06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9ŞUBAT1992PAZAR 10 PAZAR YAZILARI Seks duskumı KOPENHAG FERRÜH YILMAZ "Kadınlar erkeklerin seks düşkünlü- ğünü iyi kullanırlar ve erkekleri avuçla- niçinealırlar." Geçen hafta, televizyonun birinci ka- nalında, kamuoyundaki genel kanıları sorgulamasıyla tanınan tartışma prog- ramı "45 Dakika" bu iddiayla başladı. Program boyunca da kadın ve erkeğin birbirine karşı konumu üzerine iddiatar birbirini izledi. Programın sonunda id- dialar, yüzyıllardır olduğu gibi yine havada asılı kaldı. ne ben düşüncelerimi değiştirdim, ne de kapı komşum kakül- lü hatun. Programa striptiziyle katılan ünlü manken Trine Michelsen, "Ah şu er- keklere istediğini yaptırmak ne kolay" dedi, ardından da ekledi: "Erkekleri .manipule etmek çocuk oyuncağı!". Programın erkek sunucusu, "Peki sen erkeklerle dalga geçmek için mi apış arası kıllannı açık artırmayla sattın" di- ye sordu. Michelsen, "Hayır onun pa- raları hayırlı bir işe kullanıldı o yüz- den" diye cevapladı. Bir gazetenin tartışma köşesine yaz- dığı yazıda. "Bütün kadınlar isteseler hayatlarının bundan sonraki bölümü- nü erkeklerle ilişki kurmadan da geçire- bilirler ve hiçbir eksiklik de duymazlar" diye iddia eden kadın yazar, "Ben aslın- da, hani o hiçbir duygusal yanı olma- yan üç-beş dakikalık ilişkilere giren kadınlan kasdetmiyorum" diye çark edip yazısıyla bu konuda bir tartışmayı provoke etmeyi amaçladığmı itiraf etti. Radyoda cinsel konularda dinleyici- lerin sorularını cevaplayan doktor ha- nım. "Erkekler sekse kadınlardan daha fazla düşkündürler demek yanlış. ka- dınlar da aslında sekse hem de duygusal yanı olmayan o üç-beş dakikalık sekse düşkündürler" demekle kalmayıp "Ey yıllardır yumuşak başlı erkek isteyen kadınların önünde diz çöken erkekler, artık silkinin. kendi erkek kimliğinizi bulun" deyip tartışmada keskin bir uç oluşturdu. Doktor hanırndan hemen sonra yü- zünü ve kimliğini saklayarak konuşan erkek fahişe. kadınların kendisiyle ne- den ve nasıl birlikte olduklarını anlattı. "Niye bu kadınlar herhangi bir barda ya da diskotekte bir erkek bulmak yeri- ne sana geliyorlar" sorusuna, "Onlara her iştediklerini yaptıramıyorlar, fante- zilerini tam olarak yaşayamıyorlar" diye cevap vererek "Kadınların da sek- se düşkün olduklarmı" onayladı. Kadın striptlzciyle başlayan program erkek striptizcinin şovuyla bitti. Prog- ramın sonunda ne behim düşünceleri- me daha çok açıklık geldi, ne kapı komşum kaküllü hatun tutumunu de- ğiştirdi. Erkek tarafı olarak ben, programın başındaki iddiaya katılmayı çıkanma daha uygun buluyorum. kadınlann be- ni kullandıklannı düşünüyorum, ken- dimin onları kullanabileceğini asla iti- raf etmiyorum. Kapı komşum kaküllü kızda mutlaka tersini yapıyordur. Şarlatan besteci BLDAPESTE MEHMET MESTÇİ Amerika'nın en iyi üniversitelerinden birinde kompozisyon dersleri veren Macar bestekârını en son New Yorkta Times Square"da gördüğümde keyfı ye- rindeydi. Pelte gibi Macar aksanıyla kışın Budapeşte'de vcreceği konsere gelmem gerektiğini söyledi. Sonunda kış geldi ve bestekâr uçağa binip birkaç gün için vatanına döndü. Bestekârın konserine gitmenin kor- kunç birzaman kaybıolacağı konusun- da okuldaki bazı kişilcr tarafından uyanrmıştım. "O bir şarlatandır!" de- mişlerdi, "5 para etmez bir besteci bo- zuntusu." Ben de "şarlatanlığm" hangi ses aralıklarıyla, hangi çalgılar tarafın- dan temsil edildiğini görmek üzere git- tim konsere. Hayatımda bundan daha berbat bir olayla karşılaşmadığımı belirteyim. Sa- allerce sürdü konser. Yeteneksizliğin bestekân yerlerde süründürdüğü. in- sanların bucak bucak kaçtığı bö\Ic bir konserde onun eserlerini seslendircn müzikçilerin bilc suratından düşcn bın parçaydı. İşin kötüsü Macaristan'm cn iyi bcs- tecilcri György Kurtag'lar. Zollan Je- ney'ler, Laszlo Sarylcr konsere leşrif etmişlerdi. Kurtag"ın karısı gcce\i pro- tesloctmek için uyudu. Sar> yanındaki Zollan Jeney'e dönüp döniip küfürler savurdu. Jeney'inse kaşlan çatılmaktan çaprazoldu. Konser bitincchepsi bcsic- kân kutladılar. keyifli tavırlarına. mut- luluğuna anlam veremediler. Sonra çil yavrusu gibi dağıldılar. Bestekâr viyolonselci sevgilisi tara- fından ça'maıı 43 dakıkaıiK paıçaya özclliklc lanetlcr yağdırarak. şarlatanın bizi hapscttiği güzel geccnin clkilcrin- dcn kurtulmak için yakınımdaki bilar- do salonuna gitüm. Feminist harekette porno rüzgârı"Ayda bir iki kez mahallcnin köşesin- dcki porno dükkânını ziyaret eder. ya bir video, >a bir açık saçık dergı ya da kitap satın alırım? Gencllikle dükkândaki tek kadın müşıerı durumunda kalır. çoğun- luğu ağır işçı olan erkekler arasında \a- dırganırım. Bu dükkâna girmek bira/ cesarel istcr, bazen utangaç olduğum günlerde dükkâna girmekten vazgeçti- ğim olur. Dükkândaki satıcılar beni ra- hatlatmaya çalışır, ara sıra sarkıntılık filan eden olursa haber vermemi. duruma derhal müdahaleedeceklcrini imaederck bana, sen de bizden sayılırsın muamelesi çekcrler..." Bu şckildc başlayan yazı ABD'nin önde gelen dergilerinden Har- per'sda. bir porno \ideo filminin ismi olan "Bana bclden aşağı şeyler söylc" başlığı ile üstelik başmakale olarak ya- yımlandı. ABD'de porno dükkânlarında kadın müşteri oldukça yadırganan bir durum. Ancak. pornografiyi "kadın etinin satışa çıkarılması" olarak nıtclendiren feminist hareket geleneğine sahip ABD'de "her şeyde her yerdc ve pornoda da" eşitlik arayışları giderek popüler hale geliyor. Artık sadece kendi özel yayın organların- da değıl. Harper"s gibi "kurumsallaşmış" saygın \ayın organlannda da başyazılar- da ycni pornocu feminizmin sesini duy- mak mürnkün. Geçcnlerde kadın hakla- rının en önemli kuruluşlanndan NOW (Ulusal Kadın Örgütü) 25. yıldönümünü kullarken feminizmin radikal ve hayatla bağdaşmayan ilkelcr bütünü haline gel- diği. bu açıdan da bugün pck çok kadının "feminizme sıriını" döndüğünü öne sü- ren çcşitli elcştirilerortaya atıldı. The NVashington Post gazetesinde \a- yımlanan bir makalcde "Mutlu Son" romanının \azan feminist Gally Quınn. NEW YORK ŞEBNEM ATİYAS "feminizmi kimin öldürdüğünü" sorgu- ladı. Yazar. komünizmin olduğu gibi feminizmin de "kötü ve çiftc standartlı li- derlerce" yanlış yönlendirildiğini iddia etti. Quinn, NOWın uzun süre lidcrliğini yapan Gloria Steinem'ın son kitabında âşık olduğu biradamıeldcedebilmek için onun ıstediâı eıbi da\ randıaını. kcndı ka- litesinden fedakârlık ettiğini itiraf ettiğini,, Janc Fonda'nın son kocası Ted Turncr'- in isteğine uyarak iş seyahallerindcn vaz- geçliğini söylcdiğini, Barbara Strcisand'- ın televizyona vcrdiği bir söylcşidc "Her ne kadar özgürlükçü bir feminist olsam da ve başka birinin bcni kanatlan altına almasına ihtiyacım olmasa da bu iş ha- yatta hiç dc öyle olmuyor. İnsani bir fak- lör var yani" dediğini anlattı. VVashington'un belediye başkanı Sha- ron Pratt Dixon, Kelly adlı bir adamla evlendi ve kendi soyadını tutacağına Pratt Kclly ismini kullanmaya başladı. Savunduklan ilc yaplıkları birbirini tutmayan bu feminist liderlerin 25 yıldır savundukları çeşitli ilkelcr gcnç kuşak kadınlann hayalım bclirledi. Bir sürc ka- dınların kendilcrini sadece cv işlcrınc adamaları ve çocuk sahibi olmaları "ayıp" karşılanır oldu. Bir kadın "sadece ev kadını" olduğunu söylcrken yüzü kı- zarır duruma geldi. Pek çok kadın, öz- gürlüğü: kocalarını, çocuklarını ve baş döndürücü ev düzcni kurma çabasını terk etmck olarak algıladı. Erkeklerden ncfrct eden bir kadınlar grubu, karşılığında kadınlardan ncfret eden bir erkekler grubu oluştu. Bütün bu cvrclcri astıktan sonra ncrc- yc vanldığı konusunda Sally Çuinn'in gözlcmi şöylc: "25 yıllık vasal dencyimin- dcn sonra feminist harekctin öngörüsü. hedeneri \c amaçlarını gcrçcklcşlirmck- len ötc. mırası. kafa karışıklığından iba- rel. Pek çok kadının >anı sıra pck çok erkek bugün toplumsal rollcrinın nc ol- duğu konusunda bü\ük bir kafa karışık- lığı içindc. Buııca >ıldır onlara nasıl dav- ranmaları. nclcr hissclmeleri gcrcktiği öğrctildi. Birbirlcrine karşı gcrçck hislc- rini saklamaları istcndi. Ya iyi vc doğru bir fcministıiniz ya da bir aşağılık sck- sist." Diana'nın bacakları LONDRA EDİPEMİL ÖYMEN Disko müziğıni klasiğe. kisaeteği tuvalete, hamburgeri şatafatlı ye- meğe tcrcih eden Prenses Diana. otomobil konusundaki tercihini de yaptı: Jaguar ya da Aston yerine Mercedes. Kocası Prens Charles. "yerli malı kullanmalı" diyerek ayağını yerden İngiliz yapımı ara- balarla kesiyor. Kansının, siyah Jaguan'nı satarak onun yerine ki- ralık bir Mercedes ile dolaşmaya kalkışmasına öfkelenmiş. Magazin basını böyle yazıyor. Saatte 150 mil yapıyormuş bu metalik kırmızı spor 500 SL Merce- des ve prensesin "renklcrine" de çok iyi uyuyormuş. Pembe beyaz ten. parlak mavi göz. buğday sansı saç. Ayrıca "havasına" da gidiyor- muş: Genç, dinamik, sportmen, manken gibi. Yalnız küçük bir so- run: Prenses arabayı satın almamış, sadece kiralamış şimdilik. Kirası da ayda 72 bin sterlinden ibaret. 720 milyon lira kadar. Kocası. "Bu kirayı devlete ödetemezsin, kendın ödersin" demiş. Jaguarın seçım bölgesinden bir milletvekili de "Işçilerimiz işlcrini kaybederken. Jaguar 200 milyon ıçerdeyken gidip de Mercedes al- mak şaşılacak şcy." diye hayret etmekte. Saray ıse olanca ciddiyeti ile iki satır açıklama yaptı ve "Mercedes, Avrupa Topluluğu ürünüdür. İngi- liz otomobillerinde de büyük ölçü- de yabancı parça bulunmaktadır." dedi. Magazin basını. bu somut ve ak- la uygun açıklamalardan tatmin olmadı. Hele bir tanesi işin "sırrı- nı" çözdü: "Spor Mercedes yere yapışık gibiydi. Diana canının iste- diği kılıkla otomobiie bınecekti. inerken uzun ve mevzun bacaklan- nı daha geniş bir açı ile toplayacak- tı. Eski otomobili artistik bir inişe yelerince fırsat vermiyordu." Ga- zete, bu "açıklama" ile de yetinme- di ve Diana'nın. eski />tomobilin- den inerken sıynlan eteklerinin fotoğraflarını da yayımladı. Prcn- ses Diana. konumu gereği kısa etek giyemiyorsa da bir giydi mi de erte- si gün kendini magazin sayfalann- da buluvor. Magazin basınına göre Prenses Di, ancak uzun giyerse eski arabasından rahatça' inebiliyordu. Şimdi ise göniil rahatlığıyla mini etek giyebilecek. Magazin basını asbnda Diana'nın eteginin daha da sıynlmasından yana. Japonların Paris sendromuParis'in orta parmağı, Şeine nehri. Pır- lanta iki yüzük gibi geçirilmiş üstüne. La Cite ve Saint Louis adacıkları. Zaman, gece ile gündüzün kanştığı o duman ren- gi saatler. Havada ıslak bir hüzün asılı. Saint Louis köprüsüne bakan turist kah- vesinin iskemîelerini yıkıyor yağmur. Kimisi uzaklaşmış masalardan. dışa dö- nük duruyor; kimisi rüzgâr sarhoşu, en yakın tablaya kapaklanmış. Yağmurun kaçırdığı insanların sıcaklığını koruyor- lar daha. İçerinin sıcakhğına sokulgan, âma yine de dışandaki bir masaya sığınmışız. Te- pemizdeki tenteye.vurup kayan damlala- nn serinliğini dinliyoruz. Karşımda otu- ruyor. arkamızda iki kanş ve milyonlar- ca ışık yılı var. Uzun boynuna dolanan ipek eşarpta sonbahar yapraklan dizili. Adını sormayın. Ama Türkiye'de hepi- mizin yakından tanıdığı biri. Dünyayı daha geniş bir açıdan seyredebilmek için alabildiğine iri ve şehla gözleri, kestane rengi. Bir tiyatro perdesi gibi inip kalkan kirpikleri, onu her gördüğümde biraz da- ha artan incecik kınşıklıklann üstüne kapanıyorlar. Binlerce öpücüğün yumu- şatıp soldurduğu dolgun dudaklan va<~. Yirmi yıl önceki diriliğinin bu denli çekici olduğunu sanmıyorum. Sıcak "cafe creme"ini avuçlayan elleri titriyor. * "Genç bir sevgilim var" diyor. Gülerek başımı sallıyorum. Onu hiç yaşlı biriyle düştemedim ki. % ' '"* " "*B ^ "Benden sekiz yaş küçük. Harika dan- sediyor. Yves Montand'ı, Dean Martin'i ve Serge Gainsbourg'u taklit ediyor. Sesi öyle güzel ki... Çok güldürüyor beni." Beyaz bastonuyla ıslak kaldırımlara vura vura, bir kör geçiyor önümüzden. Parisi görmeden yaşamak korkunç bir şey olmalı. Köprünün ışıklan yandı. Üs- tünde bir grup Japon koşuşuyor. Ellerin- de fotoğraf makineleri. kameralar. Ren- gârenk yağmurluklan ve toplu turizm şirketinin dağıttığı bir örnek yağmur baş- lıklarıyla, nemli havada yerden biten mantarlara benziyorlar. Bir gazetede okumuş ve çok gülmüş- tüm tabii: Japonlar arasında "Paris Sendromu" diye bir hastalık yaygınlaş- mış. Pek çok Japon, Paris'e gelip intihar ediyormuş. Japonya'da ruh doktorlan, hanl hanl konuyla ilgili araştırma yapı- yorlannış. Ünlü bir psikiatr, "Paris Send- romu" adı aliında bir de kıtap yayımla- mış. Japonlar, köprünün korkuluklanna hücum ettiler. Kendi aralannda miyavla- ya miyavlaya, sulan yararak geçen kava- noz teknelerin fılmini çekiyorlar. Seine nehrine özgün bu teknelere "Sinek,Ge- misi" deniyor. Yazın dört bir yanı açık, kışın camekân. Turistleri sinema gibi PARÎS MİNE G. SAULNIER koltuklara oturtuyorlar, kaptanın yanın- da duran rehber, elindeki mikrofondan Seine nehrini çevreleyen taş hazinelerin tarihçelerini anlatıyor. Le Monde gazetesının çok hoş bir ya- zan var: Claude Sarraute. Uzun süre er- kek olduğunu düşünmüştüm. Meğer kadınmış. Japonların intihar etme alış- kanlıklarını o yazdı sütununda. Küçü- cük bir köşesi var, Japonların kendilerini öldürmek için niye bu kenti seçtiklerine ilişkin bir dizı esprili neden sıralamış: "örneğin," diyor, "bir Japon kırk yılda bir mal satmak yerine mal almak üzere Paris'te bir dükkâna girdi. Kıminle karşı- laşacak? Paydosu beklerken bu müşteri de nereden çıktı diye kızgınlıkla havlayan bir satıcı ile. Sonra caddeden karşıdan karşıya geçerken, arabalar kırmızıda du- rur biçiminde bir eğitim görmüştür Ja- pon. Kırmızıda vızır vızır geçen arabalan görünce, organik pusulası altüst olur za- vallının. Birde yol sormaya görsûn; ya'pı- lan tarifle yönünün tam tersine ulaşınca, uzaktan görebildiği ilk anıtın tepesine çı- kar ve kendini aşağı atar. Başbakanımız Japonya ile başa çıkmaya kararlı, biz de böyle tek tek imha yoluyla kendisinedes- tek oluyoruz demeİc ki." Siyah kaşmir paltosuna biraz daha sa- nndı Arkadaşım bir sigara yaktı. Uzaktan, çikolatalı krep kokulan geli- yor. Kahvenin içi yükünü aldı. Sigara dumanları. kahkahalara kanşmakta. Köprünün öte yakasında araba gürültü- leri, cankurtaran sirenleri. On yıl sonra Fransa'da yüz yaşını aşkın 200 bin küsur insan olacakmış. İnsan yaşamının uza- ması neye yarar ki? Gençliği değil. yaşlılı- ğı uzatıyorlar. Sigaranın basını iyice ezdi tablada. "Sekiz yaş..." dedi. "Gülünç mü oluyo- rum sence? Ama karşıma çıktığı. böyle biri çıktığı iyi oldu. Yoksa..." Yakalanmızı kaldırıp yürümeye başla- dık. Yağmur damlaları. düzenli araîık- larla düşen bir zaman saatinin kumları gibi çarpıyor yüzümüze. Notre Dame Katedrali'nin gölgesi, kütlesinden daha büyük gibi. Eyfel kulesi çok uzun süre önce, intihar edilebilecek yüksekliklerini ziyaretçilere kapadı. Acaba hiç kimse Notre Dame'ın kulelerinden atlamış mıdır? Sayın Doktor ve Eczacılara EPHYNAL RocheE VİTA/VAİMİ 100 mg, 30 çiğneme drajesi piyasaya sunulmuştur. Roche ROCHE MÜSTAHZARLARI SANAYİ ANONİM ŞİRKETİ P.K.16, 80622 Levent/İstanbul Not: EPHYNAL çiğneme drajesi ile itgili detaylı bilgi firmamızdan temin edilebilir. SessizbirdirenişMahatma Gandi. Hindistan'da, Bri- tanya sömürüsüne karşı verdiği direnişin ölümsüzleştirdiği kahraman. Ama önce- jikle, "Gandi"nin zihinlerde yarattığı ilk imge "açlık grevi" olsa gerek. İnsanoğlunun kendi bedeninden ödün vererek gıriştiği bu acıh direniş, kimi za- man ulusal öncüler yaratıyor tarihte, Ninoy Aquino gibi. Bayan Aquino, tarihe gömülen bu kanlı dönemı demokrasi andı ile devral- mış kişi. Ancak belleği, geçmişe karşı duyarhlığını ve sadakatını yitirecek ka- dar zayıfTamış olmalı. Yoksa. durumlan- nın düzeltilmesi için son çare açlık grevi- ne başlamış olan 2000 öğretmenin ışleri- ne son verilmesini anlayabilmek çok güç Ayhklan 2500 ile 4000 peso (1 peso 200 TL) arasında değişen; günde 3 devirlik öğretim programını tamamlayabilmek için zamanla ve dayanma güçleri ile yarı- şan Filipinler'in bu çilekeş memurları. sorunlanna ses getirebilmek üzere 1990 ekiminde 3 günlük bir açlık grevi başlat- mışlardı. Bu cesaretleri karşısında öfke- den deliye dönen Eğitim Bakanı Isidro Carinyo, 2000 öğretmenin işlerine derhal son vererek ancak yatışabilmişti. Bunun üzerine öğretmenler. Acjumodemokrasi- si ile birlikte kurulan "yüce mahkeme"ye birkaç ay arahklarla tam 4 kez başvurdu- lar. Ancak adı üstünde bu yüce kuruluş; zirvelerden aşağılara bakarak bayağı ko- nularla uğraşacak kadar mütcvazı ola- mazdı. Buradan da kapı dışarı edilen öğret- menler, ocak 91'de Uluslararası Çalışma Örgütü'ne (ILO) ileltiler durumlarını. Cenevre"den aldıkları yanıt ise bu kuru- luşun yalnızca yaşamsal önemdeki mes- lek gruplarını içerdiği. öğretmcnlerin bu kapsamın dışında kaldığı biçimindeydi. Bu arada durumun giderek dağılıp yayıl- masından kaygılanan Carinyo. öğret- MANÎLA DİLEK KOÇ menlerin yansını bağışlayıp işlerine geri göndererek, gayet güzel bir "parçala- -yö- net" örneği yerdi. Işte asıl zorlu direniş bundan sonra başladı. Artık kendi be- denlerinden başka yitirecek bir şeyleri kalmadığına inanan 29 kişilik öğretmen grubu, 12 Kasım 9 Tde, bu kez ölüme ant ıçerek bir kez daha başladılar greve. Amaçlannı maddeleyip Başkan Aquino- "ya ilettiler: Kalan 1000 öğretmenin yeni- den işe alınmalan, işsizlik süresince yiti- rilen ayhklannın ödenmesi, en az 5000 peso aylık ve bazı sosyal kolaylıklar... Aquino, grevin 23. gününde oldukça sert bir uyan ile önce grevi bırakmalannı, daha sonra konuşulabileceğini iletti ken- dilerine. Öğretmenler ise önce anlaşmayı şart kçşarak, açlıklannı yaşam sınırları- na doğru sürdürmeye devam ettiler. Bu arada olay. ülke sınırlannı aşmaya başla- mıştı bile. ILO'dan. İnsan Hakları Ko- misyonu'ndan, Koreli Öğretmenler Bir- liği'nden ve daha birçok kuruluştan gelen destek ve Aquino'ya yollanan rica mektuplan. sonunda başkanm merha- metini uyarmasa da inadını kırmaya yet- ti. Ve 10 Aralık Dünya İnsan Haklan Gününde Eğitim Bakanı Carinyo'nun Cebu vilayetınden dönmesi bile beklen- meden başkanlık sarayına çağrıldı öğret- menler. Diyalog başladı. Daha önce başkana sunulmuş olan istekler, aynntı- lar sonraya bırakılmak üzere onaylandı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle