Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 12MAYIS1995CUMA
10 DİZtYAZI
KimyanıngiyotinliyoluEinstein'in şu sözü çok ünlüdür: "Ev-
renin en anlaşılmaz özelliği, anJaşılabilir
ounasHÜr." Oysa; bırakın fizıksel anla-
mıyla içınde yaşadığımız evreni, evre-
nin sıradan bir öğesi olan tarih bile, -en
azından; kolay- anlaşıl(a)maz olaylarla
dopdoludur. Orneğin. gözün ışık yayan
bir organ olmadığını, içinde bu işe yara-
yacak hiçbır parça bulımmadığını kanıt-
lama uğruna, Leonardo Da Vinci birçok
türde gözü kesip biçmişti... Burada fu-
haf ve -en azından; kolay- anlaşıl(a)maz
olan: binlerce yıldır öylesine apaçık bir
gerçeğe değil de tersine inanıp kalınmış
olmasıydı. Daha önce yaşamış yüzlerce
bilimcinin gözü inceleyip, bulgulannı
yayımlamış olması bir yana; gölgenin,
bakiş yönünün değil. ışık kaynakJannın
karşı yönünde oluştuğunu herkesin fark
etmiş olması gerekirdi...
İki bin yıllık kör inanış
Yıne, benzer türden bir kör inaşının
yıkılabilmesi için yaklaşık 2000 yılın
geçmesi, ama bu kez. ünlü kimyacı L.
A. Lavoisier'in doğması beklenmişti!..
Bilindiği üzere; tüm evrenin temel
yapı taşlanndan oluştuğu düşüncesi, ın-
sanlık kadar eskidir ve hemen her top-
lumda ortaya çıkmıştır. Bu temel yapı
taşlannın özdeksel olduğunu ilk kez dü-
şüniip ileri sürenler ise Egeli doğabilim-
ciler olmuş, ama onlar da sayı ve nitelik
konusunda aralannda anlaşamamışlardı.
Kimi, "tektir ve ateştir" derken kımi sa-
yıyı dörde çıkanp, "Ateş, toprak, hava,
su" diye sıralamıştı. Gelgelelim, aradan
birkaç yüzyıl geçince, her nasılsa suyun
toprağa dönüştüğüne inanılmaya başla-
mış; bu kör inanç da 1770'e dek sür-
müştü...
lşte, 1770 yılında, modern kimyanın
kurucusu olan Lavoisier, suyun bir dizi
damıtma işleminden geçirilmesiyle top-
rağa dönüşebileceği yolundaki bu inancı
deneysel olarak çürütmüş ve böylelikle
adını, bilim dünyasında ilk kez duyur-
muştu. Daha sonra ise havanın yapısıyla
ilgilenecek ve oksijen gazının bulunma-
sıyla sonuçlanan çok önemli araştırma-
laragirişecekti...
Ne var ki 1770 tehlikeli bir sayıdır:
çünkü; 1789'a çok yakındı!.. 1789 ise
Fransız Devrimi yılıydı. Üstelık Lavo-
isier, bir Fransız'dı!.. Daha da kötüsü -
unvanı, babası tarafından parayla alın-
mış da olsa- bir soyluydu. O yıllarda
Kral adtna vergileri toplayan Ferme Ge-
nerale adlı kuruluşun üst düzey yetkili-
lerinden birinin kızıyla evlenmiş, çok
geçmeden kendisi de bu kuruluşta görev
almıştı...
Lavoisier'ler öldürülemezl...
Evrenin temel yapı taşlannı anlamaya
yönelik ö.ıemli araştıımalar ve birbirin-
den değerli buluşlar yapmış olan Lavo-
isier, kendi hayatını ilgilendiren konu-
larda, son derece büyük yanılgılara düş-
müştü.
Halkın nefretini kazanmış olan Ferme
Generale'ın önde pelen 27 üyesiyle bir-
likte 8 Mayıs 1794'te tutuklandı. Çabu-
cak, ölüme mahkûm edildi. Giyotinle
başı kesilerek ölüsü bir toplu mezara
atıldı...
Peki ama Lavoisier'i salt böyle bir ne-
denle öldürenler ne kazandı? Ya da ne-
ler yitirdiklerini hiç düşünmediler mi?
Lavoisier biraz daha yaşasaydı, onu öl-
dürenler ve torunlarının yararlanacağı
kimbilir daha ne çok gerçek, bugün tari-
hin kaydettığinden çok daha erken yıl-
larda bulunmuş olacaktı...
Belki de yine Lavoisier hakJıydı. Tıp-
kı, en büyük buluşunda olduğu gibi;
"Hiçbir şey yoktan var edilemez, var
olan hiçbir şey de yok edilemez!."
Naçiz vücudu, bir gün zaten toprak
olacaktı. ama adı sonsuza kaldı. Yaşamı,
en büyük buluşunun en güzel kanıtı ol-
du....
Lavoisier'ler öldürülemez!..
Slmyadan. modern kimyaya
Peki ama Lavoisier niçin bu denli
önemiiydi?..
Suyun toprağa dönüştürülemeyeceği-
ni kanıtladığı için mi? Oksijen gazını
bulduğu için mi? Yoksa; özdeğin koru-
num yasasını bulduğu için mi? Yoksa,
yoksa; bunlann tümü yüzünden mi?..
Kuşkusuz. bunlann her birinin tek tek
önemli payı var; ama. asıl önemlisi La-
voisier'in (eskilerin 'Simya'sından ayır-
mak için kullanılan ad ile) modern kim-
yanın kurucusu olmasıdır. Bir yanıyla
Newton'un fizikte yaptığım, Lavoisier
kimyada yapmıştı...
Matematik. gökbilimi, botanik (=bit-
kibilimi). anatomi (=organ bilimi), je-
oloji (=yerbılimi), uygulamalı bilimler
ve bu arada kimya öğrenimi görmüş;
henüz 24 yaşındayken de Fransa'nın je-
ÖNÜM, ARKAM, SAĞIM, SOLUM
LDoç. Dr. ÇAĞLAR TUNCAY
• Evrenin temel yapı taşlannı anlamaya yönelik
araştırmalar ve birbirinden değerli buluşlar yapmış
olan Lavoisier, yaşamıyla ilgili konularda, son
derece büyük yanılgılara düşmüştü. Ferme
Generale'in önde gelen 27 üyesiyle birlikte 1794'te
tutuklandı ve başı giyotinle kesilerek öldürüldü.
• Belki de yine Lavoisier haklıydı. Tıpkı, en büyük
buluşunda olduğu gibi; "Hiçbir şey yoktan var
edilemez, var olan hiçbir şey de yok edilemez!.."
Naçiz vücudu, bir gün zaten toprak olacaktı, ama
adı sonsuza kaldı. Yaşamı, en büyük buluşunun en
güzel kanıtı oldu.... Lavoisier'ler öldürülemez!..
içinde olduğu gibi aile içindeki işbölü-
münün yoğunlaşıp mesleklerin ortaya
çıkması sonucunda. kimyacılık gibi he-
kimlik ve eczacılık da uzmanlık dalı ha-
line gelmişti. Bu aşamada ise kadınla-
nn, çocuk bakımı yüzünden evde bulun-
malan ve ev işleri ile uğraşmalan gerek-
tiginden, -uygarhk, yaşamı iyıce kolay-
laştırana dek- meslek öğrenmeye ve
mesleklerini sürdürmeye tüm zamanla-
nnı ayırabilmeleri olanaksızdı...
Öte yandan; kimyanın, o dönemlerde
biricik kullanım ve uygulama alanı da
yemek ve ilaç yapımı değildi kuşkusuz.
Yaşamı sürdürmek ve kolaylaştırmak
amacıyla insanoğlunun birçok özdek tü-
rüne ve biçimine gereksinimi oluyordu.
Doğada kendiliğinden var olan tür ve
biçimler ise bu gereksinmeleri karşıla-
maktan uzaktı. Örneğin; doğada. kap
kacak, bıçak. ok ucu, kılıç gibi nesneler
kendiliğinden hazır olarak bulunmuyor
dolayısıyla birkaç tür ve biçimdeki öz-
değin bir araya gelerek başka tür ve bi-
çimlere dönüşmesi gerekiyordu...
Ateşln 'cfrml'
Lavoisier'i öldürenler ne kazandı? Ya da neler yitirdiklerini hiç düşündüler mi? Lavoisier biraz daha yaşa-
saydı, onu öldürenler ve torunlarının yararlanacağı kimbilir daha ne çok gerçek, bugün tarihin kaydettiğin-
den çok daha erken yıllarda bulunmuş olacaktı...
olojik haritasını çıkarmak ve maden
kaynaklannı araştırmak üzere ülke turu-
na çıkmıştı... Sonralan sokak aydınlat-
masından. deneysel çiftçiliğe dek birçok
konu ile ilgilenecek; 1775'te (Fransız
Ulusal) Barut Kurulu'na atanınca. o za-
manlann en gelişkin kımya işliğıni (=la-
boratuvar) kuracaktı...
Lavoisier'in böylece kimya ile başla-
yan yakın ilgisi sonunda; kimyanın o
zamanki birçok sorunu çözülmekle kal-
mayacak, özdek adlandırması bir düze-
raştığı tuhaf ve biraz da sihir ile büyü-
nün kanştığı garip işler gelir. Kimyadan
sadece kimyacılann anladığı ya da anla-
ması gerektiğinı sanır, bu tür işlerle ken-
dimiz ilgilenmekten kaçınınz.
Oysa şu an kullanmakta olduğumuz
araç gereç, giysı, ilaç, alet edavat, mo-
tor, makine ve benzeri hemen her türlü
eşya; kimyasal bir bulgu ya da buluşun
sonucudur ve yaşantımızı kolaylaştır-
mak üzere yaşamımıza girmiştir. Ayn-
ca; çevremizdeki her şey özdekten oluş-
kimyasal tepkimelere girer, değişir. Yep-
yeni tatlar çıkar ortaya, bunu da (bir
Turnusol kâğıdı gibi) dil ve damaklany-
la ayırt ederler. Bu kadarla da yetinmez,
servis sırasında, sos ve benzeri yenileri-
ni ekler, yeni kanşım ve bileşimlere ula-
şırlar...
Ama bütün bunlann anlamını kimya-
sal açıdan pek düşünmez, kendilerini bi-
rer kimyacı gibi hissetmezler... (Kımse
de onlara o gözle bakmaz.) Şu gerçeğin
de bilincinde pek değillerdir; tarihin en
Gözün ışık yayan bir organ olmadığını, içinde bu işe yarayacak hiç-
bir parça bulunmadığını kanıtlama uğruna, Leonardo Da Vınci bir-
çok türde gözü kesip biçmişti... Burada tuhaf ve -en azından; ko-
lay- anlaşıl(a)maz olan; binlerce yıldır öylesine apaçık bir gerçeğe
değil de tersine inanıp kalınmış olmasıydı. En azından gölgenin, ba-
kış yönünün değil, ışık kaynakJannın karşı yönünde oluştuğunu her-
kesin fark etmiş olması gerekirdi...
ne bağlanacak, özdek türlerinin hangi
koşullarda ve nasıl etkileşip başkalanna
dönüştüğü, bu sırada nelerin değişmeyip
aynı kaldığı açığa çıkanlacaktı.
Yine de Lavosier, eğer kimyanın te-
mel yasalarını belirleyip yalın matema-
tik bağıntılarla göstermemiş ya da en
azından gösterilebileceğini kanıtlama-
mış olsaydı, bütün bunlann hiçbir değe-
ri ve önemi kalmayacaktı.
fşte Lavosier'in adını ve bu anlamda-
ki ruhunu ölümsüz kılan; özdeği ve öz-
değin dönüşüm süreçlerinin anlaşılabi-
leceğini bulması, anlaması ve başkalan-
nın da kolayca anlamasına yol açmış ol-
masıydı... Yoksa. bütün bu aşamalar ge-
çilmeden, kimya bir sonraki yüzyılda
iyice gelişip bir endüstri dalına asla dö-
nüşemezdi!
Kimya denince, çoğumuzun aklına:
beyaz önlüklü. dumanı tüten araç ve ge-
reçleri arasında boğulan bilimcilerin uğ-
tuğuna, özdek ve özdeğin iç özellikJeri
ise türlerinin birbirine dönüşümüyle bir-
likte kimyanın en temel inceleme ve
araştırma konusu olduğuna göre biz
kimyadan kaçınmak istesek bile. kimya
bizi bırakmaz. Demek ki kimya yaşamı-
mızın aynlmaz parçasıdır...
Ama çoğu zaman bu gerçeğin ayın-
mına pek varmayız. Çünkü; günlük ya-
şam içinde yaptıklanmızın kimya ile na-
sıl bağdaştığını pek bilemeyiz. Örneğin;
evde annemizin. eşimizin hemen her
gün yapıp bizim yediğimiz yemek, en
yalın haliyle bile, -hem de epey karma-
şık- bir kimyasal işlemler dizisidir aslın-
da.
Yemek yapanlar; ruzundan sirkesine.
etinden sebzesıne dek, türlü çeşitli öz-
deği, tarife (yani formüle) göre belirli
bir oran ve sırada kaba koyar sonra da
ısıtırlar. Isırma sırasında, besinlerin için-
deki sıvılar dışan çıkar birbıriyle kanşır,
eski kimyacılan onlar, kadınlardır aslın-
da!.. Kadınlar, insanlık tarihinin ilk he-
kimleri ve ilk eczacılandır da.
Kadın kimyadan kopuyor
tlkel, avcılık ve bitki toplayıcılığı ile
geçinen topluluklarda, doğum ve yıllar-
ca çocuk bakımı, a\ sırasında yaralanıp
hatta sakatlanan erkeklerin sağaltılması
gibi görevleri nedeniyle kadınlar hekim-
lik ve o zamanlar hekimlikten pek ayn
düşünülemeyecek olan eczacılık işlevle-
rini de üstlenmişlerdi... Eczacılık, yani
ilaç yapıcılığı da eninde sonunda bir tür
kimyacılıktı; türlü çeşitli özdeğin, ilaç-
tan ilaca değişen oranlarda bir araya ge-
tirilerek bileşim ya da kanşım yoluyla.
başlangıçta elde olmayan bir özdek tü-
rünün üretilmesi demekti.
Ama kent yaşamı ile birlikte toplum
Ama ne yazık ki -zamanın garip bir
cilvesi olarak- doğa, upuzun bir evrim
süreci sonunda dengeye ulaşmıştı. Öz-
dek türleri birbiri ile pek etkileşmeden,
kanşıp yeni bileşimlerle sonuçlanmadan
yan yana durabiliyordu artık. lşte ateş,
bu kilidin anahtan olacak, "cirmi" ka-
dar yerde doğa dengesini bozarak insa-
noğlunun amaçlan doğrultusunda deği-
şimine, dönüşmesine, kısaca yeniden
üretilmesine bir köle gibi hizmet ede-
cekti. (Insanlar da bu iyiliğin altında
kalmayacak, uygarlığın başlangıcı ola-
rak -kesin tanhi belli olmasa da- ateşin
bulunuşunu gösterecek; hatta içlerinden
biri, bunu. elınizdeki bu sayfasının tam
da bu satınnda belirtecekti...)
Ateş öylesine güçlü bir etkendi ki
bakır ve kurşun gibi katıları ergitip
sıvılaştınyor. su gibi birçok sıvıyı da
buharlaştırıp "yok" edebiliyordu. Bu
güçten yararlanmak isteyen insanlar, il-
kin açıkgözlülük edip çok bulunur ve
ucuz -kurşun gibi- madenlerden, -altın,
gümüş gibi- az bulunur ve değerli olan-
ları eİde etmeye ve ınsanlara sonsuz
yaşam sağlayacak "hayat suyu"nu üret-
meye girişeceklerdi. Madem ki evren-
deki tüm özdek türleri, -o zamanlar
inanıldığı üzere;- dört temel öğeden
oluşuyordu; şu halde bütün sorun. altın
yapmak için bu temel öğelerden han-
gilennin hangi oranlarda kanştınlması
gerektiğinin bulgulanmasında yatıyor-
du...
Sıcak-sofiuk, ıslak-kuru
Böylece; sayıların. daha doğrusu
oranlann evrensel önemı düşüncesi ile
bir kez daha karşı karşıya kalınmıştı.
Belki de Pisagor'un ileri sürdüğü gibi
doğanın tüm özellikleri sayılara indir-
genebilir, bu yolla doğa anlaşılır,
çözümlenir ve her türlü özdek başka
biçimlere, bu arada altına dönüş-
türülebilirdi... (Yine de sadece o
sayılann niteliğini kavTamak bile, başlı
başına güç bir işti...)
Ama umulan sonucun parlak çeki-
ciliği, her türlü sıkıntıyı işin henüz
başındayken hafifletiyordu. Kaldı ki bu
son derece çetrefil araştırma serüveni
içinde. sınama-yanılma biricik başvuru
yöntemi gibi görünse de her temel
öğenin kendine özgü mizacı (karakteri)
araştırmacıların doğru yolda iler-
lemesine ışık tutabilecekti. Ateş, sıcak
ve kuru; hava sıcak ve ıslak; su, soğuk
ve ıslak; toprak, soğuk ve kuruydu...
Sıcaklık-soğukluk ile ıslaklık-kuruluğun
bu ikili almaşık düzeni sayesinde, tüm
evrenin özdeksel özellikleri çözüm-
lenebilirdi...
Insan da özdeksel bir yapıya sahip ol-
duğuna göre insanın da tüm ruhsal ve
bedensel özellikleri aynı ilişkiler bağ-
Iamında değerlendirilip yine aynı çer-
çeve içinde hastalıkJara sağaltım yollan
bulunabilirdi.
Yarın: Gökte var bir gök
boncuk
Çanakkale köprüsü ve gerçelderİSMAİL EKTEN / Mimar
Köprünün rantabl olduğu yönünde de ciddi kuş-
kular vardır. Bugün bu bölgeden geçiş yapan araç-
lann günlük sayısı 2000 adettir. Tek yönde geçiş
düşünüldüğünde ve yoğun saatler göz önüne alın-
dığında yoğunluklu geçiş saatlerinde bile saatte
geçecek araç sayısı 140 adettir.
Bu rakam tek yönde iki şeritli bir yola sahip
köprünün (mevcut öneri köprü tek yönde 3 şeritli
yapılacaktır) yiizde 0.5 (yüzde yanm) kapasiteyle
çaiışacağını göstermektedir. 1994 yılı verilerine
göre Istanbul köprülerindeki günlük ortalama oto
geçişinin 124.000 adet olduğu görülmektedir.
Çanakkale'ye yapılacak köprünün lstanbul trafi-
ğini rahatlatacağı savı da doğru değildir. Çünkü İs-
tanbul köprülerinden geçen araçların yüzde 95'ı
kentiçı trafiğe aittir. Genye kalan yüzde 5'lik tran-
sit geçişin en iyimser koşullarda sadece yüzde 2'si-
nin Çanakkale geçişini kullanacağı araştırmalar
sonucu ortaya çıkmaktadır Bu oran ise lstanbul
• Çanakkale'ye yapılacak köprünün lstanbul trafiğini rahatlatacağı savı da
doğru değildir. Çünkü lstanbul köprülerinden geçen araçlann yüzde 95'i kentiçi
trafiğe aittir. Geriye kalan yüzde 5'lik transit geçişin en iyimser koşullarda sadece
yüzde 2'sinin Çanakkale geçişini kullanacağı araştırmalar sonucu ortaya
çıkmaktadır. Bu oran ise lstanbul köprülerinin mevcut trafik yükünü hiç de
rahatlatmayacaktır.
köprülerinin mevcut trafik yükünü hiç de rahatlat- Bu otoyollann yapım maliyeti (2 milyar 400 mil-
mayacaktır. Çanakkale köprüsü ihalesine katılacak
firmalar sadece köprünün yapımını üstlenmekte-
dir. Köprünün bağlantı yollan ise devletin sırtına
yüklenmektedir. Ustelik devlet, bu yollan en kısa
sürede yapıp köprü geçişini cazip hale getirmeyi
ilgili firmaya taahhüt etmektedir.
Bugün iyi bir otoyolun asgari olarak 1 km.'lik
maliyeti 6 milyon dolardır. (Bu yol tünel ve viya-
düklü olursa 10-15 milyon doları bulabilir.) Ça-
nakkale geçişinin kuzeydeki Edirne otoyolu ile gü-
neydeki Bahkesir (olası) otoyoluna bağlanması
için 400 km'lik bir otoyol yapımına ihtiyaç vardır.
yon dolar), 400 milyon dolarlık maliyeti olan köp-
rü ile kıyaslandığında 6 katı bir ek yatınmı devle-
tin sırtına yüklemektedir.
Bir de yapılacak köprünün bugünkü maliyetlerle
kendisini kaç yılda finanse edeceğine bakacak
olursak ortaya vahim bir tablo çıkmaktadır. Şöyle
ki: Bu bölgeden günde 2000 araç geçtiğini söyle-
miştik; bu rakamı olası artışlarla 5000 olarak alır-
sak tek yönde 2500 araç geçişi köprüden olacaktır.
Bir aracı 100 bin TL olarak hesaplarsak günlük
köprü geliri 250 milyon TL.'dır. Bu. yılda 90 mil-
yar TL. köprü gelin demektir. Yapılacak köprünün
bugünkü maliyeti (400 milyon dolar X 42.500 TL.)
17 trilyon TL'ye ulaşmaktadır. Dolayısıyla bugün-
kü maliyetlerle bu köprü kendini 188 yıkla finanse
edecektir. Bu nasıl iştir ki köprüyü yap-işlet-devret
mantığıyla yapacak firmalar, bu köprüyü 30-40
yılda geri devTedeceklerdir. Yoksa bu firmalar, ge-
çiş kenarlanna farkJı rant tesısleri mı (konakJama,
ticaret. turizm) inşa edeceklerdir, ya da daha farklı
ve spekülatif beklentileri mi vardır?
Yukanda yaptığımız saptamalar bu köprünün hiç
de rantabl olmadığını göstermektedir. Ayrıca bu
köprünün doğaya, tarihe, kültüre ve kente son
derece sakıncalı zararlar getireceği de ortadadır.
Üstelik duyarlı kişı ve kurumlar köprüye çekince
koyduklannı açıkça deklare etmelerine İcarşın biri-
leri hâlâ nasıl olur da "Bu köprü ya olacak ya ola-
cak" diyebilmektedir? Ortada bir sürü soru ve
muğlaklık bulunmaktadır. Bunlar tüm açıklığıyla
halkın önüne serilmeden, "Ben yaptun oldu" man-
tığıyla bu köprü kesinlıkle yapılmamalıdır. Bu
temennimiz dılenz kı gerçekleşır.
ANKARA.,.ANKA...
MÜŞERREF HEKİMOĞLU
Nasıl Kutluyoruz?
Yıllarca önce Volgagrad'a gittim, Sovyetler Birli-
ği'nin kahraman kentlerinden biri, bir pazar sabahı-
nı unutamam. Mamayev Anrtı'natırmanıyoruzyol ar-
kadaşımla. Dünyanın en büyük savaş anrtı. Kocaman
bir dağ, aşağıda Volga, yeşil sularını seyrederek dö-
ne döne varıyoruz doruğa. Sesler geliyor derinden,
dağın içinde binlerce, milyonlarca insan şarkı söyler
gibi. Eski savaş şarkıları. "Anam, bacım, sevgilim,
kim ister savaş!"
O pazar sabahı tüm Volgagradlılar, hatta başka
kentliler, çocuklar, gençler, yaşlılar, ellerinde çiçek-
lerle Mamayev yolunda. Fahri Korutürk'ün döne-
minde Moskova Elçiliğimizde çalışan Edvvard, Vol-
ga'nın yeşil sulannı gösteriyor. "O zaman su değil,
kan aW;"diyor. Ivan Çavuş'u anlatryor bana. Nazile-
re son soluğuna kadar direnen kahraman çavuşun
öyküsü, savaş karşıtlığını yeniden biliyor. 1940'ların
sonuna doğru AJmanya'da gördüklerim, dinledikle-
rim canlanıyor gözümde.
Mamayev'in içinde meşaleler yanıyor, kocaman
duvarlar aydınlanıyor ışığında, duvarlarda binlerce
ölünün adı var. Nazilere karşı savaşarak, Hitier or-
dulannı bozguna uğratarak yaşamını yitirenler. Biraz
önce ellerinde çiçeklerle dağa tırmananlar saygıyla
eğiliyorönlerinde. Hüzünledüşünüyorumşimdi, oçi-
çeklerçoktan soldu değil mi? Ikinci DünyaSavaşı so-
na ereli elli yıl oldu, ama 50. yılı nasıl kutluyor insan-
lar! Her yerde kan, gözyaşı, yıkık kentler, yitik insan-
lar, yrtik düşler, umutlar. Barış özlemi giderek derin-
leşiyor.
Geriye bakınca öfke de derinleşiyor. Uluslararası
kuruluşları da güvenle değil, kuşkuyla düşünüyorum
ben. lşte NATO, antlaşmanın güneydoğu kanadında
neler yaşanıyor! lşte Birleşmiş Milletler, uzun yıllar bo-
yunca laftan başka ne üredi bu toplulukta? Hangi ko-
nuda, hangi sorunun çözümünde, ne kadar yol al-
dı? Yalnız kurumlar, kuruluşlar değil, kavramlar da
yıpranıyor dünyamızda. Değer yargılarımızda da
deprem var. Nerede kaldı Batı uygarlığı, TV'yi açın-
ca neler görüyoruz, Haçlı Savaşlan yeniden yaşanı-
yor. Avrupa'nın göbeğinde ve doğusunda. Dünya
banşını amaçlayan kuruluşlar, uluslararası sorunlan
çözmek bir yana düğümler gibi. Banş yolunda hiç-
bir ilerieme yok, tersine, banş değil savaş yeğlenir
gibi! Dünyanın her yerinde silahlar konuşuyor, belli
ülkeler silah üretiyor durmadan, bilimsel ve teknolo-
jik gelişmelerı acımasız düzeye vardıran silahlaria
yok etme savaşında yanşryor. Hiroşima gerilerde kal-
dı, ama önümüzdekiler! Ne yana baksak savaş ate-
şi. Kim yakıyor, kım söndürüyor belli değil, kimi eller
söndürür gibi davranarak daha çok alevlendiriyor
neredeyse!
Ülkemizde de öyle değil mi? Uzlaşmayı değil, ge-
rilimi yaşıyoruz. Yurtta banş, dünyada banş ilkesi de
çok gerilerde. Ülkede barış değil, savaş var; toprak-
lanmızı bölmek, bütünlüğümüzü bozmak, haritamı-
zı yeniden çizmek çabası var! Bu çabaları durduımak
için kesin kararlı politikalar üretilemiyor.
Oysa ülkede banş olmadan dünya banşına katkı-
mız olabilir mi? Dış politika iç politikanın uzantısı de-
ğil mi aslında? Kimi olayları güç taşıyorum, vatan-
daşlıkduygumun, onurumun zedelendiğini hissedi-
yorum doğrusu. Bağımsızlığı değil, bağımlılığın mut-
suzluğunu yaşıyorum. Tüm olaylardayabancı gölge-
ler var, okyanusun ötesinden verilen Öğütler, o öğüt-
ler doğrultusunda ödünler, girişimler.
•••
Bayram sabahı için acı bir açıklama, ama dünya-
mız da bir kurban yaşamında değil mi? Ne çok ka-
sap var çevremizde, ne çok kurban veriyor toplum-
lar.
Moskova'da buluşanlar Ikinci Dünya Savaşı'nın
bitmesini kutladı, ama bir savaş ortasında değil mi?
Ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra nice savaşlara sah-
ne oldu dünyamız.
Ancak barış umudu dinmiyor. O umudu solduran-
lan da iyi tanıyoruz artık.
Tanımak yetmiyor, davranışımızı da belirtmek ge-
rekiyor. Barıştan yana çabalara katkı gerekiyor. Ba-
nş umudu o zaman yeşerir ancak, ülkede de dünya-
da da.
Gelecek bayramlan banş içinde kutlamak umu-
duyla.
B L X L M A C A SEDAT YAŞAYAIS
1 2 3 4 5 6 7 8SOLDAN SA-
ĞA:
1/ Sünger avcılı-
ğında kullanılan
sürtme ağı. 2/
Karakter... Yanm 3
kılogramlık bir
ağırlık ölçü biri-
mi. 3/ Yüzgeçle- 5
rinde zehırli di- «
kenler bulunan,
eti lezzetli bir ba- 7
lık... Bir renk. 4/
Serbest bırak- °
ma... Büyük sı- g
çan. 5/ Ayak...
Yaratıcısının adı bihnmeyen
yapıt. 6/ Yeniizü parçası. 7/
Dik tutularak parmaklarla
çalınan büyük çalgı... Ma-
ğaraların tabanında yukarı-
dan damlayan kireçli sula-
rın katılaşmasıyla oluşan
kolon. 8/ Çanakkale Savaş-
lan'nda döktüğü mayınlarla
üç düşman zırhlısının bat-
masını saglamış gemimiz...
Türkıye'nin plaka işaretı. 9/
Ağızdakı kokulan gidermek için çiğnenen baharlı bir
madde.
YUKARIDAN AŞAĞrYA:
1/ Pamuk iplığine sırma katılarak eğrilmiş iplik.2/ Yük-
sek bir makama sunulan mektup ya da dilekçe... Salatası
ve ruletı ünlüdür. 3/ Eldiven ve giysı yapımmda kullanı-
lan bir tür yumuşak den... İnn birikımi. 4/ Büyük ün ka-
zanmış sinema ya da müzik sanatçısı... Radon elementi-
nin sımgesı. 5/Telefon sözü... Tarlayı sürerek dinlenmeye
bırakma. 6/ Bir akışkanın çekım ve sürtünme kuvvetleri
nedeniyle akma eğilimine karşı gösterdiği ıç direnç. 7/
Evrensel alıcı olan kan grubu... Kedı ya da köpek yavru-
su. 8/ lstanbul'un bir semti... Köpek. 9/ Yerleştirildiği
nokta ile uzaktakı bir nokta arasındaki uzakhğı ölçmekte
kullanılan optik aygıt.
ÇtVRİL ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Sayı 1994106
Davacı Çîvrii Kocayaka köyıûıden Safıne lyidoğan vekıli Av Turan
Akıncı tarafından davalı, Uşak Merkez Işık Mafaallesı nufusuna kayıtlı
Ğhner lyıdoğan aleyhıne açılan şıddetlı geçımsızlık nedeniyle boşanma
davasının >apılan açık yargılaması sırastnda venlen ara kararı geregınce,
Davah Uşak Merkez Işık Mahallesı'nde kayıtlı Omer tyıdoğan'a teblıgat
yapılamamı; ve zabıtaca yaptınlan araştuma\ a ragmen de açık adresı tespıt
edılemedığındĞn davah Omer lyidoğan aleyhıne açılan şıddetlı geçımsız-
lık sebebıyle duruşmasının atılı olduğu 12 6 1995gunusaal9 OO'damahke-
memızde hazır bulunması \eya kendısını bir vekılie temsıl ettırmesı, aksı
takdırde >argılamaya yokluğunda devam edılecegı ve karar venlecegı
(H U M K "nın 509-510 maddelen gereğınce) dava dılekçesı yenne kaım
olmak uzere ılanen tehlığ olunur Basın 20934