25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27MART1994PAZAR 10 PAZAR YAZILARI Talihsiz nehir Thames LONDRA EDİP EMtL ÖYMEJN Londra'nın merkezinde on köprü ile aşılan Thames, üzerinde gemi dolaşacak derinlikte. Ve bir sanayi nehri. Kent merkezinde sadece çok kısa bir bölümü- ne turistik renk katar. Kentten geriye git- tikçe, Thames daralır ve adam gibi bo- yutlara iner. İşte o kesimi gerçekten ye- jillerden yeşil beğen, ağaçlardan ağaç. kırlardan kır beğen bir coğrafya cenheti. Ama kenti geç, denize doğru ilerle. ora- larda da keyif kaçar. Boz bularuk, geniş, Jci yakasında hiç bir göze batar nirengi noktası olmayan, düz, anlamsız bir ha- iç. Thames, uzun boylu, dikkat çeken, ama çirkin, kem talihli. artık kimselerle yar olmayacak biri. Elindenişgelir, geliri yerinde, ama kalbi kınk. Evvel zaman ıçinde Londra," deniz aşırı sömürgeleri- nin son limanıyken, Hint'ten Çin'den. Batı'dan Doğu'dan her bir yerden gelen ardı arkası kesilmez gemiler buranın Sa- jpazan'na yanaşırmış. Ama ne Salıpa- zan! Salıpazarlan demek gerek. Bir kaç düzine ambara yüklerini boşaltmak haf- talar sürer. bütün tüccar. nakliyeci. ve bankerlere gün doğarmış. O günlerden lcalma ambarlar. depolar bugün de Tha- mes kıyısında ayakta. Ama bugün onlar artık lüks apartman daireleri. Dıştan ba- kınca anlamsız ve kara suratlı yapılar. Ama içleri mosmodern. Bazılannın ad- !an da hala 18. yüzyılda ticarel yapılan denizaşın adresleri taşıyor: Jamaika Ambarlan. Kanarya Ambarlan gibi. Bazılan ise. daha geç yıllarda yapılmış, ve öze! adlan var: St Katherine Doklan gibi. Bugün turistleri a\layan dükkan ve lokantalarla dolu. Ortası da yat limanı. Kenannda süper lüks bir otel. Thames'in kentin hemen ucundaki bu kısmı. evvel zamanda para basan bir li- manmış. Şimdi ise eski şatafatı yok. îki yüksek kuleli, oftası şaha kalkan ünlü Kuleli Köprü hala bazan büyük gemile- re yol vermek için açılıyor. Ama bazan. Çünkü Londra. artık yolcu ve yük gemi- lerinin tercih ettiği bir liman değil. Nehir. bu gemilerin manevrası için uygun değil çünkü. Gemilerin boyu büyüdü. Lond- ra'nın limanı. 100 kiİometre kadar gü- neydeki Southampton. Bugün dev yolcu gemileri bu lımana gelir gider. Eskiden beri Amerika. Avustralya. Hindistan. Güney Afrika yolculuklan buradan yapılır. 100 kiİometre bir şey değil. Hızlı trenle hemen cırt. Bugün artık Thames. ûzerinde ulaşım pek az yapılan bir su yolu. Kıytınk bir deniz otobüsü işletiliyordu. Kar edeme- di. Denizciliğin anayasasını yazmış İngi- lizler. nehirden ulaşım için yararlanmı- yorlar. Kıyılardaki yollar sabah akşam araba dolu. Nehir boş. Turist motorlan dolaşıyor ama onlar sayılmaz. Hadi biz aklunız artık ermediği için. organize ola- madığımız için, planlamadan çakmadı- ğımız için Boğaz'da şehiriçi yolcu taşı- macılığı yapamıyoruz. Ya bu İngılizlere ne demeü? Geçmişeçevre bilinciyle sahipçıkmak SANTA FE ALİ RIZA BALAMAN Etnoloji öğrenciliğim ve sos>al antro- poloji hocalığı sırasında Amerika (Ari- zona ve New-Mexico) yerlileri hakkında okur, okutur ve slaytlarla da görüntüle- yerek kültürler arası benzer ve benze- mezlikler ûzerinde durdurduk. Kasıth olarak da dönemin ilk dersinde Poeplo ve Navaho yerlilerinin evlerinin slay- Üannı, bizim Iç Anadolu, Güneydoğu ve Doğu Anadolu köy evlerini gösteren slaytlarla kanştınr öğrencilere: "Bu görüntülerin nereye ait olduklannı tahmin ediniz" derdik. Özellikle Doğu Anadolulu öğrenciler, New-Mexico ve Arizona yerlilerinin toprak sıvalı, düz damlı. mertekli. çe\re toprak rengiyle uyumlu kızıl-boz renkli evlerini. Diyar- bakır'ın Kulp ilçesine. Muş'un Genç il- çesine ya da Bingöl'e ait olduğunu ısrarla belirtirler, sonra da slaytlann özgün baskılannın üzerindeki Poeplo. Navaho gibi adlan okuduklannda "Olmaz, ola- maz" derlerdi. Ben de \ ıllar sonrası gecikerek de olsa New-Mexıco. Santa-Fe ve Taos'a a>ak bastığımda "Olmaz, olamaz" demedim, ama görüp ettiklerim karşısında heye- canlanmadım diyemem. Evet, Albequerque'deki New-Mexico Üniversitesi, rektörlük binasından öğ- renci yurtlanna değin, çevre mahalledeki evler de dahil hepsi düz damlı, toprak sıval, küçük pencereli, kalın duvarlı, çevredeki doğal renge uyumlu evler. ev- ler... Yıbn peııisbaşıödülütörenleverildiDanimarkaü kadınlar da ödül dağıtıyor- lar artık. Yılın "Penis başı" ödülü. Tabii onlar bu ödülün adını benim kadar tıbbi ve sterilize haliyle telaffuz etmiyorlar. Nasıl ettiklerini siz tahayyül edin artık. Kadınlar Kulübü'nün "The Cock Head Award" adını verdiği ödül, bu yıl Berüngske Tiden- de gazetesinin yazarlanndan Frank Dahl- gaard'a layık göriildü. Kadıniara hoş gel- meyen görüşleriyle tanınan Dahlgaard, " Aslında kadınlar çalışmak falan istemiyor- lar. Tüm rüyalan evde oturup çocuk bak- mak" ya da "Kadınlann daha düşük emekli- lik maaşı almaJarı doğal. Araştırmalar, on- ların daha uzun yaşadtğını gösteriyor" gibi indleriyle ödülü hak etti. Tahmin edeceğiniz gibi Dahlgaard, Christinia'daki ödül törenine gelip odülü- nü almadı. Ödül, Dahlgaard'a gıyabında verildi. Halbuki ödül töreni oldukça eğlen- celiydi. Her yaş ve kesimden kadının katıl- dığı ödül töreninde, Danimarka televiz- yonlanndaki talk showlann tanınmış su- nuculanndan Suzanne Bjerrehuus, yanında getirdiği dudak uçuklatacak büyüİclükteki dildoyu sallayarak. salondakilere Frank için üç kere hurra çektirdi. Sonra da "Gö- ğüsler erkekleri aptallaştinyor" dedikten sonra kendi göğüslerini sergiledi. Kadın mücadelesine yönelik ilginç saptamalann yanı sıra kiliselerin de kullaruldığı konuş- malardan sonra hep beraber "We shall overcome" söylendi, eski günler yadedildi. Ne de olsa, kadın hareketinin öncüleri 60'- lardan, 70'lerden kalma "Kızılcorapular"- dan oluşuyor. Kızılcoraplılar, o yıllarda Danimarka'daki en radikal kadın hareke- tinin adı. Tabii ben, gelecek yılın bilmem ne başı adaylan arasına girme tehlikesini göz önünde bulundurarak o taraflara uğramış ve bütün bunlan yerinde gözlemlemiş deği- lim. Gazetelerin İcadın yazarlanndan oku- duklanmdan, televizyonlann kadın muha- birlerinin anlattıklanndan aktanyorum. Suzanne'nin elindeki dildoyu salladığı re- simleri de, Danimarka'nın en entelektüel gazetesi olan NVeekendavisen'de gördüm. Suzanne'yi televizyon shovvlanndan, mu- hafazakar parti milletvekili adayıyken yü- rüttüğü secim kampanyasından ve Ekstra Bladet gazetesinde hafta sonlan "Kocanm şeyi kuçükse sen de kendine bir aşık bul ca- nım" nasihatlan çektiğı "Güzin Abla" kö- şesinden tanıyorum. Suzanne Bjerrehuus başh başına bir fe- KOPENHAG FERRUH YILMAZ nomen. Kadın hareketinden bahsederken ondan bu kadar bahsetmek haksızlık ola- bilir. Ödül töreninin Bjerrehuus'tan daha il- ginç yanı ise, kadmlar arası görüş aynlıkla- nnı göz önüne sermesiydi. Her şeyden önce, Danimarka'nın otur- muş kurumlanndan Kadınlar Kulübü'- nün, yılın bilmem ne başı gibi bir ödül dağı- tması, hem kulüp içinde hem de eğer öyle bir şeyden bahsedilebilirse kadın hareketi içinde derin görüş aynhklanna yol açtı. Ödülü "düzeysz" bulan kadınlar, diğer- lerini, erkekleri eleştirdikleri yöntemlerin aynısını kullanarak kendi bindikleri dalı kesmekle suçluyorlar, salt medyadan ses çıkartmayı hedefleyen bu yolu popülizm olarak adlandınyorlar. Kadınlar Kulübü'nün yönetimindeki kadınlar ise medyayı kendi tuzağında avla- manın keyfini sürüyorlar ve "Bu ödiile 'yı- lın şovenist ödülü' desek kimsenin kuynığu kıpırdamazdı. 'Yılın penis başı' dedik diye tüm medya üzerine atladı ve kültür dünyası sarsıldı. Protestonun bundan iyisi can sağlı- ğı" diyerek kendilerinı savunuyorlar. Yılın ödülüyle ilgili tartışmalar, aslında kadın hareketlerinin içine girdiği başka bir çıkmaza daha işaret ediyorlar. Kadın hare- ketleri, erkek egemen toplumun kurumla- nnda güç ve etki mücadelesine mi girmeli- ler, yoksa kurumlaşmış erkek egemen de- ğerlere karşı kendi kadın değerlerini mi ge- fîştirmeye çalışmalılar? Kadın hareketi içindeki görüş aynlığının iki kutbunu, bu soruya verilen olumlu ve olumsuz cevaplar oluşturuyor. Hoş, kariyer kavgasına çoktan girişmiş kadınîarla genç neslin bu tür kaygılan çok- tan terk ettiklerini söylemek hiç yanlış ol- maz. "Dünya Kadınlar Mücadele Günü" dolayısıyla medya tarafından görüşleri so- rulan iş kadınlan, erkeklerin çoğunlukta olduğu bu dünyada kendilerine yer açmak- ta zorluk çekmediklerini söylüyorlar. Genç nesil içinse, kadın mücadelesi daha çok geçmişten kalma, ahlaki güdülerle motive edilen dayatmadan başka bir şey değil. Genç kadınlar anneleri gibi eşit olmak için mücadele etmek zorunda hissetmiyorlar, zaten öyle olduklannı hissediyorlar. Buna rağmen kadın mücadelesinin he- defıne en çok yaklaştığı ülkelerden biri olan Danimarka'da bile eşitliğin tam ola- rak sağlandığı söylenemez. Araştırmalar, vasıfsız kadın işçilerin hala erkek iş arka- daşlanna göre daha düşük ücret aldıklannı gösteriyor. Hoş, yasalar eşit işe farklı ücret ödemeyi yasakbyor, ama kadınlann düşük ücretle- ri, işin farklı tanımlanmasıyla hallediliveri- yor. Yine istatistikler, örneğin yeni uygula- maya konan çocuk bakımı izninden yarar- lananlann yüzde 93'ünü kadınlann oluş- turduğunu gösteriyor. Örnekler daha da çoğaltılabilir. Sonuçta kadın hareketinin "Kızılcoraplılar" döne- mindeki gibi erkek düşmanhğına varan ra- dikallikte olmasa bile, var olma meşruiyeü fazlasıyla sürüyor. Sonın, şimdi var ol- manın biçımınin ne olacağı. Istanbulw *Gaınla Stan" olsa Ha>>anlan Komma Grubu y ^ ^ Ş ( ) Meksikadan yavnı kedi- leri ABD'ye kaçıran bir kaçakçılık zincirinin ortaya çıkartıldığını bildirdi. VVSPA, Meksika'da polisin durdurduğu bir kamyondâ 2 bin kedi bulunduğunu açıkladı. Kobay olarak kullanılmak üzere ABD'deki okuilara nakledilen kedilerin, öldüriildükleri kaydedildi. Kaçakçı grubun Meksika'nın fakir bölgelerinde anonslar yaparak her kedi için bir dolar tekb'f ettikleri, bu teklifin fakir çocuklara cazip geldiği ve komşulannın kedilerini yakaladıkları belirtildi. Stockholm'ün ilk kez kurul- duğu adaağın adı Gamla Stan'- dır, yani "eski kent". Arnavut kaldınmlan, birbirlerine eğilen evlerin yukanya bakıldıkça daha da daralttığı sokaklan, yapılann asla el dokundurul- mayan yüzleri, ilk konduğu gibi kalan hane numaralan ve kapı mandallanyla eski kent, bu son derece modern kentin kimlik kartıdır. Çünkü başka eski kent yoktur... Yani tlhan Selçuk'un yazdığı gibi "Başka Istanbui yoktur" saptamasını doğrula- maktadır bu gerçek. İstanbul ve Boğaziçi, tüm in- sanlığın kültürel mirasıdır. Ko- runması bize düşmektedir. Bir daha yerine konamayacak gü- zelliklere, hoyrat bir çocuğun kristal kadehlerle oynamasına ses çıkarmadan bakar gibi bak- mamamız gerekir. Allah'a, riiz- gara ve iyi saatte olsunlara bıra- kılamaz bunca insanın ve böv- lesine tarihsel birzenginliğin ge- leceği. Biz sahip çıkmazsak, kimse bizim için yapmaz bu işi, aynca yapamaz da. Isveç basını, Boğaz'daki STOCKHOLM GÜRHAN UÇKAN eninde sonunda olacağı bilindi- ği için kaza diyemediğimiz ola- ya başlangıçta geniş ilgi göster- di. Aynen önemli bir uçak ka- zasına olduğu gibi. Aradaki fark, uçak kazasının bir anda olup bitmesivdi. Oysa Boğaz'- daki "bile bile lades", ertesi gün de sürdü. daha ertesi gün de, hafta da. Oysa ertesi gün, gün- demden çıkanlmıştı bile "Asya ile Avnıpa'yı ayıran Boğaz." Yani deniz de yansa, gemi de yansa, koca bir kent -Isveç'in nüfusundan fazlasını banndı- ran kent- kendi kaderiyle baş başa bırakılmıştı. Çünkü eli- mizdeki zengmlik tüm insanlı- ğındı, ama aynı zamanda bizim sorunumuzdu. Eski kentte büyük para har- cayarak bir büfe açsanız, bu- lunduğunuz binanın genel gö- rünüşünü bozan tek bir ampul bile koyamazsınız girişe. Tarih- le birlikte yaşamak zorun- dasınızdır. Varhklı kişilerin lüks otomobilleri rahatça do- laşsın diye, evleri yıkıp caddele- ri genişletemezsiniz. Adanın göbeğine, zift gibi bilmem kaç katlı bir otel heyülası dikemez- siniz. Çünkü bir ülkenin tarihi, uygarlık tarihinde onu taruta- cak kimlik belgesidir. Böylesine önemli bir yolculuğa, kimliksiz çıkamazsınız... Stockholm'ün korunan ta- rihsel özelliklerini gördükçe in- sanın biraz da olsa içi burkulur. Aynen ülkemizde olumlu giri- şimleri görüp duyduğumuzda gözlerimizin gizlice yaşardığı gibi. Şimdi eğer bu vurula vuru- la öldürülemeyen kentin kıyıla- nna yunus ölüleri vurup sokak köpeklerine yem oluyorsa, ken- te yaklaşan uçaklann bile için- deki hava daha inişe geçmeden bozuluyorsa, sorun çok ve çok büyük demektir... Karanhk sokaklamılıâkiıııleri,kentinefeııdileriGeç saalte sokakta dolaşma! Metroda boş vagonlara binme! Kalabalık otobüs- lerde cebine dikkat et! Evine celik kapı yaptır, en az üç tane de kilit! Mafya çetele- rinin hiç olmazsa birinden arkadaşlann ol- sun; zamanı gelince seni ötekilere karşı ko- nırlar! Sonu ünlem imiyle biten bu tür tümceler, öylesine çoğaldı ki, sıkıntı basıyor artık ıçi- mi. Bunlan düşünmek bir dert, düşünme- mek ayn. Nasıl da değişti birkaç yıl içinde her şey... İnsanın mutlu olması için olmazsa ol- maz koşullardan biri de kendini güvenlik içinde duyumsaması. Canından ve malın- dan emin olması. Son yıllarda Moskova'da yaşamak, bunu öğretiyor. Rusya'da her 18 dakikada bircinayet iş- leniyormuş! Moskova'da yayımlanan bir gazete yazıyor bunu. Ne garip! Eskiden de basın bu tür verilerle doluydu; ama ABD'- den ve öteki kapitalist ülkelerden söz edilir- di hep. Şimdi yeni yetme ve çarpık kapita- lizmleriyle, Baü'nın kötü rekorlannı bir bir kınyorlar. Sokaklar haydut kılıklı tiplerle doldu. Kısa ve biçimsiz kesilmiş saçh, sakallı, pan- tolon yerine parlak eşofman giyen, kovboy gibi yalpalanarak ve tehditkar yürüyen, sa- ğa sola tüküren, bakışlan soğuk bir metali andıran bir sürii insan tür^li. Eskiden neredeydi bu tipler? Yok muy- dular? Yoksa gizleniyorlar mıydı? Galiba her ikisi de doğru. Hem sayılan azdı. hem MOSKOVA HAKAN AKSAY de ortalıkta böyle da>ı dayı gezemezlerdi. Korkarlardı. Şimdi kendilerine güvenleri arttı. Yürüyüşleri değişti. 'Gün bizim günü- müz!' der gibi adım atıyorlar artık. Sokak- lann hakimleri! Sokaklann ve karanhkla- nn! (Ne kadar da severler böyleleri karan- hklan!) Korkan onlar değil. Emeğiyle geçinen dürüst insanlar korkuyorlar şimdi. Sokağa çıkmaya korkup evlerine sığıruyorlar. Çelik kapılann ve birkaç kilidin ardında. yaklaşan felaketin ayak seslerini dinleye- rek kabuklanna çekiliyorlar. Yaşamak için her türlü diyeti vermeye hazırlar. Yanı başlannda işlenen cinayetle- ri görmezden gelmeye. hırsızlıklann ayn- mına vannamaya, rüşvetleri. fuhuşu es gecmeye öylesine alışıklar ki!.. Bir tanıdık anlaüyor. Az sayıdaki dürüst özel girişimcfden biridir kendisi. Küçük bir dükkan açaytm demiş, dişinden tırnağın- dan arttırdığıyla. Açılışa 'beklenmedik ko- nuklar' gelmiş. 'Ya haracımızı verirsin ya da...' demişler: tümceyi bitirmeden pis pis sıntmışlar. Araştırmış, milise başvurmayı düşün- müş, çevredeki dükkan sahiplerine danışmış... Ve haracı vermeyi kararlaşür- mış. 'Düzen böyle!' diyerek getiriyor öykü- sünün sonunu. Düzen böyle! Sanınm en kötü şeylerden biri, insanın kendi kentinin, kendi memle- ketinin efendisi olamaması. Gecici bir sah- ne gibi yaşaması bütün ömrünü. Kıytınk bir konuk gibi. Efendiler kim mi? Onlar! Karanhk gece- lerin -ve ne yazık ki artık kirli gündüzlerin- cesur kovboylan! Moskova'nın yeni efen- dileri! Moskova'nın ve bütün Rusva'nın! Vietnam'da tetris keyfı Vietnam'ın başkenti Hanoi'nin merkezindeki bir otobüs durağında bekleyen abla ve kardeşı. kendilerini ellerindekı gameboylara iyice kaptırmış görünüyorlar. Otobüs geliverse de onlan uyandırsa nerede olduklannı bir an için çıkaramayacaklar ve şaşırarak dönüp birbirlerine bakacaklar sanki. Gameboyun küçük ekranına bakarken yüzlerinde beliren mutlulukla >oğun dikkat kanşımı ifadeyi yorumlamak çok zor. Bu küçük. ama çok keyifli oyunlar kimilerine göre endüstri sonrası toplumunda kitap ve kişisel ilişkilerin yerini alan bir tür uyuşturucu, kimilerine göre ise günlük yaşam stresini atmarun en kestirme yolu. Yorumu herne olursa olsun, bize pek yabancı gelmeyen bu manzaraya 2 milyon kişiyi banndıran Hanoi'de de adım başı rastlamak mümkün. Sigara sağlığa yararlı, yan etkilerini saymazsak Dış Haberler Senisi - ABD'nin başını çeküğj büyük taarruzda peş peşe \enilgileralarak özgürlük alanlannın daralmasını yaşlı gözlerle izleyen, horlanan, aşağılanan, yalnızlığa itilen sigara tiryakileri. akciğer kanseri ve kalp krizi öcülerini bir an için unutarak derin bir öpücük çekin eski dostunuzdan: Hiç değilse kolit hastalığma iyi geliyormuş. ABD'de yayımlanan New England Journal of Medicine adlı tıp dergısinde yayımlanan bir araştırmaya göre tütün bağımlılığına yol açan nikotin. kolit olarak bilinen kronik kalın bağırsak hastalığını tedavi ediyor. Araştırmayı yürüten CanHfTteki Wales Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. John Rhodes. sigara tiryakilerinin pek azının, kanlı ishal ve şiddetli kann ağnsıyla kendini gösteren kolit hastaîığına yakalanması nedeniyle bu araştırmaya yöneldiklerini belirtiyor. Araşürma raporuna göre nikotin verilen kadın-erkek kanşık 72 hastanın yansı tamamen iyileşmiş. Ancak bu hastalardan birkaçının başağnsı. başdönmesi. mide bulantısı ve diğer yan etkilerden şikayet ettiği ve ikisinin bu nedenle deneyi yanm bıraktığı bildiriliyor. Hastalara verilen nikotin miktan ise, ortalama bir tiryakinin birgünde aldığı nikotinin üçte birine eşit. Araştırma sigara tiryakilerini sevindirecek kuşkusuz, ancak bilim çevrelerinde beklenen ilgiyi görmediğini belirtmek gerekiyor. Araştırma raporunun yanı sıra yayımlanan bir makalede, araştırmacıİann kesin kanıtlar yerine hastalann beyanlan ile yetinmeleri eleştiriliyor. Makalenin yazan Chicago Üniversitesi'nden Dr. Stephen Hanauer. nikotinin psikolojik durumu değiştirici etkisi nedeniyle hastalann belirtilerini yanlış algılamışolabileceklerini sa\aınuyor. Ancak Dr. Rhodes. ekibinin zaten "haddini bildiğini" ve araştırmayı belli bir noktada keserek yalnızca bir tartışma açmayı hedeflediklerini bejirtiyor. Bilim adamlannı konunun üzerine eğilmeye davet eden Dr. Rhodes. kendi ekibinin şu sıralarda nikotinin Alzheimer ve Parkinson hastahklannın tedavisinde kullanılıp kullanılamayacağı ûzerinde çahştığını vurguluyor. Sigara kolite iyi geliyorsa, insan "Tuvalette sigara içmeye bayılan bizim milletin bir bildiği mi var" diye sormadan edemiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle