Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 NİSAN 1995 PAZAR CUMHURİYET SAYFA
KULTUR
w
Herinsan günde bir dakika faşisttir'
CUMHUR CANBAZOĞLL
ttalyan sinemasının ünlü yönetmenle-
rinden Ettore Scola bir buçuk gün tstan-
bul Film Festivali 'ne konuk olduktan son-
raRoma'yadöndü. Bukısa zaman dılımi-
ne bir basın toplantısı ve geniş bir tstan-
bul gezısi sığdırdı Italyan usta. Onat Kut-
lar'ın anıldıgı gecede bulunmayı da ihmal
etmedi.
Istanbul Film Festivali, l stalara Saygı-
adıyla bir bölüm ayırdı Scola'ya. Yedi yıl
önce de ustanın bölümü vardı festivalde.
Otuz yıldır Italyan toplumunu komedi yo-
luyla sorgulamış, sistemin dışladığı, sililc^
bızim sevinçlerimizi ve korkulanmızı ya-
şayan 'fondaki tipler'le vermişti mesajla-
nnı...
Istanbul gezismde basınla özel söyleşi
yapmaya sıcak bakmadı Scola. Diğer fes-
tivallerde de aynı davranışı sergiliyordu,
basın toplantısı dışında konuşmuyordu us-
ta.
Ama pes etmemek gerekiyordu. Önce
basın toplantısının bitmesini bekleyen
Signora Gigiiola Scola'ya eşi hakkında bir
şeyler sorulabılirdı. Bayan Scola da sine-
maya yakın bir isimdi. Romaüaki kendi
okulunda senarist yetiştiriyordu.
Kısa söyleşide Ettore Scola'nın Berlin
Duvan'nın yıkılmasından sonra komüniz-
min başıtıa gelenlerden büyük üzüntü
duyduğunu, ancak üzüntûsünü dışa vur-
madan evde dört duvar arasında yaşadığı-
nı anlattı Bayan Scola. Oysa, Saat Kaç?,
Mario, Maria ve Mario gibi fîlmlerin se-
naryolannı babasıyla bırlikte yazan Silvia
ise tartışmaktan yanaydı.
Sonunda baba-kız olanlan sorgulama-
ya başlamışlardı. Bayan Scola'ya göre eşi
fîlmlennde çevresindeki insanlan anlat-
mayı severdi, ama hiçbir filminde ona
yervermemişti...
Scola, basın toplantısından sonra kori-
dorda, merdivenlerde, yolda süren yakın
takibimiz sonucu prensibini bozup birkaç
sorumuzu yanıtladı. Basın toplantısında
konuşulanlardan ve mini söyleşimizden
genye ilginç yanıtlar kaldı...
- Festivalde fîlmieriniz l stalara Sa>gı
bölümünde yer alcfa. Siz kendinizi usta ola-
rak hissediyor musunuz? Sizin de ustantz
okhımu?
Ben kendime ustadiyemiyorum açıkça-
sı, çünkü kımseyi yetiştirdiğime inanmı-
yorum. Ustam kimdi sorusuna ise verebi-
İeceğim tek yanıt, Vrttorio De Sica olacak.
Herkesten bir şeyler öğrendim, ama De Si-
ca bana en fazla moral veren ve yol gös-
teren insandı.
- Yaşadıklannızı anlaüyorsunuz genei-
de. Aile'de anlatbğınız, sizin aüenize ben-
ayorımı?
Küçük bir burjuva ailede büyüdüm. Ba-
bam doktordu. Ben de doktor olmak iste-
dim; ikı yıl tıp ögrenimı gördüm, ama ay-
IH zamanda sinema sektörûnde çalışıyor-
dum. Okulu bıraktım. Ailem tipik bir Ital-
yan ailesiydi. Napoli yakjnlannda küçük
bir kasabada oturuyorduk. Iki deği$ik ai-
le atmosferinde yaşadım. Birincisi evde
kalmış halalardan, dede ve nine, anne, ba-
ba ve kardeşten oluşan, sûrekli bagınşlar.
kavgalar yaşanan bir aile. Sonra 6 yaşın-
dayken Roma'ya taşındık. Anne, baba ve
kardeşimle daha sakin bir yaşamdı ikin-
cisi.
- Küçüklüğünüz faşizm dönemine rast-
hyor. Ne gibi etküer bırakü faşfct dönem
sbde?
Neyse ki o zaman çok küçüktüm, uma-
nm faşizm üzerimde büyük etkiler bırak-
mamıştır. Faşizm, o zaman çok normal bir
şeymiş gibi kabul görüyordu. Fasizmi fark
edebilmek için ailenın komünist olması
gerekiyordu. Benim ailem komünist de-
ğildi ve düzenin diğer yanlannı göremi-
yordu. Faşizmın çocuklan büyüleyici bir
otuz yıldır îtalyan toplumunu
komedi yoluyla sorgulayan,
sistemin dışladığı, silik,
bizim sevinçlerimizi ve
korkulanmızı yaşayan 'fondaki
tipler'le mesajlannı veren yönetmen
Ettore Scola, Istanbul Film
Festivali'nin konuğuvdu.
Ustanın Splendor'u Tornatore'nin Cennet SinemasTyla kıyaslandı.-
Balo'da Scola söz yerine müzik kullandL
"Politik filmlerin dünyayı
değiştirmek için değil, insanlan
düşünmeye davet etmek için
yapıldığına inanıyorum. Sinema
Jünyayı değiştiremez, politik
>inema sorular sorar ve
gerçeklerden yola çıkar"
Mastroianni,
Gassman
gibi oyunculan
çok yönlü
kullanabiliyorsun
uz. Latin
aşıklığıyla..
tanınan
Mastroianni'yi bir
film sonra
homoseksüel
rolünde
oynatabiliyorum.
Onlan her
filmde
yeniden
keşfediyorum.
yanı da vardı. Küçücük bir üniforma gi-
yiyordum, sürekli bayramlaryapılıyordu.
Cumartesileri sıralar halinde Duce'nin
evinin önünden geçılıyordu. Özel Bir Gün
adlı filmımde söylediğim gibi faşizm bir
rejim olmakla kalmıyordu. bir zihniyetti
aynı zamanda. Gördüğüm kadanyla bu
zihniyet erkeklerde daha fazla var. Sanı-
yorum en demokrat insan bile günde bir
dakika faşist oluyor. Önemli olan o bir da-
kikanın 24 saate yayılmaması.
- Politik sinemanın zayıfladığı görüşüne
kaulıyor musunuz?
Politik konulu filmlenn dünyayı değiş-
tirmek için değıl. insanlan düşünmeye da-
vet etmek için yapıldığına inanıyorum. Si-
nema dünyayı değiştiremez. dünyayı de-
ğıştirecek insanın başka alanlardaki çaba-
sıdır. Politik sinema sorular sorar ve ger-
çeklerden yola çıkar.
- Bir dönem Komünist Parti adına 'göl-
ge kültürbakanlığı' yaptınız. Bu göreviniz
hâlâ sürüyor mu?
- Gölge hükümet. genellıkle Ingiltere'de
yaygın bir uygulama. Gölge hükümet,
güçsüz, parasız ve müdahale edemeyen
bir kurumdur. Ama günbegün iktıdarda-
kileri gözler,önerilerdebulunur. Bız, ttal-
ya'nın ilk gölge kabinesini 1989 temmu-
zunda kurduk. Ancak iki buçuk ay sonra
Komünist Parti Genel Sekreteri Occhetto.
bıroperasyonlapartininadını PDS'yeçe-
virdi. 2.5 aylık gölge hükümet. bu neden-
le büyük ışleryapamadı. O kısa sürede ik-
tidardaki kültür bakanıyla birçok kez gö-
rüştüm. fikir alışverişinde bulundum.
Şimdi gölge hükümet yok, zaten komünist
parti de yok.
- Sinemaya senaryo yazarak girdiniz.
Filmlcrinizin senaryolaruu yazmaya de-
vam edhor musunuz?
Fılmı kafamda senaryo aşamasında şe-
killendirmeye başlıyorum, dolayısıyla se-
naryo yazmak benim için kaçınılmaz bir
uğraş. Ama yalnız senaristlik yaparken
daha mutlu ve zengindim. Vhtorio Gass-
man, bir gün "Senaryolarını neden sen
çekmiyorsun'" diye beni yönetmenliğe it-
ti. Yönetmen bir esirdir, oysa yazar daha
özgürdür. Evinde istediği gibi yazar, din-
lenir, tekrar yazar. Senaristliği anyorum
doğrusu.
- Teknolojik getişme sinemanın dinni
olumsuz yönlere cekebflir mi?
Turhan Selçuk
'Candide' ile Paris'te
MtŞEL PERLMAN
PARİS- Bir evrensel çizgi ustamız var ki, insan
yapıtlanna bakıp bakıp, doyamıyor bir türlü.
Kjmdir bu sanatçı, diye de kafanızı boşuna yor-
manıza gerek yok. Şurada 'anahtar' niyetine tek,
bir tek kelimeyi karşınıza getirsek yetecek. Ama biz
yine de sizlere tez yoldan haber vermeyi yeğledik.
Haydi. bilmeceyi şimdı bir kenara bırakıp. ünlü
usta Turhan Selçuk'un şu günlerde Paris'te bulun-
dugunu büyük bir sevinçle haykırmak istıyoruz.
Bu kez Fransız başkentine yapmakta olduğu gezide
kendisinekirnineşlikettiğınibirbilseniz.. Sevgih
Abdülcanbaz'ını kesinlikle unutmuş değil Turhan
Selçuk. Lakin beraberinde ünlü 'CandidV ile gel-
di buraya Turhan.
Başkanlığını Dr. Demir Fıtrat Onger'in yaptıgı
Anadolu Kültür Merkezi'nde, 7 nisandan
önümüzdeki 30 nisan tarihine dek sürecek serginın
bütün 'yûk'ünü Turhan üstlenmişken. bir yandan
ünlü Fransız filozofu Voltaire'in 300. doğum
yıldönümünü vurguluyor. Öte yandan da, kitabın
Türkçe çevirisini yapmış Prof. Server Tanili'nın bir
ricasını da yerine getirmiş oluyor. Bir başka deyişle,
Cem Yayınlan'nda çıkan 3. baskısı daha da can-
lanıverdi, anlayacağmız.
Dilerseniz, konuyu daha da açalım biraz. Gün-
lerden bir gün, geçen yıl, Server Tanilli'den birtele-
fon. Turhan'dan, kitabın yeni baskısı için, yapıtı
resimlendirmesini istemiş. Oysa, ustanın vakti az;
günlük siyasal karikatürleri var, Abdülcanbaz'ın
çizimi var. daha neler de neler! Ama en önemli
etkenler. kuşkusuz, Server Tanılli'ye dostluğunu
\airgulamak olduğu gibi, aynca, bir yerde, hüman-
izmayı temsil eden birine karşı duyduğu saygıyı
sergilemek. Evet, geçen yıl, bir ay içinde gerçek-
leştirdi sergideki 32 deseni, Turhan. Işte, sevgisinin.
saygısmın bir ifadesi de karşımızda duruyor. De-
senleri hakkında bilgi verirken de, çizgi ustamız
anımsatıyor, Voltaire'in adil birdünya isteğini, hü-
manist bir yasam gereğini, yani insan hak ve özgür-
lüklerinin baş tacı edilmesini. Bizim Turhan'ımız
da böylesine bir yol izledi bugüne dek; insanoğlu-
na saygı, özgürlük, adalet ve hümanizma.
'Voltaire'in bu evrensel romanı'na dikkat çeken
Server Tanilli de, elbette, aynı yolun yolcusu. Bu
arada, çok da ilginç bir olguya parmak basıyor:
Türkokuru, Voltaire'in bazı yapıtlanyla 19. >üzyıl-
da 'taıuşmı?'. 'Candide'ın ilk Türkçe çevirisi ise
1938 tarihlı. Söz konusu yapıtta, Türklerden de söz
edıldiğini belirtmekten geri kalmıyor Server Tanil-
li. Sergiyi gezerken, Turhan Selçuk'un birileriyle
yoğun bir konuşma içinde olduğunu da gördük bir
ara. Sorduk, soruşturduk, Paris'teki karikatür
müzesinin müdürü. Bn. Barbizetde var aralannda.
Meğerse, daha önce de Turhan'dan bazı yapıtlannı
rica etmişlerdi. Bu kez bunlan getirmeyi unut-
madığını da belirtti bize. tleride, olası bir işbirlıği
nasıl gerçekleşebiliracaba? Yanıtını şimdiden ver-
mek zor. Buna karşılık, Turhan Selçuk'un burada-
ki sergısi şimdiden bir başan. Başka türlü olamazdı
kı zaten!
Osmanlı konulu
yapıtlar müzayedede
Külrûr Servisi - Antik AŞ tarafından, Türgay
Artam yönetiminde düzenlenen 167. müzayede,
bugün saat 14.00"te Çırağan Sarayı'nda yapılacak.
Değerli antika yapıtlann satışa sunulacağı
müzayedede, yayın imparatoru
Makobn Forbes'un koleksiyonundan
çıkma bir tablo da yer alıyor. Marcel Paul Meys'in
tuval üzerine yağhboya tablosu "Haremin
Gözdesi"adını taşıyor. 168x106 cm'lik boyutlara
sahip "Haremin Gözdesi", teklif usulüyle açık
arttırmaya girecek.
Müzayedede yer alan teklif usuJüyle satısa
sunulacak önemli yapıtlar arasında 18.yüzyıla ait
"Hamanıa Giden Sultan~adlı anonim bir tablo ile
Osman Hamdi Bey'in Paris dönemi çalışması
"Oturan Türk Portresi" adını taşıyan ahşap üzerine
yağhboya tablosu bulunuyor. Jean-Leon Gerome'un
interioru ile 17. ve 18. yüzyıl Fransız ve ttalyan
ekolüne ait Osmanlı konulu tablolann yanı sıra
Av>ı
azovski'nin 'Deniz Peyzajı' Hikmet Onat'ın
peyzaj'ı, Enıifc Jean Horace Vernet'in II.Mahmut
tablosu,ErnestKoerner*in 'Boğazıçi'BogoljubofTun
'Çeşme Muharebesi". Jean Joseph Benjamin
Constant'ın 'Ası Gözde' tablolan da göze çarpan
yapıtlar arasında.
Teknolojinin tümüyle sine-
maya zarar verdiği söylene-
mez. Teknolojinin olağanüstü
güzellikte kullanıldığı durum-
lar da var. Örneğin Schind-
ler'in Listesi'nde Yahudi kı-
zın siyah-beyaz görüntüler
arasında renkli gösterilmesi
ya da Forrest Gump'taki tek-
noloji bu filmleri yüceltti. Ay-
nca teknoloji o kadar pahalı ki
biz Avrupalılann o düzeye
ulaşıp yozlaşacağımızı zan-
netmiyorum.
- Avrupa sinemasının duru-
munu nasıl değerlendiriyorsu-
nuz?
Avrupa sinemasının duru-
mu oldukça kanşık. Fran-
sa'nın durumunun daha iyi ol-
duğunu söyleyebilirim. Geç-
miş dönemde Fransa Kültür
Bakanı Jack Lang, sınemayı
savunabilmek için çok müca-
deleetti. Sonra a>Tiı siyasi ira-
de devam etti. Bazı kotalar
koydular. Örneğin televizyo-
nun göstereceği filmlerin yüz-
de 49'unun Fransız olması ge-
rekıyor. Sanıyorum diğer ül-
kelerde böyle önlemler yok.
Italya'dayok. Özel televizyon
sahipleri parlam°ntoya girdi-
ler, kendi çıkarlan için yasa-
lar yaptılar. Televizyonda
filmler istendiği anda, istendi-
ği yerden kesiliyor, bol rek-
lam gösterilıyor. ltalya, bu ko-
nuda Avrupa Birliği'nin ön-
gördügü kurallara uymuyor.
Bu nedenle ABD'lilere iyi
film yaptıkları ve iyi tanıttık-
lan için kızmamak gerek. Bız
kendi kültürümüzü sevmeyenlere, savun-
mayanlara kızmalıyız. Kendi insanından
çok, bir Amerikalı kahramanı tanıyan ka-
sabalı çocuğa kızmakla bir şey çözülmez.
- Pekryi Türk sineması hakkında neler
bitiyorsunıız?
Hepimiz Amerika'nın kolonisiyiz.
ABD filmlerinin her yerde egemen oldu-
ğunu söyleyemem, ama Fransa"da Alman
filmi ya da ttalya'da Ingiliz fîlmi seyredi-
lemiyor. Ben de ltalya'da Türk sinemasın-
dan fazla örnek izleyemiyorum. Normal
bir ttalyan sinema izleyicisinin de Türk
filmiyle hiç karsılaştığını zannermiyorum.
- Her firsatta Istanburdan etkilendigini-
zi sövtüyorsunuz. Gerçi İtaKa dışında, bir
iki örnek haric, film yapmryorsunuz ama
Istanbul icin bu karanmzda değisiklik ola-
büirmi?
Ömeğin festivalde de gösterilen Yaşa-
mımın En Güzel Akşamı'nda Isvrçre'de
çalıştım. ama kahramanım yine bir ttal-
yan'dı. Her zaman Italyan öyküsünü ve
bildiğim mekânlan tercih ediyorum, bil-
diğim insanlan anlatıyorum. Basın top-
lantısında da söylediğim gibi filmlerimi
dar mekânlarda çekiyorum. Daha çok dört
duvar arasında insanın geçirdiği değişik-
liğe ilgi duyuyorum.
- En fazla dikkat çeken filmlerinizden
Balo'yu sözsüz \apma fikri nereden akb-
nızagekti?
Jack Lang, Paris'te deneysel bir tiyatro
grubunu mutlaka izlememi istiyordu, al-
dı beni götürdü. Oyunu gerçekten çok sev-
dim, kendi sinemama yakın temalan ol-
duğunu gördüm. Aynı grubu ve ismi ko-
ruyarak sinemaya aktardım.
- Tornatore'nin Cennet Sineması'yla
aşağı yukan benzerkonulu filminiz Spten-
dor'un aynı dönemde gösterime girmesi
dikkat çekti. Bu 'usta daha iyi yapar' tü-
rûnden bir mesaj mıydı Tornatore'ye?
Hayır, Splendor'u Tomatore'ye bir ce-
vap için yapmadım. Zaten filmi ben on-
dan daha önce çekmiştim. Aslında benzer
temalan aynı dönemde yapma konusu da-
ha önce de yaşandı. Tabii o temaya ben 60
yasındakı bir adam olarak. Tonıatore de
40 yaşındaki bir adam olarak yaklaştı. Ne
o benim projemden haberdardı ne de ben
onunkinden. Temalar aynıydı, ama tek
fark, halkın Tornatore'nin filmini benim-
kinden daha fazla sevmesiydi.
- Genç İtaiyan sinemasına nasıl bakı-
yorsunuz? ttalyan komedisini sürdürecek
gficleri var mı?
Italyan sinemasındaki kriz, fikir ya da
iyi yönetmen yokluğundan kaynaklanmı-
yor; var olmayan, sinema sanayii. Genç
yönetmenlerin piyasaya çıkmalan yaratı-
cılık açısından çok önemli. Bunlar Ital-
yan komedisine devam ediyoriar. Örneğin
gençlerden Nanni Moretti kendini Italyan
komedisinin devamı olarak kabul etmi-
yor, ama öyle. Italyan komedisi şekil de-
giştiriyor.
Eskiden şimdi olduğu gibi oyuncular
kendilerini yönetmiyorlardı. Tognazzi,
Gassman, Sordi. on ayn kahramanı oyna-
yabiliyorlardı. Sonralan yönetmenliğe
geçtiler. Oysa şimdi Nichetti, Moretti, Ver-
donekendilerini canlandınp yönetiyorlar.
Bir kahraman ve konu kısıntısı doğuyor.
Kaynak yine Italyan komedisi, ama sıkın-
tı yaşanıyor.
- Marcello Mastroianni favttri ovuncu-
lanmızın başında gelryor. Nedir Mastro-
ianni'yi diğer isünlerden ayıran özelük?
Özel yaşamlannı, kafalannda ne oldu-
ğunu iyi bildiğim insanlarlaçalışmayı ter-
cih ediyorum. Politik tercihleri de önem-
li. Bir de Mastroianni, Gassman gibi
oyunculan çok yönlü kullanabiliyorsunuz.
Latin aşıklığıyla tanınan Mastroianni'yi
bir film sonra homoseksüel rolünde oyna-
tabiliyorum. Güçlü fiziği olan Gass-
man'dan pısınk, kendine güveni olmayan
birini yaratıyorum. Onlan her filmde ye-
niden keşfediyorum.
- Geçen yıl festivakk iziediğinıiz Maria,
Maria ve Mario'nun bir üçlemenin ilk fil-
mi olduğunu biliyoruz. İkinci film Zjrvalh
Bir Gendn Romanı'nın çeldmleri ne za-
man bitecek? Üçüncü filmin adı ne ola-
cak?
Zavallı Bir Gencin Romanı'nın hazır-
lığı devam ediyor. Filmi Özel Bir Gün'ü
yaptığım aynı mekânlarda yapıyorum.
Üçlemenin son filminin adı Come La Sera
(Gece Gibi) olacak. Oyuncular ise hâlâ
sürpriz.
PENALTI
MEMET BAYDUR
Rlm Konuları
Yaşını başını almış bir taşra zengini, yıllarca oku-
duğu polisiye romanların etkisiyle Bogart gibi giyi-
nir, bir tabanca edinir ve büyük kentin karanlık so-
kaklanna çıkar. Adını da değiştirmiştir bu arada. Ken-
dini ünlü dedektrf Mike Hammer zanneder. Oturdu-
ğu apartman kaptcısı, yaptığının çılgınlık olduğu doğ-
rultusunda uyarmıştır onu, ama kimsenin lafina ku-
lak asmaz. Evinin karşısındaki küçük kuaförde ma-
nikür-pediküryapan köylü kızı fakir Dürdane'ye âşık
olmuştur bu arada. Kızın doğal olarak olup bitenden
haberi yoktur.
Kendini Mike Hammer zanneden bu taşra efendi-
si, bu ikinci kimliğine büründüğü zaman acımasız bir
insandır. En zor, en çılgınca işlere gözünü kırpma-
dan, balıklama dalar. Aklı başındayken, ki bu olduk-
ça seyrek bir durumdur artık, akıllı uslu, kibar bir in-
sandır. Çılgınlık ve akıl yan yana bannır onun kişili-
ğinde. Humprey Bogart gibi giyinir, Kolt tabancası-
nı kuşanır ve büyük kentin uzun gecesine açılır. Ka-
pıcısı Salih Pancar'ı da peşinde sürükleyerek. Bu
öykü tanıdık bir öykü değil mi? Bu filmi görmüş gibi
değil miyiz?
Romanın ya da filmin konusu, gerçek olanla gö-
rüntünün ilişkisi üzerine kurulmalıdır. Akıl ile aptallı-
ğın, ahlakla sahtekârlığın ilişkisi. Bütün büyük sanat
eserleri gibi, bu roman ya dafilm de, onu yaratan sa-
natçının niyetinden uzaklaşacak ve okuyucunun ya
da seyircinin gözünde kendi hayatını yaşayacaktır.
Sanat eserinde komik olanın, trajik olan kadar ciddi
olduğu yeni bir kapı açılmıştır. Kendini Mike Ham-
mer zanneden taşra efendisi, çılgınken bile, çevre-
sindeki bütün insanlardan daha "iyidir."
Böyle bir film çekilebilir mi?
Cervantes'in ünlü Don Kişot'unu okumamış bir
yönetmenin yapacağı iş değil elbette.
•
Darmadağınbirev. Masanın üstündebirtava. İçin-
de soğumuş bir omlet parçası, bir tırnak makası, bir
saçtokası. Radyonun üstünde birtekayakkabı, için-
de yün bir çorap. Bir çay bardağının içinde ölü bir
süs baJığı gibi salınan bir sigara izmariti. Yerde bir
don, bir kitap, bir fotoğrafın yansı ve pişmiş bir ta-
vuk budu. Eski, büyük, ağır, dededen kalma masa-
nın altında, yün battaniyesine sanlmış genç ve şiş-
man bir adam uyumaktadır. Bir toprak ağasıdır
adam. Daha doğrusu bir toprak ağasının oğlu. Ne-
rede ise utanç verici bir varsıllık. Doğuştan zengin-
dir. Doğuştan zengin olması, böyle bir evde, bu pis-
liğin içinde, o masanın altında uyumasını engellemez.
Dış dünya ile hiçbir ilişkisi yoktur. Derken son dere-
ce alaycı, komik, sevimli bir postacı, canını sıkan bir
mektup getirir. Bankada parası bitmek üzeredir, çift-
likten gelen gelir durmak üzeredir ve altı aydır kira
ödemediğı için evsahibi buradan hemen çıkmasını
ister. Kahramanımızın canı sıkılır. Yattığı masanın al-
tından çıkıp sedire uzanır. Televizyonda kötü mü kö-
tü bir film oynamaktadır, onu seyreder. Seyrederken
uyuyakalır ve.. düş görür. Düşünde yedi yaşındadır.
Tombul, pek sevimli olmayan bir yumurcak. Herkes
onu sever, okşar, şımartır. Büyükanneler, büyükba-
balar, amcalar, teyzeler, annesi ve babası. El bebek
gül bebek. Bütün istedikleri, anında yerine getirih'r.
Bir küçük prens gibidir yedi yaşında. Şişman ve tem-
bel bir küçük prens. Derken, düşlerde kolaylıkla
mümkün olan bir şey olur. Düş ile gerçek kanşır bir-
birlerine. Kahramanımız uyandığı zaman akşam ol-
mak üzeredir. Televizyondaki film bitmiş, politik bir
açıkoturum başlamıştır. Yattığı sedirde, yüzünü du-
vara döner, yünlü battaniyesine sıkı sıkı sarılır ve gü-
nün üçüncü uykusuna dalar. Böyle bir film çekilebi-
lir mi? Oblomov'u okumamış bir yönetmenin yapa-
cağı iş değil tabii.
•
Geçen pazarki yazımda Amerikan Sinema Akade-
misi'nin her yıl dağıttığı Oscar ödüllerindeki değiş-
mez ortak payda olarak "zevksizliği" göstenmeye
çalışmıştım. Avrupa film kültüründe, sinema yapılır,
ürünün adı "ff/m"dir. Amerika'da ise aynı ürünün adı
"Movie". Ingilizce 'Moving Pictures' tamlamasınm
kısaltılmışı. 'Kımıldayan Resimler' anlamına geliyor.
Bir filmi 'kımıldayan resimler' gibi ilkel bir deyimle
açıklayan bir endüstrinin ödülleri Oscar'lar.
Amasorun, bu anlattıklanmdan daha derin. Birbi-
rinden ayn, ama paralel iki geleneksel yaklaşım söz
konusu. Anglo-Saxson ve Fransız geleneğınde telif
hakkı (copyright) kavramına yaklaşımlara bakmak
gerekiyor. Ingiliz geleneği, onsekizinci yüzyılın baş-
larında Kraliçe Anne'ın çıkardığı kanunla başlıyor.
Sanat eserinin yayın hakkı, yayıncısına aittir bu ka-
nuna göre. Yayıncı sanat eserini sanatçıdan satın
alır, sonra ne isterse yapar. Neredeyse üçyüz yıldır
Kuzey Avrupa'da ve sonralan Amerika Birleşik Dev-
letleri'nde uygulanan aşağı yukan budur. Oysa bu-
na karşı, onsekizinci yüzyılın sonlanna doğru Fran-
sa'da, aynı konuyla ilgıli olarak bambaşka bir uygu-
lama başlar. Beaumarchais ile başlayan ve Vıctor
Hugo ile gelişen bu görüşe göre: Sanat eserinin
gerek ekonomik, gerek ahlaksal bir tek sahibi vardır,
sanatçının kendisi. Bu görüş Avrupa'da kabul gör-
müş ve gelişerek, sonunda Bern Anlaşması'nın
neredeyse yüze yakın ülke tarafından imzalanmasına
neden olmuştur.
İki yaklaşım arasındaki bu temel farkı gördüğümüz
zaman, Amerika'da filmin neden hiçbirzaman sanat
olarak görülmedîğini anlamamız kolaylaşır: olur ol-
maz Amerikalı filmcileri ya da kımıldayan resimler
üretenleri suçlamayı bırakınz. Amerika'da sinema,
başından beri yapımcının işi ojmuştur. Yönetmen,
kameraman, oyuncu filan ikinci'dirier. Öte yandan
Avrupa'da (özellikle Fransa'da) film kavramı, sanat-
sal bir anlatım yöntemidir. Film yönetmenleri, res-
samlarta ya da yazariarla aynı önemde, düzeyde ve
özgüriüktedir. Böyle olduğu için de devlet tarafından
desteklenir, korunur ve hiçbir şekilde müdahaleye
uğramazlar. Sinema sanatı üstüne yazmaya devam
edeceğim. Haftaya...
Türk müziği konseri
tekparlanıyor
• Kültür Servisi- Kültür Bakanlığı Istanbul Devlet
Klasik Türk Müziği Korosu'nun 9 nisan pazar günü
Atatürk Kültür Merkezi'nde verdiği konser yoğun ilgi
nedeniyle bugün tekrar edilecek. "Münir Nurettin'i
Anma Konseri" olarak düzenlenen program bu sabah
saat 11.30'da Ataıürk Kültür Merkezi'nde
tekrarlanacak. Ender Ergün'ün yönettiği
konsere solist olarak Meral Uğürlu ve Münip Utandı
katılacak. Konserde Münir Nurettin Selçuk'un "Aziz
Istanbul", "Kalamış", "Dönülmez Akşyamın
Ufkundayız", "Yar Senden Kalınca Ayn",
"Endülüs'te Raks", "Hayat Gençlik Boyunca" gibi
sevilen besteleri de yer alıyor.