Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 4ARALIK1994PAZAR
10 PAZAR YAZILARI
Türkler birey olarak
cinayet işleyemez mi?
Telefon çalıyor. Karşı uçta
Danimarkalı birgazeteci. Dani-
marka'nın taşra kentlerinden
birinde yaşlı bır Türk göçmen,
henüz bebek olan torununu öl-
dürmüş. Gazeteci, cinayetin
kültürel zeminini soruyor. Ci-
nayeti işleyen Türk olduğuna
göre mutlaka kültürel bir açık-
laması olmalı. Yoksa adamca-
ğız durup dururken torununu
niye öldürsün?
Bu tür sorular oldum olası
kafamı kanştırır. Adam, bebe-
ği öldürdükten sonra gelininin
kafasına da tavayla vurmuş.
Belli ki cinnet geçirmiş. Şimdi
böyle bir cinayeti kültürel ola-
rak nasıl açıklamalı?
Danimarkalı gazetecinın so-
rusundaki terslik. böyle 'sıra-
dan' bir cinayeti, sırf bir Türk
tarafından işlendiği için kültü-
rel bir çerçeveye orurtmaya ça-
balamasında. Aynı cinayet Da-
nimarkalı bir ailede olsa, kültü-
rel aç ıklamalara kesinlıkle kal-
kışmayacak, katilin kim oldu-
ğunu ve hangi bireysel neden-
lerle cinayet işlediğinı anlama-
ya çalışacak. Yani katili bir bi-
rey olarak değerlendirecek.
Oysa bir yabancının basında bir
birey olarak görünmesi nere-
deyse imkansız. sadece geldiği
kültüre ilişkin önyargılardan
yola çıkılarak kendisine dağıtı-
lan rollerle medyaya çıkabilir.
Danimarka'da ve genel ola-
rak Avrupa'da yaşayan yaban-
cılann basın \e yayın organla-
nndaki görüntüleri böylesine
sınırlı kalıplara sıkışmış du-
rumda. Sadece yabancılar mı?
Özellikle Batılı olmayan diğer
ülkeler de Danimarka basmın-
da aynı kalın çizgilerle katego-
rize ediliyor. Istanbul Devlet
Opera Topluluğu'nun sahnele-
dıği Puccini'nin Turandot'su
da, Danimarka"daki gazetelere
'Safran kokulu Turandof diye
yansımıştı.
Kopenhag'taki göstenlerden
sonra gazetelerde yer alan de-
ğerlendirmelerin çıkış noktası-
KOPENHAC
FERRUH
YILMAZ
nı da yine gösterinin kend'sı de-
ğil. Türkiye'den gelmiş olması
oluşturuyordu: "Avnıpa'nın sı-
nıriannın Türkiye'de bittiğini
sananlar, Turandot'ya bir bilet
alsınlar" ya da "Türkiye'de
opera mı? Hadi canım sen de,
diyeceksiniz değil mi? Ama
Türkler de opera söyleyebili-
yor" başlıklardan sadece ikisiy-
di. Turandot'un Kopenhag'a
geleceği belli olduktan sonra
Türkiye'ye gidip gösteriyı As-
pendos'ta izleyen Danimarkalı
bir eleştirmenin dikkatini, sa-
yılan 12 bini bulan izleyiciler
değil tiyatronun çevresinde ko-
yun otlatan çobanla tiyatronun
çevresine konuşlandınlan- bir
devlet büyüğü geldiği için ola-
cak herhalde- askerlerin 'me-
lankoiik bakışlan' (ne demek-
se) çekmişti. Yazının başlığı da-
ha da vahimdi: "Allah'ın gölge-
sinde Wagner."Gösterinın este-
tik yönüne ılışkin değerlendir-
melerse daha olumsuz kalıyor-
du.
Tabii bu değerlendirmelere
olumlu denebilirse. Danimar-
kalı eleştirmen. gösteriyi este-
tik bir dışavurum olarak algıla-
mak yerine. Türkiye'den gel-
mesini ön plana çıkararak ve
ona göre algılayıp değerlendi-
riyor. Öyle ya Türkler durup
dururken niye opera söylesin-
ler?
Ancak Avrupa'daki bazı ül-
kelerin yavaş yavaş anlamaya
başladıklan. Danimarka'da ise
henüz yabancılar konusuyla
özel olarak uğraşanlar dışında
pek kimsenin farkında olmadı-
ğı birolgu, giderek kendini his-
settiriyor: A\rupa ülkelerinin
artık salt Fransız, salt tngiliz ya
da salt Danimarkalı olmaktan
çıkıp çok kültürlü toplumlara
dönüşrüğü ve çok kültürlü top-
lumlarda başka kültürlerin de
çoğunluğun kültürü gibi nuans-
lanyla birlikte kavranmasının
gerektiği. Çok kültürlü toplum
kavramının getirdiği yeni bir ta-
nım daha var: Etnik azınlıklar.
Avrupa'nın birçok ülkesindeki
Türkiyeli topluluklar artık ken-
dilerini misafır işçi, yabancı ya
da göçmen olarak değil, bizzat
yaşadıklan toplumun birerpar-
çalan olarak. yanı etnik azınlık
olarak görüyorlar ve toplumda-
ki etnik çoğunluktan, yanı ör-
neğin Danimarkalılardan etnik
azınlıklara tanınan haklan isti-
yorlar.
Çok kültürlü bir toplumda
yaşayan etnik azınlıkların ta-
leplerinin basında da, basın ve
yayın organlannda, belli kalıp-
lara sıkışmış rollerle değil, bi-
reyler olarak yer almak geliyor.
Etnik azınlıklar artık, televiz-
yonda ve gazetelerde sadece bir
yabancı olarak ve yabancı larla
ilgili bir soruyu cevaplandıran
'kaynaklar' olarak değil, her-
hangi bir konuda herhangi bir
şey söyleyebilen bireyler olarak
ya da farklı görüntülerine ve
aksanlanna rağmen sunucu ve
gazeteci olarak göre\ almayı is-
tiyorlar. Toplumdaki önyar-
gılann, kalıplann ancak yaban-
ciların bu şekilde 'nornıalleş-
tirilmesiyle' yıkılabileceğini
savunuyorlar.
Ingiltere'de BBC, şimdiden
'renkli' simalan ve etnik azın-
lıklardan gelen gazetecileri
BBC'ye yapımcı ve sunucu
olarak yetiştirmek için özel
eğitim programlan başlatmış
bulunuyor.
Hollanda da bu konuda epey
ilerde. Danimarkalılar ise
Danimarka'yı homojen bır et-
nik yapıya sahip bir toplum
olarak görme alışkanlığından
henüz kurtulamadılar. Dansı,
Danimarka'da yaşayan etnik
azınlıkların başına.
Ünlü trafik canavarı,
yurtdışında da hizmetimizde
lçımizdeki trafik canavannın
serüvenleri bitmıyor. Geçen
hafta da Pazar Eki'ndeydı. Us-
ta bir kalemden, güçlü bir göz-
lemle ironı yüklü çıkmıştı 'ca-
navar\ Ulusal canavanmız!
Her ulusun tarihten kalma ej-
derhalı, aslanlı. atlı, kartallı. şa-
hinli, görkemli armalan vardır.
Bız de trafik canav annı bundan
böyle ulusal arma olarak alma-
lıyız. Çünkü o kadar ıçimızde.
o kadar bızden, o kadar bize öz-
gü ki. Bu kadar ulusal nitelıklı
bir canavanmız olduğu için if-
tihar etmeliyiz aslında. Hatta
cana\an Avrupa Konseyi'ne
tescil ettirip 1997'yi Trafik Ca-
navan'nın Anlam ve Önemi Yı-
lı bile ilan ettirebiliriz.
Çünkü bu kadar ulusal bir ca-
navar başka hiçbir ulusta kal-
madı artık. Armalarına kartal
takanlann kanadı kınldı. Aslan
yerleştirenlerköhnedi. Atorur-
tanların artık adlan okunmu-
yor. Ejderhalı armalara ise tep-
ki. sadece bilgece bir gülümse-
meden ibaret. Bu saygın arma-
lar artık birer arkeolojik kalın-
tı.
Ama trafik canavanmız öyle
değil. Hem kanlı hem canlı.
Hem de her gün faal. Durma-
dan adam yıyor. Ocak söndürü-
yor. Full-time canavar! Türk
kimliğini bundan daha iyi gös-
teren başka simge ne olabilir?
Bir kere, soyut bir kavram. Su-
çu üzerimize almak yerine so-
yut kavramlann üzerine yıktık
mı tamam. Sonra, batıl inançla-
nmıza da uyuyor. 21. yüzyıl
eşiğinde hala hacı, hoca, mus-
ka. büyü. fal. kısmet, kader gi-
bi kontrolümüz dışındaki 'güç-
lere' inandığımız için bunlara
bir de canavar eklemek, aslın-
da bir kültür hizmeti.
Ve trafik canavarı sadece
yurt içinde de hizmet vermiyor.
Vurtdışına taşmması da kolay.
Avrupa'da trafiğin en güvenli
ve kurallı olduğu bir iki ülke-
den bıri Ingiltere'de de artık tra-
fik canavanmız yollarda: Ara-
basını park etmek için iki ara-
cın arasına burnundan kim da-
lıyorsa...
Burayı Türkiye sanıp ehli-
yetsiz, sigortasız kim dolaşı-
yorsa... Ana yola çıkmak için
sinyal vermeden, sağına soluna
bakmadan kim çıkıyorsa... Üst
kattakine geldiğini anlatmak
için zart- zart kim kornaya
basıyorsa... Sağa sola dönüş-
leri, en uç şeritten kim yapıyor-
sa... Içkiyi çekip zil zurna olup
"Bişi olmaj abii" diyerek direk-
siyona kim kuruluyorsa... Giril-
mez sokağa girip. karşısın-
dakıne kim yol vermiyorsa...
Ve acaip sollama ve sağ-
lamalarla kim, yolu sadece ken-
disinin sanıyorsa...
Ama Ingiliz polisi ehliyet
arasında kralıçe kabul etmez.
AYRUPA YOLMNDA
BİZİ MELER BEKLİYOR?
• Hangi ürünler ucuzlayacak?
• Vergi, tanm, sanayii ve tkaret
yasalan nasıl düzenlenecek?
• Hangi sektörlere teşvik ve
koruma uygulanacak?
DÖVİZZEPELER İÇİN SON GELİŞMELER
BOZDEMİR: BORSA'DA ELEKTRİK
HİSSELERİ KAZANDIRACAK
POSYA: ŞİRKETLER NEPEN BAT1YOR?
ÜYÜASYA KAPLANLARI BÜYÜYOR
Umutsuz mücadelelere tutkımlukAklım karmakanşık. Duygu-
iarım inışli çıkışlı. lyimserlikle
kötümserlik harmanlanmış içim-
de. Bir şarkının küçük bir nota-
sıyla moralim alabora oluyor.
Daha birkaç yıl önce bu ülke-
de uzun yıllar kalabileceğimi dü-
şünürdüm. Şimdi mafya bozun-
tulannın \e fahişelerin kurtanl-
mış kenti oldu Moskova. Can gü-
venliğinin şansa bırakıldığı, ama
bu riskli yaşamın bedelınin, dün-
yanın en pahalt kentleri düzeyi-
ne çekildiği anlaşılmaz bir kepa-
zeliğin tutsağıyım ben de.
Her şey paraya dönüşürken,
bırakın yeni dostlar edinmeyi,
eskilerini yitirmenin acısını ya-
şayarak ötekilerle birlikte ben de
donuk san bir bataklığa gömülü-
yorum yavaş yavaş. En kötüsü,
olmadık rezillikleri bıle artık ola-
ğan karşılamayı hünersayanlara,
yüreğini manda derilerinin ardı-
na gizleyenlere benzemeye baş-
ladıgımı hissediyorum zaman
zaman.
Nefret ediyorum bilgiç bir
edayla bana 'oyunun kurallan'nı
anımsatanlardan, oyunun kural-
lanndan, oyunlardan, kuralları
koyanlardan. Bazen en yakınla-
nmın bile elime beyaz bir bayrak
tutuşturarak beni teslim olmaya
zorlamasından nefret ediyorum.
ICafamın ve yüreğimin kaleleri-
nin yaralı surlannı son birçabay-
la onarmak. bu kirli işgale karşı
direnmek istiyorum.
Eski gücüm yok, biliyorum.
10-15 yıl önce olsa, yel değir-
menlerine karşı savaş açmakta
duraksamazdım. Şimdi kendimi
daha mantıklı ve deneyimli his-
sediyorum. Ama ödediğim be-
deli sonuna kadar araştırmaya
cesaretim yetmiyor.
Nasıl da ınanırdım her yılın
geleceğe, bir öncekinden daha
yakın olacağına. Hem Rusya,
hem de Türkiye için. Şimdi ise
bugünün yanndan çok düne ya-
MOSKOVA
kın olduğunu görüyorum.
Rengarenk bir küf yayılıyor
ortaya. Teslimiyet bayrağının be-
yazından, zihniyetin karasından.
dolann yeşilinden ve toplu hal-
de içine gömüldüğümüz bataklı-
ğın sansından rüten çürük koku-
su genzimi yakıyor.
Ezbere iyimserlikleri kaldıra-
mıyorum artık. 'Tarihin akışı'gi-
bi büyük laflann yorgunu oldu-
ğumu hissediyorum.
Ama geçmişi unutursam bir
boşluğa düşeceğimden korkuyo-
rum. Kendimi korumak için sık
sık belleğimi tazeliyorum.
ilkokulda yediğım haksız bir
tokadın sıcaklığını anımsıyo-
ruml. Lise duvar gazetesinin kar-
tonunadüşenalınterimi, 16Mart
1978'den birkaç gün sonra, ilk
kez binlerce kişi önünde konuşa
yaparken heyecandan bacaklan-
mın nasıl titrediğinı, u
Bu mem-
leketi kurtarmak size mi kaldı
lan?" diyen küstah polisin sorgu-
sunda ona hak ettiği yanıtı vere-
mediğim için kendime danlma-
yaçalıştığımı. Yeşil gözlerinden
biriktırdıği hiddeti, "Ya dernek
ya üişkimiz!" diyerek üzenme
boşaltan o güzel sanşını terk
ederken hissettiğim hazzı veacı-
yı, işkence tezgahına düşen bir
yakınımın duymadığım çığlıkla-
nnın binlerce kilometre öteden
yüreğime saplanışını.
Sonra tüm bu olaylan kalleş
çipil gözlerle izleyen, bazen sır-
tıma hançerler vuran, bazen de
sözümona dostça öğütler veren
ölüm yüzlü asalaklan anımsıyo-
rum. Kazanılması gereken, ama
bir türlü kazanılamayan müca-
delelere girmediğimden dolayı
kendini bilge ilan edip bana te-
peden bakmaya çalışan sürün-
genleri. Ve bir zamanlar aynı mü-
cadelede omuz omuza olduğu-
muz, ama artık yenilmekten bık-
tığı için 'yenilenmeye' karar ve-
ren eski dostlan.
Bugünü düşünüyorum sonra.
Sokaktaki, işteki ve özel yaşam-
daki haksızlıklan. Yaşadığım
kentlerdeki. ülkelerdeki ve dün-
yadaki adaletsizlikleri. Onlara
duyduğum inatçı tepkiyi.
Spartaküs filmini her izleyi-
şimde \e Şeyh Bedrettin Desta-
nı'nı her okuyuşumda hissetti-
ğim heyecanı.
Madem ki sonu zaferle bitme-
yen bu mücadelelere kaptmyo-
rum bugün de kendimi, o halde
'daha adam olamamak'pahası-
na hala insanım demektir.
Sadece yıllar geçti. Ve biraz
yaşlandım. Hepsi o kadar.
SOtlVtt hllZUVU Ancak çocukJannjparkagetirenanneler,gözlerinibiran olsun
onlaruı üzerinden a>ırmamak zonında, çünkü Kamboç\'ah
Kamboçyah iki küçük çocuk, başkent Phnom Penh'deki bir parkta yetldlüere bakılırsa sürücüler yasak le\ halanna kulak aimavip
güneşli öğleden sonrasının keyfini ağaçlann üzerinde çıkamor. otomobillerini çimenlerin üzerine sürüveriyorlarnuş.
Noel mevsiminin pratik zorluklarıÇarşılan, meydanlan çam dal-
lanyla sanlı, yıldız şeklindeki
lambalarla süslemeye başladılar
bile. Yine postane kuynıklan
uzayacak, butiklerde küçücük bir
şeyin parasını ödeyebilmek için
bir halkın tarihini yazacak kadar
bilgi sahibi olunacak. Gazeteler,
özellikle elektronik cihazlann
ilanlanyladolacak. Bihaç'tasoy-
kınm varmış. Çin'deki disko
yangını 322 gencin canını almış,
Çeçenya'da durum çok kanşık-
mış... •
Hiçbiri, Noel'in o önüne geçi-
lemez gelişinı etkilemeyecek.
Hem bir gelenek olarak hem de
dinsel bakımdan Noel, bu toplu-
ma -diğer birçoklan gibı- dam-
gasını vurmuştur ve yer yerinden
oynasa. Noel Baba önce gelir...
Bazı işyerlerinde çalışanlara,
'armagan öğleden sonrasf veri-
lir; yani Noel ağacının altına ko-
nacak armağanlan hafta arası bir
günde alabilmek, biraz olsun
haftasonu izdihamından kurtula-
bilmek için çalışanlara yanm iş
günü ücret kesilmeden izin veri-
lir.
Aynca patron biraz cömertse,
çalışanlannı Noel sofrasına da
davet edebilir. Bütün aralık ayı
restoranlar, açık büfe şeklinde
sofra hazırlamaya başlarlar. Ilk
heyecan geçtikten sonra buna-
lanlar, tipik bir 'tsveç sandviç bü-
fesi' ararlarsa biraz uğraşmalan
gerekir. Aralık ayında Türki-
ye'den bir dostu dışarda yemeğe
götürmek gerekirse, ortaya birta-
kım pratik sorunlar çıkar. Örne-
STOCKHOLM
GÜRHAN
UÇKAN
ğın yemek saatlerinde ayaküstü
bir şey içmek için her yere giril-
mez. 11le de oturup açık büfeyle
uğraşmayacaksınız, gazetelerde-
ki ilanlan iyice taramanız gere-
kir Geçen yıl "Bizde Noel büfe-
si yok"şeklinde ilan veren bir res-
toran görünce pek keyiflenmiş-
tim.
Isveç gibi bir toplumda politik
kararlar, din ve benzeri toplum-
sal ağırlıklı. geleneksel özelliği
olan öğelere göre venlmediği
için dinsel bağnazlık da yok.
Bağnazlar var, ama kararlan et-
kileyemiyorlar. Ne var ki önyar-
gı varlığını sürdürüyor.
Müslüman bir ülkeden gelip
dinle ilgisi başkalannın inançla-
nna saygı göstermekten öteye
gitmeyenler. aralık ayında zaman
zaman güç duruma düşerler. Ör-
neğin gerek öğle yemeklerinde
gerek işyerinde yenilen sand\ iç-
lerde salamın, sosısin domuzlu-
sunu da yiyene Noel sofrası söz
konusu olunca "Sen domuz yi-
yor musun" diye sorabilirler.
Noel sofrasının baştacı olan
domuz, o an için dinsel bir sim-
ge olarak akla gelmiştir ve Müs-
lüman ülkeden gelen yabancı,
geçmişi-geleceği düşünülmeden
geldiği ülkenin dininin simgesi
olmuştur. Oysa aynı insanla de-
falarca -domuz kadar haram
olan- şarap ıçılmış, kafa çekil-
miştir.
Yıllarcaaynı işyerinde çalışan
kişi, dinsel gelenek kanşınca
azıcık 'dışardan' gibidir o an.
lşın kabak tadı veren yanı. bu
senaryonun her yıl yenıden uy-
gulanmasıdır. Yoksa. dana haş-
lamanın yanmda elma püresı.
sığır biftekle tatlı jöle. köfteyle
çayüzümü reçeli yememeniz.
şeker \e kırmızı soğanın aynı an-
da kullanıldığı salamura balığı
nezaketen tadıp bırakmanız. an-
layışla karşılanabilir.
Ama boynunuza "Ben domuz
yerim" diye bir levha asmaz-
sanız, kurtulamazsınız...
KUTSAL DEĞERLER
GECE MESAİSİNDE!EV KADINI, DOKTOR, ÖĞRENCİ,
MEMUR VE DAHA NİCELERİ
FUHUŞBATAĞINDA... '
SOYSAL, LİDERLİĞE HA2IRLANIY0R
NOKTA, SHP VE CHP'NİN NABZINI
TUTTU VE BİRLEŞME SANCISINI
AYRINTILARIYLA ARAŞTIRDI...
DYP'YI SARSAN HAYALI IHALELER.
SPOR BAKANLIĞI TRİLYONLUK
YOLSUZLUK BATAĞINDA...
GÜNEYDOÖU'DA BARIŞA KAÇ VAR?
FİDAN GÜNGÖR'ÜN DURUMU MEÇHUL...
EMNİYET. -BİZDE YOK!" DIYOR... HIZBULLAH LİDERİ KAYIPL
• \1 SH ILE LSLAN.\UYAM
ETMEU TEKDIR. CttlEYSE
G.^ZETECIMN R^KKI KOTEK \H?
• DOKTOR YOK. IMAM VEREÜM!
• HER T.VSIN .VLTI\D.\N KEMAL
ZORLl'
RL S ARAŞTIRMACILARIN İDDİASI:
Bolşevik lider
Lenîn Yahudiydi
LONDRA (AA) - SSCB'nin
çöküşünün ardından oluşrurulan
ve Komünist Parti, KGB ve Sov-
yet Devlet Arşivieri'nin kamu-
oyuna açılmasından sorumlu ko-
misyonun başkanı Dimitri Vo^
kogonov. Lenin'in hayatını konu
alan kitabında Sovyet liderin Ya-
hudi asıllı olduğunu iddia edi\or
Resmi Sovyet ta-
rihi, Sovyet lıder
Vladimir İlyiç Le-
nin'in "yoksul bir
Rus ailesînden geldi-
ğini' belirtmekteydi.
Volkogonov'un kay-
nak gösterdiğı resmi
belgeler ise, Le-
nin'in ailesinde Mu-
seviasıllılann dışın-
da Asyalı, Avrupalı
ve Rus kökenli kişi-
ler olduğunu gösteriyor.
tngiltere'de satışa çıkan 'Le-
nin Biyografisi'nde Lenin ve
Bolşeviklenn 1917 ve sonrasın-
da Çarlık Rusyası'nm çökmesi-
ni amaçlayan' Almanya'dan cö-
mert mali destek gördüğü ve
Kayser Almanyası'nın Lenin
ekibini 'beşinci kol' olarak kul-
landığı da öne sürülüyor.
Kızıl Ordu'da general olan ve
Boris Veitsin'ın askeri danışman-
lığını yapan Völkonov, Lenin'in
sinir sistemindeki hastalıktan öl-
düğünü ve son dönemde akıl ye-
teneklerini yitirdiğini de yazdı.
Sovyet sisteminde 1960'dan
sonra Stalin'e atfedilen acımasız
polıtikalann kökeninde Lenin'in
yer aldığı anlatılan kitapta, Le-
nin'in kişilik olarak
zalim olmamakla
birlikte 'gerçekyada
düş ürünü" düşman-
larına karşı kararlı
bir terör yürüttüğü
\ e 'terörvebürokra-
si yoluyla ikridar'
yöntemini Stalin'e
miras bıraktığı belir-
tiliyor.
Biyografıye göre
48 yaşında iktidan
ele geçiren Lenin hiç sürekli bir
işte çalışmamış. Hükümet işle-
rinde amatör sayılan ve uzun ta-
tiller yapıp uzun öğle uykulanna
dalan Lenin, üstlendiği sorum-
luluklar altında bunalıp paniğe
kapılıyordu.
Çarailesininkurşunadizilme-
si, resmi Sovyet tarihinin yalan-
lamasına karşın Lenin'in emriy-
le gerçekleşti.