23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4ARALIK1994PAZAR 10 PAZAR YAZILARI Türkler birey olarak cinayet işleyemez mi? Telefon çalıyor. Karşı uçta Danimarkalı birgazeteci. Dani- marka'nın taşra kentlerinden birinde yaşlı bır Türk göçmen, henüz bebek olan torununu öl- dürmüş. Gazeteci, cinayetin kültürel zeminini soruyor. Ci- nayeti işleyen Türk olduğuna göre mutlaka kültürel bir açık- laması olmalı. Yoksa adamca- ğız durup dururken torununu niye öldürsün? Bu tür sorular oldum olası kafamı kanştırır. Adam, bebe- ği öldürdükten sonra gelininin kafasına da tavayla vurmuş. Belli ki cinnet geçirmiş. Şimdi böyle bir cinayeti kültürel ola- rak nasıl açıklamalı? Danimarkalı gazetecinın so- rusundaki terslik. böyle 'sıra- dan' bir cinayeti, sırf bir Türk tarafından işlendiği için kültü- rel bir çerçeveye orurtmaya ça- balamasında. Aynı cinayet Da- nimarkalı bir ailede olsa, kültü- rel aç ıklamalara kesinlıkle kal- kışmayacak, katilin kim oldu- ğunu ve hangi bireysel neden- lerle cinayet işlediğinı anlama- ya çalışacak. Yani katili bir bi- rey olarak değerlendirecek. Oysa bir yabancının basında bir birey olarak görünmesi nere- deyse imkansız. sadece geldiği kültüre ilişkin önyargılardan yola çıkılarak kendisine dağıtı- lan rollerle medyaya çıkabilir. Danimarka'da ve genel ola- rak Avrupa'da yaşayan yaban- cılann basın \e yayın organla- nndaki görüntüleri böylesine sınırlı kalıplara sıkışmış du- rumda. Sadece yabancılar mı? Özellikle Batılı olmayan diğer ülkeler de Danimarka basmın- da aynı kalın çizgilerle katego- rize ediliyor. Istanbul Devlet Opera Topluluğu'nun sahnele- dıği Puccini'nin Turandot'su da, Danimarka"daki gazetelere 'Safran kokulu Turandof diye yansımıştı. Kopenhag'taki göstenlerden sonra gazetelerde yer alan de- ğerlendirmelerin çıkış noktası- KOPENHAC FERRUH YILMAZ nı da yine gösterinin kend'sı de- ğil. Türkiye'den gelmiş olması oluşturuyordu: "Avnıpa'nın sı- nıriannın Türkiye'de bittiğini sananlar, Turandot'ya bir bilet alsınlar" ya da "Türkiye'de opera mı? Hadi canım sen de, diyeceksiniz değil mi? Ama Türkler de opera söyleyebili- yor" başlıklardan sadece ikisiy- di. Turandot'un Kopenhag'a geleceği belli olduktan sonra Türkiye'ye gidip gösteriyı As- pendos'ta izleyen Danimarkalı bir eleştirmenin dikkatini, sa- yılan 12 bini bulan izleyiciler değil tiyatronun çevresinde ko- yun otlatan çobanla tiyatronun çevresine konuşlandınlan- bir devlet büyüğü geldiği için ola- cak herhalde- askerlerin 'me- lankoiik bakışlan' (ne demek- se) çekmişti. Yazının başlığı da- ha da vahimdi: "Allah'ın gölge- sinde Wagner."Gösterinın este- tik yönüne ılışkin değerlendir- melerse daha olumsuz kalıyor- du. Tabii bu değerlendirmelere olumlu denebilirse. Danimar- kalı eleştirmen. gösteriyi este- tik bir dışavurum olarak algıla- mak yerine. Türkiye'den gel- mesini ön plana çıkararak ve ona göre algılayıp değerlendi- riyor. Öyle ya Türkler durup dururken niye opera söylesin- ler? Ancak Avrupa'daki bazı ül- kelerin yavaş yavaş anlamaya başladıklan. Danimarka'da ise henüz yabancılar konusuyla özel olarak uğraşanlar dışında pek kimsenin farkında olmadı- ğı birolgu, giderek kendini his- settiriyor: A\rupa ülkelerinin artık salt Fransız, salt tngiliz ya da salt Danimarkalı olmaktan çıkıp çok kültürlü toplumlara dönüşrüğü ve çok kültürlü top- lumlarda başka kültürlerin de çoğunluğun kültürü gibi nuans- lanyla birlikte kavranmasının gerektiği. Çok kültürlü toplum kavramının getirdiği yeni bir ta- nım daha var: Etnik azınlıklar. Avrupa'nın birçok ülkesindeki Türkiyeli topluluklar artık ken- dilerini misafır işçi, yabancı ya da göçmen olarak değil, bizzat yaşadıklan toplumun birerpar- çalan olarak. yanı etnik azınlık olarak görüyorlar ve toplumda- ki etnik çoğunluktan, yanı ör- neğin Danimarkalılardan etnik azınlıklara tanınan haklan isti- yorlar. Çok kültürlü bir toplumda yaşayan etnik azınlıkların ta- leplerinin basında da, basın ve yayın organlannda, belli kalıp- lara sıkışmış rollerle değil, bi- reyler olarak yer almak geliyor. Etnik azınlıklar artık, televiz- yonda ve gazetelerde sadece bir yabancı olarak ve yabancı larla ilgili bir soruyu cevaplandıran 'kaynaklar' olarak değil, her- hangi bir konuda herhangi bir şey söyleyebilen bireyler olarak ya da farklı görüntülerine ve aksanlanna rağmen sunucu ve gazeteci olarak göre\ almayı is- tiyorlar. Toplumdaki önyar- gılann, kalıplann ancak yaban- ciların bu şekilde 'nornıalleş- tirilmesiyle' yıkılabileceğini savunuyorlar. Ingiltere'de BBC, şimdiden 'renkli' simalan ve etnik azın- lıklardan gelen gazetecileri BBC'ye yapımcı ve sunucu olarak yetiştirmek için özel eğitim programlan başlatmış bulunuyor. Hollanda da bu konuda epey ilerde. Danimarkalılar ise Danimarka'yı homojen bır et- nik yapıya sahip bir toplum olarak görme alışkanlığından henüz kurtulamadılar. Dansı, Danimarka'da yaşayan etnik azınlıkların başına. Ünlü trafik canavarı, yurtdışında da hizmetimizde lçımizdeki trafik canavannın serüvenleri bitmıyor. Geçen hafta da Pazar Eki'ndeydı. Us- ta bir kalemden, güçlü bir göz- lemle ironı yüklü çıkmıştı 'ca- navar\ Ulusal canavanmız! Her ulusun tarihten kalma ej- derhalı, aslanlı. atlı, kartallı. şa- hinli, görkemli armalan vardır. Bız de trafik canav annı bundan böyle ulusal arma olarak alma- lıyız. Çünkü o kadar ıçimızde. o kadar bızden, o kadar bize öz- gü ki. Bu kadar ulusal nitelıklı bir canavanmız olduğu için if- tihar etmeliyiz aslında. Hatta cana\an Avrupa Konseyi'ne tescil ettirip 1997'yi Trafik Ca- navan'nın Anlam ve Önemi Yı- lı bile ilan ettirebiliriz. Çünkü bu kadar ulusal bir ca- navar başka hiçbir ulusta kal- madı artık. Armalarına kartal takanlann kanadı kınldı. Aslan yerleştirenlerköhnedi. Atorur- tanların artık adlan okunmu- yor. Ejderhalı armalara ise tep- ki. sadece bilgece bir gülümse- meden ibaret. Bu saygın arma- lar artık birer arkeolojik kalın- tı. Ama trafik canavanmız öyle değil. Hem kanlı hem canlı. Hem de her gün faal. Durma- dan adam yıyor. Ocak söndürü- yor. Full-time canavar! Türk kimliğini bundan daha iyi gös- teren başka simge ne olabilir? Bir kere, soyut bir kavram. Su- çu üzerimize almak yerine so- yut kavramlann üzerine yıktık mı tamam. Sonra, batıl inançla- nmıza da uyuyor. 21. yüzyıl eşiğinde hala hacı, hoca, mus- ka. büyü. fal. kısmet, kader gi- bi kontrolümüz dışındaki 'güç- lere' inandığımız için bunlara bir de canavar eklemek, aslın- da bir kültür hizmeti. Ve trafik canavarı sadece yurt içinde de hizmet vermiyor. Vurtdışına taşmması da kolay. Avrupa'da trafiğin en güvenli ve kurallı olduğu bir iki ülke- den bıri Ingiltere'de de artık tra- fik canavanmız yollarda: Ara- basını park etmek için iki ara- cın arasına burnundan kim da- lıyorsa... Burayı Türkiye sanıp ehli- yetsiz, sigortasız kim dolaşı- yorsa... Ana yola çıkmak için sinyal vermeden, sağına soluna bakmadan kim çıkıyorsa... Üst kattakine geldiğini anlatmak için zart- zart kim kornaya basıyorsa... Sağa sola dönüş- leri, en uç şeritten kim yapıyor- sa... Içkiyi çekip zil zurna olup "Bişi olmaj abii" diyerek direk- siyona kim kuruluyorsa... Giril- mez sokağa girip. karşısın- dakıne kim yol vermiyorsa... Ve acaip sollama ve sağ- lamalarla kim, yolu sadece ken- disinin sanıyorsa... Ama Ingiliz polisi ehliyet arasında kralıçe kabul etmez. AYRUPA YOLMNDA BİZİ MELER BEKLİYOR? • Hangi ürünler ucuzlayacak? • Vergi, tanm, sanayii ve tkaret yasalan nasıl düzenlenecek? • Hangi sektörlere teşvik ve koruma uygulanacak? DÖVİZZEPELER İÇİN SON GELİŞMELER BOZDEMİR: BORSA'DA ELEKTRİK HİSSELERİ KAZANDIRACAK POSYA: ŞİRKETLER NEPEN BAT1YOR? ÜYÜASYA KAPLANLARI BÜYÜYOR Umutsuz mücadelelere tutkımlukAklım karmakanşık. Duygu- iarım inışli çıkışlı. lyimserlikle kötümserlik harmanlanmış içim- de. Bir şarkının küçük bir nota- sıyla moralim alabora oluyor. Daha birkaç yıl önce bu ülke- de uzun yıllar kalabileceğimi dü- şünürdüm. Şimdi mafya bozun- tulannın \e fahişelerin kurtanl- mış kenti oldu Moskova. Can gü- venliğinin şansa bırakıldığı, ama bu riskli yaşamın bedelınin, dün- yanın en pahalt kentleri düzeyi- ne çekildiği anlaşılmaz bir kepa- zeliğin tutsağıyım ben de. Her şey paraya dönüşürken, bırakın yeni dostlar edinmeyi, eskilerini yitirmenin acısını ya- şayarak ötekilerle birlikte ben de donuk san bir bataklığa gömülü- yorum yavaş yavaş. En kötüsü, olmadık rezillikleri bıle artık ola- ğan karşılamayı hünersayanlara, yüreğini manda derilerinin ardı- na gizleyenlere benzemeye baş- ladıgımı hissediyorum zaman zaman. Nefret ediyorum bilgiç bir edayla bana 'oyunun kurallan'nı anımsatanlardan, oyunun kural- lanndan, oyunlardan, kuralları koyanlardan. Bazen en yakınla- nmın bile elime beyaz bir bayrak tutuşturarak beni teslim olmaya zorlamasından nefret ediyorum. ICafamın ve yüreğimin kaleleri- nin yaralı surlannı son birçabay- la onarmak. bu kirli işgale karşı direnmek istiyorum. Eski gücüm yok, biliyorum. 10-15 yıl önce olsa, yel değir- menlerine karşı savaş açmakta duraksamazdım. Şimdi kendimi daha mantıklı ve deneyimli his- sediyorum. Ama ödediğim be- deli sonuna kadar araştırmaya cesaretim yetmiyor. Nasıl da ınanırdım her yılın geleceğe, bir öncekinden daha yakın olacağına. Hem Rusya, hem de Türkiye için. Şimdi ise bugünün yanndan çok düne ya- MOSKOVA kın olduğunu görüyorum. Rengarenk bir küf yayılıyor ortaya. Teslimiyet bayrağının be- yazından, zihniyetin karasından. dolann yeşilinden ve toplu hal- de içine gömüldüğümüz bataklı- ğın sansından rüten çürük koku- su genzimi yakıyor. Ezbere iyimserlikleri kaldıra- mıyorum artık. 'Tarihin akışı'gi- bi büyük laflann yorgunu oldu- ğumu hissediyorum. Ama geçmişi unutursam bir boşluğa düşeceğimden korkuyo- rum. Kendimi korumak için sık sık belleğimi tazeliyorum. ilkokulda yediğım haksız bir tokadın sıcaklığını anımsıyo- ruml. Lise duvar gazetesinin kar- tonunadüşenalınterimi, 16Mart 1978'den birkaç gün sonra, ilk kez binlerce kişi önünde konuşa yaparken heyecandan bacaklan- mın nasıl titrediğinı, u Bu mem- leketi kurtarmak size mi kaldı lan?" diyen küstah polisin sorgu- sunda ona hak ettiği yanıtı vere- mediğim için kendime danlma- yaçalıştığımı. Yeşil gözlerinden biriktırdıği hiddeti, "Ya dernek ya üişkimiz!" diyerek üzenme boşaltan o güzel sanşını terk ederken hissettiğim hazzı veacı- yı, işkence tezgahına düşen bir yakınımın duymadığım çığlıkla- nnın binlerce kilometre öteden yüreğime saplanışını. Sonra tüm bu olaylan kalleş çipil gözlerle izleyen, bazen sır- tıma hançerler vuran, bazen de sözümona dostça öğütler veren ölüm yüzlü asalaklan anımsıyo- rum. Kazanılması gereken, ama bir türlü kazanılamayan müca- delelere girmediğimden dolayı kendini bilge ilan edip bana te- peden bakmaya çalışan sürün- genleri. Ve bir zamanlar aynı mü- cadelede omuz omuza olduğu- muz, ama artık yenilmekten bık- tığı için 'yenilenmeye' karar ve- ren eski dostlan. Bugünü düşünüyorum sonra. Sokaktaki, işteki ve özel yaşam- daki haksızlıklan. Yaşadığım kentlerdeki. ülkelerdeki ve dün- yadaki adaletsizlikleri. Onlara duyduğum inatçı tepkiyi. Spartaküs filmini her izleyi- şimde \e Şeyh Bedrettin Desta- nı'nı her okuyuşumda hissetti- ğim heyecanı. Madem ki sonu zaferle bitme- yen bu mücadelelere kaptmyo- rum bugün de kendimi, o halde 'daha adam olamamak'pahası- na hala insanım demektir. Sadece yıllar geçti. Ve biraz yaşlandım. Hepsi o kadar. SOtlVtt hllZUVU Ancak çocukJannjparkagetirenanneler,gözlerinibiran olsun onlaruı üzerinden a>ırmamak zonında, çünkü Kamboç\'ah Kamboçyah iki küçük çocuk, başkent Phnom Penh'deki bir parkta yetldlüere bakılırsa sürücüler yasak le\ halanna kulak aimavip güneşli öğleden sonrasının keyfini ağaçlann üzerinde çıkamor. otomobillerini çimenlerin üzerine sürüveriyorlarnuş. Noel mevsiminin pratik zorluklarıÇarşılan, meydanlan çam dal- lanyla sanlı, yıldız şeklindeki lambalarla süslemeye başladılar bile. Yine postane kuynıklan uzayacak, butiklerde küçücük bir şeyin parasını ödeyebilmek için bir halkın tarihini yazacak kadar bilgi sahibi olunacak. Gazeteler, özellikle elektronik cihazlann ilanlanyladolacak. Bihaç'tasoy- kınm varmış. Çin'deki disko yangını 322 gencin canını almış, Çeçenya'da durum çok kanşık- mış... • Hiçbiri, Noel'in o önüne geçi- lemez gelişinı etkilemeyecek. Hem bir gelenek olarak hem de dinsel bakımdan Noel, bu toplu- ma -diğer birçoklan gibı- dam- gasını vurmuştur ve yer yerinden oynasa. Noel Baba önce gelir... Bazı işyerlerinde çalışanlara, 'armagan öğleden sonrasf veri- lir; yani Noel ağacının altına ko- nacak armağanlan hafta arası bir günde alabilmek, biraz olsun haftasonu izdihamından kurtula- bilmek için çalışanlara yanm iş günü ücret kesilmeden izin veri- lir. Aynca patron biraz cömertse, çalışanlannı Noel sofrasına da davet edebilir. Bütün aralık ayı restoranlar, açık büfe şeklinde sofra hazırlamaya başlarlar. Ilk heyecan geçtikten sonra buna- lanlar, tipik bir 'tsveç sandviç bü- fesi' ararlarsa biraz uğraşmalan gerekir. Aralık ayında Türki- ye'den bir dostu dışarda yemeğe götürmek gerekirse, ortaya birta- kım pratik sorunlar çıkar. Örne- STOCKHOLM GÜRHAN UÇKAN ğın yemek saatlerinde ayaküstü bir şey içmek için her yere giril- mez. 11le de oturup açık büfeyle uğraşmayacaksınız, gazetelerde- ki ilanlan iyice taramanız gere- kir Geçen yıl "Bizde Noel büfe- si yok"şeklinde ilan veren bir res- toran görünce pek keyiflenmiş- tim. Isveç gibi bir toplumda politik kararlar, din ve benzeri toplum- sal ağırlıklı. geleneksel özelliği olan öğelere göre venlmediği için dinsel bağnazlık da yok. Bağnazlar var, ama kararlan et- kileyemiyorlar. Ne var ki önyar- gı varlığını sürdürüyor. Müslüman bir ülkeden gelip dinle ilgisi başkalannın inançla- nna saygı göstermekten öteye gitmeyenler. aralık ayında zaman zaman güç duruma düşerler. Ör- neğin gerek öğle yemeklerinde gerek işyerinde yenilen sand\ iç- lerde salamın, sosısin domuzlu- sunu da yiyene Noel sofrası söz konusu olunca "Sen domuz yi- yor musun" diye sorabilirler. Noel sofrasının baştacı olan domuz, o an için dinsel bir sim- ge olarak akla gelmiştir ve Müs- lüman ülkeden gelen yabancı, geçmişi-geleceği düşünülmeden geldiği ülkenin dininin simgesi olmuştur. Oysa aynı insanla de- falarca -domuz kadar haram olan- şarap ıçılmış, kafa çekil- miştir. Yıllarcaaynı işyerinde çalışan kişi, dinsel gelenek kanşınca azıcık 'dışardan' gibidir o an. lşın kabak tadı veren yanı. bu senaryonun her yıl yenıden uy- gulanmasıdır. Yoksa. dana haş- lamanın yanmda elma püresı. sığır biftekle tatlı jöle. köfteyle çayüzümü reçeli yememeniz. şeker \e kırmızı soğanın aynı an- da kullanıldığı salamura balığı nezaketen tadıp bırakmanız. an- layışla karşılanabilir. Ama boynunuza "Ben domuz yerim" diye bir levha asmaz- sanız, kurtulamazsınız... KUTSAL DEĞERLER GECE MESAİSİNDE!EV KADINI, DOKTOR, ÖĞRENCİ, MEMUR VE DAHA NİCELERİ FUHUŞBATAĞINDA... ' SOYSAL, LİDERLİĞE HA2IRLANIY0R NOKTA, SHP VE CHP'NİN NABZINI TUTTU VE BİRLEŞME SANCISINI AYRINTILARIYLA ARAŞTIRDI... DYP'YI SARSAN HAYALI IHALELER. SPOR BAKANLIĞI TRİLYONLUK YOLSUZLUK BATAĞINDA... GÜNEYDOÖU'DA BARIŞA KAÇ VAR? FİDAN GÜNGÖR'ÜN DURUMU MEÇHUL... EMNİYET. -BİZDE YOK!" DIYOR... HIZBULLAH LİDERİ KAYIPL • \1 SH ILE LSLAN.\UYAM ETMEU TEKDIR. CttlEYSE G.^ZETECIMN R^KKI KOTEK \H? • DOKTOR YOK. IMAM VEREÜM! • HER T.VSIN .VLTI\D.\N KEMAL ZORLl' RL S ARAŞTIRMACILARIN İDDİASI: Bolşevik lider Lenîn Yahudiydi LONDRA (AA) - SSCB'nin çöküşünün ardından oluşrurulan ve Komünist Parti, KGB ve Sov- yet Devlet Arşivieri'nin kamu- oyuna açılmasından sorumlu ko- misyonun başkanı Dimitri Vo^ kogonov. Lenin'in hayatını konu alan kitabında Sovyet liderin Ya- hudi asıllı olduğunu iddia edi\or Resmi Sovyet ta- rihi, Sovyet lıder Vladimir İlyiç Le- nin'in "yoksul bir Rus ailesînden geldi- ğini' belirtmekteydi. Volkogonov'un kay- nak gösterdiğı resmi belgeler ise, Le- nin'in ailesinde Mu- seviasıllılann dışın- da Asyalı, Avrupalı ve Rus kökenli kişi- ler olduğunu gösteriyor. tngiltere'de satışa çıkan 'Le- nin Biyografisi'nde Lenin ve Bolşeviklenn 1917 ve sonrasın- da Çarlık Rusyası'nm çökmesi- ni amaçlayan' Almanya'dan cö- mert mali destek gördüğü ve Kayser Almanyası'nın Lenin ekibini 'beşinci kol' olarak kul- landığı da öne sürülüyor. Kızıl Ordu'da general olan ve Boris Veitsin'ın askeri danışman- lığını yapan Völkonov, Lenin'in sinir sistemindeki hastalıktan öl- düğünü ve son dönemde akıl ye- teneklerini yitirdiğini de yazdı. Sovyet sisteminde 1960'dan sonra Stalin'e atfedilen acımasız polıtikalann kökeninde Lenin'in yer aldığı anlatılan kitapta, Le- nin'in kişilik olarak zalim olmamakla birlikte 'gerçekyada düş ürünü" düşman- larına karşı kararlı bir terör yürüttüğü \ e 'terörvebürokra- si yoluyla ikridar' yöntemini Stalin'e miras bıraktığı belir- tiliyor. Biyografıye göre 48 yaşında iktidan ele geçiren Lenin hiç sürekli bir işte çalışmamış. Hükümet işle- rinde amatör sayılan ve uzun ta- tiller yapıp uzun öğle uykulanna dalan Lenin, üstlendiği sorum- luluklar altında bunalıp paniğe kapılıyordu. Çarailesininkurşunadizilme- si, resmi Sovyet tarihinin yalan- lamasına karşın Lenin'in emriy- le gerçekleşti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle