01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 Cumhuriyet açıkotımım 4Şubatl992 Cezayir ve Batı'da îslam ve Demokrasi Batı, baskıcı rejimlerden yanaKatılanlar: Regis Debray (Siyasetfelsefecisi, Fransa Cumhurbaşkanı danışmam), Prof. Muhammed Arkun (Cezayifîi Sorbonne'da İslam Düşüncesi Tarihi öğretim üyesij, Dr. Olivier Abel (Felsefeci, Fransa Protestan Federasyonu Etik Komisyonu Başkanı) Yavına hazırlavan ve çeviren: RÜŞENÇAKİR -2- • Debray: Ama bu çpk zordu, çünkü bir sivil toplumla iş görrnek için bu toplumun, kendisi- nj temsil ettiğini iddia eden ve kendisini denet- leyen devlete karşı asgari bir bağımsızlığının olması gerekir. Özetle haklısınız, ama bu bağ- lan kurmak pratikte zordu. • Abel: Muhammed Arkun'un dile getirdiği sorunu başka bir açıdan yorumlamak istiyo- rum. Eğer iş Batılılara kalsaydı, hiç farkına varmadan ve mutlaka hiç de umursamadan kendı bildiklerini okur. ekonomik bir libera- lizmle askeri bir baskı yönetiminin bileşkesini yeğlerierdı. Bu bileşke de zengin uluslann, çevrelerindeki ülkelere sunduklan sabıt bir ik- tidar formülü olurdu. Böylece kendi politik liberalizm imtiyazlannı sağlama almış olur- lardı. Hiç dilemeyiz, ama işimize gelen de bu olduğu için sonuçta yol açtığımız denge bu- dur. Liberalizm bıze pazariar açıyor, fakat yoksullaştınlmış toplumlarda da yeni toplum- sal sorunlara neden oluyor. Bu sorunlann bastınlması için daha çok baskıcı rejimleri yeğliyoruz. Bu rejimlerin de daha gelişmiş de- netim teknolojilerine ihtiyacı oluyor ve bu da bize yeni pazariar sağlıyor... Bunlar, içinde bulunduğumuz sistemin o kadar sıradan etki- leri ki yalnızca işgücünün ekonomik bölüşü- mü değil, egemenlik sisteminiapolitik bölüşü- mü de söz konusu. Bu varsayımla, bu ülkele- rin sivil toplumlannın Batı'dan bekleyebile- cekleri bir şey kalmıyor. • Debray: Batı demokrasilerinin, demokratik olmayan bir kuşağa ihtiyaçlan olduğunu söy- lüyorsunuz. • Abel: Ne yazık ki öyle. Yani ekonomik açı- dan liberal, fakat sınırlan tutmak, kitlesel göç dalgalannın önünü almak, tepkileri bastır- mak ıçın de baskıcı yönetımleri yeğliyoılar. • Debray: Demokrasi oyununun, kendını yok etmeden dünyasallaşıp dünyasallaşamayaca- ğını sormuş oluyorsunuz. Benim yanıtım şah- sen hayır olacak. Bu neredeyse antropolik bir gereklilik, yanı artı değeri toplamak amacıyla eşitsızlikler yaratma ihtiyacı var. özgür insan- lara köleler gerek. Sözlenn, fikirlerin ve insan- lann serbest dolaşımı halinde Batı'nın hızla batacağı da doğru. Bu eşıtsızliklerin, sınırlann korunması ise yerinde, giiçlü ıktidarlan zo- runlu kılıyor. Bu anlamda Kuzey ülkelerinin Güney ülkelerine demokrasi vaz etmeleri tam bir ikiyüzlülüktür. Eğer halkın afyonu dinse, Kuzey ülkelerinin afyonu da demokra- sidir. Bunun yanı sıra 50 yıl öncesinin aksine Kuzey Güney'e fazla bel bağlamadan yaşamını sür- "dürebilir. Bu ekonomik süreççok önemli. Pet- Açıkotunımu Cumhuriyet adına düzenJeyen Olivier Abel (solda), Batılı ülkelerin Güney ülkelerinde demokrasinin yerieşmesine ta- raftar olmadıgını iddia ederken Prof. Muhammed Arkun, Avnıpa'da yeni bir politik aklın yaraülması gerektiğioi savunuyor. Abel: Cezayir'de iş Batılılara kalsaydı, ekonomik bir liberalizmle askeri bir baskı yönetiminin bileşkesini yeğlerlerdi. Hiç dilemeyiz, ama işimize geldiği için, sonuçta yol açtığımız denge budur. Liberalizm bize pazariar açıyor, fakat yoksullaştınlmış toplumlarda sorunlara neden oluyor. Bunların bastınlması için baskıcı rejimleri yeğliyoruz. rol dışmda (Körfez savaşı vesilesiyle gördük) Kuzey'in, Güney'in ne hammaddesine ne de işgücüne ihtiyacı var; kısacası "özgürlüğüne" kavuştu. • Abel: Fakat "demokratik imparatorluk"un çevresındeki sınırlan sağlama alma ihtiyacı bi- le güçlü iktıdarlan zorunlu kılıyor. Batılılann bu noktada gözardı ettikleri tek husus, silahlı kişilerin hep "muamma" olduklan ve yalnızca ekonomik ve politik çıkarlara göre tümüyle yönlendirilemeyecekleri gerçeği. • Arkun: Aynca betimlediğiniz durumun ger- çekleşmesi daha çok zaman alacak. Dış tica- rette hammaddelerin oranlannın azaldığı doğru, fakat tamamıyla sıfırlanması hayal bile edilemez. Dünya pazan hep Güney'den Ku- zey'e tek yönlü işliyor. Özellikle petrol ve İs- rail'in bulunduğu Ortadoğu'da poliük önlem- ler alınmasına da bu neden oluyor. Dolayısıy- la "Demokratik süreci kesintiye uğrattılar, demokrasi tohumlan atamazlar" şeklindeki sözleri kesinkes reddediyorum. Çünkü belirle- yici olanjeopolitik, o insanlara, sanki hareket- lerinde ve politika üretmede özgürmüşler gibi bakılamaz. • • Abel: Birtakım zorlamalann olması illa olumsuzluk anlamına gelmemeli, çünkü poli- tika karmaşık bir uzlaşmadır. FlS'in, iktidara geldiği takdirde onu değiştireceği çok söylenı- yor. Ya iktıdar FIS'i nasıl değiştirecekti? FIS, kendisindeki tümüyle dinsel yönü. umut olma özelliğını. bütünlüklü adalet ve mutluluk tale- bini, iktidann getireceği sorumluluk, çoğulcu yönetim, karmaşıklık, uzlaşma gibi ilkelerle, yani politikayı politika yapan öğelerle denge- lemek zomnda kalacaktı. Şu anda FlS'te en aldatıcı olan yön, onun tamamen temiz, saf, adil bir politikayı istiyor olması değil mi? • Arkun: Belediyelerde sonımluluklar üstlen- diler ve şu ana dek kayda değer şeyler olmadı. Aynca politik ve ekonomik görüşleri yeterli değil: Geri kalmışlık düzeyi ne olursa olsun, bir ülke Kurani sloganlaria yönetilemez. bu mümkün değil. Yalnız tüm bunlar bir sonuç. Avrupa devletle- rinin, Arap, özellikle de Mağrip ülkeleriyle onlan olduklan gibi kabul edip işbirliğı yap- malan konusuna dönelim. Olaya bir politik ahlak sorunu değil de tarihi bir sorun olarak bakalım. Mağrip'in, tarihsel olarak bir Akde- niz ve bir bakıma da Fransa yönelimi var. Bağımsızlıktan sonra ise Fransızlar demir bir perde indirip ellerini yıkıyorlar. Artık ışbirlı- ğinden, kalkınma için yardımdan. yani eko- nomik ve dolayısıyla politik bir egemenliğin muhafazası ve geliştirilmesinden başka söz işi- tilmiyor. Böylece Fransa'da sık sık şöyle deni- liyor: "O insanlar özgür olmak ıstediler, bıra- kalım istedikleri gibi yaşasınlar, kendi başlan- nın çaresine baksınlar." • Debray: Evet, böyle yapmadıklan takdirde de onlann işlerine burunlannı sokmuş olurlar, bu da yeni-sömürgeciliktir. Görüyorsunuz, iş- lerkanşık. • Arkun: Hayır, hayır, hayır, hiç de kanşık de- ğil; bu bir strateji. • Abel: Debray'nin itirazı önemli. Çünkü yal- nızca devletlerin polisiye işlerine kanşmak söz konusu değil, burada sivil toplumlar da bir müdahaleden yakınacaklardır. Avrupa'nın ve özel olarak Fransa'nın Mağrip'teki algılanışı, imajı ortada. Batı basınına zaman zaman, yar- gılamayı, akıl ve öğüt vermeyi kesin, hatta fi- kir yürütmeyi bile bırakın demeleri de bu yüzden. Körfez savaşını Fransız televizyonu- nun nasıl verdiğini Mağriplilerin bilmesinin, FlS'in elde ettiği başanda önemli bir payı ol- duğunu düşünüyorum. • Arkun: İşte bu tepki bile, Cezayir halkının gözünde Fransa'nın nasıl bir imajı olduğunu göstermıyor mu? Sömürgecilik sonrası Fran- sası'nın, her türlü yükümlülükten sıynlıp Ce- zayirlilerin bakış açılannı umursamaması. Cezayir halkı tarafından asla hoşgörülmüyor. Çünkü Fransa ile aralannda tarihsel bağlar var, bunun tümüyle kopabileceğini kavraya- mıyorlar. • Abel: Belki de evrenselci hukuk, demokrasi, cumhuriyet söyleminin çok darbe almış olma- sındandır. Bu söylem Fransa'daki tartışma- larda bile zor ayakta kaldı. Akdeniz'in aşağı- lanna iniJince, geçmişteki bütün yaşananlar, tüm önyargılar ve bunlann tarihi yükü işin içi- ne gırince büyük olasılıkla evrenselci söylemin gücü iyice azalıyor. • Arkun: Ama aramızda "politik aklın eleşti- risi"ni yazmış biri var. Avnıpa'da yapılması gereken de tam bu boyutu katarak politik aklın böyle bireleştirisi. • Abel: Kendi içine kapanan ve kendi öz tarihi- ne. yükümlülüklerine ve sorumluluklanna karşı bir bellek yitimi içine giren Avrupa'nın mı politik aklı eleştirmesini bekliyorsunuz? • Arkun: Evet. Bunu yapan düşünür de özel olarak Fransa'da yok. Fransa diyorum, çün- kü Fransa tarih boyunca Mağrip'te sorumlu- luklar üstlenmiştir. • Debray: Bu sorumluluklann yerine getiril- mesi, kendisine sorumlu olunan toplumlann bağımsızlığını ihlal etmeden nasıl sürdürülebi- lir? • Arkun: İşte bu, bir politik muhayyile sorunu- dur. Aynı zamanda bir istek sorunudur. Bu sorumluluk "egemenliğe saygı" bahanesiyle baştan savılamaz, hele kabul edilemez şeyler yapıhyorsa. Perdeler böyle indirilemez. • Debray: Şomut olarak ne yapılmalıydı? • Arkun: Özgürlükler bahsinde uzlaşmaz bir tutum takınmak. Bazı sımrlar vardır ki onla- nn aşılması durumunda Fransa devleti, Fran- sız aydınlan için bir bakıma din halini almış insan haklanna, hiçbir şeye saygı duymayan devletlerle anlaşmazlığa düşer. Fakat ekono- bakımdan laik hukukumuz Müslüman huku- ku anlamakta zorluk çekiyor. Öte yandan tartışma bir ölçüde şu iki nokta arasında sıkıştı: 1) İnsanlığın tek olduğunu düşünen, fakat bu tekliği, genellikle toplumla- nn aşamah bir gelişimle aynı noktaya yönel- dikleri gibi neredeyse evrimci bir yaklaşımla irdeleyen^vrensellik yanlılan; 2) Farkh kül- türlerin ortak ölçülerinin bulunmadığını ve birbirlerini tam olarak ka vrayamayacaklannı savunmakla birlikte birbirlerine önem veren kültürel rölativizm yanlılan. Tartışmayı takıl- dığı yerden kurtarmak için şöyle denemez mi? Evrensel şeyler vardır, fakat bunlar genel du- rumlarda evrenseldirler. Bu "genel durumda evrensel olanlar" arasından evrensel olana ulaşmanın yollannı bulmak ise çok daha uzun boylu tartışmalar gerektirir. • Debray: Sorunuz zaten yamtlannı da içeri- yor ve büyük ölçüde size katılıyorum. • Abel: Sızce evrensel olana ulaşmanın güzer- gâhlan nelerdir? Başlangıçta kategorik emır- den söz ettiniz. Evrensel olabilmenin şartlan bulunmakta mıdır? • Arkun: Daha somutlaştınrsak sivil toplum- lara karşı Kuzey ve Güney devletlerinin bu elbirliğinı değiştirmek mümkün mü? Sivil top- lumlar, bu azınlık durumundan, çocuksuluk- tan nasıl kurtulabilirler? Devletlerin, onlan her türden afyonla. öraeğin bilgılendirmek yoluyla ellerinden tutmalanndan nasıl sıynla- bilirler? • Debray: Evrensel olmayan devleti görelileş- tirmekte hakJjsımz. Yalnız, size şunu belirt- mek istiyorum: Sivil toplumu da görelileştirin,. onu fazla idealize etmeyin, devletleri de fazla kötülemeyin. Sivil toplum nedir? Aynı zaman- da FlS'tir. Bazı hallerde, Kuzey ülkelerinde sivil toplumlann hoşgörûsüzlüğü taşıdığı ve haklan teminat altına alanın da devlet olduğu yaşanmıştır. Bireysel özgürlük de kendisini tehdit eden devlet egemenliğiyle büyük ölçüde bağıntılıdır. Uluslararası toplumun devletlerarası toplum olduğu doğrudur. Bunun da Kuzey'in çıkarla- nna tabi olduğu doğrudur. Ancak Güney'de devlete karşı sivil toplum kartmı kullanmak Kuzey kapitalizminin işine gelmez mı?Zira in- san haklan adına yapılan müdahalelerle ser- mayenin serbest dolaşımı atbaşı gider. Kural- sızlık doğar, halbuki devlet ulusal çıkarlan konımak için bazı kurallar koymak isteyebilir pekâlâ. • Abel: Yalnızca hukuku uygulayan bir devle- tin mi, ekonomik iktidarlarla dinsel gûçler arasındaki dengeyi sağlayabıleceğıni söylü- yorsunuz? • Debray: Evet, bu noktada oldukça Hegelci yım. Devlette bir aklilik ilkesi, her ne kadar eğreti kaçsa da evrensel olanın bir biçimi var- dır, buna sahip çıkmak gerek. Aksi takdirde orman kanunianna dönülür. Bu anlamda kendimi daha çok jakoben olarak kabul edi- yorum. • Arkun: Öyle. Ancak söyledıkleriniz birer hu- kuk devleti olan Avrupa devletlen için gecerli- Debray: Özgür insanlara köleler gerek.Sözlerin, fikirlerin ve insanlann serbest dolaşımı halinde Batı'nın hızla batacağı da doğru. Bu eşitsizliklerin, sınırların korunması ise yerinde, güçlü iktidarlan zorunlu kılıyor. Bu anlamda Kuzey'in Güney'e demokrasi vazetmesj ikiyüzlülüktür. Eğer halkın afyonu dinse, Kuzey'in afyonu da demokrasidir. \ mik alışverişin sürmesi kaydıyla gözJer yumul- maya, perdenin arkasında olup bitenlerin tümü yok sayılmaya devam ediliyor. Perdenin gerisindeki yurttaşlarla alay ediliyor. •VrraSaT lyll •radOVIfl • Abel: Tartışmanm bir diğer ilginç boyutu da evrensel olanla ılgili yönü. Biraz önce belirtil- diğı gibi politik sistemlerin, pozitif hukuklann vd. kuşkusuz bir tarihi var. Tortulaşmış gele- neklerden, önyargılardan, inançlardan, kül- türlerden oluşan bir platforma aitler, bir tarz- lan var. Düşünüyorum da bizde olduğu gibi politik olanla dinsel olanın belirgın olarak aynldığı bir ülkede, dinselin hukuk ve politika üzerin- deki etkıliliğı, kabul edilmese de sanıldığından daha fazla değil mi?.yarlığı yadsınan bir şey nasıl eleştirilebilir? Üzerinde düşünülmemiş olan bir husus, düşünülemeze dönüşlürülu- yor. Hukukun gerçek arkeolojisinin yapılması yadsınınca, o ölçüde eller, kollar bağlanıyor, başka bir hukuku anlamak da zorlaşıyor. Bu dir. Hukuk devleti olmayan Güney devletleri içinse sorun hep vardır. Devletlerin kayıtsız şartsız dayanışmalannı, Kuzey'in tahakkümü vd. işte bu hukuk dışılık bağlamında ele almak gerekiyor. Bunun için de biraz politik muhay- yile gerekiyor. Acil çıkarlann alelacele hesap- lanması yetmiyor. Olivier Abel'in, evrenselin inşası sorusuna dönecek olursak işte bu mu- hayyile ile ancak daha insanı bir düzenin inşa- sı mümkün olur. Yoksa politik aklı, somut özgürlüklerin muhafazasına doğru yöneltmek mümkün olmaz. Gösterişli insancıl eylemler tek başma yeterli değil. Bağlı ülkelere gerçek- ten dayatılacak uluslararası bir hukukun te- rimleriyle tanımlanacak özgürlüklere ihtiyaç var. • Debray: Ancak bu savaşın yaygınlaştınlması anlamına gelecektir. Üstelik Kuzey, burada da uluslararası hukukun az ya da çok arsız bir jandarması olarak ortaya çıkar. • Arkun: Hayır, bu uluslararası şart olur ve onu imzalamayı reddeden devletler Birleşmiş Milletler'den dışlanır, uluslann arasından çı- kartılır. Ekonomik ambargo uygulanır, diplo- matik ilişkiler kopanlır vd. Ama bunun için tutarlı olmak gerekir. Sık sık yapıldığı gibi hem İslami muhafazakârlığı nedeniyle Suudi Arabistan'a saldınp hem bilinen ayncalıklı ekonomik, mali ilişkiler sürdürülemez. Batı'- nın (7'Ier grubunun) sömürü ve egemenlik stratejisiyle, Güney ülkelerinin çoğu tarafın- dan hakiki statüsü çok iyi bilinen insan hakla- n üzerine biçimsel söylemler arasındaki çeliş- kiler bu örnekte çok gûzel ortaya çıkıyor. Bu nedenle Regis Debray'ye şunu sormak isti- yorum: İçinde yaşadığımız bu bariz eşitsizlik- ten, Kuzey'in Güney üzerindeki tahakkü- münden nasıl kurtulabiliriz? Politik akla göre bu çıkışın mümkün olmasının koşullan neler- dir? örneğin politik akıl Avrupa düzleminde nasıl işleyecek? Avrupa bir başka politik akıJ yaratabilecek mi? Bu soru aym zamanda tüm Avrupalı aydınla- ra da yöneltilmiştir: Yaşadıklanpıız, onlann sanki başka düşünce sistemlerinin varlığını kabul etmemek için direndiklerini gösteriyor. Böylece bir düşünce sistemı, ciddi çatışmalara girmeden tahakkümünü koruyor, işlevini sür- dürüyor. Arkun: Gösterişli insancıl eylemler tek başına yeterli değil. Bağh ülkelere gerçekten dayatılacak uluslararası bir hukukun terimleriyle tanımlanacak özgürlüklere ihtiyaç var. Bu uluslararası bir şart olur ve onu imzalamayı reddeden devletler BM'den dışlanır. Ekonomik ambargo uygulanır, diplomatik ilişkiler kopanlır. Ama bunun için tutarlı olmak gerekir. • Debray: Antropolojik açıdan iki tarihi birbi- rinden ayırt edebiliyorum. Bir yanda açık, bi- lim ve teknikteki ilerlemelerle birbirine ekle- nen, insanlann şeylerle ilişkisinın tarihi. Diğer yanda, özünde bir tekrar olan insanın insanla ilişkisinın tarihi: Tarih öncesi çok kesin ve vahşiliği aşmak mümkün değil. Bu nedenle, düzenleyici, yumuşatıcı, denetleyici, uzlaştın- cı kurallar bulundu. Fakat bu hukuk yapılan- na çok geniş bir alan tanınınca, güç ilişkileri- nin tescilinden ibaret kaldı kurallar. Bu kurallar, Avrupa ölçeğinde ve onun politik düzleminde gün geçtikçe yeniden barbarlaşı- yorlar. Ulusallık, hatta aşiret ilkesi yeniden geçerlik kazanıyor. "Kamu çıkan", haklar, toplumsal hizmet gibi cumhuriyetçi değerlerin çöküşüne tanık oluyoruz. Fransız Devrimi'- nin sonunda yaşanana biraz benzer bir şekil- de, eski rejimin ımtiyazlannın geri geldiği bir "restorasyon" dönemi, aynı zamanda yaşadı- ğımız. Kısacası geri bir dönemdeyiz. Kim ne derse desin, Aydınlanma Çağı'nın son miras- çılanndan olan komünizmin çöküşü, ağırlığın öteki kutuba kaymasına yol açıyor. Aydına gelince, o hiçbir düzeltmede buluna- maz, karşı ağırlık oluşturamaz. Sözelin ya da televizyonun karşısmda yazılı olanın gerileyişi nedeniyle hiçbir şey yapamaz. lletişim vektörü bir "aydınlığı yok etme" etkeni olarak işliyor. Müdahalesini gerçekleştirdiği kanallar akıl yürütmelere kulak asmıyor. Son olarak Batı hiçbir zaman bugünkü kadar kendine yeterli ve herkese tepeden bakar bir durumda olmamıştı. Daha dün, evrenselciydi. çünkü sömürgecilığin getirdiği bir vicdan ra- hatsızlığından mustaripti. Şimdi bir Batılının gözünde, insanlığın Batı demek oiduğu kesin- dir. Artık alternatif kalmadı. Aydınlar arasın- daki abşverişler de, kendı aralanndaki haber ve imaj aktanmlan da Kuzey-Kuzey eksenin- de yürüyor. Bu anlamda demır perdenin yeri- ni, Kuzey'i diğerlerinden ayıran bir göbek bağı, koruyucu bir perde aldı. Başkalanmn da, görüş açımız dışında kalan- lann da bulunduğunu, açılanmızı değıştinne- miz gerektiğini, lcısacası her şeyin ekrana yansımadığını söylemeye devam edenler ise kuşkuyla karşılanıyor. • Arkun: Peki, o zaman politik eylem nasıl mümkün olabilir? • Debray: Kişisel olarak en azından şimdilik, eylemden vazgeçmiş durumdayım. Cumhuri- yetçi bir aydın için pazann, imajın (fikirler düzeyinde ikisi de aynı şey), acil olanın ege- menliği, örgütlenmenin, katılımın, müdahale- nin, davranmanın meyvesiz bir çaba olmasına yol açıyor. Gerçek bir kriz anına dek gücümü- zü muhafaza etmeliyiz. • Arkun: Peki, yazıya hâlâ inanıyor musunuz? • Debray: Evet, hep yazıyorum. Ancak ileti- şim, yayım, medya, estetik ya da din sorunlan üzerine yazıyorum. Artık politika üzerine yaz- mıyorum. Bitti OZGÜRCE TURKER ALKAN İslamda Demokrasi Olur E slamda demokrasi olur mu? İşte günümüzün yirmi • puanlık sorusu. Hele Cezayir'den sonra iyiden iyi- • ye güncellik kazandı. I İslamda demokrasi olur, neden olmasın? Türkiye ör- neği yıllardır bunu kanıtlamıyor mu? İyi, ama Türkiye laik bir ülke. Doğrudur. Ama zaman- la diğer İslam ülkeleri de laikliğe kayacaklar. Başka çı- kar yolları yok. Varlıklarını sürdürmek için çağdaşlaş- maları gerekiyor, çağdaşlaşmanın en kestirme tanımı da, laikleşmedir. Eskiler buna "üehrileşme", yani dünyevileşme der- lerdi. Dünya işlerini dünya kurallarına göre çözmedik- çe, bu dünyada insanın ayakları yere basar mı? "İyi ama" deniyor, "dünyada kırkın üzerinde İslam ül- kesi var, iyi kötü demokrasinin işlediği tek ülke Türkiye. Bu da İslamda demokrasinin işlemeyeceğini göstermez mi?" Göstermez, çünkü istisnalar kuralı bozar. Türkiye, ön- de giden bir İslam ülkesi olarak demokrasiyi gerçek- leştirebifmişse, zamanla diğer ülkelerin aynı yolu izle- mesini beklemek, Türkiye'nin geriye doğru değişece- ğini beklemekten çok daha doğru olacaktır. Unutmayın, daha düne kadar Katolik ülkelerin bü- yük çoğunluğunda da demokrasi ya yoktu ya da bü- yük sıkıntılarla işliyordu. Demokrasinin en fazla yerleş- tiği Fransa'da bile, 1950'li yıllara kadar askeri darbe kor- kusu estirilebiliyordu. O zamanlar "Katoliklikle demokrasi bağdaşmaz" di- yenler çıktı. Şimdi- lerde kimse böyle Demokrasi sorunu, düşünmöyor. "siyasal giicün ne Ortaçağiarda oranda merkezileştiğii" lisenindemokratik- r. Din, sürekli olarak belirleyici bir rol oynayamaz. beklenebilir miydi? O çağlar Avrupasına bakıp, "De- mokrasi ile Hıristiyanlık bağdaşmaz," demek ne kadar abesse, şu andaki çeşitli îslam ülkelerine bakıp aynı yarg/ya varmak da o kadar yanlıştır. Bütün sorun, siyasal rejimi, siyasal kültüre indirge- yerek açıklamaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Kuşku- suz ki toplumlann kendilerine özgü siyasal kültürleri vardır ve bunlar siyasal yasamda etkili olurlar. Hatta kı- sa sürelerde belirleyicidirler. Fakat, uzun dönemlerde siyaseti belirleyen etmen si- yasal kültür değil, kanımca (sıkı durun şimdi) toplumun üretim biçimidir. Toplumlann yaşadıkları üretim bkpim- leri, uzun dönemde siyasal kültürlerini de belirlemek- tedir. Bunu söylerken, Manc'ın bütün çözümlemelerine, özellikle gelecekle ilgili öngörülerine katılmadığımı söy- lemeliyim. Ama siyasette kültürel etkinin aşırı biçimde abartılıp, toplumsal yapıyı belirleyen ana öğelerin unu- tulduğunu sanıyorum. " . -;y, \« '.* Siyasette kültürel olanın ön plana çıkarılıp, ekonomik- teknolojik olanın arka plana itilmesi, sonunda durağan ve açıklama gücü olmayan bir anlayışı egemen kılmak- tadır. Salt kültürel olanın belirleyiciliğine bağlı kalsay- dık, ne Katolik ülkelerdeki ne Türkiye'deki ne Sovyet- ler Birliği'ndeki ve Doğu Bloku'ndaki ne de Uzakdo- ğu'daki gelişmeleri anlayabilir ve açıklayabilirdik. Demokrasi, toplumsal yapının tek merkezden yöne- tilemeyecek kadar karmaşıklaşmasının sonucudur. Gü- çûn toplumda dağılması ve yaygınlaşması ile ilgilidir. İslamlık ve Katoliklik, belki de toplumda güç yoğunlaş- masına neden olduklan için, belirli dönem ve koşullar- da, otoriter yönetimlerin kurulmasını kolaylaştırmışlar- dır. Fakat toplumsal yapının başka etkilerie çoğulcu bir nitelik kazanmaya başlaması, dinin merkezilestirici et- kisini azaltabilir. Kısacası, demokrasi sorunu, "siyasal gücün ne oran- da merkezileştiği" ile ilgilidir. Din, burada sürekli ola- rak belirleyici bir rol oynayamaz. Gerekli koşullar oluştuğu zaman İslam ülkelerinde de demokrasinin en hası olacaktır Hiç merak etmeyin. Kapatılan TBKP Genel Başkanı Sargın: Artık TBKPdeğil Türkiye davahhiçbir belirti bulunmuyor'" şeklinde konuştu. TBKP için, "sınıf tahakkü- münü tesis, adında komünist kelimesinin geçmesi, Kürtle- re ilişkin görüşler ve kapatı- lan partilerin devamı olduk- lan" gerekçesiyle dava açıldı- ğını hatırlatan Nihat Sargın şöyle konuştu: "Anayasa mahkemesi, bunlardan sınıf tahakkümü- nü tesis ve kapatılan partinin devamı olması yönünden be- raat, diğer ikisi için mahkû- miyet karan verdi. Biz, zaten TİP ve TKP'nin birleşmesin- den doğduğumuzu söylüyor- duk. Kürt tabusunun tartışıl- dığı ve hükümetin Kürtçe konuşmayı serbest bıraktığı bir dönemde, bizim partimiz Kürtler üzerindeki düşünce- leri yüzünden kapatılıyor." "Uzun yıllar hâkim olan ve 12 Eylül'le uç noktasına gö- türülüp karikatürleştirilen devlet ideolojisi adına, TBKP'nin tüzüğü, gerekçeli kararda polemik yapılmakta- dır. Partimizin kapatılması nedeniyle Avrupa İnsan Haklan Konseyi'ne, parti ve kişi nezdinde başvuruda bu- lunduk" diyen Sargm, konu- nun artık uluslararası yargı önünde olduğunu belirtti. Anayasa Mahkemesi'nin bu kararla iki noktada bilinç- li bir tercih yaptığım söyleyen Haydar Kutlu da, "Anayasa Mahkemesi, bu kararla, koa- lisyon hükümetinin protokol ve programınuı karşısında yer alıyor Vı; uluslararası hu- kukun iç hukuku bağlayıcı özelliğini kabul etmiyor" di- ye konuştu. tç Politika Servisi-Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) Genel Başkanı Ni- hat Sargın, partilerinin Ana- yasa Mahkemesi tarafından İcapatılmasını şu şekilde de- ğerlendirdi: "4 Haziran 1990'da kunılma ile başlayıp 28 Ocak 1992'de yürürlûğe giren kapatma karan ile nok- talandığı sanılan süreç aslın- da devam etmektedir. Süre- cın bundan sonraki bölü- münde artık TBKP değil, Türkiye Cumhuriyeti hükü- metidavalıdır." Dün TBKP Genel Sekrete- ri Haydar Kutlu ve parti avu- katlanyla birlikte İstanbul Tabib Odası'nda bir basın toplantısı düzenleyen Sargın, partinin kapatılma gerekçesi- nin, iktidardaki DYP-SHP koalisyon hükümetinin pro- tokolü ve hükümet progra- mıyla çeliştiğini söyledi. Nihat Sargın, partileri için Anayasaya aykınlıktan açı- lan kapatma davasırun so- nuçlanmasından sonra, ka- patılma karannın hemen açıklanmayarak anayasa hü- kümlerine aykın davramldı- ğını savundu. Davanın son savunma aşamasından he- men sonra Paris Şartı'nin imzalandığını ve TCK'nın 141 ve 142. maddelerinin yü- rürlükten kaldınldığmı hatır- latan Sargın, bu gelişmelerin davayla ilgili önemli ve parti lehinde kararlar olduğunu söyledi. Sargın, 'Bunlan ek bir savunmayla Anayasa Mahkemesi'ne sunduk. An- cak gerekçelı kararda, son savunmadan sonraki ek sa- vunma dilekçelerine ilişkin
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle