Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 NİSAN1994 PERŞEMBE CUMHURİYET 2 SAYFA
KULTUR
13. ULUSLARARASI tSTANBUL FİLM FESTİVALİ
AIDS üzerine aydmlatıa bir filmKültür Servisi - Oscar ödüllü
Anjelica Huston. Emmy ödüllü
Alan Alda. Grammy ödüllü
Phill Colins. Tony ödüllü B.D.
Wong ile "yıldız" isimler Rk-
hard Gere, Steve Martin. Lily
Tomlin ve Sir lan McKellen ın
düşük ücretler ve küçük rollere
rağmen bir araya geldiği AIDS
filmi "Ve Orkestra Durmadan
Çaldı" bugün festival kapsa-
mında gösteriliyor.
Kendisi de AIDS hastası
olan Randy Shilts'in AIDS vi-
rüsünün ilk "keşfedildiği" gün-
leri anlatan aynı isımli romanı.
senaryonuıUekrar tekrar yan-
lması, birçok sahnenin dört beş
kere yeniden çekilmesi ve bu
fılmde rol alacak kadar "cesur"
oyunculann bulunmasıyla dolu
altı yıllık bir mücadeleden son-
ra beyaz perdeye aktanlabildi.
Tüm bu güçlüklerin temelinde
Hollywood'un homofobisi
yatıyor.
Birçok ûzücü sahne yer alıyor
Richard Gere, fılmde rol al-
mayı kabul edene kadar teklif
götürülen tüm oyunculareşcin-
sel olduklan sanıbr. bir daha
Hollywood'da rol bulamaz ve
kamuoyundaki imajlan sarsılır
gibi gerekçelerle. bu çalışmada
yer almayı istemedi. "AIDS
tûm gezegendeki en önemli konu
• KendisideAIDS
hastası olan Randy
Shilts'in AIDS
virüsünün ilk
"keşfedildiğTgüpleri
anlatan'Ve Orkestra
Durmadan Çaldf
isimli romanı,
senaryonun tekrar
tekrar yazılması,
birçok sahnenin dört
beş kere yeniden
çekilmesi ve bu fılmde
rol alacak kadar
"cesur" oyunculann
bulunmasıyla dolu
altı yıllık bir
mücadeleden sonra
beyaz perdeye
aktanlabiîdi. Tüm bu
güçlüklerin temelinde
Hollywood*un
homofobisi yatıyor.
herhangi bir aktör bu projede yer
almamayı düşünemez bile" di> e-
rek rolü kabul edince diğer
isimler de onu izledi. Yine de
film baş karakter olarak hetere-
seksüel bir doktoru seçerek
kendinin güvence altına alma-
yı da ihmal etmedi. Shilts "ro-
mandaki yüz altı karakterden,
geniş bir seyirci kitlesinin en ko-
lay özdeşleşebileceği kişiliği ön
plana çıkarmak zorundaydık"
di\e açıklıvor bu seçimi.
"Ve Orkesta Durmadan Çal-
dı," dünyanın >akın tarihine
ilişkin bir dizi kabullenilmesi
zor gerçeği dile getiriyor: Za-
manın Amerika Başkanı Ro-
nald Regan'ın bövle bir hastahk
olduğunu resmen kabul edene
kadar yirmi beş bin Amerikah'-
run AIDS'den öldürmesi: has-
lalık AIDS ismini alana kadar
beş yıl boyunca bir düzine isim
değiştirmesi: AIDS araştırma-
sına para ayırmak için devletle-
rin ayak direyışi: hastahğı bir
"eşcinsel virüsü" olarak görüp
tedavisi için uğraşmak yerine
eşcinsel barlannı yasaklama gi-
bi yöntemlere başvunılması,
Fransa ile Amerika arasında
"virüsü ilk ben bulduın " savaşı-
nın çıkması ve daha neler neler.
AIDS üzerine tüm söylenenlere
rağmen dünyanın büyük ço-
ğunluğunun hala bu hastahk
konusunda tam bir "kara ca-
bil" olmayı sürdürdüğü günü-
müzde, AIDS'i görmezden gel-
menin nelere yol açtığı üzerine
aydmlatıa bir film "Ve Orkest-
ra Durmadan Çaldı." Mutlu bir
sonu olmayan bu fılmde da-
yanılması zor birçok üzücü sah-
ne de bulunuyor.
AIDS'in yavaş yavaş öldürü-
şünün tüm çıplaklığı ile perdeye
yansıtıldığı"Ve Orkestra Dur-
madan Çaldı"nın oyunculann-
dan McKellen bu sahnelerin et-
kileyiciliğini şöyle açıklıyor:
"Sahnede bir çok kez ölme rolü
oynadım Macbeth, Hamlet gibi
oyunlarda bu; genellikle ani,
kanlı bir ölüm olurdu ve hiç güç-
liik çekmezdim anta bu fılmde
ölüm yavaş ve işkence gibi.'"
Vasat bir 'Sarışın'
CUMHUR CANBAZOĞLU
Venedik Film Festivali Başkanı Gillo Poote-
corvo, geçen yıl fstanbul Ûluslararası Film
Festivali'ni dünya çapında dördüncü sıraya yer-
leştirirken Istanbullular'ın iki hafta boyunca her
türden sinema ürününü izleme olanağı bulduğu-
nu. festivalin zengin bölümleriyle diğer organi-
zasyonlara iyi örnek teşkil ettiğini belirtmişti.
Gerçekten de festival. yıl bo-
yunca Hollywood"un klasik
filmlerinden bıkanlara sezon
sonuna doğru bir vaha işlevi
görüyor. Sinemalarda izleme
olanağı bulamadığımız filmle-
re ve yönetmenlere, tican
kaygı taşımayan yapıtlara fes-
tival aracıhğjyla ulaşabiliyo-
ruz.
Örneğin bugün festival
programında yer alan
"Sanşın"(La Bionda)ın yö-
netmeni Sergk) Rubini, Türki-
7
e'de tanmmayan, ancak İtal-
yan sinemasmm Sahatores ve
Tomatore ile birlikte üzerine
titrediği genç bir yetenek.
"Sanşm", Rubinfnin ikinci
yönetmenlik denemesi. İlk fılmi "İstasyon"la
(HBB'de gösterildi) büyük beğeni kazandıktan
sonra ikinci fılminde daha iyiyi yapmaya çalışan
Rubini. ne yazık ki beklenilen ölçüde başanlı
değil. Senaryo "îstasyon"daki gibi bir aşk üçge-
ni, konu da çok bildik. Her zaman ilk başandan
sonra gelen "kendini aşma endişesi" Rubini'yi dc
aşın strese sokunca ortaya sıradan bir yapım
Nastassia Kinski
çıkmış. "Sarışıu"ın kahramanı Tommaso Mon-
tefusco (Sergio Rubini başrolü de yüklenmiş)
memlekelinde dükkan açmadan önce saatçilık
kursu görmek için Milano'şa geliyor. Tom-
maso. içine kapanık biri. metropolün hareketli
yaşamı ona çok uzak. Bu ruh haliv le bir macera-
ya gjriyor Tommaso. Otomobiliyle sanşın bir
kadına çarpıyor. Christına (Nastassia Kinski)
adlı kadın belleğinı yıürdiğinden Tommaso'ya
emanet ediliyor. Tommaso ile Christina arasın-
da bir yakınlık doğuyor ama
kadın belleğine kavuşunca
asıl sevgilisi Alberto*ya(Eımio
Fantastichini) dönüyor...
Aşağı > ukan dörtte üçü so-
kakta çekilen "Sanşın"da.
Rubini. başrolü paylaştığı
Nastassia Kinski'yi yöhet^
mekte hayli zorlanmış gözü-
küyor (KJnski'nin de-
\ amsızlığı sonucu aksayan çe-
kimler yapımaya pahalıya
patlayınca birçok sahne se-
naryodan çıkartılmış). Kins-
ki, birçok bölümde isteksiz.
Rubini ise kameranın önüne
ve arkasına koştururken bek-
lenen oyunculuğunu da ser-
gileyememiş. Bu arada ti-
yatrodan gclcn Ennio Fantastichini ikisini de
aşıp gitmiş. Jurgen Knieper'ın yazdığı caz kokan
parçalann sürüklediği "Sanşın", festivalin vasat
filmlerinden biri. Rubini"yi tanımak ve genç
Italyan sinemasını tatmak isteyenler için
"Sanşın" iyi bir örnek olabilir ama ilginç film
arayanlann başka yapımlan scçmelerinde yarar
var.
EşitsizKğin öyküsü
• 'Deans"ilegerçekbirkarakterdenyola
çıkarak yüzyıl dönümünde Belçika'da
yaşanmış olan politik olaylara ışık tutuyor,
katolik papazı Adolf Deans'in tekstil
işçileri adına başlattığı savaşımı aktanyor.
Kültür Servisi-Genç Belçikalı yönet-
men Stijn Coninx, bugün festival kap-
samında gösterilecek olan üçüncü uzun
metrajlı konulufilmi"Deans" ile gerçek
bir karakterden yola çıkarak yüzyıl dö-
nümünde Belçika'da yaşanmış olan po-
litik olaylara ışık tutuyor. En İyi Ya-
bancı Film Oscar'ına da aday gösterilen
"Deans" çok işlenmiş bir konuya sade
ve güçlü anlaümıyla bambaşka bir bo-
yut getirmeyi başanyor.
Film, katolik papazı Adolf Deans'in
189O'lı yıllarda günde on üç saat kötü
koşullar ve her an ölümcül kazalarla
karşılaşma tehlikesi altında çalışan teks-
til işçileri adına başlattığı savaşımın öy-
küsü. „
Sade ve güçlü anlatımıyla etkileyici bir film.
gili makaleler yazarak v e v aazlannda bu
konuya değinerek daha sonra politika-
ya atılarak verdiği bu mücadelede so-
nunda kendinin üyesi olduğu katolik ki-
lisesi ile karşı karşıya buluyor ve politika
ile din adamlığı arasında bir seçim yap-
mak zorunda kalıyor. Deans rolünü üst-
lenen Jan Decleirin bu sıradışı kişiliğin
sessiz öfkesi ve karizmasını başanyla
yansıtıyor beyaz perdeye.
Gösterime girerek beğeni toplayan
"Germinar fılmiyle benzerlikler taşa-
yan, ancak derli toplu scnaryosu ve gör-
sel gücü sayesinde daha da başanlı bu-
lunan "Deans"in seçimlerde yapılan hi-
lelerin gösterildiği bölümleri. sadece ta-
rihi bir film olmayıp. günümüzde de ge-
çerliliğinin koruyan bir konuya el
attığını kanıtlıyor
PARİS ^ERÇEĞÎN SİNEMASI FESTİVALİ'NDEN NOTLAR:
Gerçek her zaman çarpıcı değildir
MEHMETBASUTÇU
PARİS - Gerçeği filme almak güçtür.
Çünkü gerçek değişkendir, uçucudur.
Bin bir yüzü vardır gerçeğin; ele avuca
-.ığmaz; görüntü içine hapsedilemez...
Çûnkü gerçek özgürdür; yaşar ve deği-
şir. Gerçek aldatıcıdır. Gerçekler, belki
de gülerken ağhyor: dingin bir görünüm
ardında bile için için kaynıyordur...
Televizyonlanmızın başında. her gün
gerçekleri izlediğimizi sanınz. Asbnda,
gerçeklerin çok kademeli süzgeçlerden
geçmiş, değişik mercekler tarafından
saptınlmış gerçeküstü görüntüleridir ek-
ranımıza yansıyan... Çünkü. günümüz-
de önce çarpıcılık aramr: gerçeklerin
"gösterişjT' olması beklenir... Çünkü,
önemli olan kısa yoldan iz bırakabil-
mektir. TV izleyicisinin, uçucu belleğin-
de, etkileyici ve ilgi çekici olmasma özel-
likle dikkat edilen ve bu amaçla kotan-
lan görüntülerdir bunlar... Başka bir de-
yimle yapay gerçeklerdir... Ancak olan
obnuş. medya kamuoyunu yoğurmuş,
biçimlendirmiştir bile. "Belgesel gerçek-
ler'' perdesi ardında büyük bir manipü-
lasyondur o>Tianan...
"Gerçeğiıı Sineması Festivali", Fransı-
zca adıyla "Festival du Cinema da Reel",
bu olguya bir tepki niteliğini taşır. Belge-
sel sinema geleneğine sahipçıkar. Bu fes-
tivalde aranan, gerçekler karşısında
araştıncı, dikkatli ve saygıh bir bakışın,
bilimsel bir yaklaşımın sonucu olan bel-
gesel sinemarun özü, yüce çehresidir.
Çünkü, dört dörtlük bir belgesel ger-
çekleri görüntülemekle yetinmez; aynı
zamanda, çevresinde dönerek değişik
açılardan aydınlattığı gerçekleri sorgu-
lar.
Paris'te, Beaoubourg Kültür Mer-
kezi'nde on beş yıldan bu yana düzen-
lenen "Gerçeğin Sineması FestivaB"nde,
- ya da uzun adıyla "Lluslararası Etnog-
rafık ve Sosyolojik Fitanter FcstivalP'nde
(Festival International de Films Ethnog-
raphiques et Sociologiques) - işte bu
tanıma uygun belgeseller programlamr.
Olağanüstü, heyecan yaratan. kor-
kunç ya da iğrenç görüntülerin getirdiği
kolaylıklardan kaçınarak ınsan onuruna
'Gerçeğin Sineması Festivali'nde yarışmalı bölümde gösterilen İAm A Promise:" Stanton Okulu çocukları.
ters düşmeden. göz boyamaya ya da ne
pahasına olursa olsun dikkat çekip iz bı-
rakmaya çabalamadan, gerçeğin değişik
yüzlerini olduklan gibi tanıtmayı amaç-
layan fılmler, Beaubourg'da her yıl dün-
yaya açılan, camlan temiz ve süssüz yüz-
lerce penceredir.
Bu bahar. birleşen Almanya'nın Le-
ipzig kentinde şiddet eylemlerine girişen
ve çoğunluğu ırkçı Skinhead'lerden olu-
şan gençlerin yaşam felsefesinden, ülke-
leri Salvador'dan kaçarak geldikleri dün-
yanın öbür ucu Avustralya'da sürgün
yaşayan genç bir çiftin sorunlanna dek
bir dizi acı tatlı -aslmda çoğunlukla aa-
dünya gerçeği. Beaubourg Kültür Mer-
kezi'nin perdelerine yansıyordu.
Örneğin, Olivier Herbrich'in gerçek-
leştırdıği "Yolun Kanunlan" (Rules ofthe
Road) trlandadan Galler ülkesine dek
İngiliz adalannda yaşayan ve Batı Avru-
pa'nınsongöçebetopluluğusayılan"Tin-
kers"lerin, polisle saklambaç ya da ko-
valamaca oynadıklan yol kenarlannda
geçen çizgi dışı yaşamlanndan çarpıcı
kesitler getiriyordu. Toplum tarafından
dışlanan "normal" yaşam biçimine
uyum sağlayamayan. aslında özgürlüğe
susamış ve kuşaklar boyunca göçebeli-
ğin bağımsızhğına alışmış olan bu çok
çocuklu ailelerin (belki de onlan Kuzey
Batı Avrupa'nm "Çingeneleri" olarak
tanımlamak gerekir...) Günlük yaşam-
lanna. kendilerine yabancı dış dünya
karşısındaki tepkilerine, direnişlerine,
bir saat boyunca yalın ve temiz bir belge-
sel eşliğinde ortak oluyoruz...
Festivalin büyük ödülünü kazanan
"Maden ve Melankoli" (Metaal en Me-
lancholie)adh, 80dakikahk belgeseü. Pe-
ru'da doğan ve 23 yaşına dek bu ülkede
yaşamış olan Hollandalı Heddy Honig-
mann ımzalamış. Yedi milyonluk baş-
kent Lima'da rengarenk bir görünüm
sunan taksilerin ve en az otomobilleri
kadar renkli ya da hüzünlü sürücülerin
bırbirinden ilginç yaşam öyküleri. bir
kentin ve bir meslek grubunun ilgi
sınınnı aşarak bir ülkenin ve bır kültü-
rün, canlı, duyarlı, yaşayan portresine
dönüşüveriyor... Bir ozan şöyle tanı-
mlamış Peru'yu: "Bu ülke madenden >e
mdankoliden otuşmuştur. Madenden,
çünkü yoksulluk >e ıstırap bizi tıpkı bir
maden gibi strtleştirmiştir. melankoliden,
çünkü aynı zamanda yumuşak, şefkatü
insanlanz ve gecmişin nostaljisi içimizi
yakar durur..."
Bu festivalde geleneksel olarak bir bel-
gesel sinema yönetmenine ya da bir ülke
sinemasına aynlan toplu gösterinin bu
yılki durağı. İtalyan belgesel sine-
masıvdı. I930'lu yıllardan günümüze
dek uzanan bırçizgide. >etmış küsur film
aracılığıyla. Fellini, Antonioni, Bertoluc-
ci. Comencini gibi ustalann çektıkleri
belgesellcri ilgiyle izledik. Avnca İtalyan
belgesel sinemasının önde gelen adlan-
ndan Vittorio de Sica'njn bir düzine
yapıtı, bu programda yer almaktaydı.
Hem nitelik. hem de nicelik açılanndan
zengin olan bu toplu gösten. İtalyan ne-
orealizmine çok yönlü, farklı bir bakış
getiriyordu. Sokaktaki gerçeklerin sine-
mayı nasıl etkilediği: büyük yaratıcılann
gerçeklerle nasıl beslendikleri ve gerçe-
ğin sinemasını yaparken duyarhklannı
ve yaratıcılıklannı nasıl geliştirdikleri
gözler önüne serilmekteydi. "Gerçek ya-
şam nerede biter? Sinema nerede başlar?"
türünden zor sorulara. her vönetmen
kendi yanıtını. yapıtlan aracıİığıyla ge-
tirmektedir. Örneğin. Mkhelangeio An-
tonioni, 1943-1947 yıllan arasında ger-
çekleştirdiği ilk filmi "Po'nun İnsanlan"
(Gente Del Po) adlı belgeselde, kuşku-
suz. on yıl sonra çekeceği "ÇığJık" (II
Grido-1957) adb konulu filmin geçeceği
>en \e o yörenın ınsanlannı gozlemle-
me. tanıma olanağı bulmuştu...
Peki, günümüzde. televizyon ve si-
nema endüstrisinin giderek gelişip uza-
yan ahtapot kollan arasında. belgesel tü-
rün yeri nedir? Çok gerilere gitmeye ge-
rek yok. son haftalann fılmlerine bir göz
atmak yeterli: İşte. kucak dolusu Oscar
ödülü sahibi Steven Spielberg'in çektiği
"Schindler'in Listesi" ya da Jim Sheridan
ımzalı "3abam İçin" adlı fılmler... Gö-
rüntülenmesi çok güç, hatta olanaksız
olan gerçekler. ya da beyaz perdeye titiz-
likle, dikkatle aktanlması gereken
önemli tarihi olaylar bile. "öîgüree", ge-
niş kiılelere sesîenen "namusln" birer
Holl>-wood filminedönüştürülmekte...
Bu konumda gerçek belgeseller, üzeri-
ne titrenmesi gereken bir sinema türü-
nün korunmaya alınmayı bekleyen ör-
nekleri olarak çok önem kazamyorlar.
ODAKNOKTASI
AHMET CEMAL
Sanatı Güncel Kılmak
Avrupa edebiyatının yetiştirdiği en büyük eleştirmen-
ler arasında yer alan Avusturyalı yazar Kari Kraus
(1874-1936), Shakespeare'e ilişkin bir değerlendirme-
sinde şöyle der: "Nerede devletin yasaları Shakes-
peare'in parafe edilmiş düşünceleriyse, orada kültür
vardır." Kimi zaman gizli alaylar içeren gülümsemeler-
le karşılanan bu görüş, temeline inildiğinde ne yalnızca
aşırı bir hayranlığın dışa vurulmasıdır ne de ayakları ye-
re basmayan bir düşüncedir. Kraus, bu satırlarıyla sa-
natın günlük yaşam uygulamasıyla ilişkisi açısından bir
olması gerekeni, söz konusu bağlama değgin bir tür 'do-
ğal hukuk' kuralını dile getirmiş olmaktadır. Kraus'un
cümlesini daha genel bir söyleme götürdüğümüzde, ör-
neğin şöyle bir saptamaya da ilaşabiliriz: "Nerede dev-
letin yasaları sanatın sesiyle örtüşüyorsa, orada kültür
vardır."
Sanateseriniyaşamın günlük akışınındışındatutmak,
sanatı izleme, ondan tat alma çabasını geleneksel gün-
lük yaşamdan kaçmanın aracı saymak, sanatçıyı -ayak-
ları yere basanlardan oluşma bir çoğunluğun karşıtı
niteliğiyle- bir azınhğın üyesi saymak, estetik düşünceyi,
'herkesin harcı olmayan' bir felsefe evrenine yerleştir-
mek -bütün bunlar, sanatın başlangıcından günümüze
kadar sanatı yapay bir tutumla yaşamın bütünlüğünden
koparmaktan başkaca bir sonuç doğurmamış girişim-
lerdir. Bir yandan sanatı -doğru bir tanımla- yaşamı yo-
rumlamanın yollarından biri saymak, öte yandan ise
onu, hem düşünce hem de uygulama düzleminde olmak
üzere, yorumladığı konudan ayrı tutmak, gerçekte çö-
zümsüz olduğu ölçüde üretkenlikten de uzak bir çelişki-
dir.
örneğin günlük yaşamın sıradanlığından kaçmanın
yollarından biri sayılan sanat, bu kaçışın gerçekleştiril-
diği her noktada kaçılan sıradanlığı daha da pekiştir-
mekten, daha da değişmez ve değiştirilemez bir gerçek
kılmaktan başka bir sonuç doğurmaz. Bu sıradanlığın
yol açtığı kalıplaşmaların yıkılması, insanoğlunun 'ayrı'
bir alan saydığı sanata zaman zaman sığınması, sonra
o alanın kapılarını -tiyatronun perdesini, kitabın kapağı-
nı, sergi salonlarının ışıklarını!- kapatıp yeniden 'akışa'
dönmesiyle değil, ama ancak sanatı özümsemeyle zen-
ginleştirdiği bir iç dünyayı, bundan böyle günlük yaşa-
mının çıkış noktaları, bakış açıları arasına katmasıyla
gerçekleşebilir. Çünkü insanın kaçarak sığındığı' yer,
sonuçta nasılsa oradan ayrılacağı yerdir; ayrılacağı,
belki de bir daha dönüp bakmayacağı, dolayısıyla izleri-
ni de kendi dünyasından sileceği bir yer!
Bir bin yılı daha geride bırakmak üzere olduğumuz
günümüzde genelde sanatı konu alan her türlü eğitimde
bir bakış açısı değişikliğine gitmek, belki de sanat-
yaşam bağlantısı doğrultusunda en gerçekçi ve yapıcı
tutum sayılmalıdır. Bakış açısı bağlamında boyle bir ye-
nilik, örneğin sanat tarihini yalnızca 'ayrı' bir konunun
tarihi olmaktan çıkarıp, aynı zamanda doğrudan her sa-
bah yeniden başladığımız bir yaşamın, bizim olan bir
yaşamın kendine özgü bir yorumu üzerinde düşünme
çabasınadönüştürebilir. Tarih boyunca yaratılmış bütün
sanat eserlerine, bizden birilerince yine bizden olanla-
rın yaşamlarını zenginleştirmek, daha geniş boyutlara
kavuşturmak için verilmiş ürünler gözüyle bakmamızı
sağlayabilir.
Aslında felsefenin bütün alanlarında yapılması gerek-
•tiği gibr^estetik alantnda da'Jfnpalı'düşüticesdi^gelecy*'
kurmat< yerine, "ınsahoğlunun kendi sariatsal eylemleri
üzerinde düşünmesi'nden başka bir şey olmayan bu
uğraşı bir yaşama biçimi niteliğiyle de tanıtmak, insan-
ları sanat ve estetik söz konusu olduğunda hep başlan-
nı yukanya kaldırmak' zorunluluğundan kurtarabilir.
Sanatı bu doğrultuda, insanın doğal düşünme alanlarm-
dan biri olarak benimsetmek, sanatı günlük düşünceye
ve günlük yaşama sokmantn en etkili yoludur.
Bertott Brecht, 'Sanatın Izlenmesi ve Izlemenin Sana-
tı ' başlıklı yazısında şöyle der: "Sanattan daha çok anla-
yan.. bilenler'den oluşma küçük bir çevre her zaman
var olagelmiştir... Bu küçük çevre için değil, ama halkın
bütünü için sanat yapmakta kararlı çok sayıda sanatçı
vardır. Bu, kulağa demokratça gelir.. ama bence asıl
demokrat tutum, 'bilenlerden' oluşma küçük çevreyi, bi-
lenlerden oluşma büyük bir çevreye dönüştürebilmek-
tir. Çünkü sanat bilgiyi gereksinir..."
Bu satırlarda sözü edilen 'bilenlerden oluşma büyük
çevre'nin yolu, yalnızca sanatın, yazımızın başında sö-
zünü ettiğimiz biçimde güncelleştirilmesinden, günlük
yaşam uygulamasının ve yaşam üzerine düşünmenin
doğal bir parçası kılınmasından geçebilir. "Bir devletin
yasalannın Shakespeare'in parafe edilmiş düşünceleri
olması" da sanatın bu anlamda, insan ve toplum yaşa-
mının her gününe yedirilmesinden başka bir şey değil-
dir.
Yaşamını yeni bir bin yılda çok daha soylu kılarak sür-
dürme iradesini gösterecek bir insanlığa, Shakes-
peare'in Montaigne'nin, Yunus Emre'nin, Pir Suttan
Abdal'ın.. düşüncelerini yansıtan yasaları birer ütopya
olmaktan çıkarıp somut hedeflere dönüştürmekten daha
çok yakışacak bir uğraş düşünülebilir mi?
Sururi ve Cezzar'dan açıklama
Kültür Servisi - Tiyatro ve TV Yazarlan DerneğTnin 10
oyunun üzerinde verli oyun sahneleyen yönetmenlere ve
tiyatrolara onur plaketi vermesiyle ilgili olarak Gülriz
Sururi ve Engin Cezzar şu açıklamayı
yaptılar"Derneğinizin 'yerli oyunlar oynamaya değer
veren tiyatrolara ve 10 oyunun özerinde yerli oyun
sahneleyen yönetmenlere' onur p'.aketi vermesini
destekliyor ve ödül alan meslektaşlanmızı kutluyoruz.
Ancak. bugüne kadar 12 yerli oyun sahnelemiş olan Gülriz
Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu'nun ve 11 yerli oyun
yönetmiş olan Engin Cezzar'ın unutulmuş olmasını vahim
bir hata olarak görüyor ve şiddetle protesto ediyoruz.
Kaldı ki. bu 12 oyunun 11 tanesi Türk tiyatro tarihinde ilk
kez bu topluluk tarafından oynanmıştır. Bellekleri
tazelemek bakımından. bu oyunlann listesini sunuyoruz:
Canh Maymun Lokantası(Güngör Dilmen). Keşanh Ali
Destanı(Haldun Taner). Direkler Arasında(Refık
Erduran). Teneke(Yaşar Kemal). Zilli Zarife(H.Taner).
Kurban(G.Dilmen), Kelepçe(R.Erduran), Aykın(Aydın
Engin). Ittihat veTerakki(G.Dilmen), Uzun Ince Bir
YoI(M.Akan-G.Sururi). Ferhad ile Şirin(Nazım Hikmet).
Midas'ın Kulaklan(G.DiImen). (Aynca bu yıl E.Cezzar
Antalya Devlet Tiyatrosu'nda MüsahipzadeCelal'in
"Kadı"sını sahneledi). "Hafıza-i beşer nisyan ile malul"
olabilir. Ama, Türk tiyatro tarihine perçinlenmiş ve çoğu
"klasik' olan bu oyunlar ve bu topluluk tiyatroseverlerin
yüreğinden silinemez ve unutturulamaz".
Onay Ongan öldü
Kültür Servisi - Piyanist ve besteci Onay Ongan öldü. 1936
vılında Adana Ceyhan'da doğan Ongan, 1956 yılında
lstanbul Belediye Konservatuvan Korno, Viola ve Keman
Bölümleri'nden mezun oldu. İstanbul Senfoni
Orkestrasrndaöyılçahştı. Müziklişiirmatineleri
düzenlemelerinde öncülük etti. İsviçre'nin çeşitli
kentlerinde, Fransa ve Almanya'da müzik çabşmalannda
bulundu. Orkestra kurdu ve yönetti. Üç yıllık yurtdışı
çalışmalanndan sonra Türkiye'yedöndü. Dostoyevski'nin
'Beyaz Geceler', Güner Sümer'in "Yann Cumartesi' adlı
tiyatro oyunlannın ve Sait Faik'in "Kumpanya' adlı
televizyon oyununun müziklerini besteledi.