15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 ŞUBAT1992 PAZARTESİ 14 GORUŞLER •H|HUKUKÇU f A GOZUYLE BÜLENTTANÖR Anti-Terör Hukuku ve "TepöPûn Hukuioı" A nti-terör hukuku, terörle mücadele mevzuatın- dan ve bununla ilgili uygulamalardan oluşur. Bizde bu mevzuatın belkemiği Terörle Müca- dele Kanunu'dur. Bunu; Türk Ceza Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, Devlet Güvenlik Mah- kemeleri Kanunu, asİcerlik hizmeti ile ilgili düzenlemeler ve diğer ilgili yasalar tamamlar. Teröre karşı önlemler genel ve özel personel gruplan tarafından uygulanmaktadır. Asayiş açısından bu perso- nel, resmi giyimli güvenlik elemanlanndan yerel kıyafet- lere bürünmüş özel tim mensuplanna ve köy koruculan- na kadar uzanıyor. Emniyet örgütündeki Komünizm Masalan'nın kaldınlmasından sonra da bunlann yerini terörle mücadele bürolan almıştır. Yargı kesiminde ise DGM ve görevlileri, terör suclany- la ilgili özel yargı yerlerini ve personelini oluşturuyorlar. Anti-terör mevzuatı, terör eylemleri gibisinden yıkıcı- lık ve kıyıcılıklara karşı etkin önlem ve yaptınmlar getir- me ihtiyacından doğmuştur. Terör salgmıyla karşılaşan ülkelerin hemen hepsinde bu tür özel düzenlemelere gi- dilmiştir. Ama anti-terör hukuku da adı üstünde, bir "hukuk"- tur. Yani bu alandaki düzenlemeler, hukukun temel ku- rallarına uygun olmalıdır. Uygulama bu çerçeve içinde cereyan etmelidir. Terörle mücadelede, "etkinlik" kadar "huîcukilik" de bir zorunluluktur. Bu bağlamda, mev- zuatın kendisi kadar, bunun uygulayıcılannın niteliği de büyük önem kazanır. Polislerin teröre kurban gittikleri bir ortamda, yadır- gama pahasına da olsa bir gerçeğin hatırlatılmasında yarar vardır. Bizde; başta Polis Vazife ve Selahiyet Kanu- nu ve Terörle Müca- dele Kanunu olmak üzere ilgili mevzuat, güvenlik güçlerine ge- niş ve hatta keyfiliğe yol açabilecek yetki- ler tanımış, görevini kötüye kullananlann denetlenmesini ve ko- vuşturulmasını ise zor- Şimdi, sağ ya da sol; dinci, milliyetçi ya da ayrılıkçı terorizmin toptan ve ayrımsız mahkûm edilmesi özel bir önem kazanıyor. laştırmıştır. Terörle Mücadele Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden sonra (12 Nisan 1991), "kaybolma", "ölü olarak ele geçirme" ya da "konutta infaz" olaylannın ço- ğalması, mevzuattaki sakıncalardan da kaynaklanıyor olmalıdır. Bu tür olaylar sanki, uygulanmayan ölüm ce- zalannın yerini almaktadır. K uşkusuz, teröristlerin her zaman ve her toplumda ha- zır "gerekçe" ya da "bahaneleri" vardır. Ancak, güven- lik güçlerinin yasadışı davranışlannın bunlan ve misille- me duygulannı tahrik olasılığı da hesaba katılmalıdır. Bugün, "kana kan, intikam" ya da "kanı yerde kalmaya- cak" tavnnın, terörün gözünü iyice karartması, hedefli ya da kör şiddeti iyice azdırması tehlikesi büyümektedir. Misilleme sarmalı sanki artık otomatiğe bağlanmıştır ve sürekli tırmanmaktadır. Belki de tırmandınlmaktadır. Bu misillemelerin ilk salvosunun kimden geldiği, "devlet terörü"nün mü özel şiddeti doğurduğu, yoksa tersinin jni geçerli olduğu artık önemli değildir. | Görülen, kanunun ya da hukukun üstünlüğü yerine, terörün kendi "kanunu"nu ya da "hukuku"nu dayatma- ya başladığıdır. Hükümetin, "hukuk içinde etkin müca- dele" parolası doğru olanı ortaya koymakla birlikte, ne "hukukun içine çekilme" ne de "etkin mücadele" konu- sunda şimdiye dek bir şey yapılabilmiş değildir. "Terörün hukuku" kaba bir "orman kanunu"ndan ibaret de sayılamaz. Her kanatta, "kendini meşrulama" ihtiyacı ve çabalan da vardır. Kimi için bu, "her türlü yoldan düzeni korumak", kimileri için de "devrimci hak- lılık" inancıdır. Demokrasiyi ve insan haklannı savunanlann yapabi- lecekleri ve yapmalan gereken de bu noktadadır. Bunlar bugüne dek "devlet terorizmi"ni yeterince görüp göster- mişlerdir. Herhalde bundan sonra da bundan geri kalma- yacaklardır. Ama şimdi, sağ ya da sol; dinci, milliyetçi ya da aynhkçı terorizmin toptan ve aynmsız mahkûm edil- mesi özel bir önem kazanıyor. Bunlann ve her türlü şiddet ideolojisinin yalnızlığa itil- mesi şarttır. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1962:Yıldız'ındemed Gün geçtikte senatörlerin .». ...,,•• — , » » _ . _ , • daha az ilgi duyduğu bütce müzakereleri bugün saat 10 da Basın-Yayın veTurizm Bakanlığı bütcesi üzerinde cereyan etti. Müzakereler sırasında en ilgi cekici konuşmayı yapan Tabii Senatör Ahmet Yıldız, basının son günlerdeki tutumuna temas etti, "27 Mayıs Devrimini ve onun getirmeğe uğraştığı düzeni sabote etmeğe kimseni hakkı yok ve gücü yetmez, açık konuşalım" dedi. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN SOVFLU £k ADEft»KURU$TUR SOUPLEX T1KMMC*«< T*ruu>L4 uç •• "nun c Adcdİ 7.1/2 k n % OZAN REFIK DURBAŞ 1944 'TE 8U6ÛN, ÜNLÜ O2AM fZEFİK DURBAŞ PO6MUŞTU. İS7AN8UL ÜNİI/EeStrESİ BDB&f- YAT tAKÜLTESİ'HDE Ota/y*fi U IŞLEZOE ÇALlŞnKrAU SONRrt eieMtçrr. SON YfLL^fiOıA RÖ i GzereciLE ceMi'yeri RÖPORTAJ- ÖPÜLÜ- NÜC193O} KA2ANMIÇT/. ToPLUMCU 8& YAK- LflŞtMiA YOKSüL iMSANLARt KOfi/Ü Aü4U ŞİİRLEGf, ÖZELLİKLE 19?O SON&4S(NOA, OMUN, ÖfJDE GELEN O2ANLA&. ARAStNDA SAĞLAM 8f# Y£& EPİMMESİNE OLAMAK YAMTMIÇrid. BİRÇDK KirAgf SUUlNAN POİZ- BAŞ'tN SON YAPtTt %EÇTf Mİ GeÇEN SÜMUe'pİR. Kontenjanlı ya da Seçimli Vali Dr. MUSTAFA GÖNÜL Anayasa Mahkemesi Üyesi, Eski Vali I kinci Dünya Savaşı'nın ünlü Adana Buluşması'nda Churc- hill, Ingiltere'de kendilerini zor- layan savaşın ekonomik sıkıntı- lanyla, özellikle karaborsayla nasıl başettiklerini İnönü'ye sorar. Inönü, "Çıkardığımız Millî Korunma Kanu- nu ile geniş önlemler aldık. Valilere geniş yerkiler verdik," der. Churchill, "Kaç valiniz var?" diye sorar. tnönü, "63" diye yanıtlar. (O zaman 63 il vardı.) Churchill, "63 vali mi? Ben Majeste- lerinin ülkesine sekiz valiyi zor bulabi- liyorum," diye hayretini belirtir. K uşkusuz, Churchill'in söylemek is- tediği, sömürgelerde İngiltere'yi tem- sil eden yöneticilerdi. Bu kısa söyleşinin mesajını günü- müze aktarahm. 20 Ekim 1991 Millet- vekilli Genel Seçimleri'nden sonra oluşan koalisyon hükümeti, koalisyon protokolü ile hükümet programının gereklerini yerine getirmek için ülke- mizde artık yadırganmayacak biçim ve ölçülerde gelenekleşen üst düzey yöneticilerini hızlı ve yaygın olarak görevden alma, yerlerine yenilerini atama işlemine girişmiştir. Kontenjanlı vali atama haberinin asılsızhğına ilişkin Sayın îçişleri Baka- nı Ismet Sezgin'in kesin ve içten açık- laması da "şuyuu vukuundan beter" olduğu için yayılan kuşkulan gidere- memiştir. Tarikatlann dolaylı baskı savlan ile milletvekilliğini kazanama- yan aday valilerin "siyasal mensubi- yet" karineleri, sorunu ağırlaştırmış- tır. Böylece, atandığı ilde göreve baş- layan bir vali, sadece koalisyonun karşı kanadının değil, koalisyon dışın- daki partililerin ve yansız yurttaşlann kuşkulanndan annamamann ezikli- ğini yaşayacaktır. Hangi nedenden kaynaklanmış olursa olsun, yasal ve biçimsel koşul- lar dışında valilik görevine geliş yollan her iktidar döneminde biraz daha si- yasal bir kimlik kazanmaktadır. Mer- keze alınıp yıllarca burada işlevsiz bekleyen deneyimli valiler ile ilk kez vali olacak yetenekli adaylann, kendi- lerini haklı beklentilerine götürecek bu yoldan geçmeleri zorunluluğu, yani siyasallaşmalan, yasalarda yer alma- yan geçerli, fakat moral değerleri sar- san "ayırma-kayırma yöntemi"ne dönüşmektedir. tçtenlikli bir kaygıyla izlediğimiz bu olumsuz gelişmeleri, vali statüsüne ol- duğu kadar, merkezden ya da yerin- den yönetimin yeniden yapılanma çabalanna katkıda bulunmak amacıy- la bazı çözüm önerilerini tartışmaya açmak istiyoruz. Valinin hukuksal konumuna ilişkin bir kuralı, anayasa içermemektedir. Sadece 5442 sayılı II îdaresi Kanunu'- nun 9. maddesinde "Vali, ilde devletin ve hükümetin temsilcisi ve ayn ayn her bakanın mümessili ve bunlann idari ve siyasi yürütme vasıtasıdır," bi- çiminde belirleyici bir hüküm getir- mektedir. Yine 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, değişik 59. mad- desiyle valilik görevini "istisnaî me- murlar"dan saymıştır. Bu iki kuralın ışığında. valinin ko- numunu, anayasanın temel ilkelerine uyum içinde, olması gereken çağdaş bir düzeye oturtmakta yarar vardır. Valinin, 5442 sayılı yasa uyannca il- de temsilcisi olduğu devletin nitelikle- ri, anayasanın 2. maddesinde "... in- san haklanna saygılı, Atatürk milli- yetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti..." ola- rak açık-seçik belirlenmiştir. Bu, bir ölçü-normdur. Anayasanın 11. mad- desinin öngördüğü anayasanın bağla- yıcılığı ve üstünlüğü kuralı, valiyi de valiyi atayan otoriteyi de bağlar. Bu genel ve zorunlu çerçeve içinde valilik için iki yol düşünmekteyiz: 1. Atamalı vali. 2. Seçimli vali. AtMMfevali Bugünkü uygulama türü atamadır. Bu tür mutlaka korunmak isteniyor- sa, değinilen sakıncalan büyük ölçüde giderebilecek bir mekanizmaya gerek- sinme vardır. Siyasal iktidann tercihi- ne sunulmak üzere "vali olabilecek adaylar"ı belirleyecek bir kurul görev- lendirilmelidir. Bu kurul, valinin ilde devlet ve hükümet temsilciliği, yöneti- min hukuka bağlılığı ilkesi, askeri ke- simle ilişkiler, müîki idare amirliği sınıfının özellikleri dikkate alınarak Cumhurbaşkanlığı Genel SekreterT- nin başkanlığında, Başbakanlık ve îçişleri Bakanlığı müsteşarlannın, Da- nıştay Genel Kurulu'nca seçilen bir üyenin, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri'nin ve merkezdeki valilerin kendi aralanndan seçecekleri bir vali- nin katılmalanyla oluşmalıdır. Bu kurul, yılda en az bir kez toplanarak mülki idare amirliği sınıfından belli koşulları ve nitelikleri taşıyanlar ara- sından vali olabilecekleri belirlemeli- dir. Bu kaynak, siyasal iktidarlann potansiyel tercihleri için kunımsallaş- malıdır. Kurul aynca, merkezdeki va- lilerden, yeniden illerde görevlendiri- lecekler için hükümete görüş de bildi- rebilmelidir. Stçinllval Seçimli vali konusunda anayasada engelleyici bir hüküm bulunmamakta- dır. Valilerin bugünkü statüleri, uzun ve yerleşik bir yönetim geleneğinden ve yasalardan kaynaklanmaktadır. Şu halde, yasal değişikliklerle amaca ula- şılabilir. Böylece, sakıncalı boyutlarda ve dolaylı olarak siyasallaşan valiliğe gidiş yolu, doğrudan doğruya ve açık- ça siyasal yönteme dönüştürülerek demokratikleşme süreciyle bütünleş- mis olur. öte yandan, atamalı bir valinin, anayasanın 127. maddesinin öngördü- ğü "yerinde yönetim ilkesi"ne karşın, il kamu tüzel kişiliğinin temsilcisi ve il' genel meclisi ile il daimi encümeninin başkanı olması, öğretide tartışmalıdır. Seçimli valiliğin bu kuşkulan gidere- ceğine ve demokratikleşme sürecinin yaşamsal öğelerinden biri olan katı- lımcılığı sağîayacağına inanmaktavız. Önerdiğimiz seçimli vali sisteminde şimdiden görülebilecek sakıncalan gi- derici bir tasanyı anayasa değişikliği ile gerçekleştirmek üçüncü ve en ras- yonel seçenektir. Düşündüğümüz ve önerdiğimiz böl- ge yönetimleri sayısı 10-12 arasında olmalıdır. Bu yolla, 100'ü bulacağı an- laşılan il sayılannı arttırmanın işlevsel mantığı da yakalanmış olacaktır. Bu konularda söylediklerimizle, söyleyeceklerimizi tüketmiş değiliz. Yeter ki konu tartışma gündeminde yerini alsın. SEMİH BALCIOĞLU Kararname Krizi ve astemm KusuruAGÂH ATAY Anadolu Üniv. İİBF Anayasa Hukuku Öğr.Gör. C umhurbaşkanı Özal'ın Ba- kanlar Kurulu'nca hazırla- nan kararnameierin bazıla- nnı imzalamaktan kaçınma- sı ile ortaya çıkan "kararname krizi" şimdilik kısmen sona ermiş gibi görü- nüyor. Ancak ileride bu türden yeni krizlerin ortaya çıkması hiç kimseyi şaşırtmamalıdır. Çünkü yaşanan kriz, 1982 Anayasası'nın devlet yönetimi açısından taşıdığı çelişkiden kaynak- lanmaktadır, Gerçekten, gelişmeler hiç de sürpriz olmamıştır. 1982 Anayasası ile Cum- hurbaşkanlığı'na getirilen yeni statü- nün türlü sorunlar yaratabileceği ve işin bu noktaya gejebileceği çok önce- den kestirilmişti. Örneğin, değerli ho- camız Bülent Tanör, "tki Anayasa: 1961-1982" adlı önemli çahşmasında, devleti yönetmenin yeni zorluklanna değinirken özetle şu görüşlere yer veri- yordu: "...Yeni sistemde cumhurbaşkanı, yürütmenin yetkili, ama sorumsuz ba- şıdır. Onun bu şekilde gerçek bir ka- rar, icra ve denetim makamı haline gelmesi, kendisiyle diğer siyasal- kamusal güçler arasında (parlamento, hükümet, başbakan, muhalefet, ka- muoyu vb.), sürekli çelişme ve sürtüş- melerin doğmasma da fırsat verebilir. Bu makamın bu şekilde bir siyasal pi- vot rolüne getirilmesi, anayasal gele- neklerimizin ve siyasal alışkanlıklan- mızın temellerinden olan 'tarafsız' cumhurbaşkanı ilkesine de ters düş- mektedir. Bu yüzden yeni tercih, söz konusu kurumun siyasal tartışmalar içinde yıpranmasına da yol açabilir." (D Gerek Evren'in cumhurbaşkanlığı sırasında, gerek Özal'ın cumhurbaş- kanlığının ilk zamanlannda, Meclis ve hükümet ile Çankaya arasında önemli herhangi bir tatsızhk çıkmamış; işbö- lümüne dayanan, ama sonuç olarak cumhurbaşkanının daha aktif konum- da olduğu uyumlu bir dönem yaşan- mıştır. Bu uyumun son seçimlerle olu- şan yeni parlamento aritmetiği nede- niyle bir uyumsuzluğa dönüşür görünmesi karşısında, 12 Eylül'ün ürünü olan sistemin gerçek sınavını bundan sonra vereceği söylenebilir. Sistemin sınavı geçememesi, cumhur- başkanının yetkilerinin ve statüsünün yeniden sorgulanmasına yol açacak; Cumhurbaşkanının önüne getirilen kararnameyi "siyasal yerindelik" açısından denetleyerek reddetmesi düşünülemez. Çünkü bu tip bir uygulama, parlamenter sistemin mantığına aykırı olur. bu ise ivedi bazı anayasal değişiklikleri gündeme getirecektir. Kamu hukukunun bilinen kuralı ge- reğince, yetki ve otorite kimde ise so- rumluluk ondadır. Parlamenter sis- temde işlerin gerçek yürütücüsü hükümettir. Cumhurbaşkanının göre- viyle ilgili işlemlerden ötürü herhangi bir makama hesap verme zorunda bu- lunmayışı, yani sorumsuzluğu, iktida- nnın sınırsızlığından değil, tam tersi- ne, elindeki yetkilerin güçsüzlüğünden kaynaklanır. Dolayısıyla, hem cum- hurbaşkanını yürütmenin etkin kişisi rolüne soyundurmak, hem kendisıni sorumsuz saymak 1982 Anayasası'nın çelişkili yönünü oluşturmaktadır. Bu- na rağmen getirilen yeni sistemin, "özü" itibanyla parlamenter sistem olduğu unutulmamalıdır. Durum böyle olduğuna göre cumhurbaşkanı- nın, önüne getirilen kararnameyi "si- yasal yerindelik" açısından denetleye- rek reddetmesi düşünülemez. Çünkü bu tip bir uygulama, parlamenter sis- temin mantığına aykırı olur. O halde, cumhurbaşkanının bu alandaki rolü "uyan" işlevi ile smırlıdır. Acaba ortada açık bir "hukuka ay- kınlık" varsa durum ne olacaktır? Hemen belirtelim, kararname ile ko- nulan bir kuralın veya yapılan bir ata- manın hukuka aykınlığını saptama yetkisi cumhurbaşkanına ait değildir. Cumhurbaşkanı önüne gelen metnin hukuka aykın olduğu inancında ise yi- ne gereken uyanlan yapacak, ama eğer hükümet aynı inancı paylaşmı- yorsa, sonuçta kararnameyi imzalaya- rak, hukuka aykırılığın giderilmesi konusundaki kesin karan yargı orga- nına bırakacaktır. (2) (1) TANÖR, Bülent; İki Anayasa: 1961-1982, Beta Yaymlan, Istanbul, 1986, s. 179-184. (2) Cumhurbaşkanının sorumsuzlu- ğunun, onun hukuka aykın kararna- meleri imzalamak zorunda olduğu şeklinde yorumlanamayacağını; çün- kü bunun, cumhurbaşkanının anaya- sa ve hukukun üstünlüğüne bağlı kalma andı ile bağdaşmayacağını ileri süren aksi bir görüş için bkz. ÖZBU- DUN, Ergun; Türk Anayasa Huku- ku, Yetkin Yayınlan, Ankara, 1986, s. 288. POLITIKA 1 VEÖTESİ MEHMED KEMAL H P Şiir Yûzünden™ A çıkoturumlarda, tartışmalarda, panellerde, her tarafta Nâzım... Nâzım Hikmet'in 90'ıncı doğum yılı. Hem kutlanıyor hem konuşuluyor. Bu konuşmalarda devletin parmağı var. Kötü- ye değil, iyiye... Bakanlar katılıyor, milletvekilleri katılı- yor, belediye başkanlan katılıyor. Irili ufaklı bürokratlar katılmayla övünüyorlar. Eski bir öğretmen, çoktan emekliye aynlmış bir dos- tum var, "Bugünleri de görecek miydik?" diye soruyor. Görecekmişiz! Gençlik yıllarımızda Nâzım'ın şiirleri gizliden gizliye ellerdedolaşırdı. Herkesin konuşamadığı günlerde bu şi- irler gizlice çıkanlır, kulaktan kulağa fısıldanırdı. "Dört nala gelip Uzak Asya'dan / Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan" diye başlayanı en tehlikesiz sayılanıydı. Ne de olsa içinde "Uzak Asya" ve "kısrak başı" vardı, "öcü" demezlerdi. Posta Caddesi'nin küçük meyhanelerinde açık şarapla kafayı iyice bulduktan sonra voltamızı Çankın Kapf- daki balozJarda alırdık. Orada bizleri limonlu votka te- mizlerdi. Müşterisiz, boşta kalan kadınlarla dans eder- dik. Serde gazetecilik var, bar sahipleri ses çıkarmazlar- dı. Zaten biz de efendi kişi sayılırdık, kadınlara sarkıntı- lık etmezdik. Bir Kürdan Muazzaz vardı ki birkaç kuşağı bu baloz- lardan mezun etmişti. Fethi Giray, Nâzım'ın, "Kalbimin bir parçası burday- sa doktor/ Bir parçası Çinde'dir" diye giden şiirini bulmuş, Cahit Sıtkı'nın kulağına fı- sıl fısıl okuyor. Ne de olsa Cahit de şair Fet- hi de; birbirlerine ak- Eskiden Nâzım Hikmet'in şiirleri bir edebiyat olayı değil, bir "zabıta vakası" gibi göriilürdü. raba sayılırlar. Ama bir Mustafa var ki sonra TUBİTAK Başkanı oldu, yabancı sayılıyor. İki şair fısıldaşadursun- lar, Mustafa da kulak veriyor. "Ne okuyorsunuz?" "Şiir." "Kimin?" Kulağına fısıldayarak yanıt veriyorlar: "Nâzım'ın." "Hangi Nâzım'ın?" "Nâzım Hikmet'in..." "Ulan barda da mı komünistlik!.." Derken bir gürültü kopuyor; komünistlik, Nâzım Hik- meı, şiir, milliyetçilik.. derken bir şamata. Okursun, oku- mazsın, söylersin, söyleyemezsin.. Mustafa ile Cahit Sıtkı ve Fethi Giray karakolluk oluyorlar... Doğru mahalle karakoluna, oradan da suçüstü mah- kemesine... Konu, "Şiirle komünizm propagandası yap- mak..." Suçüstü mahkemesine Melahat Ruacan (sonra Yargıtay üyesi oldu) adlı dünya tathsı bir hanım bakıyor. Eşi Avukat Asım Ruacan da dostumuz. Bir yandan da Cemal Yeşil. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Cahit'- in akrabası, ona haber salınıyor. Sabah oluyor, eş dost da duyuyor. Yargıç, muhbir Mustafa'ya soruyor: "Bu şiir Nâzım Hikmet'in mi?" "Karakolda öyle demişsin" "Onlar dediler, ben de söyledim." Sonunda şiir okumak komünistlik sayılmadığından dava düşüyor. İki şair de kurtuluyor. Eskiden Nâzım Hikmet'in şiirleri bir edebiyat olayı değil, bir "zabıta va- kası" gibi görülürdü. Şiirden buralara geldik. OKURLARDAN II. Elizabeth Türkiye'ye gelmişti 6 şubat tarihli Cumhuriyet'inorta safyasında, "41 kere maşallah" başlığı altında Londra temsilcisi Saym Edip Emil Öymen'in. Kraliçe"nin tahta çıkışının 40. yıldönümüne ilişkin yazısını özel bir ilgi ile okudum. Yazının, gazetenizin ciddiliği ile bağdaştıramadığım bir bölümüne değinmek zorunluluğunu duyduğumu üzüntüyle belirtmekten kendimi alıkoyamıyorum. Türkiye ile ilişkilerden söz eden bölüm, II. Elizabeth"in ülkemize hiçbir resmi ziyaretyapmadığı vurgulanmakla başlıyor. Gazete yazarlan, hele dış temsilcileri, bulundukları ülke ile bir yabancı ülke arasmdaki ilişkiler konusunda arşivlere bile .gözatmakgereksinimini duymamazlık edebilirler Minik fîlozoflar Sayın Zehra İpşiroğlu, "Çocuklara eliştirel düşünce yetilerini ve düş güçlerini yetiştirici nitelikli kitaplar, dergHer sunabiliyor muyuz?" diye soruyor (Cumhuriyet, 18 Ocak 1992). Daha çok okulu ilgilcndiren, ama aileyi de geniş toplumsal bir çevreyi de içine alan geniş bir konudur bu. Çocukların imgelemleri, tasanmlama yetileri nasıl gelişecek? Çocuklar izlenimlerini nasıl düşünceye dönüştürecekler? Düşüncelerini nasıl geliştirecek, kavramlar oluşturacaklar? Düşüncelerine nasıl çeki dü7en verecek, kavramlannı netleşlirmeyi, tartışmayı, sa\ üreimeyi nasıl oğrenecekler? Savlan yerinde kullanmayı, duyarlı oldukları konuyu inandırıcı, ikna edici larzda savunmayı nasıl becerecekler? Başka bir deyişle, çocuklarımızı soyui düşünmeye nasıl özendireceğiz? Minik mi? Genelde sokaktaki vatandaşın belleginde bile yer eden bazı olaylar nasıl oiurda yazar tarafından bilinmez? Yazıyı dizen, basan. denetleyen tarafından daunutulduğu ya da önemsenmediği için üzerinde durulmayabilir? Bu yazıyı uzatmak bir tutumun simgesi, ulusal vurdumduymazlığımızın göstergesi diye üzerinde kalem oynatmak olanağı varken ben üzerinde durmamayı yeğliyorum. Sadece İngiltere Kraliçesi'nin 1971 yılında eşi ve kızı ile birlikte Türkiye'yi resmen ziyaret ettiğini kesin olarak bildiğimi belirtmekle yetineceğim! İnanmayanlar ya da bilmeyenler o yılın Cumhuriyet gazetesi arşivlerini inceleyebilirler. OSMANOLCAY Emekli Büyükelçi filozoflann sayısını nasıl artıracağız? Ağaç nasıl yaşken eğilirse, insanın kişiliği de küçük yaşta oluşup biçim kazanıyor. Daha sonra budaklı keresteden pürüzsüz tahtalar çıkarmak kolay olmuyor. Kişiliğin oluşması ise başlı başına çok yanlı bir eğitim sorunudur. Çocuklar, hiç çekinmeden, serbestçe konuşabilmeli sınıfta. Kendi yaşamlannı anlatmalılar, yazmalılar... Kendi deneyimlerinden yola çıkmalannı özendirmeli öğretmen. Bütün bunlan bir külfet, birer zorunlu görevmiş gibi değil de eğlenceli bir iş havası içinde yürütebilmek, çoğunca öğretmenin becerisine kaJıyor. Öğretmenlerin örnek olarak kullanabileceği video programlarını hazırlamak da değişik alanlardaki uzmantann payına düşüyor elbette. CAVLI ÇULFAZ Londra
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle