Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 6 AĞUSTOS 1995 PAZAR
14 KULTUR
Işık Doğudan Yükselir...ve türküleri artık köylüler, halk ozanlan değil, Batı'yı özümsemiş şehirliler yapıp söyler!
Ağlama diye diye ağLatan müzik
ZEKİ COŞKUN
Önce Mustafa Sandal. "Hakkari'yi
salladı". sonra Tarkan "Diyarbakır'ı
fethetti''...Vederken 17Tem'muz 1995
pazartesi günü "Türkiye'nin en çok iz-
lenen haberbüfteıü"" ATV anahaber ku-
şağinda o büyük lansman gerçekleşti:
Işık Doğudan Yükselir!
Mirkelam. "bu yüzden her gece" bu-
ralarda-ülkenin batısında- koşadursun.
lstanbul caz geceleri yaşayadursun,
stadyum ve saton konserlerinde Sting
rûzgarlan. Rod Stewart fırtınası. Liza
Minelli meltemı esedursun. yerli pop-
çular Dogu'ya sefer eylesin...
Türk popunun "droTsı Sezen Aksu,
son albümüyle "evrenseT (\e de milh)
bir gerçeğı dıle getiriyor: Işık Dogııdan
Yükselir.
Bu ne demek?
Galibaşu: SakallıCelarinyüzyılön-
cesinde Türk düşünsel-siyasal yaşamı
için söylediği şimdilerde müzik alanm-
da yaşanıyor. Cstat hal ve gidişata ba-
kıp. "Batı'yagkk-ntrende Doğu'yadoğ-
nı yol ahyonız" buyurmuştu. Âma bu
kez tersine gıdiş. elde olmayan neden-
lerle Doğu'ya çakılıp kalma söz konu-
su değil, iradi bir seçim var. Sezen Ak-
su-onun şahsında Türk popu- Batı 'ya
gitmek için Doğu'yadönüyor. tş sadece
Batfya açılmak değil. yüzünüzü Do-
ğu'ya döndüğünüzde. sesinizi-rotanızı
oraya göre ayarladığınızda birçok şeyi
bir arada yapıyorsunuz.
Örneğin, "Batı"nın sesi-nefesi
pop'u. yerlileştiriyor. yerelleştiriyorsu-
nuz. Tersi de geçerlı: Yerliyi batılılaş-
tınyor; modernize ediyorsunuz. Bunlar
önemli. Meselapazann genişlemesi gi-
bi. Daha da önemlisı, Batı'dan Doğu'ya
bakıyorsunuz. Bakmakla kalmıyor,
Doğuyu "BatılT olarak zaptediyor,
yağmahyorsunuz. Ki, çok daha önem-
li.
Bunlar iyi mi. kötü mü tartışma ko-
nusu. Ama Sezen Aksu Productıon mü-
zik alanında gerçekten önemli şeyler
yapıyor. 1980'lerden beri yaşanan.
199Ö'lar pop patlamasıyla donığa ula-
şan sürece bir anlamda damga basıyor.
bir anlamda nokta-belki üst üste iki
nokta-koyuyor: Pop'un ötesine geçiyor.
Kehanet sayılmayacak bir saptama
şimdiden yapılabilir: Nasıl eski "Sezen
soundu"nun türevleri (başta talebeler
Aşkuı Nur Yengi YJdız Tilbe, Sertab
Erenervb) varsa. doğudan yükselen ışı-
ğın da izleyicilen (üstelik talebeler de-
ğil, belki taklitçiler) çıkacaktır. Kaldı
ki, Sezen'in yöneldiği yakaladığı "do-
ğudan yükselen ışık"motifi de yeni de-
ğil. Örneğin Zülfü Livaneti nın 20 yıl
öncesinden başlayan ve Batı'dan Do-
ğu'ya uzanıştaki Doğu'yu Batı'ya su-
nuştaki öncülüğü gözardı edilemez.
Ama bu seferkı (Sezen'inki) konumla-
ma-sunum biçimiyle de, konjonktürel
karşılığıyla da farklı, özgül. Dolayısry-
la etkilen, sonuçlan açısından süreci
izlemek gerekecek.
Işığın ve müziğin gücfl
Şenlik ve şiddet bir arada yaşanıyor.
Isparta'nm Senirkent ılçesınde yüzeya-
kın insan temmuz ortasında sele gitti.
Çamura bulanarak boğuldu. Kalanla-
nn evi, eşyası gitti sele. Temmuz sıca-
ğında ve 1995'te. O sıra "demokratik-
leşme" babında anayasa değişikliği oy-
nanıyordu mecliste. Ve memur sendika-
lan, daha da evveli dinin nasıl tanımla-
nacağı, nasıl yaşanacağı tartışmalany-
la anayasa değişikliği kilitlendi. Üstü-
ne sel afeti geldi.
Herbiri şiddetin kendisi!
Ve tam da bunlann üstüne (bunlann
//eı.enuzpıyasaya
çıkmamış bir müzik
çalışmasının TV
anahaber bülteninde yer
alması, Türkiye'de ilk
kez yaşanmaktadır. Sel
görüntülerinin üstüne
Sezen Aksu'nun sesi
bindi. 1960'lann
ortasında (demek 30 yıl
önce) Doğulu bir aşığın
kendi halinde saza
döktüğü ezgiler bir
başka ağızda, bir başka
konjonktürde bambaşka
anlamlar kazandı.
'aımi'nin "Ne
ağlarsın benim zülfü
siyahımı Bu da gelir bu
da geçer ağlama" gibi
tevekkül (ve tabii
çaresizlik) telkin
eden türküsü, bir
anda "her zamankinden
çok ihtiyaç
duyduğumuz birlik
ve bütünlük" ilahisi
haline geldi.
aktanldığı haber bülteninde) Işık Do-
ğudan Yükselir'ın ilk lansmanı yapıl-
dı...Henüz piyasaya çıkmamış bir mü-
zik çalışmasının TV anahaber bültenin-
de yer alması, Türkiye'de ilk kez ya-
şanmaktadır.
Sel görüntülerinin üstüne Sezen Ak-
su'nun sesi bindi. 1960'lann ortasında
(demek 30 yıl önce) Doğulu bir aşığın
kendı halinde saza döktüğü ezgiler bir
başka ağızda. bir başka konjonktürde
bambaşka anlamlar kazandı. Daimi'nin
".Ve ağlarsın benim zülfi'ı siyahımı Bu da
gelir bu da geçer ağlama " gibi tevekkül
(ve tabii çaresizlik) telkin eden türkü-
sü. bir anda "herzamankinden çok ihti-
yaç duyduğunnc birlik ve bütünlük " ila-
hisi haline geldi.
Şiddetin ıçinden geçilip şenlik düze-
nine varıldı. Kameraların \e onlann
kaydettiğı görüntüleri yansıtan TV ek-
ranlannm önünde adeta toplu ayin ya-
şandı. Vecd içinde ağlaya ağlaya Ana-
dolu'dan; doğudan yükselen o uKi ışı-
ğın (nağmelerin) eşliğinde hayatın ve
zamanenin hertürlüşiddetınden çıkılıp
şenlenıldi. Kamera ve ekran önündeki-
lerin elinde birerrakı kadehi vardı san-
kı. İçtikçe ağlıyor, ağladıkça açılıyor...
ferahlıyorduk: Bu da gelir bu da geçer
ağlama.
Başta Senirkentliler olmak üzere bü-
tün -\e başka- afetzedeler o bılgelik.
tevekkül dolu "ağlama" mesajını üst-
lerine alındılar.
(Yine Sezen Aksu'nun yıllar önceki
hitlerinden Sen Ağlama'y\ şimdi anım-
sayan var mı? O bir pop şarkıcısıydı.
hafif arabesk. Kentlı "romantizmrne
karşılık geldi.
Hıtleşti. Güfte yönünden Daimi'nin
türküsüne göre daha güçlü. zamana da-
ha uyarlı olsa da "kitleser karşılığa sa-
hip değildi. Popla türkünün farkı bura-
da. Bırı gelip geçici. anlık. Ötekinin
kökleri derin.karşılığı geniş. Yakalanan
ışık galiba bu.)
25 dakıka süren ve beş parçayı içe-
ren TV' haber/ reklam ayini aynı gece
üç kez yayımlandı. Bir sonraki gün ül-
kenin en yüksek tirajlı gazetesi manşe-
ti çekti: Işte müziğin gücii...Millı birlik
ve bütünlük doğudan yükselen ışıkla
gözyaşlan içinde sağlandı. "Duygusal
bir rniUetiz."
Bunlar işin bir tarafı. Bir de öteki ta-
rafına. yani müziğe. albüme bakalım.
Gerçekten önemli bir şey yapıyor Se-
zen Aksu. Vitrine çıkanlan Ne Ağlarsın
albümde hemen onun öncesinde yer
alan Yeniliğe Doğru (Mevlana) ve La
ilahe fllalUıh (Yunus Emre) dışındaki
bütün parçalann sözleri "sıfirdan üre-
tim*\ Hepsinde Sezen Aksu imzası var.
kiminde ona Yelda Karatas, ve Meral
Okay eşlik edıyor.
Ama yıne vitrin dışındaki bütün par-
çalann besteleri "otantik" yapıdan
mülhem yorum ve icra. Bu, türkü- ila-
hi, zeybek, horon. kınk hava vb. gele-
neksel formlann yeni bir sesle (salt so-
listın sesi değil, hem onun. hem de eş-
lik eden sazlann düzeni. formasyonuy-
la) yeniden ınşası. İcra değil. inşa söz
konusu. Batı'nın Doğu'yu yağmalama-
sıyla işaret etmek istediğim bu.
Işte burada durup milletin duygusal-
lığını bir kez daha anımsayalım. O nok-
tada da iki çağrışım:
Püavve Türkü
Batı'nın Doğu'yu yağmalaması
1960'larda ışgücü; insan ıthaliyle yeni
bir aşamaya geçmişti. O sırada Anado-
lu insanı da Avrupa içlerine sefer eyle-
di. Sokakta. markette, metroda. fabri-
kada vb iki dünyanın insanlan yanya-
na geldi. Bıri yerli, öteki yabancıydı,
yabandı. Yerli, yabana göre üstteydi,
her koşulda. Işte bu alt-üst halinin öy-
külerinden birini Almanya sefercilerin-
den Bekir Yüdız anlatır: Fabrikada. öğ-
le yemeğinde pilav vardır.
Yazar. "Pilavı ekmekle yiyen değil
bunlar. Pilavı etle yiyenler™" dıye düşü-
nür. Oradan kendine (ulusuna) övünç
payı çıkanr. Alman arkadaşına döner.
"Si/, dfinvanın en gü/el makinalannı
vapıvorsunuz. ama benim annem de gü-
zel pilao yapar" der. Alman bozulur.
"Benim annem de gûzel pila> vapar"
der.
Bunun üzerine olanlar şöyle: "Mat-
kapla vürüvorum üstüne anstzın. Ken-
dimde değilim. Kaçiyor. Etime geçse, ka-
fasına bir delik açacağım. Ulan it. ulan
alçak, ulan puşt. di>e bağınyorum. Bir
pilav be. Alt tarafı pilav...Pilav ulan, kö-
pek. Onu da senin anan yapar ha! Yok
mu ulan it, bizim yapabileceğimiz hiç
bir şey şuyenüzünde?" (Bkz: Insanpo-
sası. Pilav ve Cinayet)
Pilav doğunun temel gıdası, batının
garnitürü, yan yemeği.
Türkü. ilahı. oyun havası, saz (bağla-
ma), doğunun "pilav "ı. Batının yan ye-
meği. garnitürü. Batı şımdi onu da alıp
"en güzeirni yapıyor. Buraya dikkat.
Bıraksmlar köylüyü- toprağı da
biz anlatalım
John Eterger, Batı'nın içinden Ba-
tı'ya. her düzeyde- karşı bir düşünür
yazar. Kendisi Ingıliz, Fransa'da bir
köyde yaşıyor. Yapıtlannda da yaşam-
daki seçimi gibi şehrin, merkezin dışı
v ardır. "Otantik insan"* ve hayat. sanki
topraktadır. köydedır. BirZamanlarEu-
mpa\z Domuz Topmk. bu tematiği içe-
rir. Söz konusu yapıtlar üstüne konuş-
tuğumuz kendisi de öykücü bir dostu-
mun tepkısı ilginçti. Berger'i hem çok
önemsediğıni, hem de ondan rahatsız-
hk duyduğunu söylüyordu. "Toprağı,
köylüyü anlatmayı da bize bıraksınlar"
diyordu.
Köy-toprak batının karşısında doğu-
nun anayurdu. Tıpkı türkü gibi.
* • •
Doğudan yükselen ışığın keşfinde
bunlar da v ar. Ne olursa olsun, belki de
Türkiye müzik kültürünün. müzikal do-
kusunun değışiminde önemli bir işlevi
olacak Sezen Aksu'nun çalışmasının.
Ama önemli bir dönüşümün de haber-
cisi bu: türküleri artık köylüler "halk"
(ve ozanlan) değil, şehirdekiler ve onun
Batı'yı özümsemiş olanlan yapacak.
söyleyecek.
Dedik ya duygusal milletiz. Ağlama
diye diye ağlatır. ağladıkça açılır. hafif-
leriz. "Hafıf müzik" işte böyle "ağu-"
müzik olur! Pilavı ve Berger'i anım-
samam bundan.
49.A VIGNON FESTİVALÎ'NDEN NOTLAR:
Sahnede Fassbinder ve PassolinFnin dünyası
EMRE KOYUNCUOĞLU
Bu yıl kutlanan sinema sanatımn 100.
yılı Avignon'da da kendisini gösteriyor-
du. Fassbinder"in ve Passolini nın bazı
filmlerinin senaryolan oyunlaştınlmış-
tı.
Daha önce izlediğim Fassbinder'in
"Onüç Ayh Bir Yüdın
filmınin oyunlaş-
tınlmış halini Fransız yönetmen Jean
Louis Martinelli yönetiminde sahnede
izleme fırsatı buldum. Aslında filmini
ve Fassbinder'e ait sinematografik gö-
zün o filmle çok uygun düştüğünü dü-
şündükçe oyuna biraz şüpheyle gittiği-
mi itiraf etmeliyim.
Fassbinder'in kapı aralarından, kö-
şelere sıkışmış. hep açılann içinden
sunduğu filminin sahneye izdüşümü-
nün olup olamayacağını merak ediyor-
dum. Daha Saint Joseph Lisesi'nin iç
avlusuna, yani oyunun gerçekleşeceği
mekâna girdiğimde seyirci yerlennin
yerleştirilme biçimini görünce sormak-
tan vazgeçtim.
Bir üçgen yapılmıştı. Üçgenin iki ke-
nan izleyicilerden. bir kenan ise beş
katlı birbinanın cephesinden oluşuyor-
du. Binanın cephesine tamirat için ge-
nelde yapılan 5 katlı bir konstrüksiyon
yapılmış ve katlara geçişı sağlayabile-
cek dar. yangm merdıvenlerine benzer
merdivenler monte edilmıştı.
Her şeyin üstüne de bir metal tül ge-
rilmişti. Bu tül. gerektığinde beş kat bo-
yunda bir ekran. gerektığınde de (ışığı
hangi açıdan verdiğine bağlı) görün-
mez oluyordu. Yani benim oyuna gel-
meden önce takıldığım açı meselesi
baştan çözülmüş.
Zaten nereye oturursan otur. nereden
bakarsan bak. açıyla görmek zorunda
kalıyordun. Oyunun ya da filmın kah-
ramanı Elvvin ya da Elvira'nın iç dün-
yası ya da yatağı bu üçgenin içindeki
tek ana dekordu. Yatağın yanında iki
topuklu ayakkabı. bir kolye. bir ayna ve
bir pikap duruyordu.
Oyun: başlamadan üçgenin birkena-
n hortumla bir güzel yıkanıyor ve ışık
kullanımıyla birhkte gecenin karanlığı
içinde, ıslak yollarda. iş tutmaya çalı-
şan Elvira'nın aslında Ervvin olduğunu
anlayan müşterileri tarafından dövül-
mesiyle başlıyordu.
Fassbinder bu filminde Ervvin' ın ça-
lıştığı mezbahada uzun uzun sahneler
çeker. Tek tek hayvanlann nasıl kesil-
diğinı. yüzüldüğünü izlersiniz. Oyunda
fılmden kullanılan görüntü bu bölümün
görüntüleriydi.
Beş katlı bir binanın cephesindeki
perdede izliyorsunuz yalnızca... Ervvin
ve Elvira'yı oynayanCharlesBeriing'in
oyunculuğundaki duruluk gerçekten iz-
lenmeye değerdi. Hiç abartıh bir kadın
değildi. Erkek gibi bir kadın. kadın gi-
bi bir erkekti.
Binanın kullanımında gerçekten ya-
ratıcılık akıyordu. Farklı katlardaki ya-
şamlann arasından farklı yaşamlann
akıp geçmesı. birbırlerinin farkına var-
salar da varmamalan. ya da hiçbir şeyi
değiştirememeleri, Elvira'nın geçmişi-
ni ararken binanın katlannda aralanan
pencereler ve her pencereden çıkan bıl-
ginin onu daha da karanlığa itmesi, Er-
vvin'ken kansı olan ve o zamanlar yak-
laşabildiği kızının tekerlekli bir plat-
formda olup sürekli kayarak yok olma-
lan ve mastürbasyon sahnesi, hepsi ar-
kaya arkaya sakin sakin gelen ve yüzü-
müze çarpan duvarlar gibiydi.
Tüm bu sade oyunculuk ve sade de-
korun ardında dahiyane bir ışık ve gö-
rüntü tekniği bilgisini fark edıyorsu-
assbinder'in ve
Passolini'nin bazı
filmlerinin senaryolan
oyunlaştınlmıştı.
Fassbinder"in "Onüç
AyhBirYıldı"
(yanda) filminin
oyunlaştmlmış halini
Fransız yönetmen
Jean Louis Martinelli
yönetiminde sahnede
izleme fırsatı buldum.
Passolini'nin "Bir
Askerin Öyküsü"
filminin senaryosunu
üç Italyan yönetmen
sahneye koymuş.
Barberio Corsetti,
Mario Martone ve
Gigi Dall'Aglio. Bu
oyunun
özelliklerinden biri.
senaryonun üçe
bölünüp, her
bölümünün ayrı bir
yönetmen tarafından
yönetilmesiydi.
nuz. Oyun çok etkileyiciydi.
Passolininin "Bir Askerin Öyküsü"
filminin senaryosunu üç Italyan yönet-
men sahneye koymuş. Bir tanesi bu yıl
Uluslararası İstanbul Tıyatro Festiva-
li'ne gelen "Doktor Faustus veSeyianın
Paltosu" oyununu StephaneBruansch-
weig'la birhkte sahneye koyan. Barbe-
rio Corsetti. Dığerleri de 6. Uluslarara-
sı Istanbul Tiyatro Festivali'ne gelen
Teatro L'niti'nin yönetmenlerinden.
Mario Martone ve yıne ttalya'nın ön-
de gelen yönetmenlerinden Gigi
DalTAglio. Bu oyunun özelliklerinden
bıri. senaryonun üçe bölünüp. her bö-
lümünün ayn bir yönetmen tarafından
yönetilmesiydi.
İlk bakışta sakıncalı gibi gözükecek
bu durum yönetmenlerce kendi yarar-
lanna dönüştürülmüş. Askerin üç fark-
lı dönemindeki konumunu üç ayn ti-
yatro dilıyle anlatmışlar ve birbırlerin-
den kopuk olmaması için akıllı detay-
larla bezemişler. Hem oyunu zengm-
leştirmiş. hem de üç farklı tiyatro dilı-
nin birbin içinde kaynaşması gibi zor
bir işle "oynamamn'" keyfıni vaşamış-
lar.
Oyundan önce yaptıklan basm top-
lantısında da bu keyifleri oldukça belir-
gindi.
Birlikte çalışma fikrinin ltalya'da git-
tikçe azalan tiyatro kalitesini biraz yük-
seltmek amaçlı olduğunu söylerken bi-
le yaptıklan işten aldıklan profesyonel
tat anlaşılıyordu.
Oyunda ilk fark edilır özellik bildik
ttalyan havasının sahneye yansımış ol-
masıydı. Gürültülü. sevişiyor ya da,
kavga mı ediliyor belırlenemeyen iliş-
kıler, güzel yemekler, bitmek bilmeyen
eğlenceler ve hepsinin temelinde Ital-
yan maçoluğu.
Hele hele basın toplantısında yönet-
menlerin aksanlı ve koşarak konuştuk-
ları ltalyancalannı kan ter içinde çevir-
meye çalışan çevirmene dönüp, senin
çevmne güvenmiyoruz. başkasını iste-
riz deyip genç kızı ağlamaklı duruma
getirdikleri anda bile ortak sahneye
koyduklan oyundaki atmosfer devam
ediyordu.
Oyunun önemli özelliklerinden biri,
Passolini'nin aynı adlı filminde de as-
keri oynamış olan ve dığer birçok fil-
minde de rol alan NinettoDavoli'nin ay-
nı rolü tiyatro sahnelerinde de başany-
la yorumlamasıydı.
Yine ünlü sinema oyunculanndan
Renato Carpentieri'nin tiyatroya so-
yunmuş olması ve başanyla şeytan
rolünün üstesinden gelmesi oyunu
keyifle ızlenir kılıyordu.
KOŞEBENT
ENtS BATUR
Morun Gerekçesi
Karabasan
Yoruldum, çok yaşlandım artık: Geçen ay 83 ya-
şıma bastım, gövdem beni daha ne kadar taşır kes-
tiremiyorum; zihnim. yıllardır direniyor olup-bitenle-
rin yıpratıcı yanına, o da dinlenmek istiyor galiba.
40 yaşlanndayken, uzun yaşamak, yapmak iste-
diklerime, yazmak istediklerime olabildiğince geniş
ufuklar, olanaklar kazanmak arzusu egemendi içim-
de, anımsıyorum.
Zorakı göçmen olacağım, kendi ülkeme dönme
şansım olmaksızın bir şehirden ötekine göç ederek
yaşamak zorunda kalacağım pek aklımdan geçmez-
di.
Şimdi dönüp bakıyorum da aymazlığımı, çevrem-
dekilerinin aymazlığını kavramakta güçlük çekiyo-
rum: Nasıl olmuştu da, olabileceklerin boyutlannı
sezememiş, güçlü bir girdabın ortasına doğru top-
luca sürüklendiğimizi fark edememiştik?
Geçen yüzyılın son çeyreği başladığında, oysa,
barut fıçısı şekillenmeye yüz tutmuştu zaten. Bize
nasıl birgeleceğin hazıriandığını görmemek için kör
olmak gerekirdi. Türkiye fokurfokur kaynıyordu, du-
rulur sanıyorduk. Dogu'da, Güneydogu'da komşu
ülkelerin yüksek gerilim telleri döşediğini biliyorduk,
vazgeçilır umuyorduk. Balkanlar'da, kuzeyde sar-
sıntılar bırbirini izliyordu, atlatılır varsayıyorduk.
Umutlanmız bir bir duvara dayandığında biz de
yüzyılın sonuna dayanmıştık. Kalanlanmız usul usul
ya da çarçabuk kavruldular, bazılanndan haber bi-
le alamadık. Sanki telefonlann hepsi açık unutuldu,
gönderilen mektuplar yolda kayboldu.
Biz gidenler, gitmek zorunda kalanlar, beyhude
çırpınışlar içinde yıldan yıla, sınırdan sınıra sürgün
olduk. Zayıf düşüp hastalananlar, intihar edenler,
kahrolup susanlar için kalın defterlerde kayboluş
kayrtlan tuttuk. Direnen, didinip uğraşanlar, hızla so-
yu tükenen bir kavim halinde bugüne ulaştılar. Ben-
den daha genç olanlara bakıyorum da: Gözlerinde-
ki ışık sonmeye yüz tutuyor gibi geliyor bana.
40 yıldır sürdürdüğümüz savaşım bize bir ışık kay-
nağı bıraktı mı? Yayımladığımız göçmen gazeteleri,
oluşturduğumuz topluluklar, yaşatmaya çalıştığımız
kültürel hazinelerimiz, ürettiklerimiz bir işe yaradı mı,
yarayacak mı?
Yarasa bile ben göremeyeceğim bunları. besbel-
li. Ülkemde Latin harfleri terk edildiği için yazdıkla-
nmı ısteseler de okuyamayacak yeni kuşak temsil-
cileri. Ben, kalanlardan kalanlara ulaşamayacağım,
kalanlardan bir şey kaldıysa. kalmasına izin verildiy-
se tabii.
Şimdi, bu yaşta ve bu durumda hayıflanmak gü-
lünç oluyor, biliyorum. Bütün olup-bitenlerin önüne
geçmek için, bundan 40 yıl önce, 199O'lı yıllarda
daha uyanık, bilinçli, dirayetli, hareketli, örgütlü ol-
mamız gerekirmiş. Zemin, gözümüzün önünde ka-
yıp giderken daha sorumlu, kararlı, yapıcı olmak
varmış. Treni göz göre göre kaçırmış olmamız ba-
ğışlanır gibi değil. Bütün her şeyi biz hazırladık as-
lında. Gelişmelere göz yumulmasına göz yumduk.
Vaktirvde harekete geçıp harekete geçiremedik. Bu-
luşmamız, yan yana gelmemiz zorunluluk haline gir-
diğinde bile aynldık, aynştık, zayıfladık.
Basiretimizin bağlandığı, 'bir şey o/maz'kolaycı-
lığına sığındığımız, 'birileri durumu düzeltir nasıl ol-
sa' mantığına yenildiğimiz günleri acıyla, ağrıyla
anımsıyoryaşh belleğim. Kaybedilenlergeri geleme-
yecek artık. Karanlık, koyu karanlık kimbilir daha ne
kadar sürecek, ışık bir daha egemen olamayacak
belki de. Yerkürenin zifiri karanlığında yaşamak zo-
runda bırakılanlar, tarih boyunca. aydınlık yakada ya-
şayanlara imrenerek yaşayıp ölmemişler midir?
Daskyleion kanları için sponsor
aranıyor
• BANDIRMA(AA)- Balıkesirin Bandırma ilçesine
bağlı Ergillı Köyü yakınlannda süren 'Daskyleion'
kazılan için sponsor firma aranıyor. Kazı ekibinin
başkanı Prof. Dr. Tomris Balkır, Kültür Bakanlığı'nca
kazı çalışmalan için aynlan ödeneğin çok yetersiz
kalması nedenı>le bu yılki çahşmalann arzulanan
düzeyde gerçekleştirilemeyeceğini soyledi. Balkır:
"Büyük kuruluşlan. holdingleri ve sermaye
sahiplennı Daskyleion kazılanna sponsorluk yaparak
ekonomik destek vermeye davet ediyoruz" dedi. •
Martin Sheen tutuklandı
• WASHINGTON (AA) - Amerikalı ünlü aktör
Martin Sheen. Pentagon önünde, ABD'nin savunma
politikalannı. Hiroşima ve Nagasaki" ye atom
bombası atmasını protesto eden grubun eylemleri
sırasında polis yetkilileri tarafından tutuklandı.
Pentagon yetkilileri, Sheen ve 6 göstericinin
geçılmemesi gereken noktayı geçtikleri konusunda
uyanlmalanna rağmen yürüyüşlerini sürdürdüklerini
ve sonuçta da tutuklandıklarını belirttiler. Yetkililer,
bu durumlarda tutuklanmalannın olağan bir işlem
olduğunu ve tutuklananlann daha sonra salındığını
söylediler.
Kültür Bakanlığı'ndan hoşgöni
katalogları
• ANKARA (ANK\) - Kültür Bakanlığı Güzel
Sanatlar Genel Müdürlüğü, 1995 Dünya Hoşgörü Yılı
çalışmalan kapsamında Yunus Emre, Mevlana. Hacı
Bektaş Veli ve Pir Sultan Abdal'ın şiir. deyiş ve
öğütlerinden oluşan hoşgörü kataloglan yayımladı.
Atatürk'ün dünyaya hoşgörü mesajı ile Türk tarihinde
hoşgörü örneklerinin de yer aldığı çalışmanın sunuş
yazısında, Kültür Bakanı lsmail Cem, Anadolu'nun
binlerce yıldır hoşgörüyü kendisine yaşam felsefesi
olarak seçmiş bır coğrafya ve kültür ortamı olduğunu
vurguladı.
Piyanist Gülsin Onay, Alman
basmında
• Kültür Senisi - Almanya'nın ileri gelen
gazetelerinden Frankfurt Allgemeine. Devlet r
Sanatçısı. piyanist Gülsin Onay'ın Haydn, Beethoven,
Schuman. Mendelsohn, Chopin ve Medtner'in
çeşitlemelerinden oluşan CD' sınden övgüyle
bahsetti. Gazetenin 17.7.1995 tarihli sayısında yer
alan yazıda CD hakkında " Virtüöz piyanistin
yumuşak tuşesi ile ınci taneleri gibi tamamlanan
müzik paleti" yorumuna yer verildi. Geçen yıl
İspanya'nın 44. Granada Festivali'nde Adnan
Saygun'un eserlerini seslendiren ünlü piyanistimiz
için ldeal gazetesi ise şu sözlen kullanıyor : "Gülsin
Onay mükemmel tekniği. hassas ifade gücü ve büyük
sentez kapasitesi ile dinleyicileri büyüledi."