01 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 AĞUSTOS1994 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 GUNDEMDEKIKONUSOLUNİMAJI ONATKUTLAR Kavgaalar Dr. Isac Borg ile gûzel gelini Mari- anne'ın Stockholm Ue Lund arasında yaptıklan araba yolculuğu sırasında başlanndan geçen küçûk bir olay saru- nm benim gibi birçok genç izfcyicide de derin izler bırakmışür. Isveçli yö- neimen Ingmar Bergman'ın ünlü filmi "Yaban ÇileklerT'nden söz ediyonım. Filmin kahramanı bir üp profesörü- dûr ve sekseninci doğum günü nede- niyle kendisi için Lund Üniversitesi'- nde düzenlenen bir törene katılmak ûzere gelini Marianne'm kullandığı araba ile Stockholm'den yola çıkarlar. Filmin başlamasından kısa süre sonra bu yolculuğun ayıu zamanda simgesel anlamlar içerdigini, yaşlı profesörün kendi geçmişine doğru da düşsel bir yolculıık yaptığını anlatır. "Yaban Çilekleri", yaşam, doğum, ölüm, aşk gibi en temel insanal tema- lar üstüne ızlediğim en görkemli bilge- lik anıtlan arasında yer alır. Sözûnü ettiğım küçûk olayla, filme adını veren o unutulmaz "yaban çüe- ği" tarlası sahnesinden az sonra karşı- laşınz. Denizle yol arasında, eski ve güzel bir köşkün hemen yatubaşındadır ya- ban çileği tarlası. Unutulmuş bir şıır, bir çocukluk cennetı. Yaz sabahının sessizliği, körfezin üzerindeki soluk aydınhk. Ağaçlardaki kuş sesleri. Uyuyan eski ev. Yumuşak kıvnmı ile yaşlı profesörün sırtını kavrayan elma ağacının gövdesi. Birzamanlaraynı saflarda yürüdükleri, . birbirlerinintüm girdisini çıktısını bildikleri için darbeyi en can alıcı noktalardan vururlar: "Satılmış, hain, ajan, hırsız, bölücü..." Dr. Isac Borg, çocukluk ve ilk genç- lik yıllannda tatillerini geçirdiği bu gü- zel yerde bir an düşlere dalar. Düş mü gerçek mi olduğunu tam kavrayama- dığı bu tuhaf "bilinç anTnda birden ilk gençliğine döner. Güzel nişanlısı Sara sabah serinliğinde çilek toplamak- tadır. Onun kendi ağabeyi Sigfird'le ilişki- si olduğunu öğrendiğinde ne kadar üzülmüştür. O sahneyi sessizce yeni- den yaşar. Az sonra bu güzel genç kızın. yol kıyısında otostop için bekJe- mekte olan üç öğrenciden biri olduğu- nu anlanz. Pınl pınl üç üniversiteli gençtir Sara. Viktor ve Andre. Delikanlılardan biri şair olmaya karar vermiştir, öbürü ise doktor olmaya. tkisi de Sara'ya aşıktır. Aralannda gizli bir "kendüıi befendirme" yanşı vardır. Ama bu yanş dostluklanru bozmaz. Üç genç, yaşlannm neşesi, umutlan ve güzellikleri ile arabaya bambaşka bir hava getirirler, yolculuk keyifle sü- rer. Kaza tam bu sırada olur. Karşıdan gelen küçük bir Volksvvagen araba birden yalpalar, kırar, son andan çarpışmâktan kurtulurlar. Doktorun büyük arabası şarampole girerken Volkswagen yana savrularak devrilir. den de nefret eder hale geliriz. Kavga çığınndan çıkıp tokaüaşma- ya dönüşünce Marianne yavaşça frene basar, durur ve ortayaşlı çjfte ara- basından derhal inmelerini söyler. Kadın ve erkek özür dıleme sözleri ge- velerler. "Bizden özûr dilemeyûT der Mari- anne, "Arabada ûc tane genç var. On- lann varlığı yüzünden hemen inin ara- badafl. Korkunc bir örnek oluvorsu- mız.." "asabi überaller"e onlann basındaki goygoyculanna zengin maden yatak- lan ikram ederler. Bir zamanlar ayru saflarda yürü- dükleri, birbirlerinin tüm girdisini çıktısını bildikleri için darbeyi en can alıcı noktalardan vururlar: Satılmış, hain, ajan, hırsız, bölücü..." Birbirle- rine. düşmanlannın verebilecekleri za- rann on kaünı verirler ve ne yazık ki bu kavgadan kendileri de dahil. hep birlikte zararh çıkarlar. Arabanın sahipleri bir kankocadır. Mühendis Sten ile kansı Berit. Orta yaşlı insanlardır. Kavga ederlerken devirdikleri ve bir mucize kabilinden sağ kurtuldukJan arabadan çıkarken de kavga etmeye devam ederler. Adam arabayı kullanan kansını alaya bir dille iğnelemekte, kadın ise bir ayağı doğuştan hafıf sakat olan koca- sını aşağılamaktadır. Kavgacı kankoca bir tamirciye ka- dar gitmek üzere doktorun arabasına binerler. Hiç yoktan patlak veren tartışmalar kısa sürede can alıa söz darbelerine daha sonra da tokatlaş- malara kadar tırmarur. Kadın ko- casını bencil ve güçsüz, adam ise kansının isterik ve çirkin bulmaktadır. Üç gencin neşesinden eser kal- mamışür. Arabayı kullanan Marian- ne, zaman zaman bu çirkin didişmeyi kesmek için müdahale eder, başara- maz. Doktor onlara acır. Ama yol- culuğun tadı kaçmıştır. Artık kimin haklı olduğunu düşünemez, ber ikisin- Birbirleriyle didişmeyi sürdüren cift dağbaşında kalakalır. Solun liderleri ya da aydınlar arası- ndaki kavgalara baktıkça hep bu sah- neyi haürlanm. Derin bir sıkıntı basar içimi. "Onlan yaşamımızuı arabası- ndan indirmeliyiz. Ya da biz inmeliyiz" diye düşünürüm. Marianne'a öylesine hak veririm ki!... Üstelik de en hafıf pembesinden en koyu kırmızısına kadar solcu aydı- nlanmız birbirltrine sövme konusun- da pek bir marifetlidirler. "öylesine cukursun ki senin yanında alçaklık trile birseviyedir..."gıbımüthışpolemık ın- cilerini yaşlı ağabeylerinden öğrenmiş aydınlanmızın bir bölümü kamuoyu sokağının ortasında birbirine girer, bu kavgalanyla herkesi bıkürdıklannın farkında bile olmazlar. Üstelik de durmadan sağcı hası- mlannın eline malzeme verirler. Sevgi- li Can Kozanoğhı'nun o nefıs kitabı "Cflalı Imaj DevrT'nde sözünü ettiği Bana hep Bernard Shaw'un ünlü bir fıkrasını hatırlatırlar. Hani Londra'nın sanat koruyucu- lanndan ünlü bir leydi. Shaw'ı evinde- ki bir şan konserine davet etmiş. İki te- nor çıkıp ayn ayn aryalar okumuşlar. Konser sonunda leydj merakla sor- muş: "Nasıl buhtunuz Mr. Show, tenor- lanr Ekşi bir suratla cevap vermiş Ber- nard Show: "İkisi de danalar gibi böğürdüler!" Kıpkırrruzı kesümiş leydi: "Aman Mr. Show demiş "O nasü söz öyle?.." Gülmüş Bernard Show: "Benim fıkrim değü" demiş, "Ben müzikten pek anlamam". Sonra tenor- lan göstererek "Bu onlann fikri" de- miş. "Birine gktim öbürü hafcmda dü- şûncelerini sordum. "Dana gibi böğü- rüyor' dedi. öbürü de ayıu şeyi beriki için söyledi. Eh ikisi de uzman sayılır..." Şimdi sokaktaki yurttaş, sol partile- rin liderlerinin birbirleri hakkında söylediği şeyleri hepsi için söylese haksız olabilir mi? Bazen düşünüyorum: Acaba özel bir yöntemle bazı özürlüleri mi araştınp bulup tepemize getiriyoruz? Çünkü başka bir açıklama yok: Hepsi sosyal demokrat (ya da "de- mokratik sol" her neyse) olduklannı iddia ediyorlar. Ama ekonomiden eşitsiz pay alma adaletsizliğinin par- sasını Refah topluyor. Hepsi demokrasiye, insan haklan- na, hukuk devletine sahip çıküklannı iddia ediyorlar. Ama ne Meclis'te ve kamuoyu önünde birleşebiliyorlar bu göruşlerini inandıncı kılmak için ne de devlet yönetiminde iseler insanlann yakılmasını, düşünce suçlulanrun içeri girmesini, siyasal partilerin ka- patılmasını, işkence ve yargısız infaz; lan, faili meçriul cinayetleri önleyebili- yorlar. Arabayı, 2000'e beş kala birkaç yıl süreyle .kavgasız gürültüsüz götürmeye aday üç beş solcu yok mutann aşkına bu altmış milyonluk ülkede? Hepsi halkın ve devletin parasını en iyi sosyal demokrasinin koruyacağını, öbürleri gibi talana olmadıklannı id- dia ediyorlar. Ama birbirlerini en ağır hırsızlık, dolandıncılık, nüfuz suiisti- mali suçlamalanyla kamuoyuna rezil edenler bizzat kendileri. Hepsi tehlikeli biçimde sağa çeken direksiyonun, arabayı bir uçurumdan aşağı yuvarlayacağmı iddia ediyor ve arabanın daha da sağa gitmesi için ne gerekiyorsa yapıyorlar. Hepsi küçülüyor, ama "büyüdük" diyorlar. Birleşelim diyor, daha da bölünü- yorlar. Sola dönelim diyor sağa gidiyorlar. Koltukta gözümüz yok deyip daha sıkı yapışıyorlar. Hükümetten aynlalım deyip hükü- mete giriyorlar. Ve....ve durmadan kavga ediyorlar. Gençler, öğütten nefret ederler. Örnek görmek isterler. Kendi kendisiyle tutarlı, kişilikli, banşık, mutlu, başanlı yaşam, insan- lan seven kişiler görmek isterler. Eğer gençleri düşünüyorsak, artık bu adamlan bu arabadan indi- relim. . Arabayı, 2000'e beş kala birkaç yıl süreyle kavgasız gürültüsüz götürme- ye aday üç beş solcu yok mu tann aşkı- na bu altmış milyonluk ülkede? Caz kulübüne dönüşen Kopenhag... FERRUHYILMAZ KOPENHAG - Bu yü 16.sı düzenlenen KopenhagCaz Fesü- vali güneşli havalann da etkisiyle, en aandan izleyici sayısı açısı- ndan çok başanlı geçti. Ama ba- şanyı sadece güneşli havalar sağ- lamadı. Gündüzleri bir piknik havası içinde geçen açık hava konserierinin yanı sıra, örneğin Copenhagen Jazzhouse'daki konserlerin de büyük bir kjsmı fahiş bilet fıyatlanna rağmen "yok" satü. Kopenhaglılar, her zamanki gibi fesüvale vecazayılda bir kere olsun büyük ilgi gösterdiler. Tüm kent, meydanlar ve parklardaki açık hava konserleri, cafelerdeki ücretsız konserler ve diğer etkin- likler sayesinde festivalın devam ettiği 10 gün boyunca kocaman bir caz kulübüne dönüştü. Ko- penhag yine on gün boyunca caz dûnyasının ünlü isimlerini konuk etti, eskileri yenilerle bir araya ge- tirdi. Festivallerin caza katlosı Bu yılki caz süpermarkeünde kimler yoktu ki. Eskilerden Os- car Petersoa, LJooel Hampton ve Clark Terry, Hany "Sweets" Edfeon, Al Grey ve Benny Goteon gibi hepsi kendi adına birer "ko- rom" olan isimlerden oluşan gru- bu, Buddy DeFranco ve Terry Gibbs Beşiisi, Gar> Burtoa, caza hip-hopu sokan Steve Cotetnan ve Charüe Hnnters gibi ısımler, Roy Havoes, Betty Carter, Joe ZairimıL, Trilok Gurtu, Gateway Üçhlsü, Egborto Gismonto, Joim Mayall ve daha 200'e yakın Danimarkalı ve uluslararası mü- zisyen. - Bu yılki caz festivaU, gösterilen ilgi açısından çok iyi geçmesine rağmen, o temel soruyu yine gün- deme getirdi: Caz festivallerinin caz mûzıği açısından yeri, caza katkısı nedir? "Caz festivalleri, müzigiıı en yo- ğon yaşanabfleceği yerler değüdir, ama cazm en iyi pazariandığı yer- lerdir. FestrvaDer aynı zamanda, caz dümasında nekr ohıp bittigun gözieyebflmek, cazın gecmtşi ve gekceği konusunda fikir edinebö- mek içnı iyi bir imkftn smariar. Kjsa bir sOrede çok sayıda konser izfeyip, caz müziğiııi »«nımanıtı en Betty Carter (ûstte), Egerto Gismonto (üstte sağda), Oscar Peterson (sağ altta), Steve Coleman (ûstte soMa). iyi yohı caz festivaDeridir. Festi- vaDer bir de mfizisyenler için iş alanı yaratırlar, ama dediğint gibi Miyflk dlnJetfler Içüı garanU ofiış- turmazlar. Pazara yönetik bir mo- ak dünyasında, caz mimğinin bir kûhür olarak konmabflmesi açsı- ndan da önemJidirler. Bir de, caza bfiyük kftkieri çekebUroenin tek yotudurlar." Dünyada ilk defa "caz fcsö- vafi" kavramını yaratan New- port Caz Festivab sorumlusu Ge- orge VV'ein, Danimarka Radyosu caz programmda yapüğı bir konuşmada, soruyu böyle cevap- landınyordu. George Wein, dünyada ilk kez bir caz festivalıni, 1954 yılında ABD'nin Connecticut eyaletin- de, Rhode Island'daki Newport'- ta düzenleyen adam. Şimdüerde kendine saygısı olan hemen he- men her kent bir caz festivali dü- zenliyor. Danimarka gibi 5 mil- yonluk küçük bir ülkede bile en az 10 ayn kentte caz festivali dü- zenleniyor. Kopenhag Caz Festı- vali'ni diğer birçok festivalden ayıran özellıgı ise uluslararası tx>- yutunun ağır basmasının yanı sıra, festivali belli bir alan ya da mekanla sınırlamak yerine tüm kente yayması ve ücretsiz konser- leriyle caza normelden çok daha faiia izleyici çe- kebilmesi. Bu bağlamda Ko- penhag Caz Fes- tivali, George VVein'in işaret et- tiği noktalara gü- zel bir örnek oluşturuyor. Caz festivalinin sürdüğü 10 gün içinde caza gösterilen ilgi, daha sonra birdenbire düşüyor, caz kulüpleri boş ve loş kalıyor. Bu, sadece Ko- penhag'daki caz çevresinin değil. genel olarak caz dûnyasının en büyük sorunlanndan birini oluş- turuyor. Sanınm, tstanbul'da da Caza gösterilen ilgifestival sonrasında birdenbire düşüyor festivale büyük ilgi gösteren din- leyici, festivalden sonra caza aynı ilgiyi göstermiyor, yerli cazcılan dınlemeye pek yanaşmıyor. Bu eğüım, ızlediğim kadanyla daha festivalin son gününde. Muraf- fak Falay ile Okay Temiz'in konserinde kendısini göstermişti. Kopenhag Caz Festivali, yaygınlığı ve sponsorlannın çeşitliliği sonucu bir caz süpermar- keti görüntüsü oluşturuyor. Fes- tivalde hip-hop, blues, bebop, dünya müziği bir- birine kanşıyor. Bu aynı zaman- da, değişik caz kulüplerinin kendi programlannı tamamen kendi- îerinin belirlemelerinden, fesüval sekreterliğinin bu anlamda daha çok koordinasyon görevini üst- lenmesinden de kaynaklanıyor. Festival sekreterliğinin Kopen- hag Caz Festivali'ne en büyük katkısı isecazın devlerinin birara- ya getinldiğı "Gaint Jazz" kon- serlen. Bu sefer kent merkezıncle- kı Sirk Binası'nda düzenlenen bu konserlerde, normal caz kulüple- rinde ancak küçük bir servet karşıhğı izlenebilecek isimler, daha makul bir bilet fiyatı karşıhğı. çok sayıda izleyicinin karşısına çıkanlabiliyor. Geçen yıl Sonny RoDins, VVynton Mar- sails gibi isimler Giant Jazz'e ko- nuk olurken, bu yü aynı bağlam- da Oscar Peterson ve IJooeJ Hampton'ı dinlemek mümkün oldu. Gerci çok sayıda dinleyici- ye duyurabilmek için sesin nor- mal bir caz kulübüne göre çok daha fazla yükseltilmek zorunda kalmması, ses kalıtesı açısından sorunlar yaratıyor ama Dani- markalüann da dediği gibi hem un yiyip hem ney ûflemek zaten çok zor. George Wein'in, caz feti- vallerinde en yüksek müzikal kaliteye ulaşılamayacağı yolun- daki sözleri, sadece belli mekan- larda büyük kitlelere hitap eden festivaller için gecerli olsa da, çok sayıda küçük mekan ve kulübün de kendi düzenlediği konserlerle festivale katıldığı Kopenhag Caz Festivali için tam olarak gecerli değil. Örneğin Copenhagen Jazz- house bu sefer hem programı- ndaki isimler hem de caz kulübü ortamı ve ses düzeniyle müzikal kaliteyi yakalayabiliyor. Bu ne- denle Jazzhouse'taki on konser- den sekizinin biletleri önceden tü- kendi. Mike Stern öclusü, Joe Za- winul & Trilok Gurtu ikilisi, Arto Tunc Boyaciyan'lı Marc Johnson Right Brain PatroL Gatewa> üç- Vâsü, Roy Haynes Beşlisi, Bettey Carter and Her Trio'nun konser- leri hem izleyicilerden hem de eleştirmenlerden tam not aldı. Eski ve yeni cazcüar Caz festivallerinin babası Ge- orge Wein'in, festivallerin cazın geçmişi ve geleceği konusunda fi- İcir verdiği, caz dünyasında neler olup bittiğini izleme imkanı ya- rattığı yolundaki sözleri hemen hemen tüm caz festivalleri için ge- çerli. Sırurlı ve yoğun bir süre içinde, Lionel Hampton gibi cazın taa ilk dönemlerinden kalmış isimlerle, Wynton Marsalis gibi klasik caza yeniden hayat veren gençleri ya da cazla hip-hopu kanştıran Steve Coleman, dünya müzigini cazın bir parçası yapan Joe Zawtmıl gibi isimleri bir ara- da izlemek, cazın nereden gelip nereye gitmekte olduğuna ilk el- den şahit olma imkanı sağlıyor. öte yandan bu seferki Kopen- hag Caz Festivali'ne kaulan mü- zisyenlerin hemen hemen hepsi- nin tanıdık isimlerden oluşması. caz dünyasında neler olup bittiği- ni izleme açısından geri bir adım oluşturdu. Caz dinleyicisi olarak kısa bir geçmişi olan benim bile bu seferki festivalde izlediğim müzisyenlerin birkaçı hariç he- men hemen hepsiyle daha önce- den tanışıklığım vardı. Bu tabii ki izlenilecek konserleri el yor- damıyla ve "merak" yüzünden seçmek yerine bilerek ve zevkle secmek gibi olumlu biryan taşısa da, öbür yandan yeni isimlerle ta- nışmak gibi bir ımkândan mah- rum kılıyor. PENALT1 MEMET BAYDUR Ara Güler'in Serüveni Afrika'daydım. Kenya ile Tanzanya arasındaki belir- sizsınır bölgesinde birtepenin üstünde. insan boyunda otların içinde ilerlemeye çalışıyordu araba. Şoförümüz Afrikalıydı, bir de Masai kabilesinden rehber vardı yanı- mızda. Sabahın ilk saatleri. Yola çıkmadan önce rehbe- rimiz uzaklarda bir tepeyi gösterip "Iste" demişti, "ora- da aslanlar var, görüyor musun?" fşaret ettiği tarafa baktım ve yüksek bitki örtüsüyle kaplı bir tepe gördüm yalnızca.' Görmüyorum" dedim. Rehber gülümseyerek "Oradalar" dedi. Yola çıktık, bir saat sonra o tepenin ucunda ilerlemeye çalısıyorduk. Çevremizde sabah gü- neşinde salınan yirmi iki tane aslan vardı. Dostumun omzuna yaslanıp fotoğraf çekiyordum, dostum da elin- deki ünlü Leica makinesiyle fotoğraf çekiyordu. Arazi otomobili Range Rover bir aslan kümesine iyice yaklaştı ve otların arasında gizlenmiş bir kayanın üstüne oturdu. Sabahın köründe Afrika dağlannda bir kayanın üstüne oturmuş bir arabanın içinde aslanlarla çevrili mahsur kalmıştık. Aslanlar arabanın etrafını sardılar. Işte yürü- yen bir konservenin içinde el değmeden doldurulmuş nadide Türk ve Afrika yemekleri ayaklarına kadar gel- mişti. Dostumun umurunda bile değildi durumumuz. Işık iyiydi, aslanlarını bulmuştu, durmadan, olağanüstü bir dikkat ve ciddiyetle fotoğraf çekiyordu. Ara Güler'le böy- le tanıştım. Onu çalışırken izlemek hep büyük bir keyif verir insana. Bir büyük sanatçınm işine nasıl eğildiğini görürsünüz. Ara fotoğraf makinesini yüzüne doğru kal- dırıp vizöre gözünü dayayınca, fotoğrafını çektiği şeyle arasındaki bütün engelleri kaldırmayı bilen bir ustalar ustasıdır. O Afrika sabahında onun omuz başından çek- tiğim aslan fotoğrafları enayi bir turistin çekebileceği türden şeylerdi. Yarım metre ötemdeki Ara'nın çektik- leri ise ancak onun parmağının çekebileceği fotoğraf şaheserleriydi her zamanki gibi. Yaklaşık iki bin kilo- metre yol yaptık Ara Güler'le Afrika'da. Insanlarla he- men anlaşıyor, iletişim kuruyor, fotoğraf çektirmeyi sev- meyen Afrikalılann içinde birbiri ardma birbirinden gü- zel fotoğraflar çekiyordu. Aradan yıllar geçmiş, şimdi istanbul'dayım ve önümde Ara Güler'in yeni, büyük kita- bı duruyor. Büyük usta Ara Güler, yazı ile anlatılması pek kolay olmayan güzellikteki fotoğraf kitabının adını 'Eski Istan- bul Anılan' koymuş. 1950-1990 arasında çekilmiş 189 Is- tanbul fotoğrafı seçmiş dev arşivinden. Yitik Istanbul'un Fotoğrafik Eskizleri. Bakmasını, görmesini, seçmesini, anlam vermesini ve sunmayı bilen bir ustanın, doğup büyüdüğü kente armağanı. Her kitaplıkta, bütün kütüp- hanelerde olması gereken bir başyapıt. Haliç, eski Gala- ta Köprüsü, Boğaziçi vapurları, Eminönü, Ayvansaray, Üsküdar, Vefa, Azapkapı, Sirkeci, Şehzadebaşı, Topha- ne, Balıkpazarı, Beyoğlu, Zeyrek, Tarlabaşı, Unkapanı, Salacak, Rumelihisarı, Kandilli, Feriköy, Cağaloğlu, Beylerbeyi, Şişhane, Kapalıçarşı, Tahtakale, Eyüp, Edir- nekapı, Kumkapı, Yüksekkaldırım, Bahçekapı, Büyük- dere, Kazlıçeşme, Galatasaray, Karagümrük, Kadırga, Ortaköy, Erenköy, Beykoz, Karaköy, bütün Istanbul dün- yanın en büyük fotoğrafçılarından birinin gözüyle sunu- luyor size. 1970 yılında doğmuş, şimdi yirmidört yaşla- rında olan insanlann mutlaka görmesi gereken bir kitap. istanbul'u düşünen insanlann mutlaka edmmesi gere- ken bir kitap. Ara Güler bir dünya vatandaşıdır. Bu ülkenin onuru, gülyüzü, böbürlenme nedenidir. Bunu başarmasının ne- deni de sanırım hep, ama hep 'kendi gibi'katmayı fazla uğraşmadan başarmış olmasıdır. Neyin fotoğrafını çe- keceğini yılların deneyimiyle bildiği için, sanki hayata ve çevresine de aynı külyutmaz objektiften bakar, kendi de- ger yargılarmı oluşturur. Ara Güler'in istanbul kitabında sunduğu göz ve bakış, hepimizin gözüdür aslında. Kent yaşamında yanından geçip ıskaladığımız birçok büyülü saniyeyi "bak, bu da varyahu, görbunucanım"diyerekönümüzesürer. Alay eden ya da burnu büyük, nesnesine yukarıdan bakan fo- toğraflar değildir Ara Güler'in fotoğrafları. Sizi kuşatır, içine alır, kucaklar, alır götürür. Sandalcılar, salepçiler, arabacılar, çocuklar, taşralılar, iskambil oynayanlar, ke- dl kovalayanlar, müşteri bekleyenler, tembeller ve çalı- şanlar, sarhoşlar, göçmenler, garsonlar, hayat üzerin- de hak iddia eden herkes Ara'nın gözünde değerlidir. Istanbul kitabına bakarken bir kere daha inandım: Ara Güler insanlan seviyor, sayıyor, anlamaya çalışıyor on- ları. Bir kentin fotoğrafını çeken bir insan. O kenti kendi portresine dönüştüren bir insan. Zati Sungur'dan Cole Porter'a kadar birçok insana kendi merceğinden bak- mış bir insan. Ara Güler'i tanıdığım için keyifleniyorum. Eski istanbul Anılan, kent kûltürü ve belleği olan insan- lann yüreğini sızlatacak görüntülerle dolu. Bu fotoğraf- lara uzun uzun, derin derin bakıp, dünyanın en güzel şe- hirlerinden birini ne hale getirdiğimizi düşünebiliriz. İyimser bir bakışla da Ara Güler'le, bu büyük ustayla ay- nı kenti, zaman dilimini ve giderekyiten görüntüleri pay- laştığımızı düşünerek sevinebiliriz. Ben kendi hesabı- ma, ne zaman bir aslan görsem o güzelim hayvanın Ara'nın, fotoğrafını çekmesi için orada olduğunu düşü- nüyorum. ^~— Gülsin Onay'ın yeni sezon konseriepi Kültür Senisi - Ünlü piyanist Gülsin Onay, yoğun geçen bir sezondan sonra yeni yıla yineçok yüklü bir konser programıyla giriyor. Ocak ayından bu yana Japonya, Avusturya, Polonya, Hollanda. Belçika, Meksika. Abnanya ve Türkiye'de 40 konser veren sanatçi. sekiz ayn konçerto seslendirdi ve resital programlannda Adnan Saygun'un eserlerine ağırlık verdi. Onay, önümüzdeki sezon İsrail, Hollanda. Almanya ve Fransa'da konserler verecek. Sanatçının 5 Şubat 1995 tarihinde Nürnberg Senfoni Orkestrası'yla vereceği konserde orkestrayı GürerAykal yönetecek. Gülsih Onay, konserde Adnan Saygun'un 1 .Piyano konçertosunu seslendirecek. 'RkPimin ince Gülö' davası yeniden görûlüyor KültürServisi - Adalet Ağaoğlu'nun, Tunç Okan tarafmdan sinemaya aktanlan romanı 'Fikrimin İnce Gülü'nün davası yeniden gündeme geldi. Fikrimin İnce Gülü'nün fılm yapılması konusunda sözleşmenin bazı maddelerine uyulmadığı gerekçesiyle Adalet Ağaoğlu'nun avukatlan tarafmdan Evren Film-TunçOkan aleyhine açılan dava, Ticaret Mahkemesi'ncereddedilmişti.Davacı vekili karara itirazla Yargıtay'a başvurmuş, dava dosyasınm incelenmesini istemişti. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi itiraz dosyasını inceleyerek isteğe uygun olarak davanm görülmesine karar verdi. Bulunmaz Tiyatpo' KültürServisi - Altı yildır etkinlij ıneâ - Altı yıTdır etkinlifierinı kendiotuz koltuklu salonunda sürdüren BulunmazTiyatro, 31 ağustos 1994-31 mayıs 1995 tarihleri arasında Muammer Karaca Tiyatrosu'nda izleyici karşısına çıkacak. önümüzdeki aylarda Açıkhava Tiyatrosu'nda elli oyuncudan oluşan birkadroyla Brecht'in "Cesaret Ana ve Çocuklan" adh oyununu sergileyecek olan topluluk, Karaca Tiyatrosu'nda 31 ağustostan başlayarak her sah Aslan Timur'un yazıp yönettiği "Sessizliğin Renkleri", çarşamba ve curnartesi günleri ise Nazım Hikmet'in yazıp Hüseyin Hilmi Bulunmaz'ın yönettiği "İnek" adh oyunu sahneleyecek. Bulunmaz Tiyatro. bu arada kendi salonlannda deneysel oyunlar oynamayı sürdürecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle