Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 19 MART 1995 PAZAR
12 DİZİYAZI
U
Bır çırpıda söyleniveren bir
sözcük, "gölge". Matematikte,
fızikte, tarihte, edebiyatta yani
hayatta karşıltğını bulmakta
zorlanmayan bir tanım.
Çocukluktan kalma, ışığın
retinaya sunduğu gizemli bir
oyun. Bazen korkutur, ama
çocuksudur işte. Büyüdükçe hem
gölgenin peşinde koşmaktan
hem de gölge oyunlanyla vakit
geçirmekten usamrsmız. Ama
korku yerindedir hâlâ. Geceleri
yalnız kaldığınızda. perdeye,
halıya, duvarayansıyan ışık bir
gölgeye dönüşüp aklınızı
başınızdan alır. Bunun içindir ki,
gölgede kalmak hep içinizi
üşütür. Gölgede kalmak bir
anlamıyla sığınmaktır da. Bir
ağactn ya da duvarın dibine
çöküvermek gibı. Yaşıyorsanız,
insansanız, bu gölgede kalma,
önünüzdekinin sizi koruması da
olabilir. Acdardan, savaşlardan.
açlıklardan, kandan sizi koruyan
önünüzdekidir Bu bir tercihtir,
bir bedelı vardır ne ödenir.
Korunmak da pahalı bir iştir
hsacası.
Kadın ve gölge
Ya kadırı? Neden o hep gölgede
kalmayı sever gibi görünür? Bu
sorunun yanıtını insanhk
tarihinde aramak gerekir. Yada
kadınm "özel" tarihinde.
Sıstemlerde. düzenlerde,
ekonomilerde, siyasetlerde,
dinlerde ve onlann kadına
yüklediği rolde bulur bu soru
yanıtını. Neredeyse biryüzyıldır
da kadın, işte bu yanıtın peşinde.
Artık gölgeden ışığayürüyor.
Amayine de bizim işimt
gölgede kalanlarla
"Ah bizim gibi geri kalmış bir
ülkenin kadınlarının makûs
talihidir bu " denilebilir belki.
Bu dünyadaki diğer örneklere,
hele Batı 'ya bakıldığında Türkiye için haksız bir
değerlendirme olur. Ama Türkiye'de yaşıyor
olmanın küçümsenmeyecek bir "ayncatık "
olduğunu da göz önünde bulundurmalı. Bu dizıde
anlatılacak olan "gölgede kalanlar",
yaşamlannm bır döneminde ışığı yakatamak ne
kelime. kendileri ışıksaçan kadınlar. Saçtıklan
ışığın, neredeyse tümünde sanat alanında olması
ise bir tesadüfdeğil. Üreten, dönemini
sorgulayan, hayatı anlamaya çalışan kadın içm
gölgede kalmak iç üşümesinden öte birşey çünkü.
Üstelikgölgesinde kalınan bir erkekse. bu erkek
Adnan Saygun, Ulvi Uraz, Ayhan Baran, Sabahattin Eyuboğlu, Sami Ayanoğlu, Halim Şefik... Hepsi de tanı-
dık isimler, tanıdık yüzler. Ya yanlarındaki kadınlar... Selçuk Uraz, Selçuk Baran, Magdelena Rufer, Saynur
Güzelson, Şayeste Ayanoğlu, Nilüfer Saygun. Ne anırnsatıyor bu isimler size? Bir nota, bir kitap, belki bir re-
sim ya da bir sahne. Belki ama, çok derinlerde yani gölgede...
de "ünlü "yse artık bir ruh acısından söz
edilebilir. Bu bıriikte olunan erkeklerin ününe
eklenen ışıktan geriye kalan bir acıdır.
Bir nota, bir kitap, bir resim...
Bir de bir erkeğin değil, neredeyse bütün
erkeklerin, sistemin gölgede kalmaya mahkûm
ettiği kadınlar var ki, onlann yaraları kolay kolay
kapanmaz. himlerini duvduğunuzda ya da
okuduğunuzda çogunuz tanımayacak bu
kadınlan. Kımmiş diye soracaksınız, neymiş
saçtığı ışık? Ama birlikte oldukları erkekler bildik
gelecek. Bir o kadar da ünlü. Ulvi Uraz, Ayhan
Baran, Sabahattin Eyuboğlu, Sami Ayanoğlu,
Halim Şefik... Tanımıyorum diyebilecek misint?
Selçuk Uraz, Selçuk Baran, Magdelena Rufer,
Saynur Güzelson, Şayeste Ayanoğlu, Milüfer
Saygun. Hafızanızı zoriayın. Ne anımsatıyor bu
isimler size? Bir nota. bir kitap, belki bir resim ya
da bir sahne. Belki ama. çok derinlerde yani
gölgede... Yanlış anlaşıtmamalı. bu birsuçlama
değil. Kadınlann hiçbiri de birlikte olduklan
erkeklen karalamıvor. Suçlama yok, öfke de Ama
eğeryine de bir largınlıktan söz edilecekse bu
sadece kendilerineyönelik. Çünkü her zaman
gidilecek başka yollar
olduğunun, kapıların başka
\aşamlara açılabileceğinin
farhnda yaşadılar Özveriyi bir
erdem olarak kullanmadılar,
"yazgımız " da demediler. Ama
vınede...
Aşkla gelen seçim
Yaşadıklan dönem birbirine
denk düşen bu kadınlan diğer
gölgedekilerden ayıran sadece
sanatçı oluşlan değil. Daha
çocukluklannda kendisini
gösteren kişilik özellikleri,
ironıleriya da kederieri, aile
ilişkileri onlan "özel" hlıyor.
Gölgesinde kaldıklan erkeklerle
ilişhlerinin "tercih " oluşu, bu
tercihide u
aşk"ın belirlemes:
ayıncı diğer ortak özellikleri.
Ama öykülerine geçmeden önce
hsaca onlan tanıtmalı...
Selçuk Uraz, tiyatrocu Uhri
Uraz 'ın karısı. Piyanist.
Viyana'da,Paris 'te. Ecole
Normale de Musiaue de eğitim
gördü. Halen konservatuvarda
ders veriyor. Nilüfer Saygun,
kompozitör Adnan Saygun 'un
kansı. Macar asıllı piyanist.
Budapeşte Müzik Akademisi
mezunu. Saygun 'la evleninceye
kadar bir orkestrada çalıyordu.
Bugün hasta ve çalmıyor.
Şayeste Ayanoğlu, tiyatro
sanatçısı Sami Ayanoğlu 'nun
karısı. Altı yaşında sahneye
çıktı. Şehir Ttyatrosu 'nda
oynadığı operetlerle ünlendi. Üç
çocuktan sonra sahneden
ayrıldı. Yaşıyor. Saynur
Güzelson. şair Halim Şefik'in
kansı. Ressam. Güzel Sanatlar
Akademisi nin, Bedri Rahmi
Atötyesı 'nde tamamladı
eğitimini. Bedri Rahmi'yegöre
umut vaat ediyordu. Evlendi.
- Artık resim yapmıyor. Selçuk
Baran, opera sanatçısı Ayhan
Baran 'ın kansı. Yazar. Iki kitabı yayımlandı.
Kocasıyla sorunlu bir ilişkiyaşadı, alkole yenildi.
fki ktzı var Artıkyazmıyor. Magdelena Rufer.
yirmiüçyil Sabahattin Eyuboğlu 'yla yaşadı.
Piyanist. Bern Konservatuvan 'nı ve Paris Ecole
Normale de Musiaue vz bitirdi. Çeşitli Avrupa
kentlennde verdiği resitallerle Adnan Saygun 'u
dünyaya tanıttı. Bugün, piyano dersleri veriyor.
Artık onlan dinlemeli. Kendilerini var hlmaya
çalışırken, tam da ışığı yakalamışken
vazgeçişlerinin öyküsünü bilmeli. Bilmeli ki
gölgeden bulaşan ruh acımalan anlaşılabilsin...
Karpiç'te bir Macar çiçeğiIkinci Dünya Savaşı'nın başla-
nnda Ankara. Ortada gûnlük ya-
şamı etkileyecek bir şey yok he-
nüz. Ama yoksulluk ve açlık ka-
pıda bekliyor. Korku yok değil,
ancak Ankara, Almanya'ya o ka-
dar uzak ki. Günlerden cumarte-
si. Kentin tek müzik etkinlığı,
Cumhurbaşkanlığı Filarmoni
Orkestrasf nın olağan konserle-
rinden biri yinelenecek Cebe-
ci'de.
Bir grup genç kadın. konser
salonunda yerlerini aldılar. Prog-
rama bakılıyor. Yüzlerinin ifa-
desi değişiyor kadınlann. Btrdüş
kınklığı, bir pişmanlık yerleşi-
yorbakışlanna. Çünkü program-
da Türk eserleri var. Bu kez or-
kestra alaturka müzik çalacak.
Oysa onlar Batı müziği dinlemek
istiyorlar. Bach'ı, Mozart'ı,
Mendelssohn'u...
Konser başlıyor. Bu kez şaşı-
nyorlar. Müzik alaturka değil.
Klasik Batı müziği normlannda,
oldukça etkileyicı bir parça çalı-
nan. Genç kadınlann, müzikten
bu kadar iyi anlamalanna, bek-
lentılenne şaşırmamalı. Çünkü
onlar da müzisyen. Tümü, Maca-
ristan Müzik Akademısi'nden
mezun ve bir orkestralan var.
Karpiç'te, ya opera aryalannı ya
çigan ya da Macar müziğini ça-
liyorlar. Şimdi de meraktalar.
Kım bu Türk müziğinin besteci-
si? Soruyorlar. "Adnan Sa>gun"
deniliyor, "Genç bir besteci".
İrene Savafcs diye biri
O genç kadınlardan biri İrene
Savaks'tı. Daha sonra o genç
besteciyle evlenecek, Nilüfer is-
mini alacak, ama müziği de bı-
rakacaktı. Yıllar sonra bile bun-
dan şikâyet etmeyecek. geçmişi
sitemle anmayacak. hatta kutsa-
yacaktı.
Küçük bir tekstilci olan Jozef
ile ev kadını Franceska Savaks'm
kızlan İrene, bin dokuz yüz se-
kizde Budapeşte'de doğdu. Iki
ablası ve bir ağabeyinden sonra
ailenin en küçük çocuğuydu. Or-
ta halli sayılırlardı. Müziğe kar-
şı ilgisini daha ilkokulda belli et-
ti. Okul korosundaydı ve öğretmenle-
ri, sesinin çok güzel olduğunu söylü-
yorlardı. Öğretmenler odasına çağnlı-
yordu sık sık şarkı söylemek üzere. Do-
kuz yaşındaydı; öğretmenlerinin de teş-
vikiyle babası ona bir piyano aldı. Da-
ha SonraTürkiye'ye de getirteceği, Ad-
nan Saygun'un neredeyse bütün beste-
lenni yapacağı bu piyanoyla seçti yo-
lunu. O, müzisyen olacaktı.
Macaristan Müzik Akademisi'nin
Şan Bölümü'ne girdiğinde on altı ya-
şındaydı. Beş yıl eğitim gördü. Ya kon-
servaruvar hocahğını ya şantözlüğü ya
da operayı seçecekti. O, konser verme-
Cebeci'de dinlediği konserde Adnan Saygun'un müziğryle daha sonra Karpiç'te kendisiyle tanışan irene Sa-
vaks, ileride o genç besteciyle evlenecek, Nilüfer ismini alacak, ama müziği de bırakacaktı. Ancak yıllar son-
ra bile bundan şikâyet etmeyecek, geçmişi sitemle anmayacak, hatta kutsayacaktı.
yi yeğledi. Başanyla bitirdi akademi-
yı. Macaristan'ın ekonomik durumu
kötüydü o yıllarda. Birkaç kez resital
verebildi. Sonra kadınlardan oluşan bir
orkestra kurdular. Bu orkestrada bır pi-
yano. üç keman. bır kontrbas bır de da-
vul vardı. İrene piyano çalıyordu. Bü-
tün çabalanna rağfnen, iki ya da üç kez
konser verebıldiler Macaristan'da. Baş-
ka ülkelere gitmeyı kararlaştırdılar.
Karpiç'te biten yolculuk
Ailesi karşı çıkmadı, bu yadırgana-
cak bır şey degildi. Ne kadar süreceği
bilinmeyen bu seyahate sadece kızla-
nndan ayn kalacaklan için üzüldüler.
Üstelik yakında patlayacak bir savaşın
kokusu yavaş yavaş üzerlerine siniyor-
du. Orkestrayla önce Tunus'a gitti, son-
ra da İstanbul'a geldi İrene. Heybeli-
ada'da bır otelde, Sanyer Et Lokanta-
sı'nda iş buldular. Sırada başka ülkeler
vardı. ama Ankara'dan, Karpıç Lokan-
tası'ndan gelen teklifi geri çevirmedi-
ler.
Adnan Saygun'un önce müziğiyle
sonra kendisiyle işte bu lokantada ça-
lışırken tanıştı trene Cebeci'dekı kon-
serden birkaç gün sonra Ahmet Muhip
Dıranas geldi Karpiç'e. Keman çalan
Lili'nın arkadaşıydı. Dıranas'a, kon-
• Bir grup genç kadın, konser salonunda yerlerini aldılar.
Programa bakılıyor. Yüzlerinin ifadesi değişiyor kadınların.
Bir düş kınklığı, bir pişmanlık yerleşiyor bakışlarına. Çünkü
programda Türk eserleri var. Oysa onlar Batı müziği
dinlemek istiyorlar. Bach'ı, Mozart'ı, Mendelssohn'u...
• Konser başlıyor. Bu kez şaşırıyorlar. Müzik alaturka değil.
Klasik Batı müziği normlannda, oldukça etkileyici bir parça
çalınan. Genç kadınlann tümü Macaristan Müzik
Akademisi'nden mezun ve meraktalar. Kim bu besteci?
Soruyorlar. "Adnan Saygun" deniliyor. O genç kadınlardan
biri İrene Savaks'tı.
da dolaşıyor, kötüyse Karpiç'in
pastanesinde oturuyorlardı. İre-
ne biraz Fransızca biliyordu,
Saygun ise Ingilizce.
Ellerinde sözlük, öyle anlaş-
maya çalışıyorlardı. Once Say-
eun, Macarca öğrendi, sonra da
îrene Türkçe. Böylece dil soru-
nunu çözdüler.
Bir süre sonra evlenmeye ka-
rar verdiler. İrene artık çalışma-
yacaktı. Hem Saygun istiyordu
bunu hem de kendisi. O orkest-
radan aynlınca grup dağıldı. An-
kara'da tanıştığı bir Macar aile-
nin yanına yerleşti İrene. Bu ai-
lenin yanında bir oda kiralandı.
Evleninceye kadar burada kala-
caktı. irene Macaristan'dan, Say-
gun da lzmır'den nüfus kayıtla-
nnı istedi.
Hasan Âli Yücel
karşı çıkıyor
O aralar halkevlerinde müfet-
tişti Saygun ve sürekli seyahat
ediyordu. Ailesine Macar bir ka-
dmla evleneceğini söylemedi.
Karşı çıkacaklannı biliyordu.
Üstelik harp zamanıydı, ailesi bu
yüzden tedirgin olabilirdi. Halk
Partili birmilletvekili, "Bengör-
düm e\leneceğin kıa" demişti,
"Ama sen bekle. Harp zamanı
bir ecnebiyle evlenmen i>i ol-
maz".
Aynı tepkiyi dönemin Milli
Eğitim Bakam Hasan Âli Yücel
de gösterdi. irene'yi beğenmış-
ti. hoş kızdı ama... Saygun, "Ben
bekle>emem" dedi. Bakan Yücel ise
ısrarlıydı. Beklemesini, belki de bu
yüzden kariyerinin bozulabileceğini
söyledi.
Saygun, "Hangi kariyer" diye sordu.
tşte, bugün edinmiş olduğu şeydi kari-
yer. Dünya çapında tanınmaya başla-
mıştı. Onuyitirebilirdi. Kızdı Saygun,
"Siz mi yaptınız o kariyeri" dedi, "Ben
babama bile sormuyorum, evlenebilir
mi>im dive".
serden ve şaşkınlıklanndan söz ettiler.
O da Adnan Saygun'u tanıdığını, hat-
ta arkadaşı olduğunu söyledi. O gün
alkışlarken balkona çıkmasını bekle-
mişlerdı, ama o çıkmamıştı. Genç mi
yoksa yaşlı mıydı?
Dıranas, kendi yaşlannda olduğunu
söyledi. Bir kez daha şaşırdılar. "Ben
sizi tanıştırayırrT dedi Dıranas. Sevinç-
le kabul ettiler. Konserden iki hafta
sonra iki arkadaş birlikte Karpiç'e gel-
diler. Tanışıldı.
Daha o gün bırbirlerinden etkılendı-
ler Irene'yle Adnan Saygun. Her gün
görüşmeye başladılar Ogleden sonra-
lan buluşuyor, hava güzelse sokaklar-
Yarın: Saygunların
paylasılan ya$amı
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EKMEKÇİ
Mektuplar Arasında...
14 Mart Tıp Bayramı geldi geçti; art arda gelen olaylar
nedeniyle elim değmedi, bir şey yazamadım. Ama, Prof.
Yücel Kanpolat la söyleşimiz, bir bayram değil miydi?
Zaman zaman bunaldığımda, okurlara sığınmak isterim.
Onlann birkaç satın, beni yaşama bağlar. Yücel Kanpolat'la
söyleşiler sürerken, Istanbul'dan Diş Hekimi Onur Usto-
mar'dan şu kısa mektubu almıştım:
"Sayın Mustafa Ekmekçi,
'Prof. Dr. Yücel Kanpolat'la Söyleşi' yazılannız için size
sonsuz teşekkürter.
Gazetecilik; haber-yorum-espri-bilgilendirme nasıl olur,
sizinkiler dahil bütün gazetecilere gösterdiniz.
Esenlikler diler saygılanmı sunanm."
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Da-
lı Başkanı Prof. Dr. Sezer Şener Komsuoglu da mektu-
bunda şunları yazmış:
"Sayın Ekmekçi,
Cumhuriyet Gazetesi'ndeki önemli ve değerii köşenizi
bir süre Prof. Dr. Y.Kanpolat'ınbilimselçalışmalannaayır-
dınız. Bu mektubu bilim adına, haddim olmayarak, size te-
şekkür etmek için yazıyorum.
Sayın Kanpolat'ın önemli kişiliğinin ve nörolojik bilimle-
re getirdiği bilimsel buluş ve katkılann birsiyasıyazann kö-
şesınde yer alması ve buna birkaç satırta değil, uzun ve
detayla değinmesi, kimbiliryetişmekte olan (ve bence bu-
günlerde en çok ihtiyacımız) genç bilim adamlarına ne çok
destek ve onur vermiştir.
Çağımızda uluslann yazgısmı, bilim ve teknoloji birikim-
leri ve bunlan yaratma potansiyelleri belırlemektedir. Hal-
buki, ülkemizde de maalesef diğer gelişmekte olan ülke-
lerde olduğu gibi bilim ancak man'inal bir önem taşımak-
tadır. Yönetenlerimiz halen bilime ve ileri teknolojik üreti-
me yapı/acak yatınmlan, zaman alıcı, kısa vadede işe ya-
ramayan veya gereksiz yere çok pahalı algılamakta, eko-
nomik kalkınma-eğitim-bilim ilişkisi hep gözardı edilmek-
tedir. Ama bugün birçok net örnekleriyle bilinen odur ki
ekonomik gelişme ve refah düzeyinin sağlanmasında bi-
rinci ön koşul güçlü eğitim kurumları ve bunlarda yetişen
aydınlık zihinli genç kuşaklardır. Bu kuşaklann siz çok de-
ğertiyazarlarca desteklenmesinın onuru ve önemi büyük-
tür. Oncülüğünüze bır kez daha teşekkürter... Saygılarım-
/a."
lstanbul.Teknik Üniversitesi Türk Dili öğretim Görevlisi
M. Agâh Önen, "kefir" konusunda yazdıklanma değinmiş,
şöyle diyor özetle:
"Sevgili Ekmekçi,
12 Mart '95 günlü köşeyazınızı okuyunca hemen size
yazmak için oturdum. önce niçın 'Sayın' demeyip, kale-
mimin ve dilimin ucuna gelen 'Sevgili' hitabıyla başlama-
ma değineyim: Bizler, yani okurtar, gazetemizin yazahan
ile saygıyı da aşan bir karabet fsoyca yakınlık), bır sıhriyet,
birhısımlık duygusuyla bağlanmışızdır ki, bu bağlılığı an-
cak böyle belirtebiliriz. Bir kefir delisi, bir kefiroman, bir
kefiropat olarak bu konuda geçenki yazılannızdan sonra
da yazmak istemiştim...
Avustralya dönüşü 'boynunda borç bırakmamak' titiz-
liğini belgeleyen dost sesinizi ve ta oralardan getirdiğiniz
selamı duymakla aramızda zaten varolduğuna ınandığım
-Anadolulu olmaktan geldiğini sandığım- bir hemşerilik
duygusuyla o dost ses/n/z/n anısına stğınıp 'Merhaba Ek-
mekçi!' diyorum. (Ömer Asım Aksoy rahmetlınin hemşe-
risi olmakla övünen bir dılsever olduğumu belırteyim).
Yirmiyıllık bir tanışmayla bağlandığım 'kefir'/n güzel ya-
zılannızda böylesine 'dostluk ve sevginin simgesi olarak'
yer aldrğını gördükçe, kefir dosyamı yeniden açıyor ve
'Kefir; iyiliktir, sevgıdir, dostluk ve bağlılıktır' özdeyişiyle bü-
tün kefircilere ve geleceğin kefir dostlanna sizin aracılığı-
nızla sesleniyorum: Kefir, değerini anlayanlar için, bütün
mükeyyefatlann (buradaki 'lar' galatı meşhurdur) üstünde
ve ötesinde eşsiz bir iksirdir. Ona sadık kaldığınız, onun-
la ilgili ve ilişkinizi sürdürdüğünüz sürece ondan hiç eksil-
meyen maddi ve manevi şifayı, dostluk, iyilik ve sevgiyi faz-
lasıyla alırsınız. Kefir, bai gibi doğanın insanoğluna sun-
duğu eşsiz armağanlardan bin'dir.
Bir paket sigaradan, bir bardak şaraptan ya da viskiden
çok daha ucuza mal olan kefiri tanıtmak, tattırmak ve tir-
yakilerini çoğaltmak benim gibı gerçek bir kefir dostu 'ke-
fırkeş' için hiç kaçınlmayacak bir fırsattır. Çünkü kefir do-
ğayla dost olmanın gerçek bir simgesıdir, insanın insana
yapabileceği en kolay iyiliğin eşi bulunmaz bir aracı, ge-
çici dünyamızda kalıcı erdemlerin alçakgönüllü birgöster-
gesidir.
Konuklanmıza sigara, içki ve doğayla çelişkili nesneler
ikram edecek yerde, 'kefir' sunmanın ince ve yüce anla-
mını gönlüyle, sevgisiyle ve nihayet o şaşmaz (hadi hatı-
nnız için) usuyla kavramış kimseleri çoğaltmak, bütün ke-
fir dostlannın insansal bir ödevi olmalıdır.
Saygıdeğer Ekmekçi,
Ayının armut üzerine kırk çeşit türküsü gibi, benim de
kefir üstüne kın\ çeşit söylemim, iletim var. Çevremde, hiç
tanımadıklanma bile, kefir sevgisini yayarken, tadına do-
yulmaz bir sarhoşlukla kendimden geçiyor ve diyorum ki:
Kefir içerek bedeninizin sağlığı kadar alıp çoğalttığınız ke-
fir mayalan gibi üreyen, çoğalan ruhunuzun ve gönlünü-
zûn iyiliklerini, yüceliklerini, dostluklannı herkese dağıtınız,
yayınız, yağmalayınız. Her kefir tanesi, sakladığı doğalgi-
ziyle, üretip dağıtabileceğiniz en kolay bir iyiliktir.
Son yazınızı da kesip, kefir dosyama yeheştirdim. Böy-
lece günün birinde, 'Kefirseverler', 'Kefir Dostlan Derne-
ği' gibi bir örgüt (!) kurulursa, bu dosya örgütsel doküman-
lar (!) arasında yer alacak, bir kefiromanın evrak-ı metru-
kesi olarak meraklılannca değeriendirilecektir umanm.
'Kefire nasıl başladım, nasıl ona tutulup vurgunu ol-
dum?'un öyküsü ayn bir mektup konusu olacak kadar
uzun olacağından, izninizle burada keseyim. Sevgiler, say-
gılar, bol kefirii günler, sevgili Ekmekçi."
BULMACA
1 2 3 4 5 6SOLDAN SAĞA:
1/ Argoda olgun, yakı-
şıklı ve paralı erkeğe ve-
rilen ad... Emeller, istek-
ler. 2/ Alaturka müzikte
tempo... Dağlık bölge-
lerde söylenen türküle-
rin makamı. 3/ Bir no-
ta... Bir uyaran karşısın-
da organizmanın göster-
diği tepki. 4/ Ölgunlaş-
mamış kavun. karpuz ya
da meyve... Vücuttaki
AIDS virüsünü sapta-
makta kullanılan test. 5/
Romanya halkından olan kimse. 6/
"Fısk ile — oldu âbıdan ,' Cihan-
dan bir temiz tıynet kalmadı"
(Emrah)... Hatay ilinde bir ırmak.
7/ Olta ipi... tki tarla arasındaki sı-
nır. 8/ Ağaç dikmek için açılan çu-
kur... Kapı ve pencerenin yerleştiği
kasa. 9/Kirliliği gösteren iz... Halk
dilinde domatese verilen ad.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Yılanbalığına benzer, eti olduk-
ça lezzetli bir balık... Bir kimsenin
dinin buyruklannı yerine getirmek için yaptıklan. 2/Temel ni-
teliğinde olan... Parça. 3/ Yüz, çehre... Ateşböceği. 4/ Yüce,
yüksek... Italya'da bir kent. 5/ Asya'da, ikiye bölünmüş bir ül-
ke. 61 Kas... Fotoğraf duyarlığını belirtmekte kullanılan sayısal
değer. 7/ Yat limanı... Sulak yer. 8/ Yeni doğurmuş memelile-
rin ilk sütü... Küçük örs. 9/ Bir Güney Amerika ülkesinin baş-
kentı... Nüzun Hikmet'in bir oyunu.