25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 NİSAN 1995 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KULTUR w Herinsan günde bir dakika faşisttir' CUMHUR CANBAZOĞLL ttalyan sinemasının ünlü yönetmenle- rinden Ettore Scola bir buçuk gün tstan- bul Film Festivali 'ne konuk olduktan son- raRoma'yadöndü. Bukısa zaman dılımi- ne bir basın toplantısı ve geniş bir tstan- bul gezısi sığdırdı Italyan usta. Onat Kut- lar'ın anıldıgı gecede bulunmayı da ihmal etmedi. Istanbul Film Festivali, l stalara Saygı- adıyla bir bölüm ayırdı Scola'ya. Yedi yıl önce de ustanın bölümü vardı festivalde. Otuz yıldır Italyan toplumunu komedi yo- luyla sorgulamış, sistemin dışladığı, sililc^ bızim sevinçlerimizi ve korkulanmızı ya- şayan 'fondaki tipler'le vermişti mesajla- nnı... Istanbul gezismde basınla özel söyleşi yapmaya sıcak bakmadı Scola. Diğer fes- tivallerde de aynı davranışı sergiliyordu, basın toplantısı dışında konuşmuyordu us- ta. Ama pes etmemek gerekiyordu. Önce basın toplantısının bitmesini bekleyen Signora Gigiiola Scola'ya eşi hakkında bir şeyler sorulabılirdı. Bayan Scola da sine- maya yakın bir isimdi. Romaüaki kendi okulunda senarist yetiştiriyordu. Kısa söyleşide Ettore Scola'nın Berlin Duvan'nın yıkılmasından sonra komüniz- min başıtıa gelenlerden büyük üzüntü duyduğunu, ancak üzüntûsünü dışa vur- madan evde dört duvar arasında yaşadığı- nı anlattı Bayan Scola. Oysa, Saat Kaç?, Mario, Maria ve Mario gibi fîlmlerin se- naryolannı babasıyla bırlikte yazan Silvia ise tartışmaktan yanaydı. Sonunda baba-kız olanlan sorgulama- ya başlamışlardı. Bayan Scola'ya göre eşi fîlmlennde çevresindeki insanlan anlat- mayı severdi, ama hiçbir filminde ona yervermemişti... Scola, basın toplantısından sonra kori- dorda, merdivenlerde, yolda süren yakın takibimiz sonucu prensibini bozup birkaç sorumuzu yanıtladı. Basın toplantısında konuşulanlardan ve mini söyleşimizden genye ilginç yanıtlar kaldı... - Festivalde fîlmieriniz l stalara Sa>gı bölümünde yer alcfa. Siz kendinizi usta ola- rak hissediyor musunuz? Sizin de ustantz okhımu? Ben kendime ustadiyemiyorum açıkça- sı, çünkü kımseyi yetiştirdiğime inanmı- yorum. Ustam kimdi sorusuna ise verebi- İeceğim tek yanıt, Vrttorio De Sica olacak. Herkesten bir şeyler öğrendim, ama De Si- ca bana en fazla moral veren ve yol gös- teren insandı. - Yaşadıklannızı anlaüyorsunuz genei- de. Aile'de anlatbğınız, sizin aüenize ben- ayorımı? Küçük bir burjuva ailede büyüdüm. Ba- bam doktordu. Ben de doktor olmak iste- dim; ikı yıl tıp ögrenimı gördüm, ama ay- IH zamanda sinema sektörûnde çalışıyor- dum. Okulu bıraktım. Ailem tipik bir Ital- yan ailesiydi. Napoli yakjnlannda küçük bir kasabada oturuyorduk. Iki deği$ik ai- le atmosferinde yaşadım. Birincisi evde kalmış halalardan, dede ve nine, anne, ba- ba ve kardeşten oluşan, sûrekli bagınşlar. kavgalar yaşanan bir aile. Sonra 6 yaşın- dayken Roma'ya taşındık. Anne, baba ve kardeşimle daha sakin bir yaşamdı ikin- cisi. - Küçüklüğünüz faşizm dönemine rast- hyor. Ne gibi etküer bırakü faşfct dönem sbde? Neyse ki o zaman çok küçüktüm, uma- nm faşizm üzerimde büyük etkiler bırak- mamıştır. Faşizm, o zaman çok normal bir şeymiş gibi kabul görüyordu. Fasizmi fark edebilmek için ailenın komünist olması gerekiyordu. Benim ailem komünist de- ğildi ve düzenin diğer yanlannı göremi- yordu. Faşizmın çocuklan büyüleyici bir otuz yıldır îtalyan toplumunu komedi yoluyla sorgulayan, sistemin dışladığı, silik, bizim sevinçlerimizi ve korkulanmızı yaşayan 'fondaki tipler'le mesajlannı veren yönetmen Ettore Scola, Istanbul Film Festivali'nin konuğuvdu. Ustanın Splendor'u Tornatore'nin Cennet SinemasTyla kıyaslandı.- Balo'da Scola söz yerine müzik kullandL "Politik filmlerin dünyayı değiştirmek için değil, insanlan düşünmeye davet etmek için yapıldığına inanıyorum. Sinema Jünyayı değiştiremez, politik >inema sorular sorar ve gerçeklerden yola çıkar" Mastroianni, Gassman gibi oyunculan çok yönlü kullanabiliyorsun uz. Latin aşıklığıyla.. tanınan Mastroianni'yi bir film sonra homoseksüel rolünde oynatabiliyorum. Onlan her filmde yeniden keşfediyorum. yanı da vardı. Küçücük bir üniforma gi- yiyordum, sürekli bayramlaryapılıyordu. Cumartesileri sıralar halinde Duce'nin evinin önünden geçılıyordu. Özel Bir Gün adlı filmımde söylediğim gibi faşizm bir rejim olmakla kalmıyordu. bir zihniyetti aynı zamanda. Gördüğüm kadanyla bu zihniyet erkeklerde daha fazla var. Sanı- yorum en demokrat insan bile günde bir dakika faşist oluyor. Önemli olan o bir da- kikanın 24 saate yayılmaması. - Politik sinemanın zayıfladığı görüşüne kaulıyor musunuz? Politik konulu filmlenn dünyayı değiş- tirmek için değıl. insanlan düşünmeye da- vet etmek için yapıldığına inanıyorum. Si- nema dünyayı değiştiremez. dünyayı de- ğıştirecek insanın başka alanlardaki çaba- sıdır. Politik sinema sorular sorar ve ger- çeklerden yola çıkar. - Bir dönem Komünist Parti adına 'göl- ge kültürbakanlığı' yaptınız. Bu göreviniz hâlâ sürüyor mu? - Gölge hükümet. genellıkle Ingiltere'de yaygın bir uygulama. Gölge hükümet, güçsüz, parasız ve müdahale edemeyen bir kurumdur. Ama günbegün iktıdarda- kileri gözler,önerilerdebulunur. Bız, ttal- ya'nın ilk gölge kabinesini 1989 temmu- zunda kurduk. Ancak iki buçuk ay sonra Komünist Parti Genel Sekreteri Occhetto. bıroperasyonlapartininadını PDS'yeçe- virdi. 2.5 aylık gölge hükümet. bu neden- le büyük ışleryapamadı. O kısa sürede ik- tidardaki kültür bakanıyla birçok kez gö- rüştüm. fikir alışverişinde bulundum. Şimdi gölge hükümet yok, zaten komünist parti de yok. - Sinemaya senaryo yazarak girdiniz. Filmlcrinizin senaryolaruu yazmaya de- vam edhor musunuz? Fılmı kafamda senaryo aşamasında şe- killendirmeye başlıyorum, dolayısıyla se- naryo yazmak benim için kaçınılmaz bir uğraş. Ama yalnız senaristlik yaparken daha mutlu ve zengindim. Vhtorio Gass- man, bir gün "Senaryolarını neden sen çekmiyorsun'" diye beni yönetmenliğe it- ti. Yönetmen bir esirdir, oysa yazar daha özgürdür. Evinde istediği gibi yazar, din- lenir, tekrar yazar. Senaristliği anyorum doğrusu. - Teknolojik getişme sinemanın dinni olumsuz yönlere cekebflir mi? Turhan Selçuk 'Candide' ile Paris'te MtŞEL PERLMAN PARİS- Bir evrensel çizgi ustamız var ki, insan yapıtlanna bakıp bakıp, doyamıyor bir türlü. Kjmdir bu sanatçı, diye de kafanızı boşuna yor- manıza gerek yok. Şurada 'anahtar' niyetine tek, bir tek kelimeyi karşınıza getirsek yetecek. Ama biz yine de sizlere tez yoldan haber vermeyi yeğledik. Haydi. bilmeceyi şimdı bir kenara bırakıp. ünlü usta Turhan Selçuk'un şu günlerde Paris'te bulun- dugunu büyük bir sevinçle haykırmak istıyoruz. Bu kez Fransız başkentine yapmakta olduğu gezide kendisinekirnineşlikettiğınibirbilseniz.. Sevgih Abdülcanbaz'ını kesinlikle unutmuş değil Turhan Selçuk. Lakin beraberinde ünlü 'CandidV ile gel- di buraya Turhan. Başkanlığını Dr. Demir Fıtrat Onger'in yaptıgı Anadolu Kültür Merkezi'nde, 7 nisandan önümüzdeki 30 nisan tarihine dek sürecek serginın bütün 'yûk'ünü Turhan üstlenmişken. bir yandan ünlü Fransız filozofu Voltaire'in 300. doğum yıldönümünü vurguluyor. Öte yandan da, kitabın Türkçe çevirisini yapmış Prof. Server Tanili'nın bir ricasını da yerine getirmiş oluyor. Bir başka deyişle, Cem Yayınlan'nda çıkan 3. baskısı daha da can- lanıverdi, anlayacağmız. Dilerseniz, konuyu daha da açalım biraz. Gün- lerden bir gün, geçen yıl, Server Tanilli'den birtele- fon. Turhan'dan, kitabın yeni baskısı için, yapıtı resimlendirmesini istemiş. Oysa, ustanın vakti az; günlük siyasal karikatürleri var, Abdülcanbaz'ın çizimi var. daha neler de neler! Ama en önemli etkenler. kuşkusuz, Server Tanılli'ye dostluğunu \airgulamak olduğu gibi, aynca, bir yerde, hüman- izmayı temsil eden birine karşı duyduğu saygıyı sergilemek. Evet, geçen yıl, bir ay içinde gerçek- leştirdi sergideki 32 deseni, Turhan. Işte, sevgisinin. saygısmın bir ifadesi de karşımızda duruyor. De- senleri hakkında bilgi verirken de, çizgi ustamız anımsatıyor, Voltaire'in adil birdünya isteğini, hü- manist bir yasam gereğini, yani insan hak ve özgür- lüklerinin baş tacı edilmesini. Bizim Turhan'ımız da böylesine bir yol izledi bugüne dek; insanoğlu- na saygı, özgürlük, adalet ve hümanizma. 'Voltaire'in bu evrensel romanı'na dikkat çeken Server Tanilli de, elbette, aynı yolun yolcusu. Bu arada, çok da ilginç bir olguya parmak basıyor: Türkokuru, Voltaire'in bazı yapıtlanyla 19. >üzyıl- da 'taıuşmı?'. 'Candide'ın ilk Türkçe çevirisi ise 1938 tarihlı. Söz konusu yapıtta, Türklerden de söz edıldiğini belirtmekten geri kalmıyor Server Tanil- li. Sergiyi gezerken, Turhan Selçuk'un birileriyle yoğun bir konuşma içinde olduğunu da gördük bir ara. Sorduk, soruşturduk, Paris'teki karikatür müzesinin müdürü. Bn. Barbizetde var aralannda. Meğerse, daha önce de Turhan'dan bazı yapıtlannı rica etmişlerdi. Bu kez bunlan getirmeyi unut- madığını da belirtti bize. tleride, olası bir işbirlıği nasıl gerçekleşebiliracaba? Yanıtını şimdiden ver- mek zor. Buna karşılık, Turhan Selçuk'un burada- ki sergısi şimdiden bir başan. Başka türlü olamazdı kı zaten! Osmanlı konulu yapıtlar müzayedede Külrûr Servisi - Antik AŞ tarafından, Türgay Artam yönetiminde düzenlenen 167. müzayede, bugün saat 14.00"te Çırağan Sarayı'nda yapılacak. Değerli antika yapıtlann satışa sunulacağı müzayedede, yayın imparatoru Makobn Forbes'un koleksiyonundan çıkma bir tablo da yer alıyor. Marcel Paul Meys'in tuval üzerine yağhboya tablosu "Haremin Gözdesi"adını taşıyor. 168x106 cm'lik boyutlara sahip "Haremin Gözdesi", teklif usulüyle açık arttırmaya girecek. Müzayedede yer alan teklif usuJüyle satısa sunulacak önemli yapıtlar arasında 18.yüzyıla ait "Hamanıa Giden Sultan~adlı anonim bir tablo ile Osman Hamdi Bey'in Paris dönemi çalışması "Oturan Türk Portresi" adını taşıyan ahşap üzerine yağhboya tablosu bulunuyor. Jean-Leon Gerome'un interioru ile 17. ve 18. yüzyıl Fransız ve ttalyan ekolüne ait Osmanlı konulu tablolann yanı sıra Av>ı azovski'nin 'Deniz Peyzajı' Hikmet Onat'ın peyzaj'ı, Enıifc Jean Horace Vernet'in II.Mahmut tablosu,ErnestKoerner*in 'Boğazıçi'BogoljubofTun 'Çeşme Muharebesi". Jean Joseph Benjamin Constant'ın 'Ası Gözde' tablolan da göze çarpan yapıtlar arasında. Teknolojinin tümüyle sine- maya zarar verdiği söylene- mez. Teknolojinin olağanüstü güzellikte kullanıldığı durum- lar da var. Örneğin Schind- ler'in Listesi'nde Yahudi kı- zın siyah-beyaz görüntüler arasında renkli gösterilmesi ya da Forrest Gump'taki tek- noloji bu filmleri yüceltti. Ay- nca teknoloji o kadar pahalı ki biz Avrupalılann o düzeye ulaşıp yozlaşacağımızı zan- netmiyorum. - Avrupa sinemasının duru- munu nasıl değerlendiriyorsu- nuz? Avrupa sinemasının duru- mu oldukça kanşık. Fran- sa'nın durumunun daha iyi ol- duğunu söyleyebilirim. Geç- miş dönemde Fransa Kültür Bakanı Jack Lang, sınemayı savunabilmek için çok müca- deleetti. Sonra a>Tiı siyasi ira- de devam etti. Bazı kotalar koydular. Örneğin televizyo- nun göstereceği filmlerin yüz- de 49'unun Fransız olması ge- rekıyor. Sanıyorum diğer ül- kelerde böyle önlemler yok. Italya'dayok. Özel televizyon sahipleri parlam°ntoya girdi- ler, kendi çıkarlan için yasa- lar yaptılar. Televizyonda filmler istendiği anda, istendi- ği yerden kesiliyor, bol rek- lam gösterilıyor. ltalya, bu ko- nuda Avrupa Birliği'nin ön- gördügü kurallara uymuyor. Bu nedenle ABD'lilere iyi film yaptıkları ve iyi tanıttık- lan için kızmamak gerek. Bız kendi kültürümüzü sevmeyenlere, savun- mayanlara kızmalıyız. Kendi insanından çok, bir Amerikalı kahramanı tanıyan ka- sabalı çocuğa kızmakla bir şey çözülmez. - Pekryi Türk sineması hakkında neler bitiyorsunıız? Hepimiz Amerika'nın kolonisiyiz. ABD filmlerinin her yerde egemen oldu- ğunu söyleyemem, ama Fransa"da Alman filmi ya da ttalya'da Ingiliz fîlmi seyredi- lemiyor. Ben de ltalya'da Türk sinemasın- dan fazla örnek izleyemiyorum. Normal bir ttalyan sinema izleyicisinin de Türk filmiyle hiç karsılaştığını zannermiyorum. - Her firsatta Istanburdan etkilendigini- zi sövtüyorsunuz. Gerçi İtaKa dışında, bir iki örnek haric, film yapmryorsunuz ama Istanbul icin bu karanmzda değisiklik ola- büirmi? Ömeğin festivalde de gösterilen Yaşa- mımın En Güzel Akşamı'nda Isvrçre'de çalıştım. ama kahramanım yine bir ttal- yan'dı. Her zaman Italyan öyküsünü ve bildiğim mekânlan tercih ediyorum, bil- diğim insanlan anlatıyorum. Basın top- lantısında da söylediğim gibi filmlerimi dar mekânlarda çekiyorum. Daha çok dört duvar arasında insanın geçirdiği değişik- liğe ilgi duyuyorum. - En fazla dikkat çeken filmlerinizden Balo'yu sözsüz \apma fikri nereden akb- nızagekti? Jack Lang, Paris'te deneysel bir tiyatro grubunu mutlaka izlememi istiyordu, al- dı beni götürdü. Oyunu gerçekten çok sev- dim, kendi sinemama yakın temalan ol- duğunu gördüm. Aynı grubu ve ismi ko- ruyarak sinemaya aktardım. - Tornatore'nin Cennet Sineması'yla aşağı yukan benzerkonulu filminiz Spten- dor'un aynı dönemde gösterime girmesi dikkat çekti. Bu 'usta daha iyi yapar' tü- rûnden bir mesaj mıydı Tornatore'ye? Hayır, Splendor'u Tomatore'ye bir ce- vap için yapmadım. Zaten filmi ben on- dan daha önce çekmiştim. Aslında benzer temalan aynı dönemde yapma konusu da- ha önce de yaşandı. Tabii o temaya ben 60 yasındakı bir adam olarak. Tonıatore de 40 yaşındaki bir adam olarak yaklaştı. Ne o benim projemden haberdardı ne de ben onunkinden. Temalar aynıydı, ama tek fark, halkın Tornatore'nin filmini benim- kinden daha fazla sevmesiydi. - Genç İtaiyan sinemasına nasıl bakı- yorsunuz? ttalyan komedisini sürdürecek gficleri var mı? Italyan sinemasındaki kriz, fikir ya da iyi yönetmen yokluğundan kaynaklanmı- yor; var olmayan, sinema sanayii. Genç yönetmenlerin piyasaya çıkmalan yaratı- cılık açısından çok önemli. Bunlar Ital- yan komedisine devam ediyoriar. Örneğin gençlerden Nanni Moretti kendini Italyan komedisinin devamı olarak kabul etmi- yor, ama öyle. Italyan komedisi şekil de- giştiriyor. Eskiden şimdi olduğu gibi oyuncular kendilerini yönetmiyorlardı. Tognazzi, Gassman, Sordi. on ayn kahramanı oyna- yabiliyorlardı. Sonralan yönetmenliğe geçtiler. Oysa şimdi Nichetti, Moretti, Ver- donekendilerini canlandınp yönetiyorlar. Bir kahraman ve konu kısıntısı doğuyor. Kaynak yine Italyan komedisi, ama sıkın- tı yaşanıyor. - Marcello Mastroianni favttri ovuncu- lanmızın başında gelryor. Nedir Mastro- ianni'yi diğer isünlerden ayıran özelük? Özel yaşamlannı, kafalannda ne oldu- ğunu iyi bildiğim insanlarlaçalışmayı ter- cih ediyorum. Politik tercihleri de önem- li. Bir de Mastroianni, Gassman gibi oyunculan çok yönlü kullanabiliyorsunuz. Latin aşıklığıyla tanınan Mastroianni'yi bir film sonra homoseksüel rolünde oyna- tabiliyorum. Güçlü fiziği olan Gass- man'dan pısınk, kendine güveni olmayan birini yaratıyorum. Onlan her filmde ye- niden keşfediyorum. - Geçen yıl festivakk iziediğinıiz Maria, Maria ve Mario'nun bir üçlemenin ilk fil- mi olduğunu biliyoruz. İkinci film Zjrvalh Bir Gendn Romanı'nın çeldmleri ne za- man bitecek? Üçüncü filmin adı ne ola- cak? Zavallı Bir Gencin Romanı'nın hazır- lığı devam ediyor. Filmi Özel Bir Gün'ü yaptığım aynı mekânlarda yapıyorum. Üçlemenin son filminin adı Come La Sera (Gece Gibi) olacak. Oyuncular ise hâlâ sürpriz. PENALTI MEMET BAYDUR Rlm Konuları Yaşını başını almış bir taşra zengini, yıllarca oku- duğu polisiye romanların etkisiyle Bogart gibi giyi- nir, bir tabanca edinir ve büyük kentin karanlık so- kaklanna çıkar. Adını da değiştirmiştir bu arada. Ken- dini ünlü dedektrf Mike Hammer zanneder. Oturdu- ğu apartman kaptcısı, yaptığının çılgınlık olduğu doğ- rultusunda uyarmıştır onu, ama kimsenin lafina ku- lak asmaz. Evinin karşısındaki küçük kuaförde ma- nikür-pediküryapan köylü kızı fakir Dürdane'ye âşık olmuştur bu arada. Kızın doğal olarak olup bitenden haberi yoktur. Kendini Mike Hammer zanneden bu taşra efendi- si, bu ikinci kimliğine büründüğü zaman acımasız bir insandır. En zor, en çılgınca işlere gözünü kırpma- dan, balıklama dalar. Aklı başındayken, ki bu olduk- ça seyrek bir durumdur artık, akıllı uslu, kibar bir in- sandır. Çılgınlık ve akıl yan yana bannır onun kişili- ğinde. Humprey Bogart gibi giyinir, Kolt tabancası- nı kuşanır ve büyük kentin uzun gecesine açılır. Ka- pıcısı Salih Pancar'ı da peşinde sürükleyerek. Bu öykü tanıdık bir öykü değil mi? Bu filmi görmüş gibi değil miyiz? Romanın ya da filmin konusu, gerçek olanla gö- rüntünün ilişkisi üzerine kurulmalıdır. Akıl ile aptallı- ğın, ahlakla sahtekârlığın ilişkisi. Bütün büyük sanat eserleri gibi, bu roman ya dafilm de, onu yaratan sa- natçının niyetinden uzaklaşacak ve okuyucunun ya da seyircinin gözünde kendi hayatını yaşayacaktır. Sanat eserinde komik olanın, trajik olan kadar ciddi olduğu yeni bir kapı açılmıştır. Kendini Mike Ham- mer zanneden taşra efendisi, çılgınken bile, çevre- sindeki bütün insanlardan daha "iyidir." Böyle bir film çekilebilir mi? Cervantes'in ünlü Don Kişot'unu okumamış bir yönetmenin yapacağı iş değil elbette. • Darmadağınbirev. Masanın üstündebirtava. İçin- de soğumuş bir omlet parçası, bir tırnak makası, bir saçtokası. Radyonun üstünde birtekayakkabı, için- de yün bir çorap. Bir çay bardağının içinde ölü bir süs baJığı gibi salınan bir sigara izmariti. Yerde bir don, bir kitap, bir fotoğrafın yansı ve pişmiş bir ta- vuk budu. Eski, büyük, ağır, dededen kalma masa- nın altında, yün battaniyesine sanlmış genç ve şiş- man bir adam uyumaktadır. Bir toprak ağasıdır adam. Daha doğrusu bir toprak ağasının oğlu. Ne- rede ise utanç verici bir varsıllık. Doğuştan zengin- dir. Doğuştan zengin olması, böyle bir evde, bu pis- liğin içinde, o masanın altında uyumasını engellemez. Dış dünya ile hiçbir ilişkisi yoktur. Derken son dere- ce alaycı, komik, sevimli bir postacı, canını sıkan bir mektup getirir. Bankada parası bitmek üzeredir, çift- likten gelen gelir durmak üzeredir ve altı aydır kira ödemediğı için evsahibi buradan hemen çıkmasını ister. Kahramanımızın canı sıkılır. Yattığı masanın al- tından çıkıp sedire uzanır. Televizyonda kötü mü kö- tü bir film oynamaktadır, onu seyreder. Seyrederken uyuyakalır ve.. düş görür. Düşünde yedi yaşındadır. Tombul, pek sevimli olmayan bir yumurcak. Herkes onu sever, okşar, şımartır. Büyükanneler, büyükba- balar, amcalar, teyzeler, annesi ve babası. El bebek gül bebek. Bütün istedikleri, anında yerine getirih'r. Bir küçük prens gibidir yedi yaşında. Şişman ve tem- bel bir küçük prens. Derken, düşlerde kolaylıkla mümkün olan bir şey olur. Düş ile gerçek kanşır bir- birlerine. Kahramanımız uyandığı zaman akşam ol- mak üzeredir. Televizyondaki film bitmiş, politik bir açıkoturum başlamıştır. Yattığı sedirde, yüzünü du- vara döner, yünlü battaniyesine sıkı sıkı sarılır ve gü- nün üçüncü uykusuna dalar. Böyle bir film çekilebi- lir mi? Oblomov'u okumamış bir yönetmenin yapa- cağı iş değil tabii. • Geçen pazarki yazımda Amerikan Sinema Akade- misi'nin her yıl dağıttığı Oscar ödüllerindeki değiş- mez ortak payda olarak "zevksizliği" göstenmeye çalışmıştım. Avrupa film kültüründe, sinema yapılır, ürünün adı "ff/m"dir. Amerika'da ise aynı ürünün adı "Movie". Ingilizce 'Moving Pictures' tamlamasınm kısaltılmışı. 'Kımıldayan Resimler' anlamına geliyor. Bir filmi 'kımıldayan resimler' gibi ilkel bir deyimle açıklayan bir endüstrinin ödülleri Oscar'lar. Amasorun, bu anlattıklanmdan daha derin. Birbi- rinden ayn, ama paralel iki geleneksel yaklaşım söz konusu. Anglo-Saxson ve Fransız geleneğınde telif hakkı (copyright) kavramına yaklaşımlara bakmak gerekiyor. Ingiliz geleneği, onsekizinci yüzyılın baş- larında Kraliçe Anne'ın çıkardığı kanunla başlıyor. Sanat eserinin yayın hakkı, yayıncısına aittir bu ka- nuna göre. Yayıncı sanat eserini sanatçıdan satın alır, sonra ne isterse yapar. Neredeyse üçyüz yıldır Kuzey Avrupa'da ve sonralan Amerika Birleşik Dev- letleri'nde uygulanan aşağı yukan budur. Oysa bu- na karşı, onsekizinci yüzyılın sonlanna doğru Fran- sa'da, aynı konuyla ilgıli olarak bambaşka bir uygu- lama başlar. Beaumarchais ile başlayan ve Vıctor Hugo ile gelişen bu görüşe göre: Sanat eserinin gerek ekonomik, gerek ahlaksal bir tek sahibi vardır, sanatçının kendisi. Bu görüş Avrupa'da kabul gör- müş ve gelişerek, sonunda Bern Anlaşması'nın neredeyse yüze yakın ülke tarafından imzalanmasına neden olmuştur. İki yaklaşım arasındaki bu temel farkı gördüğümüz zaman, Amerika'da filmin neden hiçbirzaman sanat olarak görülmedîğini anlamamız kolaylaşır: olur ol- maz Amerikalı filmcileri ya da kımıldayan resimler üretenleri suçlamayı bırakınz. Amerika'da sinema, başından beri yapımcının işi ojmuştur. Yönetmen, kameraman, oyuncu filan ikinci'dirier. Öte yandan Avrupa'da (özellikle Fransa'da) film kavramı, sanat- sal bir anlatım yöntemidir. Film yönetmenleri, res- samlarta ya da yazariarla aynı önemde, düzeyde ve özgüriüktedir. Böyle olduğu için de devlet tarafından desteklenir, korunur ve hiçbir şekilde müdahaleye uğramazlar. Sinema sanatı üstüne yazmaya devam edeceğim. Haftaya... Türk müziği konseri tekparlanıyor • Kültür Servisi- Kültür Bakanlığı Istanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'nun 9 nisan pazar günü Atatürk Kültür Merkezi'nde verdiği konser yoğun ilgi nedeniyle bugün tekrar edilecek. "Münir Nurettin'i Anma Konseri" olarak düzenlenen program bu sabah saat 11.30'da Ataıürk Kültür Merkezi'nde tekrarlanacak. Ender Ergün'ün yönettiği konsere solist olarak Meral Uğürlu ve Münip Utandı katılacak. Konserde Münir Nurettin Selçuk'un "Aziz Istanbul", "Kalamış", "Dönülmez Akşyamın Ufkundayız", "Yar Senden Kalınca Ayn", "Endülüs'te Raks", "Hayat Gençlik Boyunca" gibi sevilen besteleri de yer alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle