23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7NİSAN1994 PERŞEMBE CUMHURİYET2 SAYFA KULTUR 'Sanatçı aslındabirpalyaçodur' Ünlüyönetmen Andrei Mikhalkov-Konctıalovski, her sanat türünün bir oyun olduğugörüşünde TUNA ERDEM Sert yüz hatlan ile sinema, do- ğa. kültür, tann, felsefe gibi bir- çok konudaki yadırgatıcı görûş- lerini sert bir üslupla dile getirişi birleşince ilk izlenim ürkütücü oluyor. Ancak koyu renk gözlük- lerinin ardında saklanan yumu- şacık bakjşlannı yakalayabildiğı- niz ve ağzından çıkan sert söz- cüklerin çoğunun "sevgj" oldu- ğunu aynmsayabildiğinizde bu ilk izlenimin ne denli yarultıcı ol- duğunu anlıyorsunuz. Söz konusu ilginç kişilik, sa- natçı bir ailede, Tofetoy, Proko- fıyev gibi kışilikleri "sıradan misa- firier olarak görerek büyüyen Ashkenazy ile aynı arufta müzık eğitimi gören ve onun seviyesine ulaşamayacağına karar vererek sinemaya geçiş yapan, Tar- kovsky'nin birçok fılminde sena- rist ve yönetmen yardımcısı gö- revlerini üstlenen, daha sonra Amerika'ya göç eden, Nikita Mikhalkov'un kardeşi, ünlü yö- netmen Andrei Mikhalkov-Konc- halovski. İlk filmı "tlk Öğretmen"festi- val kapsamında gösterilen ve 'Maria'nın Aşklan". "Bataklık İnsanlarT, "Sibirya Destaıu" gibi filmlerinden tanıdığımız Konc- halovski ile sinema ûzerine ko- nuştuk: - Sinemada edebiyat uyarla- maiarının sayısı son yıllarda ol- dukça arttı. Vazarlara daha yaz- madıkları romanlar için telif ücre- ti ödeniyor, çoktan unutulmuş ro- manlar tozlu raflardan çıkarılıp beyazperdeye yansıtılıyor. Birçok edebiyat uyarlaması yapmış bir yönetmen olarak siz bu eğilimi nasjl açıklıvorsunuz? Edebiyat uyarlamalan sadece Amerika'da artı- yor. Çünkü birdûşünoeyi satmanın en kolay yolu bu. Orada her şey para üzerine kurulu. Buradaİci edebi yapıtlann birçoğu sonradan sinemaya uyarlansın diye yazılıyor. Bu sadece para kazanma yolu, sanat değil. Aslında gerçek sinemayı yaaya dökmek çok zordur. Bu nedenle filmi ıçin yapımcı arayanlarçe- kia bir bıçimde yazılmış bir metni göstermeyi ter- cih ederler. Charlie Chapiin gibi büyük sinemaalar hiçbir zaman edebiyat uvariaması yapmadılar. Ya da Woody AUen'ın ne yapmaya çalıştıgını. perdede görene kadar anlamak çok zordur. "Kızgm Boğa"- nın senaryosunu okusanız çok sıkıa bulursunuz, ama filmi olağanüstüdür. Gerçek sınemacılar, söze çevrilemeyecek fılmler yaparlar. Aslında edebiyat ile sinemanın tek kesiş- tikleri nokta ikisinin de giriş gelişme ve sonuç bo- lümlerinin bulunması. Senaryo edebiyat değildir. senaryo yan tamamlanmış bir üründür. Okunmak için değil çekılip seyredilmek için yazılır. - Postmodemizme karşı otduğunuzu söylemişti- niz, bunun nedenlerini açıklayabih'r misiniz? Öncelikle. postmodernızm ınsanoğlunun ya- rattığı hayal kınkhğından doğdu ve bu hayal kınklığını biryasayadönüştürerek insanın temelde kötü olduğunu, insanın en temel özelliklerinin kö- tülük olduğunu ileri sürdü. Ben ise hâlâ insanlığa olan inancımı koruyorum. îkincisi postmodernizm içeriğe değil, bıçime önem veriyor. Bence önemli olan aklın ürünü değil kalbin ürünüdür. Benim için sanat kalpten gelendir. Aslında insanın duygulan temelde üç tanedir korkmak, sevmek ve güîmek. Ve sanatın ıçenği bunlan uyandırabilir. Elbette bu her sanat dalı için farkbdır. Sinema imgeler kul- landığı için çok vulgar bir sanat dalıdır. Ama aynı zamanda çok sofistike bir sanattır, çünkü iyi yapıl- dığında en derin duygulannıza ulaşabilir. - Basın toptantisında 'İnsan sahip olduğu şeyin değerini anlavamaz' demiştiniz. Acaba Sovyetier BirtiğTnde sinemanın çok daha ciddiye alındığı düşü- nülürse Amerika'v a gittikten sonra hiç elinizdekinin değerini anlayamadığuıızı düşündünüz mü? Sovyetler Birliği'nde sinema her şeyden önce bir propaganda araa olarak görülüyordu ve o yüzden ciddiye alınıyordu. Şimdi Rusya'da sinema propa- ganda olarak algılanmıyor ve kimse de sinemayı ciddiye almıyor. Oysa sanatın özü hâlâ aynı. Her sanat türü aslında bir oyundur. tnsanoğlunun yapabileceği en güzel şey de sadece oyun oyna- maktır. Sanatçı aslında bir palyaçodur. çünkü sanat insanlan eğlendirir baa masallar uydurur. fanteziler yaratır. FeJ- lini bu yüzden palyocolara aşıktı sanıyo- rum. çünkü o da bir palyaçoydu. Bütün deha o hüzünlü gülümsemededir çünkü. Sanatın dua etmeyi andırdığı noktada sevgi doğar. - Yakın bir geçmişe kadar Rusya, sine- manın en yetkin ömeklerini verirken şim- di bir krize girmiş görünüyor. Sizce bunun nedeni nedir? Nedenı maddi sıkıntılar ve piyasanın merkeziyetsizleştinlmesinin yarattığı sıkıntılar. Bana kalırsa Amerikan sine- ması daha büyük bir kriz yaşıyor. Çok para kazanıyor. ama Rusya'dakinden daha büyük bir kriz içinde. Artık hiçbir yeni keşifte bulunmuyor. Her şey. önce- den tahmin edilebilecek biçimde gerçek- leşiyor. Her filmin konusu baştan belli. Hoîlywood'da içinde en ufak bir yaşam kıpırtısı olan bir fılme rastlamak çok zordur. Artık sinema orada sanat ol- maktan çıkıp zanaat olmuştur. Çok da başanlı ve son derece profesyoneldir. Ama insanlık adına yeni bir buluş sun- maz seyirciye. - Yani krizin tek nedeni maddi ota- naksızlıklar mı? Aynı zamanda da ideolojik. çünkü artık sanatçılar çok fazla özgürlüğe sa- hipler. O kadar özgürler ki, bu özgürlük- le ne yapacaklannı bilemiyorlar. Ama sanatın özü her ortamda var olur. İster- sen şu kültablasından da sanat yaratabi- lirsin, eğer yetenekliysen. Sorun sadece yetenekte değil sanatsal. Alberto Mora- via bir zamanlar "Sanatçılann tek soru- nu var o da ikridarsızlık" demişti. Ben de buna inanıyorum. - Sinemanın Amerikan tekeline girme- sine karşısınız. peki Avnıpalı sinemacı- lann sinema sektörünü GATT Anlaşması dışında tutma mücadelesinin nasıl karşılı- yorsunuz? Doğru buluyonım. Çünkü sinema bir ticari mal değildir. Sanatın entelektüel kalitesini satın alamazsınız. Bir film tica- ri mala dönüştürülebilir tabii ve televiz- yon da her şeyi bir mala dönüştürüyor. Bence günümüzde dünyanın karşı karşı- ya olduğu en büyük tehlike televizyon- dur. Televizyon, dünyada olup bitenler Konchalovski. 'Bence günümüzde dünyanın karşı karşıy a olduğu en büyük tehlike televizyondur.' (Fotoğraf: UĞUR GÜNYÜZ) karşısında insanda bir duyarsızlık, umursamazhk yaratıyor. Televizyon insanlar ve gerçekler arasına yıkılması olanaksız bir duvar örüyor. Eğer her gün televizyonda Bosna'daki cinayetleri ya da Körfez Savaşı"nı seyrediyorsanız bunlan sanki başka bir gezegende olup biten olaylar olarak görme>e baş- larsınız. Bir imge enflasyonu var ve bu 11. yüzyılın en büyük haslalığı. îmaj bombardımanı altında bi- linç. gereksiz ve yararsız bilgiyle dolup taşıyor. Sanıyorum yüzyılımızda hiçbir şey göstermeyen sessiz bir kanala ihtiyaç var. İnsanlar hiçbir şey görmemek için para ödemeye başlamalı. Geri ka- lan her şey de bedava olmalı. - Peki imgelere böylesi çok anlam >üklendiği bir çağda imgelerin sanatı olan sinema kcndinc >eni bir dil mi varatmak zorunda <>i/ce? Hayır. çünkü temelde insan hiç değişmiyor. Jnsan belli rahatsızlıklara tepki verebilen toplum- sal bir hayvan. Yeni bir dile ihtiyaç duyamaz bu nedenle. Ancak bazı sosyal katmanlar böylesi bir dili anlamlı bulabilir. Ama her zaman çiçeklerin kokusu, parfüm kokusundan önemli olacaktır. Her zaman "Bu parfüm, gül kokulu" diyeceğız, hiç- bir zaman "Bu gül parfüm gibi kokuyor" demeyece- ğiz. Her zaman öndc gelen doğa ılc ilişkilenmiz ola- cak. İnsanın yaratacağı her şey doğal olanın yanı- nda ikincil kalmaya mahkûmdur. Kültür de doğa- nın bir parçasıdır. Kültür de ekolojik bir düzendir. İnsan kültürü doğanın biçimlediği zihniyle yaratır. Bu zihin, iklim. sıcaklık gibi doğal etkilerin bir ara- ya gelmesi sonucu oluşur ve uygarlık tarafından değıştirilemez. Doğa, ancak kendi kendisine mü- dahale edebilir. Eğer insan doğa- ya karşı durursa doğa onu ceza- landmr, doğaya uygun davranı- rsa kutsar. Bu nedenle en doğru- su doğa yasalanna uymaktır. Ama bu çok zordur. çünkü insan kibirli bir yaratıktır. Oysa Ein- senstien gibi kişiler göstermiş ki gerçeklığın sadece yüzde 99.9'u gözle görülebilir. Demek ki çok az şey biliyoruz ve alçakgönüllü olmaîıyız. - Tarkovsk\ ile birlikte çalts- mak sinema anlayışınızı nasıl et- kiledi? Biz meslektaştık ve bir süre için karşılıklı olarak birbirimizi etki- ledik. Sonra birbirimizi etkileye- mez olduk ve yollanmız aynldı. Çünkü o zam.ınlar öğrenciydik ve işbirliğimizin sonucunda orta- ya fılmler çıkarabıliyorduk, ama belli bir süre sonra ayn yollarda ilerlemeye başladık. Ne zaman artık birbirimizi etkileyemez ol- duk. o zaman aynldık. Örneğin "Andre> Rublev" filmi üzerine çok kavga ettik. Senaryoyu yö- netme biçimine karşı çıktım. Onun sinema anlayışı müzikten çok heykel sanatına yakındı. Za- ten "Zamanın Mimarisi" ısımli bir kıtap yazmış olması da bunun kanıtı. O daha ziyade mimardı. bense müzisyenim. Her insan bir işin nasıl yapılması gerektiği ko- nusunda bir fıkre sahiptir. Sa- natçının konusu ıse insandır. Ko- nusuna soğukkanlı bir uzaklı- ktan bakamaz. Yaptığı iş konu- sunda son derece tutkuludur. Fo- toğrafçı değildir >önetmen, ger- çeğı görüntülemeyc değil bir bi- çimde gerçekliği parçalamaya çalışır. - Nastassia Kinski, Robert Mitchum, Barbara Hershley, Uam Neeson gibi birçok ünlü oyuncu ile çaltşmış bir yönetmen olaıak oyuncu yö- netimi konusuıidaki görüşleriniz nelerdir? Sanattaki her şe> gibi bunun da kesin kurallan yok. Bazı yönetmenler oyaınculan çağınp senaryo- yu verir ve kendi görevinin burada bittiğine inanır. Benim için bu filmden filmedeğişir. Filmleilgili her şey bu karann verilmesınde rol o\ nar. Yönetmenin bence en önemli ışle\i, doğnı rol ıçın doğru oyun- cuyu seçmekıir. Bunun ille de iyi bir oyuncu olması gerekmez. Role uyduktan sonra sokaktan bulun- muş biri de olabilir. Fcllini böyle yapardı. Önemli olan sonuç ve bu sonuca varmanın sayisız yolu var. Bazı oyuncular tamamen özgür bırakılmalıdır. bazılan ise şıddetli bir müdahaleye ihtiyaç du>ar. Çalıştığım bazı aktörler oynamıyor. sadece kendi- leri oluyorlardı. Onlan doğru role koymak yetiyor- du. Baa başka aktörler. çok yoğun bir prova döne- mine gereksinim duyuyorlardı. Kimileri oyna- dıklan karakteri tümüyle içselleştiriyordu. Yönet- menin rolü bu durumda psikıyatrist ile ebe arası- nda bir >erde duruyor. Oyuncunun doğumu ger- çekleştirmesi için bir biçimde anestezi etkisi yarat- ması gerekiyor yönetmenin. Aslında oyuncunun karmaşık bilincini yönlendirmek düşüyor yönet- mene. - Bicimlendirildiğini/ kültürden tamamen farklı bir kültürde çalışmanın. filmlerinize bir zenginük kattığuıa inanıvor musunuz? Bilmıyorum. Çok şey öğreniyorum. Birçok hata yapıyorum. Dünyayn gezerek anlıyorum ve gezip gördüğüm yerlerin filmını yapıyorum. Belki de kendimeaitbirdünyamolmadığıiçındirbu. Fellini gibi Roma'dan hiç aynlmadan bütün dünyayı ge- zebılecek kadar kendıme ait bir dünyam yok. Bunun nedeni belkı de Fellini'nin yolculuk öz- gürlüğünün olmasıydı. Ben ise dışına çıkamadığım bir ülkede yaşıyordum. Bu yüzden Rusya'yı terk etmek zorunda kaldım. Ve yurtdışında yaşamak için para kazanmak zorundaydım. Bu nedenle mesleğimi. dünyayı anlamak ve geçimimi sağla- mak amacıyla kullandım. Aynı ortaçağdaki gezgin calgıcılar gibi. Bir kaleden bir kaleye giderek müzik yapan o kişiler gibiyim. Böylelikle değişik insanlar ve kişiler tanıdım. Yaşamın zengınliğini gördüm. Belki de tek bir yerde oturarak da bu zenginliğe kavuşabilirdim. Ama o yer Rusya'ydı ve orada öz- gürlük yoktu. Artık Rusya özgür ve ben de tekrar Rusya'ya döndüm. Milliyetçilik, ancak ülkeni terk edebildiğinde başlayabilır. Robert ve Clara Şchumann'ın birlikte yazdıklan evlilik güncesi yayınlandı 'Kanm her gün çoğalan hazine gibi' Kültür Servisi - "Ona hizmet edeceğim onun içın yaşayacağım tamamen ona ait olacağım ' kendimi ona adayatağım ve onun parlaklığıylayvceldiğimigörece- ğim." Bu sözler, 1810-1856 yıllan arasında yaşayan ünlü Alman besteci Robert Şchumann'ın şarkılanndan birine ait, ama pekâia kansı, piyanist Clara Schu- mann'ın ortak günîüklerine yazdıklan- ndan bir kesit de olabilirdi. Robert ve Clara Şchumann'ın evliliklerinin ilk dört yılında tuttuklan günlük. "The Marriage Diaries of Robert and Clara Schumann" (Robert ve Clara Şchu- mann'ın Evlilik Güncesi)adı altında İn- gilizce olarak yayımlandı Clara'dan 10 yaş büyüktü Piyano öğretmeni Friedridı Wieck'in kızı. müzik konusunda üstün bir yete- neğe sahip ve dünyaca ünlü piyanist Clara ile Robert Schumann'ın evlilikle- ri, Clara'nın "bocalayan besteci"nın yanında oynadığı "kücük hanun" rolü temeline dayanıyordu. Çiftin evlilikleri- ne Clara'nın babası şiddetle karşı çıkmıştı (ki ailenin tavnna ilişkin görüş- lere de günlükte sık sık yer veriliyor) ama evlilik gerçekleşti. Clara Schu- mann. evliliği boyunca aılesine göster- diği tepkiyi Robert Schumann'a göste- remeyerek, evliliğinde hep pasif konum- da kaldı. 1840 yılının Eylül ayında, yar.i evlilik- lerinin ikincı haftasında. 22 yaşındaki Clara günlüğe şöyle yazmış: "Benimle tamamen hoşnut olduğun zaman kendimi yüce bir mutluluğa erişmiş sayacağım. Bir şey ters gidecek olursa. bana hemen söyletneni istiyorum." Robert Schumann, kansı Clara ve kızları Marie. Claıa'dan 10 yaş büyük olan Robert Schumann. ilk başta en az Clara kadar yumuşak. Hatta evliliğin ilk ayında. "Kanm, her gün çoğalan bir hazine gibi" yazmış günlüğe. Ama sonralan."pem- be ilişkf" bozuluyor. İşte Clara'nın yazdıklarından bir kesıt: "Rieffel'de tehlikeli bir rakibem var. Anladığun kadarıyla Robert, bestelerinin onun tarafından seslendirilmesini yeğli- yor - bu beni çok üzdü. Onun müziğini daha iyi kavradığını sövlüyor, doğru da olabilir bu... Ben Robert'in bestelerine bi- rer konser parçası olarak yaklaşıvorum, bundan sonra onun istediği biçimde cte almaya çalışacağun müziğini..." Robert Schumann da buna karşılık şöyle yazıyor: "Bir keresinde besteleri- min nasıl seslendirileceği konusunda tartıştık. Bir vapıtın nasıl seslendirile- çeğine ancak bestecisi karar verebilir." Öte \andan. Roberi Schumann'ın kansını çok sevdiğı >a da en azından yokluğunu hissettiği zamanlar olduğu- na dair ipuçlan da veriyor günlük 1843 yılında. günlüğü son kez açıp şöyle yazıyor: "Clara Dresden'de dün birlikte konser turnelerine çıkmaya ce- saret cdemi>ordu. Çok fazla çalışmak- tan kavnaklanan yorgunluğu. depresif vap:sı bir ıntihar girişimiyle sonuçlandı . ruh sağlığı giderek bozuluyordu. 1856 yılında çok erken yaşta öldü. Bcstecinin son döncmi. günlükte ince aynnlılarla. Clara'nın kalemiyleyeralıyor. "Roben ve Clara Schumann'ın Gün- cesi". Alman romantik müziğinın iki önemli isminin özel ilışkisinın yer aldığı bir kıtap değil >alnı/ca. Schumannlar, bu güncede bir dönemın tanığı konu- munda aynı zamanda. Aynı zamanda bir müzık eleştirmeni de olan Robert Schumann'ın dostlan arasında. Mendeissohn, Liszt, Chopin, Brahmsgibi isimlerbulunuyordu. VVag- ner ve Beriioz'u da tanıvordu Schu- mannlar. Ve aslında kitabı ilginç kılan, bu müzisyen çiflin adı geçen önemli bes- tecileri hakkındaki yorumlan... Günlükte. Clara. NV'agner'i "sürekli kendinden söz eden bir adam" olarak tanımlarken. çapkınlığıyla ünlü Liszt içinse şö\ le yazıyor: "Kadınlar genelde bu kibirli adam ko- nusunda y anılıy orlar *e ona iğrenç buldu- ğum biçimde ilgi gösterip, onunla flört ediy orlar..." Robert Schumann ısc Yahudi düş- manlığını Mendelssohn'akusuyor: "Bü- tün Yahudiler Yahudi olarak kalacak... akşam bir konser verdi. O burada ol- Önce kendilerine on koltuk ayırıyorlar, madığı zaman ev ne kadar sessiz >e sonra sıra Hristiyanlara geliyor..." Günlük, Robert Schumann'ın cena- zesiy le sona eriyor: "En se>diği arkadaş- ları önde y ürüdü, ben arkaday dım. farke- dilmi\ordum. Bö\lesi daha i>i. onun da yalnız..." Robert Schumann. aslında aile ya- şamını bir "sığınak" gibi gören ve omuzlannı aslında kendısinden daha güçlü olan Clara'ya yaslayan bir adamdı: Clara'dan avn kalmaya daya- namıyor, ama aynı zamanda onunla daha çok hoşuna giderdi. Onun gidişiyle mutluluğum sona erdi. Yeni bir yaşam başlıyor..." ODAKNOKTASI AHMET CEMAL Bir Yıldönümü... Bundan tam on yıl önce, 1984 Nisanı'nda. YAZKO Çe- viri dergisi son kez yayımlanmıştı. iki ayda bir çıkan bir dergi olarak yayın yaşamına 1981 Temmuzu'nda adım atan YAZKO Çeviri, yayımını ikibuçuk yıl kesintisiz sür- dürmüş, on sekizinci sayısıyla da okurlarına veda etmiş- ti. Bugün YAZKO Çeviri'yi, yalnızca ilk sayısından son sayısına kadar benim yönetimimde çıkmış bir dergi ola- rak değil; fakat gerçekten örnek bir ekip çalışmasının uygulandığı bir yayın organı olma özelliğiyle hatırlan- maya değer buluyorum. Kanımca derginirj asıl özelliği- ni oluşturan da bu yanıdır. Belleğim beni yanıltmıyorsa, 1981 Nisanı'nda bir gün Memet Fuat ve YAZKO Yönetim Kurulu Başkanı Musta- fa Kemal Ağaoğlu tarafrndan "birşey konuşmak üzere" YAZKO'nun, yani Yazarlar ve Çevirmenler Yayın Üretim Kooperatifi'n\n Cağaloğlundaki merkezine davet edil- memle temelleri atılan dergi projesi, burada ancak "çe- viriyegönül vermiş" d\ye nitelendirebileceğim dostların çabalarıyla kısa sürede gerçekleşmiş, ilk sayı aynı yıiın temmuz ayında çıkmıştı. 1940 yılında, zamanın MilliEği- tim Bakanı Hasan Ali Yücel'in girişimiyle, bakanlık çatı- sı altında oluşturulan Tercüme Bürosu tarafından çıkarı- lan Tercüme dergisinin ardından YAZKO Çeviri, ülke- mizdeki ikinci çeviri dergisi oluyordu. İlk sayı için kale- me aldığım "Başlarken" adlı yazıda, iki dergi arasında, hedefler açısından öngördüğüm bağlantıyı vurgularken şöyle demiştim: "Çeviri, kimi zaman savunulanın tersi- ne, zararlı bir öykünmeciliğin kaynağı değil, ulusal yazının ve ulusal kültürün sentezler aracılığıyla geliş- mesini sağlayan bir yoldur. Yabancı örneklerin yol açtığı ve açacağı öykünmeci tutumlara ise, özumseme sürecinin doğal ve geçici evreleri gözüyle bakmak gere- kir. Atatürk, Türk toplumunun çağdaşlaşma sürecini, yabancı modeller açısından böyle bir felsefenin temeli- ne oturtmuştur. Bu felsefenin doğal uzantılanndan biri olarak ortaya çıkan Tercüme Mecmuası da, özentiye kaçma suçlamalarından hiç korkmaksızın, seçimlerinde olabildiğince çeşitli örnekler sunmayı ilke bilmişti. YAZ- KO Çeviri benim yönetimimde kaldığı sürece, Tercüme Mecmuası 'nın, sözünü ettiğim ilkesi bu dergide de uy- gulanacaktır..." YAZKO Çeviri, bu ilkeye son sayısına kadar bağlı kal- dı. Şiir, öykü, deneme ve inceleme türlerinden seçilen çeviri örneklerinin yani sıra, çevirinin her şeyden önce bir dil uygulaması olduğu ve bundan ötürü dile yönelik bütün bilimsel yaklaşımlarla doğal bir bağının bulun- duğu/bulunması gerektiği göz önünde tutularak, "Dil Yazıları" 6. sayıyla birlikte Mehmet Rifafın yönetıminde bağımsız bir bölüme dönüştü. "Prag Dilbilim Çevresi", "Kopenhag Dilbilim Çevre- si", "Göstergebilim Kuramlan", "Amerikan Yapısalcılı- ğı", "Paris Göstergebilim Okulu", sözü edilen bölümde Mehmet Rifafın kılı kırk yararcasına titizlikle hazırlayıp yer verdiği konular arasındadır. Derginin 11. sayısından başlanarak, Aziz Çalışlar'ın yönetiminde hazırlanan "Estetik Yazıları", özel biralan- dan çeviri örneklerinin sergilenmesine koşut olarak Çalışlar'ın değerli çalışmalarıyla, bilgi içeriği açısından da ülkemizdeki estetik düşünceye yeni kaynaklar ka- zandırmayı amaçladı. Çeviri üzerine incelemelere YAZKO Çeviri'nin hemen ilk sayısında, "Çeviri Üzerine" başlığıyla yer verilmesi-; ne başlanmıştı. Derginin 13. sayısından başlanarak bu° incelemeler, "ÇeviriKuramı veÇeviribilim "adlı bağırn-" sız bir bölümde sürdürüldü. Her sayıda "Çeviri Konuş- /T7a/an"yladatamamlanan bu bölüm, hep kayrıak değe- ri taşıyan çalışmalarla beslendi. Bu sürekli bölümlerin dışında, zaman zaman "Savaş ve Banş/Anna Karenina", "Vahşet TiyatrosulAntonin Artaud" "Marcel Proust", "Dostoyevski" ve "Barış İçin Çeviriler" gibi özel bölümler düzenlendi. Her sayı ya- yımlanan incelemelerle birlikte bu özel bölümler, ka- nımca YAZKO Çeviri'ye. bir çeviri dergisi olmanın yani sıra, bir tür "düşünce dergisi" kimliğtni de kazandırmış- tır. İki ayda bir yayımlanmasına karşın, derginin Yurda- nur Salman, Mehmet Rifat, Tomris Uyar, Oğuz Tanındı ve benden oluşan yayın kurulu, her hafta çarşamba gün- leri düzenli olarak toplanırdı. Hep çok düzeyli bir ekip çalışmasının ürünü olarak çıkan YAZKO Çeviri, bağlı ol- duğu kurumun güçlükleri nedeniyle 1984 Nisanı'nda çı- kan 18. sayısıyla birlikte yayın yaşamına veda etti. An- cak, düşünceler gibi dergilerin gerçek ömürleri de çoğu kez somut sınırlara bağlı olmaktan uzaktır. YAZKO Çe- viri'nin "Dil Yazılan've "Estetik Yazılan" bölümlerinin sonradan bağımsız kitaplara dönüşmesi, bu dergiyi da- ha sonra B/F/S Yayınları'nın "Dün ve Bugün Çeviri" ve MetisYayınlan'nın "MetisÇeviri"adlı çeviri dergilerinin izlemesi, YAZKO Çeviri'nin bir zincirin halkalarından bi- ri olma işlevini başarıyla yerine getirdiğinin kanıtlarıdır. Geçmişte bunlar yapılabildiğine göre, gelecekte benzer girişimlerin çok daha yetkin düzeyde sürdürüleceğine inanmamak, kanımca ancak yersiz bir karamsarlık olur... 'Fotoğrafta Otuz YıV Kültür Servisi - Şakir Eczacıbaşı'nın "Fotoğrafta Otuz Yıl" başlıklı fotoğraf sergisi bugün Maya Sanat Galerisi'nde açılıyor. Yaklaşık 70 yapıttan oluşan sergi bir ay süreyle görülebilecek. Türkiye'nin ünlü fotoğraf sanatçılanndan Şakir Eczacıbaşı'nın otuzyıllık birikimini yansıtan sergide. sanatçının erken ve son dönem çalışmalanndan en seçkin örnekler ile günümüzde çektiği yeni çalışmalan yer alıyor. Yurtdışında ve içinde bugünedek 29 kişisel sergi açmış olan Şakir Eczacıbaşı. l %5"te Sinematek Derneği'nin kuruluşuna öncülük etti ve on yıl süreyle başkanîığını yürüttü. Fotoğraf sanatıyla 1960larda ilgilenmeye başlayan Eczacıbaşı'nın seçme fotoğraflannı içeren "Anılar" 1983"te yayımlandı. Şakir Eczacıbaşı İstanbul Kültür ve Sanat Vakffnın başkanîığını yapıyor. 'Emek Sinemasıyaşatılsın' kampanyası Kültür Servisi - İstanbul'daki sinema salonlan arasında, 990 koltuk kapasitesiyle "en büyük" unvanına sahip olan tarihi "Emek Sinemasf" kapanma tehlikesiyle karşı karşı\a.Sinemanırtda içinde bulunduğu 4 bin metrekarclik Emekli Sandığı"na ait blokun. 25 yıllığına Elazığlı işadamı KamerTosun ve oğullanna ait "Kamer İnşaat"a kira>a verilmesi. "kapanma" endişesini yarattı. " Yap-işlet-dcvrct" modeliyle vcrilen binanın iş merkezine dönüştürüleceği belirtildi. ""Emek Sineması"nın, tarihi ve sanatsal açıdan büyük öncme sahip olduğunu belirten bir grup ise. "Emek Sincması Yaşatılsın" başlıklı bir imza kampanyası başlattı. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı. sinema işletmesi ve bir grup sanatsever taraf.ndan öncülük edilen kampanya çerccvcsinde. Emek Sineması fuayesinde bir köşe oluşturuldu. Konuyla ilgili olarak basında yer alan haberlerin sergilendiği köşede, bir de imza defteri hazırlandı. 13. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin başlamasıyla birlikte imzaya açılan "Emek Sineması Yaşatılsın" kampanyasında. ilk günlerde, binlerceimza toplandığı bildirildi. Toplanan imzalann, gelişmelere göre "Tabiat ve Kültür Varlıklannı Koruma Kurulu"na göndcrilcceği belirtildi. »
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle