Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
7NİSAN1994 PERŞEMBE CUMHURİYET2 SAYFA
KULTUR
'Sanatçı aslındabirpalyaçodur'
Ünlüyönetmen Andrei Mikhalkov-Konctıalovski, her sanat türünün bir oyun olduğugörüşünde
TUNA ERDEM
Sert yüz hatlan ile sinema, do-
ğa. kültür, tann, felsefe gibi bir-
çok konudaki yadırgatıcı görûş-
lerini sert bir üslupla dile getirişi
birleşince ilk izlenim ürkütücü
oluyor. Ancak koyu renk gözlük-
lerinin ardında saklanan yumu-
şacık bakjşlannı yakalayabildiğı-
niz ve ağzından çıkan sert söz-
cüklerin çoğunun "sevgj" oldu-
ğunu aynmsayabildiğinizde bu
ilk izlenimin ne denli yarultıcı ol-
duğunu anlıyorsunuz.
Söz konusu ilginç kişilik, sa-
natçı bir ailede, Tofetoy, Proko-
fıyev gibi kışilikleri "sıradan misa-
firier olarak görerek büyüyen
Ashkenazy ile aynı arufta müzık
eğitimi gören ve onun seviyesine
ulaşamayacağına karar vererek
sinemaya geçiş yapan, Tar-
kovsky'nin birçok fılminde sena-
rist ve yönetmen yardımcısı gö-
revlerini üstlenen, daha sonra
Amerika'ya göç eden, Nikita
Mikhalkov'un kardeşi, ünlü yö-
netmen Andrei Mikhalkov-Konc-
halovski.
İlk filmı "tlk Öğretmen"festi-
val kapsamında gösterilen ve
'Maria'nın Aşklan". "Bataklık
İnsanlarT, "Sibirya Destaıu" gibi
filmlerinden tanıdığımız Konc-
halovski ile sinema ûzerine ko-
nuştuk:
- Sinemada edebiyat uyarla-
maiarının sayısı son yıllarda ol-
dukça arttı. Vazarlara daha yaz-
madıkları romanlar için telif ücre-
ti ödeniyor, çoktan unutulmuş ro-
manlar tozlu raflardan çıkarılıp
beyazperdeye yansıtılıyor. Birçok
edebiyat uyarlaması yapmış bir
yönetmen olarak siz bu eğilimi
nasjl açıklıvorsunuz?
Edebiyat uyarlamalan sadece Amerika'da artı-
yor. Çünkü birdûşünoeyi satmanın en kolay yolu bu.
Orada her şey para üzerine kurulu. Buradaİci edebi
yapıtlann birçoğu sonradan sinemaya uyarlansın
diye yazılıyor. Bu sadece para kazanma yolu, sanat
değil. Aslında gerçek sinemayı yaaya dökmek çok
zordur. Bu nedenle filmi ıçin yapımcı arayanlarçe-
kia bir bıçimde yazılmış bir metni göstermeyi ter-
cih ederler. Charlie Chapiin gibi büyük sinemaalar
hiçbir zaman edebiyat uvariaması yapmadılar. Ya
da Woody AUen'ın ne yapmaya çalıştıgını. perdede
görene kadar anlamak çok zordur. "Kızgm Boğa"-
nın senaryosunu okusanız çok sıkıa bulursunuz,
ama filmi olağanüstüdür.
Gerçek sınemacılar, söze çevrilemeyecek fılmler
yaparlar. Aslında edebiyat ile sinemanın tek kesiş-
tikleri nokta ikisinin de giriş gelişme ve sonuç bo-
lümlerinin bulunması. Senaryo edebiyat değildir.
senaryo yan tamamlanmış bir üründür. Okunmak
için değil çekılip seyredilmek için yazılır.
- Postmodemizme karşı otduğunuzu söylemişti-
niz, bunun nedenlerini açıklayabih'r misiniz?
Öncelikle. postmodernızm ınsanoğlunun ya-
rattığı hayal kınkhğından doğdu ve bu hayal
kınklığını biryasayadönüştürerek insanın temelde
kötü olduğunu, insanın en temel özelliklerinin kö-
tülük olduğunu ileri sürdü. Ben ise hâlâ insanlığa
olan inancımı koruyorum. îkincisi postmodernizm
içeriğe değil, bıçime önem veriyor. Bence önemli
olan aklın ürünü değil kalbin ürünüdür. Benim için
sanat kalpten gelendir. Aslında insanın duygulan
temelde üç tanedir korkmak, sevmek ve güîmek.
Ve sanatın ıçenği bunlan uyandırabilir. Elbette bu
her sanat dalı için farkbdır. Sinema imgeler kul-
landığı için çok vulgar bir sanat dalıdır. Ama aynı
zamanda çok sofistike bir sanattır, çünkü iyi yapıl-
dığında en derin duygulannıza ulaşabilir.
- Basın toptantisında 'İnsan sahip olduğu şeyin
değerini anlavamaz' demiştiniz. Acaba Sovyetier
BirtiğTnde sinemanın çok daha ciddiye alındığı düşü-
nülürse Amerika'v a gittikten sonra hiç elinizdekinin
değerini anlayamadığuıızı düşündünüz mü?
Sovyetler Birliği'nde sinema her şeyden önce bir
propaganda araa olarak görülüyordu ve o yüzden
ciddiye alınıyordu. Şimdi Rusya'da sinema propa-
ganda olarak algılanmıyor ve kimse de sinemayı
ciddiye almıyor. Oysa sanatın özü hâlâ aynı. Her
sanat türü aslında bir oyundur. tnsanoğlunun
yapabileceği en güzel şey de sadece oyun oyna-
maktır. Sanatçı aslında bir palyaçodur.
çünkü sanat insanlan eğlendirir baa
masallar uydurur. fanteziler yaratır. FeJ-
lini bu yüzden palyocolara aşıktı sanıyo-
rum. çünkü o da bir palyaçoydu. Bütün
deha o hüzünlü gülümsemededir çünkü.
Sanatın dua etmeyi andırdığı noktada
sevgi doğar.
- Yakın bir geçmişe kadar Rusya, sine-
manın en yetkin ömeklerini verirken şim-
di bir krize girmiş görünüyor. Sizce bunun
nedeni nedir?
Nedenı maddi sıkıntılar ve piyasanın
merkeziyetsizleştinlmesinin yarattığı
sıkıntılar. Bana kalırsa Amerikan sine-
ması daha büyük bir kriz yaşıyor. Çok
para kazanıyor. ama Rusya'dakinden
daha büyük bir kriz içinde. Artık hiçbir
yeni keşifte bulunmuyor. Her şey. önce-
den tahmin edilebilecek biçimde gerçek-
leşiyor. Her filmin konusu baştan belli.
Hoîlywood'da içinde en ufak bir yaşam
kıpırtısı olan bir fılme rastlamak çok
zordur. Artık sinema orada sanat ol-
maktan çıkıp zanaat olmuştur. Çok da
başanlı ve son derece profesyoneldir.
Ama insanlık adına yeni bir buluş sun-
maz seyirciye.
- Yani krizin tek nedeni maddi ota-
naksızlıklar mı?
Aynı zamanda da ideolojik. çünkü
artık sanatçılar çok fazla özgürlüğe sa-
hipler. O kadar özgürler ki, bu özgürlük-
le ne yapacaklannı bilemiyorlar. Ama
sanatın özü her ortamda var olur. İster-
sen şu kültablasından da sanat yaratabi-
lirsin, eğer yetenekliysen. Sorun sadece
yetenekte değil sanatsal. Alberto Mora-
via bir zamanlar "Sanatçılann tek soru-
nu var o da ikridarsızlık" demişti. Ben de
buna inanıyorum.
- Sinemanın Amerikan tekeline girme-
sine karşısınız. peki Avnıpalı sinemacı-
lann sinema sektörünü GATT Anlaşması
dışında tutma mücadelesinin nasıl karşılı-
yorsunuz?
Doğru buluyonım. Çünkü sinema bir
ticari mal değildir. Sanatın entelektüel
kalitesini satın alamazsınız. Bir film tica-
ri mala dönüştürülebilir tabii ve televiz-
yon da her şeyi bir mala dönüştürüyor.
Bence günümüzde dünyanın karşı karşı-
ya olduğu en büyük tehlike televizyon-
dur. Televizyon, dünyada olup bitenler
Konchalovski. 'Bence günümüzde dünyanın karşı karşıy a olduğu en büyük tehlike televizyondur.' (Fotoğraf: UĞUR GÜNYÜZ)
karşısında insanda bir duyarsızlık, umursamazhk
yaratıyor. Televizyon insanlar ve gerçekler arasına
yıkılması olanaksız bir duvar örüyor. Eğer her gün
televizyonda Bosna'daki cinayetleri ya da Körfez
Savaşı"nı seyrediyorsanız bunlan sanki başka bir
gezegende olup biten olaylar olarak görme>e baş-
larsınız. Bir imge enflasyonu var ve bu 11. yüzyılın
en büyük haslalığı. îmaj bombardımanı altında bi-
linç. gereksiz ve yararsız bilgiyle dolup taşıyor.
Sanıyorum yüzyılımızda hiçbir şey göstermeyen
sessiz bir kanala ihtiyaç var. İnsanlar hiçbir şey
görmemek için para ödemeye başlamalı. Geri ka-
lan her şey de bedava olmalı.
- Peki imgelere böylesi çok anlam >üklendiği bir
çağda imgelerin sanatı olan sinema kcndinc >eni bir
dil mi varatmak zorunda <>i/ce?
Hayır. çünkü temelde insan hiç değişmiyor.
Jnsan belli rahatsızlıklara tepki verebilen toplum-
sal bir hayvan. Yeni bir dile ihtiyaç duyamaz bu
nedenle. Ancak bazı sosyal katmanlar böylesi bir
dili anlamlı bulabilir. Ama her zaman çiçeklerin
kokusu, parfüm kokusundan önemli olacaktır.
Her zaman "Bu parfüm, gül kokulu" diyeceğız, hiç-
bir zaman "Bu gül parfüm gibi kokuyor" demeyece-
ğiz. Her zaman öndc gelen doğa ılc ilişkilenmiz ola-
cak. İnsanın yaratacağı her şey doğal olanın yanı-
nda ikincil kalmaya mahkûmdur. Kültür de doğa-
nın bir parçasıdır. Kültür de ekolojik bir düzendir.
İnsan kültürü doğanın biçimlediği zihniyle yaratır.
Bu zihin, iklim. sıcaklık gibi doğal etkilerin bir ara-
ya gelmesi sonucu oluşur ve uygarlık tarafından
değıştirilemez. Doğa, ancak kendi kendisine mü-
dahale edebilir. Eğer insan doğa-
ya karşı durursa doğa onu ceza-
landmr, doğaya uygun davranı-
rsa kutsar. Bu nedenle en doğru-
su doğa yasalanna uymaktır.
Ama bu çok zordur. çünkü insan
kibirli bir yaratıktır. Oysa Ein-
senstien gibi kişiler göstermiş ki
gerçeklığın sadece yüzde 99.9'u
gözle görülebilir. Demek ki çok
az şey biliyoruz ve alçakgönüllü
olmaîıyız.
- Tarkovsk\ ile birlikte çalts-
mak sinema anlayışınızı nasıl et-
kiledi?
Biz meslektaştık ve bir süre için
karşılıklı olarak birbirimizi etki-
ledik. Sonra birbirimizi etkileye-
mez olduk ve yollanmız aynldı.
Çünkü o zam.ınlar öğrenciydik
ve işbirliğimizin sonucunda orta-
ya fılmler çıkarabıliyorduk, ama
belli bir süre sonra ayn yollarda
ilerlemeye başladık. Ne zaman
artık birbirimizi etkileyemez ol-
duk. o zaman aynldık. Örneğin
"Andre> Rublev" filmi üzerine
çok kavga ettik. Senaryoyu yö-
netme biçimine karşı çıktım.
Onun sinema anlayışı müzikten
çok heykel sanatına yakındı. Za-
ten "Zamanın Mimarisi" ısımli
bir kıtap yazmış olması da bunun
kanıtı. O daha ziyade mimardı.
bense müzisyenim. Her insan bir
işin nasıl yapılması gerektiği ko-
nusunda bir fıkre sahiptir. Sa-
natçının konusu ıse insandır. Ko-
nusuna soğukkanlı bir uzaklı-
ktan bakamaz. Yaptığı iş konu-
sunda son derece tutkuludur. Fo-
toğrafçı değildir >önetmen, ger-
çeğı görüntülemeyc değil bir bi-
çimde gerçekliği parçalamaya
çalışır.
- Nastassia Kinski, Robert
Mitchum, Barbara Hershley,
Uam Neeson gibi birçok ünlü
oyuncu ile çaltşmış bir yönetmen olaıak oyuncu yö-
netimi konusuıidaki görüşleriniz nelerdir?
Sanattaki her şe> gibi bunun da kesin kurallan
yok. Bazı yönetmenler oyaınculan çağınp senaryo-
yu verir ve kendi görevinin burada bittiğine inanır.
Benim için bu filmden filmedeğişir. Filmleilgili her
şey bu karann verilmesınde rol o\ nar. Yönetmenin
bence en önemli ışle\i, doğnı rol ıçın doğru oyun-
cuyu seçmekıir. Bunun ille de iyi bir oyuncu olması
gerekmez. Role uyduktan sonra sokaktan bulun-
muş biri de olabilir. Fcllini böyle yapardı. Önemli
olan sonuç ve bu sonuca varmanın sayisız yolu var.
Bazı oyuncular tamamen özgür bırakılmalıdır.
bazılan ise şıddetli bir müdahaleye ihtiyaç du>ar.
Çalıştığım bazı aktörler oynamıyor. sadece kendi-
leri oluyorlardı. Onlan doğru role koymak yetiyor-
du. Baa başka aktörler. çok yoğun bir prova döne-
mine gereksinim duyuyorlardı. Kimileri oyna-
dıklan karakteri tümüyle içselleştiriyordu. Yönet-
menin rolü bu durumda psikıyatrist ile ebe arası-
nda bir >erde duruyor. Oyuncunun doğumu ger-
çekleştirmesi için bir biçimde anestezi etkisi yarat-
ması gerekiyor yönetmenin. Aslında oyuncunun
karmaşık bilincini yönlendirmek düşüyor yönet-
mene.
- Bicimlendirildiğini/ kültürden tamamen farklı
bir kültürde çalışmanın. filmlerinize bir zenginük
kattığuıa inanıvor musunuz?
Bilmıyorum. Çok şey öğreniyorum. Birçok hata
yapıyorum. Dünyayn gezerek anlıyorum ve gezip
gördüğüm yerlerin filmını yapıyorum. Belki de
kendimeaitbirdünyamolmadığıiçındirbu. Fellini
gibi Roma'dan hiç aynlmadan bütün dünyayı ge-
zebılecek kadar kendıme ait bir dünyam yok.
Bunun nedeni belkı de Fellini'nin yolculuk öz-
gürlüğünün olmasıydı. Ben ise dışına çıkamadığım
bir ülkede yaşıyordum. Bu yüzden Rusya'yı terk
etmek zorunda kaldım. Ve yurtdışında yaşamak
için para kazanmak zorundaydım. Bu nedenle
mesleğimi. dünyayı anlamak ve geçimimi sağla-
mak amacıyla kullandım. Aynı ortaçağdaki gezgin
calgıcılar gibi. Bir kaleden bir kaleye giderek müzik
yapan o kişiler gibiyim. Böylelikle değişik insanlar
ve kişiler tanıdım. Yaşamın zengınliğini gördüm.
Belki de tek bir yerde oturarak da bu zenginliğe
kavuşabilirdim. Ama o yer Rusya'ydı ve orada öz-
gürlük yoktu. Artık Rusya özgür ve ben de tekrar
Rusya'ya döndüm. Milliyetçilik, ancak ülkeni terk
edebildiğinde başlayabilır.
Robert ve Clara Şchumann'ın birlikte yazdıklan evlilik güncesi yayınlandı
'Kanm her gün çoğalan hazine gibi'
Kültür Servisi - "Ona hizmet edeceğim
onun içın yaşayacağım tamamen ona
ait olacağım ' kendimi ona adayatağım
ve onun parlaklığıylayvceldiğimigörece-
ğim."
Bu sözler, 1810-1856 yıllan arasında
yaşayan ünlü Alman besteci Robert
Şchumann'ın şarkılanndan birine ait,
ama pekâia kansı, piyanist Clara Schu-
mann'ın ortak günîüklerine yazdıklan-
ndan bir kesit de olabilirdi. Robert ve
Clara Şchumann'ın evliliklerinin ilk
dört yılında tuttuklan günlük. "The
Marriage Diaries of Robert and Clara
Schumann" (Robert ve Clara Şchu-
mann'ın Evlilik Güncesi)adı altında İn-
gilizce olarak yayımlandı
Clara'dan 10 yaş büyüktü
Piyano öğretmeni Friedridı Wieck'in
kızı. müzik konusunda üstün bir yete-
neğe sahip ve dünyaca ünlü piyanist
Clara ile Robert Schumann'ın evlilikle-
ri, Clara'nın "bocalayan besteci"nın
yanında oynadığı "kücük hanun" rolü
temeline dayanıyordu. Çiftin evlilikleri-
ne Clara'nın babası şiddetle karşı
çıkmıştı (ki ailenin tavnna ilişkin görüş-
lere de günlükte sık sık yer veriliyor)
ama evlilik gerçekleşti. Clara Schu-
mann. evliliği boyunca aılesine göster-
diği tepkiyi Robert Schumann'a göste-
remeyerek, evliliğinde hep pasif konum-
da kaldı.
1840 yılının Eylül ayında, yar.i evlilik-
lerinin ikincı haftasında. 22 yaşındaki
Clara günlüğe şöyle yazmış: "Benimle
tamamen hoşnut olduğun zaman kendimi
yüce bir mutluluğa erişmiş sayacağım.
Bir şey ters gidecek olursa. bana hemen
söyletneni istiyorum."
Robert
Schumann,
kansı Clara ve
kızları Marie.
Claıa'dan 10 yaş büyük olan Robert
Schumann. ilk başta en az Clara kadar
yumuşak. Hatta evliliğin ilk ayında.
"Kanm, her gün çoğalan bir hazine gibi"
yazmış günlüğe. Ama sonralan."pem-
be ilişkf" bozuluyor. İşte Clara'nın
yazdıklarından bir kesıt:
"Rieffel'de tehlikeli bir rakibem var.
Anladığun kadarıyla Robert, bestelerinin
onun tarafından seslendirilmesini yeğli-
yor - bu beni çok üzdü. Onun müziğini
daha iyi kavradığını sövlüyor, doğru da
olabilir bu... Ben Robert'in bestelerine bi-
rer konser parçası olarak yaklaşıvorum,
bundan sonra onun istediği biçimde cte
almaya çalışacağun müziğini..."
Robert Schumann da buna karşılık
şöyle yazıyor: "Bir keresinde besteleri-
min nasıl seslendirileceği konusunda
tartıştık. Bir vapıtın nasıl seslendirile-
çeğine ancak bestecisi karar verebilir."
Öte \andan. Roberi Schumann'ın
kansını çok sevdiğı >a da en azından
yokluğunu hissettiği zamanlar olduğu-
na dair ipuçlan da veriyor günlük
1843 yılında. günlüğü son kez açıp
şöyle yazıyor: "Clara Dresden'de dün
birlikte konser turnelerine çıkmaya ce-
saret cdemi>ordu. Çok fazla çalışmak-
tan kavnaklanan yorgunluğu. depresif
vap:sı bir ıntihar girişimiyle sonuçlandı
. ruh sağlığı giderek bozuluyordu. 1856
yılında çok erken yaşta öldü. Bcstecinin
son döncmi. günlükte ince aynnlılarla.
Clara'nın kalemiyleyeralıyor.
"Roben ve Clara Schumann'ın Gün-
cesi". Alman romantik müziğinın iki
önemli isminin özel ilışkisinın yer aldığı
bir kıtap değil >alnı/ca. Schumannlar,
bu güncede bir dönemın tanığı konu-
munda aynı zamanda.
Aynı zamanda bir müzık eleştirmeni
de olan Robert Schumann'ın dostlan
arasında. Mendeissohn, Liszt, Chopin,
Brahmsgibi isimlerbulunuyordu. VVag-
ner ve Beriioz'u da tanıvordu Schu-
mannlar. Ve aslında kitabı ilginç kılan,
bu müzisyen çiflin adı geçen önemli bes-
tecileri hakkındaki yorumlan...
Günlükte. Clara. NV'agner'i "sürekli
kendinden söz eden bir adam" olarak
tanımlarken. çapkınlığıyla ünlü Liszt
içinse şö\ le yazıyor:
"Kadınlar genelde bu kibirli adam ko-
nusunda y anılıy orlar *e ona iğrenç buldu-
ğum biçimde ilgi gösterip, onunla flört
ediy orlar..."
Robert Schumann ısc Yahudi düş-
manlığını Mendelssohn'akusuyor: "Bü-
tün Yahudiler Yahudi olarak kalacak...
akşam bir konser verdi. O burada ol- Önce kendilerine on koltuk ayırıyorlar,
madığı zaman ev ne kadar sessiz >e sonra sıra Hristiyanlara geliyor..."
Günlük, Robert Schumann'ın cena-
zesiy le sona eriyor: "En se>diği arkadaş-
ları önde y ürüdü, ben arkaday dım. farke-
dilmi\ordum. Bö\lesi daha i>i. onun da
yalnız..."
Robert Schumann. aslında aile ya-
şamını bir "sığınak" gibi gören ve
omuzlannı aslında kendısinden daha
güçlü olan Clara'ya yaslayan bir
adamdı: Clara'dan avn kalmaya daya-
namıyor, ama aynı zamanda onunla
daha çok hoşuna giderdi. Onun gidişiyle
mutluluğum sona erdi. Yeni bir yaşam
başlıyor..."
ODAKNOKTASI
AHMET CEMAL
Bir Yıldönümü...
Bundan tam on yıl önce, 1984 Nisanı'nda. YAZKO Çe-
viri dergisi son kez yayımlanmıştı. iki ayda bir çıkan bir
dergi olarak yayın yaşamına 1981 Temmuzu'nda adım
atan YAZKO Çeviri, yayımını ikibuçuk yıl kesintisiz sür-
dürmüş, on sekizinci sayısıyla da okurlarına veda etmiş-
ti.
Bugün YAZKO Çeviri'yi, yalnızca ilk sayısından son
sayısına kadar benim yönetimimde çıkmış bir dergi ola-
rak değil; fakat gerçekten örnek bir ekip çalışmasının
uygulandığı bir yayın organı olma özelliğiyle hatırlan-
maya değer buluyorum. Kanımca derginirj asıl özelliği-
ni oluşturan da bu yanıdır.
Belleğim beni yanıltmıyorsa, 1981 Nisanı'nda bir gün
Memet Fuat ve YAZKO Yönetim Kurulu Başkanı Musta-
fa Kemal Ağaoğlu tarafrndan "birşey konuşmak üzere"
YAZKO'nun, yani Yazarlar ve Çevirmenler Yayın Üretim
Kooperatifi'n\n Cağaloğlundaki merkezine davet edil-
memle temelleri atılan dergi projesi, burada ancak "çe-
viriyegönül vermiş" d\ye nitelendirebileceğim dostların
çabalarıyla kısa sürede gerçekleşmiş, ilk sayı aynı yıiın
temmuz ayında çıkmıştı. 1940 yılında, zamanın MilliEği-
tim Bakanı Hasan Ali Yücel'in girişimiyle, bakanlık çatı-
sı altında oluşturulan Tercüme Bürosu tarafından çıkarı-
lan Tercüme dergisinin ardından YAZKO Çeviri, ülke-
mizdeki ikinci çeviri dergisi oluyordu. İlk sayı için kale-
me aldığım "Başlarken" adlı yazıda, iki dergi arasında,
hedefler açısından öngördüğüm bağlantıyı vurgularken
şöyle demiştim: "Çeviri, kimi zaman savunulanın tersi-
ne, zararlı bir öykünmeciliğin kaynağı değil, ulusal
yazının ve ulusal kültürün sentezler aracılığıyla geliş-
mesini sağlayan bir yoldur. Yabancı örneklerin yol
açtığı ve açacağı öykünmeci tutumlara ise, özumseme
sürecinin doğal ve geçici evreleri gözüyle bakmak gere-
kir. Atatürk, Türk toplumunun çağdaşlaşma sürecini,
yabancı modeller açısından böyle bir felsefenin temeli-
ne oturtmuştur. Bu felsefenin doğal uzantılanndan biri
olarak ortaya çıkan Tercüme Mecmuası da, özentiye
kaçma suçlamalarından hiç korkmaksızın, seçimlerinde
olabildiğince çeşitli örnekler sunmayı ilke bilmişti. YAZ-
KO Çeviri benim yönetimimde kaldığı sürece, Tercüme
Mecmuası 'nın, sözünü ettiğim ilkesi bu dergide de uy-
gulanacaktır..."
YAZKO Çeviri, bu ilkeye son sayısına kadar bağlı kal-
dı. Şiir, öykü, deneme ve inceleme türlerinden seçilen
çeviri örneklerinin yani sıra, çevirinin her şeyden önce
bir dil uygulaması olduğu ve bundan ötürü dile yönelik
bütün bilimsel yaklaşımlarla doğal bir bağının bulun-
duğu/bulunması gerektiği göz önünde tutularak, "Dil
Yazıları" 6. sayıyla birlikte Mehmet Rifafın yönetıminde
bağımsız bir bölüme dönüştü.
"Prag Dilbilim Çevresi", "Kopenhag Dilbilim Çevre-
si", "Göstergebilim Kuramlan", "Amerikan Yapısalcılı-
ğı", "Paris Göstergebilim Okulu", sözü edilen bölümde
Mehmet Rifafın kılı kırk yararcasına titizlikle hazırlayıp
yer verdiği konular arasındadır.
Derginin 11. sayısından başlanarak, Aziz Çalışlar'ın
yönetiminde hazırlanan "Estetik Yazıları", özel biralan-
dan çeviri örneklerinin sergilenmesine koşut olarak
Çalışlar'ın değerli çalışmalarıyla, bilgi içeriği açısından
da ülkemizdeki estetik düşünceye yeni kaynaklar ka-
zandırmayı amaçladı.
Çeviri üzerine incelemelere YAZKO Çeviri'nin hemen
ilk sayısında, "Çeviri Üzerine" başlığıyla yer verilmesi-;
ne başlanmıştı. Derginin 13. sayısından başlanarak bu°
incelemeler, "ÇeviriKuramı veÇeviribilim "adlı bağırn-"
sız bir bölümde sürdürüldü. Her sayıda "Çeviri Konuş-
/T7a/an"yladatamamlanan bu bölüm, hep kayrıak değe-
ri taşıyan çalışmalarla beslendi.
Bu sürekli bölümlerin dışında, zaman zaman "Savaş
ve Banş/Anna Karenina", "Vahşet TiyatrosulAntonin
Artaud" "Marcel Proust", "Dostoyevski" ve "Barış İçin
Çeviriler" gibi özel bölümler düzenlendi. Her sayı ya-
yımlanan incelemelerle birlikte bu özel bölümler, ka-
nımca YAZKO Çeviri'ye. bir çeviri dergisi olmanın yani
sıra, bir tür "düşünce dergisi" kimliğtni de kazandırmış-
tır.
İki ayda bir yayımlanmasına karşın, derginin Yurda-
nur Salman, Mehmet Rifat, Tomris Uyar, Oğuz Tanındı
ve benden oluşan yayın kurulu, her hafta çarşamba gün-
leri düzenli olarak toplanırdı. Hep çok düzeyli bir ekip
çalışmasının ürünü olarak çıkan YAZKO Çeviri, bağlı ol-
duğu kurumun güçlükleri nedeniyle 1984 Nisanı'nda çı-
kan 18. sayısıyla birlikte yayın yaşamına veda etti. An-
cak, düşünceler gibi dergilerin gerçek ömürleri de çoğu
kez somut sınırlara bağlı olmaktan uzaktır. YAZKO Çe-
viri'nin "Dil Yazılan've "Estetik Yazılan" bölümlerinin
sonradan bağımsız kitaplara dönüşmesi, bu dergiyi da-
ha sonra B/F/S Yayınları'nın "Dün ve Bugün Çeviri" ve
MetisYayınlan'nın "MetisÇeviri"adlı çeviri dergilerinin
izlemesi, YAZKO Çeviri'nin bir zincirin halkalarından bi-
ri olma işlevini başarıyla yerine getirdiğinin kanıtlarıdır.
Geçmişte bunlar yapılabildiğine göre, gelecekte benzer
girişimlerin çok daha yetkin düzeyde sürdürüleceğine
inanmamak, kanımca ancak yersiz bir karamsarlık
olur...
'Fotoğrafta Otuz YıV
Kültür Servisi - Şakir Eczacıbaşı'nın "Fotoğrafta Otuz Yıl"
başlıklı fotoğraf sergisi bugün Maya Sanat Galerisi'nde
açılıyor. Yaklaşık 70 yapıttan oluşan sergi bir ay süreyle
görülebilecek. Türkiye'nin ünlü fotoğraf sanatçılanndan
Şakir Eczacıbaşı'nın otuzyıllık birikimini yansıtan sergide.
sanatçının erken ve son dönem çalışmalanndan en seçkin
örnekler ile günümüzde çektiği yeni çalışmalan yer alıyor.
Yurtdışında ve içinde bugünedek 29 kişisel sergi açmış
olan Şakir Eczacıbaşı. l %5"te Sinematek Derneği'nin
kuruluşuna öncülük etti ve on yıl süreyle başkanîığını
yürüttü. Fotoğraf sanatıyla 1960larda ilgilenmeye
başlayan Eczacıbaşı'nın seçme fotoğraflannı içeren
"Anılar" 1983"te yayımlandı. Şakir Eczacıbaşı İstanbul
Kültür ve Sanat Vakffnın başkanîığını yapıyor.
'Emek Sinemasıyaşatılsın'
kampanyası
Kültür Servisi - İstanbul'daki sinema salonlan arasında,
990 koltuk kapasitesiyle "en büyük" unvanına sahip olan
tarihi "Emek Sinemasf" kapanma tehlikesiyle karşı
karşı\a.Sinemanırtda içinde bulunduğu 4 bin
metrekarclik Emekli Sandığı"na ait blokun. 25 yıllığına
Elazığlı işadamı KamerTosun ve oğullanna ait "Kamer
İnşaat"a kira>a verilmesi. "kapanma" endişesini yarattı.
" Yap-işlet-dcvrct" modeliyle vcrilen binanın iş merkezine
dönüştürüleceği belirtildi. ""Emek Sineması"nın, tarihi ve
sanatsal açıdan büyük öncme sahip olduğunu belirten bir
grup ise. "Emek Sincması Yaşatılsın" başlıklı bir imza
kampanyası başlattı. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı. sinema
işletmesi ve bir grup sanatsever taraf.ndan öncülük edilen
kampanya çerccvcsinde. Emek Sineması fuayesinde bir
köşe oluşturuldu. Konuyla ilgili olarak basında yer alan
haberlerin sergilendiği köşede, bir de imza defteri
hazırlandı. 13. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin
başlamasıyla birlikte imzaya açılan "Emek Sineması
Yaşatılsın" kampanyasında. ilk günlerde, binlerceimza
toplandığı bildirildi. Toplanan imzalann, gelişmelere göre
"Tabiat ve Kültür Varlıklannı Koruma Kurulu"na
göndcrilcceği belirtildi. »