Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 5 HAZİRAN1992 CUMA
14 D1HYAZ1
Canavarlar vurdukça cânınyanar
UNLÜUNLÜLER
İŞKENCEYİ ANLATIYOR
LÜTFÜ OFLAZ
10 A ralık 1980'degözaltuıaalınan IlhamiSoysal, Ankara Merkez
Komutanhğı'nda22günsandalye üzerindepturtulduktansonra tutuklanıp
MamakAskeri Tutukevi'negönderildi. Gtnce 'kafes'denilenyerekonan
Soysal, Mamak 'takiilksaatlerinişöyle anlattı: Kafeslerin etrafvndasaatte
ikiya da üçdefabirmangaer dolaşıyor. Bunlar, marş temposunda
'canavarlargeliyor, canavarlargeliyor'diyerekgeliyorlar. Kafesin içinden
seçtiklerikurbanları çağırıp ellerindekibüyük coplarlagirişiyorlar.
- 6 —
atli gazetelerde köşe yazarlığı ya-
pan Ilhami Soysal, halen Milliyet ga-
zetesinin yazan... 27 Mayıs sonrasında
Kurucu Meclis üyeliğine seçilen İlha-
mi Soysal, 1961 Anayasası'nı haarla-
yanlar arasındaydı. ılhami Soysal,
hem 12 Mart hem de 12 Eylül dönem-
lerinde gözallına alındı. 12 Eylül'de
gözaltına alındığında 52 yaşındaydı.
"Sabaha kadar darbe seslerini, çığlık-
lan, iniemeleri dinliyorduk. O kadar
ki yanımdaki nöbetçi polisler dahi bu
seslerden rahatsız oîurlardj. 'Yapma,
vurma, elektriğj kesin' diyen sesler ile
'Şu ifadeyi Jsabul et, imzala' diyen ses-
ler duyardık karşılıklı olarak. Sorguya
gidenler bir nevi ölüme gider gibi sü-
rükleniyorlardı" diyor 12 Eylül'de ya-
şadıklanru anlaürken... İşte onun 12
Eylül ve 12 Mart'ta yaşadıklan...
- 12 Eylül dönemiode nasıl gözaltına
alındığınızı anlatır mısıntz?
SOYSAL - Sanınm 1980 yılırun 10
aralık günüydü. O sıralarda DÎSK'e
bağlı Genel-fş'e ait Emaş Matbaasf-
nın yöneticisiydim. O gün matbaada
bir arama tarama yapıJdı. Bu arama-
dan sonra alırup Ankara Merkez
Komutanlığı'na götürüldürn. Orada
akşam üstüne kadar bekletildim. Ak-
şam üstü ise emniyet müdürlüğüne
götürdüler beni... 6'ncı katta gözaltına
aiınanlann toparlandığı bir yer vardı,
oraya çıkartıldım. Ve orada 22 gün bir
sandalye üzerinde oturtuldum.
• Nelere taıuk oldunuz orada?
SOVSAL - Orada gözaltına aiınan-
lann sorgulamaya götürülüşlerine ta-
nık oldum. Yaklaşık 300 kişi vardı
gözaltına alınmış... Bulunduklan sa-
londa ancak sırt sırta ayakta durabili-
yorlardı. O kadar tıklım üklımdı sa-
lon... Sorgulamaya götürülüşgenellik-
le şöyle oluyordu: Akşam saat 10.00
gibi sorguyu yapacak ekipten biri ge-
üp, oradaki nöbetçi komisere, "Falan-
ca kişileri istiyorum" diyor. Nöbetçi
komiser de "Falanca kişiler gelsin" di-
yerek salondakilere sesleniyor. Gelen
kişilerin gözlerine, eski pankartlann
bezlerinden yapılmış gözbağlan bağ-
lanıyor. O arada sorguya götüriilecek
kişiler üzerinde bir panik havası yara-
tılıyor. İtilip kakılarak ve benzer yön-
tcmlerle... Ondan sonra da kollanna
girip bu kişileri sorgulamaya götürü-
yorlar.
- Bundan sonrasmı saıunnı göremi-
yordunuz?
SOYSAL - Göremiyorduk, ama
duyuyorduk. Sabaha kadar darbe ses-
lerini, çığbklan, inlemeleri dinliyor-
duk. Tabii bu sesler gecenin sessizliği
içinde büsbütün yanİolanıyor. O ka-
dar ki yanımdaki nöbetçi polisler dahi
bu seslerden rahatsız olurlardı. •'Yap-
ma, vurma, elektriği kesin" diyen ses-
ler ile "Şu ifadeyi kabul et, imzala'
diyen sesler duyardık karşılıklı ola-
rak... Yani işkence altında ifade imza-
latılmaya çahşılırdı. Sarunm 3 ya da 4
sorgulama yeri vardı. Demir kapılr
yerlerdi oralan... Sorgulama timleri A
grubu, B grubu, C grubu ve bir de Dal
grubu diye aynlmışlardı. Dal grubuna
sorguya gidenler bir nevi ölüme gider
gibi sürükleniyorlardı! Dal grubunda
56-57 gün sörguda kalanlan duymuş-
tuk, ama diğer gruplarda da sorgular
çok ağır geciyordu. O gruplarda da bir
hafta sorguda kalanlar oluyordu.
- Sorgudan getirileııler ne dununda
oluyorlardı?
SOYSAL - Sorgudan gelenler ge-
nellikleyürüyemezlerdi. Kollanna gir-
miş iki polis tarafından süriiklenerek
getirilirlerdi. Ve gözlerindeki bağ çö-
züldükten sonra birçuval gibi atılırlar-
dı içeriye... Getirilenlerin içinde, örne-
ğin oba başkanı olan MHP'li bir
çocuk vardı. Ayaklan, tabanlan çok
fena parçalanmıştı. Böyle etleri parça
parca olmuştu. Yürüyemiyordu, cılk
yara içindeydi. Korkunç şekilde lcıvra-
nıyor, ıstırap çekiyordu. Onu benim
yanımdaki banka oturtup bir süre
orada tuttular. Daha sonra da dokto-
ra götürüp getirmeye başladılar. Sanı-
nm bu çocuk Dal grubunun sorgula-
masından geçmiş. Tabii orada sağ ve
sol eğilirnli polisler var. Bu çocuk sağcı
olduğu için, onu sol eğilimli, daha
doğrusu kendisini solcu sayan polisle-
rin eline vermişler. Onlar da çok fena
eziyet etmişler. Böylesine yaralı kişileri
ayaklanna kan oturmasın diye yürüt-
mek lazım. Çünkü kangren olabiliyor
ve ayaklannı kesiyorlar. Ben bu çocu-
ğu yürütmeye çalışüm. Ama ayaklan-
nın üzerinde duramıyor, bu durumda
korkunç acı çekiyor ve yürümekte çok
zorlanıyor. Nitekim sonra doktora
götürmek zorunda kaldılar. Onun gibi
daha bir sürii insan böyle ağır işkence-
den geçmişti. Sorgudan gelenler ken-
dilerine geİdiklerinde askıya asılmak,
çarka gerilmek, elektrik verilmek gibi
çeşitli işkencelerden geçtiklerini anla-
tırîardı.
mak" deniyor. Adeta insanlar kobay
gibi kullanılıp yeni bir kalıba sokulu-
yor. Tabii bu, insanlar üzerinde şiddet
uygulayarak yapılmak isteniyor. Ka-
feslerin etrafinda saatte iki ya da üç
defa bir manga er dolaşıyor. Bunlar,
marş temposunda söyledıkleri "Cana-
varlar geliyor, canavarlar geliyor" di-
yerek geliyorlar. Başlannda da bir
onbaşı ya da çavuş bulunuyor. Bunlar
kafesin içindekilerden kurbanlannı se-
cip çağınyorlar. Sonra da kurban ola-
rak seçtiklerine ellerindeki büyüjc cop-
larla girişiyorlar. Bir bakıma dayak
atmak için şartlandınlmış özel adam-
lar bunlar. Ben kafeste 2.5 saat kadar
kaldım. Daha sonra da 8-10 tutuklu ile
birlikte koğuşlara yollandım. Koğuş-
lann kapısında anadan doğma spyun-
duruluyorsunuz ve ardından da bir
güzel dövülüyorsunuz. Zaten orada
sürekli ve sistemli bir şiddet uygulanı-
İstanbul'a. Gayrettepe'deki siyasi şu-
beye götürüldüm. Götürüîdüğüm
günün akşam üstü bir polis ekibi beni
alıp üstü kapalı bir pıkaba bindırdı. İs-
tanbul içinde birkaç saat dolaşünlıp
Kadıköy Kaymakamlığı'nın önünde
Kontrgerilla'nın birinci kademesine
teslim edildim. Orada beni bir başka
pikaba koyup kafamı bastırdılar, üze-
rime bir şey örttüler ve hareket ettik.
Pikap bir yerlerden geçip durdu. Bir
ara pikaptan dışan bakabildim. He-
nuz daha gözlerimi bağlamamışlardı.
Dışan bakınca Selirriiye Kışlası'nın
duvarlannın yakınında olduğumuzu
gördüm. Orada beni bir başka araba-
ya bindirip gözlerimi bağladılar ve el-
lerimi arkadan kelepçelediler. Gene
Kadıköy taraflannda birkaç saat ka-
dar dolaştıktan sonra bir yere geldik.
Köpek havlamalan falan duyuluyor-
du. Araba durdu. Arabadan indirilip
- Orada bunların dtşında başka tanık
olduğunuz şeyler var mı?
SOYSAL - Bir de bulunduğum ye-
rin yanında bir başka bölüm vardı.
Orada gözaltında tutulan kızlan, sor-
gudan çıkanp tuvalete getirdiklerinde
görürdüm. Gördüğüm manzaralar
anlatılacak gibi değil... Üstleri başlan
yırtılmış, kan revan içindeydiler. Kor-
kunç bir manzara... Orada şunu da
gördüm. İşkenceci polisler genellikle
alkoUü oluyorlardı. Anlaşılan, alkollü
olmadıkça işkenceyapanlar bile işken-
ceye dayanamıyorlar. Orada bulun-
duğum süre içinde uyumam pek
mümkün olmadı. Zaten sandalye üzc-
rindesin,-nasıl uyuyacaksın. 22 gün
sandalye üzerinde oturtulduktan son-
ra mahkemeye çıkartıldım. Çıkanldı-
ğım mahkeme beni tutuklamaya gerek
görmedi. Ancak sıkıyönetim komuta-
nının itirazı üzerine çıkanldığım ikinci
mahkeme beni tutukladı.
- Tutukiandıktan sonra nereve eötü-
rüJdünöz?
SOYSAL - Mamak Askeri Tutu-
kevi'ne. Önce "kafes" denilen yere
konuldum. Oraya konulan insanlar
üzerindeki uygulamaya "havasını al-
yor. Sayımlarda olsun, aramalarda
olsun. başka zamanlarda olsun, bir
bahane bulup dövüyorlar. Örneğin bir
keresinde bir çocuğu beden hareketle-
rini yapamıyor diye dövmüşlcrdi. So-
ğuk bir kış günüydü... Çocuğu dövüp
yere yıktıktan sonra, çavuş. onun üs-
tüne çıkıp postallanyla tepinmişti.
Çocuğun gözlükleri kınlmış, her tarafı
kan revan içinde kalmışü.
- TutukluJaruı üzerlerine kurt köpek-
lerini saldırtmıyorlar mıydı?
SOYSAL - Kurt köpeklerini dolaş-
tınyorlardı, ama saldırtüklanna tanık
olmadım. Zaten ben Mamak'ta 2.5 ay
kadar kaldım. Benim orada olmadı-
ğım zamanlarda saldırtrruş olabilir-
ler...
- Siz 12 Eylül döneminde bu yaşadık-
larınızı kamuoyuna ilk kez açıklanurs
oldunuz. Bir de 12 Mart döneminde gö-
zaltına alınmıştını/. O dönemde yaşa-
dıklannızı da ktsaca anlatır mısuıız?
SOYSAL - Biliyorsunuz, benim 12
Mart döneminde bir Kontgerilla ma-
ceram var. Sanınm 1972 yılının eylül
ayıydı. Bir gece beni evimden alıp An-
kara Emniyet Müdürlüğü'ne götürdü-
ler. Orada bir sandalye üzerinde 5 gün
oturtuldum. Derken bir özel arabayla
bir çakıllı yoldan yürütüJdüm. Derken
bir ses, "Ulan eşekoğlu eşek, nereye
geldiğini biliyor musun?"diye sordu.
"Evet, biliyorum. Kontrgerilla'ya gel-
dim" dedim. Çünkü gazeteci olarak
Kontrgerilla konusunda epey bilgj sa-
hibiydim ve Kontrgerilla'ya götürül-
düğümü tahmin etmiştim.
-Evet, sonra?
SOYSAL - Bana bu sonıyu soran
kişiye, "Generalim" diye hitap ediyor-
lardı. Gerçekten de generalniiş, bunu
daha sonra öğrendik. İşte ben o gene-
rale "Kontrgerilla'ya geldim" dediğim
anda birden suratımda bir patlama ol-
du. Yüzümde bir yanma hissettim.
Baktım, yüzümden bir şey süzülüyor.
Anladım ki kan! Ardından general,
"Burada anayasa dayoktur, kanun da
yoktur; AJlah da biziz, peygamber de
biziz" şeklinde, küfürlerle kanşık bir
söylev çekti. Yani bir nevi gözdağı ver-
di. Bundan sonra beni alıp bodrum
gibi bir yere indirdiler. Orada gözleri-
mi çözdüler. Baktım, karşımda iki
asker, bir de sivil giyimli adam... An-
cak onlan net bir şekilde göremiyor-
dum. Çünkü benim gözlerim 8 derece
miyoptur. Gözlüğümü de almışlardı.
Neyse üzerimden çıkanlann zaptını
tutup ımzalatülar. Bana bir de çubuk-
lu bir pijama verdiler. Pijamayı giydik-
ten sonra yüzümdeki kanı da sildim.
Herhalde yüzüme vuran generalin
parmağinda şövalye yüzüğü varmış.
Yüzümde bayaği derin bir yara aç-
nuş... O sivil giyimli adama "Yüzba-
şım" diye hitap ediyorlardı. Ama ger-
çekten yüzbaşı mıydı, bilmiyorum.
" Yüzbaşım" dedikleri kişi bana yerde-
ki bir ot yatağı gösterdi. Baktım, ot
yatak kan ve insan pisliği içinde...
"Yüzbaşım" dedikleri kişi, "Bu yata-
ğa sırtüstü yatacaksın, sağa sola dön-
mek, doğrulmak yok" dedi. Ayaklan-
ma pranga da taktılar. Eylülün 18'iydi
sanınm. Hava soğumuştu...
- O yatakta ne kadar sûre yatmıştı-
mz?
SOYSAL - Beş gün yattım. Tuvale-
tıni de yattığin yerde altına yapıyor-
sun. Bir lokma ekmek yok, su yok,
hiçbir şey yok. Açbk, susuzluk, pislik,
koku... Iğrenç birdurum. Pisliğin için-
de yüzüyorsun. Pencereleri gazetelerle
falan kapatmışlardı. Tepede sürekli
bir lamba yanıyordu. Bu arada kapı-
nın dışından pğlıklar, inlemeler geli-
yordu. 12 Eylül döneminde-Ankara
Emniyet Müdürlüğü'nde duyduğum
seslere benzer sesler duyuyordum. Be-
şinci günü gözlerimi bağlayarak beni
tuvalete çıkartular. Bu arada her tarafı
pisliğe bulanmış üzerimdeki pijamayT
alıp bir başka çubuklu pijama verdiler.
Tuvalet fasbndan sonra bir başka
odaya götürülüp, oradaki bir ot yata-
ğa yaünldım. Orada bana, "Sana bir
miktar kâğıt ile bir kurşunkalem bıra-
kjyoruz. Biz odadan cıkınca gözlerini
açacaksın ve hayat hıkâyeni. Cemal
Madanoğlu'nu .nasıl tanıdığınj, arka-
daşlannı yazacaksın" dediler. O sıra-
da Madanoğlu cuntası soruşturması
yapılıyor. Neyse dediklerini yaptık.
Gelip kâğıtlan aldılar ve bana yemek
verdiler. Yemek ten sonra da beni alıp
bir yere götürdüler. Götürdükleri yer
sorguodasıydı...
- Ne yapmışlardı size orada?
SOYSAL - Ne yapmadılar ki! As-
lında başkalanna ne yapülırsa bana
da onu yapülar. önce beni bir sandal-
yenin üzerine oturttular. Ardından
sorgu başladı. Cemal Madanoğlu ile
ilgili soruîar soruyorlardı. Bir de bana
bazı kâğıtlan imzalatmak istiyorlardı.
Ben "Imzalamam" dedikçe "Imzalar-
sın, eşek gjbi imzalarsın" falan diyor-
lar... Derken beni falakaya yatırdılar.
Ellerim ve gözlerim bağlıydı. Ardın-
dan elektrikle işkenceye başladılar.
Hassas organlanm da dahil sırasıyla
her organıma elektrik verdiler...
- Neler hissediyordunuz o anda?
SOYSAL - Yalnızca ölmek istiyor-
dum. ölmekten başka bir şey düşün-
müyordum. Bu işkencenin ne kadar
sürdüğunü bilmiyorum. çünkü bayıl-
mışım. Kendime geldiğimde bir yatak-
ta yattığımı gördüm. Demek ki bayı-
hnca beni getirip bu yatağa yatırmış-
lar. Ayaklanm prangalıydı. O yatakta
15 gün kadar yattım. Sabah ve akşam
tuvalete çıkanyorlardı. Tabii o da ayn
bir işkence... Çünkü ayaklann pran-
galı, ellerin arkadan kelepçeli... Tuva-
letini bu durumda yapıyorsun. Pija-
manı indirmek istiyorsun, doğru
düriist indiremiyorsun. Sonuçta pisli-
ğini üzerine sıçraüyorsun, pranganın
zincirlerine yapıyorsun. Bu arada beni
3-4 günde bir yine sorgu odasına gö-
türdüler. Bu 15 günün sonunda sorgu
bitti. Kendilerinin hazırladığı ifadeyi
imzalamak zorunda bırakıldım. Böy-
telikle Madanoğlu cuntasının içine
sokuldum. Birkaç gün sonra Seli-
miye'ye götürülüp mahkemeye çıkar-
üldım. Çıkanldığım mahkeme serbest
bırakılmama karar verdL Buna rağ-
men serbest bırakılmadım. Ertesi gün
çıkanldığım bir başka mahkeme tu-
tuklanmama karar verdi. Davutpaşa
Kışlası'nda 4 ay tutuklu kaldıktan
sonra sahverildim.
Y ARI\: EMtL GALtP
SANDALCI
Artemisia, Pers kralının düşüncesini dile getirerek birkez daha Kserkses'in beğenisini kazandı
Kraldan fazla kralcıkraliçe— 3 —
Bu çarpışmada I. Dareios'un küçük
oğlu ve Kserkses'in kardeşi arrural
Ariabigdes'le Perslerin ve Iyonyalıla-
nn ileri gelenlerinden pek çok kişi öl-
müştür. Herodot bu durumu şöyle
anlatmıştır: "..Birkaç da Yunanlı,
ama çok az; çünkü bunlar yüzme bili-
yorlardı ve gemisi batan, kanşıklık
içinde yolunu bulup Salamis'e kadar
yüzüyordu; buna karşılık barbarlann
çoğu yüzme bilmiyordu, onun için de
boğularak öldüler. Asıl büyük kayıp,
öndeki çizgiyi tutan gemilerin kaçma-
ya başladıklan zaman oldu, çünkü
yedek olarak arkada duranlar, bir şey-
ler yapıp kralın gözüne gireiim diye
aubnışlar ve müttefık gemilerle çatış-
mışlar, birbirlerine girmişlerdi.
...Bu deniz savaşında Yunanhlar-
dan en büyük başanyı Aiginalılar, on-
lardan sonra Atınalılar kazandılar;
kişi olarak günün kahramanlan Aigi-
nalılardan Polykritos, Atinalılardan,
Anagyrus Demos'undan Eumenes ve
Artemisia'yı kovalamış olan Palleneli
Ameinias'dır. Eğer bilseydi ki kovala-
dığı gemi Artemisia'nm, şüphesiz peşi-
ni bırakmaz ya ele geçirir, ya kendisi
ele geçerdi. Zira Atinalı kaptanlar, bu
konuda özel yönerge almışlardı, Arte-
misia'yı diri getirene on bin drahmi
verilecekti; bir kadının kendilerine
karşı çıkabilmiş olmasına pek tutulu-
yorlardı. Ama o, anlatıldığı gibi, kaça-
bilmiştir. Kurtulabilen bütün gemiler
Phaleron'da buluştular." (4)
Salamis deniz savaşı Perslerin yenil-
gisiyle sonuçlanmıştır. Bu savaşta Hel-
lash gemiciler, Pers donanmasının
(Fenike, Mısır, Kıbns ve Klikya gemi-
lerinin) büyük bir kısmını yok ettiler.
Kalan Pers gemileri de, kıyıdan savaşı
seyreden Kserkses'in gözleri önünde
Anadolu'ya doğru yelken açarak kaç-
tılar. Bu kaçışın çeşitli evrelerini de
Herodot şöyle anlatmıştır "...Kserk-
ses, içine düşmüş olduğu sıkınüdan
kurtuldu, yüreğini büyük bir sevinç
kapladı. Mardonios'a, düşünüp bu
ikisindcn hangisine karar verirse, ken-
disine bildireceği cevabını verdi. Pers-
leri toplayıp bir savaş meclisi kurdu,
başa gelenleri baştan en doğru olarak
görmüş olduğunu düşünerek, Artemi-
sia'yı da çağırttı. Artemisia geldiğı
zaman Kserkses herkesi, bütün Pers
danışmanlannı ve korumaalannı dı-
şan çıkarttırdı ve onlara şunlan söyle-
di: "Mardonios bana burada kalıp
Peloponez'e saldırmamı öneriyor. Bu
ters işte, Perslerin ve kara ordusunun
bir suçu bulunmadığını söylüyor ve
bunu kanıtlamak için kendilerine ola-
nak sağlanmasını istiyor. Bana 'böyle
yap' diyor ya da 'ben ordudan üç yüz
bin seçme asker alayım, Yunanistan'ı
burnundan yakalayıp sana teslim ede-
yim' diyor. Böyle olursa ben askerin
geri kalanını alıp yurduma dönece-
ğim. Sen ki beni deniz savaşından vaz-
îlk Kadın Amiral — —
Halikarnaslı I. Artemisia
_ _ _ _ _ NURER UĞURLU
geçirmek için o kadar akıllı sözler söy-
ledin, şimdi de bana yol gösten Hangi-
si daha iyi? Beni amacıma hangi yol
ulastınr?"
Ne düşündüğü sorulan Artemisia şu
cevabı verdi: "Büyük Kral, şüphesiz
zor bir iş için çözüm isteyen kişiye en
iyi çareyi önermek kolay değildır; bu-
nunla birlikte içinde bulunduğumuz
duruma göre, ben şu fıkirdeyim ki, se-
nin buradan gitmen uygun olur, Mar-
donios'u seçeceği birliklerle burada
bırak, madem ki bunu kendisi de isti-
yor, kalsın. Diyelim ki dediğini yaptı,
bu uluslan egemenlik altına aldı, ha-
yalleri gerçekleşti, o zaman, ey efendi-
miz, bu işi gene sen görmüş olacaksın,
çünkü bu işi yapanlar senin kölelerin-
dir. Buna karşılık Mardonios'un
ümitleri gerçekleşmez ve işler tersine
dönerse, bu da büyük bir felaket sayıl-
maz, çünkü sen ve senin hanedanına
bağlı olan çıkarlar zarar görmeyecek-
tir.
SORECEK
AJNKARA... ANKA...
MÜgERBEF HEKtMOĞLU
Erken Tanı Yaşaım
SoUupmuyor
Dünyamız birden kararıyor kimi zaman! Acı gerçekler,
çözüm bekleyen sorunlar, karabasan gibi çoküyor yüreği-
mize. Kimi sorunlar da çözdükçe dolanıyor. Hafta başında
katıldığım bir akşam yemeginde dinlediklerim çok düşün-
dürdü beni. Küçük bebeklerin dramını yaşadım. Ana kar-
nında başlayan bir dram. Dogan bebeği sevgi ürünü diye
düşünürüm ben. Oysa sevgi ürünleri de sağlıklı olmuyor
her zaman. Kalıtım nedeniyle sağlıksız dogan bebekler
var. Doktor gözüyle doğmaması gerekenler, hastalığın adı
konulamazsa, onarım yöntemleri uygulanmazsa zih'insel
özürden kaçınamayanlar! Zihinsel özürlü çocuklar açısın-
dan hayli kara bir tablo çiziyor ülkemiz. Yılda beşyüz ço-
cuk zihinsel özürle doguyor! Yürüyemiyor, konuşamıyor,
düşünemiyor, bir insan olamıyor, yaşama sevincini duya-
mıyor. Elbet toplumun sevincini de solduruyor...
O akşam yemeginde Milli Eğitim Bakanı Köksal Toptan
da vardı, kısa bir konuşmayla bu soruna verdiği önemi an-
lattı. Gerçekten bakanlıkta zihinsel özürlü çocuklarla ilgili
bir birim oluştu. Eğitim çok önemli elbet Ancak sorunun
başka boyutlan da var. Ankara'da düzenlenen son toplan-
tıda araştırmalar, deneyler ve gözlemler degerlendirile-
rek, gelecege dönük çalışmalar da belirlendi.
Bilimin ışığı karanlığı deler her zaman!
O yemekte Ankara toplantısına katılan yabancılar da
var. Biri ABD'den Dr. Robert Gurthrie, bu bilim dalında ye-
ni doğan tarama testini geliştiren bir kişi. Oteki bir Alman,
Dr. Horst Bickel diyet tedavisini geliştiriyor. Sonra masada
karşımda oturan çekik gözlü, Koreli genç kadın, Dr. Sish,
metabolik hastalıklar tarama organizasyonunun yöneuci-
si. Yemek boyunca inanılmaz şeyler dinledim doktorlar-
dan. Tarama testleri iyi uygulanırsa, ana karnında hastaln-
ğı anlaşılan bebek özel bir beslenmeyle sağlıklı çocuk
olabiliyor. Yoksa yitik bir yaratık!
Ülkemizde kırk ilde tarama yapılıyor bugün. Amaç tara-
mayı genişletmek. Prof. Imran özalp ve arkadaşları bunu
gerçekleştirmeye çalışıyor, kurdukları derneğe ilgi ve
destek bekliyorlar. Beni de bu nedenle çağırdılar toplantı-
larına. Gittiğim için sevindiler, umutlu sozlerle teşekkür
ettiler. Elbet çok duygulandım ve onurlandım. Asıl ben on-
lara teşekkür ediyorum ve düşünüyorum. Kimi konular
gazetelerde ya da TV'de hiç yer almıyor. Magazin haber-
leri arasında kaybolup gidiyor çoğu kez! Oysa bir haber,
bir yazı da karanlığı delen bir ışık olabilir değil mi? Ben de
o umutla başladım bu yazıya. Ana-baba adaylarını uyara-
bilmeyi umut ediyorum. Ülkemizin acı gerçekleri bizi de
göreve çağırıyor durmadan. Bu konuda niçin çok karam-
sar bir tablo çiziyor ülkemiz. Yılda beşyüz zihinsel özürlü
çocuk nerden kaynaklanıyor? Bu kara tabloyu, bu sayıyı
değiştirmek için neler gerekiyor? Tarama testi ya da özel
beslenme için yeterli olanak var mı? Yoksa nasıl oluşabi-
lir? Doğum kontrolü, kürtaj bir çözüm mü acaba? Kimi
çevreler kürtajı günah sayıyor hâlâ. İnsan olmanın mutlu-
luğunu, yaşama sevincini duymayan çocuklar doğurmak
da günah değil mi acaba?
Bilimin ışığı karanlığı deliyor, ana karnına ulaşarak tanı-
yı koyuyor, onarııtı yöntemlerini gösteriyor, ama ana-
babanın, ailenin eğitim düzeyi bu ışıktan aydınlanacak dü-
zeyde mi acaba? Değilse her sorunun kökenindeki eğitim
gereksinimi burada da geçerli değil mi?
öte yandan bu tür bebeklerin beslenmesi de hayli paha-
lıya mal oluyor ailelere, ayda birkaç milyon nerdeyse!
Çünkü özel mamalar gerekiyor. Dar gelirli bir aile büteesi-
ne kaldıramayacağı yükler biniyor. Bugünkü durumda o
mamaları bebekler değil, enflasyon canavarı yiyebilir an-
cak! Hangi kapıyı açsak o çıkıyor karşımıza!
•••
Döne döne bir gerçeğe varıyorum ben. Gecikmeyi ana
karnındaki bebekler de affetmiyor, özürlü doğarak acı ger-
çeği vurguluyorlar, yetkili çevreleri uyarıyorlar. Oysa belli
konulara tanı koyulsa da onarımda geç kalıyoruz hâlâ! Ye-
ni yapılanmalar nasıl gerçekleşecek, lafla vakit yiyiyoruz
ancak. Vaktiyle, CHP iktidar olduğu zaman enkazdan söz
edildi uzun uzun. Enkazı bırakıp yeni bir yapı oluşturula-
madı. Şimdi de benzer bir yakınma. Yeniden yapılanma
gerçekleşmezse bu sorunlar nasıl çözümlenecek? Ana
karnında bir tanı hasta bebeği yaşama kavuşturuyor, ya-
şama sevincini soldurmuyor, ama tanısı çoktan yapılan
hasta politikaların değişmemesi insana ters geliyor. Elbet
değişecek. Gecikmeyi doğa da affetmiyor, toplum da. Ay-
rıca beklentinin de hoşgörünün de sınırları var.
Kararan değil, aydınianan dünya özlemi ağır basıyor.
BULMACA
SOLDAN SAĞA:
1/ önemli bir ola-
yı kutlamak için
kentin belli yerleri-
ni ısıklandırarak
yapılan şenlik. 2/
Yankı... Sazan fa-
milyasından kılcık-
h bir baük. 3/ Ru-
bidyum elementi-
nin simgesi... As-
ya'da bir ırmak. 4/
Avı çekmek için
dökülen yem. 5/
Isparta'nın bir ilçe-
si... Nazi partisinin
hücum kıtasını
simgeleyen harfler. 6/ Adın durum
elderinden biri... Akarsu kıyısuıda-
ki çalı ve ağaçlann üzerinde de ya-
şayabilen bir bahk. 7/ "öksür,
yetim" anlamında kullanılan yerel
bir sözcük... Dörtte bir. 8/ Briçte
as, rua, dam, vale ve onluya veri-
len ad... Eski ve bilinmeyen bir ta-
rihi anlaımakta kullanılan deyim
sözü. 9/ Jlaç... Eskiden kullanılan
tepesi yuvarLak ve dilimli çuha baş-
hk.
YUKAIUDAN AŞAGlYA: 1/ Çok büyük ve çok sağlam ya-
pılar için kullanılan sözcük. 2/ llave... Atardamarların iç kıs-
mında kolesterol ve kalsiyum tuzlan birikmesine yol açan yoz-
laşma. 3/ Göçebe ve yağmacı topluluk... Küçük mağara. 4/
Ayaksız olduğu için yılan sanılan ve solucanla beslenen bir tür
kertenkele. 5/ Gözü doymaz, haris... Yasaklama... Eski dilde
yüz, çehre. 6/ Deniz kıyısında dalga asındırmasıyla olusmu$
sarp ve yüksek yer. 7/ Bir dokuma maddesi... Yılanbalığına
benzeyen eti lezzetli bir balık. 8/ Ekmek... Yakındoğu'da ve
özellilde Cezayir'de konuşulan Arapça, Fransızca, Italyanca
' ve Ispanyolca karması dil. 9/ Sakarya ilinde bir ilçe.
tLAN
4. SULH HUKUK HÂKİMLİĞİ'NDEN
Sayı: 1992/116
Davacı TEK Ankara Elektrik Dagıtım Mûessesesi vekili tarafından da-
valı Salılmiş Demirkan alcyhıne açilan kaçak elektrik kullanımından
doğan alacak davasının yapılan yargılamasında.
Davalı Satılmış Demirkan'ın Hamamönü. Evkadını Sokak No: 22
Ankara adresine dava dilekçesi veduruşma günü teblığ edilememiş, emni-
yel araştırmasında da tanınmadığı belirlildi|inden. davabnın beürliJen
ûdresincdava konusunu 359.940 liralık kaçak elektrik kullanımındando-
ean alacak davasının ve duruşma gününün ilanen tebliğine karar verilmiş
olup. duruşma günü olan 25.6.1992 günü saal 09.25'e kadar ibra2 etmek
istediğinİ7 delillerinizi göndermeniz veya duruşmaya gelmeniz. aksi tak-
dirde^ıyabınızda karar verileceği hususu ilanen tebliğ olunur
Basın:29177