Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
r
4 ARAUK 1994 PAZAR CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
GUNDEMDEKI SANATÇI: MEHMETDÎNÇEL
ONATKUTLAR
Umbor öldü...Umbor'la ne zaman tanıştığımızı ha-
tırlamam çok güç. Bu ilk karşılaşma
çoktan sis ve gürültü bombalan, cana-
var düdükleri, ambulans sirenleri ve
uzun, kalabahk yürüyüşlenn tozu için-
de kaybolmuş oîmalı.
Ama ikınci karşılaşmayı bugûn gibi
hatntıyorum.
Biraz öncesine gitmeliyim.
4 Eylül 1967 gûnü ikindiye doğru
Karacabey'e ulaştım. Yedeksubay öğ-
retmen olarak Karacabey'le Bandırma
arasında, Dağkadı köyü tlkokulu'na
atanmıştım. Biraz yeni mesleğim nede-
niyle, biraz da bu renksiz ve kasvetli ka-
sabada kimseyi tanımadığımdan. biri-
ne TÖS'ü sordum. Öğretmenler sendi-
kasını. Kasabanın tek meydanının he-
men yambaşındaki sokakta bir bınayı
gösterdiJer. Binanın alt katı lokaldı. Da-
ha çok bir kahveyi andınyordu.
Oturdum, gazete okuyup çay içerek
akşamın olmasını bekledim.
Kasaba eşrafinın içki içip kumar oy-
nadığı ve bolca politıka konuştuğu Şe-
hir Kulübü'nde akşam yemeğini yedik-
ten sonra yenıden gelip oturduğum
TÖS lokalinde saat 20.00'ye doğru dı-
şandan gelen gürültüler işittim. Gûrül-
tüler adamakıllı artınca çıktım ve ses-
lerin geldiği alana doğru yürüdüm.
Gördüğûm manzara son derece tu-
hafh. Alanda kadın erkek, çoluk çocuk
binlerce insan vardı. Geniş alanı, orta-
da çember biçiminde bir boşluk bıraka-
rak doldurmuşlardı. Ve büyük bir ne-
şeyle ortadakı bir olaya bakıp eğlenı-
yorlar, alkjşlıyorlardı Ortada büyük bir
ateş yanıyordu. Ateşin kızıl aydınlığın-
da ayı, deve, domuz post ve masklan-
na bürünmüş, yüzlerini kömür karası
ile boyayıp "arap" olmuş, entari giyip
kız olmuş köylü oyuncular, Dioni-
zos'tan bu yana binlerce yıllık Anado-
lu seyirlik köy oyunlanndan birini oy-
nuyorlardı. Arap, kızı kaçınyor, sonra
ölüyor, ayı gelip yûzûne işeyince diri-
lip kalkıyordu.
En çok ayı maskını beğendim.
Geceyansı oyun bitip köylü oyuncu-
lar minibüslerine binerken yanlanna
yaklaşıp sordum:
"Hangi köydensûıiz?"
«Yenkeköy'den."
"Dağkadı köyü size yakın mKhr?"
Güldüler:
"Ohoo_ hemen yanımız. Huduttur-"
O gece köyüme ılk kez köylü komed-
yenlenn minibüsü ıçinde. tutkal ve kıl
kokulu ayı, domuz, deve masklan ara-
sında gittim. Umbor'la ertesi gün kar-
şılaştım.
Çerkez Omer Bey'le Arnavut Hilmi-
Bey'in çiftliklerinin bulunduğu, orta-
sından Karasu'nun geçtiği uçsuz bu-
caksız çayırlıklara bakan bir yamaçta
kurulu Dağkadı köyü, oldukça büyük
bir yerleşim birimi idi. Aşağıda düz-
lükte devletın yaptırdığı deprem evle-
rinin oluşturduğu mahalle daha modem
görünüşlü, ama aslında yoksuldu. Yu-
kan Mahalle ise zengin ve oturaklı. Ca-
minin karşısındaki kahvede öğleye
doğru, namaz vaktini bekleyen yaşlı
köylüler ve dükkânı kahvenin hemen
Türkiye Işçi Partisi'nin ıktidara gel-
meyı bile düşünebıldığı yıllardı.
"Mehmet Ali A>dos'la ben iki yıl sü-
reyle, Umbor ve Bandırmalı öbür
TlP'lilerin yardımıyla Dağkadı köyü-
nün sola açık köylülerini örgütledik.
Partide Çekoslovakya olaylanndan son-
ra çatıya inen balta taban döşemelenni
bile böldüğû halde, 69 seçimlerinde
TlP'e düzınelerle oy çıktı.
Umbor'un az çok mutlu yıllanydı.
Tiyatro ile ilgileniyordu, bir çoğu-
muz gibi. Sermet Çağan Tiyatrosu'nda
rindeki romantik ayının adı Umbor"du.
Bu şinn ayıyı başta çocuklar olmak üze-
re herkes çok severdı. Öğrenciler kısa
sürede Mehmet Dınçel'e Umbor adını
verdiler. Ondan sonra Umbor aşağı,
Umbor yukan. Solcu öğrenci hareket-
lerinin, TİP yürüyüşlerinin maskotu ol-
du. Her gösteri yürüyüşünde elinde
pankartla Umbor en önde yürür, polis
barikatlannı ya da sağcı topluluklan
koçbaşı gibi yararak öbür yana geçer,
yolu açardı.
Bu anlamda hepimizin maskotuydu.
yanıbaşında bulunan aydın ve genç
bakkal Aydar'la oturuyordum.
Birden Umbor belirdi.
Çok şaşırdım. Ama o hiç şaşkın gö-
rünmüyordu. tri yan gövdesi, sırtında-
ki parka ile daha da heybetliydi. Ürkü-
tücü görüntüsü yüzündeki ezik gülüm-
seme ile yumuşuyordu. Yanıma geldi.
Sanlıp öpüştük.
"HoşgeWin!"dedi.
"Sen de hoş gektin!" diye yanıtladım.
Bir kahkaha attı.
"Ben buralıyım yahu!"
Yıllardır tanıdığım Umbor'un Ban-
dırmalı olduğunu bilmiyordum. Benim
köye geleceğımı duymuş, hemen ziya-
rete Jkarar vermışti. Parkasının cebin-
den Aşık thsani'nin 45 devırlik bir pla-
ğını çıkardı. Kahveci Mustafa'ya ver-
di.
"Bunu dinkyin!" dedi, "Neo berbat
türküler?" Pikaptan lhsani'nin sesi
yükseldi:
"Geliyoruz, geieceğiz, vakmdır!"
Ayak Bacak Fabnkası'nda rol almış.
başka oyunlarda oynamıştı.
Ama asıl, toplumsal olaylann kahra-
manlanndan biriydi.
Kımdi Umbor Mehmet? Asıl adı
Mehmet Dinçel olmasına rağmen ne-
den herkes onu Umbor diye tanıyordu?
Mehmet Dinçel, 1941 yılının mart
ayında Bandırma'nın Edincik nahıye-
sinde doğdu. llkokulu orada. orta ve lı-
seyi ıse Bandırma'da okudu. 1960'ta Is-
tanbul'a geldi. Önce orman fakültesıne
sonra da jeolojı bölümüne yazıldı. Son
sınıfa kadar okuduğu bu fakülteyi onun
hem ısmini, hem de yazgısını değıştı-
ren olaylar yüzünden bitiremedı.
Mehmet Dinçel, ınançlı bir devnm-
cı olarak katıldığı öğrenci hareketlerin-
de kısa zamanda başa geçtı. Sadece li-
derlık vasfından ötürü değıl. bir tank
gibi ıri cüssesı ve ınanılmaz cesaretı ne-
denıyle.
O yıllan hatırlayanlar bilirler: Sevgi-
li Mısük'ın ünlü taş devri kankatürle-
Ben Dağkadı'dan aynldıktan sonra
daha seyrek görmeye başladım Um-
bor'u. Öbür arkadaşlar da. Ama o, ina-
nılmaz bir inançla kendine ve ütopya-
sına sadık kaldı Küçük bir plakçı ve ki-
tapçı dükkânı vardı Bandırma'da Ora-
da kız kardeşi ile birlikte toplumcu kı-
taplar ve kasetler satmaya devam etti
Sevgili Nizam'ın anlattığına göre ya-
şamındakidüşüş 1975'tebabasınınölü-
müyle başladı. 1980 faşist darbesinde
kıtapçı dükkânı basıldı. Yasak kıtap sat-
tığı gerekçesıyle ıçen alınıp ıkı gün so-
ğuk nezarette çınlçıplak sorguya çekıl-
dı. Gene Nizam Üstündağ'a göre son-
rakı hastalığında bu ışkence rol oynadı.
Yavas. yavaş mutluluğunu yıtırdı. Gün-
lenni yapayalnız ve okuyarak geçirdı.
Ekonomik durumu çok bozuktu. Ama
bunu hiç dert etmedı. Bir gün şöyle de-
miştı Nızam'a:"Tek giderim Cumhu-
rrvet gazetesi, bir de akşamlan bir ka-
şık çorba. İdare edi\orum...~
Onu yılda ıkı kez lstanbul'da görü-
yorduk. TÜYAP Kitap Fuan'nda ve ts-
tanbul Uluslararası Film Festivali'nde.
Parası olmadığı için festival günlerin-
de gelip beni buluyordu. Ben de ona
nasıl bedava giriş sağlayacağım diye
formüller anyordum.
Son kitap fuanndan sonra Dr. Üstün
Korugan durumunu iyi görmedi. Ar-
kadaşlan onu taksiyle yolladılar Ban-
dırma'ya. Ve geçenlerde Cumhuriyet'te
bir ilan gördüm:
Mehmet Dinçel'i
(Umbor)
kaybertik.
Önce Ülkü Tamer'in çevirdiği o unu-
tulmaz dizeyı hatırladım:
"Püıdar öldü ve kimse farkında de-
ğü!"
Kız kardeşleri de öyle düşünmüşler.
Oysa perşembe akşamı (dün) tüm
dostlan, Yedikule Safa Meyhanesi'nde
bırarayageldik. Duyangelmişti. Demir
Özlü'den Bozkurt Nuhoglu'na, Tokta-
mış Ateş'ten Ali Ö^entürk ve Üstün
Konıgan'a. Nizam Üstündağ'dan Mü-
nir Göker'e ve hepsını sayamadığım
öbür can dostlara.
Kadehlenmızi Umbor ıçın kaldırdık
ve bazı anılan yeniden yaşadık. Aynca,
"doktrinde münakaşah kalmış bazı hu-
suslan' da aydınlattık.
Antıamerikan mıtınglerde yıllarca
"Yankee Go Home" pankartını başa-
nyla taşıdıktan sonra Ergjn Ertem'ın
hatırlattığı gibi bir gün hiç evine gıtme-
diğını farkedip elinde "UmborGoHo-
me!" pankartıyla kendine karşı nüma-
yiş yapışını..
Kirk Douglas'ın Amerikan kültür el-
çisi olarak Türkiye'yi ziyareti sırasın-
da Belediye Sarayf ndan çıkışında Um-
bor tarafından "Yankee Go Home" di-
ye kovalanışını ve sonra birarkadaşının
"Yahu Umbor, ne yapıyorsun? Sparta-
küs kovalanır mı?" demesi üzerine uta-
nışını...
Ve daha neleri...
• Doktnnde ihtilaflı konu ise küçük bir
skandal ile ilgiliydi. Arkadaşlann gü-
lümseyerek hatırladıklan bir olay var-
dı. 1962 yılındaki Akademi Balosu'nda
Umbor kafayı çekince iştahı açılmış ve
bir könsolosun eşinin derin dekoltesi-
nın açık bıraktıgı sırtını ısırmıştı. Bu
könsolosun hangi ülkenınkı olduğutam
bilınmıyordu. Dün ortaya çıktı: Ttalya.
Bütün bu anılar derin bir sempati ile
dile getınldi. Çünkü Umbor, bizim
gençlığımizin en dürüst, en saf, en ro-
mantik 'ayısı'ydı. Şimdilerde Forrest
Gıımp'la ilgılenenler, keşke biraz Um-
bor'la ılgilenseydiler.
Yalnızca anılann aynı kaldığını söyleyen Bilge
Karasu, bugünlerde kendine bu soruyu soruyor:
Kimimben?Költür Servisi - Bilge
Karasu'nun 'Uzun Sürtnüş Bir
Gûnün Akşamı' adlı kitabı üz-
erine gerçekleştirilen seminer-
, lerin üçüncüsü geçen perşembe
günü Bilar'da yapıldı. Onceki
oturumlarda konuşulanlan
özetleyen Oruç Anıoba, aslın-
da 'Uzun Sürmüş Bir Günun
Akşamı' diye bir metin ol-
madığını, bu başlığı taşıyan ilk
bölümde birbirine bağlı iki
metin, ikinci bölümde de 'Dut-
hr' adlı ikinci bir metin bulun-
duğunu anımsattı. Anıoba,
"Bir adun ötede de önemH
denebflecek edebiyat metinkri
içinde daha önce düşünülmemiş
bir olanagifi bir kişrye yaşaül-
mas yohryla bizim en azından
daha öoce btbnediğinıiz ya da
akhmıza getaıeyen bir yeni
olanak ortaya
koaur" dedi.
Bir izleyicinin ki-
tapta konu edilen
adanın hangi ada
olduğunu sorması
üzerine Bilge
Karasu, bunun hiç
önemi olmadığını
belirterek
"Coğrafya açsm-
dan Ptndik'ten
şöyle bir giderek
bir yerlere uiaşıhy-
or"dedi.
Birbaşka izleyici de 'Uzun
Sürmüş Bir Günün Akşamı'nm
ilk bölümü 'Ada'da An-
dronikos'un iç düşüncelennde
"tnancı uğruna zindana atü-
mayı bfle göze alamayan
adamın inanıl^ söytenebflir
011" sorusunun "Havir söylene-
mez" diye yanıtlandığını be-
lirterek "Mesda Gafik inanıy-
ordu, fokat hapse girmevi göze
aiamadL Galfle inanmıyor muy-
du? Bu nasıl bir uslamlama"
diye sordu. Karasu bunun üzer-
ine "Bir anbtfı Idşisimn böyle
düşünmüş ohnaauu yadırgryor
mosunuz? Tarihte adı geçen bir
adanun böyle düşünmemiş oi-
masını da berhalde yadırga-
mazsuuz" derken, Aruoba
"GtMk inanryor değUdi, bfliyor-
du. tkincisi burada sözü edflen
inanç, bir insanuı bütün
yaşanuna yön veren bir
İnanç. O inana değiştirmesi söz
konusu oiduğunda ortgya çıkan
bir durum" dedi Karasu,
"Andronikos adaya çıknğmda
otuz üç yaşındaydL ba çannıha
gcıfldigmde otuz üç yaşutdaydı.
Siz de öyküyü yazdığmızda otuz
üç vaşuıdayduuz. Andronikos
biraz Isa biraz Bilge Karasu
mu" sorusuna karşılık bunun
bir rastlantı olduğunu
söyleyerek "tsa'yı bömem ama
biraz öteki. Yazardan taşınan
şeyler olu\i)r kişiye. ama \azar
o Idşjyi kendini anlatmak için
kuDanıyor degil.'* dedi. Otuz üç
yaşı iyi bir yaş' olarak
niteleyen Karasu bu soruyu
yönelten okura yaşını sorarak
"Otuz üç" yanıtı aldı. Bilge
Karasu, nasıl okuma sürekli k-
endini değiştirerek geliyorsa,
yazma sürecinde de
katmanlar arası bir gelişme
olduğunu belirttı Bugünlerde
kendine "Sahiden kimim?
Bütün bunlan bir araya getiren
bir adam mıyun yalnız? Bun-
dan 30 ya da 60 yıl öocesini
yaşamışolan
adamdeğfl
mi>
I
im" diye
sorduğunu
anlatan Karasu,
aynıkalan
şeylerin anı o-
larak
saklananlar
olduğunu
belirterek "Her
am, anı olarak
dile gen'rüişinde
gününe,
havasına göre
yeniden anlablmaktadır*7
dedi.
Yazar, sözcüklennı seçerken
'Mutiaka Türkçe oisun'
ölçütünü
kullanıp kullanmadığı
yolundaki soruya karşılık, şim-
di başka dillerin moda
olmasına karşın, bunun
kendisini pek etkilemediğini i-
fade etti. Vaktiyle anlaşılma-
mak için yazmakla çok suç-
landığını söyleyen yazar,
" Yazıyorsam anlaşılmamak için
niye >Hza>ım? Beni okuvanlar
anlamaya çalışryoriar mrydı,
yoksa ahşagekükleri bir metin,
bfldUderi bir şey okumak mı
istiyorlardı'' diye sordu.'Türk
Karkası' olarak nıtelendiğinin
anımsatılması üzerine Karasu,
yayınevlerinin, yazan, oluşacak
bir okur topluluğuna tanıtmak
üzere, okura bir çeşit yol
göstermek, adres vermek için
tanman yazarlara benzeterek
"Aşağı yukan şunun gibi^eni
Ugiİendiriyorsa ai oku" mesajını
verdıklerinı ıfade etti. Karasu,
"Nesi nesine benziyor diye
sorarsanız, benzeten Idşi o saat
güçlük çekmeye başhyor" dedi.
Soylııluklcı masumiyetin simgesi
Kültür Servisi - 'Howard's End', 'A Room Wrth A VH
ew-Manzarab Oda' filmlennden tanıdığımız lngiliz
oyuncu Helena Bonham Carter başından geçen bir ola-
yı anlatıyor: Telesekreterine Kraliçe'yle öğle yeme-
ğıne davet edildiğıne ilişkin bir not bırakılan Carter.
randevudan aylarca önce Buckingham Sarayı'nı ara-
yıp "Çok teşekkür ederim ama geüp gelemeyeceğimi
bilmjyonım" demış. Hattın öbür ucunda bir ölüm
sessizliği olmuş. Sonunda bir ses, "Mutiak bir fdaket
olmazsa sizi bekliyoruz" diye yanıt vermiş.
Randevu günü saraya ulaşabilmek için 40 dakika önce
yola çıkmış. Ancak çok yoğun bir trafık varmış.
Marble Arch'daki kavşağa vardığında birkaç da-
kikası olduğunu fark etmış. Kırmızı ışıkta geçmiş ve he-
men polis tarafından durdurulmuş.
Helena Bonham Carter'ın yaşamı, kendisini üne
kavuşturan filmler gibi bir gün sabıkalı olmasına
yol açabilecek bir nezaketle iç içe. Ne de olsa büyük
büyükbabası başbakandı "Övle vBhşi bir gençlikya-
şamadım, sanırun ben de bir tuhaflık var" dıyor. Top-
lumsal yaşamı hakkında sorularla karşılaştığmda kendi-
ni 'yetersiz' hissediyor. Çünkü anne ve babasıyla birlikte
oturan 28 yaşmdaki Carter, evden pek dışan çıkmıyor.
Evde oturarak belli bir özgürlüğe sahip olduğunu düşü-
nüyor.
Kenneth Branagh'ın yönettiği
'Frankenstein' fılminde oynama-
sı teklıf edıldığinde önce pek il-
gilenmemiş. Bu filmden söz
ederken "Kendimi bütünüyle tek
boyutiu hissettim. Fiimde çok
önemli bir sahne v^rdı. ama geri
kalaru bana göre çok iyi değUdi.
Kenneth bu rol için çok hevesli ol-
madığımı biliyordu. A> nca bu rol
yüzünden insanlann kendimi tek-
rariadığunı düşünmeleriiHİen en-
dişe ediyordum" diyor. Ancak so-
nunda Carter'ın endişelerinin bo-
şuna olduğu anlaşıldı. Bu fiimde
canlandırdığı role bellı bir derin-
lik kazandırdı.
Franco Zefireüi'nin yönettiği
•Hamlet' fılminde 'son 25 yıhn en
inandıncı Ophetia'sı' olarak nite-
lendirildi. Geçen yıl NBC tara-
findan yayımlanan bir TV dizi-
sinde Lee Harvey OswaW'ın eşı
Marina'yı canlandırdı. 'A Room
WMı A Vıew-Mauzarah Oda' ve
'Howards End' fılmlen ona kur-
tulmak ıstedıği, eski zamanlardan
kalma parlak bir imaj kazandırdı
Helena 5 yaşındayken psikiyai
olan annesi ruhsal bunalım geçir-
miş. Ancak sonra iyileşmiş ve
mesleğinı sürdürüyor. Helena,
bugün rol alacağı filmlerin senar-
yolannı okuması ve canlandıra-
cağı karakterlerin psikolojik pro-
Fılini çıkanrken kendisine yardun;
ermesi için ona para ödüyor.
Franco Zefirelli'nin yönettiği
'Hamlet' filminde'son 25 yıhn
en inandıncı Ophelia'sı' olarak
nitelendirildi. Geçen yıl NBC
tarafindan yayımlanan bir TV
dizisinde Lee Harvey Osvvald'ın
eşi Marina'yı
canlandırdı.'A Room With A
View-Manzarah Oda' ve
'Howards End'
filmleri ona
kurtulmak istediği,
eski zamanlardan
kalma parlak
bir imaj
kazandırdı.
Annesinin iyileşmesinden beş yıl sonra
babası hastalanmış. Bugün zihinsel yetileri
Helena'nın deyimiyle 'son derece keskin'
olsa da tekerleklı sandalyeye mahkûm. Ba-
bası yoğun bakımda olduğu sırada panığe
kapılıp kendi kendini geçindirmesi gerek-
tiğını düşünmüş. İlk olarak 16 yaşındayken
bir reklam filminde oynamış. 18 yaşınday-
kcı 1tv\or Nunn'ın 'Ladv Jane" fılminde
başrolu ustlenmış. Bu filmden sonra
'Manzarau Oda' fılminde rol almak üzere
seçmelere katılmış.
Oyunculann çoğunlukla kendilerinı ka-
bul ettirmek için büyük çaba harcadıklan-
nı belırten yapımcı Ismail Merchant "He-
lena hiç de öyle değildL Masunı, cazibeli ve
gururluydu" diyor.
Helena bu güne dek birlikte çalıştığı
oyunculardan söz ederken nezaketsiz söz-
lerden kaçınıyor. Hollyvvood'a gitmeyi ise
hiç düşünmüyor. "tnsanlar orada benim
çok ciddi olduğuımı ve üst sınıftan geidiği-
mi düşünecekkr. Üstelik günün her aıunda
çok özel olmak zorundasuuz" diyor.
PENALTI
MEMET BAYDUR
Yazanmız
recektir.
Memet Baydur yazılanna üç hafta ara ve-
'Dünyayt Kuntapalım' dünya çevre ve
barış sergisi tstanbul'da
• Kültür Servisi - Çevre kirlilığınde dünyanın önde gelen
ülkeleri arasında yer alan Türkiye'de ilk defa uluslararası bir
çevre sergisi organize ediliyor. Sanatsal birortamda insanlığa
büyük ve anlamlı bir mesaj vermek amacı güden kampanya
sonunda bütün ülkeler dünyaya hitaben birer sayfalık çevre
mesajlannı gönderdiler. Buna ek olarak yüzlerce Türk ressamı
tablolanndan bağışlarda bulundu. UNICEF'ten Kültür, Çevre,
Millı Eğitim, Sağlık bakanlıklanna, Doğal Hayatı Koruma,
tstanbul'u Temiz Tutalım, Doğa Savaşçılan Çevre Grubu,
TEMA Vakfı gibi demeklere kadar geniş bir yelpazenın
desteğini kazanan kampanya 19 aralıkta Yıldız Sarayı
Silahhane Salonu'nda açılacak sergi ile başlayacak. Çevre
mesajlan, ülkelere aynlan standlarda sergilenecek. Tablolann
satışından elde edilen gelir ise UNICEF'e devredilecek.
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı
Beyoğlırnda
• Kültür Servisi-Uluslararası tstanbul Film, Tiyatro, Müzik
ve Caz Festivalleri ile Uluslararası tstanbul Bienali'ni
düzenleyen İstanbul Kültür ve Sanat Vakfi, Beyoğlu'na taşındı.
Etkinlıkleriyle lstanbul'un kültür yaşamını zenginleştiren
vakfın da taşınmasıyla Beyoğlu, şehrin hemen hemen tüm
sanatsal etkınlıklenni yönlendiren bir merkez oluyor. Bundan
böyle çalışmalannı Istiklal Caddesi, Luvr Apartmanı, No: 146,
Beyoğlu adresinde sürdürecek olan İstanbul Kültür ve Sanat
Vaİcfı, şu sıralarda yoğun bir şekilde önümüzdeki festıvallere
hazırlanıyor. Vakfın yeni telefon numaralan; 293 31 33/34/35
yada249 66 10.
Hatice Öcardan resim ve heykelsi
formter
•Kültür Servisi -
Hatice Öcal'ın resım
ve heykelsi
formlan Teşvikiyey
Sanat
Galerisi'nde
perşembeden
itibaren
sergileniyor.
Hatice Öcal'ın
Istanbul'daki bu
ilk kişisel sergisi
31 aralığadek
sürecek. Öcal yerii
çalışmalannda resimsel
görüntünün oluşumuna aıt __
sorunlan, mekan boşluğu ile yüzey
ilişkisinin birbiriyle etkileşim sağlamasından ortaya çıkmasına
olanak tanımış. Bu nedenle sanatçının yeni çalışmalan bir tür
heykel kavramı ile de değerlendirilebihr.
Hollanda'da göç sepgisi
• AMSTERDAM - Hollanda'nın başkenti Amsterdam'da
başta Türkmenler ve Kazaklar olmak üzere Orta Asya'daki
Türk cumhuriyetlenndekı tarihsel yaşamı konu alan biıyik bir
sergi açılıyor. "Orta Asya'da Göçler" adı altında açılan ««rgide,
bölgede geçen yüzyıldakı günlük yaşamı yansıtan ve Rusya
Etnografya Müzesı'nden getırilen bın kadar eşya tanıtılıyor.
Orta Asya göçleriyle ilgıli tanhi eser niteliği taşıyan eski araç
ve gereçler ilk kez Rusya dışına çıkanlıyor. Sergilenen eşyalar
arasında, Türkmenlere aıt gümüş nazarlıklar ve süs takılan, el
dokuması kumaşlar, kıl çadırlar, Kazak savaşçılann
kullandıklan malzemeler, deriden yapılmış giysiler ve müzik
aletlen yer alıyor. Sergilenen eşyalar, 19. yüzyılın göçlerini,
kültür ve geleneklenni de yansıtıyor. "Orta Asya'da Göçler"
sergisiyle ilgili olarak yapılan basın açıklamasında,
hayvanlanyla sürekli göç halinde olan ve çoğunluğunu Türk
kökenlilerin oluşturduğu Orta Asya halklannın, son yüzyılda
eski kültür ve geleneklerinden çok şey kaybettikleri vurgulandı.
Bu kayıpta, Çarlık Rusyası'nın ve komünizm dönemınin etkili
olduğu anlatıldı. Sergi, 20 Ağustos 1995 tarihine kadar açık
kalacak.
Cemal Reşit Rey Konser
Salonırııım özerkligi için
iıııza kampanyası (9)
tstanbul Üniversitesi Devlet
Konservatuvan sanatçı öğretim
elemanlan ve konservatuvar
öğrencileri: Cem Ertekin, Zey-
nep Tuzcular, Oral YazKi. Talar
Margarosyan, tktem Kocakuş,
Banu Korkut, Ozcan Sönmez,
Selim Borak. Bülent Tekalpı-
nar, Seda Pehlivanoğlu, Tuba
Aydm, Dilvin Ofluoğlu. Başak
Özenç, Çandan Baş, MinürOz-
gün Can, Burcu Özer, Meüs Yel-
kencL Deniz Çiçek, Aycan Bil-
giner. Figen Yücel, Özlem Öz-
gen, Pınar Ayar, ŞebnemGüleç,
Murat Kurtulmuş, Banş Adik-
ti. Gülsin Gümüş, Canan Gir-
gin. Murat Özdemir, Yağmur
Kaşifoğlu, Burcu Oruç, Mine
Berkaj. Burak Hoşses, Bora
Onataslan, Melisa Sungur, Hü-
ma Ersel, Uğur Yalçın, Deniz
Ülke, Cavit Karakoç, Ceyda
Gölpuıar, Şinn Vatan, Alan Of-
luoğlu, Vecihi Ofluoğlu, Arzu
Kaya, Deniz Ilgın, Evren Er-
can, Levent Tekdal, Çetin Zor.
Özerk Doruk, Cihadrve Adibti.
Minür Balabanoğlu, Yunus Gü-
ner, Yasemin Anderman, Elif
Özel, Şeyda Erbaş, DenizUğur,
Erez Eğilme, Köken Ergun.
Agah Kamidin, Gülbin YeşiL
Ayşe Çelik, NesrinÖzel, Önder
Saygı, Sedef Pala, Gülşah Bek-
ler. Aytaç Gökçek, Mustafa
Dinç, Deniz Demirvakanoğlu,
Efe Kışlalı, Mehmet Salkım.
Metin Yavuz, Nesrin Koçak.
Asena Gürpınar, Oytun Ersun,
Ekin Futacı, Zeynep Bengier,
Eymen Anslı, Burcu Göker.
Sonat Bükülmezbaş, Cem Cü-
neyt Çelik, Ediz Ergüç, Caner
Peçenek, Mehmet Nuri Arkan,
Özlem Işık. Sinem Akyol, Gi-
zem Gökçe, Çağn Çekiç, Gi-
zem Tokgöz, Çağan Gün, Ezgi
Sürenkök, Gökhan Gürek,
Onur Tunay, Kenan Onuk, Mu-
rat Ataç Gencebay, Doğa Ser-
han Akalın, Sanem Çelik, Ebru
Ulaman, YılduÇeKk, M.Kemal
Berat, EvTen Sabuncu, tdil Ça-
ğatay, Ercüment Yağız. Cenk
Şahinalp, Yeliz Tozan, Erdem
Ergüney, Pınar Alsan. Fethi
Hıncal, Duvgu Yar, Gızem Kö-
mürcü, Zunal Balkan, Esra Ka-
rakoç, Ayşem AŞKI, Nazlı Kara-
mehmet. C.Doğan Duru, Özge
Yetkin, Ayşegül Uçanoğlu, Han-
de Erdem, Sevil lilucan, Ceren
Dik, Eda Yetiser, Alper Yüce,
Sahir Ünal. Merve Dikerman,
Kayra Şenocak, Cem tndere,
Bahadır Oyacıklı, Ayça Öztar-
han. SelinÜge, llkerToker, Ful-
ya Tezer, Z.Nazlı Kara. Yonca
Anıl, Suzan Alev, Pınar Güre-
mek, Hande Sancı. İbrahim
Işık. Ezgi Köker, Nihan ÖnoL
Hande Toksöz, Seza Köke, Eb-
ru Onurlu, Yavuz Küre, Erol
Gün, Ozkan Küren. Burak Gül-
tekin, Umur B.Türel^ Bülent
Gönenalp, Hande Omürlü,
Murat Dinç, Osman Kubanh,
Gülseren Alpar, Huriye Yurt-
tut, Gaye Süslüoğlu, tuba Ba-
>"an, Göktuğ Alpaşar, Erdinç
Civan, Murat Kalfagil, Ela Yıl-
maz, Yasemin Çal, Melih Mer-
tel
Güneş Üçer, Izver Balcı, Fa-
toş Kızıl, Dr.Raci Hoşgör, Mu-
rat Civaner, Özden Altıok, Hil-
da Hazaryan, Levend Korkut,
Ferhan Kesen, Enis Eren, Dfler
Aydın, Süreyya Paraz, MAli
Elik, Ferhat Ozen, Muhterem
Alvato, Gülten Akşen, Banş
Pekkip. Hanzade Çakır, Şeb-
nem Demiral, Funda Çulcu,
Serdar Erbaş, Tülay Badi, Ay-
şe Akkaya, Nahide Yazın, Dffl-
şad Atasoy. Hande Tekdal, Ah-
met Turhaner, Serdar Yazkı,
Yasemin Tekin, R.Ayhan Üstün,
Neşe KaymakçL Nesrin Urhun,
Nesrin Umur, Melis Alguadiş,
Laçin Oğuz, Yaçna Butler, Ser-
pil Erol, Deniz Tümer.
SÜRECEK