15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 AĞUSTOS1992 CUMARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER GenelEğitim Kaosuve ÖzgürÜniversite Hiç zaman kaybedilmeden eğitim kaosuna son verecek şekilde ülke çapında bir eğitim planJama ve genel eğitim reformuna gidilmesi Türkiye'nin bir numaralı sorunudur. Bu sağlanmadıkça üniversitenin özgürlüğü veverimliliği t&m olarak gerçekleşemez, üniversitelerin birer meslek okulu haline dönüşmeleri önlenemez. Prof. Dr. EROL KULAKSIZOĞLU Üniversite özgürluğünun simgesi "üniversitele- rin kendi yöneticilerini kendilerinin seçebil- mesi"dir. Bu yönde ne yazık ki olumlu sayı- labilecek bir gelişme henüz yok. 12 Eylül yönetimince bazı siyasal partilerle liderlerine kısıtlamalar konmuş, bu arada üni- versiteler de cezalandınlmış, emir-kumanda zinciri altına alınarak YÖK boyunduruğuna sokulmuşlardı. Sonradan bu partiler ve liderleri siyasal et- kinliklerine tekrar kavuştular, ardından bu- gûnkü koalisyon oluştu. Oysa üniversiteler 12 Eylül'ün getirdiği baskj kurumu YÖK'ten, koalisyon partilerince verilmiş sözlere karşın hala kurtanlamadılar. Tersine, üniversite öz- gürlüğünün simgesi olan üniversitelerin kendi yöneticilerini seçme konusu rektör seçimleri ıle ilgili yasa değişikliği yozlaştınlarak drama- tik ve esef verici bir şekil aldı. Gene birileri bil- diklerini okumaya devam ettiler. fstifa eden YOK Başkanı'nın YÖK tutkusu ve kulisleri, bunlar karşısında milletvekilleri- nin boyun eğişleri, koalisyon liderlerinin anla- şılmaz suskunluğu, sonuçta gene YÖK'ün istediğinin oluşu, bu sorunun ileride kesinlikle çözümleneceği yolunda liderierce yeniden ve- rilen sözler... Bütün bunlar "artık yeter" de- dirten, bıktıran birer kısır döngü halini aldı. tcine üniversiteyi de alan ve ülkemizde uzun yülardan beri süregelen eğitim kaosu Tür- kiye'nin bugününü, böyle gjderse geleceğini de büyük ölçüde sarsacak en önemli konudur. Terörden de, enflasyondan da önemlidir, çün- kü "güçlü Türkiye" olgusunu zedeleyen ters bir gidiştir bu gjdiş. Bu ters gidişi aşağıdaki şe- kilde anlatmaya cahşalım: Ülkemizde bu yüzyüın ortalanndan baş- layarak eğitim ortamında büyük tutarsızlı- klar izlenmektedir. Ülke kalkınmasını başa- rabilecek, atılım sağlayabilecek beyin gücü planlamanın ve beyin gücü üretmenin önceli- ğine gjderek önem verilmemeye başlanmışür. Güncel sorunlar karşısında nasıl olursa olsun her şeyden önce iş ve kazanç üretme tercih edilmiş, adam yetiştirme ve eğitim geri planla- ra aülmışör.Kalkınmış ülkelerde 100 ilköğre- tim öğrencisine karşılık 40-60 ortaöğretim öğ- rencisi ve 3-5 yükseköğrenim öğrencisi plan- lanmaktadır. Araştırmalara göre kalkınmak- ta olan ülkeler için bu oran 100/25/2 olarak önerilmektedir. Ülkemizde bu oran 100/40/8-10 şeklindedir ve bu durum gerek ilköğretim gerekse orta- öğretim sırasmda yönlendici ve meslek ka- zandına yeterli eğitim sisterninin sağlana- mamış olduğunun göstergesidir. Bu durum, birçok meslek alanında niçin büyük boyutlar- da ara eleman sıkıntısı çekildiğinin de kanıtıdır. AT ülkelerinin hemen hepsinde görülen 8 yıllık temel eğitimi ülkemiz için de hedef alan Temel Eğitim Kanunu bir türlü uygulanma- maktadır, engellenmektedir. Temel Eğitim Kanunu'nun imam hatip okullannı baltala- mak amacı ile çıkanldığı iddia edilmiş, gide- rek TBMM'de Kuran kursu mezunlanna or- taokul dengi haklann tanınması önerileri yapilmıştır. Yeterince meslek ve ara eleman okulu açılmasını öneren çıkmamıştır. Bu kar- gaşa içinde milli eğitim hedefleri, büyük öğre- tim açığı ve benzeri sorunlar önemsenmemek- te, tam bir laçkahk sürüp gjtmektedir. Örne- ğın daha geçenlerde, ortaöğretimde, hemen öğretmenliğe atanmak üzere 12.000 lise mezu- nu genç sınava çağnlabilmiş, buna karşın ye- terli sayıda öğretmen okulu açılması yoluna gjdilmemiştir. Sorumsuz ve plansız Işte bu sorumsuzluk ve plansızlık içinde yükseköğretim ve üniversite kapılannda 900.000 mertebesinde lise ve dengi okul mezu- nu genç birikmiştir. Bu sayı giderek artmakta- dır. Yanhş ve plansız eğitim gidişinin doğurdu- ğu bu birikim sorununun yalnızca sayısal yanı üzerinde durulmakta, yükseköğrenim önce- sinde mesleklere yönlendirici eğitim sistemini bir an önce devreye sokmak yerine, hemen üniversite kontenjanlannın arttınlması, o da yetmeyince, üniversite sayısının arttınlması gibi son derece tutarsız kararlara gidilmekte- dir. Bu yanhş yolda daha da ileri gitmekten hiç çekinilmemektedir. Nitekim daha dün, millet- vekillerinin 30 yeni üniversite dışında kendi seçim bölgeleri olan başka illerde de üniversite açılmasını istedikleri ve Meclis Eğitim Komis- yonu'nun bu baskılar karşısında yeni üniver- site sayısını 45'e çıkardığı görülmüştür. Bu su- retle üniversite sayısı neredeyse 74'e çıkacakü. Son olarak üniversite sayısı 21'de durdu, 2000 yılında bile çalışmaya başlayamayacak yeni yeni sözde üniversiteler karar altına alındı. Bu akıl almaz gidiş sonunda insan gücü yetiştir- me piramidınin 100/40/8-10 gibi zaten çok olumsuz durumunun 100/40/20 gibi bir orana doğru tırmanacağı ve içinden çıkünıaz hal ala- cağı gayet acıktır. Üniversite sayısının sorum- suzca arttınlması sonunda üniversitelerimizin birer meslek okulu düzeyine inmesinden de herhangi bir endişe duyulmamaktadır. Oysa istenen her yerde üniversite açılamaz. Bir yörede önce uygarhk belirtisi kentleşme, sanayileşme, üretim, kültüretkinlikleri doğar; ardından üniversite oluşabilir ve gelişebilir. Bu olguyu tersine çeviremezsiniz. Çağdaş uy- garhğın sonuç ürünlerini; uçaklan, elektro- nikleri, benzeri araç-gereç ve tesisleri satın ahp hizmete sokarak çok ilerlemiş olduğunuzla övünemezsiniz. Bilimde ve araştırmada o uy- gar uluslar gibi terlememiz, yaratmamız, üret- memiz, bunun için de hayali üniversitelere de- ğil gerçek üniversitelere sanlmamız gerekir. Ote yandan 900.000 mertebesindeki yükse- köğrenim adayı kitlesi, yeni üniversiteler ve yüksekokullar açmak için adeta tatlı bir pazar olarak görülmektedir. Ailelerin ödeme düzey- leri ve eğitimde fırsat eşitliği dikkate almmak- sızm parah yükseköğrenim ve üniversite pro- jeleri tasarlanabilmektedir. Anayasa zorlan- makta, kaçamak yollara başvurulabilmekte- dir. ÖSS hazırlama kursu ticaret fırmalan da bu pazann bir uzantısı halinde sürüp gitmek- tedir. Üniversite kapılanndaki birikime bir çö- züm olarak, lise mezunlanna meslek edindir- me kapsamh LİMME projesi gibi avunmalar- la yetinilmek istendiği görülmektedir. Bugün ise bu proje de uygulanmamaktadır. Bütün bu aymazlıklardan kurtulup tutarh bir tüm eğitim pianlamasına gidilse, hatta LÎMME benzeri çözümlerle dahi bu gidiş bir ölçüde kontrol altına ahnabilse, yakın gelecekte üni- versite öncesinde meslek edindirici ve ara ele- man yetiştirici olumlu bir düzelme sağlanabil- se, 900.000'lik ters birikim 300.000 dolaylan- na inebilse, o zaman bu yeni üniversitelerin neye yarayacağı, birçok alanda zaten ihtiyaç fazlası eleman üreten üniversitelerin ileride ne olacağı düşünülmemektedir. Planh kalkınma yoluyla sorunlannı çözme yoluna giden ülkeler bugün, üniversitelerde mezun sayısından çok yetişenlerin nitelikleri ve yetişme düzeyleri üzerinde duruyorlar. özellikle nitelikli ve üst düzeyde yaratıa ve araştırmacı beyin gücü yetiştirmeye daha çok önem veriyorlar. Ülkemizde ortaöğrenim sonunda sağlanan yetişme düzeyi de çok yetersiz. Bu yetersizlik ise üniversiteler için ayn bir temel sorun konu- su oluşturmaktadır. 1950'lerden sonra ülkede artan sanayileşme ve iş hacmi genelde dışa bağımlı, yabancı pa- tentçi ve yaraücı olmayan bir yönde gelişmiş- tir. Sanayiciler ve iş çevreleri sorunlannı ya- bancılarla çözmeyi tercih etmişler, eğitim ve üniversite dışlanmıştır. Bu yozlaşma ortamında YÖK de, plansız ve büinçsiz eğitim gidişinin biriktirdiği, gide- rek artan ve sayılan 900.000'lere varan gençle- re yeni üniversiteler açarak ya da mevcut üni- versitelerin kontenjanlannı emirle arttırarak sözde çözümler peşinde koşmaktan başka bir işe yaramamıştır. Eğitimdeki bu ters gidişin getirdiği sorun- lann çözümünün yalnızca yükseköğretim ve üniversitelere çekidüzen verilmesi ile sağlana- bileceği büyük yanılgısı hala sürmekte ve 12 Eylül kalınüsı YÖK ayakta tutulmaktadır. Aslında teşhis yanüş yere konmuştur. Soru- nun aksayan yanı, yeterli oranlarda ve nitelik- te insan gücünün planlanamaması ve yetiştiri- lemeyişindedir. Temelde eğitim altyapısındaki aksakhkla- nn üst kurum üniversitelere baskı yoluyla zahmetsizce çözümlenebileceği yanılgısı ile politikacılann dört elle sanldığı YÖK ise bir şey getirmemiş, tersine hep götürmüştür: YÖK, en ufak aynntılara kadar inen ve her şeyi emredici bir kurum olarak çalışmıştir. Üniversiteleri tek modele sokmuş, ders prog- ramlanna, ders isimlerine, derslerin yıllara dağılımına dahi kanşmıştır. Özellikle üni- versiteler birer lise ortamına itilmişlerdir. YÖK tarafından atanan yöneticiler genel- likle Y.Ö. Kanunu'nun tanıdığı yetkilerini emir-kumanda zinciri içinde kullanmışlar, bu arada YÖK'ten fazla YÖK'çü yöneticiler de türemiş, alt akademik organlar yeterince dev- reye sokulmamış, çoğu kez tek sorumlu üst yönetici rolü oynanmış, yeterli danışmalara dahi başvurma gereği duyulmamışür. Gide- rek yöneticiler ile akademik taban arasında kopma olmuş, fıkir alışverişini ve diyaloğu reddeden bir kapalı döngü içinde kararlar alınıp yürürlüğe konmuştur. Sonuçta üniver- siteyi yapan nitelikler uçup gitmiş, demokra- tik ve özgür üniversite ortamı kaybolmuştur. Akademik kariyerin kaynaği olan asis- tanlık kurumu temelde reddedilmiş, yok edil- miştir. Artan kontenjanlar, sayılan artan üniversi- teler; giderek kısılan bütçeler ve maddi ola- naksızhklar getirmiş, öğretim kalitesi düş- müştür. YÖK, eğitim ve akademik kadro stan- dartlan ile sürekli oynamışür. Aynlmalar ne- deniyle öğretim üyesi sayısı azaldıkça ve yeni üniversitelere eleman gerektikce, akademik kariyerde yüksebne standartlan düşürülmüş, yozlaştınlmışür. Bu aldatmaca sayesinde YÖK, üniversitelerde öğretim üyesi •sayısının eksilmediğini, tersine arttığını iddia edebil- miştir. Bütün bu aa gerçeklere karşın, "üniversite- ler kendilerini yönetemezler, kendi seçtikleri ile iyi yönetilemezler" savı da çok yanhştir. Oysa cumhuriyet döneminde üniversiteler Darülfiinun'dan bu yana giderek çağdaş üni- versiteye yaraşır yasalara kavuşmuş ve kendi seçtikleri yöneücilerle büyük atılırnlar yapa- bilmişlerdir. Sonuç Hiç zaman kaybedilmeden eğitim kaosuna son verecek şekilde ülke çapında bir eğitim planlama ve genel eğitim reformuna gidilmesi Türkiye'nin bir numaralı sorunudur. Bu sağ- lanmadıkça üniversitenin özgürlüğü ve ve- rimliliği tam olarak gerçekleşemez, üniversi- telerin birer meslek okulu haline dönüşmeleri önlenemez. YÖK var oldukça YÖK Başkanı Ihsan Doğramacı'nın istifalan özde bir şey değiştir- mez. 12 Eylül'ün üniversiteler hakkındaki yanıigılan sonucu doğan YÖK'ten anayasa değişikliği ile kesinlikle kurtulmak ve özgür üniversite düzenini getirecek yeni bir yasa çı- karmak zorunludur. Yeni yasa kapsamında, üniversitelerarası koordinasyon dışmda Milli Eğitim Bakanlığı ve DPT ile sürekh işbirliği içinde çahşacak bir üniversitelerarası kurul, yükseköğretimi ve üniversiteleri ülkenin miİli eğitim hedefleri içindeki yerine yerleştirici bir işlev üstlenmeli- dir. Bu bağlamda politikaalar, planlamaa ve eğitimcilere saygı göstermeli, her ile üniversite kurma tutkulanndan vazgeçmelidirler. ARADABIR RIZA ZELYUT Hactbektaş'ta Oynanan Komedi... Darbe döneminin komedisinde Hacı Bektaş, elinde kılı- cı ile kafir öldürmek üzere Orta Asya'dan Anadolu'ya ge- len bir mücahit. Koyu Müslüman... Namazmda niyazında... Hem Selçuklu devletinin hem Osmanoğullarının hizmetin- de... Adı konulmamış bir derebeyi... Hıristiyanların belalı- sı, şeriatın savunucusu... Aleviler bu oyunu tutmuyorlar... Generallerin sivil giysili adamları yeni bir oyun hazırlıyorlar. Oyunun aktörleri ara- sına dünyanın şurasından burasından getirdikleri ünlüleri deyerleştiriyorlar. Şenliklerin adı "Uluslararası Hacı Bek- taş Törenleri" oluyor. Bu komedinin birinci perdesinde siyasi liderleri izliyo- ruz. Saat 11 .OO'den itibaren başlıyorlar nutuklarına. Dedik- leri de şunlar: Sevgili vatandaşlarım, bu Hacı Bektaş Veli çok büyük bir insan, ben dünyada ondan daha büyük bir insan görmedim. (Seyirci durumundaki Aleviler, yüzyıllar- dır çektikleri sıkıntının, horlanmanın ezikliği altında kendi büyüklerine büyük dendiğini duyunca coşuyor, basıyorlar alkışı.) Hacı Bektaş Veli olmasaydı biz yanmıştık. (Alkış, alkış) (Siyasetçiyi oynayan aktörün yüzünde acıklı bir gü- lüş, gözlerinde garip bir pırıltı vardır ve konuşmasını sür- dürür) Sizler de Hacı Bektaş Velinin torunları olarak çok çok büyüksünüz... (Alkış ki hem de ne alkış) Hacı Bektaş için çpk şeyler yaptk, daha da yapacağız... Bu komediyi izleyen halk rahatlamıştır; yüzyıllardır ken- dilerine dudak büken insanlann torunları şimdi gelmiş, onlan övmektedirler. Kendi içlerinden çıkan küçük oyun- cular da davranışları ile büyük oyuncuları onaylamakta- dırlar. Her şey güzel güzel işlemektedir. Tam bu sırada halkın içinden birisi sahneye fırlar. Sah- nenin sağında ve solunda kümeleşen artistlere şu soruları sorar: 1- Siyasetçileri canlandıran değerli komedi oyuncuları ya da komedi oynar gibi siyaset yapan sayın liderler, sizce Türkiye'de Alevi denilen bir kitle var mıdır, yok mudur? (Sahnenin sağından ve solundan siyasetçiler korosunun sesi yükselir: Elbette vardır...) 2- Türkiye'de Alevi kitle varsa, siz bu insanlar için şimdi- ye değin devlet bütçesinden bir kuruş harcadınız mı? (Ko- ro susar, yanıt yoktur.) 3- Alevilerin de ödediği vergilerle oluşturulan bütçeden .Dtyanet Işleri'ne 2.2 trilyon lira para veriyorsunuz. Bunun 700 milyar lirası Alevilerin cebinden çıkıyor. Peki bu 700 milyar liradan Aleviler için 7 liralık bir hizmet yaratılıyor mu? Alevilerin parasıyla hizmet gören Diyanet'in {her üç imamdan birisinin aylığını Aleviler ödüyor...), Alevileri ka- ralama, kötüleme kampanyası yürütmesi sizin vicdanınızı sızlatmıyor mu? 4- Sizin bile karşı olduğunuzu söylediğiniz darbeci ge- nerallerin getirip anayasaya yerleştirdıği zorunlu din dersi uygulaması ile bizim çocuklarımıza zorla Sünnilik öğretili- yor. Bu uygulamanın hakla hukukla ve sizin şu sıralar çok sık kullandığınız demokrasi ile ilgisi olduğunu düşünüyor musunuz? Eğer bu uygulamayı kaldırmazsanız, sizin, dar- beci Kenan Paşa'dan farkınız kalır mı? Aykırı adamın soruları uzayıp gidiyor... Sahnede yer alan ve aynı sözleri yineleyen politika oyuncuları bu soru- ları duymazlıktan gelerek seyırcilere (Alevileri) övmeyi sürdürüyorlar. Bu yıl daha şık demokrat ve sosyal demok- rat giysiler içinde sahnede yer alacak komedi oyuncuları için aynı sorular hazırlanıyor. Yaşıyoruz, göreceğiz... Siyasetin yeni oyuncuları baka- lım nasıl yanıt verecekler aykırı adamın sorularına... 1ABTISMA Adli Tatil Kaldırılmalıdır A dli tatil, her yıl 20 temmuz günü Yar- gıtay Başkanı'nın konuşmasıyla baş- lar, 5 eylül mesai saati sonunda biter ve 6 eylül günü yeni adli yıla girilir. Gerek adli tatil ve gerekse adli yılın başlamasıyla il- gili olarak basında Yargıtay Başkanı'nın, Adalet Bakanı'nın, Barolar Birliği Başka- nı'nın görttş ve temennileri zaman zaman yayımlanır. Daha sonra da hukukçulann yazüan çıkar peş peşe. Olumlu veya olum- suz görüşler yazılıp durur senelerce... Adli tatilin içerigı yasalarla saptanmış bulunmaktadır. Hukuk mahkemelerinde, ceza mahkemelerinde, Yargıtay'da. Askeri Yargıtay'da, Damştay'da, Sayıştay'da ve kısaca bütün mahkemelerde adli tatilin sü- resi aynıdır. 20 temmuz - 5 eylül, yani 45 gündür. Adli tatil süresince kural olarak mahke- melerdeki dava ve işlere bakılmaz. Fakat bu kurahn istisnları bir hayli yoktur. Altmış beş yıldan beri uyğulanmakta olan adli tatil, davalann uzamasına sebep olan adli tatil, davalann uzamasına sebep olan nedenlerden birisi ve önemlisidir. Adli tatil iki amaçla konulmuştur. Ne var ki bu amaçlar günümüzde önemini çoktan yitirmiştir. Şöyle ki: 1- Adli tatil konuhırken, larsal kesimde yaşayan köylü ve ciftci halkımızm hasat mevsrmınde zaman kazanması düşünül- müştür. Günümüzde bu amaç önemini >i- ürmiştir. Altmış beş senc önce ülkemizde ulaşım yetersizliğinin olduğu bir vakıa iken bugün aynı imkânsızlıktan söz etmek doğ- ru değildir. Keza, o günlerde güçlü bir ta- nm ülkesi iken, bugün sanayileşmede ileri adımlar atmış bulunuyoruz. O yıllarda,, köylerde ve kırsal kesimlerde yaşayan hal- kımızın çoğunluğu kentlere kaymış, köyle- rin yerini kentlerde gecekondular ve hatta gündüz kondular, yanı seçim kondulan al- mışür. Aynca köylüyü ilgilendiren birçok işler adli tatil de dahi görülmektedir. Örne- ğın: Tapulama mahkemelerinde sulh hu- kuk mahkemelerinde, iş mahkemelerinde, icra ve iflas dairelerinde, icra tetkik merci- lerinde görülen dava ve işler gibi... 2- Yasa koyucu, yargıçlann adli tatilde dinlenmelerini düşünmüştür. Günümüzde bu amaçla önemini yitirmiştir. Yukandaki 1. paragrafta belirttiğimiz gibi, birçok mahkemelerde adli tatil uygulanmamakta- dır. Belirtilen mahkemelerde görevli olan yargıçlar için adli tatilden söz etmek ola- naksızdır. Daha ziyade nöbetçi olmayan asliye hukuk mahkemelerinde adli tatil uy- gulanmaktadır. Bir kısım mahkemelerde adli tatil uygularurken, birçok mahkeme- lerde uygulanmaması bu alandaki bozuk düzenin ve çarpıklığın bir göstergesidir. Böylece yargı bütünlüğü de sarsılmakta- dır. Yargı sistemimizin gerek bütünlüğü ve gerekse bağımsızlığına İüçbir zaman hıçbir sebeple gölge düşmemelidir. Yargıç ve sav- alanmızın da diğer devlet memurlan gibi yılhk izinlerini alarak dinlenmeleri daha doğru olur kanısındayız. Yargıçlanmızın görevleri ağır, adliyelerdeki dosya sayısı alabildiğine. kabanktır. 15 mayıstaki bir dunışma 27 kasıma talik edilirken adli tati- lin gereği üzerinde neden bu kadar durulur bilinmez. Avukatlar için adli tatili düşünme olana- ğı zaten yoktur. Bir kısım mahkemelerde adli tatilin uygulandığı, bir kısmında uygu- lanmadığı yargı sisteminde adli tatilden nasıl söz edilebilir. O iki ay görev yapan avukatlar, bağımsız yargının bağımsız sa- vunmasını her zaman olduğu gibi yine her türlü güçlüklere göğüs gererek tüm özveri- leri ile adli tatilde bile yapacaklardı. Adh tatil nedeniyle yargı bütünlüğü ke- sinlikle sarsılmakta, bitmeyen davalar da- ha da uzamaktadır. Buna rağmen yargı sistemimizin bağımsızlığına hiçbir sebeple gölge düşmeyeceği inanandayım. Av. ABDULLAH ÇETtN OGUZOĞ- LU İstanbul BAŞSAĞLIĞI Eski İstanbul Belediye Başkanı, istanbul Milletvekili ve TBMM Başkan Vekili AYTEKİN KOTİL'invefatından derin üzüntü duyduk. Ailesine, yakınlarına ve çalışma arkadaşlanna başsağlığı diler, acılarını paylasırız. BELEDÎYE İŞ SENDİKASI GENEL YÖIVETİM KURULU BAŞSAĞLIĞI Sevgili "DAY DAY"ınuzı 13 ağustosta kaybettik. 14 ağustosta Eskişehir'de toprağa verdik. Tüm sevenlerine başsağlığı diliyoruz. CEMAL SOYOĞUL, OSMAN SOYOĞUL, NEŞE TANYELt VEFAT VE BAŞSAĞUĞI İdaremiz personellerinden emekli MEHME'l FAHTR OTUK vefat etmiştir. Merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine başsağlığı dileriz. İSKİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ A a KAYBEVflZ Kıymetli dünürümüz T4I.İP BİLGE'yi kaybetmenin üzüntüsü içindeyiz. Merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine, yakınlarına sabır ve başsağlığı dileriz. GOLDENBERG AİLESİ PENCERE EmperyafemL Ankara'da bir semt. Bir mahalle. Bir sokak. Apart- manlar. insanlar. Kalabalık. Coşku. Pencerelerden Türk bayrakları sarkıtılmış. Polisler. Arabalar. Clnifor- malılar. Siviller. Eli silahlılar. Birden Milli Marş söyle- niyor. Herkes hazırolda. Marş bitiyor. Alkışlar başlı- yor. Başı kukuletalı, göğsü çelik yelekli özel tim elemanı, elindeki silahı havaya kaldırıp alkışlayanları selamlıyor. Coşku dorukta... Ertesi gün gazetelerde başlıklar: "-Rambo'lann operasyonu!.." Olay şu: "Ankara'da iki ayn yerde, iki evde, teröristlerin yu- valandıklarını halk ihbar ediycr. Özel tim göreve çağrılıyor. Örgüt militanları 'teslim ol' çağnlarına si- lahla karşılık veriyorlar. Çatışma başlıyor. Teröristler ölü olarak e/e geçiriliyorlar." insan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Kahraman, içişleri Bakanı ismet Sezgin'le birlikte ça- tışma yerindedir. Bakan ANKA ajartsı muhabirine di- yor ki: "-Içerdekilerin teslim olmaları için yapılan anonsla- rı duydum. Sayın içişleri Bakanı bizzat bu çağrımn yapılmasını istedi. Çağrıda ısrar edilmiştir." Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Canseven'in ope- rasyondan sonra yaptığı açıklamalar, çevrede bulu- nan kalabalığın artığı sloganlar ve alkışlarla sık sık kesilmiş: "-En büyük Türkiye!.." • Şimdi ne olacak? Herkesin ne yapacağı ve ne söyleyeceği belli değil mi? Birileri diyecekler ki: "-Polisinfazı!.." Ne demek bu? "-Polis, sanıkları yakalayıp sa/cıya teslim edeceği- ne, hemen oracıkta işini görmüştiir. Bu da ilk kez olan bir şey değildir. Devlet teröru sürüyor." Birileri de yanıt verecek: "-Halk televizyon filmlerinde seyrediyor, teslim ol' çağrısına silahla karşılık verildi mi, yasalara göre polis silahını kullanabilir. Infaz dedikleri budur." Terör, ülkemizde yeni bir şey değil; çeyrek yüzyıldan beri sürüyor ve nitelik değiştiriyor; kimi zaman devlet terörü ağır basıyor; kimi zaman bireysel terör sıcakla- şıyor; kimi zaman eylemler devrim-karşı devrim gö- rüntüsü veriyor; kimi zaman etnik çatışmanın ağır bastığı görülüyor; kimi zaman dinsel ağırlıklı terör gündeme giriyor. Hangi olayda, ne tür bir kavganın içi- ne düşüldüğü somut kanıtlarla ortaya dökülmedikçe, yanılgı kapının eşiğindedir. Oevlet, faıli meçhul cinayetleri aydınlatamadıkça, karanlıkta kurşunlar sıkılacak... Yeni bir şey mi? Hayır.. Peki, yeni olan ne? Halkın tepkisi!.. Bir süreden beri halk devreye girmeye başladı; poli- sin yanında eyfemi destekliyor. Ankara'da kuşatılan dairenin içinde ölüler delik deşik yatarlarken sokakta- ki coşku, aklı başında bir insanı derin derin düşündür- «melidir. • Savaş gibi terör de politikanın değişik bir araçla sür- dürülmesi diye tanımlanır. Ister devlet terörü olsun, ister etnik ya da dinsel kö- kenll olsun, bir siyasetin silahla sürdürülmesi karşı- sında davranışımız ne olmalı? Terörün kökenine bakmadan karşısına çıkmak gerekmez mi? Hele 21'- inci yüzyıla 8 kala yeni dünya dengelerindeki altüst oluş, Anadolu'da devrimci terör diye bir kavramı sa- vunma olanaklarını sıfırlamıştır. Örtadoğu'nun etnik topografyasında, su ve petrol çıkarlarının ta göbeğine Vaşington yerleşti; at izi kurt izine karıştığından, hangi yeraltı örgütünün altndan kimin çıkacağını kestirmek olanaksız. Anadolu'nun parçalanmasından ve halkların birbiri- ni yemesinden çıkar sağlayacak tek güç var Emparyalizm!.. L L E • P L E SEIDABAGCUI BAKIRKÖY KADIN SIĞINAĞI'nın 'UĞUR ANA'sı yazdı: KADIN EVİ UĞUR İLHAN (Prof. Necla Arat'ın önsözüyle) Türkiye'de erkeklerin yanya yakını kocanın kansını dövmeye hakkı olduğunu düşünüyor. Resmi kayıtlara göre bir yıl içinde eşlerini döven erkek sayısının 1.100.000 civannda olduğu biliniyor. Işte Uğur llhan diye bir kadın ve arkadaşlan bu tür şiddete maruz kalan, tecavüze uğrayan, zorla satilan kadınlann sığınabileceği bir "Kadın Evi" girişimine öncülük ederek, bu sığınağı iki yıl süreyle yönettiler. Bu küçük kitapta belki binlerce kadının her gün yaşamakta olduğu büyük trajedinin bireysel yansımalan dile getiriliyor. Piyerloti Cad. 7-9, Ç.taş 34400-İstanbul Tel- Fax:1-516 2004
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle