Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 10 ŞUBAT1992 PAZARTESİ
14 GORUŞLER
•H|HUKUKÇU
f A GOZUYLE
BÜLENTTANÖR
Anti-Terör Hukuku
ve "TepöPûn Hukuioı"
A
nti-terör hukuku, terörle mücadele mevzuatın-
dan ve bununla ilgili uygulamalardan oluşur.
Bizde bu mevzuatın belkemiği Terörle Müca-
dele Kanunu'dur. Bunu; Türk Ceza Kanunu,
Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, Devlet Güvenlik Mah-
kemeleri Kanunu, asİcerlik hizmeti ile ilgili düzenlemeler
ve diğer ilgili yasalar tamamlar.
Teröre karşı önlemler genel ve özel personel gruplan
tarafından uygulanmaktadır. Asayiş açısından bu perso-
nel, resmi giyimli güvenlik elemanlanndan yerel kıyafet-
lere bürünmüş özel tim mensuplanna ve köy koruculan-
na kadar uzanıyor. Emniyet örgütündeki Komünizm
Masalan'nın kaldınlmasından sonra da bunlann yerini
terörle mücadele bürolan almıştır.
Yargı kesiminde ise DGM ve görevlileri, terör suclany-
la ilgili özel yargı yerlerini ve personelini oluşturuyorlar.
Anti-terör mevzuatı, terör eylemleri gibisinden yıkıcı-
lık ve kıyıcılıklara karşı etkin önlem ve yaptınmlar getir-
me ihtiyacından doğmuştur. Terör salgmıyla karşılaşan
ülkelerin hemen hepsinde bu tür özel düzenlemelere gi-
dilmiştir.
Ama anti-terör hukuku da adı üstünde, bir "hukuk"-
tur. Yani bu alandaki düzenlemeler, hukukun temel ku-
rallarına uygun olmalıdır. Uygulama bu çerçeve içinde
cereyan etmelidir. Terörle mücadelede, "etkinlik" kadar
"huîcukilik" de bir zorunluluktur. Bu bağlamda, mev-
zuatın kendisi kadar, bunun uygulayıcılannın niteliği de
büyük önem kazanır.
Polislerin teröre kurban gittikleri bir ortamda, yadır-
gama pahasına da olsa bir gerçeğin hatırlatılmasında
yarar vardır. Bizde; başta Polis Vazife ve Selahiyet Kanu-
nu ve Terörle Müca-
dele Kanunu olmak
üzere ilgili mevzuat,
güvenlik güçlerine ge-
niş ve hatta keyfiliğe
yol açabilecek yetki-
ler tanımış, görevini
kötüye kullananlann
denetlenmesini ve ko-
vuşturulmasını ise zor-
Şimdi, sağ ya da sol;
dinci, milliyetçi ya da
ayrılıkçı terorizmin
toptan ve ayrımsız
mahkûm edilmesi özel
bir önem kazanıyor.
laştırmıştır. Terörle Mücadele Kanunu'nun yürürlüğe
girmesinden sonra (12 Nisan 1991), "kaybolma", "ölü
olarak ele geçirme" ya da "konutta infaz" olaylannın ço-
ğalması, mevzuattaki sakıncalardan da kaynaklanıyor
olmalıdır. Bu tür olaylar sanki, uygulanmayan ölüm ce-
zalannın yerini almaktadır.
K uşkusuz, teröristlerin her zaman ve her toplumda ha-
zır "gerekçe" ya da "bahaneleri" vardır. Ancak, güven-
lik güçlerinin yasadışı davranışlannın bunlan ve misille-
me duygulannı tahrik olasılığı da hesaba katılmalıdır.
Bugün, "kana kan, intikam" ya da "kanı yerde kalmaya-
cak" tavnnın, terörün gözünü iyice karartması, hedefli
ya da kör şiddeti iyice azdırması tehlikesi büyümektedir.
Misilleme sarmalı sanki artık otomatiğe bağlanmıştır
ve sürekli tırmanmaktadır. Belki de tırmandınlmaktadır.
Bu misillemelerin ilk salvosunun kimden geldiği, "devlet
terörü"nün mü özel şiddeti doğurduğu, yoksa tersinin
jni geçerli olduğu artık önemli değildir.
| Görülen, kanunun ya da hukukun üstünlüğü yerine,
terörün kendi "kanunu"nu ya da "hukuku"nu dayatma-
ya başladığıdır. Hükümetin, "hukuk içinde etkin müca-
dele" parolası doğru olanı ortaya koymakla birlikte, ne
"hukukun içine çekilme" ne de "etkin mücadele" konu-
sunda şimdiye dek bir şey yapılabilmiş değildir.
"Terörün hukuku" kaba bir "orman kanunu"ndan
ibaret de sayılamaz. Her kanatta, "kendini meşrulama"
ihtiyacı ve çabalan da vardır. Kimi için bu, "her türlü
yoldan düzeni korumak", kimileri için de "devrimci hak-
lılık" inancıdır.
Demokrasiyi ve insan haklannı savunanlann yapabi-
lecekleri ve yapmalan gereken de bu noktadadır. Bunlar
bugüne dek "devlet terorizmi"ni yeterince görüp göster-
mişlerdir. Herhalde bundan sonra da bundan geri kalma-
yacaklardır. Ama şimdi, sağ ya da sol; dinci, milliyetçi ya
da aynhkçı terorizmin toptan ve aynmsız mahkûm edil-
mesi özel bir önem kazanıyor.
Bunlann ve her türlü şiddet ideolojisinin yalnızlığa itil-
mesi şarttır.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
1962:Yıldız'ındemed
Gün geçtikte senatörlerin
.». ...,,•• — , » » _ . _ , • daha az ilgi duyduğu bütce
müzakereleri bugün saat 10
da Basın-Yayın veTurizm
Bakanlığı bütcesi üzerinde
cereyan etti.
Müzakereler sırasında en ilgi
cekici konuşmayı yapan
Tabii Senatör Ahmet Yıldız, basının son günlerdeki
tutumuna temas etti, "27 Mayıs Devrimini ve onun
getirmeğe uğraştığı düzeni sabote etmeğe kimseni hakkı yok
ve gücü yetmez, açık konuşalım" dedi.
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN
SOVFLU £k
ADEft»KURU$TUR
SOUPLEX
T1KMMC*«<
T*ruu>L4
uç •• "nun c
Adcdİ 7.1/2 k n
%
OZAN REFIK DURBAŞ
1944 'TE 8U6ÛN, ÜNLÜ O2AM fZEFİK DURBAŞ
PO6MUŞTU. İS7AN8UL ÜNİI/EeStrESİ BDB&f-
YAT tAKÜLTESİ'HDE Ota/y*fi
U IŞLEZOE ÇALlŞnKrAU SONRrt
eieMtçrr. SON YfLL^fiOıA RÖ
i
GzereciLE ceMi'yeri RÖPORTAJ- ÖPÜLÜ-
NÜC193O} KA2ANMIÇT/. ToPLUMCU 8& YAK-
LflŞtMiA YOKSüL iMSANLARt KOfi/Ü Aü4U
ŞİİRLEGf, ÖZELLİKLE 19?O SON&4S(NOA,
OMUN, ÖfJDE GELEN O2ANLA&. ARAStNDA
SAĞLAM 8f# Y£& EPİMMESİNE OLAMAK
YAMTMIÇrid. BİRÇDK KirAgf SUUlNAN POİZ-
BAŞ'tN SON YAPtTt %EÇTf Mİ GeÇEN SÜMUe'pİR.
Kontenjanlı ya da Seçimli Vali
Dr. MUSTAFA GÖNÜL Anayasa Mahkemesi Üyesi, Eski Vali
I
kinci Dünya Savaşı'nın ünlü
Adana Buluşması'nda Churc-
hill, Ingiltere'de kendilerini zor-
layan savaşın ekonomik sıkıntı-
lanyla, özellikle karaborsayla nasıl
başettiklerini İnönü'ye sorar. Inönü,
"Çıkardığımız Millî Korunma Kanu-
nu ile geniş önlemler aldık. Valilere
geniş yerkiler verdik," der.
Churchill, "Kaç valiniz var?" diye
sorar.
tnönü, "63" diye yanıtlar. (O zaman
63 il vardı.)
Churchill, "63 vali mi? Ben Majeste-
lerinin ülkesine sekiz valiyi zor bulabi-
liyorum," diye hayretini belirtir.
K uşkusuz, Churchill'in söylemek is-
tediği, sömürgelerde İngiltere'yi tem-
sil eden yöneticilerdi.
Bu kısa söyleşinin mesajını günü-
müze aktarahm. 20 Ekim 1991 Millet-
vekilli Genel Seçimleri'nden sonra
oluşan koalisyon hükümeti, koalisyon
protokolü ile hükümet programının
gereklerini yerine getirmek için ülke-
mizde artık yadırganmayacak biçim
ve ölçülerde gelenekleşen üst düzey
yöneticilerini hızlı ve yaygın olarak
görevden alma, yerlerine yenilerini
atama işlemine girişmiştir.
Kontenjanlı vali atama haberinin
asılsızhğına ilişkin Sayın îçişleri Baka-
nı Ismet Sezgin'in kesin ve içten açık-
laması da "şuyuu vukuundan beter"
olduğu için yayılan kuşkulan gidere-
memiştir. Tarikatlann dolaylı baskı
savlan ile milletvekilliğini kazanama-
yan aday valilerin "siyasal mensubi-
yet" karineleri, sorunu ağırlaştırmış-
tır. Böylece, atandığı ilde göreve baş-
layan bir vali, sadece koalisyonun
karşı kanadının değil, koalisyon dışın-
daki partililerin ve yansız yurttaşlann
kuşkulanndan annamamann ezikli-
ğini yaşayacaktır.
Hangi nedenden kaynaklanmış
olursa olsun, yasal ve biçimsel koşul-
lar dışında valilik görevine geliş yollan
her iktidar döneminde biraz daha si-
yasal bir kimlik kazanmaktadır. Mer-
keze alınıp yıllarca burada işlevsiz
bekleyen deneyimli valiler ile ilk kez
vali olacak yetenekli adaylann, kendi-
lerini haklı beklentilerine götürecek
bu yoldan geçmeleri zorunluluğu, yani
siyasallaşmalan, yasalarda yer alma-
yan geçerli, fakat moral değerleri sar-
san "ayırma-kayırma yöntemi"ne
dönüşmektedir.
tçtenlikli bir kaygıyla izlediğimiz bu
olumsuz gelişmeleri, vali statüsüne ol-
duğu kadar, merkezden ya da yerin-
den yönetimin yeniden yapılanma
çabalanna katkıda bulunmak amacıy-
la bazı çözüm önerilerini tartışmaya
açmak istiyoruz.
Valinin hukuksal konumuna ilişkin
bir kuralı, anayasa içermemektedir.
Sadece 5442 sayılı II îdaresi Kanunu'-
nun 9. maddesinde "Vali, ilde devletin
ve hükümetin temsilcisi ve ayn ayn
her bakanın mümessili ve bunlann
idari ve siyasi yürütme vasıtasıdır," bi-
çiminde belirleyici bir hüküm getir-
mektedir. Yine 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu, değişik 59. mad-
desiyle valilik görevini "istisnaî me-
murlar"dan saymıştır.
Bu iki kuralın ışığında. valinin ko-
numunu, anayasanın temel ilkelerine
uyum içinde, olması gereken çağdaş
bir düzeye oturtmakta yarar vardır.
Valinin, 5442 sayılı yasa uyannca il-
de temsilcisi olduğu devletin nitelikle-
ri, anayasanın 2. maddesinde "... in-
san haklanna saygılı, Atatürk milli-
yetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayanan, demokratik,
laik ve sosyal bir hukuk devleti..." ola-
rak açık-seçik belirlenmiştir. Bu, bir
ölçü-normdur. Anayasanın 11. mad-
desinin öngördüğü anayasanın bağla-
yıcılığı ve üstünlüğü kuralı, valiyi de
valiyi atayan otoriteyi de bağlar.
Bu genel ve zorunlu çerçeve içinde
valilik için iki yol düşünmekteyiz: 1.
Atamalı vali. 2. Seçimli vali.
AtMMfevali
Bugünkü uygulama türü atamadır.
Bu tür mutlaka korunmak isteniyor-
sa, değinilen sakıncalan büyük ölçüde
giderebilecek bir mekanizmaya gerek-
sinme vardır. Siyasal iktidann tercihi-
ne sunulmak üzere "vali olabilecek
adaylar"ı belirleyecek bir kurul görev-
lendirilmelidir. Bu kurul, valinin ilde
devlet ve hükümet temsilciliği, yöneti-
min hukuka bağlılığı ilkesi, askeri ke-
simle ilişkiler, müîki idare amirliği
sınıfının özellikleri dikkate alınarak
Cumhurbaşkanlığı Genel SekreterT-
nin başkanlığında, Başbakanlık ve
îçişleri Bakanlığı müsteşarlannın, Da-
nıştay Genel Kurulu'nca seçilen bir
üyenin, Milli Güvenlik Kurulu Genel
Sekreteri'nin ve merkezdeki valilerin
kendi aralanndan seçecekleri bir vali-
nin katılmalanyla oluşmalıdır. Bu
kurul, yılda en az bir kez toplanarak
mülki idare amirliği sınıfından belli
koşulları ve nitelikleri taşıyanlar ara-
sından vali olabilecekleri belirlemeli-
dir. Bu kaynak, siyasal iktidarlann
potansiyel tercihleri için kunımsallaş-
malıdır. Kurul aynca, merkezdeki va-
lilerden, yeniden illerde görevlendiri-
lecekler için hükümete görüş de bildi-
rebilmelidir.
Stçinllval
Seçimli vali konusunda anayasada
engelleyici bir hüküm bulunmamakta-
dır. Valilerin bugünkü statüleri, uzun
ve yerleşik bir yönetim geleneğinden
ve yasalardan kaynaklanmaktadır. Şu
halde, yasal değişikliklerle amaca ula-
şılabilir. Böylece, sakıncalı boyutlarda
ve dolaylı olarak siyasallaşan valiliğe
gidiş yolu, doğrudan doğruya ve açık-
ça siyasal yönteme dönüştürülerek
demokratikleşme süreciyle bütünleş-
mis olur.
öte yandan, atamalı bir valinin,
anayasanın 127. maddesinin öngördü-
ğü "yerinde yönetim ilkesi"ne karşın,
il kamu tüzel kişiliğinin temsilcisi ve il'
genel meclisi ile il daimi encümeninin
başkanı olması, öğretide tartışmalıdır.
Seçimli valiliğin bu kuşkulan gidere-
ceğine ve demokratikleşme sürecinin
yaşamsal öğelerinden biri olan katı-
lımcılığı sağîayacağına inanmaktavız.
Önerdiğimiz seçimli vali sisteminde
şimdiden görülebilecek sakıncalan gi-
derici bir tasanyı anayasa değişikliği
ile gerçekleştirmek üçüncü ve en ras-
yonel seçenektir.
Düşündüğümüz ve önerdiğimiz böl-
ge yönetimleri sayısı 10-12 arasında
olmalıdır. Bu yolla, 100'ü bulacağı an-
laşılan il sayılannı arttırmanın işlevsel
mantığı da yakalanmış olacaktır.
Bu konularda söylediklerimizle,
söyleyeceklerimizi tüketmiş değiliz.
Yeter ki konu tartışma gündeminde
yerini alsın.
SEMİH BALCIOĞLU
Kararname Krizi ve astemm KusuruAGÂH ATAY Anadolu Üniv. İİBF Anayasa Hukuku Öğr.Gör.
C
umhurbaşkanı Özal'ın Ba-
kanlar Kurulu'nca hazırla-
nan kararnameierin bazıla-
nnı imzalamaktan kaçınma-
sı ile ortaya çıkan "kararname krizi"
şimdilik kısmen sona ermiş gibi görü-
nüyor. Ancak ileride bu türden yeni
krizlerin ortaya çıkması hiç kimseyi
şaşırtmamalıdır. Çünkü yaşanan kriz,
1982 Anayasası'nın devlet yönetimi
açısından taşıdığı çelişkiden kaynak-
lanmaktadır,
Gerçekten, gelişmeler hiç de sürpriz
olmamıştır. 1982 Anayasası ile Cum-
hurbaşkanlığı'na getirilen yeni statü-
nün türlü sorunlar yaratabileceği ve
işin bu noktaya gejebileceği çok önce-
den kestirilmişti. Örneğin, değerli ho-
camız Bülent Tanör, "tki Anayasa:
1961-1982" adlı önemli çahşmasında,
devleti yönetmenin yeni zorluklanna
değinirken özetle şu görüşlere yer veri-
yordu:
"...Yeni sistemde cumhurbaşkanı,
yürütmenin yetkili, ama sorumsuz ba-
şıdır. Onun bu şekilde gerçek bir ka-
rar, icra ve denetim makamı haline
gelmesi, kendisiyle diğer siyasal-
kamusal güçler arasında (parlamento,
hükümet, başbakan, muhalefet, ka-
muoyu vb.), sürekli çelişme ve sürtüş-
melerin doğmasma da fırsat verebilir.
Bu makamın bu şekilde bir siyasal pi-
vot rolüne getirilmesi, anayasal gele-
neklerimizin ve siyasal alışkanlıklan-
mızın temellerinden olan 'tarafsız'
cumhurbaşkanı ilkesine de ters düş-
mektedir. Bu yüzden yeni tercih, söz
konusu kurumun siyasal tartışmalar
içinde yıpranmasına da yol açabilir."
(D
Gerek Evren'in cumhurbaşkanlığı
sırasında, gerek Özal'ın cumhurbaş-
kanlığının ilk zamanlannda, Meclis ve
hükümet ile Çankaya arasında önemli
herhangi bir tatsızhk çıkmamış; işbö-
lümüne dayanan, ama sonuç olarak
cumhurbaşkanının daha aktif konum-
da olduğu uyumlu bir dönem yaşan-
mıştır. Bu uyumun son seçimlerle olu-
şan yeni parlamento aritmetiği nede-
niyle bir uyumsuzluğa dönüşür
görünmesi karşısında, 12 Eylül'ün
ürünü olan sistemin gerçek sınavını
bundan sonra vereceği söylenebilir.
Sistemin sınavı geçememesi, cumhur-
başkanının yetkilerinin ve statüsünün
yeniden sorgulanmasına yol açacak;
Cumhurbaşkanının önüne
getirilen kararnameyi
"siyasal yerindelik" açısından
denetleyerek reddetmesi
düşünülemez. Çünkü bu tip bir
uygulama, parlamenter
sistemin mantığına aykırı
olur.
bu ise ivedi bazı anayasal değişiklikleri
gündeme getirecektir.
Kamu hukukunun bilinen kuralı ge-
reğince, yetki ve otorite kimde ise so-
rumluluk ondadır. Parlamenter sis-
temde işlerin gerçek yürütücüsü
hükümettir. Cumhurbaşkanının göre-
viyle ilgili işlemlerden ötürü herhangi
bir makama hesap verme zorunda bu-
lunmayışı, yani sorumsuzluğu, iktida-
nnın sınırsızlığından değil, tam tersi-
ne, elindeki yetkilerin güçsüzlüğünden
kaynaklanır. Dolayısıyla, hem cum-
hurbaşkanını yürütmenin etkin kişisi
rolüne soyundurmak, hem kendisıni
sorumsuz saymak 1982 Anayasası'nın
çelişkili yönünü oluşturmaktadır. Bu-
na rağmen getirilen yeni sistemin,
"özü" itibanyla parlamenter sistem
olduğu unutulmamalıdır. Durum
böyle olduğuna göre cumhurbaşkanı-
nın, önüne getirilen kararnameyi "si-
yasal yerindelik" açısından denetleye-
rek reddetmesi düşünülemez. Çünkü
bu tip bir uygulama, parlamenter sis-
temin mantığına aykırı olur. O halde,
cumhurbaşkanının bu alandaki rolü
"uyan" işlevi ile smırlıdır.
Acaba ortada açık bir "hukuka ay-
kınlık" varsa durum ne olacaktır?
Hemen belirtelim, kararname ile ko-
nulan bir kuralın veya yapılan bir ata-
manın hukuka aykınlığını saptama
yetkisi cumhurbaşkanına ait değildir.
Cumhurbaşkanı önüne gelen metnin
hukuka aykın olduğu inancında ise yi-
ne gereken uyanlan yapacak, ama
eğer hükümet aynı inancı paylaşmı-
yorsa, sonuçta kararnameyi imzalaya-
rak, hukuka aykırılığın giderilmesi
konusundaki kesin karan yargı orga-
nına bırakacaktır. (2)
(1) TANÖR, Bülent; İki Anayasa:
1961-1982, Beta Yaymlan, Istanbul,
1986, s. 179-184.
(2) Cumhurbaşkanının sorumsuzlu-
ğunun, onun hukuka aykın kararna-
meleri imzalamak zorunda olduğu
şeklinde yorumlanamayacağını; çün-
kü bunun, cumhurbaşkanının anaya-
sa ve hukukun üstünlüğüne bağlı
kalma andı ile bağdaşmayacağını ileri
süren aksi bir görüş için bkz. ÖZBU-
DUN, Ergun; Türk Anayasa Huku-
ku, Yetkin Yayınlan, Ankara, 1986, s.
288.
POLITIKA
1
VEÖTESİ
MEHMED KEMAL
H P Şiir Yûzünden™
A
çıkoturumlarda, tartışmalarda, panellerde,
her tarafta Nâzım... Nâzım Hikmet'in 90'ıncı
doğum yılı. Hem kutlanıyor hem konuşuluyor.
Bu konuşmalarda devletin parmağı var. Kötü-
ye değil, iyiye... Bakanlar katılıyor, milletvekilleri katılı-
yor, belediye başkanlan katılıyor. Irili ufaklı bürokratlar
katılmayla övünüyorlar.
Eski bir öğretmen, çoktan emekliye aynlmış bir dos-
tum var,
"Bugünleri de görecek miydik?" diye soruyor.
Görecekmişiz!
Gençlik yıllarımızda Nâzım'ın şiirleri gizliden gizliye
ellerdedolaşırdı. Herkesin konuşamadığı günlerde bu şi-
irler gizlice çıkanlır, kulaktan kulağa fısıldanırdı.
"Dört nala gelip Uzak Asya'dan / Akdenize bir kısrak
başı gibi uzanan" diye başlayanı en tehlikesiz sayılanıydı.
Ne de olsa içinde "Uzak Asya" ve "kısrak başı" vardı,
"öcü" demezlerdi.
Posta Caddesi'nin küçük meyhanelerinde açık şarapla
kafayı iyice bulduktan sonra voltamızı Çankın Kapf-
daki balozJarda alırdık. Orada bizleri limonlu votka te-
mizlerdi. Müşterisiz, boşta kalan kadınlarla dans eder-
dik. Serde gazetecilik var, bar sahipleri ses çıkarmazlar-
dı. Zaten biz de efendi kişi sayılırdık, kadınlara sarkıntı-
lık etmezdik.
Bir Kürdan Muazzaz vardı ki birkaç kuşağı bu baloz-
lardan mezun etmişti.
Fethi Giray, Nâzım'ın, "Kalbimin bir parçası burday-
sa doktor/ Bir parçası
Çinde'dir" diye giden
şiirini bulmuş, Cahit
Sıtkı'nın kulağına fı-
sıl fısıl okuyor. Ne de
olsa Cahit de şair Fet-
hi de; birbirlerine ak-
Eskiden Nâzım Hikmet'in
şiirleri bir edebiyat olayı
değil, bir "zabıta vakası"
gibi göriilürdü.
raba sayılırlar. Ama bir Mustafa var ki sonra TUBİTAK
Başkanı oldu, yabancı sayılıyor. İki şair fısıldaşadursun-
lar, Mustafa da kulak veriyor.
"Ne okuyorsunuz?"
"Şiir."
"Kimin?"
Kulağına fısıldayarak yanıt veriyorlar:
"Nâzım'ın."
"Hangi Nâzım'ın?"
"Nâzım Hikmet'in..."
"Ulan barda da mı komünistlik!.."
Derken bir gürültü kopuyor; komünistlik, Nâzım Hik-
meı, şiir, milliyetçilik.. derken bir şamata. Okursun, oku-
mazsın, söylersin, söyleyemezsin.. Mustafa ile Cahit
Sıtkı ve Fethi Giray karakolluk oluyorlar...
Doğru mahalle karakoluna, oradan da suçüstü mah-
kemesine... Konu, "Şiirle komünizm propagandası yap-
mak..." Suçüstü mahkemesine Melahat Ruacan (sonra
Yargıtay üyesi oldu) adlı dünya tathsı bir hanım bakıyor.
Eşi Avukat Asım Ruacan da dostumuz. Bir yandan da
Cemal Yeşil. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Cahit'-
in akrabası, ona haber salınıyor.
Sabah oluyor, eş dost da duyuyor.
Yargıç, muhbir Mustafa'ya soruyor:
"Bu şiir Nâzım Hikmet'in mi?"
"Karakolda öyle demişsin"
"Onlar dediler, ben de söyledim."
Sonunda şiir okumak komünistlik sayılmadığından
dava düşüyor. İki şair de kurtuluyor. Eskiden Nâzım
Hikmet'in şiirleri bir edebiyat olayı değil, bir "zabıta va-
kası" gibi görülürdü.
Şiirden buralara geldik.
OKURLARDAN
II. Elizabeth Türkiye'ye gelmişti
6 şubat tarihli
Cumhuriyet'inorta
safyasında, "41 kere
maşallah" başlığı altında
Londra temsilcisi Saym
Edip Emil Öymen'in.
Kraliçe"nin tahta çıkışının
40. yıldönümüne ilişkin
yazısını özel bir ilgi ile
okudum.
Yazının, gazetenizin
ciddiliği ile
bağdaştıramadığım bir
bölümüne değinmek
zorunluluğunu duyduğumu
üzüntüyle belirtmekten
kendimi alıkoyamıyorum.
Türkiye ile ilişkilerden söz
eden bölüm, II. Elizabeth"in
ülkemize hiçbir resmi
ziyaretyapmadığı
vurgulanmakla başlıyor.
Gazete yazarlan, hele dış
temsilcileri, bulundukları
ülke ile bir yabancı ülke
arasmdaki ilişkiler
konusunda arşivlere bile
.gözatmakgereksinimini
duymamazlık edebilirler
Minik fîlozoflar
Sayın Zehra İpşiroğlu,
"Çocuklara eliştirel düşünce
yetilerini ve düş güçlerini
yetiştirici nitelikli kitaplar,
dergHer sunabiliyor
muyuz?" diye soruyor
(Cumhuriyet, 18 Ocak
1992).
Daha çok okulu
ilgilcndiren, ama aileyi de
geniş toplumsal bir çevreyi
de içine alan geniş bir
konudur bu. Çocukların
imgelemleri, tasanmlama
yetileri nasıl gelişecek?
Çocuklar izlenimlerini nasıl
düşünceye dönüştürecekler?
Düşüncelerini nasıl
geliştirecek, kavramlar
oluşturacaklar?
Düşüncelerine nasıl çeki
dü7en verecek, kavramlannı
netleşlirmeyi, tartışmayı,
sa\ üreimeyi nasıl
oğrenecekler? Savlan
yerinde kullanmayı, duyarlı
oldukları konuyu
inandırıcı, ikna edici larzda
savunmayı nasıl
becerecekler? Başka bir
deyişle, çocuklarımızı soyui
düşünmeye nasıl
özendireceğiz? Minik
mi? Genelde sokaktaki
vatandaşın belleginde bile
yer eden bazı olaylar nasıl
oiurda yazar tarafından
bilinmez? Yazıyı dizen,
basan. denetleyen
tarafından daunutulduğu
ya da önemsenmediği için
üzerinde durulmayabilir?
Bu yazıyı uzatmak bir
tutumun simgesi, ulusal
vurdumduymazlığımızın
göstergesi diye üzerinde
kalem oynatmak olanağı
varken ben üzerinde
durmamayı yeğliyorum.
Sadece İngiltere
Kraliçesi'nin 1971 yılında
eşi ve kızı ile birlikte
Türkiye'yi resmen ziyaret
ettiğini kesin olarak
bildiğimi belirtmekle
yetineceğim! İnanmayanlar
ya da bilmeyenler o yılın
Cumhuriyet gazetesi
arşivlerini inceleyebilirler.
OSMANOLCAY
Emekli Büyükelçi
filozoflann sayısını nasıl
artıracağız?
Ağaç nasıl yaşken eğilirse,
insanın kişiliği de küçük
yaşta oluşup biçim
kazanıyor. Daha sonra
budaklı keresteden
pürüzsüz tahtalar çıkarmak
kolay olmuyor. Kişiliğin
oluşması ise başlı başına
çok yanlı bir eğitim
sorunudur.
Çocuklar, hiç çekinmeden,
serbestçe konuşabilmeli
sınıfta. Kendi yaşamlannı
anlatmalılar, yazmalılar...
Kendi deneyimlerinden yola
çıkmalannı özendirmeli
öğretmen.
Bütün bunlan bir külfet,
birer zorunlu görevmiş gibi
değil de eğlenceli bir iş
havası içinde yürütebilmek,
çoğunca öğretmenin
becerisine kaJıyor.
Öğretmenlerin örnek olarak
kullanabileceği video
programlarını hazırlamak
da değişik alanlardaki
uzmantann payına düşüyor
elbette.
CAVLI ÇULFAZ Londra