05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29MAYIS1992CUMA 12 DIZI-YAZI E R Z •Unutulan kent İ N C A N Yazı ve fotoğraflar: BEHZAT ŞAHIN Valinin önüne ipi koyuyor fala: Deprem olmazsa, asın beni Ya deprem, ya ölüıııAlmanya'dan gelen yardım paketlerinden birj açılıyor. Binlerce doğum kontrol hapı. Son kullanma tarihi 1989. "Bunu düşünecek halimiz mi var" diyor Erzincanlı gülerek. Fransa yardımı çikolatadan yiyen bebelerin ayaklan dolaşıp, dilleri iyiden peltekleşmeye başlıyor. Neden acaba? Çikolata viskili de, ondan. Erzincan'da zaman, sanki. -13 Mart'ta değilse bile- 14 Mart'ta dur- muş da, Erzincanlılar hâlâ deprem sabahını yaşıyor gibi. Kent, 14 Mart sabahında olduğu gibi yıne yıkıntılar içinde... Erzincanlı Ertuğrul Köroğlu'yla kentin caddelerini, sokaklannı geziyo- ruz. Yıkmtılann 13 Mart öncesini an- latıyor: "Şurada dört katlı bir işhanı vardı 20 ceset çıkardık enkaz altından." "Burası kahveydi. Biz de gelirdik " "'İşte. şu binadaydım ben de. Halko- yunu çalışmamız vardı. Çalışmava gclmeyen bir arkadaşımızı çağırmak için dışan çıkmıştım. İki dakika geç- memişti ki aradan..." Kişilerle ilgili anılar, hep ölümle noktalanıyor. Deprem gecesi yaşa- nanlar, belleklerde silinmemecesine iz bırakmış. "Seümoğlu İşham'nın enka- zı altından sesi geliyordu. Ellerimizle kaldırmaya çalıştık enkazı. 'Işığı gör- dümdedi. Suistedi, verdik.'Belimden aşağısı sanki yok' dedi. Sigara uzatük; o orada, biz dışanda sigaralanmıa iç- lik, caresiz. 'İçim yanıyor' diyerek bir kaç kez daha su istedi. Çıkanlıp can- kurtarana Itonulduğunda verdi son nefesini. İç kanamaymış." Olmayansesier Bir baba. 16 yaşındaki oğlu enkaz altında. Ses yok. "Duyuyor musunuz, sesi geliyor. Hadi, yardım edin, çıkara- lım oradan." Ses duyan yok, ama, söy- lemek de olmuyor. 10 gün sürmüş babanın yalvanşı. Aynlmamış enkaz başından. Arada, "İşte, yine duydum. 'Baba' dedi. Yaşıyor" gibisinden, ol- mayan umudu olur yapma çabalan... 10 gün sonra oğlunun cesedi enkaz al- iından çıkanldığında inanmaz gözler- le bakakalmış. Belli ki, üzerine yığılan beton kütlenin altında, ilk anlarda can vermiş oğul. Ertuğrul Köroğlu, paraşüt öğret- meni. Yılın büyük bölümünü Erzin- can dışında geçiriyor. Depremden sonra aynlamamış Erzincan'dan. Arasından geçtiğımız enkaz zıncınne, ölen bir yakının ya da tanıdığın anıla- nnın halkalan takılıyor sık sık. Yaşananlara, traji- komik olaylar da ekleniyor. Bunlar, daha çok, gelen yardımlarla ilgjli. Deprem sonrası ilk gûnler. Dünya Erzincan'a üzülüyor. Kentlerden, ülkelerden yardım malze- meleri akıyor Erzincan'a. Almanya'- dan gelen yardım paketlerinden biri açılınca, bir de ne görsün Erzincanlı! Binlerce doğum kontrol hapı. Üstelik, son kullanma tarihi 1989. Gülerek an- latıyor Erzincanh. "Bunu düşünecek halimiz mi var" diyor. Ayaklan dolaşır Fransa'nın gönderdiği yardım pa- ketinden çıkan çikolatalar dağıtılıyor çocuklara. Çikolatada bir tuhaflık var ama... Çikolatalan ücer-beşer yiyen bebelerin ayaklan birbirine dolaşıp, dilleri peltekleşmeye başlayınca anla- şılıyor durum. Gelenler viskili çikola- taymış. Bir de yardım malzemesi olarak di- ğer kentlerden gelen kullanılmış gjyim eşyası canını sıkıyor Erzincanlı'nın. "Insanlar giymedikleri, atmaya da kı- yamadıklan ne kadar eskileri varsa göndermişler" diye hayıflanıyorlar. Erzincan Valisi Recep Yazıcıoğlu da, ü§§SSK Erzincan Hastanesi tabelasındaki 'Hastanesi' sözcüğü, yerini 'Dispanseri'ne bırakmış. Şimdi işlevini sekizi çadır, biri prefabrik, dokuz bölümde sürdu- rüyor. 18 doktordan, gcriye 4 pratisyen hekim kalmış. "Sonunda diğer illerin yardım komite- lerine faks cekip, 'Durdunın yardımı' dedik. Televizyonda bir gösteriliyor. yüzlerce yardım kamyonu peş peşe sı- ralanmış. İçinden çıkan hep kullanıl- mış elbise. Yapılan yardımlar abartıl- dı" diye anlaüyor. Gezi sürüyor. Değişmeyen görüntü, yıkıntılar ve çadırlar. 1983 depremin- de ağır hasar gören SSK Erzincan Hastanesi binasının alçıyla tamiredili- şi hâlâ dillerde. 13 Mart depreminden geriye kalan ise, koca bir enkaz ve ta- bela. Yalnız tabelada küçük bir deği- şiklik yapılmış. "Hastanesi" sözcüğü tabeladaki yerinden sökülerek yerine "Dispanseri" yazılmış. Gerçekçi bir yaklaşım. SSK Erzincan Dispanseri, şimdi işlevini sekizi çadır biri prefab- rik, dokuz bölümde sürdürmeye çalı- şıyor. Hastanenin 18 doktorundan İmar Müdürlügü binası da depremde kullanılamaz hale geldi. Onlar da şimdi bu çadırda çahşrnaya çalışıyor. geriye kalan dört pratisyen hekimle çadır- lojmanlarda konuşuyoruz. Ça- dırlardan üçü poliklinik hizmeti veri- yor, diğerleri lojman ve idari bürolar. Bülent Acar, Mustafa İşler, Ufuk Ak- taş ve Mete Sivrikaya adb genç dok- torlar. "Kunımdan hiç bir yardım görmedik" diyor. Günde 300 hastanın geldiği "dispanser'de Kulak-Burun- Boğaz. Göz ve Diş hastalıklan uzma- nından başka uzman yok. Yaşi-dıklan zorluklan şöyle özetliyorlar: "Yağmurda çadırlan su basıyor. Ayda bir banyo yapabiliyoruz. Tuva- let bir tane. Bu koşullar altında nasıl sağlık hizmeti verilir?" Erzincan'da şimdilik salgın görül- mediğini anlatan doktorlar, "Havala- nn soğuk olması bu tehlikeyi önlüyor. Asıl tehlike sıcaklar başladığında" di- yor. Masalardışarda Tüm kent gibi Erzincan Belediyesi de çadırda. Erzincan'ın en eski beş taş binasından biri belediyeye ait. Baş- kanhğın bulunduğu bu bina depremde hasar görmemiş. Ancak, diğer beledi- ye birimlerinin bulunduğu işhanı yıkı- lınca, onlar da belediye binasının bahçesine taşınarak yerleştikleri çadır- larda çalışmalannı sürdürüyorlar. Erzincanlılar, depreme karşı her an tetikte. Hava soğuk da olsa, açık hava kahvelerinde oturuyor, lokantalarda kapıya yakın masalan seçiyorlar. Bir de, söylentilerle çalkalanıyor kent sık sık. Valiye çıkanık önüne bir ıp ko- yup, "18 Mayıs'ta yine deprem ola- cak. Olmazsa bu iple asın beni" diyen falcı kadının kehaneti dillerde. Tüm bu söylentilerin arasında, evi az hasar görmüş Erzincanlılar da, evleriyle ça- dırlan arasında mekık dokuyor. Yine- lenen küçük sarsıntılar da bu korku- nun kaynağını besliyor. Otel odası... Tavandaki, duvardaki çatlakla uyku arasında gıdip-gelen dü- şünceler. Güç bela gelen uykuya dalıp gidecekken, depremin korkunç yüzü, karşı duvarda beliriyor: Çatlak. StRECEK 1982'denönce yapılanbinalar davadışı Ceza hukuku açısından E R Z İ N C A N D E P R E M İ Prof.Dr. FARUKEREM Erzincan depremi "sosyal felaket" halinde etkisini sürdürmektedir. Ko- nıı çeşitli yönlerden incelenebilir. Bu yazıda konu, ceza hukuku açısından ele ahndı. Kusur açıkça görülmektedir. Beş yüz küsur kişinin ölümüyle sonuçla- nan felaketin elbette ki failleri vardır. Bazı raporlara görezemin araştmlma- sı yapılmadığı. eksik malzeme kulla- nıldıgı, belediyelerde proje denetimi yapacak mühendis bulunmadığı, kat sayısı baskı hesaplannın yapılmadığı, en az 225 kilogram olması gereken be- ton dayanıklılığının 100 kilogram ola- rak hesaplandığı, resmi 161 binadan yüzde 40'ının tamamen çöktüğü gibi kusurlar saptanmıştır. Soruşturma ve kovuşturma olanağı var mıdır? Evvela bunun saptanması gerekir. Kuşkusuz, akla ilk gelen, inşa- at kusurudur. Pek çok kişinin ölümü ile neticelenen bu olaylar, Ceza Ka- nunu'nun 455. maddesini akla getır- mektedir. Tedbirsizlikle, nizam ve emırlere karşı gelmekle çok kişinin ölümüne sebep olanlar hakkında en çok on seneye kadar hapis cezası veri- lebileceğine göre, aynı kanunun 102. maddesıne göre, suç on senede zaman aşımına uğramış olacaktır. Zaman aşı- mının başlaması, inşaat günü olarak düşünüleceğine göre. bu süre dolduk- tan sonra dava açılamayacaktır. Bun- lar hakkında dava açılması artık mümkün değildir. Bu itibarla, Erzin- can'da bundan on yıldan evvel yapıl- mış inşaatta, ceza davası açılamaya- caktır. Büyük bir felaketin böylece takip dışı kalması düşündürücü ise de yapılacak başka bir işlem yoktur. Her (taksirli) suçlarda sorumlu olanlar, kusurlan oranında ceza görürler. Çe- şitli davalarda kusur oranlanna göre sanıklar arasında ceza paylaşılmış, böylece cezarun önleyici olmak vasfı azalmıştır. Örneğin Erdemli'de bina yıkılmasında 11 kişinin ölümü olayın- da proje müellifı. inşaatın teknik so- nımlusu, şantiye şefi, hatta belediye fen işleri müdürü ve diğer kişiler ara- sında ceza paylaşılmıştır. Yargılamada bazı güçlüklerle karşı- laşılacaktır. Bir bina kendi başına yıkı- lırsa. bunda inşaat kusuru aranır. Binanın yıkılması ile inşaat kusuru arasında "nedensellik (illiyet) bağı" aranacaktır. Halbuki deprem sonucu yıkılah binada elbette depremin hissesi ihmal edilemez. Çünkü binalar uzun süre ayakta kalmış. fakat depreme da- yanamamıstır. Eğer inşaat kusuru olması, belli kat sayısının aşılmış, be- tonun hesaplanan miktardan az, de- mirin daha küçük veya daha az konul- muş olması. yıkanmamış, milb kum (agrega) kullarulması, deprem bölge- sinde vibratörsüz, betoniyersiz beton kullanılması. bağlantılann projeye uy- gun olarak döşenmemesi, kolonlar ve kirişlerin teknik verilere uygun olarak döşenmemesi, bodrumlann binayı çekmeyecek durumda olması nazara alınacaktır. Kolonlann yeterli boyutta olmamalan gibi pek çok hallerin, bina yıkılmasında ortaklaşa etkili olduğu bilinmektedir. Bu kusurlar, dava ha- nrlığında vedava görülürken bilirkişi- lerce incelenecek, yıkıntıdan alınan örnekler tetkik edilecektir. Orta Doğu ve İstanbul Teknik üniversitelerinden istenecek bilirkişiler, raporlannı vere- ceklerdir. Kusur açıkça görülmektedir. 500'den fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan felaketin elbette ki failleri vardır. Bazı raporlara göre; zemin araştınlması yapılmadığı, eksik malzeme kullanıldı- ğı, belediyelerde proje denetimi yapacak mühendis bulunmadığı, kat sayısı baskı hesaplannın yapılmadığı, en az 225 kilo olması gereken beton dayanıklılığının 100 kilo olarak Jıesaplandı- ğı, resmi 161 binadan yüzde 40'ının tamamen çöktüğü gibi kusurlar saptanmışür. ne kadar bazı suçlar dava zamanaşımı dışında ise de (TCK 102/2), bu suçla- nn konumuzla ilgisi yoktur. Yapılış tarihınden henüz on yıl geç- memiş olan inşaatlar hakkında takip mümkündür. Bileşik kusur Yalnız bir nokta üzerinde durmak gerekir. Ceza Kanunumuz "birleşik (müterafik) kusur" diye anılan bir sis- tem kabul etmiştir. Kasıtlı olmayan olmasaydı. depreme dayanabılır miy- dı? Soru bu noktada düğümlenmekte- dir. Deprem sebebi düşülecek, geri kalan, suçlu sayılanlar arasında bölü- şülecektir. Eğer dava açılacak olursa. her dos- yada inşaattaki kusurlann evvela sap- tanması gerekir. Çünkü olaya (bina- nın yıkılmasına) çeşıtlı kusurlar ve deprem sebep olmuştur. Benzer dava- larda, tabanda meydana gelen yer ha- reketleri, betonaıme ve statik hesapla- nn yapılmamış veya bulunamamış Fakat bu araştırmalar yeterli olma- yacak, kusurlann "tedbirsizlik". "emirleri dinlememek" açısından de- ğerlendirilmeleri gerekecektir. Dep- rem bölgelerindeki binalann nelere dikkat edilerek yapılacağı hakkmdaki "Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik" (9 Haziran 1975) hükümleri incelenmelidir. Afetlere ilişkin yasalar vardır. Bun- lardan en önemli olan "Umumi Haya- ta Müessir Afetler Dolayısıvla Alına- cak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun" (No.10213) hükümleri- ne göre, depreme uğrayan binalann tehlikeli olanlannın yıkılması gerekir. Her halde iki büyük deprem gecıren Erzincan'ın planının yeniden tanzimi gerekecek ve Erzincan belki de daha güvenilir alana çekilebilecektir. Bu ka- nun gereğince yeni bir Erzincan kurul- ması mümkündür. Afete ilişkin emir- leri yerine getirmeyenler. memurlar ve vatandaşlara verilecek cezalar. kanun- da gösterilmiştir. Afetlere ilişkin yönetmelik (1988), ahnacak tedbirleri aynntılan ile gös- termiştir. "Afet sebebiyle yapılan ve yapılacak olan binalann borçlandınl- malan, bedelleri"ne (7/4123) ilişkin yönetmelik de ayru niteliktedir. Binalann yıkılmasına deprem sebep olduğuna göre, binayı kusurlu yapan- lann sorumlu tutulması, depreme da- yanıklı bina yapmamalanndan ileri gelmektedir. Kaldı ki, bu bölgelerdeki inşaattan evvel jeoloji mühendislerin- den de rapor alınması gerekli hale geti- rilmelidir. Yeraltı titreşimi, demir rezonansı, yeraltı suyu gibi hususlann incelenmesi lüzumludur. Bina yıkılmalannda "müteahhh" diye anılan kişilerde fenni bir yetenek aranmamaktadır. Diyarbakır'daki ye- di katlı binanın yıkılmasından sonra müteahhidin bu işte yetkili kişi olma- dığı, "kasap" olduğu anlaşılmışür. İnşaat müteahhidinin "kazanç" amacı ile kendiliğinden yapüğı kısıtlamala- nn. plana a> kın davranışlann sonuç- lan düşündürücüdür. Açılacak davalann Erzincan'da gö- rülmesi doğru olmayacak, çevrenin üzüntüsü dolayısıyla mahkcmc üze- rinde baskısı önlenemeyecektir. Bu nedenle "davanın başka yere nakli" yerinde olacaktır. ANKARA... ANKA MÜSERREF HEKİMOĞLU Zaman Fırçası Vaktiyle bir dizi yazdım Öncü gazetesinde: 27 Mayıstan Yarına! Başyazarımız Nadir Nadi'nin isteğiyle 27 Mayı^ın Romanı diye belgesel, anısal bir kitabım yayımlandı son- ra. ilginç tepkiler oldu; mektuplar, belgeler yolladı okurlar. Bir gün onları da yayımlarım belki. Kimi, okul kitaplarına girecek kadar güzel. Crneğin Sayın Ecevit'in mektubu. O zaman CHP Genel Başkanı; şimdi DSP. 27 Mayıs'a bakışı da hayli soğuk. 1970lerden 1990lara ulaşırken belli olay- lara bakışımızda bir soğukluk, değişiklik elbet çok doğal. Ancak kimi olayların değişmezleri de yok mu acaba? 27 Mayıs'ın değişmezlerini de en iyi tarihçiler görecek, yargı- layacak bence. Ne getirdi, ne götürdü; siyasal yaşama, duşünce ortamına neler bıraktı sorularını en iyi tarihçiler, siyasal bılimciler yanıtlar. Duygusal tartışmalar, savun- malar, eleştiriler dar açıda kalıyor, gerçekleri çarpıtıyor çoğu kez. Olayı bilimin ışığında aydınlatmak gerekir. Ben de düşünüyorum bugün. (Bu yazı cuma günü ya- yımlanacak, ama ben çarşamba günü yazıyorum, 27 Ma- yıs sabahı.) Otuz iki yıl geçti aradan. 27 Mayıs'ın Romanı'nı şimdi yazsaydım neler anlatırdım acaba? Dahası, 27 Ma- yısçılar neler anlatırdı bana? 26 Mayıs gecesinin öyküsü değişmezdi, ama sonraki olayları, bölünmeleri, o bölün- melere yolaçan görüş ayrılıklarını, değişik yöntemleri nasıl yorumlarlardı? Kimi artık dünyamızda değil; kimi enfarktüslü, kiminin ülseri var, kiminin tansiyonu. Kimi geçim sıkıntısı çekiyor, kimi iş dünyasında başarılı bir kişi. Kimi siyasal sahnenin başoyuncularından biri hâlâ. Yıllardan beri ilk kez An- kara'da buluşuyorlar. Kırgınlıkları aşmış görünüyorlar. Birbirlerine hoşgörüyle bakıyor, dostça gülümsüyorlar. Acı deneylerden bir sevgi birikimi oluştu belki de, ya da onlar da bir uzlaşma örneği veriyor. Bu güzel bir olay ben- ce. Çünkü her şeye karşın ortak yazgıları var. Otuz iki yıl önceden bugüne uzanıyor. Bugünden yarına da uzanacak kuşkusuz. Gelecek kuşaklar da tanıyacak onları. Tarihin sayfalarında gerçek yerlerine oturmuş kişilikleri ve eylem- leriyle değerlendirecekler. Kimmiş bu 27 Mayısçılar?.. Çıkarcı mı, serüven sevdalısı mı, Atatürkçü mü, laik mi, demokrat mı; bir mayıs gecesi dönemin iktidarını devir- mek için neden ölümü göze almış, yüreklice başkoymuş- lar? Sonra neler olmuş, neler olmamış, niçin olmuş, açık seçik bilinecek o zaman. Zamanın fırçasında çizgiler derinleşir, renkler de daha iyi belirir değil mi? O fırça aldanmıyor hiç! Yakın tarihimiz- de çok örneği var. Kimi kişileryaşarken ölüyor, kimi kişiler de gökkuşağına benziyor, ama zamanın fırçasıyla çabuk silinip soluyorlar! 27 Mayıs, Anayasa Bayramı olarak kutlandı yakın yıllara kadar. Büyük coşku, katılımla. 1961 Anayasası kutlanacak belgeydi gerçekten. Hâlâ düşünüyorum, o belgeyi yaşa- mımızda hissetseydik çağdaş bir düzeye ulaşmaz mıydık acaba? Bunca kan ve gözyaşı dökülür, barış özlemi böyle- sine derinleşir miydi? 1961 Anayasası çağdaş bir belgeydi halkoyuna sunul- duğu zaman. Çoksesliliğe, reformlara, örgütlenmeye açık bir yasa. Belki çok ayrıntılı, ama hazırlayanlar kâğıtta kala- cağını düşünmedi hiç! Tersine, o yasada yer alan hakların, özgürlüklerin, güvancelerin yaşama geçeceğine inandı- lar. Umut güzel şey. »Hepimiz çok umutlu, umutlar doğrultusunda mutlu ve iyimserdik 1960larda. 1970'lerde bir onarım, 1980lerde yeni bir yasa derken anayasa bayramlarının sevinci soldu. Yeni anayasanın o sevinci yeniden yeşerteceğini umut ediyorum. Ancak yasalar kadar, uygulamayanlar oa önemli değil mi? .. ••• Durul Gence'yi dinledik geçen gece. Eski şarkılarla se- lamladı bizi, nostaljik saatler yaşadık. O şarkıları söyledi- ğimiz günlerin anılarına daldık. Masamıza geldi, biraz söyleştik sonra. Müzik özlemini anlattı; davulunu özlüyor, şarkı söylemeyi, içinde deprem türü hissediyor neredey- se. Tokmağına sarılmak kaçınılmaz o zaman. Şarkı söylü- yor, şımşekler çakıyor tokmağında; geçmişten, gelecek- ten pırıltıiar sesleniyor. Kulaklarımız parladı, yüreğimizde güzel titreşimlerle dinledik, biz de şarkılara katıldık, sonra karar verdikdostlarla. Birakşam buluşup şarkı söyleyece- ğiz. Sevdiğimiz şarkıları ve türküleri. Vaktiyle söylerdik, şarkılarla seslenirdik birbirimize. Sevgili Ruhi Su datürkü- lerle coştururdu bizi. Yeni uzunçalarların açılış konserini verirdi başkentli dostlarına. 27 Mayıs geceleri da şarkılar, danslar, türkülerle çınlar- dı vaktiyle... Geçende Ankara'ya gelen inci Başarır Paige anlattı, şarkı söylemek bir tür terapi sayılıyor. ABD üniversiteleri- nin müzik fakültelerinde gençler ve yaşlılar için uygulanan bir yöntem son yıllarda. Çocuklar bunalımlarını, yaşlılar yalnızlığı aşıyor şarkı söyleyerek. insan, sesini duyarak, duyurarak rahatlıyor belki de... Gelin bir şarkı söyleyelim! BULMACA SOLDAN SAGA: 1/ Hassas. 2/ Halk dilinde soğuk al- gınlığına verilen ad... Tütün diz- mek, kurutmak ve işlemek için kulla- nılan üstü kapalı sergi. 3/ Kilise hiz- metini gören ve çan çalan kimse... De- mirin simgesi. 4/ İlave... Kendine mal etme, kazan- ma. 5/ Parola... Türkiye'nin de üye- si bulunduğu bir örgüt. 6/ Bir tür eğri budama bı- çağı... Kolaylıkla aldatılabilen. 7/ înce ve süslü el işi... ltalya'da bir ır- mak. 8/ Eski Mısır'da insanoğlu- nun hayati dayanağı olan üretici güç... Ulusiararası Para Fonu'nun simgesi. 9/ Yiyecek ve içeceğin sak- landığı oda ya da dolap... Hatay ilinde bir ırmak. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ba- sılmakta olan bir yazı üzerindeki dizgi yanlışlarını belli işaretlerle belirtme. 2/ Çocuk... Kuzu derileri üzerindeki yağları ve fazlalıklan temizlemede kulla- nılan iki kulplu bıçak. 3/ Koyun tüyü... Bozma, zarar verme. 4/ Isparta yöresinde yetişen iri ve yuvarlak taneli, ince kabuklu bir üzüm cinsi. 5/ Ateş... Buyurucu. 6/ Çıkılması güç kayalık yer... İlaç. 7/ Şarkı, türkü... Kesinlikle uyulması gereken Ku- ran ve hadis hükümleri... Bir nota. 8/ Eski dilde güneş. 9/ Rüz- gâr korkusu. BOĞAZİÇİ ÜNİVERŞİTESİ REKTÖRLÜĞÜ RUSÇA KURSLARI Boğaziçi Universitesi Fen-Edebiyat Fakültesı tarafından 1-25 Ha- ziran 1992 urıhlen arasında başlangıç duzeyınde hızlandırılmış Rus- ça kursu avılacakıır. Kurs; Pazartesi. Salı, Çarşamba, Perşembe gunleri saaı 18.00-21.00 arasında yer alacaktır. Kurs suresince toplam 48 sa- allik eğitim verileceklir. Yalnızca 10 kişıyle kısıtlı olan kursun ucreti 1.500.000 TL'dir (KDV harıv). Kayıtlar 27-29 Mayıs 1992 tarihlerinde 10.00-14 30 arası Fen-Edebıyat FakulleM hınaM 420 No"lu odada ya- pılacaktır. Fazla bılgi ıvin 25 750 39"a ve\a 263 15 cK/'dan 623e ba>- vurulabılır Bj,ın: 2~9"9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle