24 Nisan 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 HAZİRAN1992 CUMA 14 D1HYAZ1 Canavarlar vurdukça cânınyanar UNLÜUNLÜLER İŞKENCEYİ ANLATIYOR LÜTFÜ OFLAZ 10 A ralık 1980'degözaltuıaalınan IlhamiSoysal, Ankara Merkez Komutanhğı'nda22günsandalye üzerindepturtulduktansonra tutuklanıp MamakAskeri Tutukevi'negönderildi. Gtnce 'kafes'denilenyerekonan Soysal, Mamak 'takiilksaatlerinişöyle anlattı: Kafeslerin etrafvndasaatte ikiya da üçdefabirmangaer dolaşıyor. Bunlar, marş temposunda 'canavarlargeliyor, canavarlargeliyor'diyerekgeliyorlar. Kafesin içinden seçtiklerikurbanları çağırıp ellerindekibüyük coplarlagirişiyorlar. - 6 — atli gazetelerde köşe yazarlığı ya- pan Ilhami Soysal, halen Milliyet ga- zetesinin yazan... 27 Mayıs sonrasında Kurucu Meclis üyeliğine seçilen İlha- mi Soysal, 1961 Anayasası'nı haarla- yanlar arasındaydı. ılhami Soysal, hem 12 Mart hem de 12 Eylül dönem- lerinde gözallına alındı. 12 Eylül'de gözaltına alındığında 52 yaşındaydı. "Sabaha kadar darbe seslerini, çığlık- lan, iniemeleri dinliyorduk. O kadar ki yanımdaki nöbetçi polisler dahi bu seslerden rahatsız oîurlardj. 'Yapma, vurma, elektriğj kesin' diyen sesler ile 'Şu ifadeyi Jsabul et, imzala' diyen ses- ler duyardık karşılıklı olarak. Sorguya gidenler bir nevi ölüme gider gibi sü- rükleniyorlardı" diyor 12 Eylül'de ya- şadıklanru anlaürken... İşte onun 12 Eylül ve 12 Mart'ta yaşadıklan... - 12 Eylül dönemiode nasıl gözaltına alındığınızı anlatır mısıntz? SOYSAL - Sanınm 1980 yılırun 10 aralık günüydü. O sıralarda DÎSK'e bağlı Genel-fş'e ait Emaş Matbaasf- nın yöneticisiydim. O gün matbaada bir arama tarama yapıJdı. Bu arama- dan sonra alırup Ankara Merkez Komutanlığı'na götürüldürn. Orada akşam üstüne kadar bekletildim. Ak- şam üstü ise emniyet müdürlüğüne götürdüler beni... 6'ncı katta gözaltına aiınanlann toparlandığı bir yer vardı, oraya çıkartıldım. Ve orada 22 gün bir sandalye üzerinde oturtuldum. • Nelere taıuk oldunuz orada? SOVSAL - Orada gözaltına aiınan- lann sorgulamaya götürülüşlerine ta- nık oldum. Yaklaşık 300 kişi vardı gözaltına alınmış... Bulunduklan sa- londa ancak sırt sırta ayakta durabili- yorlardı. O kadar tıklım üklımdı sa- lon... Sorgulamaya götürülüşgenellik- le şöyle oluyordu: Akşam saat 10.00 gibi sorguyu yapacak ekipten biri ge- üp, oradaki nöbetçi komisere, "Falan- ca kişileri istiyorum" diyor. Nöbetçi komiser de "Falanca kişiler gelsin" di- yerek salondakilere sesleniyor. Gelen kişilerin gözlerine, eski pankartlann bezlerinden yapılmış gözbağlan bağ- lanıyor. O arada sorguya götüriilecek kişiler üzerinde bir panik havası yara- tılıyor. İtilip kakılarak ve benzer yön- tcmlerle... Ondan sonra da kollanna girip bu kişileri sorgulamaya götürü- yorlar. - Bundan sonrasmı saıunnı göremi- yordunuz? SOYSAL - Göremiyorduk, ama duyuyorduk. Sabaha kadar darbe ses- lerini, çığbklan, inlemeleri dinliyor- duk. Tabii bu sesler gecenin sessizliği içinde büsbütün yanİolanıyor. O ka- dar ki yanımdaki nöbetçi polisler dahi bu seslerden rahatsız olurlardı. •'Yap- ma, vurma, elektriği kesin" diyen ses- ler ile "Şu ifadeyi kabul et, imzala' diyen sesler duyardık karşılıklı ola- rak... Yani işkence altında ifade imza- latılmaya çahşılırdı. Sarunm 3 ya da 4 sorgulama yeri vardı. Demir kapılr yerlerdi oralan... Sorgulama timleri A grubu, B grubu, C grubu ve bir de Dal grubu diye aynlmışlardı. Dal grubuna sorguya gidenler bir nevi ölüme gider gibi sürükleniyorlardı! Dal grubunda 56-57 gün sörguda kalanlan duymuş- tuk, ama diğer gruplarda da sorgular çok ağır geciyordu. O gruplarda da bir hafta sorguda kalanlar oluyordu. - Sorgudan getirileııler ne dununda oluyorlardı? SOYSAL - Sorgudan gelenler ge- nellikleyürüyemezlerdi. Kollanna gir- miş iki polis tarafından süriiklenerek getirilirlerdi. Ve gözlerindeki bağ çö- züldükten sonra birçuval gibi atılırlar- dı içeriye... Getirilenlerin içinde, örne- ğin oba başkanı olan MHP'li bir çocuk vardı. Ayaklan, tabanlan çok fena parçalanmıştı. Böyle etleri parça parca olmuştu. Yürüyemiyordu, cılk yara içindeydi. Korkunç şekilde lcıvra- nıyor, ıstırap çekiyordu. Onu benim yanımdaki banka oturtup bir süre orada tuttular. Daha sonra da dokto- ra götürüp getirmeye başladılar. Sanı- nm bu çocuk Dal grubunun sorgula- masından geçmiş. Tabii orada sağ ve sol eğilirnli polisler var. Bu çocuk sağcı olduğu için, onu sol eğilimli, daha doğrusu kendisini solcu sayan polisle- rin eline vermişler. Onlar da çok fena eziyet etmişler. Böylesine yaralı kişileri ayaklanna kan oturmasın diye yürüt- mek lazım. Çünkü kangren olabiliyor ve ayaklannı kesiyorlar. Ben bu çocu- ğu yürütmeye çalışüm. Ama ayaklan- nın üzerinde duramıyor, bu durumda korkunç acı çekiyor ve yürümekte çok zorlanıyor. Nitekim sonra doktora götürmek zorunda kaldılar. Onun gibi daha bir sürii insan böyle ağır işkence- den geçmişti. Sorgudan gelenler ken- dilerine geİdiklerinde askıya asılmak, çarka gerilmek, elektrik verilmek gibi çeşitli işkencelerden geçtiklerini anla- tırîardı. mak" deniyor. Adeta insanlar kobay gibi kullanılıp yeni bir kalıba sokulu- yor. Tabii bu, insanlar üzerinde şiddet uygulayarak yapılmak isteniyor. Ka- feslerin etrafinda saatte iki ya da üç defa bir manga er dolaşıyor. Bunlar, marş temposunda söyledıkleri "Cana- varlar geliyor, canavarlar geliyor" di- yerek geliyorlar. Başlannda da bir onbaşı ya da çavuş bulunuyor. Bunlar kafesin içindekilerden kurbanlannı se- cip çağınyorlar. Sonra da kurban ola- rak seçtiklerine ellerindeki büyüjc cop- larla girişiyorlar. Bir bakıma dayak atmak için şartlandınlmış özel adam- lar bunlar. Ben kafeste 2.5 saat kadar kaldım. Daha sonra da 8-10 tutuklu ile birlikte koğuşlara yollandım. Koğuş- lann kapısında anadan doğma spyun- duruluyorsunuz ve ardından da bir güzel dövülüyorsunuz. Zaten orada sürekli ve sistemli bir şiddet uygulanı- İstanbul'a. Gayrettepe'deki siyasi şu- beye götürüldüm. Götürüîdüğüm günün akşam üstü bir polis ekibi beni alıp üstü kapalı bir pıkaba bindırdı. İs- tanbul içinde birkaç saat dolaşünlıp Kadıköy Kaymakamlığı'nın önünde Kontrgerilla'nın birinci kademesine teslim edildim. Orada beni bir başka pikaba koyup kafamı bastırdılar, üze- rime bir şey örttüler ve hareket ettik. Pikap bir yerlerden geçip durdu. Bir ara pikaptan dışan bakabildim. He- nuz daha gözlerimi bağlamamışlardı. Dışan bakınca Selirriiye Kışlası'nın duvarlannın yakınında olduğumuzu gördüm. Orada beni bir başka araba- ya bindirip gözlerimi bağladılar ve el- lerimi arkadan kelepçelediler. Gene Kadıköy taraflannda birkaç saat ka- dar dolaştıktan sonra bir yere geldik. Köpek havlamalan falan duyuluyor- du. Araba durdu. Arabadan indirilip - Orada bunların dtşında başka tanık olduğunuz şeyler var mı? SOYSAL - Bir de bulunduğum ye- rin yanında bir başka bölüm vardı. Orada gözaltında tutulan kızlan, sor- gudan çıkanp tuvalete getirdiklerinde görürdüm. Gördüğüm manzaralar anlatılacak gibi değil... Üstleri başlan yırtılmış, kan revan içindeydiler. Kor- kunç bir manzara... Orada şunu da gördüm. İşkenceci polisler genellikle alkoUü oluyorlardı. Anlaşılan, alkollü olmadıkça işkenceyapanlar bile işken- ceye dayanamıyorlar. Orada bulun- duğum süre içinde uyumam pek mümkün olmadı. Zaten sandalye üzc- rindesin,-nasıl uyuyacaksın. 22 gün sandalye üzerinde oturtulduktan son- ra mahkemeye çıkartıldım. Çıkanldı- ğım mahkeme beni tutuklamaya gerek görmedi. Ancak sıkıyönetim komuta- nının itirazı üzerine çıkanldığım ikinci mahkeme beni tutukladı. - Tutukiandıktan sonra nereve eötü- rüJdünöz? SOYSAL - Mamak Askeri Tutu- kevi'ne. Önce "kafes" denilen yere konuldum. Oraya konulan insanlar üzerindeki uygulamaya "havasını al- yor. Sayımlarda olsun, aramalarda olsun. başka zamanlarda olsun, bir bahane bulup dövüyorlar. Örneğin bir keresinde bir çocuğu beden hareketle- rini yapamıyor diye dövmüşlcrdi. So- ğuk bir kış günüydü... Çocuğu dövüp yere yıktıktan sonra, çavuş. onun üs- tüne çıkıp postallanyla tepinmişti. Çocuğun gözlükleri kınlmış, her tarafı kan revan içinde kalmışü. - TutukluJaruı üzerlerine kurt köpek- lerini saldırtmıyorlar mıydı? SOYSAL - Kurt köpeklerini dolaş- tınyorlardı, ama saldırtüklanna tanık olmadım. Zaten ben Mamak'ta 2.5 ay kadar kaldım. Benim orada olmadı- ğım zamanlarda saldırtrruş olabilir- ler... - Siz 12 Eylül döneminde bu yaşadık- larınızı kamuoyuna ilk kez açıklanurs oldunuz. Bir de 12 Mart döneminde gö- zaltına alınmıştını/. O dönemde yaşa- dıklannızı da ktsaca anlatır mısuıız? SOYSAL - Biliyorsunuz, benim 12 Mart döneminde bir Kontgerilla ma- ceram var. Sanınm 1972 yılının eylül ayıydı. Bir gece beni evimden alıp An- kara Emniyet Müdürlüğü'ne götürdü- ler. Orada bir sandalye üzerinde 5 gün oturtuldum. Derken bir özel arabayla bir çakıllı yoldan yürütüJdüm. Derken bir ses, "Ulan eşekoğlu eşek, nereye geldiğini biliyor musun?"diye sordu. "Evet, biliyorum. Kontrgerilla'ya gel- dim" dedim. Çünkü gazeteci olarak Kontrgerilla konusunda epey bilgj sa- hibiydim ve Kontrgerilla'ya götürül- düğümü tahmin etmiştim. -Evet, sonra? SOYSAL - Bana bu sonıyu soran kişiye, "Generalim" diye hitap ediyor- lardı. Gerçekten de generalniiş, bunu daha sonra öğrendik. İşte ben o gene- rale "Kontrgerilla'ya geldim" dediğim anda birden suratımda bir patlama ol- du. Yüzümde bir yanma hissettim. Baktım, yüzümden bir şey süzülüyor. Anladım ki kan! Ardından general, "Burada anayasa dayoktur, kanun da yoktur; AJlah da biziz, peygamber de biziz" şeklinde, küfürlerle kanşık bir söylev çekti. Yani bir nevi gözdağı ver- di. Bundan sonra beni alıp bodrum gibi bir yere indirdiler. Orada gözleri- mi çözdüler. Baktım, karşımda iki asker, bir de sivil giyimli adam... An- cak onlan net bir şekilde göremiyor- dum. Çünkü benim gözlerim 8 derece miyoptur. Gözlüğümü de almışlardı. Neyse üzerimden çıkanlann zaptını tutup ımzalatülar. Bana bir de çubuk- lu bir pijama verdiler. Pijamayı giydik- ten sonra yüzümdeki kanı da sildim. Herhalde yüzüme vuran generalin parmağinda şövalye yüzüğü varmış. Yüzümde bayaği derin bir yara aç- nuş... O sivil giyimli adama "Yüzba- şım" diye hitap ediyorlardı. Ama ger- çekten yüzbaşı mıydı, bilmiyorum. " Yüzbaşım" dedikleri kişi bana yerde- ki bir ot yatağı gösterdi. Baktım, ot yatak kan ve insan pisliği içinde... "Yüzbaşım" dedikleri kişi, "Bu yata- ğa sırtüstü yatacaksın, sağa sola dön- mek, doğrulmak yok" dedi. Ayaklan- ma pranga da taktılar. Eylülün 18'iydi sanınm. Hava soğumuştu... - O yatakta ne kadar sûre yatmıştı- mz? SOYSAL - Beş gün yattım. Tuvale- tıni de yattığin yerde altına yapıyor- sun. Bir lokma ekmek yok, su yok, hiçbir şey yok. Açbk, susuzluk, pislik, koku... Iğrenç birdurum. Pisliğin için- de yüzüyorsun. Pencereleri gazetelerle falan kapatmışlardı. Tepede sürekli bir lamba yanıyordu. Bu arada kapı- nın dışından pğlıklar, inlemeler geli- yordu. 12 Eylül döneminde-Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde duyduğum seslere benzer sesler duyuyordum. Be- şinci günü gözlerimi bağlayarak beni tuvalete çıkartular. Bu arada her tarafı pisliğe bulanmış üzerimdeki pijamayT alıp bir başka çubuklu pijama verdiler. Tuvalet fasbndan sonra bir başka odaya götürülüp, oradaki bir ot yata- ğa yaünldım. Orada bana, "Sana bir miktar kâğıt ile bir kurşunkalem bıra- kjyoruz. Biz odadan cıkınca gözlerini açacaksın ve hayat hıkâyeni. Cemal Madanoğlu'nu .nasıl tanıdığınj, arka- daşlannı yazacaksın" dediler. O sıra- da Madanoğlu cuntası soruşturması yapılıyor. Neyse dediklerini yaptık. Gelip kâğıtlan aldılar ve bana yemek verdiler. Yemek ten sonra da beni alıp bir yere götürdüler. Götürdükleri yer sorguodasıydı... - Ne yapmışlardı size orada? SOYSAL - Ne yapmadılar ki! As- lında başkalanna ne yapülırsa bana da onu yapülar. önce beni bir sandal- yenin üzerine oturttular. Ardından sorgu başladı. Cemal Madanoğlu ile ilgili soruîar soruyorlardı. Bir de bana bazı kâğıtlan imzalatmak istiyorlardı. Ben "Imzalamam" dedikçe "Imzalar- sın, eşek gjbi imzalarsın" falan diyor- lar... Derken beni falakaya yatırdılar. Ellerim ve gözlerim bağlıydı. Ardın- dan elektrikle işkenceye başladılar. Hassas organlanm da dahil sırasıyla her organıma elektrik verdiler... - Neler hissediyordunuz o anda? SOYSAL - Yalnızca ölmek istiyor- dum. ölmekten başka bir şey düşün- müyordum. Bu işkencenin ne kadar sürdüğunü bilmiyorum. çünkü bayıl- mışım. Kendime geldiğimde bir yatak- ta yattığımı gördüm. Demek ki bayı- hnca beni getirip bu yatağa yatırmış- lar. Ayaklanm prangalıydı. O yatakta 15 gün kadar yattım. Sabah ve akşam tuvalete çıkanyorlardı. Tabii o da ayn bir işkence... Çünkü ayaklann pran- galı, ellerin arkadan kelepçeli... Tuva- letini bu durumda yapıyorsun. Pija- manı indirmek istiyorsun, doğru düriist indiremiyorsun. Sonuçta pisli- ğini üzerine sıçraüyorsun, pranganın zincirlerine yapıyorsun. Bu arada beni 3-4 günde bir yine sorgu odasına gö- türdüler. Bu 15 günün sonunda sorgu bitti. Kendilerinin hazırladığı ifadeyi imzalamak zorunda bırakıldım. Böy- telikle Madanoğlu cuntasının içine sokuldum. Birkaç gün sonra Seli- miye'ye götürülüp mahkemeye çıkar- üldım. Çıkanldığım mahkeme serbest bırakılmama karar verdL Buna rağ- men serbest bırakılmadım. Ertesi gün çıkanldığım bir başka mahkeme tu- tuklanmama karar verdi. Davutpaşa Kışlası'nda 4 ay tutuklu kaldıktan sonra sahverildim. Y ARI\: EMtL GALtP SANDALCI Artemisia, Pers kralının düşüncesini dile getirerek birkez daha Kserkses'in beğenisini kazandı Kraldan fazla kralcıkraliçe— 3 — Bu çarpışmada I. Dareios'un küçük oğlu ve Kserkses'in kardeşi arrural Ariabigdes'le Perslerin ve Iyonyalıla- nn ileri gelenlerinden pek çok kişi öl- müştür. Herodot bu durumu şöyle anlatmıştır: "..Birkaç da Yunanlı, ama çok az; çünkü bunlar yüzme bili- yorlardı ve gemisi batan, kanşıklık içinde yolunu bulup Salamis'e kadar yüzüyordu; buna karşılık barbarlann çoğu yüzme bilmiyordu, onun için de boğularak öldüler. Asıl büyük kayıp, öndeki çizgiyi tutan gemilerin kaçma- ya başladıklan zaman oldu, çünkü yedek olarak arkada duranlar, bir şey- ler yapıp kralın gözüne gireiim diye aubnışlar ve müttefık gemilerle çatış- mışlar, birbirlerine girmişlerdi. ...Bu deniz savaşında Yunanhlar- dan en büyük başanyı Aiginalılar, on- lardan sonra Atınalılar kazandılar; kişi olarak günün kahramanlan Aigi- nalılardan Polykritos, Atinalılardan, Anagyrus Demos'undan Eumenes ve Artemisia'yı kovalamış olan Palleneli Ameinias'dır. Eğer bilseydi ki kovala- dığı gemi Artemisia'nm, şüphesiz peşi- ni bırakmaz ya ele geçirir, ya kendisi ele geçerdi. Zira Atinalı kaptanlar, bu konuda özel yönerge almışlardı, Arte- misia'yı diri getirene on bin drahmi verilecekti; bir kadının kendilerine karşı çıkabilmiş olmasına pek tutulu- yorlardı. Ama o, anlatıldığı gibi, kaça- bilmiştir. Kurtulabilen bütün gemiler Phaleron'da buluştular." (4) Salamis deniz savaşı Perslerin yenil- gisiyle sonuçlanmıştır. Bu savaşta Hel- lash gemiciler, Pers donanmasının (Fenike, Mısır, Kıbns ve Klikya gemi- lerinin) büyük bir kısmını yok ettiler. Kalan Pers gemileri de, kıyıdan savaşı seyreden Kserkses'in gözleri önünde Anadolu'ya doğru yelken açarak kaç- tılar. Bu kaçışın çeşitli evrelerini de Herodot şöyle anlatmıştır "...Kserk- ses, içine düşmüş olduğu sıkınüdan kurtuldu, yüreğini büyük bir sevinç kapladı. Mardonios'a, düşünüp bu ikisindcn hangisine karar verirse, ken- disine bildireceği cevabını verdi. Pers- leri toplayıp bir savaş meclisi kurdu, başa gelenleri baştan en doğru olarak görmüş olduğunu düşünerek, Artemi- sia'yı da çağırttı. Artemisia geldiğı zaman Kserkses herkesi, bütün Pers danışmanlannı ve korumaalannı dı- şan çıkarttırdı ve onlara şunlan söyle- di: "Mardonios bana burada kalıp Peloponez'e saldırmamı öneriyor. Bu ters işte, Perslerin ve kara ordusunun bir suçu bulunmadığını söylüyor ve bunu kanıtlamak için kendilerine ola- nak sağlanmasını istiyor. Bana 'böyle yap' diyor ya da 'ben ordudan üç yüz bin seçme asker alayım, Yunanistan'ı burnundan yakalayıp sana teslim ede- yim' diyor. Böyle olursa ben askerin geri kalanını alıp yurduma dönece- ğim. Sen ki beni deniz savaşından vaz- îlk Kadın Amiral — — Halikarnaslı I. Artemisia _ _ _ _ _ NURER UĞURLU geçirmek için o kadar akıllı sözler söy- ledin, şimdi de bana yol gösten Hangi- si daha iyi? Beni amacıma hangi yol ulastınr?" Ne düşündüğü sorulan Artemisia şu cevabı verdi: "Büyük Kral, şüphesiz zor bir iş için çözüm isteyen kişiye en iyi çareyi önermek kolay değildır; bu- nunla birlikte içinde bulunduğumuz duruma göre, ben şu fıkirdeyim ki, se- nin buradan gitmen uygun olur, Mar- donios'u seçeceği birliklerle burada bırak, madem ki bunu kendisi de isti- yor, kalsın. Diyelim ki dediğini yaptı, bu uluslan egemenlik altına aldı, ha- yalleri gerçekleşti, o zaman, ey efendi- miz, bu işi gene sen görmüş olacaksın, çünkü bu işi yapanlar senin kölelerin- dir. Buna karşılık Mardonios'un ümitleri gerçekleşmez ve işler tersine dönerse, bu da büyük bir felaket sayıl- maz, çünkü sen ve senin hanedanına bağlı olan çıkarlar zarar görmeyecek- tir. SORECEK AJNKARA... ANKA... MÜgERBEF HEKtMOĞLU Erken Tanı Yaşaım SoUupmuyor Dünyamız birden kararıyor kimi zaman! Acı gerçekler, çözüm bekleyen sorunlar, karabasan gibi çoküyor yüreği- mize. Kimi sorunlar da çözdükçe dolanıyor. Hafta başında katıldığım bir akşam yemeginde dinlediklerim çok düşün- dürdü beni. Küçük bebeklerin dramını yaşadım. Ana kar- nında başlayan bir dram. Dogan bebeği sevgi ürünü diye düşünürüm ben. Oysa sevgi ürünleri de sağlıklı olmuyor her zaman. Kalıtım nedeniyle sağlıksız dogan bebekler var. Doktor gözüyle doğmaması gerekenler, hastalığın adı konulamazsa, onarım yöntemleri uygulanmazsa zih'insel özürden kaçınamayanlar! Zihinsel özürlü çocuklar açısın- dan hayli kara bir tablo çiziyor ülkemiz. Yılda beşyüz ço- cuk zihinsel özürle doguyor! Yürüyemiyor, konuşamıyor, düşünemiyor, bir insan olamıyor, yaşama sevincini duya- mıyor. Elbet toplumun sevincini de solduruyor... O akşam yemeginde Milli Eğitim Bakanı Köksal Toptan da vardı, kısa bir konuşmayla bu soruna verdiği önemi an- lattı. Gerçekten bakanlıkta zihinsel özürlü çocuklarla ilgili bir birim oluştu. Eğitim çok önemli elbet Ancak sorunun başka boyutlan da var. Ankara'da düzenlenen son toplan- tıda araştırmalar, deneyler ve gözlemler degerlendirile- rek, gelecege dönük çalışmalar da belirlendi. Bilimin ışığı karanlığı deler her zaman! O yemekte Ankara toplantısına katılan yabancılar da var. Biri ABD'den Dr. Robert Gurthrie, bu bilim dalında ye- ni doğan tarama testini geliştiren bir kişi. Oteki bir Alman, Dr. Horst Bickel diyet tedavisini geliştiriyor. Sonra masada karşımda oturan çekik gözlü, Koreli genç kadın, Dr. Sish, metabolik hastalıklar tarama organizasyonunun yöneuci- si. Yemek boyunca inanılmaz şeyler dinledim doktorlar- dan. Tarama testleri iyi uygulanırsa, ana karnında hastaln- ğı anlaşılan bebek özel bir beslenmeyle sağlıklı çocuk olabiliyor. Yoksa yitik bir yaratık! Ülkemizde kırk ilde tarama yapılıyor bugün. Amaç tara- mayı genişletmek. Prof. Imran özalp ve arkadaşları bunu gerçekleştirmeye çalışıyor, kurdukları derneğe ilgi ve destek bekliyorlar. Beni de bu nedenle çağırdılar toplantı- larına. Gittiğim için sevindiler, umutlu sozlerle teşekkür ettiler. Elbet çok duygulandım ve onurlandım. Asıl ben on- lara teşekkür ediyorum ve düşünüyorum. Kimi konular gazetelerde ya da TV'de hiç yer almıyor. Magazin haber- leri arasında kaybolup gidiyor çoğu kez! Oysa bir haber, bir yazı da karanlığı delen bir ışık olabilir değil mi? Ben de o umutla başladım bu yazıya. Ana-baba adaylarını uyara- bilmeyi umut ediyorum. Ülkemizin acı gerçekleri bizi de göreve çağırıyor durmadan. Bu konuda niçin çok karam- sar bir tablo çiziyor ülkemiz. Yılda beşyüz zihinsel özürlü çocuk nerden kaynaklanıyor? Bu kara tabloyu, bu sayıyı değiştirmek için neler gerekiyor? Tarama testi ya da özel beslenme için yeterli olanak var mı? Yoksa nasıl oluşabi- lir? Doğum kontrolü, kürtaj bir çözüm mü acaba? Kimi çevreler kürtajı günah sayıyor hâlâ. İnsan olmanın mutlu- luğunu, yaşama sevincini duymayan çocuklar doğurmak da günah değil mi acaba? Bilimin ışığı karanlığı deliyor, ana karnına ulaşarak tanı- yı koyuyor, onarııtı yöntemlerini gösteriyor, ama ana- babanın, ailenin eğitim düzeyi bu ışıktan aydınlanacak dü- zeyde mi acaba? Değilse her sorunun kökenindeki eğitim gereksinimi burada da geçerli değil mi? öte yandan bu tür bebeklerin beslenmesi de hayli paha- lıya mal oluyor ailelere, ayda birkaç milyon nerdeyse! Çünkü özel mamalar gerekiyor. Dar gelirli bir aile büteesi- ne kaldıramayacağı yükler biniyor. Bugünkü durumda o mamaları bebekler değil, enflasyon canavarı yiyebilir an- cak! Hangi kapıyı açsak o çıkıyor karşımıza! ••• Döne döne bir gerçeğe varıyorum ben. Gecikmeyi ana karnındaki bebekler de affetmiyor, özürlü doğarak acı ger- çeği vurguluyorlar, yetkili çevreleri uyarıyorlar. Oysa belli konulara tanı koyulsa da onarımda geç kalıyoruz hâlâ! Ye- ni yapılanmalar nasıl gerçekleşecek, lafla vakit yiyiyoruz ancak. Vaktiyle, CHP iktidar olduğu zaman enkazdan söz edildi uzun uzun. Enkazı bırakıp yeni bir yapı oluşturula- madı. Şimdi de benzer bir yakınma. Yeniden yapılanma gerçekleşmezse bu sorunlar nasıl çözümlenecek? Ana karnında bir tanı hasta bebeği yaşama kavuşturuyor, ya- şama sevincini soldurmuyor, ama tanısı çoktan yapılan hasta politikaların değişmemesi insana ters geliyor. Elbet değişecek. Gecikmeyi doğa da affetmiyor, toplum da. Ay- rıca beklentinin de hoşgörünün de sınırları var. Kararan değil, aydınianan dünya özlemi ağır basıyor. BULMACA SOLDAN SAĞA: 1/ önemli bir ola- yı kutlamak için kentin belli yerleri- ni ısıklandırarak yapılan şenlik. 2/ Yankı... Sazan fa- milyasından kılcık- h bir baük. 3/ Ru- bidyum elementi- nin simgesi... As- ya'da bir ırmak. 4/ Avı çekmek için dökülen yem. 5/ Isparta'nın bir ilçe- si... Nazi partisinin hücum kıtasını simgeleyen harfler. 6/ Adın durum elderinden biri... Akarsu kıyısuıda- ki çalı ve ağaçlann üzerinde de ya- şayabilen bir bahk. 7/ "öksür, yetim" anlamında kullanılan yerel bir sözcük... Dörtte bir. 8/ Briçte as, rua, dam, vale ve onluya veri- len ad... Eski ve bilinmeyen bir ta- rihi anlaımakta kullanılan deyim sözü. 9/ Jlaç... Eskiden kullanılan tepesi yuvarLak ve dilimli çuha baş- hk. YUKAIUDAN AŞAGlYA: 1/ Çok büyük ve çok sağlam ya- pılar için kullanılan sözcük. 2/ llave... Atardamarların iç kıs- mında kolesterol ve kalsiyum tuzlan birikmesine yol açan yoz- laşma. 3/ Göçebe ve yağmacı topluluk... Küçük mağara. 4/ Ayaksız olduğu için yılan sanılan ve solucanla beslenen bir tür kertenkele. 5/ Gözü doymaz, haris... Yasaklama... Eski dilde yüz, çehre. 6/ Deniz kıyısında dalga asındırmasıyla olusmu$ sarp ve yüksek yer. 7/ Bir dokuma maddesi... Yılanbalığına benzeyen eti lezzetli bir balık. 8/ Ekmek... Yakındoğu'da ve özellilde Cezayir'de konuşulan Arapça, Fransızca, Italyanca ' ve Ispanyolca karması dil. 9/ Sakarya ilinde bir ilçe. tLAN 4. SULH HUKUK HÂKİMLİĞİ'NDEN Sayı: 1992/116 Davacı TEK Ankara Elektrik Dagıtım Mûessesesi vekili tarafından da- valı Salılmiş Demirkan alcyhıne açilan kaçak elektrik kullanımından doğan alacak davasının yapılan yargılamasında. Davalı Satılmış Demirkan'ın Hamamönü. Evkadını Sokak No: 22 Ankara adresine dava dilekçesi veduruşma günü teblığ edilememiş, emni- yel araştırmasında da tanınmadığı belirlildi|inden. davabnın beürliJen ûdresincdava konusunu 359.940 liralık kaçak elektrik kullanımındando- ean alacak davasının ve duruşma gününün ilanen tebliğine karar verilmiş olup. duruşma günü olan 25.6.1992 günü saal 09.25'e kadar ibra2 etmek istediğinİ7 delillerinizi göndermeniz veya duruşmaya gelmeniz. aksi tak- dirde^ıyabınızda karar verileceği hususu ilanen tebliğ olunur Basın:29177
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle