Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 AĞUSTOS1994 PAZAR CUMHURfYET SAYFA
KULTUR 13
GUIVDEMDEKISANATÇI AZÎZNESİN
ONATKUTLAR
Aziz Bey'le düşsel bir yolculukTV programlan, gazeteler ve özellikle birkaç
gündür okumakta olduğum Amin Maaloufun
"Semerkant"ı nedeniyle olsa gerek, dün gece a-
acayip bır düş gördüm.
Güya yaz mevsimiymiş. Ağustos falan. Hava
olağanüstü sıcak ve nemh! Birçok tamdıkla bir-
likte kocaman bir uçaktayız. Birçok siyaset ada-
mı, gazeteci, yazar-çızer, sanatçı var uçakta.
Uçağı Tezcan Yaramancı'ya benzeyen, tepesi
açık bir pilot, bıçkın bir şoför gibi hafif yanla-
masına oturmuş. afıli biçimde kullanıyor.
Yanımda Aziz Nesin oturuyor.
Az ilerde Ara Güler'i görüyorum. Objektifini
bize çevirmiş, Aziz Bey'in fotoğrafını çekiyor.
"Hava çok nemH Ara!" diyorum. Gülüyor.
"Sen buna rutubet mi diyorsun? Git de nıtubeti
New York'ta gör. Gökdelenin penceresinden
balığı bırakıyorsun, karşı binaya yüzerek geçi-
yor!.."
Önce inanmıyorum. Ama az sonra Mahmut
Bey'le Ali yanımdan yüzerek geçiyorlar. "Ara
haklı" diyorum içimden.
Tam o sırada Yaramancı sert bir fren yapıyor.
Aziz Bey'in gözleri iyi görmüyor. Bana soruyor:
. "Neoldur
"Getöik" diyorum.
-. Yüzündeki kaygılı çizgıler siliniyor:
"Oh, memlekete geldik sonunda" diyordu.
Ben şaşınyorum. Çünkü uçağjn lambozlan-
ndan. şehir hatlan vapur iskelelerinde olduğu
gibi çini üstüne yazılmış bir kent ismi okunuyor:
"Semerkaırt". Aşağıda upuzun borular çalan.
(sarunm "kornay' adı bu borulann) tuhaf giysili
adamlar görüyorum. Tam Özbekistan'a geldiğı-
mizi düşünürken boru çalanlara biraz daha
yakından bakıyorum. Bizim mehteran bölüğü
zurnacılanna benziyorlar. Hatta biri Upatıp Sü-
leyman Bey.
Neyse. İniyoruz aşağıya.
Aziz Bey'le beni bir itfaiye arabasına bindiri-
yorlar. Canavar düdükleri çalarak sıcak, kuru
ve tozlu kentin caddelerinden geçiyoruz. itfaiye
neferi Aziz Bey'i tanıyacak ve aşağı atacak diye
ödûm kopuyor.
İtfaiye arabası bizi bir alana bırakıp gidiyor.
AJarun ortasında Atatûrk'ie Ahmet Yesevi arası
birine benzeyen bir heykel var. Heykelin hemen
yanıbaşında bir sürü sanklı, cüppeli, sakalb
adam yerde, toz toprak içinde yuvarlanan birini
sopalarla dövüyorlar.
O sırada yanımızda bir sanklı ve cüppeli
adam daha belirdi.
' Aziz Bey'le bana baktı: "Ne öyle dunıyorsunuz
orada? İbn-i Sina'nın en yakın arkadaşı Üzun Ca-
bir'i bir zındık, birfiJozofdiye dövüyorlar..."
Adarrun yüzüne baktım. Bu, Amin Maalouf-
un romanında anlatuğı Ömer Hayyam'dan baş-
kası değildi.
Sakalb, cüppeli yobazlar bizim üstümüze yü-
rüdüler.
Gelenlerden birinin Sıvas Beledıye Başkanı
olduğunu o an farkettim. Kaçamadık. Başkan.
Aziz Bey'in üstiine yürüdü: "Seni bir türlü yaka-
madık, ey şeytan!" diye bağırdı.
Aziz Bey adarru görmüyor, sadece gülümsü-
yordu. Gidip adamın cüppesinin eteğini savuru-
yon
"Ebced, hüvvez, huttiii... Hoca benim başmıı
yuttiii!.." diye alay ediyor onunla.
O sırada yetişen Birleşmiş MilleÜer Banş
Gücü askerleri hepimizi birden toplayıp Kadf-
nın huzuruna çıkanyorlar.
Kadırun adı Ebu Tahir. Ömer Hayyam'ı tanı-
yor. "Bu yüce makamda, Nişaburlu büyük şair ve
bilgin ömer Hayyam'ı kabul etroek bir şereftir"
diyor.
Hayyam gülümsüyor.
Kadı Ebu Tahir, Ömer Hayyam'a, beyaz dut
ağaandan yapılma kağıtlannı Aziz Nesin'in
Galip Amcasfnın yumurta akı ve başka madde-
lerle parlattığı bır boş defter veriyor:
"Bu defteri sakla" diyor.
Defteri Aziz Bey alıyor. Kadı'nın yüzü değişi-
yor birden. Tıpı tıpına Nusret Demiral'a benzi-
yor. Boyu kısalıyor, saçlan dökülüyor. Gözleri
bozuluyor, bir gözlük geliyor, yüzüne yerleşi-
yor. Sırtı hafif kamburlaşıyor.
Hiddetli bir tavırla yerinden kalkıp Aziz Bey'-
in yanına geliyor. Birleşmiş Milletler askerlerine
bağınyor:
"Bumı da asın!"
Askerler öylece duruyorlar.
Onlar kıpırdamayınca seyirciler arasından
Erdal İnönü ıle Seyfi Oktay ilerliyorlar.
"Zorluk çıkarmaym" dıyorlar Aziz Bey'e.
Ama Aziz Bey cebinden bir kağıt çıkanp on-
lara veriyor. Kağıdın üstüne "zorluk" yazıyor.
"tşjte" diye bağınyor Nusret Demıral, "İşte
zorluk çıkardı..."
Salonda bir sürü TV muhabıri var. Orada bu-
lunanlan ikişer ikişer eşleştinp "Çapraz Ateş"
tarzında münazara programlan yapıyorlar.
Mahmut Bey İsmail Cem'le konuşuyor, Hül-
ya Uğur'la Türkeş röportaj yapıyor, Nusret De-
miral bizim Eva'ya köpeğini anlatıyor. Tansu
ÇOier, "Sevgili vatandaşlanm. sadece ormaniar
yandı, ağaçlara bir şey olmadı... Bumı herkes
bövle bilsin" diyor. Deniz Baykal, Murat Kara-
yaîçm'la eşleşmeye razı olmuyor, Mesut
Yıbnaz'ı istiyor.
O sırada dışarda kentli halk birikmiş, otelleri
peşpeşe yakıyor.
Köylüler ormanlan yakıyor. Askerler heli-
kopterlerden yangın bombası atıyor. Yangın,
gürültü, deprem...
Gece saat 20.00'ye doğru, bütün ülkede "Bir
Başka Gece" programı başladığı için herkes
kalkıp göbek atmaya koyuluyor...
"Oynama şıkıdım şıkıdım... A-acayipsin..."
Aziz Ağabey'e dönüyorum: "Burası neresi
ağabey? Benim tanıdığım ülkeye benzeıniyor...
Tımarhane gibi..."
Aziz Nesin, o anda ortaya çıkan otuz-kırk
küçük çocuk arasma kanşıyor.
"Türkiye burası" diyor
Çocuklarla birlikte bır lunapark salıncağına
binıp neşeyle sallanıyorlar.
Sabncakçı bağınyor:
"Yandı..."
Aziz Bey neşeyle sallanmaya devam ediyor.
Bir kolan vuruşuyla yanıma yaklaşüğı sırada
bana eğiliyor:
"Bu da cabası!.."
Ağustos sıcaklan, Amin Maalouf. TV prog-
ramlan, gazeteler, gözlerimi açtım. Ter içindey-
dim.
Ve dehşetle farkettim:
Düş değildi. Gerçekti.
Yerel enstrümanlarla yeni bir 'ses' arayışındaki Pan African Orkestrası ilk Avrupa turaesine çıktı
Afrika kendi müziğini arıyorKfiltfir Senisi - Gana'nın Af-
rika klasik müziğınde lider ol-
masının tek nedenı rakipsız ol-
ması değil. Eski Devlet Başkanı
Kwame Nkrumah Afrika'nın
kültürel açıdan kendi kendine
yeterli bir hale gelebilmesi için
çaba gösteren en etkin kişıler-
den biriydi. Nkrumah, 1959'da
ülkenin bağımsızlığınj kazan-
masının ardından bu yolda ilk
adımlan atmıştı.
Gana Üniversitesi'ndeki Af-
nka Bilimleri Enstitüsü'nün
müzik ve tiyatro bölümleri
Prof. Kwabena Nketia ıle kıta-
nın en seckin müzıkologlann-
dan Dr. Ephraim Amu'nun yö-
neumleri altında gelişme gös-
'terdi. Dr. Amu, bambudan
yapılmış, yerel bir çalgı olan
özel bir flüt için öğretme me-
todlan ve teknikler geliştirerek,
"bu çalgıyı yeni bir kuşağa tanı-
tan kişi.
35 kişilik bir koro
Gana Ulusal Senfoni Orkest-
rası 1963 yılında kuruldu. İlk
yönetidsı Philip Gbefao, orkest-
ranın Avrupa klasik müziğin-
ıden oluşan repertuvanna Af-
trika'ya özgü öğeler katmaya
-başladı. Gbeho'nun ölümü
üzerine bu göreve gelen Prof.
N. Z. Nayo da bu uygulamayı
sürdürdü.
Nkrumah'ın 1966 yılında
devrilmesinden sonra. bu süreç
80'b yıllann başına dek yavaş-
ladı. Ta ki devrimci hükümet iş-
başına gelene kadar.
j Şimdi Dr. Kwasi Aduonum'-
un yönetiminde bulunan Gana
Senfbni Orkestrası, 50 müzis-
yen ve 35 kişilik bir korodan
oluşuyor. Akra kıyılannda.
köy okulu gibi tek katL bir bi-
nada çalışmalannı sürdürüyor.
Aduonum, orkestranın nite-
liğinin düşük olduğunu, ancak
;önümüzdeki 6 ay ıçınde Af-
rika'ya özgü, geleneksel daha
fazla enstrümanın kullanılma-
Nana Danso Abiam'nı denetiminde çalışmalannı sürdüren Pan African Orkestrası bugünlerde ilk Avrupa turnesini gerçekleştirecek.
ya başlanacağını belirtiyor. Or-
kestrarun vereceği konserlerin
ilk bölümü Bach, Hendel ve Be-
ethoven'ın yapıtlanndan olu-
şurken. ikinci yansında Afrika
müziği yer alacak ve izieyidler
dans edebilecek.
Ancak kısa bir süre önce Ga-
na Senfoni Orkestrası, hedefı
'Afrikalılaşma' olmasına kar-
şın, bu yolda gerçekleştirilecek
önemli bir girişime karşı çıktı.
Orkestranın 1985-87 yıllanara-
sında direktörlüğünü üstlenen
Nana Danso Abiam'ın yapmak
istediği köktenci değişiklikler
orkestra elemanlannca benim-
senmedi.
Abiam, Ulusal Senfoni Or-
kestrası'ndan olaylı bir biçimde
aynldıktan sonra 1988 yılında
Pan African Orkestrasf nı kur-
du. Abiam'ın yöneticiliğini,
besteciliğini ve her türlü sorum-
luluğunu üstlendiği orkestra
bugünlerde ilk Avrupa turnesi-
ni gerçekleştiriyor.
Gana Üniversitesi'nde 70'ii
yıllann başında müzik eğitimi
gören Abiam, Londra'da araş-
tırmalar yaparken, Ulusal Sen-
foni Orkestrasf nı yönetmek
üzere ülkesine çağnldı. 1983 yı-
lında yazdığı ve geleneklere da-
yanan bir orkestra kurulması
gereküğini savunduğu bir
yazısı yeni devrimci hükümetin
yetkilılerinin ilgisini çekmişti.
Neo-klasik bir repertuvar
Abiam, Ulusal Senfonı mü-
zisyenlerinin Batıb enstrüman-
lan tamamen bırakarak gele-
neksel enstrümanlar kullanma-
lanru önerdi. Ancak bu önerisi-
ni kabul ettiremedı. Bunun üze-
rine isü'fa etti ve bir süre bır reg-
gae orkestrası ile seyahat ettı.
Hayaünde kendine ait ve istedi-
ği çizgıde bir orkestra kurmak
vardı. Almanya'da olduğu sıra-
da eline gecen ilk para ve daha
sonra dostlanndan gelen küçük
parasal destekler sonucu ülke-
sine dönerek müzisyenler ara-
maya ve bir repertuvar oluştur-
maya koyuldu.
Böyle kurulan Pan Afrikan
Orkestrası'na geleneksel enst-
rümanlan benimsetmek dışın-
dakı hedeflen, 'neo-klasik' bir
repertuvar oluşturmak ve gele-
neksel konulardan yararlana-
rak senfoni uzunluğunda par-
çalar yaratmaktı.
Abiam'ın orkestrasının ele-
manlan Akra'da 20 avn halk
müziği grubunda çahşan ve ge-
leneksel müzik yapan müzis-
yenler. Pan African Orkest-
rasf nın ayakta durması Gana
Ulusal Kültür Komisyonu'nun
mali desteğine bağlı. Komis-
yon'un verdiği, orkestranın
prova yapmayı sürdürebilmesi
için gerekli aybk temel harca-
malann yansını karşılayan bu
ödenek, Avrupa standaitlanna
göre çok düşük.
Geleneksel enstrümanlaria
yepyeni bir çizgi yaratan or-
kestranın ilk Avrupa turnesin-
de prestij kazanması bekleni-
yor.
Devlet Tiyatroları 'ilk'lerin sezonuna hazırlamyor
ANKARA (Cumhuriyet) - Yeni se-
1 ekimde açacaİc olan Devlet
Tiyatrolan, ilk turda daha önce sergi-
lenen oyunlann yanı sıra, dünya ve
Türkiye prömiyerlerini yapacağı eser-
lere de yer verecek. İstanbul Devlet
Tivatrosu Memet Baydur'un "Yeşü
Papağan Limited", Bursa Devlet Ti-
yatrosu Ali Meriç'ın "Ramazan Etkin-
likleri" ve Reşat Nuri Güntekin ın "Ye-
^1 Gece", Diyarbakır Devlet Tiyatro-
su da Memet Baydur'un "Aşk" adb
yapıünın dünya prömiyerini gerçek-
leştırecek.
Türkiye ve Devlet Tiyatrolan sah-
nelerinde ilk kez seyirci karşısma çıka-
cak yapıtlaf ve bu yapıtlan hazırlaya-
cak bölge müdürlükleri şunlar:
Ankara Devlet Tiyatrosu: Tuncer
Cücenoğlu'nun yazdığı "Helikopter",
Akk» Nicolaj'dan Muhittin Yılmaz'ın
çevirdiği "Kadın ik Memur', Karen
Sunde'den Armağan Ersinın Türkçe-
leşürdiği "Moskova Geceleri", Yaka-
vos Kambanefis'ten Panayot Abacı'nın
çevirdiği "Savaş Baba" Borges'ten
Tomris Uyar'ın çevirdiği ve Coşkun Ir-
mak'ın uyarladığı "Öhunsüz", Orhan
Güner'ın "İkinci Nöbetçinin Sıkıntıla-
n" ve "Antonius, Kleoparra Arada Bir
de Sezar" ilk kez seyirci karşısma cı-
kacak. ArooM VVesker'den Gönül Ça-
pan'ın Türkçeleştirdiği ve Oda Tiyat-
rosu'nda sergilenecek "Annie Wobler"
de Devlet Tiyatrolan sahnelerinin ilk-
leri arasında yer alacak.
İstanbul Devlet Tiyatrosu. Aziz Ne-
sin'in yazdığı "Düdükçülerle Fırçacı-
ların Savaşı" Türkiyede. Woody Al-
len'ın "Fuıal" adb eseri de Devlet Ti-
yatrolan'nda ilk kez sahnelenecek.
İzmir Devlet Tiyatrosu: Peter We-
iss'tan Müşerref Hekimoğlu'nun
Türkçeleştirdiği "Marat Sade" Devlet
Tiyatrolan'nın ilk kez seyircıyie buluş-
turacağı eserlerden.
Bursa Devlet Tiyatrosu: Bernard
Slade'den Gencay Güriin'ün çevirdiği
"Seneye Bugün" , Turgay Nar'm
yazdığı "Tepegöz". Stanislav Stara-
tiev'den Özdemir Ince'nın Türkçeleş-
tirdiği "Deri Ceket" Türkiye'de ilk kez
sergilenecek.
Adana Devlet Tiyatrosu: Lale Ora-
loğlunun yazdığıçocukoyunu"Ketoğ-
lan'ın Eşeği" .Neil Simon'dan Sungun
Babacan'ın çevirdiği "Büyük AşıkJarın
Sonuncusu" seyirciyle buluşacak.
Trabzon Devlet Tiyatrosu: Vedat
Tûrkali'nin yazdığı "Dallar Yeşil Ol-
maJı", Sam Sbepard'dan Pınar Kür'ün
Türkçeleştirdiği "Aç Sımfın Laneti"
sergilenecek.
Diyarbakır Devlet Tiyatrosu: Or-
han Asena'nın "Korku" adlı eseri , A.
Egraniufun "Mutluluk Dağıtan Eski-
ci" ve Vasıf Öngören'in "Zengin Mut-
fağı" DT'nin ilkleri olarak sergilene-
cek.
Antalya Devlet Tiyatrosu: Ferhan
Şensoy'un yazdığı "Haneler" ile Suat
Demir-Engin Cezzar ıkilisinin yazdığı
"Fosforlu Cevriye" adb yapıtlar ilk
turda Devlet Tiyatrolan'nda sahnele-
nen ilkler arasında yer alacak.
PENALH
MEMET BAYDUR
Düşier Güncesi...
Düş görmeyen insan var mıdır? insanlar bir ölçüye
göre düşlerini anımsayanlar ve anımsamayanlar olarak
ikiye ayrılırlar. Düşlerini anımsayan insanlar da kendi
içlerinde (!) ikiye ayrılırlar belki. Düşlerini önemseyen-
ler ve önemsemeyenler. Bu yazıda düşlerden ve düşle-
rini önemseyen bazı insanlardan söz etmek istiyorum.
örneğin Kurosavva, düşlerini önemsemekle kalmamış,
bir de film yapmıştır 'Düşier' adında. Aslına bakarsak bu
büyük Japonyalı yönetmenin bütün filmleri şu ya da bu
biçimde düşlere göndermelerle doludur. Felllni gibi.
Düşier, birçok sanatçı için bir başlangıç noktası, bir sor-
gu odağı, bir temel taşıdır yapıtlannda.
Sinemaya dışarıdan bakarsak hemen görüleceği gibi,
karanlıkta siyah-beyaz ya da renkli bir görüntüler yuma-
ğıdır bu sanat sesli ya da sessiz. Sanat dalları içinde düş
olgusuna en doğal, ikirciksiz yaklaşabilen, sinemadır.
Burada özellikle üç yönetmeni anmak gerekir kanımca.
HHchcock, Bergman ve Bunuel.
Hitchcock 1944 yılında Amerika'da yaptığı bir filminin
(Spellbound) yüreğine uzun bir düş bölümü koyar. Fil-
min bilmecesi Gregory Peck'in gördüğü düşlerin psiko-
analiz yoluyla çözumlenmesıyle çözülür. Burada Fre-
ud'un ünlü kitabı Düşlerin Yorumlanması da araya gir-
melidir ama, bu başyapıt bir başka yazının konusudur.
Hitchcock, filminin düş bölümü için işbirliği yapacağı sa-
natçıyı da seçmiştir: Salvador Dali. Bu büyük Ingiliz yö-
netmen, François Truffaut'ya yıllar sonra ilginç şeyler
söyler: "Filmlerde ne zaman bir düş gösterilmeye baş-
lansa görüntü hemen bir sis, bir duman altına giriyor.
Geleneksel olarak film düşlerinin hepsi az ya da çok bu-
lanıktır. Bu geleneği kırmak istiyordum. Duşleri çok net,
çok aydınlık, çok keskin bir görsellikle filme çekmek isti-
yordum. Filmin geri kalan bölümlerinden daha aydınlık
ve net olacaktı düşler. Dali ile çahşmak istememin asıl
nedeni buydu. Yapıtlarmın mimari netliği. Chirlco'nun
resimlerinde de aynı nitelikler vardır biliyorsun, uzun
gölgeler, sonsuz mesafeler ve perspektifin bırbirine
karışan çizgileri."
Hitchcock'un birçok filmi, filme çekilmiş düşler gibidir
diyor Truffaut Düşler ya da karabasanlar. 1964 yılında
Tippi Herden ve Sean O'Connery'i oynattığı Marnie adlı
filminin odak noktası da kadının peşini bırakmayan, an-
lamını bilmediği karabasanlar, kabuslardır.
•
Ingmar Bergman, yetmış yaşında yayımladığı otobi-
yografısinde yedi sekiz yaşlarında gittiği büyükannesi-
nin evinden söz eder. Bugün, bu yaşında bile, sakin ve
huzur içinde bir uykuya dalmadan önce o evi, büyükan-
nesinin evini oda oda, bütün ayrıntılarıyla gördüğünü
söylüyor. Gölgeleriyle, ışığıyla, kokularıyla, sesleriyle
yeniden kuruyor, düşlüyor Bergman. Yaban Çilekleri'-
nin profesör Sorg'unun gördüğü düş/karabasan, belki
de sinema tarihinin en etkileyici düş çekimidir. Berg-
man'ın babasının bir köy papazı olduğunu yazmıştım bir
yazımda. Babasının vaaz verdiği kır kilisesinde, öbür
çocuklarla beraber bir 'şarkı söylermiş Bergman, baba-
sı ortalıkta yokken tabii.
"Afrika da doğdum ben
Babam oralann kralıydı
Zürafa, maymun ve timsah ,
Oyuncaklarıydı çocukluğumun.
Çohaddii-Eyalo! ')"\ -
Şişko sömürgecinin yahnisi iyi oluyor!"
Evler, gölgeler, kokular, sesler, çocukluğun şarkıları,
yetmişine varmış bir büyük sanatçının, düş görmeyi an-
layan bir insanın kendi düşlerinden yeni düşler yarat-
ması. Düş gören ve gördüğü duşleri anımsayan insanla-
rın ayrıntı düşkünü olduğu doğrudur. Bergman'ın anlat-
tığına göre 1944 yılında Münih Operası bütün eski şehir-
le birlikte bombardıman altında yerle bir olmuş. Savaş
biter bitmez bütün şehri eskisi gibi, yeniden kurmaya
karar vermış insanlar. Opera binası o kadar büyük bir
tutku ve sevgiyle yeniden ınşa edilmiş ki, en küçük
ayrıntıya kadar eski binaya sadık kalınmış. O ayrıntılar-
dan biri de iki yüz koltuktan sahnede oynanan operayı
görem/yorolmanız. Yalnız müziği duyuyorsunuz. Salon
sözgelimi bin kişilikse, sekiz yüz iyi koltuğun yanı sıra,
dolu bir gecede iki yüz ınsan, örneğin üç saat sahneyi
görmeden orada oturup müziği dinliyor. Düş ve düş gü-
cü nasıl gelişmesin?
•
Bunuel ise bir başka âlem! Seksen iki yaşında yayım-
ladı kendi hayat hikayesini bu büyük anarşist. Son Nefe-
sim adlı kitaptan öğrendiğimize göre büyük bir düşçü o
da. "Yirmi yıl ömrün kaldı, ne istersin diye sorsalar, gün-
de iki saat çalışıp yirmi iki saat düş görmeyi seçerdim.
Sonradan anımsayacağım düşler. Duşleri karabasan
halinde bile severim, zaten çoğu zaman karabasandır
.gördüklerim. (...) Uyurken akıl kendini dış dünyadan ko-
rur; gürültüye, kokulara, ışığa o kadar duyarlı değilizdir
uyurken." Burada Bunuel ile Bergman arasındaki düş
ayrımına geliyoruz. Birinin duşleri sesler, kokular, ışık
üstüne kurulu. Diğeri bambaşka yanaşıyor düşlerine.
Bunuel'in yapıtında da Bergman gibi, Kurosavva, Fellini,
Hitchcock gibi düşlerin özel bır yeri vardır. Düş olmazsa
hayat da olmaz neredeyse bu ustalara göre.
•
Düşlerin 'anamaddes/'nedirpeki?OğuzAtay "Demir-
yolu Hikayecileri - Bir Rüya" adlı hikayesini yazarken
hangi rüyaların belleğinden yararlanmış olabilir diye
düşünüyorum. Sahi yahu, düşlerimizde gördüğümüz in-
sanların belleği var mıdır? Düş Ahlakı diye bir mesele
üstüne yazılmış yazıların azlığı üzücüdür doğrusu. Saç-
ma Rüyalar da vardır elbette. Bayat Düşler de.
Graham Greene, ölmeden önce, yıllardır, kırk yıldır
beraber yaşadığı Yvonne Cloetta'ya oir dosya teslim
eder. "Kendime ait bir dünya " adını verdiği ve yirmi beş
yıl boyunca gördüğü duşleri kayıt ettiği bir kitaptır bu.
Bayan Cloetta'ya dosyayı verdikten ve yayımlanmasını
istedikten birkaç gün sonra ölür Graham Greene. Kitap
1992de yayımlanır. Enfes bir düş kitabıdır bu. özel ve
kişisel olanı, gizli ve bireysel olanı, düşlerin ve yazının
gücüyle evrensel olanla buluşturur Greene. Bir başka
yazıya bırakıyorum bu kitabın 'düşünükurmayı'...
55. Devlet Resim ve Heykel Sergisî
•ANKARA (AA) - Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel
Müdürlüğü'nce. 55. Devlet Resim ve Heykel Sergisi
kapsamında, "Devlet Resim Yanşması", "Devlet Heykel
Yanşması". "Devlet Seramik Yanşması" ve "Devlet
Özgünbaskı Yanşmasf'düzenlendi. Kültür Bakanlığfndan
yapılan yazılı açıklamaya göre Türk sanatçılann yaraücı
çalışmalannı desteklemek. verimlerini arttırmak, sanat
ortamına değer ölçüsü getirmek ve devlet koleksiyonuna yeni
eserler kazandırmak amacıyla düzenlenen yanşmalara,
sanatçılardaha önce herhangi bir sergide ödül abnamış ya da
sergilenmemiş 3 eserle katılabilecekler.Birinciye
60 milyon. ikinciye 55 milyon, üçüncüye 50 milyon ve 3 adet
mansiyona 30'ar milyon ödül verilecek serbest konulu
yanşmalann şartnameleri ve katıhm formian, kültür
müdürlüklennden, Devlet Güzel Sanatlar galerilerinden,
Devlet Resim ve Heykel müzeleri ile ilgili fakülte ve
derneklerden sağlanabilecek. Açıklamada aynca, aynntıb bilgi
için Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nün
341 21 49 veya342 11 71-118,131 no'lu telefonlanna
başvurulabıleceği bildirildi.