Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 2 EYLUL 1994 CUMA
10 DIZIYAZI
A : n
: A
Türkiye,
D İ " İ W bugüne kadar
5 sancılı bir
kalkınma yolu izlemiştir.
1953 yılından bu yana girdiği
döviz darboğazı nedeniyle,
kapsamh koruma politikalan
(ithal ikamesi) sürecine
girmiştir. Sanayi, kotalar,
ithaiat yasaklan, yüksek
gûmriik duvarlan ve döviz
kuru (kambiyo)
politikalanyla koruma
kafesine alınmış, bu
uygulama sanayinin
gelişmesıni önlemiştir. Sabit
döviz kuru politikası, ithalatı
uyannış, ucuz döviz ve
negatif faiz politikalanyla
firmalar tasarrufa
özendirilmemiştir. Diğer
teşvik ve korumalarla içe
dönük bir ekonomi
yaratılmış, ama imalat
sanayiinin verimliliği
düşmüş, başka bir deyişle
sermaye/hasıla oranı
artmıştır. Bu süreçte, kaynak
dağılımındaki etkinlik ve
verimlilik azalmıştır.
Ekstansif süreç, maliyet
artışını ve enflasyonu
doğurmuştur. Buna ithaiat
yasaklan ve kotalar da
eklenince, toplumsal
boyutuyla negatif koruma
doğmuştur. Ve iç kaynak
maliyeti artmıştır.
(ÇARIKÇI, 91). Uzmanlar,
gelişmekte olan ülkeler için
sanayileşmenin en kritik
evresinin ithal girdi
kullanılan dönem olduğunu
belirtirler. İthal girdi
kullanma sûreci, gelişmekte
olan ülkeler için bir çıkmaz
sokak olabilir. Eğer sanayi,
gıda endüstrisinden, tüketün
mallan sanayiine geçişte,
teknolojik alfyapıya ilişkin
(eğitim, sağlık, beslenme,
fıziksel altyapı, kentleşme ve
yaygın kalkinma)
programlan uygulayamıyor
ve gelişme ekonomisini
ihmal ediyorsa, ithal girdi
oranlan artacaktır.Bu
nedenle denebilir ki, bunalım
doğuran bir ekonomik
yapılanmadan, kendini
yeniden iireten ekonomik
yapılanmaya geçiş için,
sanayiinin ihracata yönelik
geliştirilmesi ertelenemez bir
son fırsattır. Brezilya
ömeğinde görüldüğü gibi
endüstri genişledikçe "borç
batağma" saplanmamak için
ihracata yönelmek ve ithal
girdi oranlannı düşürmek
kaçınılmazdır. Avrupa
Gûmriik Birliği'ne 1995
yılında girilecek ve Gûmriik
Birliği'nin öngördüğü
koruma oranlanna
' inilecektir. Bu oranlar, hiçbir
zaman sanayimizin alıştığı
düzeylerde olmayacakttr.
Öyle görülüyor ki tekstil,
lastık. şişe-cam ve birkaç
ölçek altsektörler dışında
Avrupa Gümrük Birliği
koşullanna uyum sağlamaya
hazır sektör
bulunmamaktadır. Oysa,
özellikle 8O'li yıllarda,
sanayıde ölçek işletmelere
fon geliştirmede olağanüstü
destekler verilmiş; bir iki
altsektör dışında, toplanan
kaynaklar sanayi
işletmelerinde
kullanılmamıştır Milli gelirin
işlevsel dağılımı, 78-91
zaman aralığında tarım ve
ücretliler aleyhtne %10'ar
azalmış, buna karşın faiz-kâr
ve kira gibi rant ekonomileri
%20 büyümüştür. Ilginç
gelişme olarak, fınansal
sistemdeki büyüme, aynı
oranlarda yatınma
yansımamıştır. (ÇAPOGLU,
92). Tûrkiye'de ihracattaki
artışlar, üretimlerdeki net
çoğalmanın karşılığı değildir.
ıhracat hacminin ulaştığı
genişliği, ihracatın GSMH
içindeki payının artmasında
da aratnak gerekir. 7O'H
yıllarda ihracatın
GSMH'deki payı %4
civanndayken, 8O'lerde
%15'lere yükselmiştir. 8O'li
yıllardan başlayarak
günümüze kadar gelinen
sürecin ekonomiyi yatınm ve
ihracata özendirmediği,
ûretim artışından çok,
tüketimden sağlanan,
tasarruflarla birkaç
altsektörde ihracat
yapılabildiği anlaşılmaktadır.
80'li yıllar sürecinde, yani
ithal girdi kullanımının
giderek yükseldiği dönemde,
koruma oranlannın özellikle
otomotiv ve dayanıklı
tüketim mallannda
düşürûlememesi (koruma
oranlan Avrupa'da %25,
bizde %50 oranlanndadır)
optimum koruma
düzeylerine inilmemesi,
sanayi ve genel ekonomimiz
için yapılmış en büyük
"ihmaTdir.
Şu aşamada alınacak
önlem, öncü sektörlerin
stratejik bütünlüklerini,
optimum ölçeklere
ulaşmalannı ve
mikroelektronik, bilgisiyar
teknolojilerine geçişlerini
koruma oranlannı düşürerek
özendirmektir. llgili çevreler,
sermaye yoğunluğu yüksek
otomotiv ve dayanıklı
tüketim mallan sektöründe,
enerji malıyetinin yüksek
olduğunu, bunun da haksız
rekabet doğurduğunu
belirtmektedir.
(MMO, 93). Strateji
ûretenler, ihracatı teşvikte,
sözü edilen bu ek maliyeti,
optimum koruma düzeyiyle
aşabilir elbette.
Herkesin ödeyebileceği oranda katılacağı, tavizsiz bir vergi yönetim sistemi geliştirilmeli
Ekonomiyeniden yapılanmalı
Jj unalım doğuran bir ekonomik
yapılanmadan, kendini yeniden üreten
ekonomik yapılanmaya geçiş için,
sanayinin ihracata yönelik
geliştirilmesi ertelenemez bir son
fırsattır. Endüstri genişledikçe
'borç batağına' saplanmamak için
ihracata yönelmek ve ithal girdi
oranlannı düşürmek
kaçınılmazdır
UYGULAMALARIN BEŞİNCİ AYIHDA
NİSAN
KARARLARI
RIFAT DAĞ
-2-
rûrkiye, gelir kaynaklannı
hem yeterli düzeyde vergi-
lendirmeyen hem de vergi
mekanizmalannı adil ça-
lıştırmayan bir ülkedir. AT
ülkelerinde vergi gelirleri-
nin yurtiçi hasılaya oranı yüzde 4O'lar ci-
vanndayken, bizde yüzde 14'tür(Çapog-
lu,92).
Vergi gelirlennin en önemli hedef kit-
lesinin halen ücretliler kesimi olduğu an-
laşılmaktadır. Ücretli kesim, milli gelir-
den 1 /4 oranında pay alıyorken, gelir ver-
gisinin yansından fazlasını göğüslemek-
tedir. Kurumlar vergisinde "muafiyede-
rin" yüzde 8O'lere ulaştığı düşünüldü-
günde, toplam vergi yükünün hangi ke-
sirrüerce taşındığı daha iyi anlaşılmakta-
dır.
Bununla da kalınmayarak, enflasyo-
nist süreçte dolaylı vergi oranlan da yük-
seltilerek (toplam vergilerin yüzde 5O'si
kadar) halkın vergi yükü arttınlmakta-
dır.
1992 yılında, 5.5 milyon ücretlinin
45.6 trilyon gelirvergisi ödediğini, 3 mil-
yon serbest meslek+ticaret erbabından
ise 9.5 trilyon lira vergi alındığını anlıyo-
nız. (Saygüıoğlu,94).
lstikrar programında açıklanan "net
aktiT1
ve "ekonomik denge vergflerTnin
günü kurtarmaya yönelik ek operasyon-
lar olduğu ve rantiyeci kesimi kapsama-
dığı izlenimi doğmaktadır.
Ashnda, 80'li yıllar kestir-
meden sermaye temerküzû
sürecinde özellikle büyütülen
rantiyeci kesim vergi dışın-
dadır.
80'li yıllarda sermayenin
rant gelirinden aldığı pay,
yüzde 3O'lardan yüzde 6O'la-
ra çıkanlarak iki kat arttınl-
rruşür. Çünkü ekonomi, ran-
tiyeci gelişmeye göre kurgu-
lanmıştır. (Çapoğlu, 93)
Uzmanlar, 200 tnlyon lira
vergi kaçağı olduğunu, kamu
bilgisi dışına taşınan "kayıt
dışıekonomi"nin 1 katnlyon-
luk gelirlennin işlem görme-
diğini açıklamaktadır. Ashn-
da, Avrupa ölçeğindeki vergi-
lendirme oranlannda bu dü-
zey yükselecektir.
Kurumlar vergisi bağışık-
lıklannın yüzde 80'i, toplam
vergilerdeki "nnıafiyetierin"
ise yüzde 30'lara ulaştığı bir
ülkede, enflasyonun ve kamu
gelir kayıplannın temel nede-
ninin siyasal olduğu anlaşıl-
maktadır.
Yaygın, herkesin ve her ke-
simin gücü oranında yani
ödeyebileceği oranda katıla-
cağı, tavizsiz bir vergi yöne-
tim sistemin geliştirilmesinin
öncelikle siyasal erkin karar-
lılığı ile olanaklı olduğu unu-
tulmamalıdır.
Kamu giderleri ve açıklan,
elbette önemli bir "gedik"tir;
ancak, kamu açıklannın ka-
patılması ve kamu giderleri-
nin denetimi sürecinde,top-
hımsal geUrterin (vergilerin)
denetlenememesi, potansiyel
"muhataplan" arasında ayn-
calık yapılması, birincil sorun ve bağış-
lanmaz bir çelişkidir.
Toplumsal gelirler, toplumsal altyapı
hizmetlerinin seçeneksiz kaynağıdır, bu-
nun yanında milli gelirin işlevsel dağılı-
mındaki dengesizliklerin de en önemli
nedenidir. Vergi adaletı sağlanmadan, ge-
lir adaleti sağlanamaz...
Görülmektedir ki Türkiye, gelir kay-
naklannı adil dağıtamamıştır
DPT'nin "1973 GeHr Dağılımı"çahş-
malanndan, 1963-73 yıllan arasında ha-
ne halklannın ilk yüzde 20'lik diliminin
gelirden yüzde 3.5, son yüzde 20'lik gru-
bunun ise yüzde 60 pay aldığı görülmek-
tedir. 1991 yılında ise hane halklannın ilk
yüzde 20'lik kesimi, gelirin yüzde
5.4'ünü, son yüzde 20'lik grubu ise yüz-
de 4.9'unu kontrol etmektedir (DtE, 76-
93). Yirmi yıllık dönemde, "faldr" kat-
man yüzde 2'lik bir güç kazanabilmiştir.
"bemografîk Geçiş Teorisi"ne göre,
sanayi öncesi toplumlarda doğum oranı
(DO) ile ölüm oranı (ÖO) atbaşı gitmek-
te, bu nedenle nüfiıs artışı düşük düzey-
de gerçekleşmektedir. Ikinci aşamada
tıbbi olanaklann transferiyle ÖO düş-
mekte, DO ise sabit kalmaktadır. Bu ev-
re, nüfus patlamasının yaşandığı dönem-
dir. Nüfus artışının yükseldiği süreci, ge-
leneksel toplumlann grubu genişletme
psikolojisi de beslemektedir. Uçüncü ev-
rede ise ÖO ile birlikte DO da düşmekte
ve nüfus artış hızı yavaşlamaktadır (Kay-
k ^
talamasının (yüzde 1 7) üzenndedir ve
her otuz yılda bir ikiye katlanmaktadır.
Aktif nüfustaki artış hızı, genel nüfus
artışının önündedir. 70'li yıllarda aktif
nüfus artış hızı yüzde 2.8 iken, 80'li yıl-
larda yüzde 3.08 olmuştur (ERK,86).
1955 yılında çahşabilir nüfusun yüzde
80'i iktisaden faalken, günümüzde bu
oran yüzde 60'lar civanndadır; günü-
müzde nüfusun yüzde 40'ının çalışmadı-
ğı sonucu çıkmaktadır. Başka bir anla-
tımla, nüfus bağımlılık oranı artmaktadır.
Kısacası, gün geçtikçe iş ve aş talebi yük-
selmektedir.
ITanmdaki işflücünün
nttsUği MHnniyop
Her kesim ve sektörün önünde yükse-
len istihdam arzı yüksek boyutlardadır.
Tanmda istihdam edildiği varsayılan iş-
gücünün istihdam niteliği; ne kadannın
çalıştığı ya da gizli işsizlik yaşadığı bi-
linmemektedir. Bilinen bir gerçek varsa,
o da aktif nüfusun bu kesimde daha yük-
sek oranlarda arttığıdır. 1965 yılında 100
hektara 38 faal nüfus düşüyorken,
1985'teki düzey 44'tür (DİE,91).
Kalbnma ekonomisti Lewis, "sınırsız
emekarzı De ekonomik kaHanma"mode-
linde, "arOk emegin" verimsiz alanlar-
dan verimli alanlara transferiyle ekono-
mik kalkınmanın uyanlabileceğini be-
lirtmiştir. Bu savıyla birlikte, tanmdan
göre. teknolojik gelişme sürecinde, istih-
damı geliştirme sınırlan zorlanamaya-
caktır. Bu nedenle, işletmelerde istihdam,
sübvansiyon konusu yapılabilir.
Gelir vergisi oranında yapılacak indi-
rimlerle, SSK ve Emekli Sandığı kesin-
tilerinden yapılacak indirimler ve diğer
istihdam yaratıcı girişimler, işgücü tale-
bini arttıncı önlemlerdir (ERK, 86). An-
cak, kesin çözümler değildir.
Asıl üzerinde dunılması gereken konu,
şüphesiz nüfus planlaması yöntemleri-
nin devlet politikası olarak yaşama geçi-
rilmesidir.
Özellikle turizm, özel orman alanlan-
nın geliştirilmesi, küçük ve orta ölçekli
sanayinin desteklenmesi, tanmda yeni-
den yapılanma ve GAP ekseninde bolge-
sel gelişme programlannın hızlandınl-
ması, istihdam için ciddi seçeneklerdir.
1980-90 zaman aralığında, turizmin de
içinde bulunduğu hizmetler sektöründe-
kı istihdam artışı, mutlak olarak, sanayi-
nin önünde gerçekleşmiştir; sanayi istih-
damındaki net artış 0.6 milyon, hizmet-
lerde ise 1.5 milyon işgücü olarak gerçek-
leşmiştir (DPT. 90). Aynca, özellikle tu-
rizm sektöründe işgücü başına sermaye
maliyeti daha düşüktür.
Istatistikçiler, işgücü ve istihdam hare-
ketlerini tam yansıtmamaktadır. Ve bu
nedenle de istihdam sorunlan, gösterildi-
ğinden de ciddi boyutlardadır
Devlet Istatistik Enstitüsü'nün istih-
damla ilgili yorumlanna genel bir iyim-
İ955
yılında
çahşabilir
nüfusun
yüzde 80'i
iktisaden
faalken,
günümüzde
buoran
yüzde 60'lar
civanndadır;
günümüzde
nüfusun
yüzde
40'ının
çalışmadığı
sonucu
çıkmaktadır.
Başka bir
anlatımla,
nüfus
bağımlılık
oranı
artmaktadır.
sanayiye kaynak aktanmının düzeyi ile
sanayileşme düzeyi arasında koşutluk
aramıştır.
Türkiye gerçeğinde, bu model iflas et-
miş; emek arzı, örgütlü iş olanaklannın
yani talebin önüne geçmiştir. Ve sanayi
pazannı güçsüz bırakmıştır.
Aynca en önemlisi, teknolojik geliş-
me, işletme giderleri içerisinde işgücü
giderlerini (işgücü/işletme giderleri)
serlik egemendir. DtE, tanm kesiminde-
ki çahşabilir nüfusun tamamını istihdam
ediliyor olarak varsaymakta, özellikle
hizmetler sektöründeki tanımlanamayan
marjinal alanlan da bu istihdam kapsa-
mında değerlendirmektedir. Aynca iş ta-
lep etmeyenleri, iş bulma ümidinde ol-
mayanlar olarak tanımlaması gerekirken,
işsizlergrubuna almamaktadır. Devlet ls-
/ ürkiye gelir kaynaklannı hem yeterli düzeyde
vergilendirmeyen, hem de vergi mekanizmalannı adil
çalıştırmayan bir ülkedir. Ücretli kesim gelir vergisinin
yandan çoğunu üstlenirken, 80'li yıllarda 'kestirmeden
sermaye temerküzû' sürecinde özellikle büyütülen
rantiyeci kesim vergi dışında kalmaktadır.
Türkiye, 1950'liyıllara kadar nüfus ar-
tış hızmı yüzde 2'lerin altında, 1950-70
zaman aralığında yüzde 2.5 oranında ve
1975-90 döneminde ise 85 yılı dışında
yüzde 2.1 oranında yaşamıştır. 1955-90
döneminde, başlangıç yılına göre ölüm
oranlannda yüzde 1 'lik düşüş gerçekleş-
miştir. (DtE, 92).
Türkiye'nin nüfus artış hızı, dünya or-
önemsiz kılmaktadır. Özellikle, kitlesel
üretimin yapıldığı ve Fordist üretim bi-
çiminin egemen olduğu dönemlerde
(70'li yıllann ortalanna kadar) sanayi, ta-
nmsal nüfusu kısa sürede çekmeyi başa-
rabilmiştir. Teknolojik gelişme yani mik-
roelektronik ve bilgisayar teknolojisinin
ulaştığı Post-Fordist üretim biçimi, tek-
nolojik sürecin isgücüne ikame oranını
arttırmaktadır.
Ekonomide doğal büyüme haddi, nü-
fus artış hızı ile teknolojinin açığa çıkar-
dığı işgücü toplamını açıklamaktadır. Ya-
ni fonlann net artış gösterdiği düzeydir.
Bu nedenle, nüfus artış hızında önemli
bir azalma olmadığına göre, Türkiye'de
doğal büyüme haddinin giderek yüksel-
diği söylenebilmektedir.
İstihdam sorununa getirilecek çözüm,
Türkiye'nin en önemli politikası olmalı-
dır
Üretimde verimlilik ve kalite dünya
pazarlannın global etkisınde olduğuna
tatistik Enstitüsü'nün bu değerlendirme-
si, ILO'ca (Uluslararası Çalışma Orgütü)
geliştirilen "işgücü çaüsı" tablosunun
esas alınmasına dayanmaktadır. Hiçbir
düzeltme yapılmaksızın bu tablonun kul-
lanılması, ILO standartlanna uyum sağ-
lamaktan çok, Türkiye işgücü ve istih-
dam sorunlannın "dİKeltilme" arzusu-
nun taşındığı izlenimini vermektedir. Yi-
ne bu standarda göre 1992 yılında 1.6
milyon işsiz ve işsizlik oranının ise yüz-
de 8 olduğu gösterilmektedir. (Dağ ve
Göktürk,93). Oysa, aynı yılda, Fransa ve
ttalya'da yüzde 9.7 olduğunu görmekte-
yiz (M. B. 92), böylece Türkiye'nin Av-
rupa'ya göre bir istihdam cenneti oldu-
ğu(!) sonucu çıkmaktadır.
Yinelenmesi gereken, tanmda eksik is-
tihdamın önemli boyutlarda olduğudur.
Kırsal alan türdeş bir yapıda değildir. 4
milyona yakın kırsal hanenin yüzde 30'u
topraksızdır. Tanmsal işletmelerin yüzde
25'inin büyüklüğü 1 hektardan küçük-
tür, pazar için üretim şanslan yoktur ve
kırsal işsizler sayısı 4 milyon civannda-
dır.
Bu büyüklük, yakın gelecekte kentle-
re uzanacak göç dalgasının boyutlannı
göstermeye yetmektedir.
Kentlerdeİci işsizlerle birlikte Türkiye,
kırsal nüfus baskısını nasıl karşılayaca-
ğını belirlemek zorundadır. Bu olgu, ye-
ni politika ve yeni hedeflerin en önemli
gerekçelerinden biridir.
İstihdam sorunu, örgütlü iş alanlann-
daki çalışanlann dramını unutturacak ya
da hafıfletecek boyutlara ulaşmıştır.
Bu olgu, Türkiye toplumsal sistemle-
rine, ağırhğı giderek hissedilecek ve be-
lirgin bir boyut getirmiştir...
IBölgelervekesimterapası
eşltsiz geüşıra
lzlenen ekonomi politika ya da sana-
yileşme stratejsi-bölgeler ve kesimler
arası eşitsiz gelişmenin kaynağıdır..
Ekonomi bilimi, daha doğrusu makro-
iktisat, kuramsal çerçevelerini doğduğu
ekonomilerin pratiğine ya da ihtiyaçlan-
na göre belirlemeye çalışmıştır.
Birinci Sanayi Devrimi'nin yaşandığı
XVI. yüzyıl Anglosakson dünyasında în-
gilizler, buhar makinesinin ve bir dizi me-
kaniğin icadıyla, dokumada atölye üreti-
minden fabrika üretimine geçmek dunı-
mundaydı. Özellikle Mısır ve Uzakdo-
ğu'dan pamuk, önemli hammadde kay-
naklanydı. Üretilenlerin satılması gere-
ği, A. Smitfa'in ünlü "-.ekonomide işbö-
lümü ve etkenük, pazar genişledikçe sağ-
lanacakör—" kuramını doğurmuştur.
Klasik iktisatçılardan Rkardo, "mu-
kayeseü üstünlükler" teziyle, her ülke ya
da işletmenın nispi avantaj sağlayacağı
üretimlere yönelmelerini salık vermiştir.
Bu kısmi doğrular, koşullar değiştikçe
başka doğrularla aşılmıştır. Özellikle ge-
lişmiş kuzey ülkeleri, pamuk ve narenci-
ye gibi tropikal ya da yan tropikal ürün-
ler dışındaki gelişmekte olan ülkelerin
başta buğday olmak üzere doğal ve gele-
neksel ürünlerdeki avantajlannı, teknolo-
jik ilerlemelerle geride bırakmışlardır.
Buğday veriminin dünya or-
talaması 170 kg/dekar sını-
nndayken, Avnıpa 500
kg/dekara ulaşmış; aynca
uluslararası ticarete dam-
pinglerle girerek, kaderi ta-
hıl üretimine bağlı geri kal-
mış ülkeleri bir kez daha vu-
rabilmiştir. Ve şu sonuç çık-
mıştır:
Mukayeseli üstünlük, stra-
tejik maliyet üstünlüğüdür;
bu da teknolojik üstünlükle,
yani sanayileşmeyle sağla-
nır...
Gelişmiş Batı, iklim ve
ekoloji kısıtını da aşacak, ge-
netik ilerleme ve biyotekno-
lojisiyle tropik üretimlere de
kavuşmayacak mıdır?
2. Dünya Savaşı, yeni dün-
ya düzenini, doğrudan sö-
mürgeciliği tasviye ederek
yeni paylaşımlar biçiminde
doğurmuştur. Keynesyen
yaklaşım, büyüme sürecin-
de ekonominin yatınmlarla
uyanlacağını; bunun kamu
öncülüğünde gerçekleşece-
ğini önermiştir. Sov7etlerde-
ki başanlar da örnek alına-
rak, özellikle Avrupa, karma
ekonomiyi ödün verilmez
bir gerçeklik olarak yaşama
geçirmiştir.
Arkasından, Keynesyen
ekolden Harrod-Domar iki-
lisi, bizim makro plan felse-
fesine de egemen olan 'Bü-
yüme Modeli'ni geliştirmiş-
lerdir. Yatınmın tasarrufa
eşit olacağı ilişkisıni soruş-
turan ikili, milli gelirin, üre-
timde kullanılan sermayenin
sabit bir oranı olduğunu
açıklamışlardır.
Bu felsefe bizim planlama sistemleri-
ne yansırken, toplam tasarrufun kendısi
ve miktan önem kazanmıştır; tasarrufun
oluşma yöntemi değil... Küçük ve orta iş-
letmelerin organize olmalannı dışlayan
ya da öyle anlaşılan sistem, özellikle 80'li
yıllarda artan bir süreçle, tasarruftan, an-
cak birkaç ölçek işletmede yoğunlaşma-
yı, bir bakıma oligopolistik gelişmeyi an-
lamıştır...
Bu yeni yaklaşımla birlikte Avrupa'da,
"kalkmma" kavramı gündeme gelmiş-
tir. Bizde ise kalkınmadan, büyüme so-
nucu çıkanlmıştır. Böylece, kalkınma
planlan süreci, bölgeler ve kesimler ara-
sı dengeleri alt üst etmiş, ekonomi yer-
se1leştirilememiştir.
Büyüme ekonomisi, hedeflenen büyü-
me hızına yukselmeyi amaçlarken geri
bağlantılardaki oluşumlan, 'kestirmeden
termaye temerküzû' sistemlerinin "insa-
flna" terketmiştir. Bu yöntem bilinçli bir
seçim olarak ısrarla savunulmuştur. Çün-
kü, organize olmamış küçük ekonomi-
lerden ve tanmdan sermaye transferi da-
ha kolaydır.
Böyle olunca, teknoloji geliştirme dü-
zeninde, bilgiye talep geliştirecek dina-
miklerin (küçük ve üretken birimlerin)
yaşamalan bile özellikle sanayinin ser-
maye talebinin yükseldiği enflasyonist
süreçte, güçleştirilmiştir.
Büyük ölçekli sanayiler, ana sanayi
merkezlerinde kurulmuştur. Çalışanlann
yüzde 75'i 15 ilde toplanmıştır; sosyal
gelişme pencereleri ancak 15 ilde açıla-
bilmiş; diğer kent ve yerleşimler gelenek-
sel yapılarabırakılmıştır. Planlı kalkınma
serüvenimizle, toplam işyerlerinin yüzde
65'i 5 büyük merkeze taşınmış; arİcasın-
dan, yeni dünya düzeni ve yeni Hberaliz-
me "hoşgek&n" denmiştir.
Yarın: Türkiyeyol ayrımında
ANKARA...ANKA
MÜŞERREF HEKİMOĞLU
Şarkı Söyleyen Klannet
30 Ağustos sabahı Selahattin Özgür bir bayrak astı
balkona, iğdedalları arasında dalgalanıyor, karşıda ma-
vi deniz, yanda İda özgürlüğünü, bağımsızlığını yaşıyor
dalgalanan bayrakta. Selahattin Özgür de bayramdan
sözediyortorunuipekkıza... Ulusal bayramlarda başka
bir coşkuyla çarpar kalbim. Arabaya atlayıp Karaağaç
Köyü'nde aldık soluğu. Ali Çetinkaya nın karargahına.
Aziz Nesin ile akşam gezilerimizi anımsıyorum, güneş
batarken körfez köylerine gidişimizi, kahvelerde oturur,
eski savaşçıları dinlerdik. Köriezin kalbi atardı öyküle-
rinde. Arnavut kökenli Pepe Nazım'ı, Kadir Efe'yi, Bora-
zan diye anılan İsmail Eie'yi hala masal türü anlatıyor
köylüler. ilginç bir olay üçünün de madalyası yok, ama
madalyayı neylesinler! Körfezde hala boyveriyorlar! Bo-
razan Efe'nin soluğunu da hala duyuyor Burhaniyeliler!
Gömeç'ten sonra Mustafa Kemal e sarılarak sürüyor
yolculuğumuz. Madra tepelerinde görkemli bir resmi
var. Doğanın çizgileriyle oluşan bir Atatürk başı, Ege'nin
maviliklerine uzanıyor. Yıllar geçiyor, çizgileri değişmi-
yor hiç, 1920'lerden 2000'lere uzanır, zamanı aşar gibi.
Çağdaş çizgilerin uzantısı sonsuza dek... Ulusal bay-
ramlarımızı bu gerçeğin bilinciyle kutlamak gerekir ben-
ce. Parlak sözlerle değil, o sözleri kanıtlayan eylemler-
le. Körfezde nereye gitsem bu özlemi hissediyorum.
Genç, yaşlı, tüm kuşaklarda. Kimi politikacılar başkent
Ankara'da hayli kapalı yaşıyor. Biraz açılsınlar, köyler-
de, kahvelerde, dağlarda, bayırlarda, kıyılarda konuşu-
lanlarakulakversinler. Neredeolduklarınıöğrenirleren
azından. Nasıl yaya ve geride kaldıklarını... Güzel bir
olay, umudunu özünden alıyor insanlarımız, olumsuz
tablolarınkaramsarlığınagömülmüyor.sessizce sürdü-
rüyor savaşını. Geçen sabah Gönül Yarış geldi Balıke-
sir'den. Kültür müdürü. Yürekli, aydın bir kadın. Üç yıl
hapisten sonra aklanıyor, göreve dönüşü acı bir serü-
ven oluyor, uzak köylere atanıyor, istifaya zorlanıyor
ama dayanıyor, gücünü yitirmeden direniyor. Kocası
CahitYanşda1402'liklerden, göreve dönüşü gerçekleş-
miyor uzun süre. Şimdi mutlu, umutlu çalışıyor. Nursen
Karas'ın da katıldığı o sabah söyleşisi çok değişik duy-
gular verdi bana. Utanç ve kıvanç bir arada. 12 Eylül
yönetiminin insanı utandıran belgeleri var gerçekten.
Teksesli yönetimlerin saplantısını, darlığını yansıtan
belgeleri, çoksesliliği susturmaya, suskun bir toplum
oluşturmaya yönelik belgeleri... Ama direnme gücünü
yitirmiyor insanımız, çokseslilik özlemini dindirmek için
umutla sürdürüyor yaşamını, o umudu solduranları da
tanıyor artık. Sözlerle avunmuyor, eylem bekliyor.
Nursen Karas'ın "FotoğrafınıÇektiğimDağlarda"adlı
kitabmı okudunuz mu? İda Dağı'nda, Madra tepelerinde
yeni sayfalar ekliyor bu kitaba. Kozak yaylasında yeşil
yeşil dolaşırken kaç köyde durduk geçen gün. Son dura-
ğımız Demircidere. İki yüz elli sekiz kişi yaşıyor, yüce bir
çınarın gölgesinde ada çayı içiyor, muhtar Hüseyin Ka-
rakaya ile konuşuyoruz. Üzümden, pekmezden, fıstıktan
söz ediyoruz. Fıstık çamı Roma'dan geliyor Kozak yay-
lasına. Helvasını Suud şeyhleri yiyor, fıstığını tüm Orta-
doğu ülkelerine satıyoruz. Yangından söz ettim bir ara-
lık. Burda yangın olmaz, dedi Demircidereliler, ağaçla-
rın sahibi biziz, gözümüz gibi koruruz çamlarımızt,
sigarayı kaç kez söndürüyoruz yere atınca, diye ekledi-
ler. Bu sözler de Ankara'ya uyar mı acaba? Yüce çınarın
altında benim ada çayı içtiğim yerde Erdal İnönü oturu-
yor iki yıl önce, köylülerle konuşuyor, kadınlarla resim
çektiriyor sarmaş dolaş, o resim gazetede yayımlanıyor
ama köyün adı yanlış yazılıyor. Demircidereliler çok
üzülüyor yanlışlığa. SHP'yi destekliyor bu Türkmen kö-
yü. Şimdi ne düşünüyorlar derseniz, hepimizin düşün-
düğünü. Açık seçik belirtiyorlar düşüncelerini, dinleyen
beri gelsin!
Kozak yolu Bergama'ya uzanır her zaman. önce antik
çağa, geçmiş yüzyıllara uzanırız, sonra yüzyıllar boyun-
ca Kozak köylerinde üretilen çiçek bahçelerine... Emir
kardeşlerin halı cennetine. Uzun kış gecelerini halı do-
kuyarak kısaltıyor Kozak kadınları. Mavi geceleri, parlak
yıldızları, çam dallarını, üzüm salkımlarını yansıtıyor ha-
lılarına. Ne güzel gözleri, ne güzel elleri var. Ne sessiz
şarkılar besteliyorlar! Dükkan değil resim galerisi bura-
sı. Dağlarda, bayırlarda yeşeren çiçeklerle koca-
man bir bahçede dolaşır gibi çiçeğe bulanıyor insan.
Kimi çok neşeli, kimi biraz hüzünlü, kimi küskün kimi
sevdalı, sıcak bir iletişim oluyor seyrederken. Dokuyan
ellerin öyküsünü de yaşıyor insan. Şarkı söylüyor, dans
ediyor!
Kulüp Orient'in kurucusu Birsel Lemke'ye teşekkür
ediyorum. Müziksever okurlarımm da şarkı söyleyen
kuarteti dinlemesini diliyorum. Ünlü orkestra şefi Zubin
Mehta'nın "Aıer zaman ayakta "dediği Arjantinli klarnetçi
Glora Feidman çalıyor ve şöyle diyor:
- Herkes şarkı söyleyebilir ve söylemeli. Ben de klar-
netimle şarkı söylüyorum.
Güzel söylüyor değil mi? Siz de şarkı söylüyor musu-
nuz? Söylemenizi diliyorum. Eski bir şarkıyı yeniden
söyleyebilirsiniz, yarım bir şarkıyı tamamlayabilirsiniz,
yeni bir şarkıya başlayabilirsiniz ya da ortak bir şarkıya
katılabilirsiniz. Hep birlikte dans edebiliriz sonra. Ses-
sizliği aşmak gerekiyor.
BULMACA
1 2 3 4 5 6 7 8SOLDAN SAĞA:
1/Köpek yavrusu. 2/Ye- 1
ni... İskambilde bir renk.
3/ Kıl elek... Maden, 2
ağaç. taş üzerine elle yan „
ya da şekil oyma. 4/ Ye-
mek... Şiirleri ve düşünce- 4
leri şeriata aykın görül- c
düğü için 1404"te Halep'-
te derisi yüzülerek 6
öldürülmüş ünlü tasav- 7
vuf şairi. 5/ Alaturka
müzik kurallanru incele- 8
yen yapıt. 6/ Giysilerin g
yirtmaana ve eteğine ek-
lenen ensiz kumaş parçası... Eski
dilde engerek yılanı. 7/ Küçük ma-
ğara... Bir kimseyi kötüleme, yer-
me... Eli işe yatkın, becerikli. 8/
Üflemeli bir çalgı... Pilotlar ve ha-
vacılar için yayımlanan bülten. 9/
Doğu Anadolu'da küçükbaş hay-
vanlann kışı içinde geçirdiği
dam... Genişliği az ya da yetersiz
olan.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Kendi suyu içinde dondurul-
muş dana, tavuk ya da av eti yemeği. 2/ İddia, bahis, lades...
Argoda çok çalışan öğrenci. 3/ Osmanlılar'da gümrük vergisi...
Yiğit... "Hayır" anlamında kullanılan söz. 4/ Jüpiter gezegeni-
ne verilen bir başka ad. 5/ Osmanlı mimarlığında renkü camlar-
la yapılan pencere. 6/ Ilaç... Nazi partisinin hücum kıtasım
simgeleyen harfler... İstaüstikte bir grup veri içinde en sık görü-
len değere verilen ad. 7/ Gereğinde kullamhnak için saklanan
tahıl... Uzaklık işareti. 8/ Bir ağaç... Büyük panayır. 9/ Bedene
eziyeti, ruhun kurtuluşu ve mutluluğu için görekli gören Hint
çileciliği.