02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18TEMMUZ1995SALI 12 KULTUR Resim ve Heykel Müzesi'nde yer alan " 16. Günümüz Sanatçılan Istanbul Sergisi"nde 58 yapıt sergileniyor Rekabet baştan ayntncıbklır CANAN BEYKAL Resım ve Heykel Müzeleri Derne- ği'nin her yıl düzenlediği "GünümüzSa- natçdan İstanbul Sergisi**nin 16,'sı Istan- bul Resim ve Heykel Müzesi Şeker Ah- met Paşa Salonu'nda açıldı. 10 temmuz -10 eylül tarihleri arasında açık kalacak olan serginin bu yılkijürisi; Saim Bugay, Metin Deniz, Tayfiın Erdoğmuş, Semra Germaner, Mehmet Gülervüz, Nur Ko- çak ve Gamze Tckin'den oluşmaktaydı. Seıgiye 323 yapıt katılmış ve bu yapıt- lardan jüri ancak 58 yapıü "sergüenme- ye değer" görmüştür. Geriye sergilenme- " ye değmeyen 50'şer yapıtlık 3-4 seıgi - oluşturabilecek kadar yapıt kalmıştır. - Sergılenen 58 yapıttan üçûne başan ödü- lü verilmiştir. Gönül Nuhoğju metal üzerine yazılar- dan ve fotolardan oluşan bır çalışmasıy- la, Murat Işık Batı karşısrndaTürkiye'yi konu alan ve kültür ikilemini mizahi ola- rak işleyen Tenten tiplemesiyle, Nur Gökbulut beyaz bir tûlbent ve boş çer- çevelerle oluşturduğu çalışmasıyla ba- şan ödülüne değer bulunmuşlardır. Tu- ba Ersen, kölelerin boynuna asılan sera- mik bir kalıptan ürettiğı çalışmasıyla UPSD ödülünü ve EMf Çelebi de j ûri özel ödülünü kazanmışlardır. Öncelikle belirtmeliyim ki, jüri özel ödülünûn anlamıru hiç anlamış değilim. Sanatçının yapıtıyla ilgili değil bu anla- mayışım. Güzellik yanşmalannda hal- kın sempatik bulduğu bir güzel dairna vardır ya, işte onun gjbi jüri "özeP bir ödül verme gereğini duymuştur ve bu ' ödül benim için gızli bir anlamı haiz gö- rülmektedir. Neden başan ödülleri dörde çıkanla- mamıştır ya da paylaşOnlmamıştır? Na- sıl olsa parasal bir karşılığı yoktur bu ödüllerin. Jüri özel ödülü diğer başan , ödüllennden daha mı üstündür, bu da meçlfctl benim için. Neyse burada küçük , bir anlayışızlığımdan söz ettim, o denli de önemlı değil oysa. Asıl önemli olan müzenin mekânının bu denli kalabalık bir katılıma yetmedi- ğidir. Hele 323 yapıttan ancak 50 adedi- ' ni sergilenmeye değer buluyorsanız, bu "değer"lerin alternatıflerinı değerlendi- ' remiyorsanız, iyi ya da kötü diğer çalış- • malann elenmesinden üzüntü duyuyo- • rum. Çünkü her zaman yinelediğim gi- bi bu gençlerin deneme-sınama alanla- •" nna yanşmalı sergilerden daha fazla ge- •' reksinimleri vardır. Bunu yınelemekten bıkmayacağım; 1 ancak iyi iş yapmaya, açmazlannı gör- ' meye, çözmeye, kendi kişiliklerini oluş- . tnracakyapıtlarüretmeyedeneyerekalı- - şacaklardır. Yoksayıldabırkezyanşma- ya girsin dıye o pahalı, şık yapıtlan sü- rekli üretebümek için ancak deli olunma- sı gerekir ki, bu gençlenn deli olabilmek - için hiçbir lüksleri olmadığını biliyorum. Şimdi bazılan bana Cnristoörneğini ve- . recekler, Berlin'de yaptığı devasa paket- lemesini. Ama buyüzden değil midirki, dünyanın önde gelen sanatçılannı izledi- ğimiz için işlerimiz hep yaşlı gibidir. Ül- kemizin devasalığının ölçüsünde Ame- rika'nın boyutlanyla karşılaşnnlamaz el- bette. Bazen bizim gençlerimiz beni bi- le şaşırtıyorlar o çok pahalı malzemeler- le ve şıklıklanyla. Ancak bunlar sürekli gerçekleştirilebilecek şeyler değildir el- bette. Insan bu pahalı malzemelerle oy- namaya bile kıyamaz, nerede kaldı dene- me yapmak, laboratuvar çalışmasına araç gereç etmek. Rekabetçi dünyada başanya oynanması Bu yıl sergide görmeye başladığım şey, rekabetçi bir dünyada başanya oy- G ünumuz sanatçılan Sergisi de rekabetten payını almaktadır. Onun işi diğer işlerle, onun malzemesi diğer malzemelerle, onun yapıtı diğer yapıtlarla rekabet içinde geleceğe adım atıyor. Bu erişkinlerin rekabetçi dünyasının yansıdığı her şeyin, gerçek yaratıcılığı ve smırlan aşan düşgücünü ve ütopik yaratıcı beyin gücünü engellediğini görüyorum. (Fotoğraflar: DE VRİM BARAN) nandığıdır. O nedenle genç vannı yoğu- nu ortaya koyuyor, ya kazanıyor ya kay- bediyor. ortası yok bunun. Dünya ger- çekten rekabet dünyası. Reklamcılık gü- uün en gözde mesleği ve dünyayı rek- lamcının sihirli değneğiyle görüyoruz ve ona koşullanıyoruz. O marka bu mar- kayla, o gazete bu gazeteyle, o kanal bu kanalla, o okul bu okulla, o çocuk bu ço- cukla, o kadın diğer kadınla (kadınlarla) sürekli rekabet halinde. Rekabet bıze artık üç yaşından itiba- ren öğretılmeye başlanıyor, heterojen ve hetoroseksüel (gerçekte hep öyle olma- dığı halde öyle gibi görüntülenen) erkek- si dünyamızda herkes bu rekabete koşu- yor. Bir kadın bir erkekle rekabet etmi- yor ama, kendi etrafinda çerçevelediği her şeyle rekabete zorlanıyor. Onun ço- cuğunun diğer çocuklarla, onun sevgili- sinin diğer sevgililerle, onun partisinin diğer partilerle, onun devletinin diğer devletlerle, onun fırmasının diğer firma- larla ve onun silahının diğer silahlarla rekabeti için koşturulup duruyor. Hiç ol- mazsa gençliğimiz homojen bırakılamaz mı? Erişkinlerin bu lanet olası rekabetçi dünyasına bir an önce adım atmak için gösterilen bu zorlama neden? Günümüz sanatçılan sergisi de bu re- kabetten payını almaktadır. Onun işi di- ğer işlerle, onun malzemesi diğer malze- melerle, onun yapıtı diğer yapıtlarla re- kabet içinde geleceğe adım atıyor. Bu erişkinlerin rekabetçi dünyasının yansı- dığı her şeyin, (zaman zaman içimdeki çocuksu ve oyunbaz küçük kızın dünya- sından baktığımda) gerçek yaratıcılığı ve sınırian aşan düşgücünü ve ütopik ya- ratıcı beyın gücünü engellediğini görü- yorum. Belkj de Günümüz Sanatçılan Sergisi'ni I. Genç Etkinlik'in hemen ar- dından izlemiş olmamın da bunda etki- si büyüktür. Ancak bahçede; bir yanda ödüllendi- rilmişler ve sergiye değer bulunmuşlar, diğer yanda uç bir iş. sunduklan için ya da düşüncelerini iyi biçimlendiremedik- leri için (haklı ya da haksız) elenmişler- le görüştüm. Rekabet baştan aynmcılık- tır zaten. Henüz deneme-sınama safhalannı re- kabetsiz bir yaratıcılık ortamında ger- çekleştirebilme olanaklanndan yoksun bir gençliğin homojenitesini bozacak bundan daha iyi bir neden olamaz. Şöyle denilmektedironlara; hoşgeldi- niz erişkinler dünyasına. Siz yanşmak, seçilmek, elenmek. başanlı ve başansız ınsanlar olarak aynlmak üzere buradası- nız. Deneyeceğiniz, sonra beğenmeyip yır- tıp atacağınız, jürice değil sadece kendi kararlannızla beğeni ölçütlerini geHşti- rip vazgeçmeyi becerebileceğiniz, dene- melerinize tekme atabıleceğiniz ya da seçıp iyi bir yere koyabileceğıniz, her de- nemeden sonra sıfirdan başlamayı göze alabileceğiniz, oyun oynar gibi keyifle, laboratuvar çalışması yapar gibi ciddi- yetle diğer yaşıtlannızla sorgulayabile- ceğiniz bir sanatı denemeye hiç mi hiç vaktiniz yok. Aynca bizim de sizin bu boş şeyleri- nize ayıracak zamanımız, onlan sergile- yecek mekânımız, onlan oluşturmak için size vereceğimiz paramız da yok. Bir yol aynmındasınız daha şimdiden, Oturun, düşünün.. bir yıl vaktiniz var. Paralan bulup buluşturun, göz alıcı malzemele- n satm alm, sanki hayatınızın şaheserini yaratıyormuşçasına, büyük yanşa hazır- İanıyormuşçasına ve sanki bir daha asla böyle bir şansı yakalayamayacakmışça- sına ve böylesine bir işi yaptıktan sonra "bir daha asla" diye yemin ettirecek zor- luldan aştıktan sonra "Attan da Vurur- tar" adlı fılmdeki gibi 50 yapıt arasına girebilmek için koşuşun, sonra ilk 5 ve ilk üç... Ve ardından hoşgeldiniz erişkin- lerin erkeksi rekabet ortamına. Geriye baktığınızda nerede gençliğinizin ucu- çu, düşsel, dansediyormuşçasına hafıf, hayata gülerek bakan ironiniz? Bir düşü- nün. Sanatınız her yaşınızda kilolannızda- ki artış gibi ağırlaşmakta, biraz daha sa- natsal olsun diye eklediğiniz her ağdalı düşünce ve malzeme şık ve şuh yapıtlar oluşturmakta, sonunda bu yapıtlar 30 yaş sınınnda evde kalmış kız psikozuna gi- rerek koca avcılığına soyunur gibi jüri avcılığına kalkışmaktalar. Bitmiş, önü kapanmış, biçimsel olarak gencin yara- tıcı denemesini tıkamış yapıtlann değer- lendirildiğini görünce zaten uçup gide- cek bir gençlik coşkusunun bastınldığı izlenimi uyanıyor bende. Laboratuvar aşaması gerçekleştirilmeli İşte bu yüzden genç meslektaşlanma yıl boyu ekonomik, düşüncede anklaş- maya eğilimli, düşgücünü zorlayıcı pro- jeler oluşturmalannı, teke tek yol almak yerine gruplaşmalara ağırlık vermeleri- ni, kendi içlerinden düşünürlerini, yazar- lannı, eleştirmenlerini oluşturacak yol- lan yaratmalannı önermek boşuna değil. Giderek Günümüz Sanatçılan tstanbul Sergisi, özellikle I. Genç Etkinlik'te gençlerin sınrrsız yaratıcılığını sergileye- bildiklerini gördükten sonra, bana fazla- ca aceleci bir erişkinler dünyasının lanet olası rekabet ortamına atılmak için ko- şuşturan bır gençlik görüntüsü sunuyor. Oysa yınelıyorum, gençlik rekabet orta- mına atılmadan önce hiç olmazsa kısa- cık genç yaratıcılık dönemlerinde mü- kemmel bir kimlik oluşturabilmek için laboratuvar aşamasını gerçekleştirmeli- dir, bunun olanaklan sağlanmalıdır. Günümüzün hâlâ alternatifsız yanş- malı sergisi olan Günümüz Sanatçılan Sergisi, "senede bir kez" yapıldığı için bütün bir yılın ağırlığını taşıyan yapıtlar- la dolu görünüyor. Yaşlı müzemizin loş mekânında romatizmalı kemiklerini kı- mıldatmadan oturan ağırlaşmış beden- leriyle yapıtlar, bana sanki içlerindeki gençlik ateşini bir an önce söndürmeye aday beğenilere uyumlanmış gibi görü- nüyorlar. Duvarlardan kopmaya korkan ama ne de duvarla bütünleşebılen, gelecek vaat edermiş gibi, ama bitmiş olduğundan ge- leceği tıkanmış olan, her parlak şeyin bi- raradalığıyla şıklaşmış, yapay gözalıcı- lıklaıia süslenmiş ve agır bir rnakyajın al- tmda erken çökmüş bir ruhu görmek doğrusu bu kez üzücü geliyor bana. ' Yaşamının tek yatınmı' kitaplanydı İFFETASLAN Bilge Karasu hakkında şu sırada böy- le biryazı yayımlanmasını yadırgayanlar olabilir Fakat o "Bilge Karasu Adh Biri- nin 50. VaşıÜzerine" başlığını taşıyan ya- zısında kendisi hakkında bakm ne diyor. "Bir yerlerde yazdığımız. Karasu'nun kendi yaşamı için de doğru: Bu adam so- yunmak, (çok gerekli, vazgecilmez sayıla- bflecek üç dört parçaşe\ d^ında evini çev- resini doÜduran her şeyden) sıynlmak is- ter_ Kimi zaman sevgilerinden, sevdikle- rinden bile. Kısacası ardında arûk bırak- mamış bir ölü oimak ister. Çırpuur; ama başarmak pek güç otacağa benzer." Bilge o güç işi de çoktandır yoluna ko>TOuş görünüyor. Ömeğin "Ne kitaph Ne Khapsız'' başlığını taşıyan yazısında "yaşamımın tek yatınmı" dediği kitapla- nnı üniversite kıtaplıklanna bağışlarnış bulunuyor. Toplamı üç binı bulan kitap- lannın felsefe ile ilgili olanlan Hacette- pe Üniversitesi'nde öğretim görevlisi ola- rak yirmi yıldır çalıştığı felsefe anabilim dalı bölümünün kitaplığına, sanatla ilgi- li kitaplan ile müzik notajaraıı ve deıie- diği resimleri Anadolu Üniversitesi'ne, edebiyat kitaplannı da Hacettepe Üni- versitesi'nin genel kitaplığına. Bu dunıma ben üzüldüm. tsterdim ki sahip olduğu tüm kıtaplar ve sanat yapıt- lan bir yerde "Bilge Karasu Khaphğı ve Sanat DağaroğT adım taşıyacak bir bö- lümde, örneğin Hacettepe Oniversitesi ana kjtapiığının bir duvannda, ama bir arada ilgileneceklerin incelemesine su- nulabilsin. Bütün öteki kitaplıklanmız gibi Hacettepe Oniversitesi kıtaphğının da böyle bir uygulaması yokmuş; sadece aldıklan kitaplann kapağı içine Bilge Ka- rasu bağışıdır damgasını vurabilirler, sonra hepsi diğer kitaplaria harman edil- miş olarak kendi tasnif düzenlerine uy- gun yerlere yerleştirilirmiş. Yahıız Esla- şehir Oniversitesi kendilerine ge- lecek kitaplann ve resimlerin ko- nacağı yere Bilge Karasu bağışı olduğunu belirtecek bir levha da asılacağını bildirmiş. Yazık. Üniversite ve bu arada Gazetecilik Müzesi kitaplığı gi- bi bazı özel büyük kitaphİdar, be- nim önerdiğim uygulamayı be- nimseseler alacaklan bağışlar çoğalmaz mı? Bilgisayar çağın- da kitaplık işletmeciliği açısın- dan bunun herhangi bir zorluğa yol açması soz konusu olamaz. Ama kitaplar daha renkli, daha çekici mekânlar haline gelebilir ve bu bölümler birçok gence as- lında şöyle bir gezmek için kitap- lığa girmiş olsalar bile ilgınç gö- rünerek sahibi hakkında daha fazla bilgi edinmeyi, hatta bir araştırma yapıü ortaya çıkarma- yı ilham edebilir. Gelen kuşaklann, geçen ku- şaklara sahip çıkabilmesini ko- laylaşnracak bu gibi uygulama- lara ihtiyacımız yok mu? Bil- ge'nin yoluna koyma gayreti içinde olduğu başka bir güç iş ise kendi yapıtlannın ilerideki telif haklan- nın değerlendirilmesi ile ilgili. Birkaç ar- kadaşını bu işle görevlendirmiş. Istediği, 1963-64 yıllannda Rochefellerbursunun kendisine Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde bulunmak firsatını verdiği gibi, yazarlık ile ilgili olarak başan vaat eden kımsele- re, telif haklanndan oluşacak bu meblağ- lann elverdiği ölçüde, kendilenni geliş- tırebılmek için ıhtiyaç duyduklan bazı fırsatlann saglanması. Bence bu isteğinin de hukuki belgeler- le desteklenmesi halinde gerçekleşme- mesi için hiçbir sebep yoktur. Hatta onun başlatacağı böyle bir uygulama, sonra başkalannın da katkısı ile genişleyebılir ve birçok Bilge adaylanna hizmet verir hale gelebilir. Bence amaç bu olmalıdır. Bilge'nin sıynbnak isteğinin "sevgûerin- den, sevdiklerinden bile" ile ilgili kısmı ıse daha güçlü bir ırade gerektırdiği hal- de, onun da üstesınden geleceği görülü- yor. Geçen gün kedisi "Bryık"! ortalarda görmeyenler 'Nerede' diye sorunca; bi- raz mahzun 'Gitti' diye cevap verdi. Çok önceden kararlaştınlmış olduğu gibi, asıstanı almış götürmüş, Sonra emin el- lerde olduğunu bilmenin huzuru içinde ekledi: 'İyi imiş. Yeni evinden memnun- muş.' Bu durumunda bile, olabildiğince verici bir sevgi yeteneğine sahip olduğu- nu sergıleyen Bilge, işte kedisinden de aynlabilmişti. Ancak onun sevgi pınanndan beslenmenin tadını almış olan dostlan, onunla iletişim kurmaktan yoksun kalmak istemedikle- rinden yanından aynlmaya so- nuna kadar direneceklerdır, kuşkusuz. Nar ile Incire Ga- zel'de Bilge'nin sevgi yetene- ği şu satırlarla sergileniyor: "Kokularun, seslerim, gö- rûntülerim, anıianmsın sen benim. Dokunduğum, okşadı- ğım, en gizfi tadını tatüğun- sm»" "Seni la>-anta kokan bir sa- bunda; bir kavun diliminde, açık, uçuk gümüş rengi bir ço- rapta: bir yasemin dannda; adım bilmediğim. bilmcmek- ten utanç duyduğum halde öğ- renmek istemediğim, tek bikli- ğûn görünüşüne bakılırsa tu- tulayla bir hısımuğı olması ge- rekrigi sabun kokulu, el büvük- lüğünde, fildişi renkli bir çiçe- ğin açılışında; yıkık kemerler- de uyuklayan kedilerde; gece- nin soğumuş kumunu döven, patlayan dalgalann sesinde, günün ilk ağırosında-karanlık saatler boyunca da- ğıOp durduğun vatağında sabahın serin- Bği çıplakhğma işlemeye başlarken-uyan- maksızın, omuzlanna doğru çektiğm, ör- tündüğün bir çarşafin ınk, ak mutiulu- ğunda bulacağım; dirim içimden çekile- siye-." Bır ağır hastalık ister istemez bır son ayrüık olasılığı çağnştınyor. Bilge o son hakkında da şunu söylüyor: "Evet_ ölen ile ölünmediğini herkes bir gün öğrenir. Ama eksilerek, azalarak, sakatlanarak, bir yeri koparak yasand^ınLJ' Bir de üs- telik, örneğin benim dünyam nıcedir hep tenhalaşıyor. Oysa dünya nüfusu korkunç bir hızla artıyormuş, kime ne! Gidenle- rin yerleri dolmuyor ki! Yas, geride ka- lanlann içine dolan özlemin yansıması hiç kuşkusuz. Son, acaba bu tür özlem- lerin bir yenisine artık yer kalmayışının da mı bir nedeni? Bilge, gidenler hakkında bir yazısında 3200 yıh aşkın bir süre öncesine ait ol- duğunu belirttiği bir papirüs üzerinden aktanlmış şu avuncu sunuyor ".-Insan ölür. gövdesi yeniden toz olur, benzerlerinin hepsi toprağa döner yeni- den; ama kitap. anısımn. ağızdan ağıza fle- blmesini sağlar. Bir kitap sağlam bir ev- den yeğdir, ya da Batı'da bir tapınaktan, bir kaleden de yeğdir." Bilge'nin hasta yatağındaki metaneti- ni, vakannı, sevecenliğini izledikçe. Bil- ge, son geldiğinde, sonsuza emanet ola- cağını bilmenin huzuru içinde, diye dü- şünüyorum. Cumhuriyet benden Bilge Karasu'yu anlatan bir yazı istedi. Bu, kırk yıh aşkın dostluğumuzu gözden geçirerek kımi amlanmı yeniden yaşamama vesile ol- du. Bunun için Cumhuriyet'e teşekkür ederim. Isteğı yerine getirmek için elim- den geleni yaptım. Ama anlatabildim mi? Daha söylenecek ne kadar çok şey var. Bilge, yazılannın bir yerinde, "Bir ada- mı anlatmaya kalkarsnuz ya, ANLATA- BİLMEK başanlması güç bir iştir." der. En iyisi Bilge'yi kendi kaleminden, ilk elden tanımak. Ben bu yazıda kitaplan- nın yalnız son çıkan ikisinden alıntı ve- rebildim.. Kıtaplannın tam listesi ekte. Yayınlan: Troya'da Ölüm Vardı-1963, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı-1970, Göçmüş Kediler Bahçesi-1979, Kısmet Büfesi-1982, Gece-1985, Kılavuz-1990, Ne Kitapsız, Ne Kedisiz-1994, Narla In- cır'eGazeI-1995. Çevirileri: Ölen Adam-1962, Sessiz Ölüm-1966, Peter Pan-1966, Dr. Martina Bella'nın Ölümü. YAZIODASI SELİM İLERİ Ne Şarklı Ne Garplı Doğu ve batı üzerine yazıp çizmiş Ahmet Hamdi Tanpınar'ın bu çabası, yaşadığı dönem süresince pek anlaşılamamış, hatta önemsenmemiştir. XIX. Asır Türk Edebiyatı TarihPnde kültür gömleği değiş- tirmenin sancılan adım adım duyumsanabilir. O ka- dar ki, eşsiz eserin yazan bile zaman zaman tered- düte düşmüştür. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın özel defterleri öteden beri merakla bekleniyordu. Bekleyenler, elbette yal- nız edebiyatseverter. Türkiye'de Tanpınar gibi büyük biryazann yaşamış olduğunu bugün acaba gerçek- ten kaç kişi biliyor, algılayabiliyor... Irili ufaklı özel defterleri, yakın çağ edebiyatımıza uçsuz bucaksız hizmeti geçmiş Inci Enginün'le Zey- nep Kerman, yıllardır değerlendiriyorlardı. Zeynep Kerman'dan dinlemiştim: Huzur romancısı kişisel defterine duygularını, düşüncelerini, görüşlerini es- ki yazıyta yazmış. Aynca aynı sayfada değişik zaman- larda kaleme alınmış satırlar yan yanaymış. Bu defterlerden birini görme fırsatı buldum. Eski yazımızı bılmiyorum ama, Tanpınar'ın öyle okunaklı yazmadığı anlaşılabiliyor. Harflerden içsel fırtına çı- kıyordu. Sayfa kenarlannda önceki satırlara dikey başka satırlar yazılmıştı. Inci Enginün, epey zor sökülmüş yazılan şimdi bö- lüm bölüm Dergâh dergisinde yayınlıyor ve Tanpı- nar'ın yazdıklan yine iç yakıyor. lleride, sanınm, ince ama çok öziü bir kitap oluşacak. Dergâh'ın 64. sayısında Tanpınar, Melih Cevdet Anday'ın bir yazısından yola çıkarak, doğululuk ve batılılık üzerinde duruyor. Bu notlar, bu keskin dilli çi- ziktirmeler 1960 sonrası kaleme getirilmiş olacak. Melih Cevdet'in hangi yazısından söz açıldığını bir türiü çözemedim. Tanpınar şöyle yazmış: "Melih Cevdet'in makalesi ûç sûtun. Bütün me- se/e, iki ayn kültürümüz olabilir mi! (...) Mesele hiç de yersiz değil. Hakikaten konuşulabilir. Fakat sof- taJığın dışında. Halli ne kadar basit halbuki. Hem şarklı, hem garplı olabilir miyiz? Elbette hayır. Fakat garplı bir şarklı olabiliriz. Şark bizim şimdilik çektiği- mizdir. Ve galiba da uzun zaman öyle kalacaktır. Hü- viyetimizden milletçe çıkmak imkânımız olmadığına göre kabil değil." Anılan yazı, öyle sanıyorum ki, Melih Cevdet'in Doğu-Batı (1961 j kitabında yer alan denemelerinden biridir. Orada "ifdcikültür" endişesiyle konuşan Me- lih Cevdet görülür. Tanpınar, doğu ve batı seçenekleri konusunda, cumhuriyet aydınlan arasında hayli farklı bir tutum sergilemiştir. Bir aşk çevresinde dönenir görünen ünlü "Yaz Yağmuru" hikâyesi bır de bakarsınız, kül- tür gömleği değiştirmenin derin huzursuzluğunda odaklanır, büyük yangında kavrulup gitmiş mazi, bel- lekte yaşayakalmıştır. Kabul etmek gerekıyor ki, yaşadığı dönem, pek öy- le düşünmüyordu. Aydın batıdan umudunu kesme- mişti. Ziya Gökalp'in Kurtuluş Savaşı'nın sonunda Halide Edib'e söylediği bir söz vardır: "Bu doğu mefkûresi denilen şey de ne olur, Halide Hanım? Türk'ün mukadder olan kültüründen bu bizi uzaklaş- tırmaz mı? Türk, Orta Asya'dan geldiğigünden be- ri yüzünü batıya çevirmiş değil mi?" Bu söz, henuz hükmünü koruyordu. Üstelik Ziya Gökalp'in ülküsü- ne oranla çok daha incelmiş, anlamla donanmış, zengin kılınmıştı. İşte o ortamda Tanpınar, bambaşka sorunlara de- ğinmektedir: "(...) şarkı bilmeyen ve bizi en basit unsurlanmız- la tanımayan bir ınsan, ne dereceye kadar kendisi- ni -Tün\ mılletini inkâr etmek şartıyla- hakiki münev- veraddedebilir?(...) Tesadüfen Dede'y/ tanımıştım. Insanlığın ayn bir yüzü olduğunu öğrenmiştim. Yu- nus diye bir şairim, Naci dıye acayip bir şairim var, o halde niçin bilmiyorum!.. Bilmesem rahat edebi- lir miyim!.. Ve mesele kendi kendime, oh bugün bu Dede Efendi'yi de unuttum, yann da Krfden kurtul- sam.. Diyebilir miyiz? Dememiz doğru olur mu?" Belki en acıklı olan şu: Dünün, yüzünü batıya çe- virmiş aydını da Dede Efendi'yi, Yunus'u ve Itrfyi, bu- günün insanlanndan çok daha fazla biliyor ve belki de seviyordu. Tanpınar'ın tedirgin sorulan nihayet yanıtsız kaldıkça "insanlığın ayn yüzü" büyük ölçü- de silindi. Bugün sadece silik hayaller üzerinde ko- nuşabiliyoruz. Artık ne şarklı ne garplı, ne de "garplı bir şarklı" olabiliyoruz. Hayatımızı her anlamda belirieyen mo- dalar, bambaşka güçlerin denetımi altında. Doğu-ba- tı tartışması bile sona erdı. Çünkü günün insanı ne doğuyu, ne batıyı kavramak istiyor. Ona uyarlan-n ve öğretilen, gelgeç değerler ya da değer görünü.. ı- lü değersızlıklerle bır ömür tüketmek, ömür tüketti- ğinin ayırtında olmamak. Bugün Yunus'u ya da Montaigne'i değil, Tar- kan'ın Amerika'da yabancı dil öğrenip öğrenmedi- ğini, Mirketam'ın nereye koştuğunu merak ediyoruz. Tarkan yabancı dil öğrense ne olacak, Mirkelam'ın nereye koştuğunu çözsek ne olacak? Bunu düşün- müyoruz. Dörtbir yanımızı kuşatmış alevler umuru- muzda değil. Yanıyoruz, umurumuzda değil. Avrupa Gençleri'nin Tıyatro ANKARA (ANKA) - Ankara 95 Sanata Evet projesinin 3 etkinliğınden biri olan "Avnjpa Gençleri'nin Tiyatro Buluşması"çoşkulu başladı. Avrupa'nın 21 ülkesinden 210 gencin katılımıyla ODTÜ Mimarhk Fakültesi'nde kurulan Uluslararası Panayır'da oyunlanm sergileyen gençler aynca her ülkeden bir kişinin katılımıyla oluşan bır grupla 15 gün boyunca "Sanata Evet" temasını yorumlayan çalışmalar gerçeldeştirecekler. Gündoğan 1. Kültür ve Turizm Şenliği BODRUM (A.A.) - Muğla'nın Bodrum ilçesine bağlı Gündoğan beldesinde düzenlenen 1. Kültür ve Turizm Şenliği 21-23 Temmuz günleri arasında yapılacak. 3 gün sürecek şenlikte kültür, sanat ve spor gösterilerinin yanısıra paneller de yer alacak. Şenliğin ilk gününde, Yazar Hidayet Karakuş ve Aydoğan Yavaşh'nın imza günleri, halk oyunlan gösterileri, plaj voleybolu turnavası, dans gösterileri yapılacak. lkinci gün ise "Çevre ve Turizm" konulu panelın düzenleneceği şenlikte son gün de çeşitli geziler ve spor müsabakalan gerçekleştirilecek. Alaaddin Cami 17 Yıl sonra ibadete açıbyor KONYA (A.A.) - Zemindeki kayma nedeniyle, 1978 yılında ibadete kapatılan tarihi Alaaddin Cami, yeniden ibadate açıldı. Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, Selçuklular döneminden kalan ve 800 yılhk geçmişe sahip Alaaddin Camii'ne zemin güçlendirme çalışmalan yapıldığını, kayma ve çökmeye karşı tamamen koruma altına alındığını belirterek, bugüne kadar çalışmalar için 25 Milyar TL harcandığını ifade ettıler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle