Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 Cumhuriyet açıkotımım 4Şubatl992
Cezayir ve Batı'da îslam ve Demokrasi
Batı, baskıcı rejimlerden yanaKatılanlar: Regis Debray (Siyasetfelsefecisi, Fransa Cumhurbaşkanı danışmam), Prof. Muhammed Arkun (Cezayifîi Sorbonne'da
İslam Düşüncesi Tarihi öğretim üyesij, Dr. Olivier Abel (Felsefeci, Fransa Protestan Federasyonu Etik Komisyonu Başkanı)
Yavına hazırlavan ve çeviren:
RÜŞENÇAKİR
-2-
• Debray: Ama bu çpk zordu, çünkü bir sivil
toplumla iş görrnek için bu toplumun, kendisi-
nj temsil ettiğini iddia eden ve kendisini denet-
leyen devlete karşı asgari bir bağımsızlığının
olması gerekir. Özetle haklısınız, ama bu bağ-
lan kurmak pratikte zordu.
• Abel: Muhammed Arkun'un dile getirdiği
sorunu başka bir açıdan yorumlamak istiyo-
rum. Eğer iş Batılılara kalsaydı, hiç farkına
varmadan ve mutlaka hiç de umursamadan
kendı bildiklerini okur. ekonomik bir libera-
lizmle askeri bir baskı yönetiminin bileşkesini
yeğlerierdı. Bu bileşke de zengin uluslann,
çevrelerindeki ülkelere sunduklan sabıt bir ik-
tidar formülü olurdu. Böylece kendi politik
liberalizm imtiyazlannı sağlama almış olur-
lardı. Hiç dilemeyiz, ama işimize gelen de bu
olduğu için sonuçta yol açtığımız denge bu-
dur. Liberalizm bıze pazariar açıyor, fakat
yoksullaştınlmış toplumlarda da yeni toplum-
sal sorunlara neden oluyor. Bu sorunlann
bastınlması için daha çok baskıcı rejimleri
yeğliyoruz. Bu rejimlerin de daha gelişmiş de-
netim teknolojilerine ihtiyacı oluyor ve bu da
bize yeni pazariar sağlıyor... Bunlar, içinde
bulunduğumuz sistemin o kadar sıradan etki-
leri ki yalnızca işgücünün ekonomik bölüşü-
mü değil, egemenlik sisteminiapolitik bölüşü-
mü de söz konusu. Bu varsayımla, bu ülkele-
rin sivil toplumlannın Batı'dan bekleyebile-
cekleri bir şey kalmıyor.
• Debray: Batı demokrasilerinin, demokratik
olmayan bir kuşağa ihtiyaçlan olduğunu söy-
lüyorsunuz.
• Abel: Ne yazık ki öyle. Yani ekonomik açı-
dan liberal, fakat sınırlan tutmak, kitlesel göç
dalgalannın önünü almak, tepkileri bastır-
mak ıçın de baskıcı yönetımleri yeğliyoılar.
• Debray: Demokrasi oyununun, kendını yok
etmeden dünyasallaşıp dünyasallaşamayaca-
ğını sormuş oluyorsunuz. Benim yanıtım şah-
sen hayır olacak. Bu neredeyse antropolik bir
gereklilik, yanı artı değeri toplamak amacıyla
eşitsızlikler yaratma ihtiyacı var. özgür insan-
lara köleler gerek. Sözlenn, fikirlerin ve insan-
lann serbest dolaşımı halinde Batı'nın hızla
batacağı da doğru. Bu eşıtsızliklerin, sınırlann
korunması ise yerinde, giiçlü ıktidarlan zo-
runlu kılıyor. Bu anlamda Kuzey ülkelerinin
Güney ülkelerine demokrasi vaz etmeleri
tam bir ikiyüzlülüktür. Eğer halkın afyonu
dinse, Kuzey ülkelerinin afyonu da demokra-
sidir.
Bunun yanı sıra 50 yıl öncesinin aksine Kuzey
Güney'e fazla bel bağlamadan yaşamını sür-
"dürebilir. Bu ekonomik süreççok önemli. Pet-
Açıkotunımu Cumhuriyet adına düzenJeyen Olivier Abel (solda), Batılı ülkelerin Güney ülkelerinde demokrasinin yerieşmesine ta-
raftar olmadıgını iddia ederken Prof. Muhammed Arkun, Avnıpa'da yeni bir politik aklın yaraülması gerektiğioi savunuyor.
Abel: Cezayir'de
iş Batılılara
kalsaydı,
ekonomik bir
liberalizmle
askeri bir baskı
yönetiminin
bileşkesini
yeğlerlerdi. Hiç
dilemeyiz, ama işimize geldiği için,
sonuçta yol açtığımız denge budur.
Liberalizm bize pazariar açıyor,
fakat yoksullaştınlmış toplumlarda
sorunlara neden oluyor. Bunların
bastınlması için baskıcı rejimleri
yeğliyoruz.
rol dışmda (Körfez savaşı vesilesiyle gördük)
Kuzey'in, Güney'in ne hammaddesine ne de
işgücüne ihtiyacı var; kısacası "özgürlüğüne"
kavuştu.
• Abel: Fakat "demokratik imparatorluk"un
çevresındeki sınırlan sağlama alma ihtiyacı bi-
le güçlü iktıdarlan zorunlu kılıyor. Batılılann
bu noktada gözardı ettikleri tek husus, silahlı
kişilerin hep "muamma" olduklan ve yalnızca
ekonomik ve politik çıkarlara göre tümüyle
yönlendirilemeyecekleri gerçeği.
• Arkun: Aynca betimlediğiniz durumun ger-
çekleşmesi daha çok zaman alacak. Dış tica-
rette hammaddelerin oranlannın azaldığı
doğru, fakat tamamıyla sıfırlanması hayal bile
edilemez. Dünya pazan hep Güney'den Ku-
zey'e tek yönlü işliyor. Özellikle petrol ve İs-
rail'in bulunduğu Ortadoğu'da poliük önlem-
ler alınmasına da bu neden oluyor. Dolayısıy-
la "Demokratik süreci kesintiye uğrattılar,
demokrasi tohumlan atamazlar" şeklindeki
sözleri kesinkes reddediyorum. Çünkü belirle-
yici olanjeopolitik, o insanlara, sanki hareket-
lerinde ve politika üretmede özgürmüşler gibi
bakılamaz. •
• Abel: Birtakım zorlamalann olması illa
olumsuzluk anlamına gelmemeli, çünkü poli-
tika karmaşık bir uzlaşmadır. FlS'in, iktidara
geldiği takdirde onu değiştireceği çok söylenı-
yor. Ya iktıdar FIS'i nasıl değiştirecekti? FIS,
kendisindeki tümüyle dinsel yönü. umut olma
özelliğını. bütünlüklü adalet ve mutluluk tale-
bini, iktidann getireceği sorumluluk, çoğulcu
yönetim, karmaşıklık, uzlaşma gibi ilkelerle,
yani politikayı politika yapan öğelerle denge-
lemek zomnda kalacaktı. Şu anda FlS'te en
aldatıcı olan yön, onun tamamen temiz, saf,
adil bir politikayı istiyor olması değil mi?
• Arkun: Belediyelerde sonımluluklar üstlen-
diler ve şu ana dek kayda değer şeyler olmadı.
Aynca politik ve ekonomik görüşleri yeterli
değil: Geri kalmışlık düzeyi ne olursa olsun,
bir ülke Kurani sloganlaria yönetilemez. bu
mümkün değil.
Yalnız tüm bunlar bir sonuç. Avrupa devletle-
rinin, Arap, özellikle de Mağrip ülkeleriyle
onlan olduklan gibi kabul edip işbirliğı yap-
malan konusuna dönelim. Olaya bir politik
ahlak sorunu değil de tarihi bir sorun olarak
bakalım. Mağrip'in, tarihsel olarak bir Akde-
niz ve bir bakıma da Fransa yönelimi var.
Bağımsızlıktan sonra ise Fransızlar demir bir
perde indirip ellerini yıkıyorlar. Artık ışbirlı-
ğinden, kalkınma için yardımdan. yani eko-
nomik ve dolayısıyla politik bir egemenliğin
muhafazası ve geliştirilmesinden başka söz işi-
tilmiyor. Böylece Fransa'da sık sık şöyle deni-
liyor: "O insanlar özgür olmak ıstediler, bıra-
kalım istedikleri gibi yaşasınlar, kendi başlan-
nın çaresine baksınlar."
• Debray: Evet, böyle yapmadıklan takdirde
de onlann işlerine burunlannı sokmuş olurlar,
bu da yeni-sömürgeciliktir. Görüyorsunuz, iş-
lerkanşık.
• Arkun: Hayır, hayır, hayır, hiç de kanşık de-
ğil; bu bir strateji.
• Abel: Debray'nin itirazı önemli. Çünkü yal-
nızca devletlerin polisiye işlerine kanşmak söz
konusu değil, burada sivil toplumlar da bir
müdahaleden yakınacaklardır. Avrupa'nın ve
özel olarak Fransa'nın Mağrip'teki algılanışı,
imajı ortada. Batı basınına zaman zaman, yar-
gılamayı, akıl ve öğüt vermeyi kesin, hatta fi-
kir yürütmeyi bile bırakın demeleri de bu
yüzden. Körfez savaşını Fransız televizyonu-
nun nasıl verdiğini Mağriplilerin bilmesinin,
FlS'in elde ettiği başanda önemli bir payı ol-
duğunu düşünüyorum.
• Arkun: İşte bu tepki bile, Cezayir halkının
gözünde Fransa'nın nasıl bir imajı olduğunu
göstermıyor mu? Sömürgecilik sonrası Fran-
sası'nın, her türlü yükümlülükten sıynlıp Ce-
zayirlilerin bakış açılannı umursamaması.
Cezayir halkı tarafından asla hoşgörülmüyor.
Çünkü Fransa ile aralannda tarihsel bağlar
var, bunun tümüyle kopabileceğini kavraya-
mıyorlar.
• Abel: Belki de evrenselci hukuk, demokrasi,
cumhuriyet söyleminin çok darbe almış olma-
sındandır. Bu söylem Fransa'daki tartışma-
larda bile zor ayakta kaldı. Akdeniz'in aşağı-
lanna iniJince, geçmişteki bütün yaşananlar,
tüm önyargılar ve bunlann tarihi yükü işin içi-
ne gırince büyük olasılıkla evrenselci söylemin
gücü iyice azalıyor.
• Arkun: Ama aramızda "politik aklın eleşti-
risi"ni yazmış biri var. Avnıpa'da yapılması
gereken de tam bu boyutu katarak politik
aklın böyle bireleştirisi.
• Abel: Kendi içine kapanan ve kendi öz tarihi-
ne. yükümlülüklerine ve sorumluluklanna
karşı bir bellek yitimi içine giren Avrupa'nın
mı politik aklı eleştirmesini bekliyorsunuz?
• Arkun: Evet. Bunu yapan düşünür de özel
olarak Fransa'da yok. Fransa diyorum, çün-
kü Fransa tarih boyunca Mağrip'te sorumlu-
luklar üstlenmiştir.
• Debray: Bu sorumluluklann yerine getiril-
mesi, kendisine sorumlu olunan toplumlann
bağımsızlığını ihlal etmeden nasıl sürdürülebi-
lir?
• Arkun: İşte bu, bir politik muhayyile sorunu-
dur. Aynı zamanda bir istek sorunudur. Bu
sorumluluk "egemenliğe saygı" bahanesiyle
baştan savılamaz, hele kabul edilemez şeyler
yapıhyorsa. Perdeler böyle indirilemez.
• Debray: Şomut olarak ne yapılmalıydı?
• Arkun: Özgürlükler bahsinde uzlaşmaz bir
tutum takınmak. Bazı sımrlar vardır ki onla-
nn aşılması durumunda Fransa devleti, Fran-
sız aydınlan için bir bakıma din halini almış
insan haklanna, hiçbir şeye saygı duymayan
devletlerle anlaşmazlığa düşer. Fakat ekono-
bakımdan laik hukukumuz Müslüman huku-
ku anlamakta zorluk çekiyor.
Öte yandan tartışma bir ölçüde şu iki nokta
arasında sıkıştı: 1) İnsanlığın tek olduğunu
düşünen, fakat bu tekliği, genellikle toplumla-
nn aşamah bir gelişimle aynı noktaya yönel-
dikleri gibi neredeyse evrimci bir yaklaşımla
irdeleyen^vrensellik yanlılan; 2) Farkh kül-
türlerin ortak ölçülerinin bulunmadığını ve
birbirlerini tam olarak ka vrayamayacaklannı
savunmakla birlikte birbirlerine önem veren
kültürel rölativizm yanlılan. Tartışmayı takıl-
dığı yerden kurtarmak için şöyle denemez mi?
Evrensel şeyler vardır, fakat bunlar genel du-
rumlarda evrenseldirler. Bu "genel durumda
evrensel olanlar" arasından evrensel olana
ulaşmanın yollannı bulmak ise çok daha uzun
boylu tartışmalar gerektirir.
• Debray: Sorunuz zaten yamtlannı da içeri-
yor ve büyük ölçüde size katılıyorum.
• Abel: Sızce evrensel olana ulaşmanın güzer-
gâhlan nelerdir? Başlangıçta kategorik emır-
den söz ettiniz. Evrensel olabilmenin şartlan
bulunmakta mıdır?
• Arkun: Daha somutlaştınrsak sivil toplum-
lara karşı Kuzey ve Güney devletlerinin bu
elbirliğinı değiştirmek mümkün mü? Sivil top-
lumlar, bu azınlık durumundan, çocuksuluk-
tan nasıl kurtulabilirler? Devletlerin, onlan
her türden afyonla. öraeğin bilgılendirmek
yoluyla ellerinden tutmalanndan nasıl sıynla-
bilirler?
• Debray: Evrensel olmayan devleti görelileş-
tirmekte hakJjsımz. Yalnız, size şunu belirt-
mek istiyorum: Sivil toplumu da görelileştirin,.
onu fazla idealize etmeyin, devletleri de fazla
kötülemeyin. Sivil toplum nedir? Aynı zaman-
da FlS'tir. Bazı hallerde, Kuzey ülkelerinde
sivil toplumlann hoşgörûsüzlüğü taşıdığı ve
haklan teminat altına alanın da devlet olduğu
yaşanmıştır. Bireysel özgürlük de kendisini
tehdit eden devlet egemenliğiyle büyük ölçüde
bağıntılıdır.
Uluslararası toplumun devletlerarası toplum
olduğu doğrudur. Bunun da Kuzey'in çıkarla-
nna tabi olduğu doğrudur. Ancak Güney'de
devlete karşı sivil toplum kartmı kullanmak
Kuzey kapitalizminin işine gelmez mı?Zira in-
san haklan adına yapılan müdahalelerle ser-
mayenin serbest dolaşımı atbaşı gider. Kural-
sızlık doğar, halbuki devlet ulusal çıkarlan
konımak için bazı kurallar koymak isteyebilir
pekâlâ.
• Abel: Yalnızca hukuku uygulayan bir devle-
tin mi, ekonomik iktidarlarla dinsel gûçler
arasındaki dengeyi sağlayabıleceğıni söylü-
yorsunuz?
• Debray: Evet, bu noktada oldukça Hegelci
yım. Devlette bir aklilik ilkesi, her ne kadar
eğreti kaçsa da evrensel olanın bir biçimi var-
dır, buna sahip çıkmak gerek. Aksi takdirde
orman kanunianna dönülür. Bu anlamda
kendimi daha çok jakoben olarak kabul edi-
yorum.
• Arkun: Öyle. Ancak söyledıkleriniz birer hu-
kuk devleti olan Avrupa devletlen için gecerli-
Debray: Özgür insanlara köleler gerek.Sözlerin,
fikirlerin ve insanlann serbest dolaşımı
halinde Batı'nın hızla batacağı da doğru. Bu
eşitsizliklerin, sınırların korunması ise yerinde,
güçlü iktidarlan zorunlu kılıyor. Bu anlamda
Kuzey'in Güney'e demokrasi vazetmesj
ikiyüzlülüktür. Eğer halkın afyonu
dinse, Kuzey'in afyonu da demokrasidir.
\
mik alışverişin sürmesi kaydıyla gözJer yumul-
maya, perdenin arkasında olup bitenlerin
tümü yok sayılmaya devam ediliyor. Perdenin
gerisindeki yurttaşlarla alay ediliyor.
•VrraSaT lyll •radOVIfl
• Abel: Tartışmanm bir diğer ilginç boyutu da
evrensel olanla ılgili yönü. Biraz önce belirtil-
diğı gibi politik sistemlerin, pozitif hukuklann
vd. kuşkusuz bir tarihi var. Tortulaşmış gele-
neklerden, önyargılardan, inançlardan, kül-
türlerden oluşan bir platforma aitler, bir tarz-
lan var.
Düşünüyorum da bizde olduğu gibi politik
olanla dinsel olanın belirgın olarak aynldığı
bir ülkede, dinselin hukuk ve politika üzerin-
deki etkıliliğı, kabul edilmese de sanıldığından
daha fazla değil mi?.yarlığı yadsınan bir şey
nasıl eleştirilebilir? Üzerinde düşünülmemiş
olan bir husus, düşünülemeze dönüşlürülu-
yor. Hukukun gerçek arkeolojisinin yapılması
yadsınınca, o ölçüde eller, kollar bağlanıyor,
başka bir hukuku anlamak da zorlaşıyor. Bu
dir. Hukuk devleti olmayan Güney devletleri
içinse sorun hep vardır. Devletlerin kayıtsız
şartsız dayanışmalannı, Kuzey'in tahakkümü
vd. işte bu hukuk dışılık bağlamında ele almak
gerekiyor. Bunun için de biraz politik muhay-
yile gerekiyor. Acil çıkarlann alelacele hesap-
lanması yetmiyor. Olivier Abel'in, evrenselin
inşası sorusuna dönecek olursak işte bu mu-
hayyile ile ancak daha insanı bir düzenin inşa-
sı mümkün olur. Yoksa politik aklı, somut
özgürlüklerin muhafazasına doğru yöneltmek
mümkün olmaz. Gösterişli insancıl eylemler
tek başma yeterli değil. Bağlı ülkelere gerçek-
ten dayatılacak uluslararası bir hukukun te-
rimleriyle tanımlanacak özgürlüklere ihtiyaç
var.
• Debray: Ancak bu savaşın yaygınlaştınlması
anlamına gelecektir. Üstelik Kuzey, burada
da uluslararası hukukun az ya da çok arsız bir
jandarması olarak ortaya çıkar.
• Arkun: Hayır, bu uluslararası şart olur ve
onu imzalamayı reddeden devletler Birleşmiş
Milletler'den dışlanır, uluslann arasından çı-
kartılır. Ekonomik ambargo uygulanır, diplo-
matik ilişkiler kopanlır vd. Ama bunun için
tutarlı olmak gerekir. Sık sık yapıldığı gibi
hem İslami muhafazakârlığı nedeniyle Suudi
Arabistan'a saldınp hem bilinen ayncalıklı
ekonomik, mali ilişkiler sürdürülemez. Batı'-
nın (7'Ier grubunun) sömürü ve egemenlik
stratejisiyle, Güney ülkelerinin çoğu tarafın-
dan hakiki statüsü çok iyi bilinen insan hakla-
n üzerine biçimsel söylemler arasındaki çeliş-
kiler bu örnekte çok gûzel ortaya çıkıyor.
Bu nedenle Regis Debray'ye şunu sormak isti-
yorum: İçinde yaşadığımız bu bariz eşitsizlik-
ten, Kuzey'in Güney üzerindeki tahakkü-
münden nasıl kurtulabiliriz? Politik akla göre
bu çıkışın mümkün olmasının koşullan neler-
dir? örneğin politik akıl Avrupa düzleminde
nasıl işleyecek? Avrupa bir başka politik akıJ
yaratabilecek mi?
Bu soru aym zamanda tüm Avrupalı aydınla-
ra da yöneltilmiştir: Yaşadıklanpıız, onlann
sanki başka düşünce sistemlerinin varlığını
kabul etmemek için direndiklerini gösteriyor.
Böylece bir düşünce sistemı, ciddi çatışmalara
girmeden tahakkümünü koruyor, işlevini sür-
dürüyor.
Arkun:
Gösterişli
insancıl eylemler
tek başına yeterli
değil. Bağh
ülkelere
gerçekten
dayatılacak
uluslararası bir
hukukun terimleriyle tanımlanacak
özgürlüklere ihtiyaç var. Bu
uluslararası bir şart olur ve onu
imzalamayı reddeden devletler
BM'den dışlanır. Ekonomik
ambargo uygulanır, diplomatik
ilişkiler kopanlır. Ama bunun için
tutarlı olmak gerekir.
• Debray: Antropolojik açıdan iki tarihi birbi-
rinden ayırt edebiliyorum. Bir yanda açık, bi-
lim ve teknikteki ilerlemelerle birbirine ekle-
nen, insanlann şeylerle ilişkisinın tarihi. Diğer
yanda, özünde bir tekrar olan insanın insanla
ilişkisinın tarihi: Tarih öncesi çok kesin ve
vahşiliği aşmak mümkün değil. Bu nedenle,
düzenleyici, yumuşatıcı, denetleyici, uzlaştın-
cı kurallar bulundu. Fakat bu hukuk yapılan-
na çok geniş bir alan tanınınca, güç ilişkileri-
nin tescilinden ibaret kaldı kurallar.
Bu kurallar, Avrupa ölçeğinde ve onun politik
düzleminde gün geçtikçe yeniden barbarlaşı-
yorlar. Ulusallık, hatta aşiret ilkesi yeniden
geçerlik kazanıyor. "Kamu çıkan", haklar,
toplumsal hizmet gibi cumhuriyetçi değerlerin
çöküşüne tanık oluyoruz. Fransız Devrimi'-
nin sonunda yaşanana biraz benzer bir şekil-
de, eski rejimin ımtiyazlannın geri geldiği bir
"restorasyon" dönemi, aynı zamanda yaşadı-
ğımız. Kısacası geri bir dönemdeyiz. Kim ne
derse desin, Aydınlanma Çağı'nın son miras-
çılanndan olan komünizmin çöküşü, ağırlığın
öteki kutuba kaymasına yol açıyor.
Aydına gelince, o hiçbir düzeltmede buluna-
maz, karşı ağırlık oluşturamaz. Sözelin ya da
televizyonun karşısmda yazılı olanın gerileyişi
nedeniyle hiçbir şey yapamaz. lletişim vektörü
bir "aydınlığı yok etme" etkeni olarak işliyor.
Müdahalesini gerçekleştirdiği kanallar akıl
yürütmelere kulak asmıyor.
Son olarak Batı hiçbir zaman bugünkü kadar
kendine yeterli ve herkese tepeden bakar bir
durumda olmamıştı. Daha dün, evrenselciydi.
çünkü sömürgecilığin getirdiği bir vicdan ra-
hatsızlığından mustaripti. Şimdi bir Batılının
gözünde, insanlığın Batı demek oiduğu kesin-
dir. Artık alternatif kalmadı. Aydınlar arasın-
daki abşverişler de, kendı aralanndaki haber
ve imaj aktanmlan da Kuzey-Kuzey eksenin-
de yürüyor. Bu anlamda demır perdenin yeri-
ni, Kuzey'i diğerlerinden ayıran bir göbek
bağı, koruyucu bir perde aldı.
Başkalanmn da, görüş açımız dışında kalan-
lann da bulunduğunu, açılanmızı değıştinne-
miz gerektiğini, lcısacası her şeyin ekrana
yansımadığını söylemeye devam edenler ise
kuşkuyla karşılanıyor.
• Arkun: Peki, o zaman politik eylem nasıl
mümkün olabilir?
• Debray: Kişisel olarak en azından şimdilik,
eylemden vazgeçmiş durumdayım. Cumhuri-
yetçi bir aydın için pazann, imajın (fikirler
düzeyinde ikisi de aynı şey), acil olanın ege-
menliği, örgütlenmenin, katılımın, müdahale-
nin, davranmanın meyvesiz bir çaba olmasına
yol açıyor. Gerçek bir kriz anına dek gücümü-
zü muhafaza etmeliyiz.
• Arkun: Peki, yazıya hâlâ inanıyor musunuz?
• Debray: Evet, hep yazıyorum. Ancak ileti-
şim, yayım, medya, estetik ya da din sorunlan
üzerine yazıyorum. Artık politika üzerine yaz-
mıyorum.
Bitti
OZGÜRCE
TURKER ALKAN
İslamda Demokrasi Olur
E slamda demokrasi olur mu? İşte günümüzün yirmi
• puanlık sorusu. Hele Cezayir'den sonra iyiden iyi-
• ye güncellik kazandı.
I İslamda demokrasi olur, neden olmasın? Türkiye ör-
neği yıllardır bunu kanıtlamıyor mu?
İyi, ama Türkiye laik bir ülke. Doğrudur. Ama zaman-
la diğer İslam ülkeleri de laikliğe kayacaklar. Başka çı-
kar yolları yok. Varlıklarını sürdürmek için çağdaşlaş-
maları gerekiyor, çağdaşlaşmanın en kestirme tanımı
da, laikleşmedir.
Eskiler buna "üehrileşme", yani dünyevileşme der-
lerdi. Dünya işlerini dünya kurallarına göre çözmedik-
çe, bu dünyada insanın ayakları yere basar mı?
"İyi ama" deniyor, "dünyada kırkın üzerinde İslam ül-
kesi var, iyi kötü demokrasinin işlediği tek ülke Türkiye.
Bu da İslamda demokrasinin işlemeyeceğini göstermez
mi?"
Göstermez, çünkü istisnalar kuralı bozar. Türkiye, ön-
de giden bir İslam ülkesi olarak demokrasiyi gerçek-
leştirebifmişse, zamanla diğer ülkelerin aynı yolu izle-
mesini beklemek, Türkiye'nin geriye doğru değişece-
ğini beklemekten çok daha doğru olacaktır.
Unutmayın, daha düne kadar Katolik ülkelerin bü-
yük çoğunluğunda da demokrasi ya yoktu ya da bü-
yük sıkıntılarla işliyordu. Demokrasinin en fazla yerleş-
tiği Fransa'da bile, 1950'li yıllara kadar askeri darbe kor-
kusu estirilebiliyordu.
O zamanlar "Katoliklikle demokrasi bağdaşmaz" di-
yenler çıktı. Şimdi-
lerde kimse böyle Demokrasi sorunu,
düşünmöyor. "siyasal giicün ne
Ortaçağiarda oranda merkezileştiğii"
lisenindemokratik-
r. Din,
sürekli olarak belirleyici
bir rol oynayamaz.
beklenebilir miydi? O çağlar Avrupasına bakıp, "De-
mokrasi ile Hıristiyanlık bağdaşmaz," demek ne kadar
abesse, şu andaki çeşitli îslam ülkelerine bakıp aynı
yarg/ya varmak da o kadar yanlıştır.
Bütün sorun, siyasal rejimi, siyasal kültüre indirge-
yerek açıklamaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Kuşku-
suz ki toplumlann kendilerine özgü siyasal kültürleri
vardır ve bunlar siyasal yasamda etkili olurlar. Hatta kı-
sa sürelerde belirleyicidirler.
Fakat, uzun dönemlerde siyaseti belirleyen etmen si-
yasal kültür değil, kanımca (sıkı durun şimdi) toplumun
üretim biçimidir. Toplumlann yaşadıkları üretim bkpim-
leri, uzun dönemde siyasal kültürlerini de belirlemek-
tedir.
Bunu söylerken, Manc'ın bütün çözümlemelerine,
özellikle gelecekle ilgili öngörülerine katılmadığımı söy-
lemeliyim. Ama siyasette kültürel etkinin aşırı biçimde
abartılıp, toplumsal yapıyı belirleyen ana öğelerin unu-
tulduğunu sanıyorum. " . -;y, \« '.*
Siyasette kültürel olanın ön plana çıkarılıp, ekonomik-
teknolojik olanın arka plana itilmesi, sonunda durağan
ve açıklama gücü olmayan bir anlayışı egemen kılmak-
tadır. Salt kültürel olanın belirleyiciliğine bağlı kalsay-
dık, ne Katolik ülkelerdeki ne Türkiye'deki ne Sovyet-
ler Birliği'ndeki ve Doğu Bloku'ndaki ne de Uzakdo-
ğu'daki gelişmeleri anlayabilir ve açıklayabilirdik.
Demokrasi, toplumsal yapının tek merkezden yöne-
tilemeyecek kadar karmaşıklaşmasının sonucudur. Gü-
çûn toplumda dağılması ve yaygınlaşması ile ilgilidir.
İslamlık ve Katoliklik, belki de toplumda güç yoğunlaş-
masına neden olduklan için, belirli dönem ve koşullar-
da, otoriter yönetimlerin kurulmasını kolaylaştırmışlar-
dır. Fakat toplumsal yapının başka etkilerie çoğulcu bir
nitelik kazanmaya başlaması, dinin merkezilestirici et-
kisini azaltabilir.
Kısacası, demokrasi sorunu, "siyasal gücün ne oran-
da merkezileştiği" ile ilgilidir. Din, burada sürekli ola-
rak belirleyici bir rol oynayamaz.
Gerekli koşullar oluştuğu zaman İslam ülkelerinde
de demokrasinin en hası olacaktır Hiç merak etmeyin.
Kapatılan TBKP Genel Başkanı Sargın:
Artık TBKPdeğil
Türkiye davahhiçbir belirti bulunmuyor'"
şeklinde konuştu.
TBKP için, "sınıf tahakkü-
münü tesis, adında komünist
kelimesinin geçmesi, Kürtle-
re ilişkin görüşler ve kapatı-
lan partilerin devamı olduk-
lan" gerekçesiyle dava açıldı-
ğını hatırlatan Nihat Sargın
şöyle konuştu:
"Anayasa mahkemesi,
bunlardan sınıf tahakkümü-
nü tesis ve kapatılan partinin
devamı olması yönünden be-
raat, diğer ikisi için mahkû-
miyet karan verdi. Biz, zaten
TİP ve TKP'nin birleşmesin-
den doğduğumuzu söylüyor-
duk. Kürt tabusunun tartışıl-
dığı ve hükümetin Kürtçe
konuşmayı serbest bıraktığı
bir dönemde, bizim partimiz
Kürtler üzerindeki düşünce-
leri yüzünden kapatılıyor."
"Uzun yıllar hâkim olan ve
12 Eylül'le uç noktasına gö-
türülüp karikatürleştirilen
devlet ideolojisi adına,
TBKP'nin tüzüğü, gerekçeli
kararda polemik yapılmakta-
dır. Partimizin kapatılması
nedeniyle Avrupa İnsan
Haklan Konseyi'ne, parti ve
kişi nezdinde başvuruda bu-
lunduk" diyen Sargm, konu-
nun artık uluslararası yargı
önünde olduğunu belirtti.
Anayasa Mahkemesi'nin
bu kararla iki noktada bilinç-
li bir tercih yaptığım söyleyen
Haydar Kutlu da, "Anayasa
Mahkemesi, bu kararla, koa-
lisyon hükümetinin protokol
ve programınuı karşısında
yer alıyor Vı; uluslararası hu-
kukun iç hukuku bağlayıcı
özelliğini kabul etmiyor" di-
ye konuştu.
tç Politika Servisi-Türkiye
Birleşik Komünist Partisi
(TBKP) Genel Başkanı Ni-
hat Sargın, partilerinin Ana-
yasa Mahkemesi tarafından
İcapatılmasını şu şekilde de-
ğerlendirdi: "4 Haziran
1990'da kunılma ile başlayıp
28 Ocak 1992'de yürürlûğe
giren kapatma karan ile nok-
talandığı sanılan süreç aslın-
da devam etmektedir. Süre-
cın bundan sonraki bölü-
münde artık TBKP değil,
Türkiye Cumhuriyeti hükü-
metidavalıdır."
Dün TBKP Genel Sekrete-
ri Haydar Kutlu ve parti avu-
katlanyla birlikte İstanbul
Tabib Odası'nda bir basın
toplantısı düzenleyen Sargın,
partinin kapatılma gerekçesi-
nin, iktidardaki DYP-SHP
koalisyon hükümetinin pro-
tokolü ve hükümet progra-
mıyla çeliştiğini söyledi.
Nihat Sargın, partileri için
Anayasaya aykınlıktan açı-
lan kapatma davasırun so-
nuçlanmasından sonra, ka-
patılma karannın hemen
açıklanmayarak anayasa hü-
kümlerine aykın davramldı-
ğını savundu. Davanın son
savunma aşamasından he-
men sonra Paris Şartı'nin
imzalandığını ve TCK'nın
141 ve 142. maddelerinin yü-
rürlükten kaldınldığmı hatır-
latan Sargın, bu gelişmelerin
davayla ilgili önemli ve parti
lehinde kararlar olduğunu
söyledi. Sargın, 'Bunlan ek
bir savunmayla Anayasa
Mahkemesi'ne sunduk. An-
cak gerekçelı kararda, son
savunmadan sonraki ek sa-
vunma dilekçelerine ilişkin