Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1MART1994SALI CUMHURİYET2 SAYFA
KULTUR
Martin Scorsese, 'Masumiyet Yaşı'nda farklı kulvarlara yönelmiş
SUNGU ÇAPAN
Y
ıllarca kurşunların vızıldadığı, silahlann konuştuğu.
sert, kanlı ve şiddetli "kara film" çeşitlemeleriyle ken-
dine özel bir hayranlar kitlesi edinmiş, günümüzde
neredeyse fılm starlannı bile gölgede bırakan üne ve
prestije sahip, Hollywood'un "sılcı dostlar klaru'nın
^ ^ ^ ^ ^ _ reisi ve modern Amerikan sinemasının Steven Spiel-
^^^^™ berg ve Francis Coppola'yla birlikte en tanmmış üç si-
lahşöriinden biri ve ustası sayılan Martin Scorsese'den en az bir
film (Taxi Driver, Azgın Boğa ya da Goodfellas) görmemiş sine-
masever düşünülebilir mi hiç?
Gencecik Robert De Niro ve Harvey KeiteTİ yönettiği "Mean
Streetş"den bu yana çeyrek yüzyıl süresince sinemada epeyce yol
alan, İtalyan asılh Scorsese'nin, birdenbire çizgisini değiştirerek
1920'lerin Amerikan edebiyatından seçkin bir kadın yazann ge-
çen yüzyılın New York sosyetesi dekorunda geçen, uzun zaman
aşımına yayılmış incelikli ve yoğun duygusal bir gönül ilişkisine
dayanan romanından uyarladığı "The Age of Innocence", adeta
bu yönetmenin farklı bir türde de başanlı olabileceğini kanıtla-
maya giriştiği, iddialı. gösterişli bir "çağ filmi".
Daha once sınema yazarlannca belırtıldiği gibı "Masumiyet
Yaşı" adı yerine kuşkusuz "Masumiyet Çağı" adının daha çok
JamesIvory,Beş dalda Oscar'a aday gösterikn Altın Küre ödüllü, yönetmenin farklı bir tür denediği, iddialı, gösterişli bir 'çağ ve dönem filmi'.
Luchino ViscoııtiNe selanı sarkıtiY or...daha uygun kaçacağı "The Age of Innocence".
günümüz New York'unda çoktan çöpe aülrruş,
modern tüketim toplumunun çarklannda ve ya-
bancılaşma iletişimsizlik sorunsalının çıkmaz-
lannda öğütülerek neredeyse unutulmaya yûz
tutmuş temel erdemlerden masumiyet kav-
ramını, dünün gelenekler-görenekler dünyasını
görsel-plastik açıdan başanyla yeniden kurarak
ele alıyor.
Beş dalda Oscar'a aday gösterilen, Altın Küre
ödüllü fılm. 1870'lerin New York'unda yaşayan
and Newland Archer'in (Daniel Day-Lewis), saf,
masum ve tecrübesiz bir genç kız olan May Wel-
land'la (Winona Ryder) nişanlıyken. Polonyalı
bir kontla evlendiği Avrupa'dan dönen, May"in
de kuzeni olan Ellen Olenska'ya (Michelle Pfeif-
fer) fena halde tutuluşunu ve iki kadın arasında
yıllarca bir arada kalışını hikaye ediyor.
Hoş ama boş özenti bir stil
Archer'a hiç bilmediği dünyalann kapılannı
açan. özgür ve bağımsızlığına düşkün kontes de
güzelliği ve kişiliğiyle aklını başından aldığı Arc-
her'a hiç ilgisiz değildir. Yirminci yüzyılın gör-
kemli ABD imparatorluğunu hazırlayan ortam
ve koşullann olgunlaştığı geçen yüzyıl sonralan-
nda, vaktiyle üç-beş incik-boncuk karşılığında
Kızılderililerden satın almış olduklan topraklar
üzerinde New York'u kuran ve buraya New
Amsterdam adını veren göçmen Hollandalılann
sayundan gelme, seçkin zengin aiJelerin. görgü
kurallanndan erkeklerin yemek sonrası keyif
purolannı yakış tarzlanna kadar yönetmen
Scorsese'nin 'adeta saplantı halindeki aynntı tut-
kunluğunu' da örnekleyen tasvirlerine pek bir di-
yecek yok estetik bakımdan.
Ne var ki, iki saat yirmi dakikaya uzayan sü-
resine ve Scorsese'nin İtalyan kökenine bakıp
kendini Milano kontu soylu Visconti sayarak,
alabildiğine 'sanat yapmaya soyunan' ağır, uzun
sekanslara dayalı ölgün temposuna (ya da tem-
posuzluğuna da diyebilirsiniz) dayanmak pek
herkesin harcı olmayabilir tabii. Çok değil bir-
kaç gün önce Berlin'de görmek bahüna erdiğim
ve üç aşağı-beş yukan benzeri bir konuyu ele
alarak işleyen. son James hory başyapıtı "Rema-
ins of the Day-Günden Kalanlar"ın etkisinden
daha pek kurtulamadığımdan olsa gerek, Scor-
sese'nin bütün yırtınıp-çırpınmasının sonucun-
da ortaya çıkan ve kimi Anglosakson sinema
eleştirmenlerince bu yönetmenin en büyük fılmi
olarak alkışlanan "The Age of Innocence-Masu-
miyet Çağı", güzel, zarif ama sonuçta havanda
su dövmekten pek de öteye gitmeyen bir seyirlik
doğrusu, fazla bir şey ifade etmedi bana.
M, asumiyetYa$ı
(The Age of Innocence) Yönetmen:
Martin Scorsese / Senaryo: Jay Cocks,
M. Scorsese / Kamera: Michael
Ballhaus / Dekor: Dante Ferretti /
Kostüm: Gabriella Pescuci / Müzik:
Elmer Bernstein / Oyuncular: Daniel
Day-Lewis, Michelle PfeifTer,
Winona Ryder, Alec McCowen,
Geraldine Chaplin, Miriam
Margolyes, Michael Goigh, Richard
E.Grant/1993 ABD (UIP) Beyoğlu
Emek, Şişli Kent, Etiler Akmerkez,
Maslak Mövenpick, Bakırköy 74,
Kadıköy Kadıköy, Pyramid ve
Altunizade Capitol sinemalannda.
Başta da belirttiğimiz gibi. Martin Scorsese'-
nin bu fılmdeki, üstünde hayli kafa patlaülmış,
emek sarfedilmiş, göznuru dökülmüş, para har-
canmış ve çok süslü-püslü bir şekilde oluşturul-
muş, gözalıcı stili, tngiliz fılm eleştirmeni Nigel
Andrews'in de altıru çizdiği gibi "James Ivory'nin
Luchino Visconti ustaya rasdayıp hararetÛ se-
lamlar sarkıttığı", hoş ama boş ve özenti bir stil.
Bu 'cilalı estetik', üpkı bu fılmdeki öyküyü
anıştıran James Ivory'nin yakında bizim sine-
maseverlere de sunulacak olan ve "Howards
EmTden bile daha başanlı bulunabilecek son fıl-
mi "Gûnden Kalanlar" seyredüdiğinde, daha bir
ortaya çıkacak ve daha iyi anlaşılacaktır
sanınm. James Ivory de yanlış secimler yaparak
yanlış evlilik ve beraberlikler kuran Anthony
Hopkins'le Emma Thompson'un, üpkı buradaki
gibi yıllarca öpüşüp koklaşmaktan öteye geçe-
memiş bir kınk hayatlar ve aşk kırgınlığı çeşitle-
mesi niteliğindeki tutkulu aşk hikayesini anlatı-
yor, ancak seyircinin yüreğjnden vurarak.
Ivory'deki 'sahicilik tadı', kesinkes Scorsese'nin
gözalıcı yapıtında yüzeyselliğinden sıynlamıyor
bir türlü.
Masumiyet simgesi, pırıl pırıl bir genç kız May
rolünde VV'inona Ryder tek kelimeyle harika!
rinleşmesi. kontesin kuzeni Ma>'in kocasını
elinden almaktansa yeniden tası-tarağı toplaya-
rak Avrupa'lara. Paris'lere kapağı atmasına va-
racaktır.
Bir yanda tanıyıp bildiği Nevv York ve aile
ortamı, öte yandaysa daima sahip olmayı düşle-
diği Ellen'in temsil ettiği. Avrupa kültürüne
yaslanan. çok farklı bir dünyayla karşı karşıva
secimini yapmak durumunda kalan Newland
Archer'ı Daniel Da>-Lewis her zamanki üstün
oyunculuğuyla canlandınrken kontes Ellena
Newland Archer'ı oynayan Daniel Day Le-
wis'in hayranıysanız' bu fılm kaçmaz*.
Kontes Ellena Olenska'yı oynayan Michelle
Pfeiffer, yer yer biraz hafif ve iğreti kaçıyor.
Olenska'daki Michelle Pfeiffer biraz hafıft iğ- , rek ve sıkıntıyla ta^ammül cdebileccği.
reti kaçıyoryervcr Masumı>etsirnecsi,saf*pınl »bir seyiflik. Scorsfce'rtin babasına ıtha
pınl genç kız May'deyse \* înona Ryder tek ke- geçen yüzyılın 'şampanyalı-istiridyeli' ahla
pzahı
ettij
limeyle harika! Yan rollerdcki çoğu Ingilız
oyuncunun. İngıliz ekolünden gelen perfor-
manslan. bu görkemli 'çağ ve dönem filmi'ne
katlanılmasınibağlıyor.
Birinci sınıf görsel düzcye sahip "Masumiyet
Çağı" baştan sona meraklısı için son derece ze-
ngin aynntılarla örülü. romantik vc püriten bir
'melo\ ancak sıradan seyircinin oflayıp-püfleye-
görgü kurallannı karsımıza getiren, plastik dü-
zeyiyle gözalıcı ama içeriği bakımdan \er yer
sınıfta kalan "Masumiyet Çağı". zaman zaman
iç baysa da kolayca kulak arkası edilecek Holly-
wood yapımlanndan değil tabii. Hele benim gibi
Montgomery Clift'in günümüzdeki şubesi
saydığım Daniel Day-Lewis'in hayranıysanız.
her şe\e karşın "bu film kaçmaz!"
Homo Semioticus ve
Başyapıt
ATİLLA BİRKİYE
1993'ün edebiyat ve yayınla ilgili yıl değerlendirmele-
rinde ne yazık ki -biz ona gözden kaçan diyelim- yer al-
mayan bir kitap vardı: Homo Semioticus (Mehmet Rifat,
Yapı Kredi Yay.) Bu tür değerlendirmelerde, gözden ka-
çan kitapların olması doğaldır; ancak bu kitap bir baş-
yapıtsa. doğrusu budoğal olmanın sınırını aşar.Başyapıt
tanımı kuşkusuz kitabın içinde yazmaz. Ama onu baş-
yapıt yapan da içinde yazılanlardır. Hiçbir başyapıt, bir
kişinin söylemesiyle başyapıt olarak tanımlanmaz. Ço-
ğul ister; bir grubun, bir çevrenin tanımını ister; bazen
de zaman ister. Yine de, ben kendi adıma Mehmet Rifat'-
ın kitabını bir başyapıt olarak tanımlamaktan en küçük
bir kuşku duymuyorum.
Homo Semioticus'u türsel açıdan, edebiyat bağlamın-
da ele alabiliriz: Kuramsal bir deneme. "Denemo'run
altını önemle çiziyorum; çünkü buradaki edim, "de-
neme "nin ilk elden çağrıştırdığı "bir şeyi yapmaya ni-
yetlenme" değil, edebi türün gerçek anlamıyla ele alabi-
leceğimiz uslamlamayla verili olan ve olanlar üstüne bir
düşünce oluşturma/kurma...
Tabii bir de, Homo Semioticus'un ilk olma özelliği var.
Bilebildiğimiz kadarıyla, dünya kitaplığında "Homo Se-
mioticus" ilk. Yani "yakın çevresinde", homo academi-
cus, homo sestheticus, homo poeticus. homo philosop-
hicus vb. olmasına karşın, homo semioticus yok. Böyle-
ce homo çevresine Mehmet Rifat Homo Semioticus'u
katmış oluyor.
Gelelim "Homo Semioticus'a. Sözcüğün anlamı ne-
dir? Mehmet Rifat, sözcüğü (kavramı) şöyle tanımlıyor:
"Homo semioticus, anlamlandıran insandır; dünyada-
ki anlamlarm oluşumunu, birbirıne eklemlenerek yep-
yeni anlamlar yaratmasını sorgulayan insandır; çevre-
sindeki bireysel, toplumsal, kültürel gösterge dizgeleri-
ni yalnızca betimlemekle yetinen değil, bu dizgelerin
üretiliş sürecini yeniden yapılandıran insandır."
Mehmet Rifat, bu anlamlandırmamn, bılınçlı, duzenlı,
yöntemli ve tutarlı bir biçimde olması gerekirliğini belir-
tirken; homo semioticusun anlamlama sürecinin kuram-
sal modelini öneriyor ve anlamlama nesnelerini de ser-
giliyor.
Kuşkusuz anlamlandırma bir tür "okuma"dır; özellik-
le edebiyat türlerinde böylesine bir anlamlama süreciy-
le haz duyarak karşılaşacağımız gibi, kimi yazarlarda
da bu süreci "bilinçli" bir biçimde buluruz. Yani, yazar
sıkı bir "homo semioticus"Xur.
Zaten Mehmet Rifat da bu kitapta kendi homo semio-
ticuslarını gerekçeleriyle birlikte sıralamış. Biz de bir-
kaçının adını anmadan geçemedik: Greimas, Barthes.
Saussure, Strauss, Kristeva. Eco, Todorov, Freud,
Bachelard, Reichenbac, Aristoteles, Nietzsche, Bau-
delaire, Proust, vb; bizden ise Ahmet Hamdi Tanpınar,
Nusret Hızır, Nermi Uygur, Memet Fuat, Melih Cevdet
Anday vb...
Farkında olsak da olmasak da, bütün bir ömrü. yaşadı-
ğımız çevreyi, ülkeyi. dünyayı anlamaya, onu kavrama-
ya çalışarak; ve olup bitenlere tanıkhk ederek geçiyoruz.
Etrafımızda bizi çevreleyen tüm nesne ve ilişkilerden et-
kileniyoruz, ya da etkiliyoruz. Etrafımız sonsuz bir olup
bitme, yapıp etme edimi içerisinde. Bizden bağımsız, ya
daolduğu gibi bize bağımlı.
Işıs homo semioticus, ilişkileri, bağlantılar arasındaki
j, hfinzerliklerl rastlant'ıları ve zorunlukları yakaiayaa^
bunların farBnda olan insan. Belki de (giderek), hepi- _
miz, sanatçılar, yazarlar, vb birer homo semioticus gö-
züyle bakmalı, dünyayı bir de böylesine algılamalı ve
anlamlandırmalıyız. Gerekmiyor mu?
Mehmet Rifat, eleştirileriyle, yazılarıyla, çevirileriyle
başladığı ve sürdüregeidiğı "göstergebilimsel serü-
ven"\ne Homo Semioticus ile bir yenisini eklerken. biz-
leride "göstergelerdünyasını"farklı biçimlerdeokuma-
ya, yeni bir serüvene davet ediyor...
Gözalıcı, yüzeysel bir seyirlik
Yoğun tutkulu ilişkilerinin giderek zamanla
avukat Archer'a da. kontes Olenska'ya da acı
verip günah duymalanna yol açacak İcadar de-
Thomas Hardy'nin ilginç yaşamı 'Hardy' adlı biyografıde yeniden ele alındı
Yazınile gerçeğiniçiçegeçtiğiyaşamKGltür Servisi -1856 yılında Tho-
mas Hardy. kıskançhk knzi geçire-
rek bir se\yar satıcı olan kocasını
öldüren Martha Brown'un ıdanıını
seyretti. "Sisli \e yağmurlu ha>ada
asılı kalan güzel bir fıgürdü. Önce
yarım daire çizip sonra tekrar döne-
rek sallanırken. dar si> ah ipek elbi-
sesi bu fıgûrii belirginleştiriyordu"
diye yazdı bu dencyimınden aklı-
nda kalan izlenimleri Hardy.
Henüz 16 yaşındaydı, ama ya-
şamı boyunca ölüm ve cinsellik
onun için birbirinden soyutlana-
mazkavramlar olarak kaldı. İlk eşi
Emma'yı bir bahçe kapısına \as-
lanmış olarak gördüğünde. çarmı-
ha gerilmiş olduğu izlenimine
kapıldı ve onunla evlenerek Em-
ma'yı çarmıha germiş olacağını dü-
şündü. Yıllar sonra başyapıtı sayı-
lan "Tess Of The d'L rbervilles" ro-
manında en tanınmış ve şiirsel
kadın kahramanına. sevgilisini bı-
çaklamak suçundan idam edilerek
ölme sonunu uygun görüyordu.
Harvey, aynca bu romanında bı-
çaklanan adamın kanının damla
damla alt kata sızışmı betimliyor-
du. Romanı yazmaya başladığı sı-
rada. üst katında oturan asker inti-
har etmiş ve kanı Harvey'nin çalı-
şma masasma. aynen romanda an-
lattığı gibi damlamıştı. Geçtiğimiz
ay Ingiltere'de yayımlanan
"Hardy" ısimli biyogra'fıde Martin
Seymour-Smith. ünlü Ingiliz şair ve
yazar Thomas Hardy'nin yazın ile
gerçeğin iç içe geçtiği bu ilginç ya-
şamını dokuz yüz sayfaya yakın
kapsamlı bir çalışmada yeniden ele
alıyor.
1840 yılında doğan Hardy. yayı-
mlanan ilk romanı "Desperate Re-
medies"i özellikle ilgi çekmek ve
adını duyurmak için bir "sansasyon
romanı" olarak kurguladığını söy-
lemişti. Her ne kadar bunu başara-
madıysa da, 19. yüz>nlda lezbiyenli-
ği konu alma cesaretini göstererek
çağının ne kadar ilensinde bir ya-
zar olduğunu kanıtladı böylelikle.
Harvey, ikinci romanı "Under The
Greenwood Tree" ile beklediği ba-
şanya kavuştu. Aslında Harvey,
romanlanyla adını duyurup asıl
tutkusu şiire ağırlık vermek istiyor-
du. "Under The Greetmood Tree"-
nin şiirsel dili de şıir tutkusunu açı-
ğa vuruyordu.
Ancak şiirin "satmadığını" an-
ladığında kendi kendini bir ro-
mancı olarak eğitti. Hardy çevre-
sinde, ata binen bir kız çocuğu ya
da su taşıyan yaşlı bir kadın gibi,
bir an için gördüğü imgelerden
yola çıkarak bütüncül ve karmaşık
karakterler çikarabilme yetisine sa-
hipti. Dahası doğup büyüdüğü, ol-
dukça hareketsiz Wessex köyün-
den çıkanyordu tüm öykülerini.
Eliot'un ünlü sözü "Kırsal kesim-
den bir vazar, evrensel sorunları
daha kolay yakalama şansına sahip-
tir"in en büyük kanıtıydı Hardy.
Seymour-Smith. bugüne kadar
Hardy ile ilgili biyografılerde den-
gesiz ve "şirret" bir kadın olarak
tanımlanan Hardy'nin ilk eşi
Emma hakıkında yepyeni bir tablo
çiziyor ve Hardy'nin o güne kadar
hiçbir erkek yazann yakalaya-
madığı kadın duyarlıbğını yakala-
masının ardında Emma'nın ze-
kasının yattığını öne sürüyor.
Hardy'nin ilk dönem romanlan-
ndan "Bir Çift Ma>i Göz" Emma
için yazılmış. Hardy, Emma'nın
öldüğü yıl, onun için tam 100 şiir
yazmıştı.
Ancak Emma'nın etkisi en çok
"Çılgın Kalabalıktan L zak"taki şu
sözlerde kendini açığa çıkanyordu
:"Kadmların duygularını, erkekler
tarafından kendi du>gularını ifade
etmek için yaratılmış bir dili kul-
lanarak ifade etmeleri çok güç."
Hardy 47 yaşında\ken. çıft
Dorchester'de "çılgm kalabalıktan
uzak" bir malikaneye taşındı.
Hardy burada "The Major of Cas-
terbridge"i kalemealdı. Emma sos-
yal yaşamdan tamamen soyut-
lanmış bu malikanedc vaşamaya
dayanamıyor. Hardy ise yazın uğ-
raşlanyla meşgu! olduğu için Em-
ma'nın yalnızlığını paylaşamıyor-
du. Çiftin bir türlü çocuklannın ol-
maması da Emma'nın bunalımını
arttınyordu. "The Mayor Of Cas-
terbridge"in ilk bölümünün eşinı
satan bir adamı anlatarak başla-
ması. bu nedenle Hardy'ınin yazın
için Emma'yı sattığını düşünmesi-
nin yansıması olarak \orumlandı
eleştirmenlerce.
Hardy insanlardan uzak ya-
şamasma rağmen, kitapları üzerine
yazılan olumsuz eleştirilerden çok
etkileniyordu. 1896 yılında yayı-
mlanan son romanı "Jude The
Obscure"un çok kötü eleştiriler al-
ması ve bir okuyucusunun kitabı
yakıp. küllerini kendisine postala-
ması üzerine Hardy yazmayı
bıraktı ve 1928 yıbnda öldüğü güne
kadar başka bir yapıt yayımlama-
dı. Seymour-Smith, bu durumu
çağının çok ötesinde bir yazann, sı-
radan halkı kızdıran yazınsal yete-
neği karşıhğında ödediği bedel ola-
rak tanımlıyor. Ancak aslında
"Tess" eleştirmenlerin hücumuna
uğramış olmasına karşın. 1890
yıhnın en çok satan kitabı olma>ı
belki de salt bu sebeple başarmıştı.
Bu yüzden Hardy'ı "değeri ölddk-
ten sonra anlaşılan" sanatçılar
arasına sokmak pek mantıklı gö-
zükmüyor. Yine de biyografı. bir-
çok açıdan basit ve sıradan bir ya-
şam sürdürmeyi seçmiş ve bu sıra-
danlıktan dünyaya dair en derin
gerçekleri süzüp kağıda aktarmayı
başarmış bir yazann, büyüklüğünü
gözler önüne sermeyi başanyor.
6.ANKARA ULUSLARARASI FİLM
FESTİVALİ'NDE BUGÜN
Yönetmen Zoltan Huszarik'in 'Sinbad'adh filminden.
Kızılırmak Sineması
11.30 "Lavanta Tepesi Sakinleri" Yön: Charles Crichton
14.00 "Lavanta Tepesi Sakinleri" Yön: Charles Crichton
16.30 "Sinbad" Yön: Zoltan Huszarik
19.00 "Sinbad" Yön: Zoltan Huszarik
21.30 "Ölümcül Tango" Yön: Patrice Leconte
Kavaklıdere Sineması
11.30 "ZemV Yön: Bruno Bigonı
14.00 "Pimuco'ya Pasaport" Yön: Henry Cornelius
16.30 "Zehir" Yön: Bruno Bigoni
19.00 "Vagon" Yön: Semir Aslanyürek
21.30 "Zehir" Yön: Bruno Bigoni'
Kaktüs Komedi Tiyatrosu
14.00 "Yolcu" Yön:Başar Sabuncu
16.00 "Tersûıe Dünya Yön:Ersin Pertan
Fransız Kültür Merkezi
16.30 Dünya Kısa Filminden örnekler
18.00 Yeni Teknikler \e Yeniler
19.00 "Saint Nehrinden Kurtarılan Boudu Yön: Jean Renoir
Alman Kültür Merkezi
14.00 Huszarik Kısa Filmler Toplu Gösterisi
16.00 "Se\gili Oğlum Askar" Yön: Georgı Khalturin
V akıfbank Salonu
10.30 Llusal Kısa Film Yarışması
14.00 Llusal Kısa Fılm Yarışması SÖYLEŞİ"
Türk-Amerikan Derneği
14.00 "Tania ,Gerilla" Yön: Heidi Specogna
16.00 Dünva Kısa Filminden Örnekler