26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 MART 1995 PAZAR 12 DİZİYAZI U Bır çırpıda söyleniveren bir sözcük, "gölge". Matematikte, fızikte, tarihte, edebiyatta yani hayatta karşıltğını bulmakta zorlanmayan bir tanım. Çocukluktan kalma, ışığın retinaya sunduğu gizemli bir oyun. Bazen korkutur, ama çocuksudur işte. Büyüdükçe hem gölgenin peşinde koşmaktan hem de gölge oyunlanyla vakit geçirmekten usamrsmız. Ama korku yerindedir hâlâ. Geceleri yalnız kaldığınızda. perdeye, halıya, duvarayansıyan ışık bir gölgeye dönüşüp aklınızı başınızdan alır. Bunun içindir ki, gölgede kalmak hep içinizi üşütür. Gölgede kalmak bir anlamıyla sığınmaktır da. Bir ağactn ya da duvarın dibine çöküvermek gibı. Yaşıyorsanız, insansanız, bu gölgede kalma, önünüzdekinin sizi koruması da olabilir. Acdardan, savaşlardan. açlıklardan, kandan sizi koruyan önünüzdekidir Bu bir tercihtir, bir bedelı vardır ne ödenir. Korunmak da pahalı bir iştir hsacası. Kadın ve gölge Ya kadırı? Neden o hep gölgede kalmayı sever gibi görünür? Bu sorunun yanıtını insanhk tarihinde aramak gerekir. Yada kadınm "özel" tarihinde. Sıstemlerde. düzenlerde, ekonomilerde, siyasetlerde, dinlerde ve onlann kadına yüklediği rolde bulur bu soru yanıtını. Neredeyse biryüzyıldır da kadın, işte bu yanıtın peşinde. Artık gölgeden ışığayürüyor. Amayine de bizim işimt gölgede kalanlarla "Ah bizim gibi geri kalmış bir ülkenin kadınlarının makûs talihidir bu " denilebilir belki. Bu dünyadaki diğer örneklere, hele Batı 'ya bakıldığında Türkiye için haksız bir değerlendirme olur. Ama Türkiye'de yaşıyor olmanın küçümsenmeyecek bir "ayncatık " olduğunu da göz önünde bulundurmalı. Bu dizıde anlatılacak olan "gölgede kalanlar", yaşamlannm bır döneminde ışığı yakatamak ne kelime. kendileri ışıksaçan kadınlar. Saçtıklan ışığın, neredeyse tümünde sanat alanında olması ise bir tesadüfdeğil. Üreten, dönemini sorgulayan, hayatı anlamaya çalışan kadın içm gölgede kalmak iç üşümesinden öte birşey çünkü. Üstelikgölgesinde kalınan bir erkekse. bu erkek Adnan Saygun, Ulvi Uraz, Ayhan Baran, Sabahattin Eyuboğlu, Sami Ayanoğlu, Halim Şefik... Hepsi de tanı- dık isimler, tanıdık yüzler. Ya yanlarındaki kadınlar... Selçuk Uraz, Selçuk Baran, Magdelena Rufer, Saynur Güzelson, Şayeste Ayanoğlu, Nilüfer Saygun. Ne anırnsatıyor bu isimler size? Bir nota, bir kitap, belki bir re- sim ya da bir sahne. Belki ama, çok derinlerde yani gölgede... de "ünlü "yse artık bir ruh acısından söz edilebilir. Bu bıriikte olunan erkeklerin ününe eklenen ışıktan geriye kalan bir acıdır. Bir nota, bir kitap, bir resim... Bir de bir erkeğin değil, neredeyse bütün erkeklerin, sistemin gölgede kalmaya mahkûm ettiği kadınlar var ki, onlann yaraları kolay kolay kapanmaz. himlerini duvduğunuzda ya da okuduğunuzda çogunuz tanımayacak bu kadınlan. Kımmiş diye soracaksınız, neymiş saçtığı ışık? Ama birlikte oldukları erkekler bildik gelecek. Bir o kadar da ünlü. Ulvi Uraz, Ayhan Baran, Sabahattin Eyuboğlu, Sami Ayanoğlu, Halim Şefik... Tanımıyorum diyebilecek misint? Selçuk Uraz, Selçuk Baran, Magdelena Rufer, Saynur Güzelson, Şayeste Ayanoğlu, Milüfer Saygun. Hafızanızı zoriayın. Ne anımsatıyor bu isimler size? Bir nota. bir kitap, belki bir resim ya da bir sahne. Belki ama. çok derinlerde yani gölgede... Yanlış anlaşıtmamalı. bu birsuçlama değil. Kadınlann hiçbiri de birlikte olduklan erkeklen karalamıvor. Suçlama yok, öfke de Ama eğeryine de bir largınlıktan söz edilecekse bu sadece kendilerineyönelik. Çünkü her zaman gidilecek başka yollar olduğunun, kapıların başka \aşamlara açılabileceğinin farhnda yaşadılar Özveriyi bir erdem olarak kullanmadılar, "yazgımız " da demediler. Ama vınede... Aşkla gelen seçim Yaşadıklan dönem birbirine denk düşen bu kadınlan diğer gölgedekilerden ayıran sadece sanatçı oluşlan değil. Daha çocukluklannda kendisini gösteren kişilik özellikleri, ironıleriya da kederieri, aile ilişkileri onlan "özel" hlıyor. Gölgesinde kaldıklan erkeklerle ilişhlerinin "tercih " oluşu, bu tercihide u aşk"ın belirlemes: ayıncı diğer ortak özellikleri. Ama öykülerine geçmeden önce hsaca onlan tanıtmalı... Selçuk Uraz, tiyatrocu Uhri Uraz 'ın karısı. Piyanist. Viyana'da,Paris 'te. Ecole Normale de Musiaue de eğitim gördü. Halen konservatuvarda ders veriyor. Nilüfer Saygun, kompozitör Adnan Saygun 'un kansı. Macar asıllı piyanist. Budapeşte Müzik Akademisi mezunu. Saygun 'la evleninceye kadar bir orkestrada çalıyordu. Bugün hasta ve çalmıyor. Şayeste Ayanoğlu, tiyatro sanatçısı Sami Ayanoğlu 'nun karısı. Altı yaşında sahneye çıktı. Şehir Ttyatrosu 'nda oynadığı operetlerle ünlendi. Üç çocuktan sonra sahneden ayrıldı. Yaşıyor. Saynur Güzelson. şair Halim Şefik'in kansı. Ressam. Güzel Sanatlar Akademisi nin, Bedri Rahmi Atötyesı 'nde tamamladı eğitimini. Bedri Rahmi'yegöre umut vaat ediyordu. Evlendi. - Artık resim yapmıyor. Selçuk Baran, opera sanatçısı Ayhan Baran 'ın kansı. Yazar. Iki kitabı yayımlandı. Kocasıyla sorunlu bir ilişkiyaşadı, alkole yenildi. fki ktzı var Artıkyazmıyor. Magdelena Rufer. yirmiüçyil Sabahattin Eyuboğlu 'yla yaşadı. Piyanist. Bern Konservatuvan 'nı ve Paris Ecole Normale de Musiaue vz bitirdi. Çeşitli Avrupa kentlennde verdiği resitallerle Adnan Saygun 'u dünyaya tanıttı. Bugün, piyano dersleri veriyor. Artık onlan dinlemeli. Kendilerini var hlmaya çalışırken, tam da ışığı yakalamışken vazgeçişlerinin öyküsünü bilmeli. Bilmeli ki gölgeden bulaşan ruh acımalan anlaşılabilsin... Karpiç'te bir Macar çiçeğiIkinci Dünya Savaşı'nın başla- nnda Ankara. Ortada gûnlük ya- şamı etkileyecek bir şey yok he- nüz. Ama yoksulluk ve açlık ka- pıda bekliyor. Korku yok değil, ancak Ankara, Almanya'ya o ka- dar uzak ki. Günlerden cumarte- si. Kentin tek müzik etkinlığı, Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrasf nın olağan konserle- rinden biri yinelenecek Cebe- ci'de. Bir grup genç kadın. konser salonunda yerlerini aldılar. Prog- rama bakılıyor. Yüzlerinin ifa- desi değişiyor kadınlann. Btrdüş kınklığı, bir pişmanlık yerleşi- yorbakışlanna. Çünkü program- da Türk eserleri var. Bu kez or- kestra alaturka müzik çalacak. Oysa onlar Batı müziği dinlemek istiyorlar. Bach'ı, Mozart'ı, Mendelssohn'u... Konser başlıyor. Bu kez şaşı- nyorlar. Müzik alaturka değil. Klasik Batı müziği normlannda, oldukça etkileyicı bir parça çalı- nan. Genç kadınlann, müzikten bu kadar iyi anlamalanna, bek- lentılenne şaşırmamalı. Çünkü onlar da müzisyen. Tümü, Maca- ristan Müzik Akademısi'nden mezun ve bir orkestralan var. Karpiç'te, ya opera aryalannı ya çigan ya da Macar müziğini ça- liyorlar. Şimdi de meraktalar. Kım bu Türk müziğinin besteci- si? Soruyorlar. "Adnan Sa>gun" deniliyor, "Genç bir besteci". İrene Savafcs diye biri O genç kadınlardan biri İrene Savaks'tı. Daha sonra o genç besteciyle evlenecek, Nilüfer is- mini alacak, ama müziği de bı- rakacaktı. Yıllar sonra bile bun- dan şikâyet etmeyecek. geçmişi sitemle anmayacak. hatta kutsa- yacaktı. Küçük bir tekstilci olan Jozef ile ev kadını Franceska Savaks'm kızlan İrene, bin dokuz yüz se- kizde Budapeşte'de doğdu. Iki ablası ve bir ağabeyinden sonra ailenin en küçük çocuğuydu. Or- ta halli sayılırlardı. Müziğe kar- şı ilgisini daha ilkokulda belli et- ti. Okul korosundaydı ve öğretmenle- ri, sesinin çok güzel olduğunu söylü- yorlardı. Öğretmenler odasına çağnlı- yordu sık sık şarkı söylemek üzere. Do- kuz yaşındaydı; öğretmenlerinin de teş- vikiyle babası ona bir piyano aldı. Da- ha SonraTürkiye'ye de getirteceği, Ad- nan Saygun'un neredeyse bütün beste- lenni yapacağı bu piyanoyla seçti yo- lunu. O, müzisyen olacaktı. Macaristan Müzik Akademisi'nin Şan Bölümü'ne girdiğinde on altı ya- şındaydı. Beş yıl eğitim gördü. Ya kon- servaruvar hocahğını ya şantözlüğü ya da operayı seçecekti. O, konser verme- Cebeci'de dinlediği konserde Adnan Saygun'un müziğryle daha sonra Karpiç'te kendisiyle tanışan irene Sa- vaks, ileride o genç besteciyle evlenecek, Nilüfer ismini alacak, ama müziği de bırakacaktı. Ancak yıllar son- ra bile bundan şikâyet etmeyecek, geçmişi sitemle anmayacak, hatta kutsayacaktı. yi yeğledi. Başanyla bitirdi akademi- yı. Macaristan'ın ekonomik durumu kötüydü o yıllarda. Birkaç kez resital verebildi. Sonra kadınlardan oluşan bir orkestra kurdular. Bu orkestrada bır pi- yano. üç keman. bır kontrbas bır de da- vul vardı. İrene piyano çalıyordu. Bü- tün çabalanna rağfnen, iki ya da üç kez konser verebıldiler Macaristan'da. Baş- ka ülkelere gitmeyı kararlaştırdılar. Karpiç'te biten yolculuk Ailesi karşı çıkmadı, bu yadırgana- cak bır şey degildi. Ne kadar süreceği bilinmeyen bu seyahate sadece kızla- nndan ayn kalacaklan için üzüldüler. Üstelik yakında patlayacak bir savaşın kokusu yavaş yavaş üzerlerine siniyor- du. Orkestrayla önce Tunus'a gitti, son- ra da İstanbul'a geldi İrene. Heybeli- ada'da bır otelde, Sanyer Et Lokanta- sı'nda iş buldular. Sırada başka ülkeler vardı. ama Ankara'dan, Karpıç Lokan- tası'ndan gelen teklifi geri çevirmedi- ler. Adnan Saygun'un önce müziğiyle sonra kendisiyle işte bu lokantada ça- lışırken tanıştı trene Cebeci'dekı kon- serden birkaç gün sonra Ahmet Muhip Dıranas geldi Karpiç'e. Keman çalan Lili'nın arkadaşıydı. Dıranas'a, kon- • Bir grup genç kadın, konser salonunda yerlerini aldılar. Programa bakılıyor. Yüzlerinin ifadesi değişiyor kadınların. Bir düş kınklığı, bir pişmanlık yerleşiyor bakışlarına. Çünkü programda Türk eserleri var. Oysa onlar Batı müziği dinlemek istiyorlar. Bach'ı, Mozart'ı, Mendelssohn'u... • Konser başlıyor. Bu kez şaşırıyorlar. Müzik alaturka değil. Klasik Batı müziği normlannda, oldukça etkileyici bir parça çalınan. Genç kadınlann tümü Macaristan Müzik Akademisi'nden mezun ve meraktalar. Kim bu besteci? Soruyorlar. "Adnan Saygun" deniliyor. O genç kadınlardan biri İrene Savaks'tı. da dolaşıyor, kötüyse Karpiç'in pastanesinde oturuyorlardı. İre- ne biraz Fransızca biliyordu, Saygun ise Ingilizce. Ellerinde sözlük, öyle anlaş- maya çalışıyorlardı. Once Say- eun, Macarca öğrendi, sonra da îrene Türkçe. Böylece dil soru- nunu çözdüler. Bir süre sonra evlenmeye ka- rar verdiler. İrene artık çalışma- yacaktı. Hem Saygun istiyordu bunu hem de kendisi. O orkest- radan aynlınca grup dağıldı. An- kara'da tanıştığı bir Macar aile- nin yanına yerleşti İrene. Bu ai- lenin yanında bir oda kiralandı. Evleninceye kadar burada kala- caktı. irene Macaristan'dan, Say- gun da lzmır'den nüfus kayıtla- nnı istedi. Hasan Âli Yücel karşı çıkıyor O aralar halkevlerinde müfet- tişti Saygun ve sürekli seyahat ediyordu. Ailesine Macar bir ka- dmla evleneceğini söylemedi. Karşı çıkacaklannı biliyordu. Üstelik harp zamanıydı, ailesi bu yüzden tedirgin olabilirdi. Halk Partili birmilletvekili, "Bengör- düm e\leneceğin kıa" demişti, "Ama sen bekle. Harp zamanı bir ecnebiyle evlenmen i>i ol- maz". Aynı tepkiyi dönemin Milli Eğitim Bakam Hasan Âli Yücel de gösterdi. irene'yi beğenmış- ti. hoş kızdı ama... Saygun, "Ben bekle>emem" dedi. Bakan Yücel ise ısrarlıydı. Beklemesini, belki de bu yüzden kariyerinin bozulabileceğini söyledi. Saygun, "Hangi kariyer" diye sordu. tşte, bugün edinmiş olduğu şeydi kari- yer. Dünya çapında tanınmaya başla- mıştı. Onuyitirebilirdi. Kızdı Saygun, "Siz mi yaptınız o kariyeri" dedi, "Ben babama bile sormuyorum, evlenebilir mi>im dive". serden ve şaşkınlıklanndan söz ettiler. O da Adnan Saygun'u tanıdığını, hat- ta arkadaşı olduğunu söyledi. O gün alkışlarken balkona çıkmasını bekle- mişlerdı, ama o çıkmamıştı. Genç mi yoksa yaşlı mıydı? Dıranas, kendi yaşlannda olduğunu söyledi. Bir kez daha şaşırdılar. "Ben sizi tanıştırayırrT dedi Dıranas. Sevinç- le kabul ettiler. Konserden iki hafta sonra iki arkadaş birlikte Karpiç'e gel- diler. Tanışıldı. Daha o gün bırbirlerinden etkılendı- ler Irene'yle Adnan Saygun. Her gün görüşmeye başladılar Ogleden sonra- lan buluşuyor, hava güzelse sokaklar- Yarın: Saygunların paylasılan ya$amı ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Mektuplar Arasında... 14 Mart Tıp Bayramı geldi geçti; art arda gelen olaylar nedeniyle elim değmedi, bir şey yazamadım. Ama, Prof. Yücel Kanpolat la söyleşimiz, bir bayram değil miydi? Zaman zaman bunaldığımda, okurlara sığınmak isterim. Onlann birkaç satın, beni yaşama bağlar. Yücel Kanpolat'la söyleşiler sürerken, Istanbul'dan Diş Hekimi Onur Usto- mar'dan şu kısa mektubu almıştım: "Sayın Mustafa Ekmekçi, 'Prof. Dr. Yücel Kanpolat'la Söyleşi' yazılannız için size sonsuz teşekkürter. Gazetecilik; haber-yorum-espri-bilgilendirme nasıl olur, sizinkiler dahil bütün gazetecilere gösterdiniz. Esenlikler diler saygılanmı sunanm." Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Da- lı Başkanı Prof. Dr. Sezer Şener Komsuoglu da mektu- bunda şunları yazmış: "Sayın Ekmekçi, Cumhuriyet Gazetesi'ndeki önemli ve değerii köşenizi bir süre Prof. Dr. Y.Kanpolat'ınbilimselçalışmalannaayır- dınız. Bu mektubu bilim adına, haddim olmayarak, size te- şekkür etmek için yazıyorum. Sayın Kanpolat'ın önemli kişiliğinin ve nörolojik bilimle- re getirdiği bilimsel buluş ve katkılann birsiyasıyazann kö- şesınde yer alması ve buna birkaç satırta değil, uzun ve detayla değinmesi, kimbiliryetişmekte olan (ve bence bu- günlerde en çok ihtiyacımız) genç bilim adamlarına ne çok destek ve onur vermiştir. Çağımızda uluslann yazgısmı, bilim ve teknoloji birikim- leri ve bunlan yaratma potansiyelleri belırlemektedir. Hal- buki, ülkemizde de maalesef diğer gelişmekte olan ülke- lerde olduğu gibi bilim ancak man'inal bir önem taşımak- tadır. Yönetenlerimiz halen bilime ve ileri teknolojik üreti- me yapı/acak yatınmlan, zaman alıcı, kısa vadede işe ya- ramayan veya gereksiz yere çok pahalı algılamakta, eko- nomik kalkınma-eğitim-bilim ilişkisi hep gözardı edilmek- tedir. Ama bugün birçok net örnekleriyle bilinen odur ki ekonomik gelişme ve refah düzeyinin sağlanmasında bi- rinci ön koşul güçlü eğitim kurumları ve bunlarda yetişen aydınlık zihinli genç kuşaklardır. Bu kuşaklann siz çok de- ğertiyazarlarca desteklenmesinın onuru ve önemi büyük- tür. Oncülüğünüze bır kez daha teşekkürter... Saygılarım- /a." lstanbul.Teknik Üniversitesi Türk Dili öğretim Görevlisi M. Agâh Önen, "kefir" konusunda yazdıklanma değinmiş, şöyle diyor özetle: "Sevgili Ekmekçi, 12 Mart '95 günlü köşeyazınızı okuyunca hemen size yazmak için oturdum. önce niçın 'Sayın' demeyip, kale- mimin ve dilimin ucuna gelen 'Sevgili' hitabıyla başlama- ma değineyim: Bizler, yani okurtar, gazetemizin yazahan ile saygıyı da aşan bir karabet fsoyca yakınlık), bır sıhriyet, birhısımlık duygusuyla bağlanmışızdır ki, bu bağlılığı an- cak böyle belirtebiliriz. Bir kefir delisi, bir kefiroman, bir kefiropat olarak bu konuda geçenki yazılannızdan sonra da yazmak istemiştim... Avustralya dönüşü 'boynunda borç bırakmamak' titiz- liğini belgeleyen dost sesinizi ve ta oralardan getirdiğiniz selamı duymakla aramızda zaten varolduğuna ınandığım -Anadolulu olmaktan geldiğini sandığım- bir hemşerilik duygusuyla o dost ses/n/z/n anısına stğınıp 'Merhaba Ek- mekçi!' diyorum. (Ömer Asım Aksoy rahmetlınin hemşe- risi olmakla övünen bir dılsever olduğumu belırteyim). Yirmiyıllık bir tanışmayla bağlandığım 'kefir'/n güzel ya- zılannızda böylesine 'dostluk ve sevginin simgesi olarak' yer aldrğını gördükçe, kefir dosyamı yeniden açıyor ve 'Kefir; iyiliktir, sevgıdir, dostluk ve bağlılıktır' özdeyişiyle bü- tün kefircilere ve geleceğin kefir dostlanna sizin aracılığı- nızla sesleniyorum: Kefir, değerini anlayanlar için, bütün mükeyyefatlann (buradaki 'lar' galatı meşhurdur) üstünde ve ötesinde eşsiz bir iksirdir. Ona sadık kaldığınız, onun- la ilgili ve ilişkinizi sürdürdüğünüz sürece ondan hiç eksil- meyen maddi ve manevi şifayı, dostluk, iyilik ve sevgiyi faz- lasıyla alırsınız. Kefir, bai gibi doğanın insanoğluna sun- duğu eşsiz armağanlardan bin'dir. Bir paket sigaradan, bir bardak şaraptan ya da viskiden çok daha ucuza mal olan kefiri tanıtmak, tattırmak ve tir- yakilerini çoğaltmak benim gibı gerçek bir kefir dostu 'ke- fırkeş' için hiç kaçınlmayacak bir fırsattır. Çünkü kefir do- ğayla dost olmanın gerçek bir simgesıdir, insanın insana yapabileceği en kolay iyiliğin eşi bulunmaz bir aracı, ge- çici dünyamızda kalıcı erdemlerin alçakgönüllü birgöster- gesidir. Konuklanmıza sigara, içki ve doğayla çelişkili nesneler ikram edecek yerde, 'kefir' sunmanın ince ve yüce anla- mını gönlüyle, sevgisiyle ve nihayet o şaşmaz (hadi hatı- nnız için) usuyla kavramış kimseleri çoğaltmak, bütün ke- fir dostlannın insansal bir ödevi olmalıdır. Saygıdeğer Ekmekçi, Ayının armut üzerine kırk çeşit türküsü gibi, benim de kefir üstüne kın\ çeşit söylemim, iletim var. Çevremde, hiç tanımadıklanma bile, kefir sevgisini yayarken, tadına do- yulmaz bir sarhoşlukla kendimden geçiyor ve diyorum ki: Kefir içerek bedeninizin sağlığı kadar alıp çoğalttığınız ke- fir mayalan gibi üreyen, çoğalan ruhunuzun ve gönlünü- zûn iyiliklerini, yüceliklerini, dostluklannı herkese dağıtınız, yayınız, yağmalayınız. Her kefir tanesi, sakladığı doğalgi- ziyle, üretip dağıtabileceğiniz en kolay bir iyiliktir. Son yazınızı da kesip, kefir dosyama yeheştirdim. Böy- lece günün birinde, 'Kefirseverler', 'Kefir Dostlan Derne- ği' gibi bir örgüt (!) kurulursa, bu dosya örgütsel doküman- lar (!) arasında yer alacak, bir kefiromanın evrak-ı metru- kesi olarak meraklılannca değeriendirilecektir umanm. 'Kefire nasıl başladım, nasıl ona tutulup vurgunu ol- dum?'un öyküsü ayn bir mektup konusu olacak kadar uzun olacağından, izninizle burada keseyim. Sevgiler, say- gılar, bol kefirii günler, sevgili Ekmekçi." BULMACA 1 2 3 4 5 6SOLDAN SAĞA: 1/ Argoda olgun, yakı- şıklı ve paralı erkeğe ve- rilen ad... Emeller, istek- ler. 2/ Alaturka müzikte tempo... Dağlık bölge- lerde söylenen türküle- rin makamı. 3/ Bir no- ta... Bir uyaran karşısın- da organizmanın göster- diği tepki. 4/ Ölgunlaş- mamış kavun. karpuz ya da meyve... Vücuttaki AIDS virüsünü sapta- makta kullanılan test. 5/ Romanya halkından olan kimse. 6/ "Fısk ile — oldu âbıdan ,' Cihan- dan bir temiz tıynet kalmadı" (Emrah)... Hatay ilinde bir ırmak. 7/ Olta ipi... tki tarla arasındaki sı- nır. 8/ Ağaç dikmek için açılan çu- kur... Kapı ve pencerenin yerleştiği kasa. 9/Kirliliği gösteren iz... Halk dilinde domatese verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yılanbalığına benzer, eti olduk- ça lezzetli bir balık... Bir kimsenin dinin buyruklannı yerine getirmek için yaptıklan. 2/Temel ni- teliğinde olan... Parça. 3/ Yüz, çehre... Ateşböceği. 4/ Yüce, yüksek... Italya'da bir kent. 5/ Asya'da, ikiye bölünmüş bir ül- ke. 61 Kas... Fotoğraf duyarlığını belirtmekte kullanılan sayısal değer. 7/ Yat limanı... Sulak yer. 8/ Yeni doğurmuş memelile- rin ilk sütü... Küçük örs. 9/ Bir Güney Amerika ülkesinin baş- kentı... Nüzun Hikmet'in bir oyunu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle