Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 MAYIS 1995 CUMA CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
SUNGU ÇAPAN
f
İhtiras Rüzgârları (Legends of the Fall)
Yönetmen: Ethvard Zwik / Senaryo: Susan
Shillidav, Bifl VVhtiiff, Jim Harrison'un
;. romanından / Kamera: John Toll /
Müzik:James Horner / Oyuncular: Brad Pitt,
Anthony Hopkins, Aidan Quinn, Julia
Ormond, Henry Thomas /1995 ABD /
Beyoğlu Emek, Şişli Kent, Kadıköy
Kadıköy, Bakırköy 74, Çemberlitaş Şafak,
Etiler Akmerkez, Altunizade Capitol,
Fenerbahçe Pyramid, Erenköy Apollon,
Ataköy Prestij, Maslak Mövenpick
sinemalannda.
Bir gelin, üç damat
kardeş ve Brad Pitt fırtınası
Epik aüe
trajedisinden modern westerne~¥~ 7"zun süreli Kurban Bay-
I I ramı nedeniyle kenti bi-
N-/ ze bırakıp tatile yollan-
mış kalabalıklann yokluğunda,
sessizleşerek sakinleşmiş ve ba-
harhavasını kuşanmış lstanbul'da
bu hafta, Rkhie RiclT. 'Bebek Fı-
rarda' ya da 'Aslan Kıral' gibi
•herkesin içindeki çocuğa yöne-
lik' kotanlmış. bayramlık-seyran-
lık tekrar filmleri vizyonda yeni-
den.
Haftanın üç yeni fılmınden biri
olan 'Wes Craven's New Night-
mare-Elm Sokağı'nda Son Kâ-
bus', yaklaşık on yıldır 6 devam
filmiyle sürdürülüp artık iyice
kabak tadı vermiş ve 6. fîlmde öl-
dürülüp noktalanmış Freddy
Knıegermitosunun, yeniden can-
landınlarak bu kez 'İcâbus' Fred-
dy"nin sinemacı yaratıcılanndan
intikam almak üzere geri dönüşü-
nü, her zamanki gibi oldukça
dehşetengiz özei efekt bombar-
dntıanı halinde karşımızagetiren,
ancak Freddy tutkunlanyla cüm-
büşlü, fantastik korku filmi türü
tiryakilerinin tat alacağı bir fan-
tezi.
Mükemmel anne-babayı bul-
mak amacıyla Teksas'tan Hawa-
ifye, Alaska'dan Çin'e kadar
uzanan birtakım serüvenleri ya-
şayan, hayal gücü geniş, akıllı bir
çocuğun hikâyesini anlatan gû-
lünçlü, heyecanlı bir Rob Retner
fılmi olan 'North' da, öncelikle
çocuk sahibi anne-babalara ilginç
gelebilecek, Bnıce VVillis'ten
Kathy Bates'e, Dan Aykroyd'dan
Kelly McGiüis'e kadaryığınla ün-
lüden oluşan, zengin bir oyuncu
kadrosunun rol aldığı, haftanın
ikinci, matrak ve dişe dokunur
yeni fîlmi.
Brad Pitt ve Anthony Hopkins
gibi yeni ve eski kuşaktan. iki
namlı 'hızlı lokomatif in çektiği,
'İhtiras Rüzgârlan' gibisinden
'yakıcı' bir Türkçe isim yakıştınl-
mış, 'Legends of the Fall' ise haf-
tanın, 'göz kamaştıncı'Hollywo-
od üstûn yapımı olarak gidip sey-
retmek zahmetine katlandığımız.
yetişkin işi, üçüncü yeni fılmi.
Jim Harrison'un kısa romanın-
dan uyarlanan ' Legends of the
Fall-thtiras Rüzgârlan' eski bir
askerle, aynlmaz bir bütün halin-
de yetişmiş, üç oğlundan oluşan
Ludlovv ailesinin, gecen yüzyılın
sonlanndan 1970'lere kadar süre-
gelen geniş bir tarihçesini aktan-
yor. Albay William Ludlow (Ant-
hony Hopkins), hükümerin Kızıl-
derililere karşı uyguladığı baskı
politikasına tanık oldukça işin-
den tiksinip, kılıcını çıkanp ata-
rak askerlikten aynlan ve üç oğ-
lunu doğru bildiğince yetiştire-
bilmek için uygarlığın henüz pek
ayak basmadığı, ıssız ve huzurlu
bir dağbaşında kurduğu çiftliğin-
de yeni bir hayata başlayan, aydın
ve banşçı biri. Yörenın sert soğu-
na dayanamayıp Bostona dönen
kansının yokJuğunu da sinemaya
çeken albayın en gözde oğlu, Kı-
zılderili töresine göre yetiştiril-
miş, vahşi, isyankâr, kendiyle ba-
nşık olmadığından çekip doğa-
nın koynuna saklanan, amansız
avcı ve erkek güzeli Tristan (Brad
Pitt).
İki ağabeyinin hep kolladığı
küçük oğul Samuel'in (E.T. 'nin
veledi Henry Thomas artık koca-
man adam olmuş) Boston'dan
âşık olup getirdiği, piyano çalıp
dağ başında tenis oynayan, kül-
türlü ve hırslı, güzel nişanlısı Su-
sannah, oğullanyla kocasını terk
etmiş anne Isabel'in boşluğunu
dolduruyor. Saygın albayla üç oğ-
lunun pervane olduğu Susannah
(Julia Ormond) da albayın Kızıl-
derili koruyucusu (Kanada yerli-
lerinden Gordon Tootoosis) tara-
fından savaşçı gibi yetiştirilmiş,
özgür ve vahşi Tristan'a ilgisiz
degil. 1917'de ABD'nin de Bi-
rinci Dünya Savaşı'na girmesiy-
le üç genç Ludlow, cephenin yo-
lunu tutuyorlar, Susannah ve al-
bayın karşı çıkmalanna karşın.
Ve bu uzun epik aıle tragedyası-
nın ilk cenazesi, Belçika'da Al-
man kurşunlanna hedef olup di-
kenli tellere takılan genç Samu-
el'inki oluyor.
Uzaktan uzağa Susannah için
yanıp tutuşan, babasıyla da uyuş-
mazlık içindeki. akıllı, uslu efen-
diden büyük oğul Alfred (Aidan
Quinn) gazi olarak savaştan dö-
nünce, kardeşınin ölümünden
vicdan azabı duyan ve 'içindeki
ayının' öfkesını zaptedemeyen
Tristan'la rekabete girişiyor Su-
sannah uğruna, kıyasıya. Çevre-
nin tüm baskısına inat, Tristan'la
Susannah'ın ateşli beraberliği,
tekrar başında kavak yelleri esen
Tristan'ın bir kez daha yuvadan
uçup Yeni Gine'lere giderek fıl-
dişi avcılığı, vb maceraperestlik-
lere kalkışması, bunalıma düşüp,
kıza 'ben öldüm, başkasıyla ev-
len' cinsinden mektuplar yazma-
sıyla sonuçlanıyor.
Sevgili Tristan'ının, felç geçi-
rip bir gecede bütün saçının ağar-
masına yol açtığı albay, politika-
ya atılan büyük oğlu Alfred'le de
ipleri kopanyor. Tristan'm kalbi-
ni kırdığı Susannah da biraz da
mecburiyetten Alfred'le evleni-
yor derken. Ve yıllar sonra ailesi-
ni yeniden hatırlayan Tris-
tan 'ımız geri dönüyor baba evine.
Küçük melez kızkardeşi Isabel
2"yle evlenip alkol yasağının sür-
düğü dönemde ufaİc ufak içki sa-
tarak çoluk çocuğa kanşıyor...
Amerikan iç savaşına ilişkin
'Glory' filmiyle kalabalık sahne-
lerde becerisini kanıtlamış, tiyat-
ro ve TV'den yetişme yönetmen
Edward Zwkk, 'îhtiras Rüzgâr-
lan "nda destansı bir stil tutturu-
yor.
'Rüzgâr Gibi Geçti'den, 'Dev-
lerin Aşkı'na kadar uzun, hacim-
lı epik aile melodramlan çizgisi-
nin yeni bir uzantısı niteliğinde-
ki fılm, geniş panoramik planla-
n, hareketli kalabalık sahneleri
ve doğayı koltuğunuzun yanıba-
şında hıssettiren, harika tannnın
armağanı' dağ-orman manzara-
lan ve oyunculanyla seyirciyi
avucuna alıveriyor.
Baba-oğul, kardeşlen birbirine
düşüren ask-kıskançlık ya da in-
tikam ilişkıleri, seyircinin gözya-
şı tüketimıni yer yer arttınyor bol
tarafından. Zaten büyük ölçüde
lırizme ihtıyaç duyan bu türün
klişelerinin yerli yerinde kullanıl-
dığı, Kızılderili gelenek-görenek-
lerinin sergilendiği, insan onuru,
ihtiras, ihanet ve umudun çevre-
sinde dolanan, olur olmaz inişler-
çıkışlar içeren bir senaryonun 'ci-
nemascope' görüntülere dökül-
düğü 'ihtiras Rüzgârlan', özel-
likle kameraman John ToH'un
Oscar'la ödüllendirilmiş görün-
tüleri sayesinde ilgiyle izleniyor,
güzel, sağlıkh, oksijen dolu dağ
havalan estirerek.
İki evlilik, üç cenaze töreni eş-
liğinde, mendil ıslatan büyük bir
aşkı ve epik bir aile tragedyasını
neredeyse beşıkten mezara hikâ-
ye eden filmde her şey Hollyvvo-
od'un en son seks bombası Brad
Pitt'e çalışıyor. Paul Nevvman'la
Robert Redford'un kanşımı fızi-
ğiyle ruzgârda uzun sapsan saç-
lan uçuşarak dört nala, vahşi at-
lan süren Brad Pitt'i star merte-
besine çıkaran * ihtiras Rüzgâria-
n'nda eski toprak Anthony Hop-
kins de sanki bir Kral Lear gibi
döktürüyor. Çok önemli sayma-
sak da ABD'de, 3 haftada 35 mil-
yon dolarhk bir hasılat yaparak
Hollyvvood'da karşı konulmaz
Brad Pitt rüzgârlan estiren 'İhti-
ras Rüzgârlan 'na öncelikle kadın
seyircilerin yoğun bir ilgisi göz-
leniyor.
Acı beni çok etkiliyorIsabelle Huppert, Zamyatin'in 'Taşkın' adlı romanından sinemaya
uyarlanan filmde çok sevdiği bir karakter olan Sophia'yı canlandınyor
Kültür Servisi- IsabeUe Huppert,
Yevgeni Zamyatin'in aynı adlı
romanından sinemaya uyarlanan
"Taşkın''adlı filmde başrolü
üstleniyor. Filmin, Huppert için
çok büyük önemi var, çünkü
okuduğunda romana tam anlamıyla
"âşık olmuş". Sophia rolünü
oynamak için dayanılmaz bir istek
duyan sanatçı, kitabm Fransa'da
yayın haklanm satm almış ve filmi
yönetmesi için de IgorMinaiev'i
seçmış.Sophia, Isabelle
Huppert'in sevdiği tüm
kahramanlar gibi acı
çeken biri. Çocugu
olmuyor, o da kocasını
kaybetmemek için on üç
yaşında bir kız çocuğunu,
Ganka'yı evlat ediniyor.
Böylece üçlü yaşamlan
başlıyor... Filmin
Fransa'da gösterime
girdiği bugünlerde,
Huppert Le Figaro'nun
sorulannı yanıtladı:
- Bir kitabın yayın
haklanm ilk defa mı satm
alıyorsunuz?
Evet. Yevgeni
Zamyatin'in "Taşkuı"ını
üç yıl önce keşfettim ve
bu yapıta âşık oldum.
Zamyatin 20'lerde
Rusya'da çok tanınmış
bir yazardı. "Biz" romanı
totalitarizmin sonunu ilan
etnıiş ve Onrefl'e '1984'
için esin kaynağı
olmuştu. Zamyatin,
Stalinizm'den kaçıp
Paris'e gittı ve sefalet
içinde öldü. Eserleri
şimdi şimdi keşfediliyor.
*T«şkuı"da Rusya'nm
1929'daki durumunu
anlatıyor, ülkesi üzerine
koıkunç saptamalarda
bulunuyor.
- Sophia karakterini nasıl
tanımlarsuuz?
tnanılmaz bir duygu karmaşası
yasayan bu kadın benı büyüledi.
Çok içine kapalı, hayvansı,
eğıtimsiz, kışiliği oturmamış bir
kadın. Kocasını seviyor ama kocası
o>nu evlat edindiği kızla aldatıyor.
Soshia kendini sadece şiddetle
ifade edebiliyor. tek silahı bu. Bir
anda kurban konumundan cellat
konumuna geçiyor.
- Filmi yönetmek için niye Igor
Minaiev'i seçtiniz?
Şiddeti bir estetikle veren "Giriş
Kaö" adlı cinayet filmmi
görmüştüm. Bu bileşimin "Taşkuı''
için ideal olduğunu düşündüm.
Romanda olaylar kadının bakış
açısıyla anlatılıyor. Sophia'da
şiddetin yükselişi bir nehrin
kabanp taşmasına benziyor.
• Inanılmaz bir duygu
karmaşası yaşayan bu kadın
beni büyüledi. Çok içine
kapalı, hayvansı, eğitimsiz,
kişiliği oturmamış bir kadın.
Kendini sadece şiddetle ifade
edebiliyor.Bir anda
kurban konumundan cellat
konumuna geçiyor.
- Neden ovuncuhığu bebek
beklemeye benzetiyorsunuz?
Bir rol oynadığınız zaman, içinizi
bir başkasıyla doldurmuş
oluyorsunuz. Tıpkı hamileyken
oldugu gibi.
- Hep dramatik roller
oynuyorsunuz. Acıya eğiliminiz
olduğunu söyleyebilir miyiz?
Doğru. acı beni çok etkiliyor. lyi
duygularla iyi edebiyat yapılmıyor.
Sinema için de aynı şey geçerli.
Oynamaktan duyduğum haz her
geçen gün artıyor. Bir an geliyor,
yaşamın size getirdıklerinden az da
olsa memnun olabiliyorsunuz.
- Hiç yanıklığınız oluyor mu?
Haytr. Pek çok şey bana zor
görünmüyor. Orlando'da rol alarak,
Bob N\'ilson'un yolundan geçerek
kendimı riske attığıma
inanmıyorum. Partnerlerimi iyi
seçiyorum, bu risk değil.
Belki bir ilk filmde
oynamak risk sayılabilir.
- "Orlando" gibi bir oyunda
oynamak size ne
kazandırdı?
"Orlando" ile iki yıl
birlikte yaşadım. Ekip
biçtiğiniz ve gün geçtikçe
size kucak açan çorak bir
toprak gibiydi. Bob Wilson
bana oyunda her şeyin
sürekli askıda olduğu, hiç
bir şeyin bitmediği ve
başlamadığı fikrini verdi.
Onun dünyasında sürüp
giden bir ütopya var, ve
bunu oyuna uyarlamak
mümkündü. Hiçbir
cümlenin anlamını tam
olarak belirlemeden
konuşmam, oyunun
sırnydı.
- "La Ceremonie''de eski
dostunuz Chabrol ile
yeniden buluştunuz—
Evet. olağanüstü eğlenceli
bir deneyimdi.
Bana yine çok sempatik bir
rol verdi. Hep iyi haberler
getiren bir postacıyı
oynuyordum. Heyecanlı,
deli dolu bir tip. Okuma
yazma bilmeyen bir kızla
(Sadrine Bonnaire) arkadaş
oluyor. Kız, fazlasıyla
rahat, yaşamdan hoşnut bir
burjuva ailesinin yanında çalışıyor
Bu mutluluk, iki İcıza dayanılmaz
geliyor.
- Yeni projeleriniz neler?
Haziran sonunda Taviani
kardeşlerin Goethe'den uyarladığı
"Gönül Yakınlıklan"nın çekimleri
başlayacak. Benden başka Jean
Hugues Aglade ve Marie Gillain
oynuyor.
YENİ BASLAYANLAR
Vahsi nehrin ortasında
Kültür Servisi - Curtis Hanson'ın
yönettiği ve başrolünü Meryl Streep'in
canlandırdığı "Vahşi Nehir" adlı fılm,
bugünden başlayarak gösterimde. Meryl
Streep'in mesleğinin en fazla fızik gücü
gerektiren rolünü oynadığı bu filmde
sinema tarihinin en zor nehir sahneleri yer
alıyor.
Tüm gücünü nehirden alan, nehirdeki
teknelerle büyüyen, fakat tüm bunlan
bırakarak evlenmek ve aile kurmak için
kente gelen Gail (Meryl Streep), bir kez
daha vahşi nehrin ortasına düşer.
Sevdiklenni korumak ve hayatta kalmak
için mücadele ederken tüm gücünü ve
yeteneğini göstermek zorunda kalır. Gail
ve Tom (David Strathaim). evlüiklerini
kurtarmak için son bir çaba olarak küçük
oğullan Roarke'ı nehirde salla tatile
götürür. Esrarengiz yabancılar, Wade
(Kevin Bacon) ve Terry (John ReilKl ile
karşılaştıktan sonra yolculuk onlar içtn
tehlikeli olmaya başlar. Nehir onlan son
yolculuklanna doğru sürüklerken Gail,
Tom ve Roarke. hayatlannı kurtarmak için
bir aile olarak birbirlerine daha sıkı
sanlırlar.
Film Denis O'Neill'ın yazdığı bir dergi
yazısından ilham almış. O'Neill. bu
yazısında, Montana'nın Smith Nehri'ne
balık tutmak için yaptığı bir yolculuğu
konu alıyor.
Nehrin tek özelliğinin güzelliği
olmadığını söyleyen O'Neill, "Bir kerebu
nehre eirdiniz mi, bir daha çıkamazsınız;
sonuna kadar gftmek zonındasııuz" diyor.
O'Neill'ın nehir yolculuğu sırasında
yanında bulunanlardan biri de
Amerika'nın önde gelen kadın balıkçılık
rehberlerinden biriymiş. Yazar, nehirde
geçirdiği tecrübeleri senaryo haline
gerirmiş ve bu onun sinemaya aktanlan ilk
senaryosu olmuş.
Yapımcı David Foster için bu senaryo,
uzun zamandır gerçekleştirdiği bir konuyu
yakalama fırsatını doğurmuş. 1975'te
"Running the YVlId Big Red"adlı bir
vvestern filmini hazırlarken Colorado
Nehri'nde bir yolculuğa çikma fıkri
Foster'ı büyülemiş.
Ancak, western modası geçtiği için o
zamanlar bu projeden vazgeçmiş. "17
yıldır nehirde bir fUm çekmek istiyonjm"
diyen Foster'ın bu düşü en sonunda
gerçekleşmiş.
Foster, "Meryl Streep'in başrotü
oynamasını ve Curtis Hanson'ın bu filmi
yönetmesini isriyordum. Bugüne dek ilk
defa birinci tercihlerimle caüşma ftrsan
buWum." diyor
Yönetmen Curtis Hanson, "Film Opkı
nehir gibi her dakika sürekli degişryor.
Öy kü, birbirlerini bulmaları için
aynlmalan gereken bir çift kendine yanhş
bir adamı örnek olarak alıp onu taldit eden
bir çocuk ve son olarak da doğayı anlayan
ve ona saygı gösteren bir kadınla, kadıîun
tam zıttı bir karaktere sahip bir adam
hakkında. Bu bir aile draım, bir gerUim ve
macera fihni" diyor.
KEDt GÖZÜ
VECDİ SAYAR
Hoşgöpü(süzlük)
Grffftth ustanın "Hoşgörüsûzlük''\jT)ü izJeyen var
mıdır aranızda? Hiç sanmam. Eski Sinematekçiler-
den kaç kişi kaldık şunun şurasında. Şimdilerde ke-
di millet', fena halde Amerikan hayranı. Ama, "Hoş-
görûsûzlük"ün bir Amerikan fılmi olduğunu bile bil-
mezler. Eminim. çoğu genç kedilerin, köpeklere kar-
şı anlayışlı davranmak anlamına gelen "hoştgörû"
kavramından bile haberieri yoktur.
Bir gün gelip, yaşlı kediler gibi "eski güzel gün-
ter'den dem vuracağnnı düşünemediğim yıllarda, Si-
nematek okulunda hoşgörü bir attın kural sayıhrdı.
"Baragan'ın Dikenleri", Romanya'dan gelip, sansü-
rün dıkenlerine takıldtğında, hepimiz "Sıradan Fa-
şizm"'\(\ makaralannın hazıjlanmakta oldugunu bilir-
dik de tek bir kişi salonu terk etmezdi. Uslu birer öğ-
renci gibi "Sıradan Faşizrn"] onsekizinci kez izler-
ken, hoşgörüsüzlüğün boyutlan ve sonuçlan üstüne
düşüncelere dalardık.
Kuşkusuz, söz konusu hoşgörü bizi "Baragan'ın
Dikenleri"ri\n yaydığı zararlı ışınlardan "koniduğu-
nu" sanan sansüre yönelik değildi. Bizlere bu fılmi
göstermek için çırpınan, ama sansürengeli karşısın-
da çaresiz kalan Sinematek'e, onun sevgili yönetici-
si Onat'a duyduğumuz saygının bir gereği idi.
Sinematek, hoşgörünün olduğu kadar, hoşgörü-
süzlüğün de ne demek olduğunu öğretmişti bizlere.
Türk sinemasında sansürün tarihinin sinemamızın
tarihi kadar eski olduğunu oradaöğrenmiştik. llksan-
sürü işgalci Ingiliz güçler uygulamıştı. "Mürebbiye"
filmini yabancı düşmanlığı ile suçlayarak yasaklayı-
vermişlerdi.
Sonralan, Türk sinemasında sansürcülerin çaba-
lan ve sansüre karşı verilen mücadele, sinemamızın
gelişme sürecine koşut biçimde yoğunlaştı. 6O'lı yıl-
larda Sinematek, 80'li yıllarda "Sinema Günlen"n\
yaşayanlar, sansür farelerinin kemirdiği nice başya-
prt karşısında hoşgörü sınıriarının zoriandığını his-
settiler.
Bütün bunlan anımsamamın nedeni, geçenlerde
Istanbul Alman Kültür Merkezi'nde gösterilen "yasak-
lanmış Doğu Alman filmleri" oldu. Bir dönemin hoş-
görüsüzlüğünü sergileyen bir ibret belgesi olarak iz-
ledik bu toplu gösterıyi. Salonda tahmin edileceği
üzere, pek az meraklı vardı. Sansürün bizim için şa-
şırtıcı hiçbir yanı kalmadığından herhalde.
Bu filmlerin yansrttığı muhalefet duygusuna kulak
verilebilseydi eleştirilere karşı sansür silahına davra-
nılmasaydı, sosyalist sistem bugünlere başka türlü
geknez miydi? Çok ilginç bir yazgısı var bu filmlerin.
Tümü, devlet parası ile yapılmış, sonra kendilerinde
halk adına karar verme yetkisini gören bazı beyaz ya-
kalılar tarafından "sakıncalı" bulunmuş.
Neden, derseniz: Bir bölümü, iki yüzlülüğe, yalan-
cılığa, sistemdeki yozlaşma ve çürümeye karşı çık-
tığı, "soru sorabilme hakkı "nı savunduğu için; bir bö-
lümü ise Batılı değeıiere özendiği, özendirdiği için.
Yani, anlayacağınız "zarartı unsurtardan" anndırmak
için yapılan bir "sterilizasyon"işlemi.
Peki, ne oldu yasakladılar da? 0 Batılı değerierin
her şeylerini satm almasını engelleyebildiler mi? Yok-
sa, iyice kışkırtmış olmasınlar bu gidişi? (Kediler, "ste-
ril" ortamlan sevmezler. Her yerde ve her koşulda
"stenT sanat yaratma hevesıne kapılanlann karşısın-
dachrtar.)
Hoşgörüsüzlük kavramını devletle özdeşleştirip,
kendinizi temize çıkarabiteceğinizi sarwyorsanız, ya-
nılıyorsunuz dersem, kızar mısınız bana? Geçenler-
de, Ankara Gan'nda gelip geçenleri seyrederek ömür
tüketen bir arkadaşımdan mektup aldım. SANArTTın
düzentediği "Sanat ve Tabular" konulu sempozyum
çerçevesinde garda bir sergı açılmış. Tabii, büyük bir
coşkuyla karşılamış bu olayı. Yaşamın tekdüzeliğini
altüst eden, gara yepyeni bir atmosfer kazandıran bu
etkinliği gerçekleştirenlere ne kadar teşekkür etse
azmış.
Ne var ki istasyon şefinin kedisi, hiç hoşlanmamış
ortaltk yerde sergilenen bu yapıtlardan. Gardaki dü-
zenin bekçisi olarak, böyle ne idüğü belirsiz nesne-
lerin ayak altına konulmasına sinirlenmiş. En çok ho-
şuna giden de insanlann anlayışsız bakışlan, "Bun-
lar da ne böyle" diye söylenmeleri olmuş. Arkada-
şım şöyle yazmış: "Herne kadar istasyon şefinin ke-
disini günahım kadar sevmesem de bu serginin kal-
dmlması meselesinde esas sorumlunun hoşgörüden
yoksun insanlar olduğunu söylemeiiyim. 'Hoşgörü
Yılı'nda hiç yakıştıramadım insan kardeşlerime."
Muzırtık bu ya, suçu izleyicilere atmakla da rahat
edemedim. Hadi, devlet hoşgörüsüz, izleyicinin de
ondan kalır yanı yok; sanatçıîar pek mi hoşgörülü di-
ye sormaktan kendimi alamadım. Anımsayacaksı-
nız, "Siyaset Meydanı"nöa bir akşam sinemamızın
sorunları tarttşılmıştı da, sinemacılarımızı eleştirme
gafletinde bulunan gençter. Fıkret Hakan, Cüneyt
Arkm gibi "sfa/'"lanmızdan dayak yemekten zor kur-
tulmuşlardı.
Aynı oturumda Rlm Yönetmenleri Derneği Genel
Sekreteri Ertem Goreç de "Sinemamız binlerce baş-
yapıt vermiştir" diyerekTürkfilmlerinin "hepsini" be-
ğenmeyen herkesi hainlikle suçlamıştı. Doğrusu, ak-
lı başında tüm kediler şaşınp kalmıştı bu hesap bil-
mezliğe. Hani, onlarca başyapıt neyse de binlerce
başyapıtı kim, nerede saklamış bu güne kadar?
Hoşgörüsüzlüğün nedeni kendini bilmemek olsa
gerek. Istanbul Film Festivali'nde Uluslararası Sine-
ma Yazarlan Federasyonu'nun bu yıldan başlayarak
"Onat Kutlar Ödülü" olarak adlandırdıklan ve festival-
de gösterilen bir Türk filmine verecekleri FIPREŞCI
Ödülü'nü bu kez vermemeleri sonucu oluşan tepkiye
deşaşırmadım. İki demek (biri SESAM, öteki SODER)
bu tavn kınayan bildiriler göndermiş festivale. SODER
Genel Sekreteri Tanju Gürsu, "FIPRESCI jürisinin
sinemamız adına bu çirkin karannı şiddetle
ktnıyor"muş.
Yani, "Bu yıl Türk Sineması'nın düzeyini yeterii
bulmadık" demek, büyük bir suç. Mılli duygulanmız
zedeleniyor besbelli. Kısacası, herkes yaptıklanmızı
beğenmek zorunda. (İstasyon şefinin kedisinin de
aynen böyle düşündüğünden hiç kuşkum yok.)
Sanatçı kedilere kıssadan hisse: Siz siz olun, ken-
dinize yönelik eleştirilere karşı bu kadar hoşgörüsüz
olmayın. Yoksa "resmi" kedilerin hoşgörüsüzlüğüne
karşı miyavlamak bir ise yaramaz. Kimseler kulak
vermez sizlere.
Doğu Alman filmlerinden, "Karia "dan bir tümce
takıldıaklıma: "Cesaret ucuzladı, düşünmekpahalı."
Ne dersiniz?
Yiürten TtBk Zamaniap'
• Küfcür Servisi - Mehpare Aksoy Yiğit'in Taksim
Sanat Galensi'nde açılan ve 'yıtik zamarUardan
esinlenerek yaptığı resim, heykel ve görsel objeleri' bir
araya getiren "Yitik Zamanlar" başhklı sergisi sürüyor.
1952 Rize dogumlu olan sanatçı, 1975 yılında Devlet
Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü'nü
bitirdi. 1971 yılından beri, kişisel ve karma olmak
üzere birçok sergıde çalışmalannı sergileyen Mehpare
Aksoy Yiğit, yapıtlannda bakır, alüminyum, kontrplak,
zincir gibi malzemeler de kullanıyor. Yapıtlannı,
"görsel sanatlann dallan arasındaki sınırlann eridiği ve
diğer sanatlara uzandığı bir araştırma sürecinde
oluşturduğunu" söyleyen sanatçının, sergisi 25 mayısa
kadar açık kalacak.