Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 9ŞUBAT1992PAZAR
10 PAZAR YAZILARI
Seks
duskumı
KOPENHAG
FERRÜH
YILMAZ
"Kadınlar erkeklerin seks düşkünlü-
ğünü iyi kullanırlar ve erkekleri avuçla-
niçinealırlar."
Geçen hafta, televizyonun birinci ka-
nalında, kamuoyundaki genel kanıları
sorgulamasıyla tanınan tartışma prog-
ramı "45 Dakika" bu iddiayla başladı.
Program boyunca da kadın ve erkeğin
birbirine karşı konumu üzerine iddiatar
birbirini izledi. Programın sonunda id-
dialar, yüzyıllardır olduğu gibi yine
havada asılı kaldı. ne ben düşüncelerimi
değiştirdim, ne de kapı komşum kakül-
lü hatun.
Programa striptiziyle katılan ünlü
manken Trine Michelsen, "Ah şu er-
keklere istediğini yaptırmak ne kolay"
dedi, ardından da ekledi: "Erkekleri
.manipule etmek çocuk oyuncağı!".
Programın erkek sunucusu, "Peki sen
erkeklerle dalga geçmek için mi apış
arası kıllannı açık artırmayla sattın" di-
ye sordu. Michelsen, "Hayır onun pa-
raları hayırlı bir işe kullanıldı o yüz-
den" diye cevapladı.
Bir gazetenin tartışma köşesine yaz-
dığı yazıda. "Bütün kadınlar isteseler
hayatlarının bundan sonraki bölümü-
nü erkeklerle ilişki kurmadan da geçire-
bilirler ve hiçbir eksiklik de duymazlar"
diye iddia eden kadın yazar, "Ben aslın-
da, hani o hiçbir duygusal yanı olma-
yan üç-beş dakikalık ilişkilere giren
kadınlan kasdetmiyorum" diye çark
edip yazısıyla bu konuda bir tartışmayı
provoke etmeyi amaçladığmı itiraf etti.
Radyoda cinsel konularda dinleyici-
lerin sorularını cevaplayan doktor ha-
nım. "Erkekler sekse kadınlardan daha
fazla düşkündürler demek yanlış. ka-
dınlar da aslında sekse hem de duygusal
yanı olmayan o üç-beş dakikalık sekse
düşkündürler" demekle kalmayıp "Ey
yıllardır yumuşak başlı erkek isteyen
kadınların önünde diz çöken erkekler,
artık silkinin. kendi erkek kimliğinizi
bulun" deyip tartışmada keskin bir uç
oluşturdu.
Doktor hanırndan hemen sonra yü-
zünü ve kimliğini saklayarak konuşan
erkek fahişe. kadınların kendisiyle ne-
den ve nasıl birlikte olduklarını anlattı.
"Niye bu kadınlar herhangi bir barda
ya da diskotekte bir erkek bulmak yeri-
ne sana geliyorlar" sorusuna, "Onlara
her iştediklerini yaptıramıyorlar, fante-
zilerini tam olarak yaşayamıyorlar"
diye cevap vererek "Kadınların da sek-
se düşkün olduklarmı" onayladı.
Kadın striptlzciyle başlayan program
erkek striptizcinin şovuyla bitti. Prog-
ramın sonunda ne behim düşünceleri-
me daha çok açıklık geldi, ne kapı
komşum kaküllü hatun tutumunu de-
ğiştirdi.
Erkek tarafı olarak ben, programın
başındaki iddiaya katılmayı çıkanma
daha uygun buluyorum. kadınlann be-
ni kullandıklannı düşünüyorum, ken-
dimin onları kullanabileceğini asla iti-
raf etmiyorum. Kapı komşum kaküllü
kızda mutlaka tersini yapıyordur.
Şarlatan
besteci
BLDAPESTE
MEHMET
MESTÇİ
Amerika'nın en iyi üniversitelerinden
birinde kompozisyon dersleri veren
Macar bestekârını en son New Yorkta
Times Square"da gördüğümde keyfı ye-
rindeydi. Pelte gibi Macar aksanıyla
kışın Budapeşte'de vcreceği konsere
gelmem gerektiğini söyledi. Sonunda
kış geldi ve bestekâr uçağa binip birkaç
gün için vatanına döndü.
Bestekârın konserine gitmenin kor-
kunç birzaman kaybıolacağı konusun-
da okuldaki bazı kişilcr tarafından
uyanrmıştım. "O bir şarlatandır!" de-
mişlerdi, "5 para etmez bir besteci bo-
zuntusu." Ben de "şarlatanlığm" hangi
ses aralıklarıyla, hangi çalgılar tarafın-
dan temsil edildiğini görmek üzere git-
tim konsere.
Hayatımda bundan daha berbat bir
olayla karşılaşmadığımı belirteyim. Sa-
allerce sürdü konser. Yeteneksizliğin
bestekân yerlerde süründürdüğü. in-
sanların bucak bucak kaçtığı bö\Ic bir
konserde onun eserlerini seslendircn
müzikçilerin bilc suratından düşcn bın
parçaydı.
İşin kötüsü Macaristan'm cn iyi bcs-
tecilcri György Kurtag'lar. Zollan Je-
ney'ler, Laszlo Sarylcr konsere leşrif
etmişlerdi. Kurtag"ın karısı gcce\i pro-
tesloctmek için uyudu. Sar> yanındaki
Zollan Jeney'e dönüp döniip küfürler
savurdu. Jeney'inse kaşlan çatılmaktan
çaprazoldu. Konser bitincchepsi bcsic-
kân kutladılar. keyifli tavırlarına. mut-
luluğuna anlam veremediler. Sonra çil
yavrusu gibi dağıldılar.
Bestekâr viyolonselci sevgilisi tara-
fından ça'maıı 43 dakıkaıiK paıçaya
özclliklc lanetlcr yağdırarak. şarlatanın
bizi hapscttiği güzel geccnin clkilcrin-
dcn kurtulmak için yakınımdaki bilar-
do salonuna gitüm.
Feminist harekette porno rüzgârı"Ayda bir iki kez mahallcnin köşesin-
dcki porno dükkânını ziyaret eder. ya bir
video, >a bir açık saçık dergı ya da kitap
satın alırım? Gencllikle dükkândaki tek
kadın müşıerı durumunda kalır. çoğun-
luğu ağır işçı olan erkekler arasında \a-
dırganırım. Bu dükkâna girmek bira/
cesarel istcr, bazen utangaç olduğum
günlerde dükkâna girmekten vazgeçti-
ğim olur. Dükkândaki satıcılar beni ra-
hatlatmaya çalışır, ara sıra sarkıntılık
filan eden olursa haber vermemi. duruma
derhal müdahaleedeceklcrini imaederck
bana, sen de bizden sayılırsın muamelesi
çekcrler..." Bu şckildc başlayan yazı
ABD'nin önde gelen dergilerinden Har-
per'sda. bir porno \ideo filminin ismi
olan "Bana bclden aşağı şeyler söylc"
başlığı ile üstelik başmakale olarak ya-
yımlandı.
ABD'de porno dükkânlarında kadın
müşteri oldukça yadırganan bir durum.
Ancak. pornografiyi "kadın etinin satışa
çıkarılması" olarak nıtclendiren feminist
hareket geleneğine sahip ABD'de "her
şeyde her yerdc ve pornoda da" eşitlik
arayışları giderek popüler hale geliyor.
Artık sadece kendi özel yayın organların-
da değıl. Harper"s gibi "kurumsallaşmış"
saygın \ayın organlannda da başyazılar-
da ycni pornocu feminizmin sesini duy-
mak mürnkün. Geçcnlerde kadın hakla-
rının en önemli kuruluşlanndan NOW
(Ulusal Kadın Örgütü) 25. yıldönümünü
kullarken feminizmin radikal ve hayatla
bağdaşmayan ilkelcr bütünü haline gel-
diği. bu açıdan da bugün pck çok kadının
"feminizme sıriını" döndüğünü öne sü-
ren çcşitli elcştirilerortaya atıldı.
The NVashington Post gazetesinde \a-
yımlanan bir makalcde "Mutlu Son"
romanının \azan feminist Gally Quınn.
NEW YORK
ŞEBNEM
ATİYAS
"feminizmi kimin öldürdüğünü" sorgu-
ladı. Yazar. komünizmin olduğu gibi
feminizmin de "kötü ve çiftc standartlı li-
derlerce" yanlış yönlendirildiğini iddia
etti. Quinn, NOWın uzun süre lidcrliğini
yapan Gloria Steinem'ın son kitabında
âşık olduğu biradamıeldcedebilmek için
onun ıstediâı eıbi da\ randıaını. kcndı ka-
litesinden fedakârlık ettiğini itiraf ettiğini,,
Janc Fonda'nın son kocası Ted Turncr'-
in isteğine uyarak iş seyahallerindcn vaz-
geçliğini söylcdiğini, Barbara Strcisand'-
ın televizyona vcrdiği bir söylcşidc "Her
ne kadar özgürlükçü bir feminist olsam
da ve başka birinin bcni kanatlan altına
almasına ihtiyacım olmasa da bu iş ha-
yatta hiç dc öyle olmuyor. İnsani bir fak-
lör var yani" dediğini anlattı.
VVashington'un belediye başkanı Sha-
ron Pratt Dixon, Kelly adlı bir adamla
evlendi ve kendi soyadını tutacağına
Pratt Kclly ismini kullanmaya başladı.
Savunduklan ilc yaplıkları birbirini
tutmayan bu feminist liderlerin 25 yıldır
savundukları çeşitli ilkelcr gcnç kuşak
kadınlann hayalım bclirledi. Bir sürc ka-
dınların kendilcrini sadece cv işlcrınc
adamaları ve çocuk sahibi olmaları
"ayıp" karşılanır oldu. Bir kadın "sadece
ev kadını" olduğunu söylcrken yüzü kı-
zarır duruma geldi. Pek çok kadın, öz-
gürlüğü: kocalarını, çocuklarını ve baş
döndürücü ev düzcni kurma çabasını
terk etmck olarak algıladı.
Erkeklerden ncfrct eden bir kadınlar
grubu, karşılığında kadınlardan ncfret
eden bir erkekler grubu oluştu.
Bütün bu cvrclcri astıktan sonra ncrc-
yc vanldığı konusunda Sally Çuinn'in
gözlcmi şöylc: "25 yıllık vasal dencyimin-
dcn sonra feminist harekctin öngörüsü.
hedeneri \c amaçlarını gcrçcklcşlirmck-
len ötc. mırası. kafa karışıklığından iba-
rel. Pek çok kadının >anı sıra pck çok
erkek bugün toplumsal rollcrinın nc ol-
duğu konusunda bü\ük bir kafa karışık-
lığı içindc. Buııca >ıldır onlara nasıl dav-
ranmaları. nclcr hissclmeleri gcrcktiği
öğrctildi. Birbirlcrine karşı gcrçck hislc-
rini saklamaları istcndi. Ya iyi vc doğru
bir fcministıiniz ya da bir aşağılık sck-
sist."
Diana'nın
bacakları
LONDRA
EDİPEMİL
ÖYMEN
Disko müziğıni klasiğe. kisaeteği
tuvalete, hamburgeri şatafatlı ye-
meğe tcrcih eden Prenses Diana.
otomobil konusundaki tercihini de
yaptı: Jaguar ya da Aston yerine
Mercedes. Kocası Prens Charles.
"yerli malı kullanmalı" diyerek
ayağını yerden İngiliz yapımı ara-
balarla kesiyor. Kansının, siyah
Jaguan'nı satarak onun yerine ki-
ralık bir Mercedes ile dolaşmaya
kalkışmasına öfkelenmiş. Magazin
basını böyle yazıyor.
Saatte 150 mil yapıyormuş bu
metalik kırmızı spor 500 SL Merce-
des ve prensesin "renklcrine" de
çok iyi uyuyormuş. Pembe beyaz
ten. parlak mavi göz. buğday sansı
saç. Ayrıca "havasına" da gidiyor-
muş: Genç, dinamik, sportmen,
manken gibi. Yalnız küçük bir so-
run: Prenses arabayı satın almamış,
sadece kiralamış şimdilik. Kirası
da ayda 72 bin sterlinden ibaret.
720 milyon lira kadar. Kocası. "Bu
kirayı devlete ödetemezsin, kendın
ödersin" demiş.
Jaguarın seçım bölgesinden bir
milletvekili de "Işçilerimiz işlcrini
kaybederken. Jaguar 200 milyon
ıçerdeyken gidip de Mercedes al-
mak şaşılacak şcy." diye hayret
etmekte.
Saray ıse olanca ciddiyeti ile iki
satır açıklama yaptı ve "Mercedes,
Avrupa Topluluğu ürünüdür. İngi-
liz otomobillerinde de büyük ölçü-
de yabancı parça bulunmaktadır."
dedi.
Magazin basını. bu somut ve ak-
la uygun açıklamalardan tatmin
olmadı. Hele bir tanesi işin "sırrı-
nı" çözdü: "Spor Mercedes yere
yapışık gibiydi. Diana canının iste-
diği kılıkla otomobiie bınecekti.
inerken uzun ve mevzun bacaklan-
nı daha geniş bir açı ile toplayacak-
tı. Eski otomobili artistik bir inişe
yelerince fırsat vermiyordu." Ga-
zete, bu "açıklama" ile de yetinme-
di ve Diana'nın. eski />tomobilin-
den inerken sıynlan eteklerinin
fotoğraflarını da yayımladı. Prcn-
ses Diana. konumu gereği kısa etek
giyemiyorsa da bir giydi mi de erte-
si gün kendini magazin sayfalann-
da buluvor.
Magazin basınına göre Prenses Di, ancak uzun giyerse eski arabasından rahatça'
inebiliyordu. Şimdi ise göniil rahatlığıyla mini etek giyebilecek. Magazin basını
asbnda Diana'nın eteginin daha da sıynlmasından yana.
Japonların
Paris sendromuParis'in orta parmağı, Şeine nehri. Pır-
lanta iki yüzük gibi geçirilmiş üstüne. La
Cite ve Saint Louis adacıkları. Zaman,
gece ile gündüzün kanştığı o duman ren-
gi saatler. Havada ıslak bir hüzün asılı.
Saint Louis köprüsüne bakan turist kah-
vesinin iskemîelerini yıkıyor yağmur.
Kimisi uzaklaşmış masalardan. dışa dö-
nük duruyor; kimisi rüzgâr sarhoşu, en
yakın tablaya kapaklanmış. Yağmurun
kaçırdığı insanların sıcaklığını koruyor-
lar daha.
İçerinin sıcakhğına sokulgan, âma yine
de dışandaki bir masaya sığınmışız. Te-
pemizdeki tenteye.vurup kayan damlala-
nn serinliğini dinliyoruz. Karşımda otu-
ruyor. arkamızda iki kanş ve milyonlar-
ca ışık yılı var. Uzun boynuna dolanan
ipek eşarpta sonbahar yapraklan dizili.
Adını sormayın. Ama Türkiye'de hepi-
mizin yakından tanıdığı biri. Dünyayı
daha geniş bir açıdan seyredebilmek için
alabildiğine iri ve şehla gözleri, kestane
rengi. Bir tiyatro perdesi gibi inip kalkan
kirpikleri, onu her gördüğümde biraz da-
ha artan incecik kınşıklıklann üstüne
kapanıyorlar. Binlerce öpücüğün yumu-
şatıp soldurduğu dolgun dudaklan va<~.
Yirmi yıl önceki diriliğinin bu denli çekici
olduğunu sanmıyorum.
Sıcak "cafe creme"ini avuçlayan elleri
titriyor. *
"Genç bir sevgilim var" diyor. Gülerek
başımı sallıyorum. Onu hiç yaşlı biriyle
düştemedim ki. %
' '"* " "*B
^
"Benden sekiz yaş küçük. Harika dan-
sediyor. Yves Montand'ı, Dean Martin'i
ve Serge Gainsbourg'u taklit ediyor. Sesi
öyle güzel ki... Çok güldürüyor beni."
Beyaz bastonuyla ıslak kaldırımlara
vura vura, bir kör geçiyor önümüzden.
Parisi görmeden yaşamak korkunç bir
şey olmalı. Köprünün ışıklan yandı. Üs-
tünde bir grup Japon koşuşuyor. Ellerin-
de fotoğraf makineleri. kameralar. Ren-
gârenk yağmurluklan ve toplu turizm
şirketinin dağıttığı bir örnek yağmur baş-
lıklarıyla, nemli havada yerden biten
mantarlara benziyorlar.
Bir gazetede okumuş ve çok gülmüş-
tüm tabii: Japonlar arasında "Paris
Sendromu" diye bir hastalık yaygınlaş-
mış. Pek çok Japon, Paris'e gelip intihar
ediyormuş. Japonya'da ruh doktorlan,
hanl hanl konuyla ilgili araştırma yapı-
yorlannış. Ünlü bir psikiatr, "Paris Send-
romu" adı aliında bir de kıtap yayımla-
mış.
Japonlar, köprünün korkuluklanna
hücum ettiler. Kendi aralannda miyavla-
ya miyavlaya, sulan yararak geçen kava-
noz teknelerin fılmini çekiyorlar. Seine
nehrine özgün bu teknelere "Sinek,Ge-
misi" deniyor. Yazın dört bir yanı açık,
kışın camekân. Turistleri sinema gibi
PARÎS
MİNE G.
SAULNIER
koltuklara oturtuyorlar, kaptanın yanın-
da duran rehber, elindeki mikrofondan
Seine nehrini çevreleyen taş hazinelerin
tarihçelerini anlatıyor.
Le Monde gazetesının çok hoş bir ya-
zan var: Claude Sarraute. Uzun süre er-
kek olduğunu düşünmüştüm. Meğer
kadınmış. Japonların intihar etme alış-
kanlıklarını o yazdı sütununda. Küçü-
cük bir köşesi var, Japonların kendilerini
öldürmek için niye bu kenti seçtiklerine
ilişkin bir dizı esprili neden sıralamış:
"örneğin," diyor, "bir Japon kırk yılda
bir mal satmak yerine mal almak üzere
Paris'te bir dükkâna girdi. Kıminle karşı-
laşacak? Paydosu beklerken bu müşteri
de nereden çıktı diye kızgınlıkla havlayan
bir satıcı ile. Sonra caddeden karşıdan
karşıya geçerken, arabalar kırmızıda du-
rur biçiminde bir eğitim görmüştür Ja-
pon. Kırmızıda vızır vızır geçen arabalan
görünce, organik pusulası altüst olur za-
vallının. Birde yol sormaya görsûn; ya'pı-
lan tarifle yönünün tam tersine ulaşınca,
uzaktan görebildiği ilk anıtın tepesine çı-
kar ve kendini aşağı atar. Başbakanımız
Japonya ile başa çıkmaya kararlı, biz de
böyle tek tek imha yoluyla kendisinedes-
tek oluyoruz demeİc ki."
Siyah kaşmir paltosuna biraz daha sa-
nndı Arkadaşım bir sigara yaktı.
Uzaktan, çikolatalı krep kokulan geli-
yor. Kahvenin içi yükünü aldı. Sigara
dumanları. kahkahalara kanşmakta.
Köprünün öte yakasında araba gürültü-
leri, cankurtaran sirenleri. On yıl sonra
Fransa'da yüz yaşını aşkın 200 bin küsur
insan olacakmış. İnsan yaşamının uza-
ması neye yarar ki? Gençliği değil. yaşlılı-
ğı uzatıyorlar.
Sigaranın basını iyice ezdi tablada.
"Sekiz yaş..." dedi. "Gülünç mü oluyo-
rum sence? Ama karşıma çıktığı. böyle
biri çıktığı iyi oldu. Yoksa..."
Yakalanmızı kaldırıp yürümeye başla-
dık. Yağmur damlaları. düzenli araîık-
larla düşen bir zaman saatinin kumları
gibi çarpıyor yüzümüze. Notre Dame
Katedrali'nin gölgesi, kütlesinden daha
büyük gibi.
Eyfel kulesi çok uzun süre önce, intihar
edilebilecek yüksekliklerini ziyaretçilere
kapadı. Acaba hiç kimse Notre Dame'ın
kulelerinden atlamış mıdır?
Sayın Doktor ve Eczacılara
EPHYNAL RocheE VİTA/VAİMİ
100 mg, 30 çiğneme drajesi
piyasaya sunulmuştur.
Roche
ROCHE MÜSTAHZARLARI SANAYİ ANONİM ŞİRKETİ
P.K.16, 80622 Levent/İstanbul
Not: EPHYNAL çiğneme drajesi ile itgili detaylı bilgi firmamızdan temin edilebilir.
SessizbirdirenişMahatma Gandi. Hindistan'da, Bri-
tanya sömürüsüne karşı verdiği direnişin
ölümsüzleştirdiği kahraman. Ama önce-
jikle, "Gandi"nin zihinlerde yarattığı ilk
imge "açlık grevi" olsa gerek.
İnsanoğlunun kendi bedeninden ödün
vererek gıriştiği bu acıh direniş, kimi za-
man ulusal öncüler yaratıyor tarihte,
Ninoy Aquino gibi.
Bayan Aquino, tarihe gömülen bu
kanlı dönemı demokrasi andı ile devral-
mış kişi. Ancak belleği, geçmişe karşı
duyarhlığını ve sadakatını yitirecek ka-
dar zayıfTamış olmalı. Yoksa. durumlan-
nın düzeltilmesi için son çare açlık grevi-
ne başlamış olan 2000 öğretmenin ışleri-
ne son verilmesini anlayabilmek çok güç
Ayhklan 2500 ile 4000 peso (1 peso 200
TL) arasında değişen; günde 3 devirlik
öğretim programını tamamlayabilmek
için zamanla ve dayanma güçleri ile yarı-
şan Filipinler'in bu çilekeş memurları.
sorunlanna ses getirebilmek üzere 1990
ekiminde 3 günlük bir açlık grevi başlat-
mışlardı. Bu cesaretleri karşısında öfke-
den deliye dönen Eğitim Bakanı Isidro
Carinyo, 2000 öğretmenin işlerine derhal
son vererek ancak yatışabilmişti. Bunun
üzerine öğretmenler. Acjumodemokrasi-
si ile birlikte kurulan "yüce mahkeme"ye
birkaç ay arahklarla tam 4 kez başvurdu-
lar. Ancak adı üstünde bu yüce kuruluş;
zirvelerden aşağılara bakarak bayağı ko-
nularla uğraşacak kadar mütcvazı ola-
mazdı.
Buradan da kapı dışarı edilen öğret-
menler, ocak 91'de Uluslararası Çalışma
Örgütü'ne (ILO) ileltiler durumlarını.
Cenevre"den aldıkları yanıt ise bu kuru-
luşun yalnızca yaşamsal önemdeki mes-
lek gruplarını içerdiği. öğretmcnlerin bu
kapsamın dışında kaldığı biçimindeydi.
Bu arada durumun giderek dağılıp yayıl-
masından kaygılanan Carinyo. öğret-
MANÎLA
DİLEK
KOÇ
menlerin yansını bağışlayıp işlerine geri
göndererek, gayet güzel bir "parçala- -yö-
net" örneği yerdi. Işte asıl zorlu direniş
bundan sonra başladı. Artık kendi be-
denlerinden başka yitirecek bir şeyleri
kalmadığına inanan 29 kişilik öğretmen
grubu, 12 Kasım 9 Tde, bu kez ölüme ant
ıçerek bir kez daha başladılar greve.
Amaçlannı maddeleyip Başkan Aquino-
"ya ilettiler: Kalan 1000 öğretmenin yeni-
den işe alınmalan, işsizlik süresince yiti-
rilen ayhklannın ödenmesi, en az 5000
peso aylık ve bazı sosyal kolaylıklar...
Aquino, grevin 23. gününde oldukça
sert bir uyan ile önce grevi bırakmalannı,
daha sonra konuşulabileceğini iletti ken-
dilerine. Öğretmenler ise önce anlaşmayı
şart kçşarak, açlıklannı yaşam sınırları-
na doğru sürdürmeye devam ettiler. Bu
arada olay. ülke sınırlannı aşmaya başla-
mıştı bile. ILO'dan. İnsan Hakları Ko-
misyonu'ndan, Koreli Öğretmenler Bir-
liği'nden ve daha birçok kuruluştan
gelen destek ve Aquino'ya yollanan rica
mektuplan. sonunda başkanm merha-
metini uyarmasa da inadını kırmaya yet-
ti. Ve 10 Aralık Dünya İnsan Haklan
Gününde Eğitim Bakanı Carinyo'nun
Cebu vilayetınden dönmesi bile beklen-
meden başkanlık sarayına çağrıldı öğret-
menler. Diyalog başladı. Daha önce
başkana sunulmuş olan istekler, aynntı-
lar sonraya bırakılmak üzere onaylandı.