15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 ŞUBAT1992 ÇARŞAMBi 14 GORUŞLER BELKİ MURAT BELGE DeğipmenBûköve Cumhuriıaşkanlığı Konuhı T ürkiyenin en güzel yerlerinden biri olan Gö- kova'nın en gûzel yerlerinden biri Değirmen Bü- kü'dür. Yakm zamanlara kadar buranın karayo- lu bağlantısı oldukça bozuktu. Yetmişlerde bir köylü, bir bakkal dükkânı açmıştı. Daha sonra adı "mar- ket" olup da kayda değer bir şey satmayan yeni bir dükkân ve bir lokanta peyda olmuştu. Şimdilerde buraya "Okluk" deniyor ki bu yanlış; Okluk, Değirmen Bükü'- nün karşısındaki tek bir koyun adıdır Mavi yolculuğun insana heyecan veren özelliklerinden biri, iç içe koylara giriştir. Bir burnu döner, güpgüzel bir koya girersiniz. Buna hayran olurken, bir başka bunın dönülür, daha küçük, daha korunaklı bir başka koya gi- rilir. Değirmen Bükü de böyle biryerdir. Küçük girintile- rinden biri, savaşta burada saklanan bir Ingiliz savaş ge- misinden ötürü, "'Ingiliz limanı" diye anılır. Tepeleri kaplayan ormanın bir kısmı yetmişlerde yandığı için o kı- sım çıplak, ama öbür taraflar yoğun çam ormanı vegün- lük ağaçlanyla kaplı. Seksenlerde bütün bu alan, Fethıye'ye kadar SfTalanı haline getirildi. Bu da çok iyi oldu, çünkü bu güzel yerle- rin nasıl zevksiz ve hesapsız biryapılaşmayla berbat edil- diğini hepimiz biliyoruz. Aşağı yukan aynı sıralarda, De- ğirmen Bükü'nde "Cumhurbaşkanlığı Konutu" yapıldı. O zamandan beri • Bir ülkede devlet büyüklerinin "kontıt"larının . korunma tarzı, o ûlkedekj demokrasinin ciddiyetinin göstergesi olabiliyor. birkaç sefer buraya yolum düştü. Cum- hurbaşkanı kendisi o günlerde burada yok- tu. ama tedbirleri eksik değildi. Bir sefer, görecerüzgârlı birgün- de, en dipteki koyun güvenli olacağını dü- şünüp oraya yöneldik. Kıçtan takma motorla hızla hareket eden bir botta bir adam önümüzü kesip oraya gitmenin yasak olduğunu söyledi. Konut bir bu- run üstündedir, burnun arkasında "Malderesi" denilen genişçe bir koy daha vardır. Kıyıya doğru iyice sığlaşır, sazlık başlar. Bir dere burada denize akar ve kefal bulu- nur. Şimdi bu koya girmek yasak. Bir başka sefer lokantanın önündeki perişan iskeleye bağlanmış. karşı kıyıya ağ atmıştık. Bu çevrede, şansınız varsa, iyi karides de tutabilirsinız. Gece, fener alıp ağı yoklamaya gittik. Karşıda, epey uzakta olan Cumhur- başkanhğı Konutu'nun ışıldaklan yandı, düdük sesleri, nöbetçi haykırmalan başladı. Aradaki mesafe uzak ol- duğu için nededikleri deanlaşılmıyordu. Orada olmayan bir cumhurbaşkanını koruyan bir Türk nöbetçisinin ya- pacaklannın sınırını kestiremediğimiz için -ateş mi açar, ne yapar?- vazgeçip teknemize döndük. Bu herhalde Cumhurbaşkanı'nın kendi talimatı değil- dir. Yani herhalde Turgut Özal, "Kimseye gece vakti ağ elletmeyin" diye emir vermemiştir. Ama bu ülkede böyle durumlarda "tedbir almak" söz konusu olunca yapılan- lar bunlardır. Benim başımdan geçen iki olay bunlar. Değirmen Bü- kü'ne Cumhurbaşkanlığı Konutu yapılalı beri ve ya- pıldığı için. Bu, insanı rahatsız etmektir. Değirmen Bü- kü'nün keyfini çıkarmaya Cumhurbaşkanı kadar benim de hakkım var (çünkü herkesin böyle bir hakkı var). Ora- da bu konut yapıldı diye niçin dipteki koya kefal sepeti bırakamayacağım, niçin istediğim yere ağımı veya para- ketamı döşeyemeyeceğim? Son günlerde bu konutun yapılış prosedürü gündeme gelince, ben de olayın bu cephesini anlatmak istedim. Bir ülkede devlet büyüklerinin "konuf'lannın korunma tarzı, o ülkedeki demokrasinin ciddiyetinin göstergesi olabiliyor. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1932: Reisicumhur Hz. Fabrfkalara -z= Değirmenlere Gazi Hz. dün gece, Darülbedayi'de ilk defa olarak temsil edilen "Akın" piyesindehazır bulunmuşlardır. Gazi Hz. DarüJbedayi san'atkârlannın gösterdikleri muvafTakiyetten dolayı memnun olmuşlar ve temsilin nihayetinde piyeste "İstemi" rolünü oynıyan Ertuğrul Muhsin Beyiyanlannaçağırarak tebrik etmişler: "- Çok muvaffak oldunuz. Tebrik ederim" diyerek iltifatta bulunmuşlardır. 1962: Kennedy ve Kruçef New York Times gazetesi VVashingtondan aldığı bir haberi neşretmektedir. Bu habere göre pek yakında Başbakan Kruçef, Amerikan radyo-televizyonunda, Başkan Kennedy ise Sovyet Rusya radyo ve televizyonunda görünüp konuşacaklardır. New York Times "casuslar becayişinden sonra" Birleşik Amerika ve Sovyet Rusya arasında bu televizyonlarda Başkanlann program teatisinin iki memleket arasındaki gerginligin giderilmesi bakımmdan ikinci mühim olayı teşkiledeceğini yazmaktadır. "DEUTSCUVMO Ü6£R AUES 1?9?'P£ BUGÜN, /ıı/usni/ey/iLi ÜMLÜ ses- T£C( Joseptt uçyoN 7/V OLOüĞV <UARŞ, GÜNÜ SAL ÇOK LtLU- , AL- Cezayir'de Cumhuriyet ye Demokrasi Doç. Dr. AHMET İNSEL Sorbonne Üniversitesi Öğretim Üyesi C ezayir'de İslami Selamet Cephesi'nin (FlS)iktidara gelmesini engellemek için cuntanın yönetime el koyup seçimleri iptal etmesini savunanlar ve- ya bunu mazur görenler, demokrasiyi oportünist nedenlerle ve kerhen kabul edenlerdir. FIS liderlerinin demokra- tik seçimleri kabul etmesi gibi. De- mokrasi elbette çoğunluğun iradesini tüm topluma empoze etmesi rejimine indirgenemez. O zaman demokrasi de- ğil, çoğunluk diktatörlüğü kavramı yeterli olurdu. Farklılıklann veazınlık haklarının da dikkate alındığı, çoğun- luğun tahakkümüne bir sınır çekildıği rejimdir demokrasi. Ama bunun ya- nında, siyasal iktidarın çoğunluk ira- desiyle oluşmasını taviz vermez biçim- de savunmaktır da. Demokrasi ço- ğunluk diktatörlüğü değilse, azınlık diktatörlüğü hiç değildir. •rtakbk Iktidann oluşması konusunda de- mokrasiye uygun iki yöntem var: Ço- ğunluk iradesi ya da kura sistemi. Bunlardan başka biryöntemle oluşan- siyasal iktidar cumhuriyet olabilir, ama demokrasi olamaz. İşin bir de ik- tidann değişebilmesi cephesi var. De- mokratik yoldan iktidara gelen güç, başkalarının da bu yolla iktidara gel- mesini engellediği an tüm siyasal meş- ruiyetini yitirir. Bu durumda silahh mücadele dahil, her türlü mücadele yolumeşruolur. Demokrasi bir mücadeledir. De- mokrasinin güvencesi ona inanmış in- sanlann krararlıhğında yatar. Yoksa süngü, baskı ve zulümle güvenlik altı- na alınan demokrasi gerçekten fsmet özel'in söylediği "demon-krasi" olur. Zulüm rejimine dönüşür. Benzer şekil- de "Allah iradesinin" herkese empoze edilmesi de bu "demon-krasi"nin söy- lem değiştirmiş tezahüründen başka bir şey değildir. Demokrasiyi, yani toplumu yaratan güç olan insanların bugünlerini ve ge- leceklerini belirleme özgürlüğü düze- nini reddenlerin objektif ittifakı karşı- sında, demokrasi Cezayir'de yenik Kendi saplantılarını topluma empoze etmeye çalışanlara karşı, sürdürecekleri toplumsal mücadelede, demokratların otoriter cumhuriyetçilerden artık bir tek talepleri olabilir: Gölge etmesinler. düştü. Cunta (ya da onun yerine düne kadar FLN) ve FIS hem birbirinin amansız düşmanıdır hem de demokra- si düşmanlığında kader ortağı. Birinin gücü diğerini beslemekte, birinin var- üğı diğerine meşruiyet tabanı yarat- maktadır. »••fcfislHz Ur cumlHiPiyıt Demokrasiyi toplum katında her gün ve her alanda yürütülen sonsuz bir mücadele olarak algılamamanın bede- lini bugün "ilericiler" demokrasisiz bir cumhuriyete bel bağlamakla ödü- yorlar. Cumhuriyetçilikle demokrath- gın çağımızdaki olmazsa olmaz bera- berliğini reddetmek zorunda kalıp, bir kez daha îslami hareketlerle görünüş- te zıt, içerikte benzer tavır alıyorlar. Evet, günümüzün radikal tslami hareketleri decumhuriyetçidir. İran İslam Cumhuriyeti'nin siyasal kurumlan 1930'lardaki cumhuriyeti- mizden çok mu farklı? Ama demokra- sinin şeytan icadı olduğunu iddia eden bir cumhuriyet bu. Cezayir'de cuntayı alkışlayan "ilericiler" de seçimlerin Cezayir'i dize getirmek için Fransız kolonyalizmi tarafından planlanmış şeytani bir buluş olduğunu iddia edi- yorlar. Cumhuriyetçi ve modernist dikta- törlüğün Cezayir'de bıraktığı mirasın kalıntılannı eşelerken, karşımıza Türkiye için de anlamlı olan şu olgu çıkıyor: tslami hareketin siyasal boyutunu redderek yıllarca İslami evcilleştirme- ye uğraşmanın bedeli Cezayir'de her durumda, seçimleri yaparak veya se- çimleri iptal ederek demokrasinin katledilmesiyle ödeniyor. Demokrasi- yi bir siyasal hareket, bir toplumsal ideoloji olarak görmekten korkan- ların bıraktığı bir miras bu. Dogmatik düşünceyle mücadele etmeyenlerin, dünyevi nasslan dinin nassına ikame etmekle yetinenlerin boş bıraktığı toplumsal mücadele alanında bugün dini hareketler at koş- turuyor. Demokrasiyi savunmak sadece se- çimleri savunmak değil, toplumu ya- ratan tek gücün somut insanlar oldu- ğunu her alanda kararlıhkla savun- maktır. Varüğını kendi dışındaki bir güce teslim ettiğini ilan edip, Allah, bir "ırk" veya bir "nass" adına kendi sap- lantılarını topluma empoze etmeye çalışanlara karşı, sürdürecekleri top- lumsal mücadelede, demokratların otoriter cumhuriyetçilerden artık bir tek talepleri olabilir: Gölge etmesinler. SEMİHBALCIOĞLU YÖK ve Günümüz Türkiyesi Prof. ATTİLA AŞKAR Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi B urada, YÖK yapısının günü- müz Türkiyesi'ne sistem açı- sından ne kadar uyduğunu, değer yargılanndan kaçına- rak madde madde incelemeye çalışa- cağım. YÖK bir 12 Eylül kurumudur: Bu- rada iyi-kötü yargısına girmiyorum. Ancak YÖK rasgele birzamanda ve rasgele bir şekilde çıkmamıştır. Geçir- diğimiz on yülık dönemin sistem açısın- dan en behrgin özelliği, yetkikrin her şeyi herkesten iyi bilen bir kişi ve bu kişi ve düşünce ile uyumlu kimselerde toplanması eğilimidir. YÖK'ün tek se- çiciye dayanan düşey yapısı bu döne- min stilinin bir örneğidir. Sistemler bir bütündür: Çelişkili öğeleri içeremezler. Bugün YÖK'ün yapısının, Türkiye'nin genelde katılım ve açıklık isteyen, KİT'leri bile özerk- leştirmeyi düşündüğü havası ile uyum- lu olduğunu söylemek zprdur. Teknik bakımdan YÖK yasası, ba- şansız bir yasadır: îyi yasalan ve bun- lara dayanan yönetmelikleri sık sık de- ğiştirmek gerekmez. Sık sık değiştirme ihtiyacı varsa, bunu ya yasayı uygu- layıcılann açık fikirliliği ile ya da ilgili yasanın ihtiyaçlara ceyap vermediği ile izah edebilirsiniz. YÖK yasa ve yö- netmelikleri 60 defadan fazla değiş- miştir; uygulamanın getirdiği olum- suzluklan paklamak için her sömestr TBMM tarafından bir af yasası çıkanlmıştır. Benimsenmeyen yapılaşma ve yöne- tim sistemleri, elemanlannın kuruma yabancılaşmasına yol açar ve yeni ge- lecek kimselere çekici gelmez. Güç günler olursa, sisteme sahip çıkacak genis bir kadro bulmak da zorlaşır. YÖK'ün iç denetimi yoktur: Üni- versiteler topluma hesap verme zorun- luluklan olan kurulüşlardır. Ancak YÖK sisteminde, yöneticiler hep üste hesap verme durumundadırlar ve yö- neticilerin kurum içinden hiçbir dene- tim mekanizması yoktur. Bu tür yapı- larda keyfi idareler oluşması iletişim eksikliği ve kişisel kayırmalarla verim- lilik düşmesi kaçınılmazdır. YÖK'teki baskı görünümü mesleğe ilgiyi azaltmıştır: Herhangi bir içdene- tim olmayışı keyfı yönetime ve baskı- ya uygun bir yapı oluşturur. Baskı ha- vası mesleğin saygınlığını azaltmış ve çok olumsuz bir tepki gelişerek, ye- tenekli gençlerin mesleğe ilgisi kaybol- muştur. YÖK'te katı kurallarla laçkahk bir aradadır: YÖK'ün öğretim üyeleri için getirdiği kurallar açısından, ilk yılında yayımlanan küçük bir araştır- ma 29 üniversitenin rektörlerinden pek azının profesör olabilmek için ya- sadaki yüksek niteliklere sahip oldu- ğunu göstermiş idi. Zaman içinde, ya- sadaki gerçekçi olmayan ve yeknesak bir şekilde uygulanması istenen yük- sek kriterler bir kenarda kalmış ve akademik ilerlemeler eskisini de arata- cak Iaçkalığa dönüşmüştür. ögrenci açısından, aşın sert olan ilişki kesme kurallan da uygulanama- yınca, ya otomatik gecmeye dönüş- müş ya da ikidebir çıkan aflarla sınav- lar bir kalite kontrol mekanizması ol- maktan çıkmıştır. KİT'Ierini özerkleştirmeyi düşünen Türkiye'nin, özerk geçmişi olan üniversiteleri KİT'leştirmesini savunmak zordur. İnsan kaynaklan arttınlamamıştır: Bir örnek olarak, kendi üniversitemde 1980'e göre ögrenci sayısı şu anda üç misline çıkarken, öğretim üyesi sayısı sadece %30 artmıştır. Tabii öğretim üyesi sayısını kısa za- manda arttırmak kabil değildir. An- cak YÖK bir uzun dönemli master plan da hazırlayamamıştır. Öğretim üyesi sayısının artmasının birinci şartı, üniversiteler sistemin benimsenmesi- dir. öğretim üyesi sayılannı arttırma- dan öğrenci sayısını arttırmak kolay yolu seçilmiştir. Bu yolla yapılabileceİc öğrenci sayısı artışının sonuna gelin- miştjr. YÖK özel üniversite girişimlerinde haksız rekabet yaratarak caydıncı ol- muştur: Ülkemizde özel yükseköğre- nim kurumlan hem arzu edilir hem de kaçınılamaz olmuştur. Bir özel üniver- sitenin kurucusunun, aynı zamanda tüm üniversiteleri yüceltmekle görev- Iendirilmiş bir kurumun başkanı ol- ması, uygar ülkelerde kabul edileme- yecek bir çıkar çatışmasıdır. Bu özel üniversite olumlu bulunsa dahi, bu ilişkiyle özel üniversiteler konusunda garip bir tekelcilik meydana gelmiş, haksız rekabet oluşmuştur. Bu haksız rekabet, özel üniversitelerin gelişmesi- ni geri bırakmıştır. Üniversiteler KÎT'leşmiştir: Güncel sorunlara hapsolup kalan, sisteme yakın kişilere dayalı dar bir yönetim ağı kurma çabalanyla gününü geçiren bir sistem sonuçta uzun dönemli vege- niş perspektifte planlama yapanuız. YÖK'ün icraatı da bu kaderden kaca- mamıştır. Toplumla iletişim kura- mamış ve bir eğitim mobilizasyonu sağlayamamıştır. KÎT'lerini özerkleştirmeyi ve özel- leştirmeyi düşünen Türkiye'nin, özerk geçmişi olan üniversitelerini KÎT'leş- tirmesini savunmak zordur. Merkez- den yönlendirilen bir sistem üst düzey- de rekabete de açılamaz, verimli de çalışamaz, en iyi kadrolan da cezbede- mez ve nihayet arzu edilmeyecek zor günler halinde de dirençsiz bir bünye ortaya çıkar. Ülkemizde, üniversite ve öğrenci sa- yılan artmaİc zorundadır. YÖK'ün öğrenci sayılannı arttırma yöntemiyle yolun sonuna gelinmiştir. YÖK'ün bannması, sırf öğretim kadrosu iste- miyor diye değil, Türkiye'ye sunulan genel hedefler ile sistemin uyumsuzlu- ğundan ve verimsiz bir KÎT yapısma sahip olduğundan dolayı zordur. Türkiye, yükseköğrenim darboğazı- nı yukandaki KÎT niteliklerinden anndınlmış, vaktini güncel konular ve kişi atamalanyla geçirmeyen, uzun dönemli ve geniş perspektifte düşüne- bilen, elemanlannın ve toplumun enerjisi ile eoşkusunu mobilize edebi- lecek, üniversitelerinin serbest rekabe- ti için esnek ve özerk ortamı hazırlaya- bilecek bir 'koordinasyon kurulu' ile aşabilir. f ŞAHİNALPAY Nasıl Bir Amerika? B aşbakan Süleyman Demirel ve beraberindekiler Soğuk Savaş sonrasında Türk-Amerikan ilişkile- rini biçimlendirmek üzere ABD'yi ziyaret ediyor- lar. Soğuk Savaş sonrasında Amerika, nasıl bir Amerika? ABD'nin önümüzdeki onyılda ve gelecek yüzyılda dünyadaki yeri ve rolü ne olacak? Şimdi dünya politikasının üzerinde en çok konuşulan sorulanndan bazılan bunlar. Ingiliz tarihçi Paul Kennedy'nin 1988 başında ya- yımlanan "Büyük Devletlerin Yükselişi veÇöküşü" baş- lıklı kitabı büyük ilgiyle karşılanmıştı. Burada Kennedy ABD'nin "çöİcmekte olan bir imparatorluk" olduğu tezi- ni işliyordu. Kennedy'ye göre tarih, kaynaklarının giderek daha büyük bir bölümünü askeri amaçlara ayıran büyük devletlerin teknolojik yenilenmeyi başaramadıklannı ve ekonomik bakımdan giderek gerilediklerini gösteriyor- du. Tarihteki öteki büyük imparatorluklargibi ABD'nin de uluslararası çıkarlan ve yükümlülükleri bunlan savu- nabilme gücünün çok ötesine gitmişti. Ve şimdi ABD ge- rileme ve çöküşün eşiğindeydi. Kitabının yayımlanmasından bu yana yaşananlar Kennedy'nin teorisinin Sovyet imparatorluğunun çökü- şünü açıklamada hayli geçerli olabileceğini düşündürü- yor. Ama bu teori ABD için ne kadar geçerli? Kennedy'- nin ilk ortaya atıldığında da birçoklanna inandıncı gö- rünmeyen açıklamalan hakkında bir hüküm vermek için belki çok erken. Şimdi ABD askeri bakımdan dünyanın bir numaralı gücü. Tek askeri süperdevlet Amerika. Geçen yıl yaşa- nan Körfez krizi ve savaşı belki bunun en açık kanıtı oldu. ABD'nin bu konumunu daha uzun süre koruya- cağını düşünmek yan- 21.yüzyılınçok merkezli dünyasında ABD'nin yine en önemli güç merkezlerinden biri olacağını varsaymak yanlış olmasa gerek. lış olmaz. Ekonomik açıdan bakılırsa, kuşku yok ki ABD artık Soğuk Sa- vaş'ın başlanndaki ko- numuna sahip değil. Belki en önemli ölçü. ABD'nin dünya üreti- mindeki payı. 1940'lar ve 1950'lerde yüzde 40-45 kadar olan bu pay, 1960'lann sonlannda yüzde 20- 25'e indi. O tarihten bu yana değişmedi, ama AT, Japon- ya ve Uzakdoğu'nun yeni sanayileşmiş ülkelerinin artan gücünün ABD'yi ekonomi alanında rakipsiz olmaktan çıkardığı da artık bir gerçek. Amerikan ekonomisi şimdi yine bir bunalım dönemin- de. Fakat bu bunalımın öncekilere göre daha hafif oldu- ğuna inanılıyor. Öncekiler gibi bu bunalımın da aşıla- cağına inanmamak için bir neden yokv ABD hâlâ dünyanın en zengin ülkesi olmasına rağmen, zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum, özellikle işsiz zenciterin içinde yaşadıkları sosyal koşullar, ABD'yi yer yer bir Üçüncü Dünya ülkesi görünümüne sokmakta. Ama bu ABD'nin kronik bir özelliği değil mi? Kültürel alanda Amerika herhalde Soğuk Savaş'ın tartışılmaz galibi. ABD'nin temsil ettiği demokrasi ve ekonomi anlayışı, SSCB'nin temsil ettiği demokrasi ve ekonomi anlayışını yenilgiye uğrattı. Sanat, edebiyat ve müzikten giyim tarzına; bilim ve teknolojiden felsefeye Amerikan kültürü, ABD'ye belki hiç bir alanda sağlaya- madığı hegemonyayı getirdi. Ama uluslararası arenada ABD'nin yıpranmış bir imajı var. Soğuk Savaş boyunca Amerikan dış politikası- na ilkeler vedeğerler değil, çıkarlar hükmetti. ABD, stra- tejik endişelerle dünyanın pekçok ülkesinin içişlerine giz- li-açık müdahale etti. Panama'dan Vietnam'a küçük- büyük askeri müdahalelerde bulundu. \ Şimdi ABD silahlanmaya ayırdığı muazzam kaynak- lan banş ekonomisine, teknolojik yenilenmeye, dünya- daki sefaletin ve yeryüzünü giderek yaşanmaz hale geti- ren kirliliğin giderilmesi için harcanan uluslararası ça- balara doğru "transfer" edebilecek mi? ABD her zaman için en büyük üstünlüğü olarak gö- rülen rekabet ve sosyal hareketliliği yüksek düzeyde tut- mayı; tüm dünyanın en yetenekli ve en dinamik insan- lannı kendisine çekmeyi sürdürebilecek mi? Gelecek yüzyılda ABD'nin dünyadaki yeri ve rolünün önemli ölçüde bu sorulann yarutlanna bağlı olduğu söy- lenebilir. Ama 21. yüzyılın çok-merkezii dünyasında ABD'nin yine en önemli güç merkezlerinden biri olaca- ğını varsaymak yanlış olmasa gerek. OKURLARDAN tzmir'de vize uygulanmalıdır öğrencilik günlerimde Izmir'in nüfusu ikiyüz bin kişiyi bulmazdı. O zamanlar adeta hemşeriler birbirlerini tanırlardı. Yollar ve caddeler rahat ve yeterli idi. Şimdi aradan otuz yıl geçti. O günler hayallerimizde. Kentin sokaklan, caddeleri insan kalabalığmdan, araba yoğunluğundan geçilmiyor. Nüfus o günlerden on misli fazlalaştı. Buna bir dur demek zamanı geçti. Bu çoğalmayı göçü durdurmak gerekiyor. Yapılmadığı taJcdirde güzel Izmir, cirkin bir kent olmaya adaydır. Kara kargalar Akşam güneş batımından hemen sonra kargalar geçerdi üç katlı balkonumuzun üzerinden doğudan batıya doğru Erenköy'de. Kara iri, ayak cıyak kargalar. Dedem; 'Mektepten dönüyorlar' derdi ve kaybolurlardı korulukta. Şimdi aynı arsada yeni yapılmış yüksek blokun altıncı katından bakıyorum kargalara. Yine aynı gün batımında yine çığlık çıghk. Ama kaybolamıyorlar korulukta. Çalılara konuyorlar dedemden daha yaşlı kargalar. Kargalar benim çocukluk arkadaşım. llkokulu ' beraber okuduk. Onlar Yapılacak iş, en kısa zamanda vize uygulanmasıdır. Kentimize yerleşeceklere bazı kıstaslar uygulanabilir. Örnegin, kentte gayrimenkulü bulunması öğrenci okutması, bu kentin ilçesinde veya köyünde yaşanılması... vb. gibi. Bunlar yapılmalıdır artık. Bir Izmirli olarak kentimizin her gün çirkinleşmesi beni çok üzmektedir. Yetkililerimize duyumlur. SEROL ÖMERLER Buca ucarak, ben yaşü bir beygirin çektiği faytonla döndük evimize. Ben sıcak yorganıma, onlar kuytu sedir ağacı konaklarına. Şimdi bekliyorlar kargalar sıralannı. Zararlı (!) yaban domuzları yok edildi, foklar da öyle. Belki kargalar da zararlıdır. Kimilerine göre mutlaka zararlıdır. İlkbaharda toz yapıyor diye kavak ağaçlannı kesen eller yann gürültü yapıyor diye kargaları öldürebilir. '* Ne olur kargaları vurmaym. Onlar benrm çocukluk arkadaşım, torunlarıma anlatacağım tek hikâyem. ERHAN MERDANOĞÜLLARI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle