06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4NİSAN199SSALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 îki Türk balerin, İngiltere Kraliyet Akademisi'nden Uluslararası Bale Öğretmenliği diploması aldı Yıllardır atılan tohumlar meyve veriyor AUNTILAR TAHSIN YUCEL N.RANAEVCÎM Tûrkiye Cumhuriyeti; 1921 yılında, ûrerim araçlan yetersiz, yolsuz, sanayi- siz, eğitimden yoksun, yetişkin insan gû- cü olmayan, bankasız, kredisiz, tanmcı- lığı geri kalmış harap bir ülkeydi. Bu ül- kenin tstanbul şehrinde, bir bale öğret- meni olabileceği çok az kişinin aklına gelirdi. ama vardı. St. Petersburg Bale Okulu'nda eğitim görmüş, 1912-1919 yıllan arasında orada dans etmiş bir ba- le sanatçısı olan Lydia Krassa Arzuma- nova, 1921 'de Türkiye'ye gelmiş ve özel bale dersleri vermeye başlamıştı. Göğüs- lenecek bütün sorunlara rağmen insan- lann yürekli ve heyecanlı olduğu bu genç ülkede Madam Arzumanova. bale sana- tının geleceğini nasıl görüyordu acaba? Bu yürekli insan, en önemli adımlan devletten hıçbir katkı beklemeden, ken- di girişimciliği ve kararlıhğıyla atmıştı. Arzumanova'dan sonra Valois Mustafa Kemal, 1 Eylül 1924'te, da- ha Harf Devrimi'ni bile gerçekleştirme- den önce, Musiki Muallim Mektebi'nin acılmasını sağlamıştı. Bu durum, onun sanat eğitimine ne kadar çarpıcı bir ön- celiktanıdığinı göstermektedır. Ne yazık ki hızla kalkmmak zorunda olan Türki- ye Cumhuriyeti, bir de tkinci Dünya Sa- vaşı'nın olumsuz koşullanyla başa çık- mak zorunda kalmış, devletin bir bale okulu açmak için kollan sıvaması 1947 yılına kadar gecikmiştir. Bu aşamada, Türkiye'nin daveti üzerine Ingiltere'den ülkemıze gelen Ninette de Valois. Yeşil- köy'de, daha sonra Ankara'dakı konser- vatuvarla birleşecek olan bale okulunu kurmuştur. Arzumanova'nın öğrencileri olan Tenasüp Onat, Engin Akaoğlu, Ka- ya tlhan ve Güzide Kalın da bu yeni oku- lun gösterilenne katılmış, ileriki aşama- da da Ankara'ya giderek açıktan konser- vatuvardaki çalışmalara katılmışlardır. Bu sanatçılar, Ankara balesinin ilk bale sanatçılan arasında yer almışlardır. Gö- rüldüğü gibi ilk yıllardan beri, özel bale okullan, konservatuvarlarda öğrenim görebilecek yetenekte öğrencilerin keş- fedilmesi ve yetiştirilmesi konusunda yardımcı bir kuvvet olmuştur. Bale sana- tını profesyonelce icra edebilecek yete- nekte bir sanatçının ender bulunması ba- kımından bu desteğin önemi büyüktür. Yıldız Alpar'ın özel bale okulu Yıldız Alpar Emiroğlu da Madam Ar- zumanova'nın yetiştırdiği bale öğrenci- lennden biridir. Girişkenlik ve kararlılık konusunda öğretmenine oldukça benze- yen bu sanatçı, 1949-1952 yıllannda Sergei Lifar'la çalışmak ûzere Paris Ope- la Balesi'ne gitmiştir. Orada Türkiye'de- ki bale eğıtimının daha geniş kitlelere yayılması ve ilerlemesi gerektiğini kav- rayarak profesyonel balerinlik yerine öğ- rermenlik yapmaya karar vermiş. tstan- bul'a dönerek özel bir bale okulu açmış- tır. Yıldız Alpar, her fırsatta özel bale okullannın amacının profesyonel bale sanatçısı yetiştirmekolmadığını, ama ye- tenekli öğrencileri konservatuvarlara ha- zırlamak ve bilgili, kültürlü bir bale se- yircisi yetıştirmek konusunda kendileri- ne önemli bir görev düştüğünü vurgula- maktadır. Yıldız Alpar Bale Okulu'nda bale öğretmenliği yapan Oya Barbara Karanis ve Aylin KalerruRAD Teachers' Çertificate (Öğretmen Sertifıkası) almayı başaran ilk Türk öğretmenler olmanın gurunınu taşıyorlar. Buna rağmen. Istanbul'da konservatu- vardaki bale eğitiminin henüz yerleşme- diği bir aşamada, Istanbul Devlet Bale- si'nin kurulmuş olması, özellikle 1970- 1980 yıllannda özel bale okullan öğren- cilerinin takviye kurslarla profesyonel olarak yetiştirilmelerinı gerektırmiştir. Istanbul Devlet Konservatuvan kurul- duktan sonra da bir süre. özel bale okul- lannda yetiştirilmiş yetenekli öğrenciler profesyonel olarak görev almışlardır Her şeye rağmen, sağlıklı bir profesyo- nel eğitimin sağlanması için bu sanat da- lını meslek olarak seçecek olan sanatçı- lann konservatuvarlarda. hergün sistem- li ve düzenlı bir eğitimle yetiştirilmesi gerekmektedir. Düzeyli ve dünya standarflannda eğitim Bu sistem köklü bir şekılde yerleşin- ceye kadar, baleyi bir yan uğraş olarak seçmiş olan özel bale okulu öğrencileny- le, bale sanatçısı olarak yetiştirilen kon- servatuvar öğrencileri arasındakı yol ay- nmının netleşmesı gecikmiştir. Devietin öncülüğü ile kurulmuş olan konservatuvarlar ağır sorunlarla başa çıkmaya çalışırken toplumumuz tarafın- dan bale sanatının her geçen gün daha çok sevilmesı ve benımsenmesıyle özel bale okullannın sayısı ve kapasitesi hız- la çoğalmaktadır. Bu gelişmenin umut venci olmasına rağmen, ortada bu ku- rumlann yeterlilığini \e sağlıklı eğitim venp vermedığinı denetleyecek sağlıklı bir sistem olmaması kaygı vericidır. Çok küçük yaşlarda başlayan bale eğitimi, bi- lınçsiz. ehlıyetsiz kişiler tarafından, uy- gun olmayan zeminlerde verildiğinde. sakatlıklara neden olabilmektedir. Bu bedensel sakıncanın yanı sjra, kültürel açıdan da son derece çarpık ve düzeysiz yaklaşımlarla verilen bir bale eğitimi, toplumumuzun genel sorunu olan yoz- laşmayı körüklemekte. sanatın gerektir- diği birikim ve yaratıcılıktan uzak biran- layışı yaymaktadır. Mimar Sinan C'nı- versıtesı De\let Konservatuvarı Bale Ana Sanat Dalı Öğretim görevlilennden olan Şebnem Aksan, bu sakıncalı ortam- da özel bale okullanndaki bale eğitimi- nin düzeyli ve dünya standartlannda ol- masını sağlamak amacıyla bir çalışma başlatmıştır. 1989 yılından bu yana. İn- giltere 'dekı Royal Academy of Dan- cing'in (Kraliyet Bale Akademisi) Tür- kiye organizatörlüğünü yürütmekte ve amatör dans eğitimi konusunda 65 ülke- de uygulanan bir uluslararası sistemın ülkemizde de yerleşmesini sağlamaya çalışmaktadır. Yıldabirveyaıki kere ve- nlen seminerlerle Tûrkiye 'deki bale öğ- retmenlerine tanıtılan bu sistem, şu an- da 17 Türk bale öğretmeni tarafından be- nimsenmiştir. Buöğretmenlerin yetiştir- diğı öğrenciler yine RAD'nin onayladı- ğı yetkililer tarafından yılda bir kez sı- nanmakta, her öğrenciye başan durumu ıle ilgili bir rapor ve sertifika verilmek- tedir. Tûrkiye'de şu ana kadar 5-15 yaş grubunu kapsayan 7 seviyede uygulama yapılmıştır. Haziran 1995'te verilecek seminerle bu kapsam 25 yaş grubuna ka- dar genişletilecektir. Karanis ve Kalem'in başansı Baleye 1974 yılında Yıldız Alpar'ın öğrencisi olarak başlamış olan OyaBar- bara Karanis ve Aylin Kalem de öğret- menleriyle birlikte RAD'nin bu ulusla- rarası eğitim sistemine katılmışlardır Yıldız Alpar Bale Okulu'ndan 1989 yı- lında mezun olan Oya ve 1991 yılında mezun olan Aylin, başlangıçta öğret- menlerinin tanımladığı gibı "kültürlü bale seyircileri'' arasında yer almakla ye- tinmişİer. 1986 yılında, Rudolph Nure- yev'in Istanbul De\'let Balesi'nde sah- neye koyduğu Uyuyan Güzel balesinde. yövmiyeli olarak görev almışlar, ama bir yandan da öğrenimlerini sürdürmüşler. Meyveler alınmaya başlandı Konservatuvarda okumuş olan yaşıt- lanna oranla çok daha geniş bir seçme hakkına sahip olan bu gençlerimizden Oya, Istanbul Oniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı'ndan, Aylin de Boğaziçi Üniversitesi tngiliz Dili ve Edebiya- tı'ndan mezun. Ikisi de en az iki yaban- cı dil bıliyorlar ve birikimlerini çok sev- diklen baleden kopmadan, Yıldız Alpar Bale Okulu'nda bale öğretmenliği yapa- rak değerlendiriyorlar. Oya Barbara Ka- ranis ve Aylin Kalem. RAD Teachers' Çertificate (Öğretmen Sertifikası) alma- yı başaran ilk Türk öğretmenler olmanın gururunu taşıyorlar. Böylece. bundan 70 yıl önce Tûrkiye'de bambaşka koşullar altında bale dersleri vermeye başlamış olan Lydia Krassa Arzumanova'nın öğ- rencisi Yıldız Alpar Emiroğlu'nun öğ- rencileri, kendilerine dünyanın her ülke- sinde bale öğretmenliği yapma yetkisi tanıyan bir belgeyle çalışmalannın ve adanmışlıklannın karşılığını almış oldu- lar ve bu alanda yıllardır emek verrruş olan insanlann attığı tohumlar, toplum- ca gurur duyacağımız meyveler verme- ye başlamış oldu. İki buçuk saatlik sınav Oya Barbara Karanis ve Aylin Kalem. Sandra Burnham tarafından uzun ve zorlu bir sınavdan geçirilmişler: "Suıa> iki buçuk üç saat sürüyor. Bunun 50 da- kikasında bir bale dersi vermemiz gere- Idyor. Bu dersi kendimiz hazırlamış olu- yoruz. Ders boyunca, öğretmenin piya- nistie olan kontağına. sesinin tonuna, her çocuğa eşit ilgi gösterip göstermediğineve buna benzer birçok ay nnüya dikkat edi- wriar. Bu sınav için jean McDonnell'le iki haftauk bir kurs yapük. Dersten son- ra iki çocukla özel olarak deta> düzeltme çalışması yapmamız gerekiyor. Bu da bit- tikten sonra sına> ı \ apan öğretmenle ana- tomi üzerine bir konuşma yapılıyor. Bu aşamada anatomi konusunda çeşitli soru- lar yöneltiliyor, bunlan cevaphytnTiz.'' Sınavı kazanan Oya ve Aylin son de- rece başanlı bulunmuşlar, hatta bale öğ- retmeni olarak lngiltere'ye davet edil- mişler. Ama şimdilik gitmeyi düşünmü- yorlar. Bundan sonraki hedeflen, en kı- sa zamanda çocuk psikolojisi ve bale ta- rihi derslerinin sınavlanna da girerek bi- rer diploma almak. RAD bünyesinde 10 yıl öğretmenlik yaptıktan ve bütün sevi- yelerde öğrenci yetiştirdikten sonra ne- den olmasın, kendilenni sınayan Sandra Burnham gibi birer RAD sınav öğretme- ni de olabilirler! RAD sınav sistemi bu yıl 75. yılını kutlarken aşağı yukan aynı uzunlukta bir tarihe sahip olan Türk özel bale okullan da bu uluslararası ortak dıl- de çağdaşlığı yakalarruş görünüyor. Kon- servatuvarlann kulağına küpe olsun Cengiz Cıva'nın çalışmalan Fotoğrafevi'nde sergileniyor Detayların iziııi araşüran göz NECMİ SÖNMEZ Bir kapının, bir pencerenin sihri ne- rede başhyor? Yaşadığımız özel mekân- lann mahremiyetini bir anlamda sınırla- yan, genel ıle özel arasındakı eşik nok- tasını belirleyen kapı ve pencereler. fo- toğraf sanatçısı CengizCrva'nın (1957) son kişisel sergisinin de ana temalan. Sanatçının "Türkiye'nin P enceresi: Anadolu'dan Fencereter ve Kapılar I" başlığı altında Fotoğrafevi'nde açtığı sergısı, 30 adet renkli çalışmasından oluşuyor. Fotoğrafevi' nin küçük sergi mekânın- da birbiri ardına dizilmiş kurşun asker- ler gibi sıralanmış olan bu 30 fotoğraf, sanat anlayışını "araştıncı" bir çizgide sürdüren Civa'nın alışılmışın dışına çı- kan eğilimlerini ortaya çıkarması ve da- ha önemlisi, sanatçının tematik olarak "detaylardan'" bütüne doğru ilerleyen bakış açısını gözler önüne sermesi ba- kımından önem taşıyor. Son yıllarda resim alanında gördüğü- müz ilgi patlamasına fotoğraf alanında da tanık oluyoruz. Fotoğrafla ilgilenen- lerin artmasına, konuyla ilgili yayınla- nn, nitelikli albümlerin yayımlanması- na rağmen iyi niyetliliğin arkasma sak- lanmış bir "donanımsızük". estetik yok- sunluğu kendini açık biçimde duyumsa- tıyor. Ticari amaçlı reklam fotoğrafinı çarpıcılığı. sanat amaçlı fotoğraf üreti- mini de yakından etkileyerek aşın dere- cede grafik etki taşıyan anlatımcılığı gündeme getirmektedir. Cengiz Cı- va'nın fotoğraflannı böylesi bir iklim koşullannda ilginç kılan temel özellik. yalınhle Sanatçı görsel araştırmalannı rastlan- tısalhğin son derece sınırlı bir rol oyna- dığı renkli fotoğraf alanında yoğunlaş- tırarak. bence konuya sadık kalmaksızın serbest foım denemelerine giriyor. Bu fonrı denemeleri alabildiğince kuru. Ya- ni Cıva'nın dahaönceki sergilerinde ele aldıği portreler, msan manzaralan değil yapısal elemanlar, detaylar önplana çı- kıyor bu kez. Anadolu uygarlıklanmn zengin mo- zaiğinde Cıva, geleneksel Türk Mima- risi'nin izlerini (Safranbolu, Kula vb.) sürerken, gecekondu yapılaşmasının köklü sorunlara ucuz malzeme ile hız- lıca yanıt arayan "naif" yanına da çevi- riyor objektifıni. Bu bağlamdaalabildi- Crva kimi kez yapı elemanlannın detay lannı incelerken kimi kez de bu yapılar- la insanlar arasındaki ilişkiyi kompozisyonlanna konu ediyor. ğine detaylara inip, kapı ve pencerele- rin özelliklerinden yola çıkarak Anado- lu'daki yaşamm portresini çekmeye yö- neliyor Cıva. Ancak alışılmışın dışında birportreleme eğilimi bu. Anadolu gibı birçok uygarlığın beşıği olan bir coğ- rafyada bu ya da şu kültür diye bir ay- nm yapmak imkânsızdır. Sanatçı da bu- nun farkında olmalı kı, izlenımlerineda- yalı "bütünsel" bir panoramayı gözler önüne senyor. Burada pencere ve kapı- lann sessız tanıklığını yer yer insanlar- la da birlikte yorumluyor Cıva. Sergıde yer alan 8 çalışma, insanla kapı-pencere ılışkisını değerlendınyor. Bu sekiz çalışma ıçinde benim en çok il- gımi çeken, bir çocuğun. bir ineğin ve bir kadının konu edıldıği fotoğraf oldu. Burada ahır kapısı olduğu anlaşılan kü- çük pencereden başını uzatmış olan inekle. basamaklar üzerinde oturan ço- cuk arasında bir ilışki, bir bakışma var. Kırmızı kazaklı ve eli süpürgeli kadının yüzünden kızgınlık okunuyor. Belki de evinin fotoğrafının çekilmesinden ra- hatsız. Cıva'nın birbirinden güçlü renkleri bir arada yorumlayan bu kompozisyonu, ınsan-kapı-pencere-ev ilişkisinin belkı de en basite indirgenmiş halini izleyici- lere sunuyor. Günlük yaşama ait bu kü- çük yalın birliktelik, sanatçının kurgu- sunu geri plana almasıyla oldukça "sı- radan" gibi gözükûyor ama sonuçta bu kompozisyon tüm kurgusal elemanla- nyla bir fotoğrafçı duyariılığının gös- tergesi. Çalışmalannda renk öğesini sıradan bir kurgu elemanı olarak değil, hedefi- ne saplanacak bir ok gibi kullanan Cı- va, dingin bir kompozisyon oluşturacak pastoral tonlar yerine. şiddetli, zıtlaşan renklen tercih etmektedir. Sergide yer alan 12 çalışmada renk potansiyelı konuyu da arkasında bıra- karak ilk bakışta İcendisini belirginleşti- riyor. Renklerin böylesi bir çarpıcılığa sahip olması düşündürücü bir özellik. Çünkü böylesi tematik sergilerde, konu bütünlüğünü koruyan bir yaklaşım açı- sını sergilemekönemhdir. Cıva'nın ser- gıyle ilgili olarak yaptığı açıklamadan da anlaşıldığı gibı. bu sergide yer alan fotoğraflar ileride kıtaplaşması düşünü- len bir diziye ait küçük bir parça. Durum böyle olunca serginin vurgulannı bir- likte incelemek zorlaşıyor. Her ne kadar sergide yer alan tüm iş- ler kapı ve pencereleri konu alıyorsa da kompozısyonlann tek tek içerdiği yak- laşım açılan birbirinden farklı bir özel- lığe sahip. Cıva kimi kez yapı elemanlannın de- taylannı incelerken kimi kez de bu ya- pılarla insanlar arasındakı ilişkiyi kom- pozisyonlanna konu ediyor. Bu yakla- şım çeşitliliği sergiyi zenginleştirmekle kalmıyor, küçük detaylann ilk bakışta belli olmayan özelliklerinin bir fotoğraf- çı için ne kadar önemli bir altın madeni olduğunu da tekrar hatırlatıyor. Sergi, Fotoğrafevi'nde 7 nisana dek izlenebilir. Hamsun'un yaşamı film oluyor GÜRHAN UÇKAN STOCKHOLM - Isveçli yönetmen Jan Troefl, Norveç'in en ünlü yazarlann- dan Knut Hamsun'un acılı yaşamını be- yazperdeye aktanyor. Knut Hamsun'un yaşantısında büyük önemi olan eşi Marie de filmde özel bir yere sahip olacak. Hamsun çiftinin, tkinci Dünya Savaşı sı- rasında Nazizme sıcak baktıklan konusu bugün Norveç'te tartışılmakta. Jan Troel'in filminde Knut Hamsun'u, Isveçli deneyimli oyuncu Max Von Sydow,Marie'yi Danimarkalı GhitaNor- by canlandınyor. Filmde yazann özellikle savaş sırala- nndaki günleri yansıtılacak. Marie Ham- sun, Nazileri desteklemek için "L'lusal ParaKampanyası"nda görev almıştı. Sa- vaştan hemen sonra, "vatan hainBği suç- lamasıyla" mahkemeye verilen Knut Hamsun, 1952 'de itibannı yitirmiş bir du- rumda ölmüştü. Jan Troell'in yöneteceği film: bir Isveç, Norveç ve Dani- > marka ortak yapı- mı. Maliyeti, 40 milyon Norveç Kronu, yaklaşık 3 mılyar lira. Fılmin çekimine şu sıralar Norveç'te başlanı- yor. 1996 sinema dönemine yetışmesi amaçlanıyor. Film aynca daha sonra dizi olarak televizyon- dadagöstenlecek. Filmin yapımcısı, Da- nimarkalı Eric Crona, filmde Von Sydow'un lsveççe, eşinin de Danimarka- ca konuşacağını belirterek şöyle diyor: "Oyuncuların, kendi dillerini kul- landıklan zaman daha rahat ve iyi oy- nadıklanna inanıyoruz." Isveçli oyuncu Max von Sydow ise filmle ilgili şöyle konuşru: "Knut Hamsun'un yapıtlan beni yıl- lardır çok etkilemekteydi. Yaşamını, çok üzücü bir şekilde sona erdirmesi- ne üzülmüştüm. Knut Hamsun, çok duyaıiı ve düşünceli bir insandı. Bu bü- yük yanlışı yaparken de, doğru hareket ettiğine inanıyordu. Çok becerili, de- ğerli bir yazardı." Fılmin senaryosunu, fsveç'in en tantnmış yazarlanndan P. O. Enquist yazdı. Senaryo, Norveçli yazar Thorkild Hansen'in. Yaşamım Roman Olur! Birkaç yıl önce, bir anlatımın başında da vurgula- maya çalışmıştım: "Yaşamım roman olur!" diyerek serüvenlerini yazacak romancı arayanlann da, serü- venlerinin ilginçliğıne ilışkin ınançlarını yazma yete- neklerinin üstünlüğüne ilişkin inançlanyla pekiştire- rek yaşamlarını romana dökmeye girişenlerin de ön- ce şu sorulann yanıtmı vermeleri gerekir: Yaşadığı- nızı bu denli ilginç buluyorsanız. ne diye bir düşlem ürünü gibi sunmak ıstiyorsunuz ki? Yaşadığınız ger- çeklere bir kurmaca görüntüsü vermek istemekle bindiğiniz dalı kesmiş olmuyor musunuz? Sözünü ettiğim anlatıda, anlatıcıma bu türiü soru- laratutarlı bir yanıt alınamayacağını, çünkü, neresin- den bakılırsa bakılsın, tutumun sakat olduğunu söy- letmiştim. Ama o bir anlatıydı, anlatının iç gerekleri böyle bir yorum gerektiriyordu. Birçok insan yaşa- mının bir roman biçiminde insanlara sunulmasından bir yarar umduğuna, bırçoğu da, yaşanmaya değer bulduğu kuşku götürmeyen bu yaşamı yarıda kes- mek pahasına. masanın başına geçip yaşadıklarını yazmaya gıriştiğine göre, bu işin bir nedeni, bir te- meli, bırmantığı olması gerekir. Vardırda. Üstelik, bi- zim hoşumuza gidecek türden olmasa bile, bir de- ğil, birçok nedenden söz edilebilir. Hemen belirtelim, bir gurur, bir kendini beğenmiş- lik duygusu yöneltir bizi böyle bir görüşe: "Yaşamım roman olur!" demek, her şeyden önce kendimize verdiğimiz degeri kesinlemektir. Belki çok edilgen bir yaşam sürmüş, yazgının getirdiği acılan çekmekle kalmışızdır, ama bu acılara katlanma biçimimizin, hatta yalnızca katlanabilmiş olmamızın bile, bizi ta- nınmaya değer bir kişi, serüvenimizi bilinmeye de- ğer bir serüven düzeyine getirdiğine inanırız. Yoksa yaşamımızın romana aktarılmasını neden isteyecek- tik? Ancak, çoğu durumlarda, bu isteğin aynı za- manda bir alçakgönüllülük göstergesi olduğu da söylenebilir. Kimileri serüvenlerini kitleye iletmek için romandan yararlanmayı usundan bile geçirmez. Fa- lih Rrfkı oturur, anılarını yazar; Şevket Süreyya otu- rur, anılannı yazar; Gülriz Sururi oturur, anılannı ya- zar; benzetmek gibi olmasın, Kenan Evren oturur, anılannı yazar. "Yaşamım roman olur!" diyen kişiy- se, yaşamını başkalarına iletilmeye değer bulmakla birlikte, kişi olarak çok da yükseklere koymaz ken- dini, bir Falih Rıfkı, bir Şevket Süreyya, bir Gülriz Su- ruri, bir Kenan Evren olmadığını bilir. Aynca, yaşamı- nın romana aktanlmasını istemek, daha baştan "ad- sızlığı" seçmektir; gücül roman kahramanı kendisi için istemez başkasının ilgisini, öyküsünün gücül okuru için ister; bir başka deyişle, yaşamını bir de- neyim, bir yetişim, ama aynı zamanda bir oyalanma, dolayısıyla bir eglence nesnesi olarak sunmaya bo- yun eğer. Şu var ki, alçakgönüllülüğün ardından başka şey- ler de sızar işin ıçine. Bir kez, önyargıysa önyargı, ro- man gerçekten daha ilginç diye bilinir. Çoğu okurda romanı, gerçek yaşamda kolay kolay rastlanmaya- nı anlattığı için okur. Öyleyse, romanın kapısından ıçeriye girdikten sonra, yaşamımız (daha doğrusu yaşamımızın öyküsü) bilineni. alışılmışı aşmış, olağa- nın üstüne çıkmış bir yaşam niteliği kazanır; en azın- dan, "serüven"niteliği kesinlenmiş, onaylanmışolur. Bu kadar da değil: "Roman olmaya" değer, dola- yısıyla tekıl, benzersiz bulunmuş yaşam, hiç kuşku- suz kendisini üstlenecek yapıtın başansı oranında, genel, hatta, neden olmasın, evrensel bir niteliğe bü- rünür. Hiç kuşkusuz, kendisini gerçekten yaşamış olandan bir oranda kopar, ama uzamdan ve zaman- dan da bağımsız duruma gelir, dışına ve yukansına yerleşir onların, Rastignac'lann, Julien Sorel'lerin, Raskolnikof lann, Fahim Bey'lerin evrenınde yer alır, onlann çekiciliğinden, onların yen doldurulmazlığın- dan bırşeyler alır. Bir gün gelir, Kenan Evren, ciltler dolusu anıya (hatta duvariar dolusu tabloya) karşın, unutulup gider, ama roman olmuş yaşam, ınsanlan yüzyıilardan sonra bile ilgilendirebılir. Bir de, Michel Butor gibi, romanın yaşama birlik ve anlam verdiği- ni, çünkü gerçeğe ulaşmanın ve gerçeği söyleme- nin en şaşmaz yolunun "yöntemle, yorulmak, bık- mak bilmeden, anlattığımızı görûp işittiklerimizle, bi- ze ulaşan bildirimlerle karşılaştırrnak, yanianlatı üze- rinde çalışmak" olduğunu düşünenler vardır. Yaşa- mımızı, nice dönüşümlerden sonra, karşımızda ro- man olarak bulunca, belki onu daha iyi anlanz. Ama sanmam ki "Yaşamım roman olur!" diyenler roman- dan böyle bir yarar beklesinler! Genellikle, Kenan Evren için resim neyse, onlar için de roman odur; kartpostalın yağlıboya kopyası. 'Nisa Serezli Odülleri'nin sahipleri belti oldu • Kültür Senisi - "Nisa Serezli Tiyatroda Yılm Kadını" ödülleri sonuçlandı. Aralannda iki kişilik halk jüri üyesi de bulunan dokuz kişilik seçici kurul, 1994- 95 Nisa Serezli Tiyatroda Yılın Kadını ödüllerini Göksel Kortay, Gencay Gürün ve Tülin Oral'a verilmesini kararlaştırdı. Türk tiyatrosuna çeşitli yönlerden katkıda bulunan kadın oyuncu. rejisör, yazar, çevirmen, eğitmen. müzikçi. dekoratör, kostüm tasanmcısı, afışçi, yönetici ve düşünürlere venlen ödülü. daha önce, Bedia Muvahhit, Yıldız Kenter, Prof. Sevda Şener ve Tomris Oğuzalp almışlardı. Ödüller, Nisa Serezli'nin doğum gününde sahiplerine verilecek. TDK'den yeni sözciikler • ANKARA (AA) - Başbakanlık Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Başkanlığı, bazı yabancı sözcükler için Türkçe karşılıklar belirledi. Buna göre revizyon, düzeltme, yenileme; jogging, koşmaca; nominal, saymaca, itibari; revizyonist, değişimci; brifing, bilgiiendinne; ergonomi, iş bilimi; perspektıf, bakış açısı, derinlık; literatür, edebiyat; self-servıs. seçal; monopol, tekel; best-seller, çoksatar: determinızm, gerekircilık; panorama, genel görünüm: trend, eğilim; ütopya, hayal; tempo, hız, vuruş olarak belirlendi. Sevsevil Sanat Grubu sergi açtı • Kültür Servisi -Sevsevil Sanat Grubu, Cemal Reşit Rey Konser Salonu Sanat Galerisi'nde sergi açtı. Gülay Sevsevil, Yakut Ayverdı. NılüferÖzerman, Selva Suman ve Funda farakçıoğlu'ndan oluşan Sevsevil Sanat Grubu, renk, ışık, duygu ve tanhsel dokulan harmanlayan büyük boyutlu tablolar yapıyorlar. Geçtiğimiz yıl. Sanat Fuan'na katılan gnıp, çalışmalannı ortak atölyelerinde, yenilik arayışlan yaparak sürdürüyorlar. Sevsevil Sanat Grubu'nun sergisi, 17 nisana kadar açık kalacak. Bilgin'lerm sergisi sünüyor • Kültür Servisi -Elif ve Çetin Bilgın'in sergisi sürüyor. 1963 Ankara doğumlu olan Elif Bilgin, 1986"da Mımar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi seramik bölümünü bitirdi. Sanatçı, Yapı Kredi Bankası "Geleneksel Türk Motıfleri ile bezenmiş fincan tasanmı" dalinda ikincilik ve Serpo Cam Seramik Yanşması'nda "Özgün Form" büyük ödülünü kazandı. 1955 yılında Siirt'te doğan Çetin Bilgin de. 1982 yılından beri. özgün baskı resim ve gravür olarak kişisel ve karma sergiler açtı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle