Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 27 MART1995 PAZARTESİ
OLAYLAR VE GORUŞLER
Sosyal demokrasi, CHP ve Türkiye gerçeği
Dr. OKTAY GÖKDEMtR D.E.Ü. BucaEğitimFakültesi
Tarih Bölümü.
1
8 şubatta yapılan CHP ve SHP
bütünleşme kurultayı, siyasal
yelpazenin merkez sol kanadın-
da -Ecevitii DSP'yi saymazsak-
belirli bır rahatlama yaratmış
gibi görûnüyor. Aslında prog-
ram ve ideoloji açısından birbırınden
farklı olmayan; ama, kimi zaman kişisel
hırslann, kimi zaman dar bölgeciligin, ki-
mi zaman da hizipçiliğin burgaçlannda
boğularak seçmen tabanıyla ilışkilerini
giderek koparan ve siyaset bilimi verileri-
ni tersine çevirecek bir ölçüde Türkiye'de
sağın seçeneğinin (alternatifının) yine
sağ söylemler olmasını sağlayan yakla-
şımlarla geniş kîtlelerin gözünde umut
olmaktan çıkan her ikı parti, sonunda ör-
gütsel birliğı sağlayabildiler, ama bu ör-
gütsel bırlik, beraberinde solun asıl ge-
reksinimi olan değişen dünya ve Türkiye
koşullannda ideoloji ûretimi ve ideolojik
birlığ] getiremezse, gerçekleştrilen iş bir
avuç suda kopanlan fırtınaya benzeyecek.
Bu anlamda örgütsel birliğin CHP çatı-
sı altında gerçekJeşmesı, partının taşıdığı
ranhsel özgörev (misyon) ve Tûrkiye'de
sol geleneğin 2.000'li yıllara taşuıması
ıçısmdan bir şans olmuştur. SHP, siyaset
yapmanın çok zor koşullar altında ger-
çekleştiğı 12 Eylül rejiminin ağırlığının
her alanda duyulduğu bir ortamda Türk
siyasal yaşamına atılmakJa birlikte, sos-
yal demokrasinin evrensel ilkelenni uy-
gulama alanına geçirmek içüı bazı uğraş-
lar vermesıne karşın, başarısız kaldı.
DYP ile girişilen koalisyon ortaklığını
her ne pahasına olursa olsun sürdürme
gibi anlaşılmaz tutumu ile, sosyal demok-
rasinin evrensel ilkelerinden hızla uzak-
laşmış ve ideoloji üretememe sorunu ile
de karşı karşıya kalmıştır.
Bilindıği gibi sosyal demokrasi ya da
demokratik sosyalizm, Batı'da komünist
partilerin bulunduğu ortamlarda yeşer-
miştir. Marksist geleneği kendilerine çı-
kış yolu alarak ama komünist partilerin
söylemlerinin tersine "sımf savaşı" ve
"proletarya diktatörlüğü" kavramlannı
reddeden sosyal demokrat partiler "daya-
msma". "üretim" ve "üretimden doğan
hakça paylaşım" kavramlannı bireylenn
mülkiyet haklarına da saygı duyarak ger-
çekleştirmeye çalışan siyasal örgütlerdir
Bernstein. Kautsky gibi ideologlarla,
Marksist gelenekten gelen sosyal demok-
rat partiler; kapıtalist toplumdaki emek-
sermaye çelişkisini emek ağırlıklı söy-
lemlerle ve yine kapitalizmin serbest pi-
yasa ekonomisi yaklaşımını sosyal piyasa
ekonomisi kuramlan (teorileri) ile geniş
kıtleler lehine dönüştürmeye çalışan
emek ağırlıklı kitle partileridir. Toplum-
sal gruplarla organik bir bütünsellik için-
de olan sosyal demokrat partiler, aynı za-
manda değişimin ve ilerleme düşüncesi-
nin de öncüleri olmuşlardır.
Ülkemizde ise CHP "devtet kuran" bir
siyasal örgüt olarak elbette Marksist kö-
kenden gelmemektedir. Batı'da sivıl top-
lum örgütlerinin bir yansıması olan sos-
yal demokrat partilere karşı CHP, Türki-
ye Cumhunyeti'ni kuran bir siyasal kad-
ronun eseridir. Böyle olmakla beraber,
CHP, 1923 Türkiyesi'nin en etkin sivil
toplum örgütlenmesi olan ve kökleri Ulu-
sal Kurtuluş Savaşımızdaki Müdafaa-i
Hukuk örgütü'ne dayanan Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Orgütü'nün çe-
kirdek dokusunu oluşturduğu bir siyasal
organdır. 1919 Anadolusu'nun bütün top-
lumsal gruplannı bünyesinde banndıran
Müdafaa-i Hukuk örgütleri, bilindıği gibi
Sıvas Kongresi'nde birleştirilmiş ve Mus-
tafa Kemal Atatürk, 9 Eylül 1923'te
CHP'yi kurarken partinin ilk kongresini
de Sıvas Kongresi olarak saptamıştı.
Devlet kuran bir parti olarak CHP hep
eleştirildiğinin tersine 1950'den 1980'de
12 Eylül askeri rejimı tarafından kapatıl-
masına değin çok kısa süreli koalisyonla-
rın dışında hep muhalefette kalmıştır.
Parti, muhalefette kalmasına karşın ken-
disini liberal olarak niteleyen merkez sağ
partilerin muhafazakâr ve gelenekçi eği-
limlerinı devlete yansıtmalannı engelle-
yecek çözümleri uygulama alanına koy-
maya çahşmıştır. Yani devlet kuran CHP,
kurduğu devletin otonter, "ben merkez-
d" tavnnı, merkez sağın bütün diretmele-
rine karşı dönüştürmek için uğraş vermiş
(bunun aynntılı anlatımı ayn bir yazı ko-
nusudur), geniş kıtleler tarafından bir
umut olarak görülmüş ve oy potansiyelini
yüzde 40'lann üzerine taşıyabilmiştir.
Hemen belirtmek gerekir ki günümüz
Türkiyesinde sosyal demokrat partiler
üzerinde yapılan eleştinler. yapısal ol-
maktan çok pofemik düzeyinde kalmakta-
dır.
Sosyal demokrat partileri Türk siyasal
yaşamının tarihsel geleneğınden soyutla-
yarak değerlendiren söylemler karşısında
aslında söylenebilecek çok söz var. Eğer
Türkiye'de sosyal demokrasi bir ideoloji
olarak var olacaksa bu olgu; Batı toplum-
larında yaşanılan koşullann aynısının
Türkiye'de olmasını bekleyerek gerçekle-
şemez.
Elbette ki Rönesans'ı, reformu, aydın-
lanma felsefesi ve sanayi devrimi olma-
yan bir toplum, Batı ülkelerinde yüzyılla-
nn binkimi olarak oluşan toplumsal ko-
şullan yaşayamaz. Ancak Türkiye, cum-
huriyet devrıminin kazanımlan ile Ba-
tı'nın yüzlerce yılda aştığı bırtakım so-
runlan 70 yıllık zaman dilimine sığdıra-
bilen bir ülke olarak şimdi bunun sancıla-
rını hem modernleşmeyi algılayış biçi-
mınde, hem siyaset yapma pratiğinde,
hem de toplumsal yapısında yoğun olarak
yaşamaktadır. Sosyal demokrat partilen
"Marksist gelenekten gelmiyor", "Sivil
toplum örgütlerini bünyesinde baruıdıra-
maz" diyerek eleştiri bombardımanına
tutan günümüzün "medya büIbüHeri" ay-
nı eleştiri dozunu niye merkez sağ ya da
liberal olarak nıteledıklen siyasal örgüt-
lere yöneltmiyorlar? Acaba Türkiye'de si-
yaset yapan liberal ya da muhafazakâr
partilerin kökenlerini Batı'da aramak gibi
bir uğraşın ıçine neden girmiyorlar? O
partilerde siyaset yapan kaç kişi Adam
Smith'in, David Ricardo'nun, Keynes'in,
Fradman'ın liberal ekonomi üzerine söy-
lemlerini bılıyor da sosyal demokratlan
Bernstein'i, Kautsky'yi bilmemekle suç-
luyorlar!
Medya bülbüllerinın gerçek dışı bütün
zorlamalanna karşın Türkiye kendi ger-
çeğini yaşamaya olanca hızı ile devam
ediyor.
Gerçeğın mafya liderlerinden soruldu-
ğu, cumhurbaşkanı ailelerinin Isviçre
bankalannda gizli hesaplar açtırdığı, dev-
let bankalannın bizzat başlanna getirilen
yöneticıler tarafından soyulduğu, çalışan-
lann, emeği ile geçinenlerin ulusal gelir-
den aldığı payın giderek azaldığı, me-
murlann sendikalaşamadığı, okumayan,
araştırmayan, sorgulamayan bır gençliğın
yaratıldığı, medyanın hem hâkim, hem
savcı hem de avukat kesildiği, büyük
kentlerin varoşlanmn kocaman birer kö-
yü andırdıği, Amerikan Dolan'nın en üs-
tün değer olduğu, insan haklan ihlalleri-
nin en üst boyutlarda gezinerek bilim
adamlarının düşüncelerinden dolayı ha-
siphanelerde çürütüldüğü, Türkiye'nin
yüzakı, onuru olmuş Yaşar Kemal'lenn,
Aaz Nesin'lerin Devlet Güvenlik Mahke-
meleri'nde yargılandığı ve bütün yanlış-
ların doğru olarak algılandığı bu "top-
lumsal anomi" ortamında bugün cumhu-
nyet devrimınin 70 yıllık kazanımlannı
üstünde taşıyan, köklerini ve geleneğinı
ınkâr etmeden ulusaldan evrensele uza-
nan bir çızgıde çağdaş bir sosyal demok-
rat oluşuma ıvedilikle gereksinim var.
Dileriz, CHP-SHP bütünleşmesı hem
örgütsel hem de ideoiojik anlamda bunu
gerçekleştirir ve Türkiye'yi bu toplumsal
anomi ortamından kurtaracak çözüm yol-
larını uygulama alanına koyar. Yoksa
1980'li yıllarla birlikte liberalizmin ve
serbest piyasa ekonomısinin şampiyonlu-
ğuna soyunanlann yarattığı bu patolojik
durum, dınci sağ ve milliyetçi sağ söy-
lemlerin toplumda giderek güçlenmesini
sağlayarak Türkiye'de siyaset bilimi ter-
minolojisine yeni bir kavram kazandıra-
caktır. O kavram da "teokratik fa-
şizm"den başka bir şey değildir.
Kültür varlığı koleksiyonculuğu
ALÎ KBLIÇKAYA Arkeolog
• • lkemizde Taşınır Kültür ve
U
Tabiat Varlığı Koleksiyon-
culuğu 2863 sayılı Kültür
ve Tabiat Variıklannı Koru-
ma Yasası'na bağlı olarak
çıkanlan 15 Mart 1984 gün
ve 18342 sayılı resmi gazetede yayımla-
narak yürürlüğe gıren "Korunması Ge-
rekli Taşınır Kültür ve Tabiat Variıklan
Koleksiyonculuğu ve Denetimi Hakkuıda
Yönetnielik" hükümlen uyannca yapıl-
maktadır.
Koleksıyon, belirli bir sistem içinde sı-
nıfiandınlarak belirli koşullarda, belirli
bir yerde saklanan korunması gerekli ta-
şınır kültür ve doğa varlıklanndan oluşan
grubu; koleksiyoncu ise koruma, değer-
lendirme, yarar sağlama ve merakı tatmin
amacıyla korunması gerekli taşınır kültür
ve doğa varlıklannın koleksiyonunu ya-
pan ya da yapacak olan kışi ya da kuru-
luşları tanımlar. 2863 sayılı yasanın 26.
maddesı uyannca gerçek ve tüzel kişiler,
Kültür Bakanlığı'nca verilecek izin bel-
gesiyle korunması gerekli taşınır kültür
varlıklanndan oluşan koleksiyonlar mey-
dana getirebilirler. Görüldüğü gibi taşınır
kültür ve doğa varlığı koleksiyonu yap-
mak, Kültür Bakanlığı'ndan aluıacak bir
izin belgesi ile olasıdır. Bugün ülkemizde
pek çok koleksiyon (1988 yılı sonu itiba-
nyla 447) vardır. Ancak bunlann tama-
mının bu işi amacına uygun olarak yap-
tıklan ne yazık ki söylenemez.
Koleksiyon, koleksiyoncu için koruma,
değerlendirme, yarar sağlama ve merakı
tatmıne yönelik bir amaç olmahdır. Doğ-
rusu da budur. Böylece koleksiyonerler
aracılığıyla yurt içinde kültür varlıklan-
mız toplanmış, korunmuş olacak, aynı za-
manda eski eser kaçakçılığı için de bir
önlem alınmış olacaktır. Bilindıği gibi
geçmişteki koleksiyonculuk müzelerin
oluşmasına, kurulmasma neden olmuştur.
Bugün Baü'nın pek çok müzesini süsle-
yen değerli kültür ve sanat eserleri, ko-
leksiyoncular aracıhğı ile günümüze ka-
dar ulasabilmiştir.
Koleksiyon, amacına uygun ve bilinçli
olarak yapıldığında bır sorun yok. Ancak
'koleksiyoncu izü belgesi' araç olarak kul-
lanılarak bu iş yapılıyorsa, işte o zaman
ıleride giderilmesi olanaksız pek çok
olumsuzluklara neden olabilir.
Koleksiyoncu koleksiyonunu, ya başka
koleksiyonculardan eser satın alarak ya
da karşılıklı eser değiştirerek ya da eski
eser ticarethaneleri ile müzayedelerden
satın alarak genişletir, zenginleştirir. Ya
da koleksiyoncu, izin belgesini, cebine
koyup Anadolu'ya çıkarak eser toplar.
İşte eski eser toplama işi amacından
saptırılarak, bilinçsizce yapılınca sorun
başlıyor. Koleksiyoncu Anadolu'da eser
toplarken koleksiyonuna uygun siparişler
veriyor, aynca yüksek paralar da ödüyor.
Satıcılar, kaçakçılar, bu eserleri sağlamak
için kaçak kazılar yapıyorlar. Böylece
hem arkeolojik SİT alanlan'nın tahribine,
hem de eski eserlerin tahribine ve kaçak-
çıhğına neden oluyorlar. Kaldı ki bu tür
bir yöntemle eser toplama işinin yasa ve
yönetmeliklere ne kadar uygun olduğu da
anlaşılabilir değil.
Art nıyetlı koleksiyoncu topladıgı eser-
lerle seyahat anında yakalandığinda ko-
leksiyonculuk izin belgesi imdadına yetı-
şiyor; çünkü eserleri koleksiyonuna kay-
detmek için satın almış oluyor. Ya da izin
belgesi olmayan art nıyetli kişi evinde,
eserlerle yakalandığı zaman, eserlen yeni
satın aldığını, koleksiyonculuk izin bel-
gesi almak için müzeye başvuracağını be-
lirterek işin içınden sıynlabıliyor. Geç-
mişte olduğu gibi günümüzde de bazı ko-
leksiyonculann, izin belgesini paravana
olarak kullanarak eski eser kaçakçılığı
yaptıklan bılınmektedir. Bunu basından
da zaman zaman izlemekteyiz.
Koleksiyoncu, satın almak için kendi-
sine ulaştınlan eserleri, nereden ve nasıl
bulunduklannı araştırmadan satın alıp
koleksiyonuna kaydediyor. öyle ki müze
ve ören yerlerinden çalınan bazı eserlerin
koleksiyoncular tarafından satın alınarak
koleksiyonlarına kaydedildiği de bilin-
mektedir.
Yasa gereği koleksiyoncu, satm aldığı
eseri koleksiyon defterine kaydetmek zo-
rundadır. Ancak bazı koleksiyoncular,
müzayededen ya da eski eser ticarethane-
sinden satın aldıklan eserleri envanter
defterlerine kaydetmiyorlar, yeni yapılan
müzayedelerde satışa çıkanyorlar. Kısa-
cası, koleksiyoner belgesini kullanarak
bu işin tıcaretini de yapıyorlar. Peki.. bir
koleksiyoncu eski eser ticareti yapabilir
mi ya da belgeli eski eser ticareti yapan
bir kişi koleksiyoncu olabılir mi, yasa bu-
na açıklık getirmiyor.
Yurtdışında düzenlenen müzayedeler-
den Anadolu kökenli eserler satın alıp
yurda getiren koleksiyoncu -bu eserleri
tekrar ülkesıne kazandırmasına karşın-
Katma Değer Vergisi (KDV) ödemek zo-
runda kalıyor. Bu durum da düşündürücü
olsa gerek.
Sonuç
Gerek 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Variıklannı Koruma Yasası, gerek bu ya-
sa ışığinda hazırlanan Taşınır Kültür ve
Tabiat Variıklan Koleksiyonculuğu Yö-
netmeliği, ülke gereksinimlerini karşıla-
yacak dunımda değildir. Bu nedenle sağ-
lıklı bir yasa ve aynntılı bir yönetmeliğın
hazırlanarak günlük yaşama geçirilmesi
kaçınılmazdır. r-,-.,,>..
PENCERE
Çöken ve Çüriiyen Nedir?..
12 Eylül faşizmiyle birlikte Türkiye "yükselen değer-
ler" sürecine girdi; 'şablon'u dışanda düzenlenmiş bir
'model' tartışmasız benimsendı. Gerçekte bu 'model'
kapitalizmin 1970'lerde girdiöi bunalımın dünya ölçe-
ğinde aşılması için metropoilerde hazırianmışb; ülke-
mizde zor gücüyie yürürlüğe girdi.
Neydi "yükselen değerier?
Parasaf oyunlarla her şeyin üstesinden gelineceği
sanılıyordu, piyasa mekanizmalan tüm sorunlan çö-
zümlerdi, sanayileşmeden vazgeçiliyordu, devietçilik
tu kaka idi, özel sektörie kalkınma gerçekleşecekti, ih-
racat öncelik kazanıyordu, sosyal devletten vazgeçili-
yordu.
Sonuçta nereye geldik?..
Kirli bır rantiye toplumu yarattık; 1980 ve 9O'lı yıllar-
da.dış ve iç borçla desteklenen model çöktü.
Ülke parçalanma tehlikesine düştü; iç göçle kentleri
kuşatan köylülerin yaşam kavgası, büyuk şehirlerde
odaklaşan kayıt dışı ekonomiyi yarattı; özel sektör
mafyalaştı; servet - sefalet uçurumu derinleşti; mode-
lin uygulanması sürekli yüzde 60-70 enflasyonla yürü-
yebildığinden, toplumsal ve siyasal çürüme ve kokuş-
ma sınıra dayandı; rant ve faiz gelirieriyle palazlanan
zengin bir kesim, toplumda egemenleşti; şeriatçılık
seçenek niteliğine kavuştu; vergi toplayamayan zayrf
bir devlet oluşturmayı 'devleti küçültmek' sananlann
yönetiminde anarşi aîdı yürüdü.
•
Batı kapitalizminde devlet, rant ve faiz gelirlerine
dayanan egemenlerin elinde değil!.. Oralarda devlet
zengin sınıflardan yüksek faizle para toplayıp harca-
ma yapamaz; bankacılıkla tefeciliği birbirine Kanştıra-
maz. Batı'da on yıl yüzde 60-70 enflasyonla birlikte
yaşayan bir toplum gösterilemez. Türkiye'de faizcilik
öyle bir tefeci sınıfı yarattı ki, bu yapıyla hiçbtr yönetjm
ekonomiyi düzettemez.
Kendi kendimizi aldatıyoruz.
Batı'da 'bilgi toplumu nun oluşması, hizmet kesimi-
nin büyümesi, robot teknolojisinin üretime katkısı,
emekçi sınıfının işlevinin gözden geçirilmesi ve bilgi-
sayarlaşmanın açtığı ufuklar, Türkiye'den uzakta bir
dünyanın gerçekleridir.
Türkiye'nin gerçekleti ne?..
Büyük kentîerınin nüfusunu, mahallesini, sokağını
bilmeyen, yüksek faizle varsıl kesimden para toplaya-
rak kamu hizmetlerini yürütmeye çabalayan bir toplu-
mun seçkinleri ve tatlısu aydınları düş görüyoıiar.
Çıkmaz bu yol!..
199O'lı yıllann Türkiyesi'nde en önemli iki sorunun
birincisi Kürtçülük, ikincisi Aleyilik üzerine değil mi!..
Daha "Bu ülkede kaç milyon Kürt yaştyor, kaç milyon
Alevi" sorusuna yanıt veremeyen bir devlet, bu işin
üstesinden nasıl gelecek?.. 12 Eylül faşizminin 82
Anayasası'nı ve hukukunu uygulayarak nasıl demok-
rat olunacak?..
Model çökmüştür...
Şablon çürümüştür... •
"Yükselen değerier"in balonu patlamıştır. 1980'li yıl-
larda girdiğimiz yol, bizi 1990'larda sprunlanmızı çö-
zebilecek bir aşamaya getirmeliydi. Ülkeye egemen
olan rantiye çevrelerin, parayı elinde tutan tefecilerin
ve tekelleşen medyanın siyasette liderierini yaratması
gerekiyordu. Rantıye-tefeci-medya ittifakı, 1980'ler-
den bu yana iki sözde lider yarattı: Birincisi Özal!..
Ozal'ın, ailesinin ve çevresinin çürümüşlüğünü şim-
di yine medya pazariıyor.
İkincisi Çilleri..
Tansu Çiller'i, siyasal yaşama pazariayan çevreler
de artık savunamıyoriar.
Ne var ki suç kişilerde değil; 'model' ya da 'şablon'
iflas etti, 'yükselen değerier' çöktü..
ROUTT
1986 YILI VE 86/10911 SAYILI BAKANLAR KURULU KARARINA GORE SK3ARA SAĞLIĞA ZARARLIDIR