Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
17 TEMMUZ1994 PAZAR CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
Hollywood'da erkek oyuncular kadın oyunculardan çok daha fazla kazanıyor
Yetenek değil, 'star'lık önemliKOttür Servisi - Hollywood'da
yıldızlann fılm başma aldıklan ücret ve
malvarlıkJan hep gûndemde olmuştur.
Sessiz sinema yıÛannda Mary Pickford,
döneminin en çok kazanan yıldızıydı.
1915 yılında haftada 2 bin dolar kazanı-
yordu. 1917 yılına geldiğimizde ise gaze-
teler Chariie Chapiin'e Mutual fırması
tarafından yılda bir milyon dolar öden-
diğini yaayordu. Bu, o zamanlar için
inanılmaz bir ücretti; çünkü o günlerde
gelir vergisi yoktu ve tüm oyuncular ser-
vet sahibi olabilmek için Hollywood'a
yerleşmenin yeterü olacağını düşûnü-
yorlardı.
Aradan yıllar geçip de 1987 yılına gel-
diğimizde ise Cannon Films'in ortak-
lanndan Menahem Golan sinema en-
düstrisini altûst edecek bir ücret ödeme-
ye karar veriyordu ve Sytvester StaDo-
ne'ye "Bras de Fer"de başrolü oynaması
için 12 milyon dolar teklif ediyordu.
Bu iki tarih arasında Hollywood yıldı-
zlanna milyarlarca dolar ödenmeye de-
vam edildi ve ücretler sürekü arttı. Ar-
noM Sdmarzenegger, James Cameron'-
un "True Iies" fılmi için 15 milyon do-
lar, Tom Cruise "Intenriev VVith The
Vampire", Kevin Costner "WaterworMn
filmleri için 14 milyon dolar, Sytvester
StaUone "The Specialist" ve Mkhael Do-
uglas "Disclosure" filmleri için 12 mil-
yon dolar ücret ahyorlardı. Bu ücretler o
kadar yüksek ki, starlar vergilerini öde-
dikten sonra bile gayrimenkul almaya,
borsada paralannı katlamaya ya da
çağdaş sanat eserlerine ilgi göstermeye
yetecek kadar paralan kahyordu ceple-
rinde.
Hollywood piyasasında ücretlerin bu
denli cazip olmasını nasıl açıklayabiliriz?
Çok basit olarak arz-talep kuramıyla sa-
nınz... Gösterime girdiği ilk hafta salon-
lan doldurmayı başarabilen bir filmin
oyuncusu, yönetmeni, ya da senaristi 8
milyon dolarlık barajı aşabibr gibi görü-
nüyor bu günkü şartlarda. Bunun yanı
sıra Patrick Swayze, Rkhard Gere ve
Nick Nohe gibi starlar oynadıkkn fılm
başanya ulaştığında, bu, kendi sayele-
rinde olmasa bile yükJü bir ücreti hak
ediyorlar.
Patrick Swayze "Dirty Dancing" ve
"Gbosfun dünya çapındaki inanılmaz
başanlannın ardından Disney'le bir an-
laşma yaparak "Faüıerhood" için 5 mil-
yon dolar almayı başardı. Ancak bu fil-
min başansızlığa uğrarnası Swayze'nin
fılm başma aldığı ücretin 2-3 milyon do-
lara düşmesine neden oldu. "Pretty Wo-
man" ve "Sommersby" fılmleriyle genç
kızlann kalplerindekı yerini daha da
sağlamlaştıran Rkhard Gere, "Intersecti-
on"daki rolü için 7 milyon dolar ücret al-
mayı başardı. Fakat fılm gösterime gir-
diğinde 'box-office'lerde yayımlanan ra-
karnlar, filmin salonlan doldura-
madığını, halkın ilgisini çekmediğini
kanıtladı. Richard Gere ise bu filmin
gösterime girmesinden önce "First
Knight" filmi için 8 milyon dolarlık bir
kontrat imzaladığından bu işten şanslı
çıkmayı başarabilmişti. Tabii bu şansı,
Gere'in ileride alacaği ücretlerin, önce
oynadığı fılmlerin gişe başansına bağlı
olduğu gerçeğinigölgelemeyecek.
Nick Nolte'un aldığı ücret ise VViUiam
Friedkin'in "Blue Chips" filminin ba-
şansızhğından sonra düştü. Hollyvvo-
od'da 10-15 milyon dolarlık ücretler
alan mültimilyoner yıldızlar arasında
Tom Cruise, Arnold Schwarzenegger,
Kevin Costner, Robert Redford. Harrison
Ford, Sylıester StaDone, Mkhael Doug-
las ve Mel Gibson'u sayabiliriz.
BiU Murray uçuk bir komedi olan
"Un Jour Sans Fin"deki rolü için 10 mil-
yon dolar ücret almıştı. Jack Nkrhobon
ise bir psikopatı canlandırdığı "Hoffa"-
daki rolü için 10 milyon dolar alıyordu.
Eddie Murphy, Bnıce VViltis ve Mkhael
Keaton yıldız olmaya adım attıklan ta-
rihte kendileriyle özdeşleştirilen kahra-
manlan canlandırdı. Eddie Murphy,
John Landis in "Beverly Hilk", Bruce
VVİllis John McTknuufın "Die Hard"
Michael Keaton ise Joel Schumacher'in
"Barman" filmlerinin üçüncüleriyle se-
yirci karşısına çıkmaya haarlanıyorlar.
Eddie Murphy "Boomerang" ile hızını
kaybetti ve fılm başma aldığı ücret 7-9
milyon dolara düştü. Bruce Willis ve
Michael Keaton ise film başına 4'er mil-
yon dolar ile aynı kaderi paylaşıyorlar şu
günlerde. Ya Macaulay'a ne demeli? Ba-
bası ve aynı zamanda menajeri olan Kit
Culkin, Howard Deutch'un "Rends La
Monnaie, Papa!" fılmindeki rolü için 8
milyon dolar almasını sağlamış. Tabiı
Hollywood'da da zaman zaman evdeki
hesap çarşıya uymuyor. Birdenbire ko-
mediye geçen Stallone, tasarladığı ba-
şanya ulaşamadı bir türlü. Çünkü ne ya-
parsa yapsın o, hayranlannın gözünde
bir macera adamıydı ve seyirci onu ko-
mik bulmuyordu. Stallone, bu komedi-
lerin ardından rol aldığı "Demob'tjon
Man" ve "Clifîhanger" fılmleriyle yeni-
den eski parlak günlerine bir dönüş
yaptı. Schwarzenegger, "Last Action He-
ro"da daha önce canlandırdığı tiplerle
dalga geçmeyi denedi ama, tüm starh-
ğına karşın halka yeni bir imaj suna-
madı. Kevin Costner'in başrolünü oy-
nadığı "Kusursuz Dünya"run başansız
olmasının nedeni de buydu belki. Kimse
Costner'in canlandırdığı suçlu rolüne
ısınamamıştı nedense.
Kadın yıldızlara baktığımızda durum
biraz daha farklı. Juüa Roberts'ın "PeB-
kan Dosyası" ile 8 milyon dolar. Whoo-
pie Goldberg'in "Sister Act" ile 7 milyon
dolar, Michelle Pfeiffer ve Jodk Foster'-
in fılm başına 6 milyon dolar aldıklannı
söyleyebiliriz. Tabii bu fılmlerin, başrol-
lerinde oynayan kadın yıldızlar sayesin-
de ister istemez ilgi odağı olduklan da
yadsınamaz. Barbara Stretsand, Demi
Mogre ve Sharon Stone. fılm başına 5
milyon dolar alıyorlar. Meg Ryan ve
Meryl Streep icinse bu rakam 3-4 milyon
dolara düşüyor. Gleım Oose, Goldie
Hown, Kathken Turner, Jamie Lee Ctır-
tis, VVinona Ryder, Debra Winger, Mda-
nie GriflRth ve Geena Davis'in ise fılm
başına aldıklan ücret 2-3 milyon dolar
arasında.
Erkek ve kadın yıldızlann aldıklan
ücretler karşılaştınldığında Hollywo-
od'da ne gibi haksızhklar yapıldığı ister
istemez ortaya çıkıyor. Hiç kuşkusuz
"ne kadar iş o kadar para" mantığıyla
yola çıkılsa karşımıza daha farklı bir
tablo çıkardı ama Hollyvyood'da kural-
lan hala "arz-talep" eğrisi belirliyor.
PENALH
Kevin Costner, Tom Cruise, Harrison Ford (10-15 milyon dolar), Julia Robert (8 milyon dolar) ve Jodk Foster (6 milyon dolar) film başma aldıklan ücretler.
Kiûtüryaymcıhğı zovchmmtdaANKARA (AA) - Kültür Ba-
kanlığVnın desteğiyle gerçekleştirilen
"Türkiye Yayıncdık Sektörü Araştı-
rması"na göre Türkiye'de 1980'li
yıllann başından bu yana. yayımlanan
kitap sayısı her yıl sürekli ve düzenli
bir düşüş gösteriyor. Nüfus ve okur-
yazarbktaki sürekli artış da göz önüne
alındığında, kıtap pazannda son dere-
ce ciddi bir daralmamn söz konusu ol-
duğu ortaya çıkıyor. Kültür Bakanlığı
ve Türk Pazarlama Vakfı tarafından
gerçekleştirilen ve 5 aylık birçahşmay-
la ortaya çıkan araştırmanın sonuç-
lanna göre "kültür yayıncdığı"
ağırbklı olarak küçük ve orta ölçekli
işletmeler tarafından yapıbyor.
Kültür yayıncılannı. cğitım düzeyı,
yabancı dil bılme ve mesleki yayınlan
izleme oranı yüksek, mesleğe giriş ve
sürdürüş motivasyonu farkb bir grup
Kadın çıplakhğının ötesinde..Kültür Servisi - Son günlerde Ingiltere'nin en
meşhur erkeklerinden bir tanesi olan Hugh Grant'i,
top modellerin hem fizik hem de kişilik olarak tam
aksi yönünde olmasıyla ünlenen Ella Mac Pber-
son'ı ve Raphael öncesine özgü o pijamasız 'pinek-
lenıe' partilerini bir araya toplarsanız "Sirens" adlı
fılm karşınıza çıkıyor.
Filmin konusunu özetleyen bir yoruma göre;
"Sirens"; "Avusturalya'nın ma>i dağlarmda gecen,
düğümlerini çözihererek zeki ve nükteli bir duyaruk
sınavı veren" bir çahşma. Gerçekten de öyle mi?Ya-
zar Antnony Quinn'e göre ise: "FOmde kaçınılmaz
bir surette. bir hayli fada çıpiaklık sergflenerek biz-
lerin bir şeyler hissetmesine çauşıbnış, ancak yönet-
men John Duigan'ın bu konu haklunda yapabikceği
pek fazla bir şey yok."
Romantik bir komedi
Yönetmenin kişisel düşüncesi sorulduğunda
şöyle bir yanıt veriyor: "Herhangi bir kategoriye
sokuunası oldukça güc bir film. Sanırun romantik
bir komedi olarak da adlandırabilirsiniz. Sabun kö-
püğü türünden ounadığı da bir gerçek. Eğer bir kişi,
yağmuriuğu içinde sadece boşca vakit gecirmek için
filmi izlemeye geUrse ciddi bir şoka uğrayacak de-
mektir."
Filmde Hugh Grant, piskopos
tarafından eserleri skandala
neden olan sanatçı Norman
Lindsay'e (Sam Neill)
gönderilerek çalışmalannı
sergiden kaldırması için ikna
etmek üzere görevlendirilen
tecrübesiz ve saf bir Anglikan
bakanı canlandınyor.
"Ciddi bir şok" filmin konusu içinde de ciddi bir
unsur oluşturuyor. 1930'larda Avustralyalı sanatçı
Norman Lmdsay, son derece erotik olan çıplak
kadın resim ve heykelleriyle o zamanın muhafaza-
kar toplumunda büyük bir skandala sebep olmuş-
tu. özellikle, Hz. İsaVı çıplak bir kadın olarak tas-
vir ettiği, ona işkence yapanlan da kilise adamlan
ve avukatlar olarak gösterdiği "Çanmhtaki Ve-
nüs" adb eseriyle kibse tarafından kafirlik ile suç-
lanmıştı. "Sirens" adb fıbnde ise yönetmen John
Duigan, bu yazınsal anektodu kendine konu ala-
rak, işbyor ve tartışmaya açıyor. Filmde Hugh
Grant, piskopos tarafindan eserleri skandala ne-
den olan sanatçı Norman Lindsay'e (Sam Nefll)
gönderilerek çabşmalannı sergiden kaldırması için
ikna etmek üzere görevlendirilen tecrübesiz ve saf
bir Anglikan bakanı canlandınyor.
Insamn bazı sırlan olması çok güzel
Filmde aynca, sanatçı Norman Lindsay'in göz-
lerden uzak dağlık bir bölgedeki, adeta kartal yu-
vasuıı andıran evine gelen Campion ve kansına da
(Tara FıtzgeraM) tanık oluyoruz. Dürüst ve erdem-
ü bir çift olan Campionlar, aksi ve haşin köylülere,
adeta kabadayı gibi karşılanna çıkan çıplak eserle-
re ve çevrelerinin tesiriyle kendi kişisel hareketle-
rinde meydana gelen çekingenliğe karşı savaş aç-
mak ve hatta yüzleşmek zorundadırlar.
Öte yandan, yöreye geçici olarak görevli gelen ve
orada birkaç gün daha kabnaya mecbur bırakılan
Lalihsiz bakansa, kendi kişisel ahlaki misyonuyla
aüay edümesi, önemsiz bulunmasından ziyade, evli-
liğinin kansının sirenlere karşı neredeyse büyük bir
aşka dönüşen bir bağbbk duymasıyla yıkıbşma şa-
hit olur. Variety dergisine göre,"Duigan, A^ustral-
ya sinemasının duyumsal imparatorluğunun yeni hü-
kürndan." 44 yaşındaki yönetmen, koyu püritan-
lann pobtik dürüstlükten yana olduklannı ve fıbn-
deki bazı sahnelerden hoşlanmayacaklannı bilme-
sine rağmen, ses getiren bu çahşmasından oldukça
raemnun:"Şu andan itibaren her an fihne tepki gös-
terebüecek insanlarla karşdaşabOirsiniz. Bunlann
içinde çıplaldığı sömürü ile eşit sayanlar oiacağı gibi,
John Duigan
(üstte), çıplakbğın
filmdeki en önemli
özellik durumuna
gelebüir
olmasından
ûzüntü
duyuyor.'Sirens'
filmindenbir
sahnede Portia de
Rossi. Tara
Fitzgerald, Ella
Mac Pherson
ve Kate
Fischer (>anda).
eieştinnenlerin de belirttiği şekilde Sirens'i, piaybo-
yu köşe yazılan için okuduğunu söyleyenler gibi
seyredenler de olacaktır. Kadın vikuduna hayranlık
duyduğum ve onu filmimde kullaDdığun için özür di-
lemeyeceğim. Ama sanırım filmin içinde kadın
çıplaklığınuı güzelltğinden çok daha fazlası var. Ger-
çek hayatm içindeki bir fantezi dünyası ile ilgileniyo-
rum. Cmit ederim ki kiliseııin muhafazakar ogretisi
ile kişinin kendine özgü duygusal yaşamındaki haz-
lar arasındaki gergûüiğJ, nükteli bir şekilde anlata-
bilmişnndir." Filmdeki Campionlann sempatik
olmadığı yolunda çıkan görüşlere de katılmıyor
Duigan: "Şu doğru. FHmde Hugh'un oynadığı karakte-
rin üzerinde çok dunıyor ve seyirciyi şaşırtıcı bir kavisin
içine alıyor. Başlangıçta. gözümüze saçmasapan bir
adam gibi gözüküyor. ancak daha sonraları kansına deli
gibi aşık ve onda olan değişiklikleri anlamakta güçlük
çeken. kolay incinebUir bir insana dönüşüyor. Bu nokta-
da da kansına "İnsamn bazı sırlan olması çok güzel' de-
mekk yetiniyor. Kişisel fikrimce bu, tarttşılabilir bir
konu. Eğer her ilişki tamamıyla açık olsaydı, insanlar
kendilerini iç dünyalarınuı her safhasını, her halini açığa
vurmayı hissederierdi ki bu durumda da hiçbiri de normal
aktşında vürüyüp gidemezdi."
oluşturuyor. Araştırmada, "Yayıncılığı (kâr
etmek ya da para kazanmak) için değil. asıl
olarak idealleri ıığnına yapan bu grubun. bo-
ğuştuğu ağır ekonomik koşullara rağmen,
hala direnmesinin temel nedenini, bu farkhlı-
kta aramak doğru olacaktır" denıliyor.
Mevcut koşullarda kültür yayıncıbğını
sürdürmenin ekonomik olmaktan gıttikçe
uzaklaşan bir faaliyete dönüştüğü, belli ön-
lemler alınmadığı takdirde kültür
yayıncıhğının iyice küçüleceği vurgulanıyor.
Manevi tatmin var, ama...
Araştırmanın sonuçlanna göre, yayına-
lann yüzde 9O'ı yaptığı işten manevi tatmin
alıyor, buna karşıbk yüzde 80'i oluşturan
grup işinden maddi tatmin alamadığını be-
lirtiyor.
Yayın sektöründe hakim olan ölçek
küçüklüğünün, teknolojik donanım düzeyi-
nin de fazla gelişememesine neden olduğu
vurgulanan araştırmada, sektörde bılgisaya-
ra geçmenin henüz tam anlamıyla gerçekleş-
mediği, yayınalann yüzde 20 gibi önemli bir
bolümünün son 5 yıl içinde işini gebştirmek
üzere hiçbir yatınm yapamadığı belirtiliyor.
Yayınevlerinin yüzde 33'ünün tümüyle te-
lif, yüzde 10'unun çeviri eserler yayımladığı.
diğer bölümün ise karma bir yayın yelpaze-
sinde yer aldığının ortaya çıktığı araştırma-
da, yaymcılannın yüzde 57'sinin tebf ajans-
lanyla herhangi bir ilişkisi olmadığı, yayına-
lann kullanabildiğj tanıtım yollanrun olduk-
ça kısıtlı olduğu belirtiliyor.
"Televizyon ve radyo bu anlamda etkin bi-
rer mecra haline dönüştüriilememiştir. Hali-
hazırdaki mecralara ulaşmak ise küçük ve
orta ölçekli yayınevleri için önemli bir sorun
haline gelebilmektedir" denilen araşürmada.
bu nedenle birçok küçük ölçekli yayınevleri
için tek tanıtım mecrasının yılda bir kez dü-
zenlenen kitap fuan olduğu, yayıncılann
tarutıma para ayıramadıklan kaydediliyor.
Yurtdışı bağlantılar zayıf
Yayınalann yüzde 27'sinin geçen yıl için-
de hiçbir kitabı için basın ilanı veremediği,
yüzde 48'inin de bir kitap için en fazla 1 ile 3
arasmda ilan verebildiği sonucu ortaya çı-
karken yayınalann yurtiçi fuarlanna katıl-
ma oranının yüzde 75, yurtdışı fuarlanna
katılabilenlerin oranının ise yüzde 32 olduğu
saptaması da yapıbyor.
Yayınalann, "Türkiye'deki girdi fiyat-
lannın dünya fıyatlan civannda sevrettigi.
buna karşdık kitap fiyatlannın, dünya fiyat-
lanndan daha düşük olduğumı düşündüğü"
araştırmada belirtiliyor. Araştırma sonuç-
lanndan bazılan da şöyle sıralanıyor:
"YayuKilann yaklaşık yüzde 90*1 kağıt
ödemelerinde ve yüzde 70'i de, telif/çeviri öde-
melerinde gecen yıla oranla zorlanmaktadır.
\'ayıncüann yüzde 30'u, faaüyetlerini sürdü-
rebihnek için gayrimenkul satmak > a da ipo-
tek ettirmek, yaklaşık yüzde 75'i de şahıslara
ya da bankalara borçlanmak durumunda
kalmtştır. Ortalama baskı adedi düşüktür.
Yayıne>1erinin yüzde 80'i bir kitaptan 2-4 bin
arasmda basmaktadır. Yayıncılaruı yüzde
55'i, geçen yıl içindeki satışların bir önceki
yıla oranla ya mutlak olarak düştüğümi ya da
aynı kaldığmı beürtmiştir."
BestseUer yakalama şansı düşük
Yayınevlerinin bestseller (en çok satan)
yakalama şansımn düşük olduğu da ortaya
çıkan araştırmada, kitaplann kağıt ve cilt
kabtesinin düşük olduğuna, ağırlıkla 3. ha-
mur kağıda basıb cütsiz kitaplar yayı-
mlandığına da işaret ediliyor.
Yurtiçi saüşlann çok büyük ölçüde İstan-
bul, Ankara ve Izmir'le sınırh olduğu, diğer
büyük kentlerin toplam satışlar içinde çok
düşük paylar alabildiği saptanan araştırma-
da, yayınalann yüzde 75'inin yayınevinin
kendine özgü bir okur kitlesi bulunduğunu
düşündüğü de belirtibyor. Yayıncılann
yüzde 62'si yayın politikasında herhangi bir
değişikliği düşünmediğini açıklarken en faz-
la "ders ve çocuk kitaplanna yöneune" şek-
bnde bir değişikliği düşündükleri kaydedili-
yor. "Yaymcdıgın her alanı sorunhı" sonucu-
nun ortaya konulduğu araştırmada, telif/
çeviri konusunda en önemli sorunun "kor-
san yayiDcdık" olduğu da bir başka saptama
olarak yer abyor.
MEMET BAYDUR
Balıkçı Karıları
Resim, heykel galerileri kentlerin kimlik kartlarıdır bir
bakıma. Kitapçıları, parkları, çocuk bahçeleri, barları,
kahveleri, sokak müzisyenleri, tiyatrolan, konser salon-
lan, pantomim sanatçıları, atfı karmcaları, müzeleri,
anıtları, meydanları gibi bir şehrin resim-heykel galeri-
leri, müzeleri ne kadar iyi ise o şehir de o kadar şehirdir.
Kaldırım gibi otobüs durağı, çöp kutusu, posta kutusu,
üstünde döner lokantasıyla televizyon kulesi, çiçekçi
dükkanlarıyla şehir olur bir şehir. Eski olanın korundu-
ğu, yeni olanın yüreklendirildiği, çirkin olanınsa nere-
den gelirse gelsin karşısına dikilen vatandaş kentlileriy-
le geniş yerleşim alanları "kent" olurlar. Kentleri, bir
düzlükte çadır kurmuş yayla insanlarmın kargaşasın-
dan ayıran olgu, estetik denilen kavramdan nasibini
almış insanların dayanışmasıdır bir bakıma. Bu bir du-
yum sorunudur doğal olarak. Estetik duyunun ise şehir-
ciliğe "tarafsız" bir gözle bakması gerekir. Bir başka
deyişle, karşı olduğunuz ideolojinin yaptırımlarından
önce, dost bildiğiniz kişilerin, yaşadığınız kente diktiği
tüyleri görüp eleştirerek başlamak gerekiyor işe. Bir
kenti süslemek ile yağlı güreşlerde bir pehlivana teza-
hürat yapmak arasındaki ayrım o kadar ince değildir.
Birbiriyle hiç ilgisi olmayan sorunlardır bunlar.
Bilmediğim, tammadığım bir kente ayak basınca ilk
işim kitapçıları bulmak olur. ikinci işim de elimdeki kitabı
okurken iki kadeh içki içecek keyifli bir kahve ya da bar
bulmaktır. Kalabalık, ucuz, çok insanın girip çıktığı ma-
halle kahvelerini yeglerim hep. Kitapçı ve kahve mese-
lesini hızla hallettikten sonra sıra resim galerilerine ge-
lir. Londra'da Hayvvard, New York'ta Metropolitan Mü-
zesi'nin resim galerileri insana her adımda olağanüstü
güzellikler sunarlar.
Büyülü, buğulu bir haz verir insana büyük bir sanat
eserinin karşısında durmak. Goya, Klee, Da Vinci, Ma-
tisse, Miro, Rothko, Picasso, Dali...
Sağınızda bir Japon çift, solunuzda iki üç Italyan, ardı-
nızda üç beş Norveçli, ortak bir coşkunun sessiz keyfin-
de yelken açıp gidersiniz bir tablonun karşısında.
Eşi benzeri olmayan bir heyecandır bu. Uygar olan
her insanın paylaştığı, yaratıcıya saygı duyan insanların
iyi bildiği dingin coşkudan söz ediyorum.
Salvador Dali'nin gençlik yıllarında yaptığı tablolar, bu
yılın ilkbaharında Londra'da Hayvvard Galeri'de sergi-
lendi. Sonra haziran sonunda New York'a gitti, aynı ser-
gi, oradaysa ünlü Metropolitan Müzesi'nde sergilendi.
Bu büyük ustanın, tanınmamış bir ressamken yaptığı
tablolar büyük ilgi gördü. Sergilenen tabloların arasında
Salvador Dali'nin yirmi dört yaşında yaptığı, 1928 tarihli
"Kadaklı Üç Balıkçı Karısı" adlı tablo da vardı. Mayıs
ayında Hayvvard'da, temmuz ayındaysa Metropolitan-
da açılan sergide sözünü ettiğim tablonun ters asıldığı 5
Temmuz 1994 günü anlaşıldı. İki aydır binlerce insanın
önünde tepetaslak duran tablo indirildi, çevrildi ve yeni-
den asıldı müze duvarına. Resmin başaşağı asıldığı an-
laşılıncaya kadar, binlerce insan geçmiş bu tablonun
önünden. Aralarında ünlü sanat eleştirmenleri de var.
Serginin kataloğuna da başaşağı basılmış tablo. Eleştir-
menler sergiyi övmüşler de övmüşler. ingiliz Indepen-
dent gazetesinin sanat eleştirmeni Tim Hilton, bu resmi
"serginin doruk noktası" olarak tanımlamış yazısında!
Şimdi herkes süklüm püklüm, eh öh, peh poh diyerek
vaziyeti kurtarmaya çalışıyor. Metropolitan Müzesi'nin
yöneticileri resmi ters bastıkları sergi kataloğunun içine
bir not koydular: Burada ters basılı olan bu tabloyu, kata-
loğu yüz seksen derece çevirip seyredin gibi bir şey.
Dali'nin genç bir ressamken yaptığı tabloysa olağa-
nüstü güzellikte. Duvara nasıl asılırsa asılsın, koruyor
güzelliğini. Bu dediğim benim gibi resim sanatından an-
lamayan sade vatandaş için geçerli elbette.
Bir tablo, ressamının yaptığı gibi asılmalıdır duvara.
Yoksa Londra ve New York'un bu ünlü galeri yöneticisi
uzmanların yaptığı iş, Joyce'un Ullysess'inin ünlü bölü-
münü noktalı, virgüllü yayımlamak gibi bir şey. Müze
yöneticilerinden Nathalie Garnier, "Soyut sanat eserle-
rinde bu gibi yanlışlıklarm kolaylıkla yapılabileceğini"
söylemiş.
Dali'nin tabloâu bana göre pek soyut bir eser değildi.
Ayrıca resimde soyut-somut ayrımını pek anlayamamış
bir cahil olarak bundan böyle büyük müzelerde, ünlü
galerilerde göreceğim resimlere daha dikkatli bakmam
gerekiyor galiba. Mondrian, Rothko, Malevitch gibi çok
sevdiğim ressamların tablolarına da yenıden bakmak
gerekebilir.
Kentlerden yola çıktık nerelere geldik!
Benim asıl merak ettiğim şey ise bambaşka. Dali'nin
Balıkçı Karıları tablosu ters mi asılmış, düz mü asılmış,
benim asıl merak ettiğim şeyle ilgisi yok. Ben asıl şunu
merak ediyorum: Goya'mn Çıplak Maya'sı müstehcen
midir? Mona Usa ters asılsa, bazı kentlerin belediye re-
isleri fark ederler mi? Birtakım zamane ressamlarımızın
resimlerini yan yatırsak ne olur? Ne olmaz?
Bilkenrte konserli sınav
• ANKARA (ANKA) - Bılkent Üniversitesi Müzik ve Sahne
Sanatlan Fakültesi Enstrüman ve Kompozisyon Bölümü
öğrencileri. halka açık konserlerle bitirme sınavına giriyor.
Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatlan Fakültesi
Dekanı Prof. Ersin Onay yaptığı açıklamada. öğretim yılı
sonunda kompozisyon bölümünden 6 öğrencinin mezun
olduğunu bildırdi. Bitirme sınavlannınbu yıl ilk kez halka açık
konserle yapıldığmı kaydeden Onay. "Önceki dönemlerde
öğrenciler bestelerini yazar ve kurul bunu kağıt üzerinde
değerlendirildi. Bu yıl ilk kez öğrenciler, kendi bestelerini
Bilkent Üniversitesi Akademik Sinfoniette Orkestrasf nı
yöneterek seslendirdiler. Konserlere eleştirmenler, sanatçılar ve
isteyen herkes katıldı. Öğrencilerin besteleri ve orkestra
yönetimi, canb bir şekilde, geniş bir katıhmla değerlendirildi.
Aynca öğrencilerin besteleri büyük ilgi ve beğeni gördü" dedi.
Çocuk ve tiyatronun geleceği
• İZMİR (AA) - İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürü Cengiz
Yılmaz, tiyatrolann seyirci sıkıntısı çektiğini belirterek, "Böyle
devam ederse tiyatrolar büyük bir krize girecektir" dedi.
Yılmaz, yaptığı açıklamada, özellikle Devlet Tiyatrolan'nın.
yannın seyircisini yetiştiımek için çocuklara müzik ve tiyatro
konusunda altyapı hazırlamalan gerektiğini beürterek şunlan
söyledi: "Çağın sorunlanm, çelişkilerini yansıtan tiyatro sanatı
konusunda çocuklanmızı yetiştirmeliyiz. Küçük yaştaki
çocuklara müzik ve tiyatro kültürünü verirsek yannın
seyircisini elde edebiliriz. Çocuklanmızla bu işe başlamazsak
tiyatrolanmız tamamen seyircisiz kalacak." Yılmaz, küçük
yaşta müzik eğitimi veriknesi durumunda, çocuklann kabteli ve
kalitesiz müziği ayırt edebileceklerini ve müzik dinleme
tercihlerini daha sağlıkb yapabileceklerini sözlerine ekledi.
Emlakbank'tan kûltürel destek
• KOC AELİ (AA) - İzmit Eski Evleri Yaşatma Projesi
(İZEYAP)çerçevesinde-oluşturuIan kûltürel fona, Emlakbank
150 milyon lira destek sağladı. Kocaeli İl Kültür Müdürü ve
İZE YAP Başkanı Birgül Yürüker, projenin daha hızlı
yüriitülebilmesi amacıyla, "Bir kiremit de sen koy" sloganıyla
başlaülan kampanyaya ilk yardımı, 150 milyon lira ile
Emlakbank'ın yaptığmı söyledi. Emlakbank'ın yaptığı
yardımın, restorasyon çalışmalan devam eden Kapanca Sokağı
için kullanılacağı belirtildi. Birgül Yürüker, İZEYAP'ın,
İzmit'teki tarihi yapılann korunması açısından çok önemli
olduğunu vurgulayarak tüm kuruluşlan bu projeye destek
vermeyeçağırdı.