Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
26MAYIS1995CUMA CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
Moda âlemine buldozerle clalmak"înanılmaz bir yıldızlar şöleni. Moda
dünyasının büyülü LŞIIÜSL. Ydın en baştan
çıkancı filmL. Seks, açgözlülük ve iha-
w"gibisinden reklam cümlelenyle tanı-
tılarak gösterime çıkanlan, adıyla çelişen
çıplak ve tahrik edici kadın bedenleriyle
bezeli afişinin, bazı Fransız kentlerinin
'Refahcı' belediyelerince sansür edilip pa-
nolardan indirildiği, Kari Lagerfeid gibi
fîlmde aşın paragözlûlüğü ima edilen ba-
zı ünlü modacrlar tarafindan, öraeğin Al-
manya'da sinemalarda gösterilmesi yasak-
lanan olay film "Pret-a-Porter-Hazır Gi-
yim"i biz de seyretmek bahtına erdık so-
nunda. 70'ini yeni dönmûş, en son Ray-
mond Carver'in öykülerinden yola çıka-
rak çektiği unutulmayacak bir Türkçe isim
taktığıtnız (!) "Short Cırts-Sosyeteden İn-
san Manzaralan" başyapıtına övgü dü-
züp alkış tuttuğumuz. Amerikan sinema-
sının 'sjstem dışı' büyük ustası Robert Alt-
man'ın bu kez kamerasını moda âlemine
çevirip çekim aşamasından gösterimine
ve ünlülerin resmi geçit yaptığı oyuncu
kadrosuna kadar adından söz ettırerek tar-
tışmalara yol açmış son yapıtı, göz alıcı
panltılara sahip, tantanalı moda dünyası-
nın yaldızını kazıyor.
Çok kahramank, çok entrikah
Fincancı katırlannı ürküten gerçekçı ve
eleştirel gözlemlerini yine bol tarafindan
filme boca ederken işin estetik ve sanat-
zanaat yanını ihmal ederek dalgasını ge-
çen Altman ustanın bir kez daha baş ka-
rakterlenn yerine, country müzik endüst-
risinin ya da sinemanın kâbesi Hollywo-
od'un perde arkasını anlattığı "Nashvflfc"
ya da "Ovuncu" gibi çok kahramanlı, çok
entrikalı, önünde sonunda karakterlerin
öykü ya da öykûcükleri birbirine bağlaya-
rak kesiştiği, çeşitli türieri harmanlayan,
özgün tarzına yine sadık kaldığı "Pret-«-
Porter-Hazır Giyiın'', ABD'de yeterince
anlaşılıp değerlendirilmezken Âvnıpa'da
da pek beğenilmedi.
Özellikle Paris'ın köpek pisliğinden
geçilmediği gözleminin onurlanna do-
kunduğu, moda başkentinde olup bıtenı
bu sektörde 'yaşanan hazlara uzak kala-
rak'kurgulayıp hikâye eden Altman'ın, bu
kez ölçüyii kaçinp kıvamını tutturamadı-
ğı ve sonuçta son fılmini yer yer grotesk-
karikatüriimsü bir yamalı bohçaya çevır-
diği görüşünün hâkim olduğu Fransız
eleştirmenler tek yıldızdan fazlasını esir-
gediler Altman ustadan, ağız birliği et-
mişçesine.
Ne yani, asalağından modeline, tekstil-
cisinden tasanmcısına kadar moda dünya-
sinın insanlan sütten çıkma beyaz kaşık
mı? Bu sektördekilerin gizliden gizliye
birbirlerinin kuyusunu kazdıklan, sadece
kâr ve çıkar gözettikleri, başan uğruna her
yolu mubah saydıklan ve amansızca bir
rekabet yanşını sürdürdûkleri yalan mı?
Herkese farklı anlamlar ifade eden moda
nedir ki aslında? Ustaya göre 'ye kfirküm
ye dünyası!' kısacası.
Modacı ya da manken-model dendiğin-
de hemen göz önüne gelen orta malı ge-
nellemelerin çizgisinden sapmaksızın, bil-
dik değerlendirmelerden santim şaşma-
yan Altmafı bakışı, bu yaldızlı dünyanın
ahlak bakımından kokuşmuşluğunu. ben-
merkezliğini, hırsını, eşcinselliğini, sefih-
liğini. olanca rezilliğini içeriyor tabü ki.
Göbek bağıyla bağlı olduğu medyanın bü-
yük itici güç desteğinde gündemden hiç
inmeyen modayı ele alan Altman, aynı za-
manda moda endüstrisinin adeta reklam-
cıbaşısı gibi çalışan 'vüksden değerlerin'
"gölgesinde, özellikle gazeteciliğı iyice
obert Altman'ın moda
çevrelerinin tepkisini çeken son
filmi Istanbul sinemalannda SUNGU ÇAPAN
(Pret-a-Porter'Tleady to Wear)
Yönetmen: Robert Altman /
Senaryo: R. Altman, Barbara
Schulegasser / Kamera: Pierre Mignot, Jean Lepine /
Müzik: Michel Legrand ' Oyuncular: Sophia Loren,
Marcello Mastroianni, Julia Roberts, Tim Rubbins,
Kim Basinger, Stephen Rea, Anouk Aimee, Rupert
Everett, Forest Whitaker, Danny Aiello, Teri Garr,
HAZIR GİYİM Linda Hunt, Salry Kellerman,
Tracey Ullman, Lyle Lovett, Lauren
Bacall, Jean Pierre Cassel, Jean
Rochefort, Michel Blanc, Lili Taylor, Ute Lemper /
1994 ABD (Film Pop-WB) Maslak Mövenpick,
Harbiye As, Beyoğlu Fitaş, Etiler Akmerkez, Bakırköy
Avşar, Altunizade Capitol, Kadıköy Ocak
sinemalannda.
ayağa düşürmüş moda basınına da eleşti-
ri oklannı savuruyor fırsatını denk düşü-
rerek. "Hazır Gıyim", uzaktan çekilmiş
defileleri, podyumu, stilistleri, organiza-
törleri ve yaratıcılanyla moda kadar, dün-
yayı yönlendirip etkili olagelen moda ga-
zetecihği üstüne, gözde fotoğrafçılan, sı-
radan muhabirleri ve Vogue, Harper's Ba-
zaar, Elle gibi modanın borazanı sayılan
bazı popüler dergilerin, Altman'ın haşin
ve acımasız 'bakış'ından nasiplerini bol-
ca alarak neredeyse karikatüre çevrilmiş
kadtn yayın yönetmenlerine kadar tüm
moda basınına da ılışkin biryergi fılmi ay-
nı zamanda.
Geleneksel Moda Show'u...
Moda çevrelerince her yıl merakla betc-
lenen Paris'teki geleneksel hazır giyim
güz-kış koleksiyonu gösterisini fon olarak
alan film, belgeselle kurguyu kaynaştıran
biryaklaşımla, bu tantanalı gösterinin per-
de arkasıyla başlıca kişilerinin birtakım
yan öykücüklerle gelişerek birbirine bağ-
lanan, oturaklı bir dramatik yoğunluğun
yerine gevşek bir yapıda sanp sarmala-
nan hikâyesini anlatıyor, artık bildık 'çok
kahramanh, çok entrikalı
1
Altman tarzıy-
la. Boğazına yağlı bir parçanm kaçmasıy-
la, trajikomik bir biçimde ansızın limuzı-
ninde ölüveren hazır giyim derneğinin
güçlü kudretli patronu (Jean Pierre Cas-
sel) bölümünde 'poüshe soruşturma' bu
esrarengiz ölüm üstüne varsayımlarda bu-
lunup moda dünyasının en gözalıcı vitri-
ni niteliğindeki, ünlü modellerle modaevi
patronlannı, stilistleri, moda basınını ve
seçkin izleyici kitlesini Paris'te buluşturan
bu hazır giyim gösterisini bağlı olduklan
yayın organlan adma izlerken, mecburi-
yetten aynı otel odasmı paylaşmak zorun-
da kalan, biri erkek spor muhabiri, öteki
eski ABD başkanlanndan Ike'ın adını ta-
şıyan, sorunlu, şarapçı bir kadın muhabir,
iki genç Amerikalı gazetecinin (Tim Rob-
bins,Julia Roberts) ateşle barut mısali par-
layıp alevlenen ilişkisi bölümünde 'aşk
fümi', fabrikayı Teksaslı çizmeci LyleLo-
vett'e satan hırslı genç işadamı Rupert
Everett'le ünlü tngıliz tasanmcı Vîvienne
Westwood'dan esinlenilmiş moda kraliçe-
si annesi Anouk Aimee'nin, Oedipus
kompleksli, dramatik ilişkisi bölümünde
'dram' ve peşinde koşturduğu, kudretli
moda dergisi editörlerini parmağında oy-
natan, Antonioni"nin "Blow Up"ındaki
David Hemmings'i çağnştıran, bıçkın fi-
lozofumsu ünlü fotoğrafçı ('Ağlatan
Oyun'dan hatırlanacak Stephen Rea yine
ölçülü biçılı. bırinci sınıf oynuyor bu rol-
de) bölümündeyse sık sık gülümsemele-
rin yayıldığı cümbüşlü bir fars-vodvil'
türlerinde seyrediyor film.
Dior-Chanel giysilerini film süresince
yaşından umulmayacak bir zarafetle taşı-
yan Sophia Loren'in canlandırdığı, doğal
ölümü cinayet zannedilen kocasından nef-
ret eden kadının, komünizmin iflas edişiy-
le Moskova'dan kopup gelmiş, yıllar ön-
ceki sevgilisi, küçük Italyan terzi Marcel-
lo Mastroiaııııi'yle ilişkisi. bu ünlü ikili-
nin vaktiyle Vıttorio de Sica yönetiminde
çevirdıği bazı filmlere göndermelerde bu-
lunurken, özellikle ünlü oyunculanyla il-
gi derleyen 'Hazır Giyim'in öykücükleri-
ni, CNN'den aşina bir simayı hatırlatırca-
sına, modanın olanca ışıltısını yansıtan bu
gösteriyi yakaladığı, bazılan kendi rolle-
rini oynayan Cber, Harry Belafonte, vb
ünlülerle abuk sabuk röportajlar yaparak
anında televizyon ekranına taşıyan. Ame-
rikalı sunucu rolündeki, olgun ve dolgun
sanşın ilahe Kim Basinger bağlıyor birbi-
rine, olanca sarsaklığı ve gerzekliğiyle.
Bir çeşit kendine özgü 'hazır fBm' reçete-
sıyle ve ünlü yıldızlar kafılesini andıran
kalabahk oyuncu kadrosuyla 'Hazır Gi-
yim'i kotaran, Robert Altmanvari bu eğ-
İenceli, 'zehir zemberek' taşlaması, yö-
netmenin önemli başyapıtlan arasına gi-
remese de insanoğlunun çıplaklığını niçin
örttüğü sorunsalına kafayı takmış Alt-
man'uı yine de modellerin anadan doğma,
podyuma çıktıklan, fınaldeki o Havva
anamız kılığındaki. çarpıcı çıplak defile
sahnesi gibi kimi çarpıcı bölümler ekle-
meden yapamadığı, matrak, gırgır bir
film.
Geleneksel törenselliği, gülünçlü yan-
lan ve modem insanın imaj saplantısıyla
doğrudan ilişkili ve etkili oluşuyla gün-
demden düşmeyen modaya, Altman'ın ığ-
neleyici gözleriyle bakan ve finalde 'de-
fîleyi halka acık bir cıplaklık gösterişi'ne
çeviren fılmde, moda patronunun beklen-
medik ölümüyle telaş ve heyecana garko-
lan moda çevreleri, ne yapıp edip gösteri-
yi gerçekleştiriyorlartabii ki, malum "Her
halukârda show devam etmefi" anlayışı
gereğı. 'Karanhk işler cevTİlen, alçaklar-
la. gözü doymaz oburlukla dohı rezfl bir or-
tam' olarak sunulan moda sektörünü ele
alıp kimi şeyleri birbirine kanştırarak
özellikle Vogue, Elle, Harper's Bazaar'ın
editörleriyle fena halde kafa bularak ne-
şeli. eğlenceliklı bir seyirlik önümüze sü-
ren Altman. sınema tarihinde Mineüi'nin
"Model Kadın". Donen'ın **Funn> Face".
W ilfiam Kkinın "Kimsiniz Siz PoOy Ma-
goo?" ya da Ivor> 'nın "Nw VbrkTutsak-
lan" gibisinden moda üstüne iş tutan film-
lerzincirine 1990'lardan yeni bir halka ta-
kıyor.
Altman'ın ısırgan mizahı
Yönetmenin ısırgan mizahıyla acıma-
sız espnsınin. Tracey LHman. Salh Kefler-
man ve Linda Hunt'ın oynadığı moda edi-
törlennin ısimlerine bile bulaştığı filmde,
yıllara meydan okuyanlardan Lauren Ba-
call, Sophia Loren, Marcello Mastroian-
ni, Anouk Aimee gibi yıldızlann yanı sı-
ra Kim Basinger, Julia Roberts, Tim Rob-
bins, Danny Aiello, Forest Whitaker vb
çağdaş ünlülerle Jean-Paul Gaultier, Gi-
anfranco Ferre, Christian Lacroix. Isse>'
Miyake, Sonia RykieL, Claude Montana
gibi çoktan 'flrma' haline gelmiş, şanlı
şöhretli stilistlerin koleksıyonlan ve Na-
omi Campbefl, Christ> Turiington, Tati-
ana Patitz, gibi bizim de seçebiküğinıiz sü-
per modeDer de var. Altman'ın "lnsanoğ-
lu, kadın ya da erkek obun, çmlak ve eşk
doğar!" mesajıyla bızı postaladığı bu faz-
la sivri ve tumturaklı yapıtından geriye
kalan bir başka sahne de Amerikalı gaze-
teci Tim Robbins'in otel odasından hiç
çıkmadan, TV'deki Sky News'ten izledi-
ği haber ve röportajlan kelimesi kelime-
sine aynen çevirip yazdığı sahneydi, bor-
nozuna sannmış Julia Roberts şarap şişe-
sinde balık olurken.
Tiyatro festivalimizi renklendirerek
hafta başında Kurt WeflL Prevert, Kosma,
Puaf bestelerinden oluşan 'Tiyatro Şaıia-
tan'nı tstanbullu meraklısına sunan Al-
man Ute Lemper'le, Teri Garr, Rkhard
E. Grant ve Fransız Jean Rochefort, Mk-
hel Bfamc,Jean PierreCassel gibi oyuncu-
lann da yan rollerde boy gösterdiği "Ha-
ar Giyiın''. çok başanlı bir Altman filmi
olmasa da kolayca görmezden gelinecek
ve ilgisiz kalınacak bir film değil kuş-
kusuz.
Maço dediğin koç
yumurtası sever...
Afrika'da askerlığini yap-
mış, hırsı cahıllığinden önde
giden, yakışıklı lspanyol gen-
ci Benito (Javier Barden) Ri-
ta'ya tutkundur. Yumurta
(özellikle koç yumurtası se-
ver. Hayatta ikı isteğı var:
Dimdik göğe yükselen, ken-
tin en yüksek ve adını taşıya-
cak "felfik" gökdelenini dik-
mek ve Rita'yla (Elisa Toua-
ti) evlenmek. Ne var ki fettan
dılber Rıta onu en yakm arka-
daşıyla aldatınca, saf ve duy-
gusal genç Benıto'muz ka-
dınlan kullanarak sıfırdan
yükselen, birtakım karanlık
emlakçılık işle-
ri çevirip yükü-
nü tutan, gözü
kara bir gangs-
. terimsi işada-
. mına dönüşür.
Cinsellik ve pa-
ra uğruna çaba-
larken bu kez
manken-oyun-
cu Claudia
(Maribel Ver-
du) hayatına gi-
rer. Işleri ters
gidince manita-
sı Claudia'yı
para babası
bankerlerin ku-
ALTINTOPLAR
(Huevos de Oro) Yö-
netmen: Bigas Luna/
Senaryo: B. Luna, Cuca
CanalsV Kamera: Jose
Luis Alcaine/ Müzik:
Nicola Piovani' Oyun-
cular: Javier Bardem,
Maribel Verdu, Maria de
Medeiros, Elisa Touati,
RaquelBianca 1993 Is-
panya (Film Pop) Beyoğ-
lu Fitaş. Bakırköy Avşar,
Aksaray Yıldız sine-
malannda.
cağına atar bizzat. Ve çareyi
banker kızı çıtıpıtı Martha'yla
(Maria de Medeiros) evlen-
mekte bulur. Kansı ve metre-
siyle birlikte yatağa giren,
zengin ve güçlü Benito'muz
için hayat yeniden güzeldir
artık, hatta her şeyinin çift ol-
masını bile ister. iki kadın, iki
köpek, ikı at ve hatta iki adet
Rolex saat!..
Kansıyla çok iyi anlaşan
Claudia'nın öldüğü kazadan
yaralı kurtulan, zenginlık ve
gücün mutluluk getirmedıği
kahramanımızı, Martha ve
yeniden ona dönen ilk aşkı
Rita da terkedince, eli maşalı
bir başka oynak ve uyanık dil-
berle (Raquel Bianca) ABD-
Miami'deki yoksul sürgünlük
yıllan beklemektedır artık...
Kıskançlık, hırs, ıktidar,
cinsellik, erkeklık, vb. Akde-
nız'e özgü temalara dayanan
"Altın Toplar", dayanılmaz
Latin Lover Benito'nun 10 yı-
la ve 3 ülkeye yayılmış, ara-
beskımsi öyküsünü görünrü-
lüyor. lspanyol sinemasında.
"yumaşâk ve hassas" Almo-
dovar'a karşıt kutbu temsil
eden, "Lulu, "Jamon Jamon"
gibi ılginç filmlenyle tanıdı-
ğımız Bigas Luna'nın. ateşli
sevişme sahnelerinden. iha-
netlerden. para-güç kavgala-
nndan, bayağılıklardan ve
kitsch zevklerden geçilmeyen
1993 yapımı "Amn Toplâr"ı
(sansürsüz çevirisiyle "Amn
Taşaklar", fil-
mın gerçek adı),
vahşi, sevecen,
ve romantik, tı-
pik lspanyol öy-
küsü, dahası sı-
cak ve dumanı
tüten bazı bö-
lümleriyle anto-
lojilere geçecek
düzeyde. beylik
bir "meto ve
001™)" bulama-
cı adeta. "Ja-
monJamon"da-
ki içtenliğin ye-
rinı, belirgin
maço ve mizahi
bir tıcari yaklaşıma terkettiğı
".41tın Toptar". Bıgars Lu-
na'nın filmografısinde bizce
fazla bir öneme ve anlama sa-
hip olamayan, başansız bir
'pornografik melodram'.
Beylik sembolik motiflerle
klışelerle öriilü bu traji-komik
denemeden tuhaf bır enerji-
nin yayıldığı da ılen sürülebi-
lir. Jose-Luis Alcaine'in gö-
rüntü çalışmasıyla, "Yflksek
Topuklar, "Lulu", "Jamon
Joman"dan hanrlanan, Anto-
nio Banderas'ın daha tıkna-
zı.Javier Bardem adındaki
aktörün performansı genye
kalıyor sonuçta. Mizah ve
erotizmle soslandınlmış, ma-
ço yaklaşımı ve lspanyol
özellikleriyle donatılmış "Al-
tm Toplar", meraklısı için
haftanın ilgınç fılmlerinden
biri sayılabilır yine de.
Ve Amerikalı, Fransız kıza rastlar
Son Berlın Festivali'nde
Rkhard Linklater'a en iyi
yönetmen Gümüş Ayı ödülü-
nü kazandıran 'Gün Doğma-
dan'tren yolculugunda başlı-
yor. Sorbonne öğrencisı. akıl-
lı, genç ve güzel Fransız kızı
Celine'le (mermer beyazlı-
ğındaki donuk, şefTaf teni ve
Madonna'msı güzelliğıyle
Hollywood'a transfer olan,
Julie Delpy adlı bu becerikli
Fransız oyuncu), sevgilisinin
yüzüstü bırakmasıyla Madrid
tatilinin içine edilmiş, gönlü
kırgın. genç Amenkalı Jes-
se'in ("AnVç", "ReaHry Btes"
gibi fılmlerle yıldızı parla-
yan, genç kuşaktan Ethan
Hawke). Amerikan usulü. alı-
şılmış aşk ve gençlık fılmle-
rinden bır ölçüde aynlan, se-
vimli ve Avrupalı tadı içeren, 14 sa-
atlik ilişkileri anlatılıyor. Tren yolcu-
luğunun keyfini çıkara çıkaraBuda-
peşte'de büyükannesini ziyaretten
dönüşte. kitabını okurken, yanında-
ki dır dır kavga eden Avusturyalı çif-
tin şamatasından rahatsız olup yer de-
ğiştiren ve Amerikalı delikanlının il-
gi alanına gıren kız, Viyana'ya giden
delikanlının muhabbetine yeşil ışık
yakınca. hah ışte bır tatil aşkı daha
başlıyor zannma kapılarak alışıldık
ateşli aşk sahnelerini beklemeye ko-
yulan sıradan seyirci. yanıldığını an-
lıyor çok geçmeden. Kız Viyana'da
GÜN DOGMADAN
(Before Sunrise)
Yönetmen:
Richard Linklater'
Senaryo: R.Linklater.
KİmKrizan/
Kamera:
Lee Daniel '
Oyuncular:
Ethan Hawke, Julie
Delpy/1995 ABD
(Ozen Film)
Şişli Site,
Kadıköy Reks,
Beyoğlu Sine Pop
sinemalannda.
oğlanın önerisini kabul ederek tren-
den inince, yüzyıllann birikimiyle
kültürüne sahip Viyana dekorunda
geçecek farklı bir aşk hikâyesinın ge-
vezeliklerine dalıyoruz derken. Ha-
yatın dikenli yollannda aynlmazdan
önce, birlikte geçirecelderi sınırlı za-
manın. tensel ılışkinin labırentlenne
sapmaksızın, tadını çıkaran genç çif-
timiz, Viyana'yı değilse de, birbirle-
rıni tanımanınhakkını veriyorlar. Kı-
zın tuvaline yerleştirdiği salak bir
Amerikalı olmaktan son anda SI>TI-
lan oğlan, Auden'den şiirler okuyan
Dylan Thomas'ın taklidini yapıp sö-
züm ona insana zamanını kazandıran
teknolojiye karşı çıkarken Botticelli
Venüsü'ne benzettiği Fransız kızı da
ABD anılanndan laf açarak Viyana
usulü şair-dilenci ya da falcı kadın-
lann 'romantik traş'lanyla kendin-
den geçıyor. Tuna kıyısında gezinti.
Lunaparkta vakit geçirmece. Bır gö-
bek dansözünün (Bilge Yeşim adm-
da, herhalde Viyana'da ekmek para-
sını kazanan bir vatandaşımız var bu
küçük yan rolde) kıvırtmalanna pa-
ra atarlar. Müzik dükkâru. Yazışma,
haberleşme, mektup. telefon yok ama
aynı yerde, yani Viyana'da 6 ay son-
rasına randevu veriliyor bu fi-
nalde... Yirmili yaşlara özgü, sade-
ce bir gecelik bu romantik ilişkiyi,
Amerikalı bir yönetmenden pek
umulmayacak kadar gerçekçi ve do-
ğal görüntülemenın üstesınden ge-
len, "SIacker"(1991) ve 1970'Ierin
uyuşturucu batağına gömülmüş
gençlerini anlatan "Dazed and Con-
fiısed" (1992) adlı ilk iki filmiyle dık-
kati çeken, 33 yaşındaki Teksaslı
genç yazar-yönetmen Richard Lınk-
lateı'ın üçüncü yapıtı "Gün Doğma-
dan", laf ebeliğini sineye çekenler
için ilginç bir stil alıştırması.
Mimar Sinan'la tehlikeli bir kadm
Iş güç sahıbi, kültürlü, annesinin Katolik oluşu
nedeniyle iki dinin gölgesinde büyümüş, tutkulu ve
sevdi mi tam sevenlerden, kendı halinde bır genç
kadın Esra (Zuhal Gencer). tstanbu! barlannda lüks
burjuva yasamını sürdürüp beyaz atlı prensine ba-
kınırken varlıklı Mimar Sinan'la tanışıp evleniyor.
Ama Sinan'ın (Osman W5ber) onu hem de en ya-
kın arkadaşıyla (Özlem Savaş) aldatmasıyla, zaten
mazohist belirtiler gösteren Esracık, keçıleri kaçı-
nyor ve tehlikeli bir kadına dönüş.üyor!
Orta derecede melankoli teşhısiyle kocası tara-
findan kapattırılan kadın, doktorundan ızin alarak
bir günlüğüne özgürlüğüne kavuşunca, telefona
sanlıp saat başı aradığı Sinan'a, ıntihar etmekte ol-
duğu tehdit-şantajıyla, hayatı cehenneme çeviri-
yor. Ve marazı tutkusunu saat başı yuttuğu uyku
haplanyla Sesleyen üşütük Esra'yla, panık ıçinde
bütün bar köşelerinde kansını ararken arabasıyla
SEKİZİNCİ SAAT
Yönetmen, senaryo: Cemal Gözütok/Kamera:
Erhan Canan /Müzik: Oğuz Abadan
/Oyuncular: Zuhal Gencer, Osman Wöber,
OzJem Savaş, Mahya Taşdöğen, Kutav
Köktfirk,Saim Yavuz/1995 (Belge Film)
Beyoğlu Alkazar, Çemberlitaş Şafak. Bakırköy
Avşar. Kadıköy Hakan Sinemalannda.
binne çarpıp karakolluk olan (bürokrası eleştinsi),
denizi kirletenlerin de cezasını veren çevreci Mi-
mar Sinan'ın hastalıkh ilişkisi, yerli Lorena Bob-
bit'vari bir penis kesme sahnesiyle noktalanıyor.
Baskı, şiddet ve sömürüyle süregelen erkek ege-
menliğine karşı feminist söylemle savunulagelen
kadın hakjanndan yana olanlann bile sonuna dek
zor tahammül edebildiği 'Sekizinci Saat', ihanet
ve tutkudan kafayı yemiş Esra'nın aldatılma ve kö-
tü muameleye, aynı şiddet ve çılgınlıkla cevap ve-
rişini, anılarla geçmişin, şimdikı zamanla iç içe
geçtiği, geriye dönüşlere başvuran kanşık bir tarz-
da ve özenli, temiz bir müsamere dûzeyinde anla-
tıyor. 'Başlangıcta utangaç, giderek tehlikeli. so-
nunda da saldırgan bir hal alan tutku'ya ilışkin,
ihanetin ruhsal dengesını bozduğu kadının, öcünü
alırken öcüye dönüştüğünün fılmi olarak özetlene-
bilecek "Sekizincı Saat'te, ünlü yıldızlanmızın red-
dettiği bir rolü üstlenmiş Zuhal Gencer; bir nutku
tutulmuş, tek laf edemez, sorunlu bir kadın oluyor,
bir salvo halinde, kitap gibi konuşmaya başlayan,
derin, psikoloji uzmanı kesiliyor. Okullu senarist-
yönetmen Cemal Gözütok'un bu ikinci fılmi, se-
v imsiz. yapay ve donuk bir çalışma olmaktan öte-
ye gidemıyor sonuçta.
KEDİ GÖZÜ
VECDt SAYAR
Cannes...Cannes •••
Bu hafta size Cannes'dan yazıyorum. Dünyanın
en güze) kedileri ile farelerinin yıllık buluşmasından.
Bu buluşmada, kedilerin mi fareleri kovaladığını, yok-
safarelerin mi kedilerin peşinden koştuğunu anlamak
pek kolay değildir. Kimse de aniamaya çalışmaz za-
ten. Paralı farelerin, yetenekli genç kedileri gördük-
lerinde nasıl heyecanlandıklannı anlatamam. Tabü,
aynı şey kediler için de geçerli (Kedilerin birkaç istis-
na dışında hepsinin beş parasız olduğunu söyleme-
me gerek yok herhalde). Zengin farelerden gelecek
bir teklif, onların tüm yasamını değiştirebilir çünkü.
Sinemacı kedilerie eleştirmen kediler arasındaki ge-
rilimi de hesaba katarsanız (Her sabah dergilerde ya-
yımlanan yıldız savaşlannın yarattığı gerilimi hesaba
katmamak elde mi?), Cannes'daki 'festival'm boyut-
lannı rahatlıkla kavrayabilirsiniz. Böyle bir heyecan
kaçınlır mı? Her yıl olduğu gibi, bavulumu kaptığım
gibi soluğu Cannes'da aldım. Dünyanın dört bir ya-
nından gelen dostlarla buluşrnak, sinemanın en 'ya-
ratıcı' kedilerinin son yapıtları ile tanışmak için... So-
kaklar fare kaynıyor, iyice semirmiş olanlannı mı is-
terseniz, onlann peşinde koşan 'umut veren' yıldız-
cıklan mı... En yırtıcı kedilerin en yeni ürünlerini liste-
lerine katmak için birbirieriyle çarpışan, cüzdanların-
dan başka kaybedecek hiçbir şeyleri olmayan 'ma-
jor'farelerin verdiği partilerden uzak durmaya çalışı-
yorum. Ne olur ne olmaz, bu işin sonunda süslü bir
farenin tuzağına düşmek de var. Ben en iyisi, girdisi-
ni çıktısını iyice bıldiğim o güzelim salonlanndan ay-
nlmayayım.
Sinemalann kapılannda uzun kuyruklar; eski dost-
lar, yeni dostlar... Herkesin boynunda kartlar. Kimi be-
yaz, kimi pembe, kimi mavi. Bir de sarı noktalı pem-
be kartlar var ki, beyazlar dışında tüm öteki kartlan
keser. Yani, filmlere girebilme şansınız daha fazladır
bu kartlara sahipseniz. Sabah ilk fılminiz 08.30'da-
dır. Geceyansı filminden isterse 02.00'de çıkmış olun,
sabah 7.30'da uyanacaksınız. Anlayacağınız, asker-
lik gibi bir şey. Bu koşullarda, sabah seanslannda du-
yulan homurtulan yadırgamamanız gerekiyor. Hele bir
Olivera ya da Hou Hsia-Hsien fılmi çıkmışsa şansı-
nıza, gözkapaklannıza hâkim olacağınızın garantisi-
ni veremem.
Sabahın köründe başlayan koşuşturma gün boyu
sürer. Eğer kendinızi iddialı kediler arasında sayan-
lardansanız, günde 4-5 film, aralarda birkaç basın
toplantısı ve birkaç kokteyl sıkıştırmak zorundasınız.
Tabii, programda akşam üzeri otelinize koşuşturmak,
elinizdeki binlerce ton kâğıdı bırakarak smokinlerini-
zi giymek de var. Çünkü başka türlü akşam gösteri-
lerini izleyemezsiniz.
Akşamlan, Cannes sokaklannın hali görülmeye de-
ğer. tabü, eğer bakacak haliniz kaldıysa. Binlerce
penguen, Festival Sarayı'nadoğru koşturur. Geç ka-
lıriarsa ellerindeki davetiyenin onlan içeri almaya yet-
mediği, deneyimleriyle sabittir çünkü. Şunu açıkla-
mam gerek: Cannes'da en az on yıllık bir geçmişiniz
yoksa yeni başlayanlardan sayılırsınız. Yirmi beş bin
katılımcı -bunlann yaklaşık dört bini basın mensubu-
arasında şaşkın şaşkın dolaşırsınız; bir günde gös-
terilen yüzlerce film arasında nasıl bir seçim yapaca-
ğınızı düşünürken hepsini birden kaçırmanız işten bi-
le değildir.
Yılın geri kalan günlerinde uluslararası 'hot' sos-
yetenin tatil mekânı olan Cannes, mayıs ayında dün-
yanın en demokrat kentlerinden biri oluverir (Tabü, az
önce sözünü ettiğim 'kart hiyerarşisi'riı hesaba kat-
mazsınız). Yaşlısı genci, zengini yoksulu ile sinema-
ya gönül vermış ya da para koymuş insanlann kâbe-
si sayılan bu kentte bir smokin edinmişseniz, dünya-
nın en ünlü yıldızlan ile aynı mekânlara girebilir, aynı
sokaklan arşınlayabilirsiniz. Motosikleti ile yanınızdan
geçen Depardieu'ye el sallayabilir, Sharon Sto-
ne'dan imza isteyebilirsiniz.
Tabii, imza almakta karariıysanız küçük çapta bir
savaşı göze almanız gerek... Çünkü Cannes sokak-
lannı ele geçiren kalabalık, profesyonel festivalcilere
kolay kolay geçit vermez. Hele hafta sonlan, Fran-
sa'nın tüm güneyi Cannes'a doluşur. Otelinizle Fes-
tival Sarayı arasındaki mesafeyi normal günlerde on
dakikada alıyorsanız, buna bir on dakika daha koy-
manız gerekir hafta sonlarında.
Akşamlan festival sarayının çevresine toplanarak
y>/d/z'ların şaraya girişlerini seyretmeye gelir bu in-
sanlar. Kimi portatif sandalyesini getirir, kimi fotoğ-
raf makinesini kapıp bir duvara tırmanır. Kırmızı ha-
lılarla kaplı merdivenlerde yıldızlar göründüğünde,
onlara sahip olmuşçasına sevinirler. Gösteri bittiğin-
de onlar hâlâ beklemektedir. Merdivenlerden inen
yıldızlan bir kez daha alkışlamak için.
Hayranlar, yıldızlan yakından görebilmenin coşku-
su içinde (hâlâ böylesine naif bir coşkunun var ola-
bilmesi ne güzel; sinemanın hâlâ yaşryor olması bu
mistik boyutun yitirilmemesi ile açıklanabilir belki de)
evlerine, televizyonlannın başına dönerken, yıldızlar
görkemli otel salonlannda, yatlarda verilen davetle-
re dağılırlar. Cefakâr sinema yazartan ise bütün bu
tantananın uzağında, yeni filmler, yeni dünyalar keş-
fetmek üzere bir salondan ötekine koşturmaya de-
vam ederier. Birbirinden böylesine farklı dünyaların
ortak bir paydada buluştuğu başka bir ortam düşü-
nemiyorum.
Bir yanda, en şiddetli, en iç gıdıklayıcı filmleri yap-
makla övünen, tek tannlan para olan yapımcılar, öte
yanda varoluşlannı kanıtlayan bir araç olarak sinema
sanatına sanlmış yaratıcılar. Ve bu iki gruba dahil ol-
mayan binlerce sinemacı, sinema tutkunu. Inandık-
ları filmleri satın almaya çalışan 'sanat filmleri' dağı-
tımcıları, her zaman bir 'mucize'nn gerçekleşebile-
ceğine inanmak isteyen genç yıldızlar, sinema öğren-
cileri...
Ve yılın en pariak hasılatını yapmak üzere Can-
nes'agelen sokak şarkıcılan, fahişeler, dilenciler. Bel-
ki yirmi yıldır hiç degişmeyen, leopar taklidi kostüm-
leriyle Cannes sokaklannda dolaşan, festivalin nere-
deyse maskotu haline gelen ana-kız. Bakıyorum, bu
yıl kızın yaşı annesinin yaşına ulaşmış. Tabii ki anne-
nin yaşı sabit!
Sarayın basın gösterilerine ayrılan salonun merdi-
venlerinde, Angelopulos'un filmine girmek üzere
bekleşirken nostaljik söyleşiler yapmaktan kendimi-
zi alamıyoruz (Bu yılın filmlerinin nostaljik yoğunlu-
ğundan etkilenmiş olmalıyız). Yaklaşık yirmi yıldır bir-
birini tanıyan, her yıl birkaç festivalde bir araya ge-
len bir kedi ailesi. Ortak anılanmız öylesine çok ki. Ya
yitirdiğimiz dostlar? (Yavuzer Çetinkaya'sız bir Can-
nes Festivali daha. Sevgili Yavuzer, hepimizden ön-
de bitirirdi maratonu. Günde beş ya da altı filmle...
Acaba, o da bizimle birlikte izliyor mu filmleri?)
Italyan dostum, bıyıklannı titreterek içini çekiyor:
"Birlikte yaşlanıyonız bu merdivenlerde."
Edime'de konferans
•KUItür Servisi -Başbakanlık Atatürk Kültür Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı, yurt çapında
konferanslar düzenliyor. Etkinlikler kapsamında, 30
mayıs saat 14.00'te Edirne Yeni ll Halk
Kütüphanesi'nde Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu,
"Kimmerler'den Beri (M. Ö. 7. yüzyıl) Türkiye'de
Kıpçaklar'dan Kalma Coğrafya Adlan", 31 mayıs saat
14.00'te de Prof. Dr. Neriman Kırzıoğlu "Türkistan
Türk Cumhuriyetleri ve Anadolu'da Geleneksel Kadın
Giysileri" konulu birer konferans verecek.