıl içinde her sınıftan ınsa- nı avucunun içine aldı. Ortaya çıkar çıkmaz öneminı kavradı herkes. Norman McLaren'in çizgi filmlerin- den, Hrtler'in propaganda filmlerine kadar herkes, her düşünce, her eöilim kendi sinemasal yolunda yürü- meye başladı. Ozel sektörden tutun devlet kurumla- rına kadar birçok yapı yararlanıyordu sinemanın gü- cünden artık. Üstelik öyle bir endüstri ki yazara çize- re gereksinim var; besteciye, müzisyene gereksinım var; teknisyene, kimyagere, cambaza gereksinim var. Optik bilimciye, aşçıya, şoföre gereksinim var. Artis- te, artizana, oyuncuya gereksinim var. Resim, grafik sanatlar ve bilgisayar okumuş insanlara gereksinim var. Hayatın her kesiminden her türlü insanın bir ara- da çalışmasını, üstelik film iyi olacaksa "uyumlu"ça- lışmasını zorunlu kılan bir sanat dalı sinema. Bakın iş Leonardo da vincı'nin önerisinden nerelere geldi! • Bu pazar yazısını yazmaya oturduğumda Türkiye sineması için bir şeyler söylemek istiyordum. Daha dogrusu, Kütahya'nın Tepecik Köyü'nde dünyanın en güzel filmlerini yapan Ahmet Uluçay'ın sineması üstüne yazacaktım. Bir sinema insanı Sayın Uluçay. Çekemeyeceğini yüzde yüz bildiği filmlerin senaryo- lannı çekilecekmiş gibi yazan, o filmlerin çekim me- kânlannı arayan, bulan bir insan. Bir sinema insanı. "Normal" bir ülkede o ülkenin kültür memurlan Ah- met Uluçay'a hemen sahip çıkarcfı. Dört kamera, beş minibüs, bir laboratuvar, teknisyenler verilirdi Ulu- çay'ın sinemasına, istedigi filmi yapsın diye. O da gi- der "Bozkırda Deniz Kabuğu" adında olağanüstü bir film çekerdi örneğin. Bizim ülkemız Yaşar Kemal'i yargıiayan, Onat Kutlar'ıöldüren, 'dayanışma'yı Po- lonya diline ait bir sözcük zanneden, sinemateksiz bir ülke olduğu için bu söylediklerim Ahmet Uluçay'ın si- neması gibi anlaşılmıyor belki. Bense sinemanın yü- züncü yılı kutlanırken, sinemanın başladığı yer olarak Kütahya'nın Tepecik Köyü'nü düşünüyorum. Türkiye, sinemanın yüzüncü yılını kutlamak istiyor- sa 1996 yılında Ahmet Uluçay'a ve arkadaşlanna sa- hip çıkmalıdır. Keloğlan'lanna sahip çıkmayan bir ül- ke, goriller tarafından yönetilmeye yükümlüdür çün- kü. YKY'den iki yeni kitap Kültür Servisi - Yapı Kredi Yayınlan, "Osmanlı'da Avrupa Finans Kapitali" ve "Doğu Avrupa Devrimleri" adlı iki yeni kitap yayımladı. Prof. Dr. Haydar Kazgan'ın "Osmanlı'da Avrupa Finans Kapitali" adlı kitabı Cumhuriyet ve Türkiye dizisinden, Dr. Tank Demirkan'ın "Doğu Avrupa Devrimleri" kitabı Cogito dizisinden çıktı. Haydar Kazgan, kitabında, Avrupa finans kapitalinin doğuşunu. sanayi devrimine ulaşmış ülkelerdeki gelişimini ve Osmanlı üzerindeki etkisini incelerken, Tank Demirkan'ın kitabı, Orta ve Doğu Avrupa toplumlannın totaliter toplum düzenlerini sivil toplum düzenine dönüştürme serüvenlerini ve devrim sonrası merkez Avrupa'ya hangi umutlarla koştuğunu sergiliyor. Türk Dünyası Hlmteri Festivali AŞKABAT (AA) - tstanbuPda ilkbaharda gerçekieştirilecek Türk Dünyası Film Festivali'ne Türkmenistan'ın da bir filmle katılacağı bildirildi. Türkmenistan, festivalde, Muhammed Söyünhanov'un yönettigi "Büyük Usta" filmiyle temsil edilecek. Türkçe konuşan ülkelerin katıldığı Türk Dünyası Filmleri Festivali için filmin başrol oyuncusu Artık Calliev'in de tstanbul'a gelmesi bekleniyor. Vottaire'in şatosu satıldc FERNEY-VOLTAIRE (AFP) - Ünlü Fransız düşünûrü Voltaire'in , lsviçre sınınna yakın bir yerde bulunan şatosu, 1847 yılından beri şatoyu elinde bulunduran aile tarafından satışa sunuldu. Voltaire, şatoyu 1759 yılında 65 yaşındayken satın almış, 1778 yılına kadar orada yaşamıştı. Voltaire'in, Candide'i ve Felsefe Sözlüğü'nü yazdığı bu tarihi binaya 6 milyon dolar değer biçiliyor. Deniz YücehSergey Gavrilov konseri yarın Kültür Servisi - Deniz Yücel (viola) ve Sergey Gavrilov (piano) yann saat 18.00'de Balmumcu Enka Rönesans Galeri Bar'da bir konser verecekler. Halen Istanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası'nda görev yapan ve Istanbul Quartet'in viyolacısı olan Deniz Yücel ile , Istanbul Devlet Opera ve Balesi korrepetitörü olan Sergey Gavrilov, konserde. Bach'ın "Sonata No 1" ve Veracini'nin "Sonata (E Minör)" adlı yapitlannı seslendirecekler
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle