Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 29MAYIS1992CUMA
12 DIZI-YAZI
E R Z
•Unutulan kent
İ N C A N
Yazı ve fotoğraflar: BEHZAT ŞAHIN
Valinin önüne ipi koyuyor fala: Deprem olmazsa, asın beni
Ya deprem, ya ölüıııAlmanya'dan gelen yardım paketlerinden birj açılıyor. Binlerce doğum kontrol
hapı. Son kullanma tarihi 1989. "Bunu düşünecek halimiz mi var" diyor
Erzincanlı gülerek. Fransa yardımı çikolatadan yiyen bebelerin ayaklan dolaşıp,
dilleri iyiden peltekleşmeye başlıyor. Neden acaba? Çikolata viskili de, ondan.
Erzincan'da zaman, sanki. -13
Mart'ta değilse bile- 14 Mart'ta dur-
muş da, Erzincanlılar hâlâ deprem
sabahını yaşıyor gibi. Kent, 14 Mart
sabahında olduğu gibi yıne yıkıntılar
içinde...
Erzincanlı Ertuğrul Köroğlu'yla
kentin caddelerini, sokaklannı geziyo-
ruz. Yıkmtılann 13 Mart öncesini an-
latıyor:
"Şurada dört katlı bir işhanı vardı
20 ceset çıkardık enkaz altından."
"Burası kahveydi. Biz de gelirdik "
"'İşte. şu binadaydım ben de. Halko-
yunu çalışmamız vardı. Çalışmava
gclmeyen bir arkadaşımızı çağırmak
için dışan çıkmıştım. İki dakika geç-
memişti ki aradan..."
Kişilerle ilgili anılar, hep ölümle
noktalanıyor. Deprem gecesi yaşa-
nanlar, belleklerde silinmemecesine iz
bırakmış. "Seümoğlu İşham'nın enka-
zı altından sesi geliyordu. Ellerimizle
kaldırmaya çalıştık enkazı. 'Işığı gör-
dümdedi. Suistedi, verdik.'Belimden
aşağısı sanki yok' dedi. Sigara uzatük;
o orada, biz dışanda sigaralanmıa iç-
lik, caresiz. 'İçim yanıyor' diyerek bir
kaç kez daha su istedi. Çıkanlıp can-
kurtarana Itonulduğunda verdi son
nefesini. İç kanamaymış."
Olmayansesier
Bir baba. 16 yaşındaki oğlu enkaz
altında. Ses yok. "Duyuyor musunuz,
sesi geliyor. Hadi, yardım edin, çıkara-
lım oradan." Ses duyan yok, ama, söy-
lemek de olmuyor. 10 gün sürmüş
babanın yalvanşı. Aynlmamış enkaz
başından. Arada, "İşte, yine duydum.
'Baba' dedi. Yaşıyor" gibisinden, ol-
mayan umudu olur yapma çabalan...
10 gün sonra oğlunun cesedi enkaz al-
iından çıkanldığında inanmaz gözler-
le bakakalmış. Belli ki, üzerine yığılan
beton kütlenin altında, ilk anlarda can
vermiş oğul.
Ertuğrul Köroğlu, paraşüt öğret-
meni. Yılın büyük bölümünü Erzin-
can dışında geçiriyor. Depremden
sonra aynlamamış Erzincan'dan.
Arasından geçtiğımız enkaz zıncınne,
ölen bir yakının ya da tanıdığın anıla-
nnın halkalan takılıyor sık sık.
Yaşananlara, traji- komik olaylar
da ekleniyor. Bunlar, daha çok, gelen
yardımlarla ilgjli. Deprem sonrası ilk
gûnler. Dünya Erzincan'a üzülüyor.
Kentlerden, ülkelerden yardım malze-
meleri akıyor Erzincan'a. Almanya'-
dan gelen yardım paketlerinden biri
açılınca, bir de ne görsün Erzincanlı!
Binlerce doğum kontrol hapı. Üstelik,
son kullanma tarihi 1989. Gülerek an-
latıyor Erzincanh. "Bunu düşünecek
halimiz mi var" diyor.
Ayaklan dolaşır
Fransa'nın gönderdiği yardım pa-
ketinden çıkan çikolatalar dağıtılıyor
çocuklara. Çikolatada bir tuhaflık var
ama... Çikolatalan ücer-beşer yiyen
bebelerin ayaklan birbirine dolaşıp,
dilleri peltekleşmeye başlayınca anla-
şılıyor durum. Gelenler viskili çikola-
taymış.
Bir de yardım malzemesi olarak di-
ğer kentlerden gelen kullanılmış gjyim
eşyası canını sıkıyor Erzincanlı'nın.
"Insanlar giymedikleri, atmaya da kı-
yamadıklan ne kadar eskileri varsa
göndermişler" diye hayıflanıyorlar.
Erzincan Valisi Recep Yazıcıoğlu da,
ü§§SSK Erzincan Hastanesi tabelasındaki 'Hastanesi' sözcüğü, yerini 'Dispanseri'ne bırakmış. Şimdi işlevini sekizi çadır, biri prefabrik, dokuz bölümde sürdu-
rüyor. 18 doktordan, gcriye 4 pratisyen hekim kalmış.
"Sonunda diğer illerin yardım komite-
lerine faks cekip, 'Durdunın yardımı'
dedik. Televizyonda bir gösteriliyor.
yüzlerce yardım kamyonu peş peşe sı-
ralanmış. İçinden çıkan hep kullanıl-
mış elbise. Yapılan yardımlar abartıl-
dı" diye anlaüyor.
Gezi sürüyor. Değişmeyen görüntü,
yıkıntılar ve çadırlar. 1983 depremin-
de ağır hasar gören SSK Erzincan
Hastanesi binasının alçıyla tamiredili-
şi hâlâ dillerde. 13 Mart depreminden
geriye kalan ise, koca bir enkaz ve ta-
bela. Yalnız tabelada küçük bir deği-
şiklik yapılmış. "Hastanesi" sözcüğü
tabeladaki yerinden sökülerek yerine
"Dispanseri" yazılmış. Gerçekçi bir
yaklaşım. SSK Erzincan Dispanseri,
şimdi işlevini sekizi çadır biri prefab-
rik, dokuz bölümde sürdürmeye çalı-
şıyor. Hastanenin 18 doktorundan
İmar Müdürlügü binası da depremde kullanılamaz hale geldi. Onlar da şimdi bu çadırda çahşrnaya çalışıyor.
geriye kalan dört pratisyen hekimle
çadır- lojmanlarda konuşuyoruz. Ça-
dırlardan üçü poliklinik hizmeti veri-
yor, diğerleri lojman ve idari bürolar.
Bülent Acar, Mustafa İşler, Ufuk Ak-
taş ve Mete Sivrikaya adb genç dok-
torlar. "Kunımdan hiç bir yardım
görmedik" diyor. Günde 300 hastanın
geldiği "dispanser'de Kulak-Burun-
Boğaz. Göz ve Diş hastalıklan uzma-
nından başka uzman yok. Yaşi-dıklan
zorluklan şöyle özetliyorlar:
"Yağmurda çadırlan su basıyor.
Ayda bir banyo yapabiliyoruz. Tuva-
let bir tane. Bu koşullar altında nasıl
sağlık hizmeti verilir?"
Erzincan'da şimdilik salgın görül-
mediğini anlatan doktorlar, "Havala-
nn soğuk olması bu tehlikeyi önlüyor.
Asıl tehlike sıcaklar başladığında" di-
yor.
Masalardışarda
Tüm kent gibi Erzincan Belediyesi
de çadırda. Erzincan'ın en eski beş taş
binasından biri belediyeye ait. Baş-
kanhğın bulunduğu bu bina depremde
hasar görmemiş. Ancak, diğer beledi-
ye birimlerinin bulunduğu işhanı yıkı-
lınca, onlar da belediye binasının
bahçesine taşınarak yerleştikleri çadır-
larda çalışmalannı sürdürüyorlar.
Erzincanlılar, depreme karşı her an
tetikte. Hava soğuk da olsa, açık hava
kahvelerinde oturuyor, lokantalarda
kapıya yakın masalan seçiyorlar. Bir
de, söylentilerle çalkalanıyor kent sık
sık. Valiye çıkanık önüne bir ıp ko-
yup, "18 Mayıs'ta yine deprem ola-
cak. Olmazsa bu iple asın beni" diyen
falcı kadının kehaneti dillerde. Tüm
bu söylentilerin arasında, evi az hasar
görmüş Erzincanlılar da, evleriyle ça-
dırlan arasında mekık dokuyor. Yine-
lenen küçük sarsıntılar da bu korku-
nun kaynağını besliyor.
Otel odası... Tavandaki, duvardaki
çatlakla uyku arasında gıdip-gelen dü-
şünceler. Güç bela gelen uykuya dalıp
gidecekken, depremin korkunç yüzü,
karşı duvarda beliriyor: Çatlak.
StRECEK
1982'denönce yapılanbinalar davadışı
Ceza hukuku açısından
E R Z İ N C A N D E P R E M İ
Prof.Dr. FARUKEREM
Erzincan depremi "sosyal felaket"
halinde etkisini sürdürmektedir. Ko-
nıı çeşitli yönlerden incelenebilir. Bu
yazıda konu, ceza hukuku açısından
ele ahndı.
Kusur açıkça görülmektedir. Beş
yüz küsur kişinin ölümüyle sonuçla-
nan felaketin elbette ki failleri vardır.
Bazı raporlara görezemin araştmlma-
sı yapılmadığı. eksik malzeme kulla-
nıldıgı, belediyelerde proje denetimi
yapacak mühendis bulunmadığı, kat
sayısı baskı hesaplannın yapılmadığı,
en az 225 kilogram olması gereken be-
ton dayanıklılığının 100 kilogram ola-
rak hesaplandığı, resmi 161 binadan
yüzde 40'ının tamamen çöktüğü gibi
kusurlar saptanmıştır.
Soruşturma ve kovuşturma olanağı
var mıdır? Evvela bunun saptanması
gerekir. Kuşkusuz, akla ilk gelen, inşa-
at kusurudur. Pek çok kişinin ölümü
ile neticelenen bu olaylar, Ceza Ka-
nunu'nun 455. maddesini akla getır-
mektedir. Tedbirsizlikle, nizam ve
emırlere karşı gelmekle çok kişinin
ölümüne sebep olanlar hakkında en
çok on seneye kadar hapis cezası veri-
lebileceğine göre, aynı kanunun 102.
maddesıne göre, suç on senede zaman
aşımına uğramış olacaktır. Zaman aşı-
mının başlaması, inşaat günü olarak
düşünüleceğine göre. bu süre dolduk-
tan sonra dava açılamayacaktır. Bun-
lar hakkında dava açılması artık
mümkün değildir. Bu itibarla, Erzin-
can'da bundan on yıldan evvel yapıl-
mış inşaatta, ceza davası açılamaya-
caktır. Büyük bir felaketin böylece
takip dışı kalması düşündürücü ise de
yapılacak başka bir işlem yoktur. Her
(taksirli) suçlarda sorumlu olanlar,
kusurlan oranında ceza görürler. Çe-
şitli davalarda kusur oranlanna göre
sanıklar arasında ceza paylaşılmış,
böylece cezarun önleyici olmak vasfı
azalmıştır. Örneğin Erdemli'de bina
yıkılmasında 11 kişinin ölümü olayın-
da proje müellifı. inşaatın teknik so-
nımlusu, şantiye şefi, hatta belediye
fen işleri müdürü ve diğer kişiler ara-
sında ceza paylaşılmıştır.
Yargılamada bazı güçlüklerle karşı-
laşılacaktır. Bir bina kendi başına yıkı-
lırsa. bunda inşaat kusuru aranır.
Binanın yıkılması ile inşaat kusuru
arasında "nedensellik (illiyet) bağı"
aranacaktır. Halbuki deprem sonucu
yıkılah binada elbette depremin hissesi
ihmal edilemez. Çünkü binalar uzun
süre ayakta kalmış. fakat depreme da-
yanamamıstır. Eğer inşaat kusuru
olması, belli kat sayısının aşılmış, be-
tonun hesaplanan miktardan az, de-
mirin daha küçük veya daha az konul-
muş olması. yıkanmamış, milb kum
(agrega) kullarulması, deprem bölge-
sinde vibratörsüz, betoniyersiz beton
kullanılması. bağlantılann projeye uy-
gun olarak döşenmemesi, kolonlar ve
kirişlerin teknik verilere uygun olarak
döşenmemesi, bodrumlann binayı
çekmeyecek durumda olması nazara
alınacaktır. Kolonlann yeterli boyutta
olmamalan gibi pek çok hallerin, bina
yıkılmasında ortaklaşa etkili olduğu
bilinmektedir. Bu kusurlar, dava ha-
nrlığında vedava görülürken bilirkişi-
lerce incelenecek, yıkıntıdan alınan
örnekler tetkik edilecektir. Orta Doğu
ve İstanbul Teknik üniversitelerinden
istenecek bilirkişiler, raporlannı vere-
ceklerdir.
Kusur açıkça görülmektedir. 500'den fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan felaketin elbette ki
failleri vardır. Bazı raporlara göre; zemin araştınlması yapılmadığı, eksik malzeme kullanıldı-
ğı, belediyelerde proje denetimi yapacak mühendis bulunmadığı, kat sayısı baskı hesaplannın
yapılmadığı, en az 225 kilo olması gereken beton dayanıklılığının 100 kilo olarak Jıesaplandı-
ğı, resmi 161 binadan yüzde 40'ının tamamen çöktüğü gibi kusurlar saptanmışür.
ne kadar bazı suçlar dava zamanaşımı
dışında ise de (TCK 102/2), bu suçla-
nn konumuzla ilgisi yoktur.
Yapılış tarihınden henüz on yıl geç-
memiş olan inşaatlar hakkında takip
mümkündür.
Bileşik kusur
Yalnız bir nokta üzerinde durmak
gerekir. Ceza Kanunumuz "birleşik
(müterafik) kusur" diye anılan bir sis-
tem kabul etmiştir. Kasıtlı olmayan
olmasaydı. depreme dayanabılır miy-
dı? Soru bu noktada düğümlenmekte-
dir. Deprem sebebi düşülecek, geri
kalan, suçlu sayılanlar arasında bölü-
şülecektir.
Eğer dava açılacak olursa. her dos-
yada inşaattaki kusurlann evvela sap-
tanması gerekir. Çünkü olaya (bina-
nın yıkılmasına) çeşıtlı kusurlar ve
deprem sebep olmuştur. Benzer dava-
larda, tabanda meydana gelen yer ha-
reketleri, betonaıme ve statik hesapla-
nn yapılmamış veya bulunamamış
Fakat bu araştırmalar yeterli olma-
yacak, kusurlann "tedbirsizlik".
"emirleri dinlememek" açısından de-
ğerlendirilmeleri gerekecektir. Dep-
rem bölgelerindeki binalann nelere
dikkat edilerek yapılacağı hakkmdaki
"Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar
Hakkında Yönetmelik" (9 Haziran
1975) hükümleri incelenmelidir.
Afetlere ilişkin yasalar vardır. Bun-
lardan en önemli olan "Umumi Haya-
ta Müessir Afetler Dolayısıvla Alına-
cak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara
Dair Kanun" (No.10213) hükümleri-
ne göre, depreme uğrayan binalann
tehlikeli olanlannın yıkılması gerekir.
Her halde iki büyük deprem gecıren
Erzincan'ın planının yeniden tanzimi
gerekecek ve Erzincan belki de daha
güvenilir alana çekilebilecektir. Bu ka-
nun gereğince yeni bir Erzincan kurul-
ması mümkündür. Afete ilişkin emir-
leri yerine getirmeyenler. memurlar ve
vatandaşlara verilecek cezalar. kanun-
da gösterilmiştir.
Afetlere ilişkin yönetmelik (1988),
ahnacak tedbirleri aynntılan ile gös-
termiştir. "Afet sebebiyle yapılan ve
yapılacak olan binalann borçlandınl-
malan, bedelleri"ne (7/4123) ilişkin
yönetmelik de ayru niteliktedir.
Binalann yıkılmasına deprem sebep
olduğuna göre, binayı kusurlu yapan-
lann sorumlu tutulması, depreme da-
yanıklı bina yapmamalanndan ileri
gelmektedir. Kaldı ki, bu bölgelerdeki
inşaattan evvel jeoloji mühendislerin-
den de rapor alınması gerekli hale geti-
rilmelidir. Yeraltı titreşimi, demir
rezonansı, yeraltı suyu gibi hususlann
incelenmesi lüzumludur.
Bina yıkılmalannda "müteahhh"
diye anılan kişilerde fenni bir yetenek
aranmamaktadır. Diyarbakır'daki ye-
di katlı binanın yıkılmasından sonra
müteahhidin bu işte yetkili kişi olma-
dığı, "kasap" olduğu anlaşılmışür.
İnşaat müteahhidinin "kazanç" amacı
ile kendiliğinden yapüğı kısıtlamala-
nn. plana a> kın davranışlann sonuç-
lan düşündürücüdür.
Açılacak davalann Erzincan'da gö-
rülmesi doğru olmayacak, çevrenin
üzüntüsü dolayısıyla mahkcmc üze-
rinde baskısı önlenemeyecektir. Bu
nedenle "davanın başka yere nakli"
yerinde olacaktır.
ANKARA... ANKA
MÜSERREF HEKİMOĞLU
Zaman Fırçası
Vaktiyle bir dizi yazdım Öncü gazetesinde: 27 Mayıstan
Yarına! Başyazarımız Nadir Nadi'nin isteğiyle 27 Mayı^ın
Romanı diye belgesel, anısal bir kitabım yayımlandı son-
ra. ilginç tepkiler oldu; mektuplar, belgeler yolladı okurlar.
Bir gün onları da yayımlarım belki. Kimi, okul kitaplarına
girecek kadar güzel. Crneğin Sayın Ecevit'in mektubu. O
zaman CHP Genel Başkanı; şimdi DSP. 27 Mayıs'a bakışı
da hayli soğuk. 1970lerden 1990lara ulaşırken belli olay-
lara bakışımızda bir soğukluk, değişiklik elbet çok doğal.
Ancak kimi olayların değişmezleri de yok mu acaba? 27
Mayıs'ın değişmezlerini de en iyi tarihçiler görecek, yargı-
layacak bence. Ne getirdi, ne götürdü; siyasal yaşama,
duşünce ortamına neler bıraktı sorularını en iyi tarihçiler,
siyasal bılimciler yanıtlar. Duygusal tartışmalar, savun-
malar, eleştiriler dar açıda kalıyor, gerçekleri çarpıtıyor
çoğu kez. Olayı bilimin ışığında aydınlatmak gerekir.
Ben de düşünüyorum bugün. (Bu yazı cuma günü ya-
yımlanacak, ama ben çarşamba günü yazıyorum, 27 Ma-
yıs sabahı.) Otuz iki yıl geçti aradan. 27 Mayıs'ın Romanı'nı
şimdi yazsaydım neler anlatırdım acaba? Dahası, 27 Ma-
yısçılar neler anlatırdı bana? 26 Mayıs gecesinin öyküsü
değişmezdi, ama sonraki olayları, bölünmeleri, o bölün-
melere yolaçan görüş ayrılıklarını, değişik yöntemleri
nasıl yorumlarlardı?
Kimi artık dünyamızda değil; kimi enfarktüslü, kiminin
ülseri var, kiminin tansiyonu. Kimi geçim sıkıntısı çekiyor,
kimi iş dünyasında başarılı bir kişi. Kimi siyasal sahnenin
başoyuncularından biri hâlâ. Yıllardan beri ilk kez An-
kara'da buluşuyorlar. Kırgınlıkları aşmış görünüyorlar.
Birbirlerine hoşgörüyle bakıyor, dostça gülümsüyorlar.
Acı deneylerden bir sevgi birikimi oluştu belki de, ya da
onlar da bir uzlaşma örneği veriyor. Bu güzel bir olay ben-
ce. Çünkü her şeye karşın ortak yazgıları var. Otuz iki yıl
önceden bugüne uzanıyor. Bugünden yarına da uzanacak
kuşkusuz. Gelecek kuşaklar da tanıyacak onları. Tarihin
sayfalarında gerçek yerlerine oturmuş kişilikleri ve eylem-
leriyle değerlendirecekler. Kimmiş bu 27 Mayısçılar?..
Çıkarcı mı, serüven sevdalısı mı, Atatürkçü mü, laik mi,
demokrat mı; bir mayıs gecesi dönemin iktidarını devir-
mek için neden ölümü göze almış, yüreklice başkoymuş-
lar? Sonra neler olmuş, neler olmamış, niçin olmuş, açık
seçik bilinecek o zaman.
Zamanın fırçasında çizgiler derinleşir, renkler de daha
iyi belirir değil mi? O fırça aldanmıyor hiç! Yakın tarihimiz-
de çok örneği var. Kimi kişileryaşarken ölüyor, kimi kişiler
de gökkuşağına benziyor, ama zamanın fırçasıyla çabuk
silinip soluyorlar!
27 Mayıs, Anayasa Bayramı olarak kutlandı yakın yıllara
kadar. Büyük coşku, katılımla. 1961 Anayasası kutlanacak
belgeydi gerçekten. Hâlâ düşünüyorum, o belgeyi yaşa-
mımızda hissetseydik çağdaş bir düzeye ulaşmaz mıydık
acaba? Bunca kan ve gözyaşı dökülür, barış özlemi böyle-
sine derinleşir miydi?
1961 Anayasası çağdaş bir belgeydi halkoyuna sunul-
duğu zaman. Çoksesliliğe, reformlara, örgütlenmeye açık
bir yasa. Belki çok ayrıntılı, ama hazırlayanlar kâğıtta kala-
cağını düşünmedi hiç! Tersine, o yasada yer alan hakların,
özgürlüklerin, güvancelerin yaşama geçeceğine inandı-
lar.
Umut güzel şey.
»Hepimiz çok umutlu, umutlar doğrultusunda mutlu ve
iyimserdik 1960larda. 1970'lerde bir onarım, 1980lerde
yeni bir yasa derken anayasa bayramlarının sevinci soldu.
Yeni anayasanın o sevinci yeniden yeşerteceğini umut
ediyorum. Ancak yasalar kadar, uygulamayanlar oa
önemli değil mi? ..
•••
Durul Gence'yi dinledik geçen gece. Eski şarkılarla se-
lamladı bizi, nostaljik saatler yaşadık. O şarkıları söyledi-
ğimiz günlerin anılarına daldık. Masamıza geldi, biraz
söyleştik sonra. Müzik özlemini anlattı; davulunu özlüyor,
şarkı söylemeyi, içinde deprem türü hissediyor neredey-
se. Tokmağına sarılmak kaçınılmaz o zaman. Şarkı söylü-
yor, şımşekler çakıyor tokmağında; geçmişten, gelecek-
ten pırıltıiar sesleniyor. Kulaklarımız parladı, yüreğimizde
güzel titreşimlerle dinledik, biz de şarkılara katıldık, sonra
karar verdikdostlarla. Birakşam buluşup şarkı söyleyece-
ğiz. Sevdiğimiz şarkıları ve türküleri. Vaktiyle söylerdik,
şarkılarla seslenirdik birbirimize. Sevgili Ruhi Su datürkü-
lerle coştururdu bizi. Yeni uzunçalarların açılış konserini
verirdi başkentli dostlarına.
27 Mayıs geceleri da şarkılar, danslar, türkülerle çınlar-
dı vaktiyle...
Geçende Ankara'ya gelen inci Başarır Paige anlattı,
şarkı söylemek bir tür terapi sayılıyor. ABD üniversiteleri-
nin müzik fakültelerinde gençler ve yaşlılar için uygulanan
bir yöntem son yıllarda. Çocuklar bunalımlarını, yaşlılar
yalnızlığı aşıyor şarkı söyleyerek. insan, sesini duyarak,
duyurarak rahatlıyor belki de...
Gelin bir şarkı söyleyelim!
BULMACA
SOLDAN SAGA:
1/ Hassas. 2/ Halk
dilinde soğuk al-
gınlığına verilen
ad... Tütün diz-
mek, kurutmak ve
işlemek için kulla-
nılan üstü kapalı
sergi. 3/ Kilise hiz-
metini gören ve çan
çalan kimse... De-
mirin simgesi. 4/
İlave... Kendine
mal etme, kazan-
ma. 5/ Parola...
Türkiye'nin de üye-
si bulunduğu bir
örgüt. 6/ Bir tür eğri budama bı-
çağı... Kolaylıkla aldatılabilen. 7/
înce ve süslü el işi... ltalya'da bir ır-
mak. 8/ Eski Mısır'da insanoğlu-
nun hayati dayanağı olan üretici
güç... Ulusiararası Para Fonu'nun
simgesi. 9/ Yiyecek ve içeceğin sak-
landığı oda ya da dolap... Hatay
ilinde bir ırmak.
YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ba-
sılmakta olan bir yazı üzerindeki
dizgi yanlışlarını belli işaretlerle belirtme. 2/ Çocuk... Kuzu
derileri üzerindeki yağları ve fazlalıklan temizlemede kulla-
nılan iki kulplu bıçak. 3/ Koyun tüyü... Bozma, zarar verme.
4/ Isparta yöresinde yetişen iri ve yuvarlak taneli, ince kabuklu
bir üzüm cinsi. 5/ Ateş... Buyurucu. 6/ Çıkılması güç kayalık
yer... İlaç. 7/ Şarkı, türkü... Kesinlikle uyulması gereken Ku-
ran ve hadis hükümleri... Bir nota. 8/ Eski dilde güneş. 9/ Rüz-
gâr korkusu.
BOĞAZİÇİ ÜNİVERŞİTESİ
REKTÖRLÜĞÜ
RUSÇA KURSLARI
Boğaziçi Universitesi Fen-Edebiyat Fakültesı tarafından 1-25 Ha-
ziran 1992 urıhlen arasında başlangıç duzeyınde hızlandırılmış Rus-
ça kursu avılacakıır. Kurs; Pazartesi. Salı, Çarşamba, Perşembe gunleri
saaı 18.00-21.00 arasında yer alacaktır. Kurs suresince toplam 48 sa-
allik eğitim verileceklir. Yalnızca 10 kişıyle kısıtlı olan kursun ucreti
1.500.000 TL'dir (KDV harıv). Kayıtlar 27-29 Mayıs 1992 tarihlerinde
10.00-14 30 arası Fen-Edebıyat FakulleM hınaM 420 No"lu odada ya-
pılacaktır. Fazla bılgi ıvin 25 750 39"a ve\a 263 15 cK/'dan 623e ba>-
vurulabılır Bj,ın: 2~9"9