15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 Cumhuriyet görüşler 4Şubatl992 BURAŞI TÜRKİYE HALUK ŞAHIN Bir Yasa Hazırlanıyor... Yeni radyo televizyon yasası heyecanla bekleni- yor. Adeta zamanın tiktaklannı duyabilmek mümkün. Demirel hükümetinin yetkilileri bu işin mart ayı içinde çözüleceğini söylüyorlar. Hadi, Murphy'nin ünlü yasasını da ("Her şey kendisi için aynlandan daha fazla zaman alır.") hesaba katalım, olur nisan... İş, bu ilkbaharda bitermiş gibi görünüyor. Nedir"tş"?Önceanayasanınılgilimaddesindedeğışik- lik yapılarak radyo televizyon yayıncıhğında devlet tekeli kaldınlacak. Sonra bu değişikliğe uygun bir radyo tele- vizyon yasası Meclis'ten geçirilerek içinde özel radyo ve televizyon istasyonlannın da yer aldığı yeni düzenin ku- rallan belirlenecek. Konu son derecede önemli yani. Hem tele-demokrasi döneminde olduğumuz için siyasal açıdan önemli hem de özellikle televizyon yayıncılığı trilyonluk çıkarlann çar- pışma alanı olduğu için ekonomik olarak önemli. Gazete haberlerinden fark ediyorsunuz: Ülkedeki güç odaklan şimdiden köşe kapmaya çalışıyorlar. Dev sermaye grup- lan, çokuluslu şirketler, yayın tröstleri, kapkaççılar... Hepsi kurulacak yeni düzende bir pay kapabilmek için ağırlıklannı koymaktalar... Hükümet, yeni yasamn, kimsenin etkisi altında kalma- dan tümüyle teknolojik olgular ve ülke ihtiyaçlannın ışı- ğında oluşturulacağını söylüyor. Hazırlığın sorumluluğu Devlet Bakanı Gökberk Ergenekona bırakılmış. O da birtakım teknisyen ve akademisyenlere danışıyor. Kısa zamanda çok yol alınmak isteniyor. Ergenekon'un çeşitli iletişım kuruluşlanna ocak aymın son haftasında yazdığı mektup hem iyiye hem de kötüye yorulabilir. tyidir, çün- kü başkalannın görüşlerini öğrenmeye çalışıyor. Kötü- dür, çünkü verilen süre "ocak sonuna kadar", yani bir- kaç gün; insan, acaba bu, dostlar alışverişte görsünler türünden birjest midir kuşkusuna kapılıyor. Aslında elden ele dolaşan birkaç yasa taslağı var. Bınsini Hüsamettin Cindo- ruk'un isteği ûzerine TRT Hukuk Başmü- şaviri Akın Beşiroğlu hazırlamış. îkincisi, îstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Müdürü Prof. Dr. Tayfun Akgüner ve arkadaşlannın im- Ortada önemli bir fırsat var: 21. yüzyıla hazırlanan ve kendisine önemli küresel roller biçilen Türkiye insanlarının iletişım ihtiyaçlarına en uygun yasayı en demokratik bir biçimde hazırlamak. zasını taşıyor... RTYK, Basın Konseyi, İLADgibi kuru- luşlann da ya yasa taslağı hazırladıkları ya da temel ilke- ler konusunda hazırlık yaptıkları biliniyor. Reklamcılar, halen uyduyla yayın yapan özel televizyon kuruluşlan ve diğer ilgililer de devre dışı kalmamaya çalışıyorlar. Yeni radyo-televizyon yasasmı her derde deva görenler bile var: Babıali'deki işsiz gazeteci, Yeşilçam'daki işsiz kame- raman, reklam piyasasındaki işsiz metin yazan, salon bulamayan özel tiyatrocu, kendisine göre rol bulamayan memur tiyatrocu, basının geleceğini karanlık gören gaze- te patronu, televizyon gereçlerine milyarlar yatırmış ve sinek avlayan stüdyo sahibi, TRT'nin durumunu umut- suz gören yayıncı, kalemin gücünden umudu kesip kame- ra önünde ahkâm kesmek isteyeaJcöşe yazan ya da şarla- tan... Tabii, parrnağını şıklattığı anda kameraların kendisine dönmesi gerektiğine inanan politikacı... Ve dah», uzak- tan kumanda düğmesine bastığı anda birbirinden pınltılı ama kof programlardan seçmek isteyen "tele-aylak". (Deyim Profesör Doğu Ergil'in.) Ve elbette, televizyonu dünyaya açılan geniş bir pencere olarak da gören insan- lar... Bakalım yeni yasa hangilerini memnun edip hangileri- ni düş,kınklığına uğratacak? • • • Aslında, artık yatak odalanmıza kadar giren radyo ve te- levizyon nedeniyle bu yasa yediden 87'ye hepimizi ilgi- lendiriyer. Ortada önemli bir fırsat var: 21. yüzyıla hazır- lanan ve kendisine önemli küresel roller biçilen Türkiye insanlannın iletişim ihtiyaçlanna en uygun yasayı en de- mokratik bir biçimde hazırlamak. En geniş katıhmla, en çok yönlü tartışmayla, en son bilgilerle donanmış ola- rak... Bundan önceki radyo televizyon yasalanmız tepki ya- salanydı. Bu kez tepkilere değil gerçeklere, umutlara ve düşlere uygun bir yasa yapabüiriz. Yaratıa, üretici, öz- gür, demokratik ve "konuşan" Türkiye'nin radyo ve te- levizyonunu kurabiliriz. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1962:Millikoalisyon Hükümete üye vermeden milli koalısyona katılma iseşu şekilde olacaktır: Mevcut dört parti önümüzdeki günlerde veen yakınbir tarihte Devlet Başkanı Cemal Gürsel'in başkanlığında ve Başbakan İsmet İnönünün katıldığı bir yuvarlak masa toplantısında huzuru temin edecek bazı meselelerdeprensipanlaşmalanna varacaklardır. Bu prensıp anlaşmasından sonra Türkiye'de bir siyasi huzurun sağlanmış olacağı kabul edilmektedir. TARfflTE BU GÜN YURTTAŞ HEARST'ÜN TORUN& 1&M'TE 8UGÜN, AMEJZİKALI gAS/N KRALI RAU. POLPH HEARST'ÜN 2O YAÇIHPAKİ K/ZI PATRlClA KAÇlüfLMIÇTI! "TVE SYMBtO*/ESE UgEBArtOM AfZMY* APU YASAPlŞt OK6ÜT meAFINPAU KAÇlR/LPlKTAU SONRA, BABAS/NPAM 22O MİLYOAI POLAR FİOYE İSTENMİŞ,PARAH<N Y0KSULLA8A PAĞITILMAK ÜZERE AUAjACA- &l DA BELİRrİLMffTf. ANCAK, PAZAKUK UZAYACAK.,BÜ 2AMAAJ ı'Ç/AJOE £>£,6EAJÇ *U2BU ÖR£ÜTE KA77LP/6IUI AÇlKUYACAK; DAHASI, OfJlARlA Bİ£LltO£ SAHKA BİLE SD_ yACAJCTte! YAKALANPI&AN SONRA, B/R SÜ- RE TUTUKJM KALAM WRICIA, DAHA SON- İ i a R l ( M t b i ' Y * tA A Kant''fi/mıne kona o/an '<^ -forıaıudur.) Deniz Bakanlığı Gerekli mi? Prof. Dr. ERDAL ÖZHAN ODTÜ Uluslararası Deniz ve Kıyı Örgütü Yönetim Kurulu Üyesi D enız Bakanlığı adıyla yeni bir bakanlık kurma calışmalan- nın sürdüğünü, bir Devlet Bakanımızın bu k-onuyla gö- revlendirildiğini basında zaman zaman çıkan kısa haberlerden izliyoruz. "Ülke- mizin üç tarafının denizlerle çevrili ol- ması", söz konusu yeni bakanlığın ku- rulma gerekçesi olarak kullanılıyor. Denize sının olmayan bir ülkede •'De- niz Bakanlığı" kurmak doğal olarak söz konusu olamaz Ancak denize sının olan her ülkede de bir Deniz Bakanlığı yok. Yani salt deniz sınınnın bulunması bir bakanlık kurulmasının gerekçesi ola- maz. Kıyılannın uzunluğu, bizimkınden yaklaşık beş kat daha uzun, petrol ve gaz üretimi, tıcari balıkçıhğı. endüstriyel te- sisleri, ulaşımı, rekreasyonel kullanımı ve diğer boyutlanyla denizden ve kıyı alanlanndan yararlanma düzeyi bizim- kinın kat kat üzerinde olan ABD'nin bir Deniz Bakanlığı yok!.. Ancak deniz po- litikalannın oluşturulması ve uygulan- masında etkili rol oynayan, deniz işleriy- le ilgili onay ve vize yetkisi olan güçlü bir kuruluşu var. Bugün deniz kıyısı olan gelişmiş ülke- lerde kabul edilen bir olgu var. Bu olgu denizin ve onun aynlmaz parçası kıyı alanlannın, birçok değişik kullanım bi- çimlerinin (ki bunlann çoğu birbiriyle çelişen kullanımlardır) belirli oranlarda pay alabilmek için yanştığı en değerli ulusal kaynaklar arasında olduğudur. Bu önemli kaynağın, çeşitli kullanımlar arasında koordinasyon sağlahmamasın- dan, korumaya yeterli önem verilmeme- sinden ya da bir kullanıma sınır tanımaz biçimde aşın ağırlık verilmesinden kay- naklanan ciddi bozulmalarla karşı kar- şıya kaldığını izleyen gelişmiş ülkeler (ve bazı gelişmekteki ülkeler) bu doğal kay- nağın akılcı yönetimi için çareler araştır- maya koyulmuştur. "Deniz ve kıyı yö- netimi" olarak anılan bu çabalar bazı ülkelerde neredeyse çeyrek jKizyıl eski- dır. ABD'de bu yönetim işlevini yukan- da sözü edilen "Ulusal Deniz ve Atmos- fer Yönetimi" adlı kuruluş yürütmekte- dir. Gerçek olan şudur ki ülkemizde deniz ve kıyı kaynaklannın akılcı yönetimi için mevcut yasal çerçeve ve örgütsel ya- pı yeterli deg^ldir. En önemlisi, salt bu işi görev edinmiş bir otorite yoktur. Deniz- lerimiz ve kıyı alanlanmız değişik kulla- nımlannın bağımsızlığı açısından "yedi kocalı Hürmüz" konumundadır. Bunun olumsuz örnekleri sayılamayacak kadar çoğalmıştır. Aşın kırlenme sonucu elden çıkmış körfezler, hızla yok ettiğimizcan- h kaynaklanmız, kıyı alanlannın yanlış türdeki gelişmeler ıçın feda edilmesı, yi- tirmekte olduğumuz kültürel ve doğal değerlerimiz artık hiç kimseye yabancı değildir. Bir yandan bu olumsuzluklar artarken, mevcut kaynaklanmızı eko- nomik gelişmemiz için yeterince kullan- dığımızı söylemek de olası değildir. tyi çalışacak bir Deniz Bakanlığı oluş- turmak, neredeyse iyi çalışacak bir Çev- re Bakanlığı kadar zordur. Zorluğun önemli bölümü, deniz ve kıyı kaynakla- nnın otuzun üzerinde değişik kullanım- larının bulunmasından ve bu kullanım- larla ilgili yetki ve görevlerin çoğu bugün mevcut olan değişik kuruluşlara dağıtılmış olmasından kaynaklanmak- tadır. Kuruluş çalışmalannın sürdürül- düğünü duyduğumuz "Deniz Bakan- lıgı"na, deniz ve kıyı kaynaklanmızın akılcı kullanımlan ilkesinden yola çıkı- larak gerek duyulduğunu umuyoruz. Bakanlık çerçevesinın, değişik kulla- nımlarda uzmanlaşmış tüm kuruluşlan- mızın görüşleri alınarak, bir oldu bitti tuzağına düşülmeden hazırlanmasını is- tiyoruz. Bir yanlışı düzeltmek, yeni bir doğru yapmaktan çoğunlukla daha güç- tür. Dileğimiz, kurulmakta olan Deniz Bakanlığı'nın on yıl önceki Deniz Müs- teşarhğı'nın öyküsünü yinelememesi... Deniz ve kıyı kaynaklanmızın durum- lan, yeni bir yanlışlığı kaldıramayacak ölçüde kötüleşmektedir. FERRUHDOĞAN Lİ&EKAÜM ) 1 __ Bîr Sanayî Polîtikasına Doğru BÜLENTECZACIBAŞI TÜSİAD Başkanı Ekonominin gündeminde "pa- ket" var... 18 ocakta açılan paketin içeriği günlerdir bü- tün yönleriyle tartışılmakta. Yine de önemli bir nokta galiba dik- katlerden kaçıyor: Paket, bir "sanayi politikası"na yönelmekte olduğumu- zun işaretlerini taşıyor. Agroendüstri ya da tarıma dayalı sanayi, "hedefle- nen" sektör olarak ortaya çıkıyor. Bu sektör için bazı özel teşvikler öngörü- lüyor. "Türkiye'nin daha önce bir sanayi politikası yok muydu" diye sorabih'r- siniz. Bu sorunun yanıtını bulmak ilk bakışta çok kolay değil. "Politika", kısaca "birbiri ile ilişkih' bir amaçlar ve araçlar demeti" olarak tanımlanabilir. Sanayi politikalarının klasik araçlanndan olan çeşitli teşvik- leri ve koruma önlemlerini Türkiye geçmişte bol bol kullandı. Ne var ki çağdaş bir sanayi politikasının belir- gin amaçlan ortada yoktu. 1980'den bu yana dışa açık sanayileşme süreci içinde olduğumuza göre bu amaçlar belirli sektörlerde rekabet üstünlüğü- ne erişilmesini içermeliydi. Oysa teş- vikler, "her şeyi teşvik eden, sonuçta hiçbir şeyi teşvik etmemiş olan" bir anlayış içinde uygulandı. Belli sektör- lerde bazı maliyet avantajlanmn yar- dımıyla önemli ihracat artışlan sağ- landı, fakat teknolojik üstünlüğe dayanan ihracat atılımlan gerçekleşti- rilemedi. Oysa artık uluslararası reka- bette üstünlüğün kahcı olması için mutlaka yeni ürün geliştirme kapasite- sine kavuşmak gerekiyor. Bu nedenle tutarlı bir sanayi politikasının bugüne kadar Türkiye'de uygulanmış olduğu- nu söyleyemiyoruz. Yanıtlanması birincisinden belki daha da zor olan bir soru da şudur: "Türkiye'nin bir sanayi politikası ol- malı mı?" Iktisatçılar, sanayi politikalannın yararlannı ve sakmcalannı sonsuza kadar tartışabiliyorlar. Bazı bilim adamlanna göre dış ticarette ve eko- nomide serbestleşme. en verimli kay- nak dağılımını kendıliğinden ortaya çıkarmaktadır. Serbest piyasa meka- nizması ile çelişen her türlü teşvik, sübvansiyon, koruma önlemleri kay- nak savurganlığına yol açar. Rekabet üstünlüğüne kavuşabilecek sektörleri önceden belirleyebilmek kolay değil- dir. Bu seçimler politik etkilerin dışın- da tutulamaz, yanlış yapma olasılığı yüksektir ve bu yanlışlann ülke eko- nomisine maliyeti çok büyük olur. Bizim görüşümüz Türkiye'nin ger- çek anlamda bir sanayi politikasına gereksinimi olduğu yönündedir. Ay- nntılı teorik tartışmalara girmeden, bu görüşün dayandığı noktalan özet- leyelim: En ileri sanayi ülkeleri de dahil ol- mak üzere her ülke belirli ölçüler için- de sanayiini korumakta, çeşitli sektör- lere teşvikler ve sübvansiyonlar ver- mektedir. Türkiye de bunu yapmaya devam etmelidir ve edecektir. Ancak bu kaynak aktanmmın, belirli bir stra- teji çerçevesinde yapılmasının ülkeye uzun dönemde yarar sağladığı, aksi halde uygulamalann, yatınmlan yön- lendırici bir etki yapamadığı görüşü giderek ağırlık kazanmaktadır. Nitekim, özellikle Uzakdoğu ülkele- rinin rekabetınden kendilerini koru- yabilmek için ABD ve Fransa gibi ileri Batı ülkelerinde de liderierin sanayi politikasının öneminden söz etmeye başladıklarını görüyoruz. Uluslararası rekabette başan şansı- na sahip olan sektörlerin kendiliğin- den ortaya çıkmasım beklemek, za- man içinde belki bazı "doğal" üstün- lükler nedeniyle (pazarlara coğrafi yakmlık, işçilik, hammadde maliyetle- ri gibi) girdi maliyetlerinde avantajlan olan sektörleri zaman zaman ön plana çıkanr. Oysa girdi maliyetlerindeki Desteklenmesi duşünülen sektörlerin hangi yöntemlerle seçileceği konusunda bu aşamada bir . açıklık bulamıyoruz. Sanayi politikalarının teknoloji boyutunun gözardı edilmemesi gerekdği görüşündeyiz. doğal avantajlara dayanarak dünya pazarlannda üstünlük sağlama döne- mi artık kapandı. Kalkmmada daha ileri aşamalara geçmek isteyen ülkeler, yüksek katma değer yaratan ve "ya- pay" (ya da "yaratılmış") üstünlükle- re dayanan sanayilere kaymak zorun- dalar. Yeni ürünler geliştirmek, farklı- laştınlmış ürünler pazarlayabilmek, üretim yöntemlerinde kaliteyi iyileşti- rici ya da maliyeti düşürücü geliştir- meler yapabilmek, rekabette kahcı üstünlükler getiriyor. Bu üstünlüklere ulaşmanın yolu da teknolojiden geçi- yor. Çağımızda uzmanlaşmanın giderek önem kazandığını görüyoruz. Ne ileri ülkeler ne de bazı ülkelerden daha bü- yük boyutlardaki dev şirketler çok çe- şitli alanlann tümünde birden başanlı olamıyorlar. Dünya pazarlanndaki yoğun rekabet, teknoloji geliştirmenin çok yüksek maliyeti, ülkeleri ve kuru- luşlan ileri düzeyde uzmanlaşmaya iti- yor. Kaynaklan çok kıt olan gelişmek- te olan ülkelerin uzmanlaşmaya olan gereksinımleri daha da fazla. Tür- kiye'nin de yakın bir gelecekte çok çe- şitli alanlarda teknolojik üstünlüğe kavuşması herhalde düşünülemez. Fakat bazı seçilmiş alanlarda teknolo- ji geliştirebilen bir sanayiye sahip ol- mamız, hiç de gerçekçilikten uzak bir hedef değildir. Kısa bir süre içinde gümrûk birliği- ne girmeyi hedeflediğimiz AT ülkele- rinden herhangi birinde, insanlan rastgele yoldan çevirerek, "Türk malı denince aklınıza gelen dört sanayi ürü- nünü sayar mısınız?" diye sorduğu- muzu düşünelim. Bu soruya birbiri ile tutarlı yamtlar almaya başladığımız zaman, dışa dönük sanayileşmede ba- şanya yöneldiğimizi anlayacağız. Ger- çek anlamda bir sanayi politikası oluş- turamadığımız sürece böyle bir nokta- ya ulaşabileceğimiz kanısında değiliz. Bu nedenlerle, bir sanayi politikası arayışının "ekonomik pakette" yer alan başlangıcını mutlulukla karşılı» yoruz. Bununla birlikte, bazı kaygıla- nmızı belirtmeden de geçemiyoruz: Birincisi; desteklenmesi duşünülen sektörlerin hangi yöntemlerle seçilece- ği, hangi politika araçlannın niçin kul- lanılacağı konusunda bu aşamada, bir açıklık bularnıyoruz. Ülke koşullan ile uyumlu bir sanayi politikası ancak dünya pazarlannın, teknolojilerin, ürünlerin özelliklerini bilen ve rekabe- tin gerçeklerini yaşayan sanayici ve yöneticilerin katkısı sağlanarak oluş- turulabilir. Ne Devlet Planlama Teşkilatı'mızın değerli yönetici ve uzmanlan ne de dünyanın herhangi bir başka planla- ma teşkilatının uzmanlan veya bilgi- sayarlan, özel kesimin bilgi ve dene- yim birikimine başvurmadan sanayi politikasının temelini meydana getire- cek seçimleri isabetli biçimde yapabi- lirler. Aynı zamanda, belirli sektörlere ulusal gelirden kaynak aktanlması an- • lamına gelen bu seçimlerin çok berrak bir açıklık ve seffaflık ortamında ya- pılması, sanayi politikasının başansı için vazgeçilmez bir önkoşuldur. Ikincisi; yukanda açıklamaya çalış- tığımız nedenJerden, sanayi politikala- nnın teknoloji boyutunun gözardı edilmemesi gerektiği görüşündeyiz. Teknoloji geliştirme kapasitesine ula- şamayan sektörlerin artık uluslararası pazarlarda kalıcı başanlar kazanma- lan düşünülernez. Yaünmlan ve üre- tim girdilerini teşviklerle ucuzlatmak olsa olsa geçici ihracat artışlan sağla- yabilir. Uzun dönemde başan; uzman yetiştirihnesinde, insan gücü eğitimin- de ve teknolojide elde edilecek geliş- melere bağlı olacaktır. Sanayi politikalan ile ulusal bilim ve teknoloji politikalan arasındaki bağ- lann kurulması büyük önem taşıyor. Bu gerçek doğrultusunda uygulana- cak politikalar sanayimizi uluslararası rekabette başarıya götürecektir. BLOKNOT YAĞMUR ATSIZ Şemseddin Sânıi Beye 'Tostamak". Y ine birkaç gündür Istanburdayım ya, daldım tekrar rahmetli pederin o paha biçilmez "Kü- tübhâne-i Amire"sine... Dirseklerime kadar toza bulanmış olarak... "Ay, şunu da oku- sam... Aman, şuna da bir göz atsam...", derken ansızın Şemseddin Sâmi Bey'e "tosladım"!!! Üstad'ın altı ciltlik ve küçük puntoyla 4830 iri boy sayfalık "Kaamûsü-1- Âlâm adlı eseriydi elime geçen... Bugün bile araştırmacılann hâlâ temel başvuru kitap- lanndan birini oluşturan bu; kişiler, yerler ve ülkeler ansiklopedisi, 1889-1898 yıllan arasında, devrin önemli nâşirlerinden Mihran Efendi tarafından basılmış. Sadece yazannın su katılmadık bir Arnavut, yayınasının ise ha- lis bir Ermeni oluşu, evrensel Osmanlı kültürünün -can- çekişirken bile- nasıl toparlayıcı bir güce sahip olduğunu gösteriyor. Nitekim Şemseddin Sâmi Bey'in inanmış bir Arnavut yurtseveri olması ve 1912'de artık ipler koptuk- tan sonra gidip Tirana'da Arnavut devletinin kuruluşu- na katkıda bulunması, onun Türk-Osmanlı kültürüne bu eser ve daha nice başka eserle değeri ölçülemez hizmetlerde bulunmasina engel teşkil etmemiştir. Değişik kaynaklann; Türk kültürü, Türk siyasi varlığı ve genel olarak "Türk" olan her şeye karşı artık her türlü insaf sınınnı aşan saldınlara yöneldiği şu son yıllarda, "Kaamûsü-1-Âlâm"ın yeni harflerle yeniden basılması ne hoş olurdu diye düşünmekten kendimi alamıyorum. En azından bazı maddeleri seçilerek bir kitapta toplana- bilirdi... Türkiye'de kavmiyetçilik ve azınlık ırkçılığı hortlatıl- mak, daha doğrusu yoktan var edihnek istenirken Arna- vut asıllı bir Osmanlı aydını bundan 100 yıl önce neler yazıyor ve Ermeni asıllı bir yayıncı neler basıyordu? Bu- nu sadece "Memâlik-i Osnıâniyye" maddesinden (Cild 6, s.: 4418) iki kısa l k ) ahntıyla göstermek is- Türkiye'de kavmiyetçilik ve azutlık ırkçılığı yoktan var edilmek istenirken Arnavut asıllı bir Osmanlı aydını bundan 100 yıl önce neler yazıyor ve Ermeni asıllı bir yaymcı neler basıyordu? hâkimi- yeti yalnız lisan cihe- tince olup sair hiçbir cihetçe diğer akvâm-ı müslimeden (Müslü- man kavimlerden) farklan yoktur." Ikinci alıntı ise şöy- _ ^ _ ^ _ ^ _ ^ _ _ ^ ^ ^ _ ^ ^ _ _ le: "Memâlik-i Osmâniyye kadar ahâlisi muhtelifü-1-cins (çeşitli cinslerden) hiçbir devlet olmayıp gerek islam ve gerek hıristiyanlan müteaddit ecnâsa münkasım (çok sa- yıda cinslere kısımlandınlmış'bölünmüş) ve muhtelif el- sîne ile mütekellimdirler (çeşitli lisanlar ile kelâm ederler/ konuşurlar). En birjnci cinsiyeti ve kavm-i hâkim sıfatını hâiz olan Türk Kavmi olup Anadolu'nun hemen umum ahâlîsiyle Rumeli'ndeki müslümanlann nısfı (yansı) ve Şam (Suriye) ve Kürdistan ve Irak ahâlîsinin birer kısmı Türktür. Lisanla hükmedilecek olsa, nefs Anadolu'nun hıristiyanlan dahî, mezhebce Rum ve Ermeni Cemaat- leri'ne mülhak (iltihak etmiş/katılmış) iseler de Türk addolunmak lâzım gelir." Yazının burasında, "Yahu," diye düşünmeye başla- dım, "acaba ben bu maddenin tamamını yeni harflere çevirsem gazetenın kültür sayfasında yer bulur mu" Işte tam o anda telefon çaldı ve yazı işlerinden, yerdar- lığı sebebiyle, benim artık haftada bir değil iki haftada biı yazacağımı bildirdiler. Aynca cumartesileri değil salılan yazacakmışım. i İki haftada bir temposuyla aktüaliteyi yakalamam an- cak tesadüflere bağlı olacağına göre bir dahaki sefere ya İkinci Dâmâd Paşa Kabinesi'ni yazacağım ya da Doku- zuncu Yemen Ayaklanması'nı... Bakarsınız o gün Yemen'de yine bir ayaklanma ol- muş... Hasretleü! OKURLARDAN Sayın Toptan'a açık mektup Ortaöğretim kurumlanna öğretmen adayı yetiştiren okullardan mezun olanlar yeterliliksınavı kaldınldiğından öğretmenlik yapabıleceklerdir. Bu kararından ötürü bakanlığı kutlamak istiyorum. Bu sınavdevletinkendi kurumuna karşı güvensizliği idi. Bu smav yıllardan beri devam ettığınden sınavı kazanamayanlar ya da öğretmenliğin maddi koşullan iyi olmadığından sınava katılmayanlar özel ya da kamu sektörlerinde işe başladılar. Şu an bunlann çoğu üretim içinde olduğundan öğretmenliğe dönmeyeceklerdir, dönseler bile bu kadar yıldan sonra öğretmenlik mesleğine uyum sağlayamayacaklar ve öğretmen fazlalığı meydana gelecektir. Mühendis yetiştiren okullarla aynı sürede hemen hemen aynı dersleri almış öğretmen okulu mezunlannın dereceleri aynı (8/1) fakat işyerlerinde herhangi birsıfatlan yoktur. Ne mühendis ne de işçi. Tabii aldıklan ücretler de o düzeyde. ANAPhükümeti döneminin Sayın Milli Eğitim Bakanı Avni Akyol, öğretme.nlik yapmayan öğretmen okulu mezunlanna bir yıl yabancı dil eğitimi verilerek (bir defaya mahsus) üretim mühendisligı diploması verileceği yönünde bir çahşma başlatmıştı. Hükümet değiştiğinden bu çahşma yanda kaldı (elektrik-elektronik, tekstil, matbaa, vb. bölüm mezunlanna). Böylesine bir karann yaşama geçirilmesiyle hem geçmiş yıllann mezunlanna yapılan haksızlık ortadan kaldınlmış olur hem de yıllarca fabrikalarda, işyerlerinde üretime katkıda bulunan bu insanlann üretimde kalmalan sağlanmış olur. Yeni Milli Eğitim Bakanımız bu konuya bir çözüm getirmeyi düşünüyor mu? Bu konunun çözüme kavuşturulmasında katkılannızı bekler, saygılar sunanz. tSMAtL SEZER/İstanbul Tören çevreciliği Çevre bilincini geliştirmek için salt öğrenim kurumlannda, akademik düzeyde çalışmalar yapmakla yetinmek, yetersizdir. Bu nedenle yaşamın daha ilk yıllanndan başlayarak çevre bilincini geliştirecek sosyo-kültürel eğitim verilmeli, okullarda çevre bilincini geliştirecek dersler yer almalı, din ve ahlak derslerine gösterilen özen ve önem bu konudaki derslere de göstenlmelidir. Yalnızca konferanslar, panellerya da belirli günlerde çevreye ilişkin söylevler, törensel çevrecilikten öteye geçemez. Her ne kadar hukukun üstünlüğü ilkesine güvenip çevre hukukunu oluşturma ve geliştirme girişimlen yoğunlaşsa da hukuka saygılı insanlar oluşturulmadıkça, eğitımle bilinç sağlanmadıkça, tören çevreciliginden öteye gidemeyeceğimiz hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. SELMA ERDAL/Bursa
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle