28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 HAZİRAN 1995 PAZAR 14 KULTUR Michelangeli, bir piyano soyhısuydu MORDODİNAR Sahneye girişi, ağır ağır ve biraz da yor- gun ve çekıngen adımlarla piyanoya doğ- ru ilerlemesi, melankoli dolu bembeyaz yüzû ile dinleyıcilen hafifçe selamlaması ve bir müddet cıddi ve dik oturduktan son- ra çalmaya başlaması. başlı başına bir te- . vazu veefendilıkgösterisıydı. Karşımızda- ki, bu asnn müzik ejderhalanndandı. _' 10 konser üzerinden 8' ini son anda iptal eden. her konseri bir hadise olan, salonun 1 izdihanundansokaklara kadar taşanvetra- fîk sorunu yaratan halk sevgilisi. efsanevi "" piyanist ArturoBenedettiMichelangeliidi. Herkes bılırdı: pıyano kendı evınden ge- "M tirtilmişti, başka hiçbir piyanoda çalmaz- dı, berabennde akortçusu da ttalya'dan gel- miştı, başka hiçbir akortçuyu piyanosuna -r yanaştırtmazdı, konserden en az iki saat . önce kendisi bizzat gelıp piyanoyu kontrol ,', edip hiç bir eksiği olmadığıru saptamıştı (olsaydı zaten çalrnaz, gıder ve eski skan- •f dallannabiryenisinıeklerdi). Kendileribi- ' rer abide olan Rubinstein'ın "Ondan öğ- reneceğim o kadar sey var ki" dedıgı, Glenn • Gould'un "Bu neslin en büyüğü" olarak - tanımladıgı Mıchelangeli'ydı. Şansımız • varmış, kendi konsenne gelmışti. ^ Mıchelangeli'nin pıyanist ve müzisyen olarak ispat edeceği hiçbir şeyı kalmamış- ( n. Böyle bir kaygıdan çoktan beri annmış- tı. Bu içine kapanık, hiç kimseye ruhunu açmayan, hatta hiç kimseyle konuşmayan v adam, az sonra, bizlen kendi dünyasına alacak, şahsiyetınin en derin, en mahrem, c ' en ücra köşelerine çekecek ve bu arada, !"• müzik denilen bu lugatsız lısanda, harika- -' lar diyanndakı bütün gûzellıkleri anlata- '< caktı. Gösterdiklerinin güzelliğı yanı sıra. _ı' bir de mükemmelıyette olup, nerde ise An- r, vers'teki pırlanta yontucuîannı utandıra- _r cak şeflFaf ve pürûzsüz elmaslan önûmûze serecekti. Tekniğe son derece hakim •' KJavyenin karşısında dimdik otunıp hıç- *' bir beden hareketi yapmadan, haletı ruhi- yesinin ne olabileceği hususunda hiç ipu- i7 cu vermeyen, yalın yüz ifadesinde pek na- ı diren bir heyecan belirtisi gösteren bu ı.ı adam, dinleyicileri öyle bir sesler deryası- -K nın içine atacaktı kı, sırasına göre herşeyı silip süpüren azgın dalgalar veya beraber- ce çalan 100 orkestranın sonorite kütlesi- nin altında ezıldiğiniz gibi az sonra hafif- çe okşadığı tuşlarla en ince tüllerin arka- • sında gızlenen cisimler, renkler, gölgeler, hatlar kanşunlan ve bunlann yavaş yavaş • kaybolup başka şeylere büriindüklerini v gösterecektı. Bu bir büyü ıdi. Tekniğe bu derece hakım olması, nerde ise tekniğin ın- * kan manasına geliyordu. Piyanıst onu yo- - ketmişti. Sanki baştanben böyle hiçbir -, problemi olmamıştı. Hûrdü. Hür olduğu için de esenn özûnü derinlemesıne düşün- ^ müştû. Düşünmüştü, kafasıyla, kalbiyle ve de estetik kıstaslanyla. Sıhir, bu üçgenın ûzerinde kurduğu mutlak kontrol ve haki- '' miyette idi. Romantiktı. Pek ala! Fakat ah- ^ vah'lı tipınden değıl. -Mağrur ve hissiya- " tını işportada gösterenlerden değil. Ve bu " aakimryeti bir an olsun elindenbtrakınadı- -> ğı içindir ki eserin hem ünitesi hem de mi- .- mari yapısı kendiliğinden meydana çıkı- ., yordu. Bach-Busoni'nin Chaconne'unu ondan dmlemek, bir pıyanonun nası1 ve neden bir orkestraya veya bir org'a dönüştüğûnü göz- lerinızle (yanı kulaklannızla) görmekti. Seslerin bu organıze magma sının içinden bir strüktûr'ün nasıl ve neden çıktığına şa- hit olmako. Bu müthış ve acımasız fırtına- nın kontrolü onda ıdı. Dizginlerin tümü onun elindeydı. Dilediği anda tabıatın hırçın elemanla- nnı kırbaçlayıp ayyuka çıkanyor ve az son- ra onlann minnicik ve ıtaakâr bir kedi gi- bi mınldanmalannı da temin eden o idi. Bunu yapmak başlı başına bir mucize idi. Fakat asıl mucize, bunun arkasındaki este- tik tercihler ve kararlar idi. Tabıi kı yorum vardı. Fakat. daha mühimi, stil vardı. Sanata yaklaşımdaki asaleti vardı. Bunun içindir ki, ondan sonra ciddı pıyanistler bu esere dokunamıyor \ e konser programlannda da bir mutluluk ve -tabire müsaade edilsin- estetik bir orgazm yaşanıyordu. Bunun içindir kj burada dahı, cıddi piyanistler bu eserlere artık dokunamıyor ve konser prog- ramlannda veya yeni plaklarda pek rastla- namıyor. Standardı çok yükseltmiştir, çıta- yı çok yükseklere ayarlamıştır, kimse yeti- şemiyor. Bilinmeyen bir inancın ayini Brahms da öyle. Esenn özüne dahş ve Brahms'ın çatlak harmonılen, uçurumlu hüznü ile Kuzey Avrupa'nın rutubetli ve karanlık ormanlannda yeşeren efsanelerin- den esinlenen esrarengız, kederli ve gizem- lı hava. Bunu bu şekılde anlatmak için, ûze- nnde çok düşünülmûş olması gerektiği gi- bi metnin esaretinden de kurtulunmuş ol- ması da gerekiyor- artı, hiç eksilmeyen asa- letli bakış açısı. Bunlar olmasa, ömeğin, Brahms'uı Iskoçya Ballades'lannı çalmak vakfetmeyi şeref ve mutluluk sayan dûnya güzeli kadın hayranlan, dûnya akıllısı sa- natkârlara, nezaket sınınnda mesafeli dav- ranır ve kendisinin kurduğu bu kafeste mağrur ve tek bir kaplan gibi yaşardı. Dört yaşında kemana başlamış, sonra- dan piyanoya merak sarmış, doğduğu Bres- cia'da. Ardında, doktor olmak için tıp tah- sıli, pilot, otomobil yanşmacısı. kayak me- raklısı, motor fabrikasında ışçi, vs...Cenev- re Piyano Müsabakası'nı kazandığı yıl. Monza otomobil yanşmasını da kazanmış- tı (Mille Mıglıa olarak bilinen bu yanşma- yı üç yıl arka arkaya kazanmıştı). Piyano müsabakasırun jûrisınin başkanı Paderews- Irî idi ve kendisi dahil jûrinin tüm iiyeleri ayakta onu alkışlamışlardı. O gûn çaldığı Ravel' in "Gaspard de la Nnif haâlâ bugûn bile, elli sene sonra, bir referans yorum sa- yılıyor. Müşkülpesentliğın ötesinde giden mü- Cl.At IIK 1>KBISS> PRELUDES-Livrel Anuro Bcncdmi Michclangei SCHLMANN: CARNAV\LOP9 O ı buna pek rastlanılmıyor. Debussy'de, piya- nistin tutumu aynı idi. Seçtiğı eseri gûnün haletı ruhiyesine göre değil, verdiği este- tik kararlara ve tercihlere göre çalardı. Za- ten, seçımin kendisi, artist'in, bu mükem- meliyetıyle, neyin peyinde koştuğuna ışık rutuyordu. Images'larda olsun, Prelu- des'lerde veya Chıldren's Corner'da olsun, fırça yerine, müzilcle ve sesler ile resim çı- zıyor, sesler bırbırlennin ûzerinde kayıyor, havada dalgalanıp yayılırken ve kaybolma- dan evvel başka sesler ve tonlar bunlara havada yetişiyor, bileşimler oluyor. tstan- bul'un bazı puslu sonbahar akşamlannda hatlann hayal meyal sezıldiği ve birbirine kanştığı manzaralan çağnştınyor. Notalar, mini-miligram ağırlıkta birbir- leriyle, nerde ise laboratuvar çalışması tü- rü, kanşımlar yapıyor ve kaybolup dagılı- yor, fizik kanunlan ile alay edercesine. Rü- ya ile uyanık halin arasındaki şuur ötesi manzaralar. Burada klavye, ressamın her tûrlü renklen içeren paleti, parmaklar ise ressamın firçasıydı. Sisley'in buğulu bir tablosu gözünüzün önünde vücut buluyor- du. Bu, sihirin ta kendisiydi. Sesler ve har- moniler ziyafetinin ötesinde, entellektûel belki mümkündür ama Mıchelangeli'nin dınleyicilerine zerkettiğı ve kendisinin de ıçınde bulunduğu huşuya erişmek müm- kün değıldır. Bu gibi anlarda bize yaşattı- ğı heyecanı kendisi de yaşıyor ve müzik, bız ve piyanist yekpare bir vücut halinde aynı büyünün içinde bulunuyorduk. Bu ka- dannı söyleyim ki Londra'da bunlan çalar- ken yanımda oturan çok mühim ve ünlü bir viyonselıst kulağıma eğılerek "Allah'uı yanında oturu>t)r'' diye fısıldamışn. Son nota havada dağıldıktan sonra Michelange- li dalgın dalgın klavye önünde bu- müddet kalıyor ve hepimız biliyoruz ki bu bır kon- ser değıl, bırşölen ıdi. Bilinmeyen bir inan- cın ayinı. O kalktıktan sonradır kı, alkış tu- fanı yüksehyor ve kendisi ağır ağır ve utan- gaç adımlarla sahneyi terkediyor, yüzünün rengi biraz daha beyaz. Alkışlar sürdükçe tekrar aynı şekilde geliyor ve sanki kerpe- ten ile aynlan ıki dudagmdan zorakı bir te- bessüm başlangıcı süzülüyor, hafıf bir se- lam ve hayaletgibi gıdişi. Kimse ile konuş- maz, gazetelere beyanat vermez, televizyo- na kesinlikle çıkrriaz. galalarda bulunmaz (kendisirun şerefine verilenler dahil), mün- zevi ve kendi halinde yaşar. Hayatlannı ona kemmelliyet arayışı ve kaygısı onu hem kendı meslektaşlanndan uzaklaştırmış hem de diskografisinin pek mezbul olma- masını gerektirmiştir. Beethoven'ın 32 so- natuıdan iki veya üçünü seçer, onlan bir ku- yumcu aşkıyla temizler, knstalleştirir ve çalar. 9 yıl fist üste konser iptal etti Schubert'ın sonatlanndan bir ikisını se- çer ve nadıren çalar. Ondan herhangi bir "lntegrale"ı beklemek beyhudedır. Brahms'tan. Schumann'dan. Mozart'tan bırer eser seçer ve onlan bir pırlanta hali- ne getirdıkten sonra erişilmesi mümkün ol- mayan bır düzeyde çalar ve bu çalışta bü- tün diğer disiplinlerdeki kültür bırikiminın bır konsantresı bulunur. Plak şırketlennin, tavsiye şeklinde olsa dahı. kendisıne her- hangi bır telkinde bulunması mevzuuba- his değil. Neyi ne zaman plağa alacağmı kendisi seçer ve kabul ettırir. Ve burada da- hı kendi piyanosu olacak, kendi akortçusu olacak. yanında kansı olmadan seyahat et- meyen akortçunun kansı da orada olacak ve bütün bu şartlar yenne getinldikten son- ra yine de o gün canı çalmak istemiyorsa ortalardan kaybolacaktır. İptal ettiği konserler, verdiği konserler- den kesinlikle fazladır. Bir defasmda, 9 se- ne arka arkaya Londra'daki konserleriru ip- tal etmişti. Onuncu senede konsere nihayet gitti ve ertesı günü Ingiltere'nin en ünlü eleşürme- nie makalesıne şöyle başlamıştı: 9 sene bekledik, ama değdi. Bütün konserleri si- gortalıydı ve fakat son Japonya turnesin- den sonra (ilk 3'ünü bermutat kaçırmıştı, akortçuya ve kansına ve Avrupa'dan getir- tılen piyanosuna rağmen- ki, Japonya, Ya- maha'lann ve Kawai'lerin memleketidir) hiçbir sigorta şırketie konserlerini sigorta- lamak istemedi. Fakat zannolunmasın ki, bu iptaller kapris ürünüydü. Daha fazla, Michelangelı'nin müziğe ve dinleyicilere karşı beslediği derin sevgi ve hürmetinden ileri geliyordu. Herhangi bir sebeple piya- nosu istediği tınıyı vermiyorsa (rutubet, nakliyat bozukluğu, irtifa, mekanik gevşe- me, vs...) veya o gün herhangi bir sebeple piyano çalmak içinden gelmıyorsa, buna rağmen programlanmış konserini venneyi, dınleyıcilerine karşı yapabıleceğı en bü- yük saygısızlık, terbiyesizlik, hatta suç sa- yardı. Piyanosıınu haczetmek, vahşetti En güç günlerinde bile -onun da herkes gibi paraya ihtiyacı vardı. hayatıru kazan- mak mecbunyetı vardı- bu noktalarda hiç- bir ödün vermedi ve bundan dolayı sayısız tazminat davalanna muhatap oldu. En meş- hur vak'a, Milano Vergi Dairesi'nin ona kestiği tarhiyattı. Michelangelı bunu fazla ve haksız gör- düğü için ödememiş veya eksik ödemiş, Vergi Dairesi de bir gün gelip ev eşyasını ve bu arada piyanosunu haczetmışti. Onun nazannda dünyada her şey, her kötülük ola- bilırdi fakat piyanosunu haczetmek vahşe- tin ta kendısiydi. Anında, o gün, Italya'nın barbar bır memleket olduğunu ilan ederek bir daha oraya ayak basmamak üzere lsviç- re'ye gidipyerleştı. Skandalın aldığı boyut üzerine en mühim şahıs ve müesseseler müdahale ederek kendisinden özürler dı- lendi. Milletvekıllen işi parlamentoya kadar götürdüler. Maliye Bakanı resmen üzüntü- sünü bildirdı, memlekete geri dönmesi için her türlü ve her seviyede müdaheleler ol- du, parlamento bir kanun çıkartarak vergi- yı sildi. Hiçbin tutmadı. En nihayet, ltalya Devlet Başkanı kansınıLugano'yagönde- rerek ltalya'ya dönmesinı rica etti. Yine de dönmeyince. bu kez Vatikan'da bir konser düzenlendi (bilindiğı gibi Vatikan ayn bir memlekettir) şöyle ki oraya gitmek için ltalya'dan geçmek gerekecekti. Ne var kı, öfkesı hâlâdevam ettiğuıden, Vatıkan'a git- mek için Itarya'dan geçmeden helikopter ile Vatikan'a gidıp dönmeyi şart koştu. Ve de öyle oldu. Programın tümü Debussy ıdi. Birçok memleketten dınleyiciler akın etmişti. Bugün, hâlâ, o konser neredeyse müzik mitolojısme girmiş bir konserdır ve belleklerden sılineceğe de benzemiyor. Ar- turo Benedettı Mıchelangeli 15 gün evvel Lugano'da ölmüştür. Bir otantik ve asil müzik devi göçmüştür. Dostumdur. Bütün dünyada sanat çevreleri yas tutuyor. Bizim gazetelerin hiçbinnde, haberkabilinden ol- sa dahi, bir satır çıkmadı. & • O C A 2 / r M A L I *, A N E l E KI DUŞLERI GERÇEKLEŞEN İSTANBULSEVERLERİN İİYOĞUN İLGİSİNE TEŞEKKÜR EDİYORUZ! Bogaziçi Malikaneleri, satışa sunuldugu ilk günden beri seçkin bir alıcı kitlesinin yogun ilgisiyle karşılaştı... Düşlenen İstanbul'da standartlarüstü bir yaşam sunan Bogaziçi Malikaneleri'nde I. Kısım olarak saaşa sunulan 430 malikanenin tamamı seçkin sahiplerini buldu. Bu öncü dostlanmıza Sinpaş'a gösterdikleri büyük ilgi ve güvenden dolayı teşekkür ediyoruz... "Akıllı Konutlar"ımızın bir süre sonra başlayacak yeni kampanyasında* buluşalım... * 162 m ve 138 m bahçe dublekslerle, 113 m ve 84 m~ malıkanelenmız tamamen satılımştır Yeni kampanyamızda 270 m ve 231 m ha\uzlu*saunah çatı dublekslerle, 136 m ve 128 m2 maLkanelenmız sacışa sunulacaktır. Buyukdere Cad. No 58/18 (Oıt.8/9,80290 Mecidiyckoy, lıonbul Tel (0212) 288 68 68 (4 hat). (0212) 275 41 50, 274 02 10 (Pbx) Fzx:(0212)273 04 69 YAPI ENDÛSTRISi SAN ve TIC A Ş Kübalı ozan Jose Marti'nin adını taşıyan bir dernek kuruldu İki uzak ülke arasında bir köprü Kültür Servisi - "Jose Marti Dostian Kültür Der- neği"; kurucu iiyeleri ve Kü- ba'nın Ankara Büyükelçisi Jorge Castro'nun da katılı- rruyla gerçekleşen bir top- lantıyla başına tanıtıldı. Aralannda Saim AkçıL, Burçay Anger, Engin Ayça, Semih Balcıoğlu, Ataol Beh- ramoğlu. Sczer Duru, Aydın Engin, Okta> Ekinci. Halö Ergün, Kemal Gökhan Gür- ses, Şaban Iba, Rasih Nuri tleri, Erhan Karaesmen, Hüsamettin Koçan, Tamer Levent,Adnan Özer,AIi Sir- men, Zafer Şahin, Rekin TeksDy, Biltin Toker'in de bulunduğu 67 kurucu üye tarafindan kurulan dernek, iki uzak ülke, iki uzak kıta arasında bır kardeşlik ve ba- nş köprüsü kurmak amacını taşıyor. Kurucu üyelerden Biltin Toker'in konuşmasın- da Kübalı ozan ve Latin Amerika'nın bagımsızlık kahramanı Jose Marti'nin 100. ölüm yıldönümünde onun adını taşıyan demeğin tüzüğünün kurucu üyeler ta- rafindan onaylandığıru açık- ladı. Derneğin amacının önce- likle Jose Marti "yi tüm yön- leri ve yapıtlanyla tanıtmak olduğunu belirten Toker, "Jose Marti'nin anavatam olan Küba'nın kültürünü değişik dönemierin ürünle- riyle halkımıza sergüemeyi amaçlıyoruz. Ancak derne- ğimizin amacı bununla sınır- b değildir. Jose Marti'nin kültür ve sanat yapıtlan üze- rindeki etkisini Latin Ame- rika boyutunda ele almakür. Yerjüzünde olavlann gelişi- mi. sürekli ve kafaa banşın devlet adamlaru politikacı- lar ya da bürokratlar gibi devleti temsil eden kişiler eiiyle gelmeyeceği açıkhk ka- zanmıştır. Sürekli ve kaucı banş, toplumlann gekceğin- den kaygı duyarak örgütle- nen demokratik idtle kurum ve kuruluşlanrun çabasr> r la gerçekleşecektir" dedi. Küba'nın Ankara Büyü- kelçisi Jorge Castro ise ko- nuşmasında Küba ve Türki- Kübab ozan ve Latin Amerika'nın bağımsızhk kahramanı Jose Marti'nin heykeüeri Havana'daki tarihi mev danlan süslüyor. ye gibi coğrafik olarak bir- birinden uzak, kültür ve adetleri farklı olan halklan birbirine yaklaştırmak gibi bir amacin gerekliliğine inandığını belirtti: "Latin Amerika ve Türk halkımn tarihi, aynı hürriyet, ege- menlik,sulh ve adalet aşkma bulaşmış ve bu prensiplerin savunmasi için uzun süreli bir mücadele dönemi geçir- mişlerdir." KOŞEBENT ENİS BATUR Deneme ve Eleşöri Çevirisi Cumhuriyet'teki son yazılanndan birinde, Memet Fuat, Özdemir Ince'nin bir yazısından hareketle, edebiyatımızdan yabancı dillere yarjılan çevirilere değiniyor, deneme ve eleştiri türferinde neden çev- rilen örneklere rastlamadığımız sorusunun ûzerinde duruyor. Her şeyden önce şunu söylemek gerekiyor Al- manya'yı saymazsak, Türk Edebiyatı'nın hiçbir dil- de, ülkede genel olarak tanındığını ileri süremeyiz. Biredebiyatın genel hatlannda tantnmış olması için, o edebiyatın çeşitli dönemlerinden farklı anlayışta temsilcilerin yapıtlannın çevrilmesi gerekir. Biz, In- giliz edebiyatını tanıyoruz sözgelimi: Chaucer, Sha- kespeare, Bacon, Defoe, Dickens, Shaw, Wilde, Hughes, Larkin, Ackroyd gibi çeşitli dönem, tür ve anlayışlardan yazarlann yapıtlan Türkçeye aktanl- mış, antolojiler hazırlanmış, Mina Urgan'ınki başta olmak üzere incelemeler kaleme alınmıştır. Türk edebiyatının bir başka dilde, ülkede tanınma- SJ için de bu koşullann gerçekleşmesi, süreğen kı- lınması zorunlu görünüyor. Yunus Emre, Hâşim, Sart Faik, Nâzım, Melih Cevdet, Dağlarca, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Yusuf Ablgan, Nedim Gürsel, Orhan Pamuk, Inci Aral, Ferit Ed- gü, Bilge Karasu, ilhan Berk Fransızcaya çevril- miştir zaman içinde; antolojiler hazırlanmış, bazı der- giler özel sayılar yapmış, birkaç inceleme kaleme alınmıştır: Neki, bütün bunlaryanyana getirilmemiş- tir, bir dizide ya da bir yayınevinde: Hiçbir kitapçıda Sart Faik'in, Orhan KemaFin, hatta yayımlanalı çok olmayan Ablgan ya da Berk'in kitaplannı bulamaz- sınız. Tanınan, daha çok, tek tek yazarianmızdır yurtdı- şında: Yaşar Kemal, Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, Nedim Gürsel, bir ölçüde de Orhan Pamuk ve Lâ- tife Tekin. Öteki örnekler, çoğu kez bir ya da iki dil- de, kısıtlı bir çevre tarafindan keşfedilecek biçimde yayımlanmışlardır. Bir ülkenin edebiyatı, sınırlannın ötesinde, genel- likle şairieri, öykücüleri ve romancılaryla tanınryor önce. Bizde de böyle değil mi? Hermann Hes- se'nin önce romanlanyta tanıştık, sonra şiirleri çev- rildi, sıra -umanm- birikisi dergilerimizde çıkan gü- zelim denemelerine sonra gelecektir. Deneme ve eleştiri hemen hep arkadan gelir. Bizim edebiyatımızın yurtdışında en az tanınan yönü de budur. Nermi Uygur'un, Salâh Birsel'in, hatta Ataç'ın bilebildığım kadanyla tek bir yaprtı yoktur yabancı dillerde. Çevirmen sayısı zaten çok azdır ya, onlann da şiir ya da roman ûzerinde çalış- mayı yegledikleri ortadadır. Bir düzey sorunu gör- müyorum ben: Nermi Uygur, Mind ya da Kant-Stu- die gibi çok önemli dergilerde yayımlanmıştır. Ama çevrilmemiştir: Doğrudan doğruya o dillerde yaz- mıştır. Tahsin Yücel, Nedim Gürsel için de aynı du- rum geçerlidir. Deneme çevirmenin bir güçlüğü, türün ticari özel- liklerinin zayıf olmasrysa (yurtdışında da yayıncılar bu türe mesafeli kalmayı yegliyorlar), bir başka güç- lük de çeviri tekniği açısından doğar: Deneme çe- virirken, bağlamı aydınlatan neredeyse bir eleştirel basım hazıriığına da soyunmak gerekir. Orhan Şa- ik'in Ahmet Rasim'i nasıl yayına hazırladığını anım- sayın: Her deneme için pek çok not düşmek zorun- luğunu duymuştur. Salâh Birsel Tarihi'riı yabancı di- le aktanrken haydi haydi bağlayıcı olacaktır bu: Ya- bancı bir okur nereden bılsin Ibnülemin'in kim ol- duğunu , Küllük kahvesinin ne (ve nerede) olduğu- nu? Nereden bulsun? Eleştiri konusunda Memet Fuat'tan çok farklı dü- şüncelertaşıyorum. Türkiye'de eleştirinin genel dü- zeyinin oldukça düşük olduğu kanısındayım. Baş- ka bir dile çevrilmeye değer pek az ürün çıkacaktır, o gözden bakıldığında. Bir kere, bizim eleştirimiz dünya kültürüne, yazı- nına yeterince açılamamıştır. Shakespeare, Cer- vantes, Dante, Goethe, Kafka üzerine özgün bir perspektif geliştiren eleştirmenimiz var mıdır ki Re- şat Nuri, Dağlarca ya da Oğuz Atay üzerine yaz- dıklan ilgi çekebılsın? Jakobson, Bahtin gibi Rus eleştirmenleri Rabelais ya da Baudelaire üzerine çalışırken özgün biraçı kurabildıklen ıçın Pasternak ya da Dostoyevski üzerine yaptıklan çalışmalann önemsenmesini sağlayabilmişlerdir. Bu bağlamda ya ortalama akademik bakışı zoriayamamış (Mina Urgan'ın Shakespeare, Adıvar"ın Goethe çalışma- lannı düşünüyorum), ya da eleştirinin ulusal çerçe- vede kalması gerektigine inanmıştır eleştiri dünya- mız. Doğru değildir bu: Shakespeare üzerine en öz- gün yorumlardan birini Çek Kott, Nietzsche üzeri- ne Ikbal, Kafka üzerine Deleuze-Guattari, Man- sur Dîvanı üzerine Massignon getırmemış midir? Ters yönde de acıklı sayılabilecek durumlarla kar- şılaşmıyor muyuz: Osmanlı dönemi mensurşiiri ko- nusundaki en kapsamlı incelemeleri yapan Kathle- en R.F.Burrill'dir. Biz bu çalışmayı bile Türkçeye çevirmiyoruz, hangi eleştiri örneğini başka bir dile çevireceğiz? 23.ULUSLARARASI İSTANBUL MÜZİK FESTVALİ BUGÜN: Atatürk Kültür Merkezi Büyük Saktn: 21.30 Tarihi Türk Müziği Topluluğu (solist: Ahmet Özhan) Atatürk Kültür Merkezi Konser Salonu: 19.00 Deftıe Yağmur Dai (piyano), Pelın Halkacı (keman), Ruhşan Apay (viyolonsel) Ayalrüıi Müzesi: 19.00 Iskoç Oda Orkestrası (şef: Sir Charles Mackerras, solist: Şefıka Kutluer) YARIN: Atatürk Kültür Merkezi Konser Salonu: 21.30 Türk Müziği Topluluğu Aya Irini Müzesi: 19.00 Tokyo Yaylı Çalgılar Dörtlüsü MISIPII yönetmen B-Tayyib öldü • KAHİRE (AFP>Yaptığı gerçekçi fılmlerle tanınan Mısırlı yönetmen Atıf El-Tayyib, cunıa günü 47 yaşında öldü. Kalp ameliyatından sonra geçirdiği kanama yüzünden yasama veda eden El-Tayyib, şimdiye kadar 17 film çekmişti. En önemli fılmi "Bus Driver"da Mısır toplumunun çürümüşlüğünü gözler önüne seren El-Tayyib, "The Innocent" adlı filmiyle de, Nasır döneminin siyasi suçlulannı ele almıştı. El- Tayyib'in çektiği son fılm "A Hot Night", yönetmene 1995 Kahire Film Festivali'nde en iyi yönetmen ödülünü kazandırmıştı. Louvre Müzesi'ne riyaretçi akını • PARİS (AFP)-Paris'teki ünlü Louvre Müzesi, tartışmalara neden olan cam piramidin girişe konulmasından bu yana, ziyaretçi akınına uğruyor. Son yedi yılda, müzeye gelenlerin sayısının iki kattan fazla arttığı bildiriliyor. 1988 yılında 2.8 milyon kişi tarafindan gezilen müzeyi geçen yıl 6.2 milyon kişi ziyaret etti. Yapılan istatistikler, Fransız halkının da müzeye daha çok ilgi göstermeye başladığmı ortaya koyuyor. Müzenin baştan sona gezilmesi, üç saat on dakika sürüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle