27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 EYLUL 1994 CUMA 10 DIZIYAZI A : n : A Türkiye, D İ " İ W bugüne kadar 5 sancılı bir kalkınma yolu izlemiştir. 1953 yılından bu yana girdiği döviz darboğazı nedeniyle, kapsamh koruma politikalan (ithal ikamesi) sürecine girmiştir. Sanayi, kotalar, ithaiat yasaklan, yüksek gûmriik duvarlan ve döviz kuru (kambiyo) politikalanyla koruma kafesine alınmış, bu uygulama sanayinin gelişmesıni önlemiştir. Sabit döviz kuru politikası, ithalatı uyannış, ucuz döviz ve negatif faiz politikalanyla firmalar tasarrufa özendirilmemiştir. Diğer teşvik ve korumalarla içe dönük bir ekonomi yaratılmış, ama imalat sanayiinin verimliliği düşmüş, başka bir deyişle sermaye/hasıla oranı artmıştır. Bu süreçte, kaynak dağılımındaki etkinlik ve verimlilik azalmıştır. Ekstansif süreç, maliyet artışını ve enflasyonu doğurmuştur. Buna ithaiat yasaklan ve kotalar da eklenince, toplumsal boyutuyla negatif koruma doğmuştur. Ve iç kaynak maliyeti artmıştır. (ÇARIKÇI, 91). Uzmanlar, gelişmekte olan ülkeler için sanayileşmenin en kritik evresinin ithal girdi kullanılan dönem olduğunu belirtirler. İthal girdi kullanma sûreci, gelişmekte olan ülkeler için bir çıkmaz sokak olabilir. Eğer sanayi, gıda endüstrisinden, tüketün mallan sanayiine geçişte, teknolojik alfyapıya ilişkin (eğitim, sağlık, beslenme, fıziksel altyapı, kentleşme ve yaygın kalkinma) programlan uygulayamıyor ve gelişme ekonomisini ihmal ediyorsa, ithal girdi oranlan artacaktır.Bu nedenle denebilir ki, bunalım doğuran bir ekonomik yapılanmadan, kendini yeniden iireten ekonomik yapılanmaya geçiş için, sanayiinin ihracata yönelik geliştirilmesi ertelenemez bir son fırsattır. Brezilya ömeğinde görüldüğü gibi endüstri genişledikçe "borç batağma" saplanmamak için ihracata yönelmek ve ithal girdi oranlannı düşürmek kaçınılmazdır. Avrupa Gûmriik Birliği'ne 1995 yılında girilecek ve Gûmriik Birliği'nin öngördüğü koruma oranlanna ' inilecektir. Bu oranlar, hiçbir zaman sanayimizin alıştığı düzeylerde olmayacakttr. Öyle görülüyor ki tekstil, lastık. şişe-cam ve birkaç ölçek altsektörler dışında Avrupa Gümrük Birliği koşullanna uyum sağlamaya hazır sektör bulunmamaktadır. Oysa, özellikle 8O'li yıllarda, sanayıde ölçek işletmelere fon geliştirmede olağanüstü destekler verilmiş; bir iki altsektör dışında, toplanan kaynaklar sanayi işletmelerinde kullanılmamıştır Milli gelirin işlevsel dağılımı, 78-91 zaman aralığında tarım ve ücretliler aleyhtne %10'ar azalmış, buna karşın faiz-kâr ve kira gibi rant ekonomileri %20 büyümüştür. Ilginç gelişme olarak, fınansal sistemdeki büyüme, aynı oranlarda yatınma yansımamıştır. (ÇAPOGLU, 92). Tûrkiye'de ihracattaki artışlar, üretimlerdeki net çoğalmanın karşılığı değildir. ıhracat hacminin ulaştığı genişliği, ihracatın GSMH içindeki payının artmasında da aratnak gerekir. 7O'H yıllarda ihracatın GSMH'deki payı %4 civanndayken, 8O'lerde %15'lere yükselmiştir. 8O'li yıllardan başlayarak günümüze kadar gelinen sürecin ekonomiyi yatınm ve ihracata özendirmediği, ûretim artışından çok, tüketimden sağlanan, tasarruflarla birkaç altsektörde ihracat yapılabildiği anlaşılmaktadır. 80'li yıllar sürecinde, yani ithal girdi kullanımının giderek yükseldiği dönemde, koruma oranlannın özellikle otomotiv ve dayanıklı tüketim mallannda düşürûlememesi (koruma oranlan Avrupa'da %25, bizde %50 oranlanndadır) optimum koruma düzeylerine inilmemesi, sanayi ve genel ekonomimiz için yapılmış en büyük "ihmaTdir. Şu aşamada alınacak önlem, öncü sektörlerin stratejik bütünlüklerini, optimum ölçeklere ulaşmalannı ve mikroelektronik, bilgisiyar teknolojilerine geçişlerini koruma oranlannı düşürerek özendirmektir. llgili çevreler, sermaye yoğunluğu yüksek otomotiv ve dayanıklı tüketim mallan sektöründe, enerji malıyetinin yüksek olduğunu, bunun da haksız rekabet doğurduğunu belirtmektedir. (MMO, 93). Strateji ûretenler, ihracatı teşvikte, sözü edilen bu ek maliyeti, optimum koruma düzeyiyle aşabilir elbette. Herkesin ödeyebileceği oranda katılacağı, tavizsiz bir vergi yönetim sistemi geliştirilmeli Ekonomiyeniden yapılanmalı Jj unalım doğuran bir ekonomik yapılanmadan, kendini yeniden üreten ekonomik yapılanmaya geçiş için, sanayinin ihracata yönelik geliştirilmesi ertelenemez bir son fırsattır. Endüstri genişledikçe 'borç batağına' saplanmamak için ihracata yönelmek ve ithal girdi oranlannı düşürmek kaçınılmazdır UYGULAMALARIN BEŞİNCİ AYIHDA NİSAN KARARLARI RIFAT DAĞ -2- rûrkiye, gelir kaynaklannı hem yeterli düzeyde vergi- lendirmeyen hem de vergi mekanizmalannı adil ça- lıştırmayan bir ülkedir. AT ülkelerinde vergi gelirleri- nin yurtiçi hasılaya oranı yüzde 4O'lar ci- vanndayken, bizde yüzde 14'tür(Çapog- lu,92). Vergi gelirlennin en önemli hedef kit- lesinin halen ücretliler kesimi olduğu an- laşılmaktadır. Ücretli kesim, milli gelir- den 1 /4 oranında pay alıyorken, gelir ver- gisinin yansından fazlasını göğüslemek- tedir. Kurumlar vergisinde "muafiyede- rin" yüzde 8O'lere ulaştığı düşünüldü- günde, toplam vergi yükünün hangi ke- sirrüerce taşındığı daha iyi anlaşılmakta- dır. Bununla da kalınmayarak, enflasyo- nist süreçte dolaylı vergi oranlan da yük- seltilerek (toplam vergilerin yüzde 5O'si kadar) halkın vergi yükü arttınlmakta- dır. 1992 yılında, 5.5 milyon ücretlinin 45.6 trilyon gelirvergisi ödediğini, 3 mil- yon serbest meslek+ticaret erbabından ise 9.5 trilyon lira vergi alındığını anlıyo- nız. (Saygüıoğlu,94). lstikrar programında açıklanan "net aktiT1 ve "ekonomik denge vergflerTnin günü kurtarmaya yönelik ek operasyon- lar olduğu ve rantiyeci kesimi kapsama- dığı izlenimi doğmaktadır. Ashnda, 80'li yıllar kestir- meden sermaye temerküzû sürecinde özellikle büyütülen rantiyeci kesim vergi dışın- dadır. 80'li yıllarda sermayenin rant gelirinden aldığı pay, yüzde 3O'lardan yüzde 6O'la- ra çıkanlarak iki kat arttınl- rruşür. Çünkü ekonomi, ran- tiyeci gelişmeye göre kurgu- lanmıştır. (Çapoğlu, 93) Uzmanlar, 200 tnlyon lira vergi kaçağı olduğunu, kamu bilgisi dışına taşınan "kayıt dışıekonomi"nin 1 katnlyon- luk gelirlennin işlem görme- diğini açıklamaktadır. Ashn- da, Avrupa ölçeğindeki vergi- lendirme oranlannda bu dü- zey yükselecektir. Kurumlar vergisi bağışık- lıklannın yüzde 80'i, toplam vergilerdeki "nnıafiyetierin" ise yüzde 30'lara ulaştığı bir ülkede, enflasyonun ve kamu gelir kayıplannın temel nede- ninin siyasal olduğu anlaşıl- maktadır. Yaygın, herkesin ve her ke- simin gücü oranında yani ödeyebileceği oranda katıla- cağı, tavizsiz bir vergi yöne- tim sistemin geliştirilmesinin öncelikle siyasal erkin karar- lılığı ile olanaklı olduğu unu- tulmamalıdır. Kamu giderleri ve açıklan, elbette önemli bir "gedik"tir; ancak, kamu açıklannın ka- patılması ve kamu giderleri- nin denetimi sürecinde,top- hımsal geUrterin (vergilerin) denetlenememesi, potansiyel "muhataplan" arasında ayn- calık yapılması, birincil sorun ve bağış- lanmaz bir çelişkidir. Toplumsal gelirler, toplumsal altyapı hizmetlerinin seçeneksiz kaynağıdır, bu- nun yanında milli gelirin işlevsel dağılı- mındaki dengesizliklerin de en önemli nedenidir. Vergi adaletı sağlanmadan, ge- lir adaleti sağlanamaz... Görülmektedir ki Türkiye, gelir kay- naklannı adil dağıtamamıştır DPT'nin "1973 GeHr Dağılımı"çahş- malanndan, 1963-73 yıllan arasında ha- ne halklannın ilk yüzde 20'lik diliminin gelirden yüzde 3.5, son yüzde 20'lik gru- bunun ise yüzde 60 pay aldığı görülmek- tedir. 1991 yılında ise hane halklannın ilk yüzde 20'lik kesimi, gelirin yüzde 5.4'ünü, son yüzde 20'lik grubu ise yüz- de 4.9'unu kontrol etmektedir (DtE, 76- 93). Yirmi yıllık dönemde, "faldr" kat- man yüzde 2'lik bir güç kazanabilmiştir. "bemografîk Geçiş Teorisi"ne göre, sanayi öncesi toplumlarda doğum oranı (DO) ile ölüm oranı (ÖO) atbaşı gitmek- te, bu nedenle nüfiıs artışı düşük düzey- de gerçekleşmektedir. Ikinci aşamada tıbbi olanaklann transferiyle ÖO düş- mekte, DO ise sabit kalmaktadır. Bu ev- re, nüfus patlamasının yaşandığı dönem- dir. Nüfus artışının yükseldiği süreci, ge- leneksel toplumlann grubu genişletme psikolojisi de beslemektedir. Uçüncü ev- rede ise ÖO ile birlikte DO da düşmekte ve nüfus artış hızı yavaşlamaktadır (Kay- k ^ talamasının (yüzde 1 7) üzenndedir ve her otuz yılda bir ikiye katlanmaktadır. Aktif nüfustaki artış hızı, genel nüfus artışının önündedir. 70'li yıllarda aktif nüfus artış hızı yüzde 2.8 iken, 80'li yıl- larda yüzde 3.08 olmuştur (ERK,86). 1955 yılında çahşabilir nüfusun yüzde 80'i iktisaden faalken, günümüzde bu oran yüzde 60'lar civanndadır; günü- müzde nüfusun yüzde 40'ının çalışmadı- ğı sonucu çıkmaktadır. Başka bir anla- tımla, nüfus bağımlılık oranı artmaktadır. Kısacası, gün geçtikçe iş ve aş talebi yük- selmektedir. ITanmdaki işflücünün nttsUği MHnniyop Her kesim ve sektörün önünde yükse- len istihdam arzı yüksek boyutlardadır. Tanmda istihdam edildiği varsayılan iş- gücünün istihdam niteliği; ne kadannın çalıştığı ya da gizli işsizlik yaşadığı bi- linmemektedir. Bilinen bir gerçek varsa, o da aktif nüfusun bu kesimde daha yük- sek oranlarda arttığıdır. 1965 yılında 100 hektara 38 faal nüfus düşüyorken, 1985'teki düzey 44'tür (DİE,91). Kalbnma ekonomisti Lewis, "sınırsız emekarzı De ekonomik kaHanma"mode- linde, "arOk emegin" verimsiz alanlar- dan verimli alanlara transferiyle ekono- mik kalkınmanın uyanlabileceğini be- lirtmiştir. Bu savıyla birlikte, tanmdan göre. teknolojik gelişme sürecinde, istih- damı geliştirme sınırlan zorlanamaya- caktır. Bu nedenle, işletmelerde istihdam, sübvansiyon konusu yapılabilir. Gelir vergisi oranında yapılacak indi- rimlerle, SSK ve Emekli Sandığı kesin- tilerinden yapılacak indirimler ve diğer istihdam yaratıcı girişimler, işgücü tale- bini arttıncı önlemlerdir (ERK, 86). An- cak, kesin çözümler değildir. Asıl üzerinde dunılması gereken konu, şüphesiz nüfus planlaması yöntemleri- nin devlet politikası olarak yaşama geçi- rilmesidir. Özellikle turizm, özel orman alanlan- nın geliştirilmesi, küçük ve orta ölçekli sanayinin desteklenmesi, tanmda yeni- den yapılanma ve GAP ekseninde bolge- sel gelişme programlannın hızlandınl- ması, istihdam için ciddi seçeneklerdir. 1980-90 zaman aralığında, turizmin de içinde bulunduğu hizmetler sektöründe- kı istihdam artışı, mutlak olarak, sanayi- nin önünde gerçekleşmiştir; sanayi istih- damındaki net artış 0.6 milyon, hizmet- lerde ise 1.5 milyon işgücü olarak gerçek- leşmiştir (DPT. 90). Aynca, özellikle tu- rizm sektöründe işgücü başına sermaye maliyeti daha düşüktür. Istatistikçiler, işgücü ve istihdam hare- ketlerini tam yansıtmamaktadır. Ve bu nedenle de istihdam sorunlan, gösterildi- ğinden de ciddi boyutlardadır Devlet Istatistik Enstitüsü'nün istih- damla ilgili yorumlanna genel bir iyim- İ955 yılında çahşabilir nüfusun yüzde 80'i iktisaden faalken, günümüzde buoran yüzde 60'lar civanndadır; günümüzde nüfusun yüzde 40'ının çalışmadığı sonucu çıkmaktadır. Başka bir anlatımla, nüfus bağımlılık oranı artmaktadır. sanayiye kaynak aktanmının düzeyi ile sanayileşme düzeyi arasında koşutluk aramıştır. Türkiye gerçeğinde, bu model iflas et- miş; emek arzı, örgütlü iş olanaklannın yani talebin önüne geçmiştir. Ve sanayi pazannı güçsüz bırakmıştır. Aynca en önemlisi, teknolojik geliş- me, işletme giderleri içerisinde işgücü giderlerini (işgücü/işletme giderleri) serlik egemendir. DtE, tanm kesiminde- ki çahşabilir nüfusun tamamını istihdam ediliyor olarak varsaymakta, özellikle hizmetler sektöründeki tanımlanamayan marjinal alanlan da bu istihdam kapsa- mında değerlendirmektedir. Aynca iş ta- lep etmeyenleri, iş bulma ümidinde ol- mayanlar olarak tanımlaması gerekirken, işsizlergrubuna almamaktadır. Devlet ls- / ürkiye gelir kaynaklannı hem yeterli düzeyde vergilendirmeyen, hem de vergi mekanizmalannı adil çalıştırmayan bir ülkedir. Ücretli kesim gelir vergisinin yandan çoğunu üstlenirken, 80'li yıllarda 'kestirmeden sermaye temerküzû' sürecinde özellikle büyütülen rantiyeci kesim vergi dışında kalmaktadır. Türkiye, 1950'liyıllara kadar nüfus ar- tış hızmı yüzde 2'lerin altında, 1950-70 zaman aralığında yüzde 2.5 oranında ve 1975-90 döneminde ise 85 yılı dışında yüzde 2.1 oranında yaşamıştır. 1955-90 döneminde, başlangıç yılına göre ölüm oranlannda yüzde 1 'lik düşüş gerçekleş- miştir. (DtE, 92). Türkiye'nin nüfus artış hızı, dünya or- önemsiz kılmaktadır. Özellikle, kitlesel üretimin yapıldığı ve Fordist üretim bi- çiminin egemen olduğu dönemlerde (70'li yıllann ortalanna kadar) sanayi, ta- nmsal nüfusu kısa sürede çekmeyi başa- rabilmiştir. Teknolojik gelişme yani mik- roelektronik ve bilgisayar teknolojisinin ulaştığı Post-Fordist üretim biçimi, tek- nolojik sürecin isgücüne ikame oranını arttırmaktadır. Ekonomide doğal büyüme haddi, nü- fus artış hızı ile teknolojinin açığa çıkar- dığı işgücü toplamını açıklamaktadır. Ya- ni fonlann net artış gösterdiği düzeydir. Bu nedenle, nüfus artış hızında önemli bir azalma olmadığına göre, Türkiye'de doğal büyüme haddinin giderek yüksel- diği söylenebilmektedir. İstihdam sorununa getirilecek çözüm, Türkiye'nin en önemli politikası olmalı- dır Üretimde verimlilik ve kalite dünya pazarlannın global etkisınde olduğuna tatistik Enstitüsü'nün bu değerlendirme- si, ILO'ca (Uluslararası Çalışma Orgütü) geliştirilen "işgücü çaüsı" tablosunun esas alınmasına dayanmaktadır. Hiçbir düzeltme yapılmaksızın bu tablonun kul- lanılması, ILO standartlanna uyum sağ- lamaktan çok, Türkiye işgücü ve istih- dam sorunlannın "dİKeltilme" arzusu- nun taşındığı izlenimini vermektedir. Yi- ne bu standarda göre 1992 yılında 1.6 milyon işsiz ve işsizlik oranının ise yüz- de 8 olduğu gösterilmektedir. (Dağ ve Göktürk,93). Oysa, aynı yılda, Fransa ve ttalya'da yüzde 9.7 olduğunu görmekte- yiz (M. B. 92), böylece Türkiye'nin Av- rupa'ya göre bir istihdam cenneti oldu- ğu(!) sonucu çıkmaktadır. Yinelenmesi gereken, tanmda eksik is- tihdamın önemli boyutlarda olduğudur. Kırsal alan türdeş bir yapıda değildir. 4 milyona yakın kırsal hanenin yüzde 30'u topraksızdır. Tanmsal işletmelerin yüzde 25'inin büyüklüğü 1 hektardan küçük- tür, pazar için üretim şanslan yoktur ve kırsal işsizler sayısı 4 milyon civannda- dır. Bu büyüklük, yakın gelecekte kentle- re uzanacak göç dalgasının boyutlannı göstermeye yetmektedir. Kentlerdeİci işsizlerle birlikte Türkiye, kırsal nüfus baskısını nasıl karşılayaca- ğını belirlemek zorundadır. Bu olgu, ye- ni politika ve yeni hedeflerin en önemli gerekçelerinden biridir. İstihdam sorunu, örgütlü iş alanlann- daki çalışanlann dramını unutturacak ya da hafıfletecek boyutlara ulaşmıştır. Bu olgu, Türkiye toplumsal sistemle- rine, ağırhğı giderek hissedilecek ve be- lirgin bir boyut getirmiştir... IBölgelervekesimterapası eşltsiz geüşıra lzlenen ekonomi politika ya da sana- yileşme stratejsi-bölgeler ve kesimler arası eşitsiz gelişmenin kaynağıdır.. Ekonomi bilimi, daha doğrusu makro- iktisat, kuramsal çerçevelerini doğduğu ekonomilerin pratiğine ya da ihtiyaçlan- na göre belirlemeye çalışmıştır. Birinci Sanayi Devrimi'nin yaşandığı XVI. yüzyıl Anglosakson dünyasında în- gilizler, buhar makinesinin ve bir dizi me- kaniğin icadıyla, dokumada atölye üreti- minden fabrika üretimine geçmek dunı- mundaydı. Özellikle Mısır ve Uzakdo- ğu'dan pamuk, önemli hammadde kay- naklanydı. Üretilenlerin satılması gere- ği, A. Smitfa'in ünlü "-.ekonomide işbö- lümü ve etkenük, pazar genişledikçe sağ- lanacakör—" kuramını doğurmuştur. Klasik iktisatçılardan Rkardo, "mu- kayeseü üstünlükler" teziyle, her ülke ya da işletmenın nispi avantaj sağlayacağı üretimlere yönelmelerini salık vermiştir. Bu kısmi doğrular, koşullar değiştikçe başka doğrularla aşılmıştır. Özellikle ge- lişmiş kuzey ülkeleri, pamuk ve narenci- ye gibi tropikal ya da yan tropikal ürün- ler dışındaki gelişmekte olan ülkelerin başta buğday olmak üzere doğal ve gele- neksel ürünlerdeki avantajlannı, teknolo- jik ilerlemelerle geride bırakmışlardır. Buğday veriminin dünya or- talaması 170 kg/dekar sını- nndayken, Avnıpa 500 kg/dekara ulaşmış; aynca uluslararası ticarete dam- pinglerle girerek, kaderi ta- hıl üretimine bağlı geri kal- mış ülkeleri bir kez daha vu- rabilmiştir. Ve şu sonuç çık- mıştır: Mukayeseli üstünlük, stra- tejik maliyet üstünlüğüdür; bu da teknolojik üstünlükle, yani sanayileşmeyle sağla- nır... Gelişmiş Batı, iklim ve ekoloji kısıtını da aşacak, ge- netik ilerleme ve biyotekno- lojisiyle tropik üretimlere de kavuşmayacak mıdır? 2. Dünya Savaşı, yeni dün- ya düzenini, doğrudan sö- mürgeciliği tasviye ederek yeni paylaşımlar biçiminde doğurmuştur. Keynesyen yaklaşım, büyüme sürecin- de ekonominin yatınmlarla uyanlacağını; bunun kamu öncülüğünde gerçekleşece- ğini önermiştir. Sov7etlerde- ki başanlar da örnek alına- rak, özellikle Avrupa, karma ekonomiyi ödün verilmez bir gerçeklik olarak yaşama geçirmiştir. Arkasından, Keynesyen ekolden Harrod-Domar iki- lisi, bizim makro plan felse- fesine de egemen olan 'Bü- yüme Modeli'ni geliştirmiş- lerdir. Yatınmın tasarrufa eşit olacağı ilişkisıni soruş- turan ikili, milli gelirin, üre- timde kullanılan sermayenin sabit bir oranı olduğunu açıklamışlardır. Bu felsefe bizim planlama sistemleri- ne yansırken, toplam tasarrufun kendısi ve miktan önem kazanmıştır; tasarrufun oluşma yöntemi değil... Küçük ve orta iş- letmelerin organize olmalannı dışlayan ya da öyle anlaşılan sistem, özellikle 80'li yıllarda artan bir süreçle, tasarruftan, an- cak birkaç ölçek işletmede yoğunlaşma- yı, bir bakıma oligopolistik gelişmeyi an- lamıştır... Bu yeni yaklaşımla birlikte Avrupa'da, "kalkmma" kavramı gündeme gelmiş- tir. Bizde ise kalkınmadan, büyüme so- nucu çıkanlmıştır. Böylece, kalkınma planlan süreci, bölgeler ve kesimler ara- sı dengeleri alt üst etmiş, ekonomi yer- se1leştirilememiştir. Büyüme ekonomisi, hedeflenen büyü- me hızına yukselmeyi amaçlarken geri bağlantılardaki oluşumlan, 'kestirmeden termaye temerküzû' sistemlerinin "insa- flna" terketmiştir. Bu yöntem bilinçli bir seçim olarak ısrarla savunulmuştur. Çün- kü, organize olmamış küçük ekonomi- lerden ve tanmdan sermaye transferi da- ha kolaydır. Böyle olunca, teknoloji geliştirme dü- zeninde, bilgiye talep geliştirecek dina- miklerin (küçük ve üretken birimlerin) yaşamalan bile özellikle sanayinin ser- maye talebinin yükseldiği enflasyonist süreçte, güçleştirilmiştir. Büyük ölçekli sanayiler, ana sanayi merkezlerinde kurulmuştur. Çalışanlann yüzde 75'i 15 ilde toplanmıştır; sosyal gelişme pencereleri ancak 15 ilde açıla- bilmiş; diğer kent ve yerleşimler gelenek- sel yapılarabırakılmıştır. Planlı kalkınma serüvenimizle, toplam işyerlerinin yüzde 65'i 5 büyük merkeze taşınmış; arİcasın- dan, yeni dünya düzeni ve yeni Hberaliz- me "hoşgek&n" denmiştir. Yarın: Türkiyeyol ayrımında ANKARA...ANKA MÜŞERREF HEKİMOĞLU Şarkı Söyleyen Klannet 30 Ağustos sabahı Selahattin Özgür bir bayrak astı balkona, iğdedalları arasında dalgalanıyor, karşıda ma- vi deniz, yanda İda özgürlüğünü, bağımsızlığını yaşıyor dalgalanan bayrakta. Selahattin Özgür de bayramdan sözediyortorunuipekkıza... Ulusal bayramlarda başka bir coşkuyla çarpar kalbim. Arabaya atlayıp Karaağaç Köyü'nde aldık soluğu. Ali Çetinkaya nın karargahına. Aziz Nesin ile akşam gezilerimizi anımsıyorum, güneş batarken körfez köylerine gidişimizi, kahvelerde oturur, eski savaşçıları dinlerdik. Köriezin kalbi atardı öyküle- rinde. Arnavut kökenli Pepe Nazım'ı, Kadir Efe'yi, Bora- zan diye anılan İsmail Eie'yi hala masal türü anlatıyor köylüler. ilginç bir olay üçünün de madalyası yok, ama madalyayı neylesinler! Körfezde hala boyveriyorlar! Bo- razan Efe'nin soluğunu da hala duyuyor Burhaniyeliler! Gömeç'ten sonra Mustafa Kemal e sarılarak sürüyor yolculuğumuz. Madra tepelerinde görkemli bir resmi var. Doğanın çizgileriyle oluşan bir Atatürk başı, Ege'nin maviliklerine uzanıyor. Yıllar geçiyor, çizgileri değişmi- yor hiç, 1920'lerden 2000'lere uzanır, zamanı aşar gibi. Çağdaş çizgilerin uzantısı sonsuza dek... Ulusal bay- ramlarımızı bu gerçeğin bilinciyle kutlamak gerekir ben- ce. Parlak sözlerle değil, o sözleri kanıtlayan eylemler- le. Körfezde nereye gitsem bu özlemi hissediyorum. Genç, yaşlı, tüm kuşaklarda. Kimi politikacılar başkent Ankara'da hayli kapalı yaşıyor. Biraz açılsınlar, köyler- de, kahvelerde, dağlarda, bayırlarda, kıyılarda konuşu- lanlarakulakversinler. Neredeolduklarınıöğrenirleren azından. Nasıl yaya ve geride kaldıklarını... Güzel bir olay, umudunu özünden alıyor insanlarımız, olumsuz tablolarınkaramsarlığınagömülmüyor.sessizce sürdü- rüyor savaşını. Geçen sabah Gönül Yarış geldi Balıke- sir'den. Kültür müdürü. Yürekli, aydın bir kadın. Üç yıl hapisten sonra aklanıyor, göreve dönüşü acı bir serü- ven oluyor, uzak köylere atanıyor, istifaya zorlanıyor ama dayanıyor, gücünü yitirmeden direniyor. Kocası CahitYanşda1402'liklerden, göreve dönüşü gerçekleş- miyor uzun süre. Şimdi mutlu, umutlu çalışıyor. Nursen Karas'ın da katıldığı o sabah söyleşisi çok değişik duy- gular verdi bana. Utanç ve kıvanç bir arada. 12 Eylül yönetiminin insanı utandıran belgeleri var gerçekten. Teksesli yönetimlerin saplantısını, darlığını yansıtan belgeleri, çoksesliliği susturmaya, suskun bir toplum oluşturmaya yönelik belgeleri... Ama direnme gücünü yitirmiyor insanımız, çokseslilik özlemini dindirmek için umutla sürdürüyor yaşamını, o umudu solduranları da tanıyor artık. Sözlerle avunmuyor, eylem bekliyor. Nursen Karas'ın "FotoğrafınıÇektiğimDağlarda"adlı kitabmı okudunuz mu? İda Dağı'nda, Madra tepelerinde yeni sayfalar ekliyor bu kitaba. Kozak yaylasında yeşil yeşil dolaşırken kaç köyde durduk geçen gün. Son dura- ğımız Demircidere. İki yüz elli sekiz kişi yaşıyor, yüce bir çınarın gölgesinde ada çayı içiyor, muhtar Hüseyin Ka- rakaya ile konuşuyoruz. Üzümden, pekmezden, fıstıktan söz ediyoruz. Fıstık çamı Roma'dan geliyor Kozak yay- lasına. Helvasını Suud şeyhleri yiyor, fıstığını tüm Orta- doğu ülkelerine satıyoruz. Yangından söz ettim bir ara- lık. Burda yangın olmaz, dedi Demircidereliler, ağaçla- rın sahibi biziz, gözümüz gibi koruruz çamlarımızt, sigarayı kaç kez söndürüyoruz yere atınca, diye ekledi- ler. Bu sözler de Ankara'ya uyar mı acaba? Yüce çınarın altında benim ada çayı içtiğim yerde Erdal İnönü oturu- yor iki yıl önce, köylülerle konuşuyor, kadınlarla resim çektiriyor sarmaş dolaş, o resim gazetede yayımlanıyor ama köyün adı yanlış yazılıyor. Demircidereliler çok üzülüyor yanlışlığa. SHP'yi destekliyor bu Türkmen kö- yü. Şimdi ne düşünüyorlar derseniz, hepimizin düşün- düğünü. Açık seçik belirtiyorlar düşüncelerini, dinleyen beri gelsin! Kozak yolu Bergama'ya uzanır her zaman. önce antik çağa, geçmiş yüzyıllara uzanırız, sonra yüzyıllar boyun- ca Kozak köylerinde üretilen çiçek bahçelerine... Emir kardeşlerin halı cennetine. Uzun kış gecelerini halı do- kuyarak kısaltıyor Kozak kadınları. Mavi geceleri, parlak yıldızları, çam dallarını, üzüm salkımlarını yansıtıyor ha- lılarına. Ne güzel gözleri, ne güzel elleri var. Ne sessiz şarkılar besteliyorlar! Dükkan değil resim galerisi bura- sı. Dağlarda, bayırlarda yeşeren çiçeklerle koca- man bir bahçede dolaşır gibi çiçeğe bulanıyor insan. Kimi çok neşeli, kimi biraz hüzünlü, kimi küskün kimi sevdalı, sıcak bir iletişim oluyor seyrederken. Dokuyan ellerin öyküsünü de yaşıyor insan. Şarkı söylüyor, dans ediyor! Kulüp Orient'in kurucusu Birsel Lemke'ye teşekkür ediyorum. Müziksever okurlarımm da şarkı söyleyen kuarteti dinlemesini diliyorum. Ünlü orkestra şefi Zubin Mehta'nın "Aıer zaman ayakta "dediği Arjantinli klarnetçi Glora Feidman çalıyor ve şöyle diyor: - Herkes şarkı söyleyebilir ve söylemeli. Ben de klar- netimle şarkı söylüyorum. Güzel söylüyor değil mi? Siz de şarkı söylüyor musu- nuz? Söylemenizi diliyorum. Eski bir şarkıyı yeniden söyleyebilirsiniz, yarım bir şarkıyı tamamlayabilirsiniz, yeni bir şarkıya başlayabilirsiniz ya da ortak bir şarkıya katılabilirsiniz. Hep birlikte dans edebiliriz sonra. Ses- sizliği aşmak gerekiyor. BULMACA 1 2 3 4 5 6 7 8SOLDAN SAĞA: 1/Köpek yavrusu. 2/Ye- 1 ni... İskambilde bir renk. 3/ Kıl elek... Maden, 2 ağaç. taş üzerine elle yan „ ya da şekil oyma. 4/ Ye- mek... Şiirleri ve düşünce- 4 leri şeriata aykın görül- c düğü için 1404"te Halep'- te derisi yüzülerek 6 öldürülmüş ünlü tasav- 7 vuf şairi. 5/ Alaturka müzik kurallanru incele- 8 yen yapıt. 6/ Giysilerin g yirtmaana ve eteğine ek- lenen ensiz kumaş parçası... Eski dilde engerek yılanı. 7/ Küçük ma- ğara... Bir kimseyi kötüleme, yer- me... Eli işe yatkın, becerikli. 8/ Üflemeli bir çalgı... Pilotlar ve ha- vacılar için yayımlanan bülten. 9/ Doğu Anadolu'da küçükbaş hay- vanlann kışı içinde geçirdiği dam... Genişliği az ya da yetersiz olan. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kendi suyu içinde dondurul- muş dana, tavuk ya da av eti yemeği. 2/ İddia, bahis, lades... Argoda çok çalışan öğrenci. 3/ Osmanlılar'da gümrük vergisi... Yiğit... "Hayır" anlamında kullanılan söz. 4/ Jüpiter gezegeni- ne verilen bir başka ad. 5/ Osmanlı mimarlığında renkü camlar- la yapılan pencere. 6/ Ilaç... Nazi partisinin hücum kıtasım simgeleyen harfler... İstaüstikte bir grup veri içinde en sık görü- len değere verilen ad. 7/ Gereğinde kullamhnak için saklanan tahıl... Uzaklık işareti. 8/ Bir ağaç... Büyük panayır. 9/ Bedene eziyeti, ruhun kurtuluşu ve mutluluğu için görekli gören Hint çileciliği.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle