Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 Cumhuriyet göriişler 30Ocakl992
BURAŞI
TÜRKİYE
HALUK ŞAHİN
Yeni "Kurtanünış Bölge'1er
A
yı ininden belli olursa, insan da yaşadığı mekan-
dan belli olur. Türk toplumunun bahçeli evden
sefertası apartmana geçişinde son 40 yıl içinde
geçirdiğimiz toplumsal değişimin özetini bulabi-
liriz. Türkiye'nin kalbi îstanbul'a bir de bu gözle bakınız.
Mekân tercihi açısından ilginç ipuçlan elde edeceksiniz.
Gecekondulann apartmanlaşması süreci hızla sürerken
sosyal piramidin tepesi aynı hızla "site'Meşiyor.
Boğaziçi'nin özellikle Avrupa yakası siteler ve villalı site-
erle kaplanmaya başlandı. Işte bazı örnekler: Ulus'ta
Poyraz, Naile Sultan, Naciye Sultan, Boğaziçi, STFA,
Kente yeni göç
edenlerin kurtarılmış
bölgeleri var. Arsa
mafyaları, hemşeri
mahalleleri, köyiü
dayanışması, keçileri
ve tavuklarıyla
kentten kopuk, özerk
mekânlar bunlar.
Enver Paşa Korusu site-
eri; Etiler'de Maya, Al-
cent, Büyükhanlılar site-
eri, Bebek'te Eliyeşil ve
Süzer villalan, Yeniköy'-
ie Tatlıcı ve Poyraz site-
leri, Tarabya'da Üstay
nllaian ve Poyraz sitesi...
Kuzeye dogru çıktıkça
jeni site inşaatlanyla
karşılaşacaksınız.
Sitelerin başhca özelli-
ği bir kapılan ve özel ko-
ruma sistemleri olması.
Yani her birine, dışanya kapalı bir "iç-kent" gözüyle ba-
kabiliriz. Kentten özerk birmekân...
. * •
Kimler, niçin böyle bir mekâna ihtiyaç duyuyorlar?
Günümüz Istanbulu'nun temel özelliği bir bulamaç ol-
ması. Gecekondu ile apartman, milyarlık yalı ile yoksul
balıkçı, iç içe, yan yana yaşıyor. Çok farkh kesimlerden
insanlar aynı mekânlan paylaşmak zorunda kalıyor.
Eminönü tam bir Babil Kulesi'dir. Taksim de Beyazıt da
giderek Bebek de öyledir. Kentin "kaba saba" yeni sa-
hipleriyle temasa gelmeden yaşanacak yer yok gibidir.
Siteler, işte bu türden, kültürel olarak yalıtılmış me-
kânlar. Kapıcıları bile yok, nizamiyelennde üniformah
bekçileri, özel bakım görevlileri var. Özel otoparklan,
özel yüzme havuzlan, özel spor olanaklan da cabası.. Ve
tabii, ağaçlar, çimenlikler ve çiçekler...
"Çıldıran kalabalıktan uzakta" asude bahar ülkeleri.
En azından avamın amansız egemenliğinden "kurtanl-
mış bölge"ler...
Kentin son zamanlarda çok "in" (moda) olan bu yeni
mekânlannda daha çok yabancılar ve yerli "yuppie'Mer
yaşıyor. Buralarda bir daire ya da villa satın almak isti-
yorsanız birkaç milyan gözden çıkarmak zorundasınız.
Kiralar ise daima dolarla: 1500 dolardan başlayıp 10 bin
dolara kadar yükseliyor. (Evet, aylığı 10 bin dolar!)
Aslında, kente yeni göç edenlerin de kurtanlmış böl-
geleri var. Arsa mafyaları, hemşeri mahalleleri, köylü da-
yanışması, keçileri ve tavuklanyla kentten kopuk, özerk
mekânlar bunlar. Gecekondu uydu-kentleri...
Olan, ortaya sıkışıp kalmış olan orta sınıf İstanbulluya
oluyor. Linyit dumanlı, balgamlı sokaklardan yürüyüp
daracık apartmanlanna sığınmaya çalışan kurtanl-
mamış milyonlara..
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
1932: Doktorların içtimaı
EtibbaMuhadenetcemiyeti BÜYUK TAVYARE PlYANGOSU
aylık heyeti umumiye
içtimamı dün Halkevi'nde
aktetmiştir. Martta Londra'da
toplanacak olan beynelmilel
şehir hıfzıssıhhası kongresine
iştirak edecek doktorlann
cemiyete müracaat etmelerine karar verilmiş ve
Anadolu'ludaki doktorlann cemiyete aza olabilmeleri için
evvelâ bunlann miktannın öğrenilmesine karar
verilmiştir.
Cemiyet, şehrimizde bulunan Sıhhiye Vekili Refık Bey
şerefine birçay zıyafeti vermeği kararlaştırmış ve bunun
için Vekil B. den bir randevü alınmasına karar verilerek
içtimaa nihayet verilmiştir.
1962: Çan-Kay-Şek'in demeci
Milliyetçi Çin Cumhurbaşkanı Çan-Kay-Şek.
Milliyetçilerin Komünist Çinlilerin ellerinde
bulundurdukian Çin topraklanna çıkarma yapma
zamanının yaklaşmakta olduğunu açıklamıştır.
Çan-Kay-Şek "Mukabil taarruza geçmek için bütün
hazırlıklarımız tamamdır," demiştir.
49 Amerikan gazetecisine hitapeden Çan-Kay-Şek,
Komünist Çin'de halkın açlık ve terör rejiminden dolayı
kıvranmakta olduğunu ve bir an evvel kurtarılmak
istediklerini bildirmiştir. 49 gazeteciden müteşekkil grup
birdünya turuna eıkmış olup Hindistan dahil birçok
memleketleri ziyaret edeceklerdir.
Milliyetçi Çin lideri komünistlere karşı taarruza geçmek '
için yabancı askeri yardıma ihtiyacı olmadığını da
Amerikan gazetecilerine bildirmiştir.
Btklit'mir
TARİHTEBUGÜN MUMTAZARIKAN
l
tkmktl H*
HE/NKEL'/M UÇAKLARI..
1958 'PE 8UGÜN, UNLÜ
ALMAU UÇAfc MÜHeNDiS VE DESifiJATVRÜ
HEtNRfCH HEJNf<£(. (JHAVMKEC) 70X4-
ç/A/o/i öctoüşrü. ÖZBUJKLE T. ts£ ZT.
Ğ
. 1935
VOM
, ÜHLÜ
YOl.
Sağlık Sektöründe Rekabet Kavramı
Prof. Dr. ORHAN ARIOĞUL İst. Tıp Fak. Öğretim Üyesi
.^5 *_.lkemizin sağlık hizmetleri öte-
W Tden beri olabilecek en düşük
I I bütçe payı ile yürütülür. Bunun
^ ^ / nedeni, ulusal bir sağlık politi-
kasının bulunmayışı ve yıllık bütçe
imkânlannın pahalı bir ölü yatınm gibi
kabul edilebilen sağlık sektörü yerine,
diğer alanlara kaydınlmasıdır. Bu or-
tamda da sorunlann, yakınmalann
azalmasını beklemek mümkün değildir.
Böyle bir politikadan yoksun ol-
mamızın yarattığı kannaşa içinde za-
man zaman reform denen hazırlıklar
yapılmış ya da sağlık kuruluşlannın re-
kabet ortamı içinde daha düzelecegi ifa-
de edilmiştir. Konu, koalisyon protoko-
luyla tekrar güncelleşmiştir. Bunlann
neler getirebileceğini tahmin etmek için
80'li yıllann ekonomi anlayışının sağlık
sektörüne nasıl yansıdığını belirlemek
gerekir. Çünkü önceki yıllann karma-
şası yeni aksamalarla beraber 9O'lı yıl-
larda da devam edecek gibidir.
80'li yıllar serbest piyasa ekonomisine
gecişte engel olarak görülen hususlan
kaldırma arayışlanyla geçmişti. Serbest
piyasa ekonomisi, temelde bir koru-
macılık değil, bir "rekabet" anlayışıdır.
Bu kavram ise sağlık sektöründe ilk kez
80'li yıllann ikinci yansında hazırlanan
"reform" tasansmda ortaya çıktı. Den-
di ki "Kanunun amacı; sağlık hizmetle-
rini, kaynak israfını önleyecek, hizmet
standartını arttıracak, kaliteli hizmet
üretimini sağlayacak, rekabete açık. ras-
yonel ve rantabl hale getirmektir." One-
rilen kanun, kamu sağlık sektörünü dü-
zenlemeye yönelikti ve her şey söylendi-
ği gibi giderse bu sektör rekabete açık
hale gelecekti.
Ancak başlangıçta rekabetin kiminle
yapılacağı pek belli değildi. Değişik ka-
mu hastaneleri birbiriyle mi yoksa özel
sağlık sektörü ile mi rekabet edecekler-
di?. Kamu sağlık sektörü, serbest piyasa
ekonomisinin faziletlerine inandmlma-
ya çalışılırken pratikte onu çağdaş-
laştıracak yönde hiçbir düzenleme geti-
rilmedi. Devlet hastaneleri, yetersiz büt-
çe imkânlan ve döndürülmesi imkânsız
döner sermayeleriyle eski yetersiz görü-
nümlerini sürdürdü.
YftK'ebajblıastiMtor
Tıp fakültesi hastaneleri ise biraz
daha geniş döner sermaye imkânlar'ına
ragmen, YÖK öncesi dönemde de esa-
sen sınırlı olan mali özgürlüklerini,
YÖK sonrası dönemde, bu kez rektörlü-
ğe bağlı üniversite hastanesi haline gele-
rek kaybettiler. Böylelikle, bu kurum-
larda tedavi edilen SSK ve Emekli
Sandığı mensuplanna pek yansımasa da
herhangi bir kurum güvencesine sahip
olmayan yurttaşlar, artan tedavi ücret-
lerini karşılamada zorlandılar ve hasta-
nelerde rehin tutulma olaylan görülme-
ye başlandı.
Kamu sağlık sektöründe giderek ar-
tan bu olumsuz görünüme karşın, özel
saghk sektörü, değişik kanallardan
yapılan özel desteklerle bir canlıük ka-
zandı ve giderek bunlar, pek çok alanda
kamu sektörü ile rekabet eder hale geti-
rildi.
Sailıkta Azel sefcttr
özel sağlık sektörüne yapılan des-
teklerin başında, kamu sektöründe mo-
dern, çağdaş bir hizmet anlaşının yerleş-
tirilememesi gelmektedir. Tıp fakültele-
rinden örnek verilecek olursa, üniversite
hastaneleri çevresinde kurulmuş özel
sağlık işletmeleri, bu arada onkoloji
merkezleri, tomografi merkezleri, labo-
ratuvarlar, özel poliklinikler ve eczane-
ler ile üniversite hastanelerinin vatanda-
şa veremediği hizmetlerden pay alma
umudundaki diğer özel kuruluşlar, bu-
nun kanıtıdır.
Aynca YÖK sonrası dönemde üniver-
sitede tam gün çalışma zorunluluğu kal-
dınlarak öğretim üyelerinin tıp fakül-
telerine bir rakip firma gibi çalışan, özel
sağlık sektöründe de iş yapmalanna mü-
saade edilmesi, bu sektör için önemli bir
destek olmuştur.
Ancak 80'li yıllann özel sağlık sek-
törüne getirdiği en büyük destek kurum
mensuplannın (SSK, Emekli Sandığı)
sağlık hizmeti veren kamu kumluşlann-
da değil, "hizmet satan özel sağlık kuru-
luşlanna yönlendirilmesidir. Böylelikle
özel kuruluşlar önemli bir parasal kay-
Tıp fakültelerinin geleceği
üç temel alanda düzenleme
gerektiriyor: YÖK'ün
kısıtlayıcı maddeleri,
personel kanunu, döner
sermaye kanunu elden
geçirilmelidir.
nak akışına kavuşturulmuştur. Gerçek-
te bu, kurum mensubu olup da özel sek-
törde tedavi ve bakım gören hastalar
için iyi olmuştur. Böylelikle kurum men-
suplanna, ancak varlıklı kişilerin tedavi
olabileceği hastanelerde yatma imkânı
doğmuştur. "Mensuplanm için en iyi
sağlık hizmeti neredeyse, oradan satın
alınz", diyen anlayışa da söylenecek faz-
la bir şey yoktur. Serbest pazar ekono-
misi kurallannda bu doğaldır.
Doğal olmayan, kamu sektörünün bu
arada, ülke tıbbının temeli olan tıp fa-
külteleri hastanelerinin, hizmet ve reka-
bet ortamından dışlanmaya başlan-
masıdır. Aynca üniversite içinden, onun
uzantısı gibi çıkıp da onun pazanndan
pay almaya başlayan vakıf hastaneleri,
üniversite hastanelerinin yeni ticari ra-
kibi haline dönüşmüştür. Tüm rakipleri
gelişirken tıp faküitesi hastanelerinin
bundan yoksun bıraktınlmasının reka-
bete dayanan piyasa ekonomisi an-
layışıyla iüşkisi yoktur.
Koalisyon Protokolünde, sağlık hiz-
metlerinin, SSYB ve SSK, Üniversiteler,
MSB ve diğer kamu sağlık kurumlan ile
özel hastane serbest hekimlerinden sağ-
lanacağı açıklanmış ve sosyal güvencesi
olmayan vatandaşlann sigortalan-
masıyla sağlanacak primler ile, bütçe
payının, bu hizmetin mali kaynağını
oluşturacağı belirtilmiştir.
Bu ifadekrden, sağlık hizmetlerinin
9O'lı yıllarda da, vatandaşlardan kesilen
primlerin paylasımıyla yüriitüleceği an-
laşılmaktadır. özel sağlık sektörü, bu
pazardaki payını giderek arttırmaya
çalışacaktır. O halde, kamu sağlık ku-
rumlannın ve özellikle de tıp fakültesi
hastanelerinin bu pazar içinden pay al-
masını engelleyen çarpıklıklardan ken-
disini kurtarması ve gerçek bir çağdaş
sağlık işletmesi halinde yeniden yapılan-
ması gerekir.
TıpfakitttltHveptyssa
Tıp fakültelerinin topluma karşı sağ-
lık, öğretim, bilgi üretme yönünden so-
rumluluğu vardır; bu nedenle özel sağlık
kurumu gibi tümüyle ticari ağırlıklı bir
kurum değildir. Ancak bugün gelinen
noktada, kendine rakip olarak ya-
ratılmış özel sağlık sektörü karşısında
araç, gereç, yeni teknoloji kullanımı yö-
nünden geri durumdadır, giderek de ge-
rilemektedir. Eksiklerini kapayamama
halinde hizmet, araştırma öğretim ışlev-
lerinde çöküşü kaçınılmazdır.
Tıp fakülteleri için seçilen yol, onu
yıpratmak değil de gerçek bir piyasa
ekonomisi içinde, özel sağlık sektörüyle
yanştırmaksa, yasa yapıcıya ivedi ola-
rak iş düşmektedir.
Üç temel alanda düzenleme gerekli-
dir: YÖK'ün kısıtlayıcı maddeleri
kaldınlarak, tıp fakülteleri kendilenni
ilgilendiren mali kararlan alabilecek ve
bunları uygulayabilecek konuma getiril-
melidir.
Devlet personel kanunu, yapılacak
değişiklikle, insan gücü kullanımı yö-
nünden, modern bir işletmenin gereksi-
nimlerini karşılayacak hale getirilmeli-
dir!
Üniversitelerin tabi olduğu döner ser-
maye kanunu, bir sağlık i.sletmesi için
gerekli. nitelikli eleman (hastane işlet-
mecisi, mali danışman, büro otomasyon
uzmanı, bilgisayar uzmanı, biyomedikal
mühendıs..) istihdamına müsaade ede-
cek, gerekli görülen her türlü hizmeti
satın almaya ya da kiralamaya imkân ve-
recek tarzda düzenlenmelidir. Nitelikli
elemanlara özel sektördeki ölçüde prim
ödenebilmeli, araştırmalar ödüllendiri-
lebilmelidir.
Bu düzenlemelerin yapılmaması ha-
linde, herhalde, iki binli yıllarda önce,
tıp fakültesi hastanelerinin özel sektöre
satılması gündeme getirilecektir. KİT'-
ler üzerine yapılan tarüşmaya bakarak
bunu tahmin etmek güç değildir.
FERRUHDOĞAN
AKHILLEUS GİBİ...
Çevre Duyarlığını Uyandırma
NAZAN İPŞİROĞLU
G
eçen haftalarda, "Çağdaş Ya-
şamı Destekleme Derneği"nin
düzenlediği 'çevre' konulu bir
panelde çevre sorunlan irdelen-
di. Konuşmacılarçevre sorunlarını deği-
şik boyutlanyla ele aldılar. Çevre felsefe-
siyle başlayan panel, Jstanbul'un çevre
sorunlanyla noktalandı. Bütün konuş-
malann temelinde şu düşüncenin yattığı
söylenebilir: Çevre sorunu bir kültür so-
runudur; çevreye karşı duyarlıbk belli
bir kültür düzeyini gerektirir.
Ülkemizde bu kültür düzeyine erişmiş
çok küçük bir aydın kesimi var ve bu ke-
sim geniş çevrelere sesini duyurmada
güçlük çekiyor. Endüstri ülkelerinde,
endüstrileşmeyle ve hızla ilerleyen tek-
nolojiyle birlikte çığ gibi büyüyen çevre
sorunlanna karşı duyarlılık ve olumsuz
gelişmelerle savaşım yıllardan beri sü-
rerken bizde sadece bir kaç yıldan beri
bu sorunlara ilgi uyandı ve bir iki yıldan
beri de alevlendi. Kentlerin betonlaş-
masına, olur olmaz yerlere yapılan ter-
mik santrallara, gökdelenlere karşı gel-
melere sık sık rastlıyoruz. Yine bu panel-
de duyurulduğuna göre Çevre ve Kültür
Değerlerini Koruma Vakfı, "1992 Or-
manlan" adı altında bir ağaçlandırma
kampanyası başlatıyor. Ne var ki çok
yararlı olduğuna içtenlikle inandığım bu
girişimler ülke çapında yeterli olamaz.
Oyleyse ne yapmalı? Kanımca sorun eği-
timde odaklaşıyor. Bir yandan ivedilikle
ahnması gereken önlemlerle uğraşırken,
öte yandan sorunu geleceğe yönelik,
uzun bir süreyi kapsayan bir eğitim so-
runu olarak ele almalı. Okullann müfre-
dat programlanna bir çevre dersi eklen-
mesi ya da daha somut bir yaklaşımla
öğrencileri fıdan yetiştirme. çöp topla-
ma vb. kampanyalara özendirme kuşku-
suz yararlı olabilir. Ama bunlarla öğren-
cinin özel bir ilgisi varsa bir şeyler elde
edilebilir. Benim söylemek istediğim,
"ders" verme değil.
Doğa sevgisinden insan
haklarının korunmasına,
kişiye saygıdan göz ve
kulak duyarlılığına kadar,
çevre olaylarını tüm
boyutlanyla ilkokuldan
başlatmak gerek.
Çevre sorunlannı doğa sevgisinden in-
san haklannın korunmasına, kişiye
saygıdan göz ve kulak duyarlılığına, de-
ğişik boyutlanyla, en geniş kapsamıyla
ilkokuldan başlayarak öğretime sindire-
bilme.
Her bir derste bu sorunlar yumağının
bir yanı, olabildiğince o dersin kapsa-
mında ele ahnıp işlenebilir. Örneğin din
dersinde bilime ters düşen bir yığm şeyle
çocuklann kafalan kanştınlıyor. Oysa
bu derste çocuğa doğa sevgisi aşılanabi-
lir. Taşıyla toprağıyla, canlısıyla cansı-
zıyla çocukta doğaya karşı duyarlılık
uyandınlabilir. Böyle bir yaklaşım dine
de bilime de ters düşmeyeceği gibi inancı
da pekiştirir. Unutmamalı ki yaratıa sa-
natçılann hemen hepsi doğaya dinsel bir
inançla yaklaşmışlardır.
Çevre sorunlan hangi yanıyla ele ah-
nırsa alınsın, ister kentlerin betonlaşma-
sı, ister çöplerin değerlendirilmesi, doğa
sevgisi ya da insan ilişkileri; okuduğu bir
yazınsal metni, bir şiiri anlayabilen, gör-
meyi ve dinlemeyi öğrenmiş olan bir
kipısenin bu sorunlara yaklaşımı, sanat
değerlerinden habersiz birininkinden
farkh olacaktır. Bu bakımdan çevre du-
yarlılığmın gelişmesinde sanat eğitimi-
nin büyük payı vardır. Okullarda sanat
eğitiminin üzerinde önemle durulması
gerektiğine inanıyorum. Ama bu da
"ders" kapsamını aşmalı, eğitimin ve
öğretimin her alanına sindirilmeli. Buna
da bir örnek olarak ders kitaplannı vere-
ceğim. Bunlar bugünkü sunuluş biçi-
miyle (dizgi, baskı, resimler, kapak vb.)
gözduyarlılığını geliştirme şöyle dursun,
çocukta eğer varsa onu incitecek biçim-
de. Görme ve dinleme doğuştan getirdi-
ğimiz bir yeti değildir, öğrenmeyle elde
ediliyor, bu da sadece eğitimle olabilir.
Gerikalmışlığın getirdiği bir komp-
leksten kaynaklanıyor olsa gerek, ço-
cuklanmızı bilgisayar başında yetiştirir-
sek onlara en büyük iyiliği yapacağımızı
sanıyoruz. Bilgisayann geliştirildiği ül-
kelerin insanında, sözünü ettiğimiz du-
yarlılıklann, ileri teknoloji merakından
çok daha önce kanına işlemiş olduğunu
anımsamak bizim için yararlı olabilir.
POLITIKA
VE ÖTESİ
MEHMEDKEMAL
Karartıkta Katanfar._
Z
aman zaman düşünürüm; cumhuriyet, Ata-
türk'ün bir gece arkadaşlarını toplayıp yasada
küçük bir değişiklik yapmasıyla mı gelmiştir?
Sanmıyorum, geriye doğru uzun bir tarihi ol-
malı... "Arkadaşlar, yann cumhuriyeti ilan edeceğiz!..."
demekle cumhuriyet gelir mi?
Padişahhğın yıkılışının da uzun bir tarihi olmalı. Çûn-
kü padişahhğın dinle kanşımı var. Hilafet dinin ta kendi-
sidir. Padişah (Vahdettin) kaçmış, hilafet (din işleri)
kaldınlmış, cumhuriyet gelmiştir.
Cumhuriyetin demokrasiyi getirmesi de zor olmuştur.
Demokraside tartışma, kuşku, düşüncenin açıklanması
vardır. Din üstüne kurulmuş olan biryönetim sorunlann
tartışılmasını ister mi? Tersine tartışma günahtır, 'tabu'-
dur.
Cezayir olaylan bizi yeniden tarihin karanlıklanna iti-
yor. Fransa'nın burnunun dibinde yaşayan, onun de-
mokratik sömürgeliğini eden Cezayir, bir ayaklanma ge-
çirdiği halde demokrasiye yetişememiştir. Bin Bella
ayaklanması bir ışık gibi görûnmüşse de arkasından as-
kerlerin gelmesi her şeyi geciktirmiştir. Bugün de olay-
ların ardında gene asker var. Oylamada çoğunluğu alsa
bile -Cezayir sokaklannda gezinenleri görüyoruz- de-
mokrasiyi nasıl getirsin? Demokrasi için oyda çoğunluğu
almak yetmiyor, bu çoğunlukla azınhkta kalan düşünce
ve özgürlükler ne olacak? Demokrasi azınlık için vardır.
Azınhk demokrasiden yararlanamadıktan sonra yöne-
tim neye benzer?
Bizdeki tslamcılar demokrasiyi inananlann kuracağını
sanırlar. Peki inanmayanlar ne olacak? Tornada çeker
gibi herkesi bir düşüncenin çevresinde toplayamazsınız .
ki. Bir tek düşünce karanlıkta kalan münkir, nekir gibi-
dir. Tek düşünceyi ve kör inancı ancak demokrasi yıkar.
Bizim kuşak (admda demokrasi var ya) 1950'lerde De-
mokrat Parti seçimleri kazanırsa ülkeye demokrasi gele-
cek sanırdı. Bakın o dönemdeki yazar ve şairlere hemen
hepsi Demokrat Parti'den yanaydı. İçinde solcu partiyi
tutanlar vardı, ama gene oylannı DP'ye verenler çoğun-
luktaydı.
Seçimlere gidilirken solcular (bugünkü gibi) birbirle-
rini yercesine bölünmüşlerdi. Şefik Hüsnü, Esat Adil,
Hikmet Kıvılamlı bir yandaydı. Şimdi adı çoktan unu-
tulmuş birkaç sol parti daha vardı, onlar da darmada-
ğındı.
DP iktidara geldi, demokrasi geldi mi? Hayır gelmedi.
DP yıllannı çok iyi tanıyan, liderleri ile yakınhğı olan
Recep Bilginer, "Politikada Bir San Çizmeli" adlı ro-
manında (YA-PA Yayııılan) o dönemi anlatır. Bir par-
çasını buraya alacağım. Kimi ve kimleri çizdiği o dönemi
bilenler için çok açıktır. "Gül bahçesi" gibi Medis iste-
mesi ile kendini ele veriyor.
Bakanlıktan aynlırken kapıda gazetecilerle karşılaşü.
"Sayın Bakan biraz konuşahm."
"Görüyorsunuz çıkıyorum."
"Ayaküstü:"
"Ah siz gazeteciler."
"Sayın Bakan, muhalefet hükümetin asıl görevini, yani
iş yapmayı bırakıp başansızhğını örtmek için muhalefet-
le uğraştığmı, hesap vereceği yerde muhalefetten hesap
soracağını iddia ediyor."
"Doğru dürüst çalışmayan bir muhalefetin düşeceğı
durum budur. Göreceksiniz, muhalefeti Meclis'ten sile'-'
ceğim. Ülkeden de..."
"Yani siz dikensiz gül bahçesi istiyorsunuz."
"Biz gülü severiz, ama bu muhalefet gibi bir dikene de
katlanamayız. Bunlar iktidar olma hırsı içindeler."
"Yani tek parti mi olmak istiyorsunuz?"
"Tek iktidar, o da bizimki.."
Bu demeçler bugünlerin yansıması değil mi?
Koalisyona katlanamayanlar salt çoğunluk özlemiyle
kıvranıyorlar. Oysa şimdi en iyisi koalisyon görünüyor...
OKURLARDAN
BoksSpormu?
Sporun bedensel ve zihinsel
gelişimi sağladığı aynca
kardeşlik, birliktelik ve
yardım etmeduygusunu ön
plana çıkardığı bir gerçektir.
Ancak öyle bir spor var ki
insanlar ölüyor sakat kalıyor
zaman zaman bazı insanlann
sonuca varmadan feryatlan
dışında kımsenin sesi
çıkmıyor.
Pek tabiidir ki dünyada
yapılan bütün sporlarda
yaralanmalar ve ölümler
olmaktadır. Fakat boksta en
azından sakatlanmamak
tesadüflerebağh.
Boksun bir de psikolojik
yönü var. O da çok
enteresan. Ringlerde yediği
yumruklarla yıkılan bir
boksör ölümü yaşarken onu
izleyenlerin alkışlan acaba
ınsanlan bazı gizlenmiş
bastınlmış hayvani
duygulannı mı açığa
çıkanyor?
Kısacası hayır diyoruz
boksa. Kazanılmış bütün
madalyalara ragmen.
Kimileri çıkıp da, "'Ne
demekmiş boksa hayır"
diyebilir. Onlan düşünmeye
davet ediyoruz. Kendilerinin
çocuklan varsa veeğer boks
yapıyorlarsa ringteki nakavt
olmuşçocuklara bakarken
neler hissediyorlar ya da
hissederler.
Kendi çocuklan ya da başka
birgenç(hiç istemeyiz ama)
ringte telafısi mümkün
olmayan bir darbe ahnca
sorurnluluk alabiliyorlarmı?
Ya da alsaiar ne değişiyor?
Şimdi uluslararası turnuva ve
şampiyonalarda "Biz
Türkiye olarak boksu vahşice
bulduğumuziçin,
katılmıyoruz" diyebiliyor
muyuz? Yıllarca bizi
"barbarlıkla" suçlayan
medeni ülkelere düşünce
şansı vermiş oluruz. •
Yazıma tepki göstermek •
isteyenler, bizim yapüğımız .•
gibi, boks hakkında ne
düşünüyorlardiye annelere,
öğretmenlere, tıp adamlanna
ve kafasına yediği darbe ile
boksu bırakanlara sorsunlar.
ZÜLFİKARYAZGAÇ
Çeliktepe t'mit Spor Kıılübû
Dernek Boşkcmı
Yerelbasının krizi
Anadolu basını, Anadolu
insanının yaşam biçimini,
kültürünü, tarihini ve asık
yüzünü en iyi şekilde
yansıtmaktadır. Onun
problemleri Anadolu'da
çahşan cefakâr gazeteci çok
iyi bihr ve dile getirir. Ama
madalyonun hüzün dolu bir
tarafı da var. Yerel basın
kan kaybediyor. Ayakta
durabilmek onlar için artık
bir zafer gibi... Üst üste
gelen zamlar ve vergiler
kapıya kiht vurmaya kadar
götürüyor bu tür gazeteleri.
Geliri bir avuç abone ve
resmi ilanlar olan yerel
basının maliyet fiyatlannı
bile karşılayamadığını
görüyoruz. Bizler birçok
kez aylık ücretlerimizi bile
alamıyoruz. Bazen de hak
ettiğimiz ücretin yansına
razı oluyoruz. Bunun tek
nedeni insan an scvmekten
ve gazeteyi yaşatmaktan
geliyor. Bizler âdeta
gönüllü gazeteci olarak
toplumsal hizmet
yapıyoruz. Oysa devlet bu
tür anlamlı gazetelere
destek ve yardun elini
uzatsa mali problemlerini
bilip ona göre tedbir alsa
bizler de okuyucu da gazete
de rahatlayacaktır.
Her şeye ragmen biz
gazeteciler, yüz akımız, aun
terimiz ve emeğimizle
mesleğimizi devam
ettiriyoruz. Bu yazıdaki
amacım. okuyuculann ve
yetkililerin sıkıntılanmızı
bir kez daha bilmeleridir.
Yeniden beraber olabilmek
dileğiyle.
HAYRETTtNUĞUR
Çağdaş Gazetesi
Yazı İşleri Müdürü