15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 Cumhuriyet göriişler 30Ocakl992 BURAŞI TÜRKİYE HALUK ŞAHİN Yeni "Kurtanünış Bölge'1er A yı ininden belli olursa, insan da yaşadığı mekan- dan belli olur. Türk toplumunun bahçeli evden sefertası apartmana geçişinde son 40 yıl içinde geçirdiğimiz toplumsal değişimin özetini bulabi- liriz. Türkiye'nin kalbi îstanbul'a bir de bu gözle bakınız. Mekân tercihi açısından ilginç ipuçlan elde edeceksiniz. Gecekondulann apartmanlaşması süreci hızla sürerken sosyal piramidin tepesi aynı hızla "site'Meşiyor. Boğaziçi'nin özellikle Avrupa yakası siteler ve villalı site- erle kaplanmaya başlandı. Işte bazı örnekler: Ulus'ta Poyraz, Naile Sultan, Naciye Sultan, Boğaziçi, STFA, Kente yeni göç edenlerin kurtarılmış bölgeleri var. Arsa mafyaları, hemşeri mahalleleri, köyiü dayanışması, keçileri ve tavuklarıyla kentten kopuk, özerk mekânlar bunlar. Enver Paşa Korusu site- eri; Etiler'de Maya, Al- cent, Büyükhanlılar site- eri, Bebek'te Eliyeşil ve Süzer villalan, Yeniköy'- ie Tatlıcı ve Poyraz site- leri, Tarabya'da Üstay nllaian ve Poyraz sitesi... Kuzeye dogru çıktıkça jeni site inşaatlanyla karşılaşacaksınız. Sitelerin başhca özelli- ği bir kapılan ve özel ko- ruma sistemleri olması. Yani her birine, dışanya kapalı bir "iç-kent" gözüyle ba- kabiliriz. Kentten özerk birmekân... . * • Kimler, niçin böyle bir mekâna ihtiyaç duyuyorlar? Günümüz Istanbulu'nun temel özelliği bir bulamaç ol- ması. Gecekondu ile apartman, milyarlık yalı ile yoksul balıkçı, iç içe, yan yana yaşıyor. Çok farkh kesimlerden insanlar aynı mekânlan paylaşmak zorunda kalıyor. Eminönü tam bir Babil Kulesi'dir. Taksim de Beyazıt da giderek Bebek de öyledir. Kentin "kaba saba" yeni sa- hipleriyle temasa gelmeden yaşanacak yer yok gibidir. Siteler, işte bu türden, kültürel olarak yalıtılmış me- kânlar. Kapıcıları bile yok, nizamiyelennde üniformah bekçileri, özel bakım görevlileri var. Özel otoparklan, özel yüzme havuzlan, özel spor olanaklan da cabası.. Ve tabii, ağaçlar, çimenlikler ve çiçekler... "Çıldıran kalabalıktan uzakta" asude bahar ülkeleri. En azından avamın amansız egemenliğinden "kurtanl- mış bölge"ler... Kentin son zamanlarda çok "in" (moda) olan bu yeni mekânlannda daha çok yabancılar ve yerli "yuppie'Mer yaşıyor. Buralarda bir daire ya da villa satın almak isti- yorsanız birkaç milyan gözden çıkarmak zorundasınız. Kiralar ise daima dolarla: 1500 dolardan başlayıp 10 bin dolara kadar yükseliyor. (Evet, aylığı 10 bin dolar!) Aslında, kente yeni göç edenlerin de kurtanlmış böl- geleri var. Arsa mafyaları, hemşeri mahalleleri, köylü da- yanışması, keçileri ve tavuklanyla kentten kopuk, özerk mekânlar bunlar. Gecekondu uydu-kentleri... Olan, ortaya sıkışıp kalmış olan orta sınıf İstanbulluya oluyor. Linyit dumanlı, balgamlı sokaklardan yürüyüp daracık apartmanlanna sığınmaya çalışan kurtanl- mamış milyonlara.. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1932: Doktorların içtimaı EtibbaMuhadenetcemiyeti BÜYUK TAVYARE PlYANGOSU aylık heyeti umumiye içtimamı dün Halkevi'nde aktetmiştir. Martta Londra'da toplanacak olan beynelmilel şehir hıfzıssıhhası kongresine iştirak edecek doktorlann cemiyete müracaat etmelerine karar verilmiş ve Anadolu'ludaki doktorlann cemiyete aza olabilmeleri için evvelâ bunlann miktannın öğrenilmesine karar verilmiştir. Cemiyet, şehrimizde bulunan Sıhhiye Vekili Refık Bey şerefine birçay zıyafeti vermeği kararlaştırmış ve bunun için Vekil B. den bir randevü alınmasına karar verilerek içtimaa nihayet verilmiştir. 1962: Çan-Kay-Şek'in demeci Milliyetçi Çin Cumhurbaşkanı Çan-Kay-Şek. Milliyetçilerin Komünist Çinlilerin ellerinde bulundurdukian Çin topraklanna çıkarma yapma zamanının yaklaşmakta olduğunu açıklamıştır. Çan-Kay-Şek "Mukabil taarruza geçmek için bütün hazırlıklarımız tamamdır," demiştir. 49 Amerikan gazetecisine hitapeden Çan-Kay-Şek, Komünist Çin'de halkın açlık ve terör rejiminden dolayı kıvranmakta olduğunu ve bir an evvel kurtarılmak istediklerini bildirmiştir. 49 gazeteciden müteşekkil grup birdünya turuna eıkmış olup Hindistan dahil birçok memleketleri ziyaret edeceklerdir. Milliyetçi Çin lideri komünistlere karşı taarruza geçmek ' için yabancı askeri yardıma ihtiyacı olmadığını da Amerikan gazetecilerine bildirmiştir. Btklit'mir TARİHTEBUGÜN MUMTAZARIKAN l tkmktl H* HE/NKEL'/M UÇAKLARI.. 1958 'PE 8UGÜN, UNLÜ ALMAU UÇAfc MÜHeNDiS VE DESifiJATVRÜ HEtNRfCH HEJNf<£(. (JHAVMKEC) 70X4- ç/A/o/i öctoüşrü. ÖZBUJKLE T. ts£ ZT. Ğ . 1935 VOM , ÜHLÜ YOl. Sağlık Sektöründe Rekabet Kavramı Prof. Dr. ORHAN ARIOĞUL İst. Tıp Fak. Öğretim Üyesi .^5 *_.lkemizin sağlık hizmetleri öte- W Tden beri olabilecek en düşük I I bütçe payı ile yürütülür. Bunun ^ ^ / nedeni, ulusal bir sağlık politi- kasının bulunmayışı ve yıllık bütçe imkânlannın pahalı bir ölü yatınm gibi kabul edilebilen sağlık sektörü yerine, diğer alanlara kaydınlmasıdır. Bu or- tamda da sorunlann, yakınmalann azalmasını beklemek mümkün değildir. Böyle bir politikadan yoksun ol- mamızın yarattığı kannaşa içinde za- man zaman reform denen hazırlıklar yapılmış ya da sağlık kuruluşlannın re- kabet ortamı içinde daha düzelecegi ifa- de edilmiştir. Konu, koalisyon protoko- luyla tekrar güncelleşmiştir. Bunlann neler getirebileceğini tahmin etmek için 80'li yıllann ekonomi anlayışının sağlık sektörüne nasıl yansıdığını belirlemek gerekir. Çünkü önceki yıllann karma- şası yeni aksamalarla beraber 9O'lı yıl- larda da devam edecek gibidir. 80'li yıllar serbest piyasa ekonomisine gecişte engel olarak görülen hususlan kaldırma arayışlanyla geçmişti. Serbest piyasa ekonomisi, temelde bir koru- macılık değil, bir "rekabet" anlayışıdır. Bu kavram ise sağlık sektöründe ilk kez 80'li yıllann ikinci yansında hazırlanan "reform" tasansmda ortaya çıktı. Den- di ki "Kanunun amacı; sağlık hizmetle- rini, kaynak israfını önleyecek, hizmet standartını arttıracak, kaliteli hizmet üretimini sağlayacak, rekabete açık. ras- yonel ve rantabl hale getirmektir." One- rilen kanun, kamu sağlık sektörünü dü- zenlemeye yönelikti ve her şey söylendi- ği gibi giderse bu sektör rekabete açık hale gelecekti. Ancak başlangıçta rekabetin kiminle yapılacağı pek belli değildi. Değişik ka- mu hastaneleri birbiriyle mi yoksa özel sağlık sektörü ile mi rekabet edecekler- di?. Kamu sağlık sektörü, serbest piyasa ekonomisinin faziletlerine inandmlma- ya çalışılırken pratikte onu çağdaş- laştıracak yönde hiçbir düzenleme geti- rilmedi. Devlet hastaneleri, yetersiz büt- çe imkânlan ve döndürülmesi imkânsız döner sermayeleriyle eski yetersiz görü- nümlerini sürdürdü. YftK'ebajblıastiMtor Tıp fakültesi hastaneleri ise biraz daha geniş döner sermaye imkânlar'ına ragmen, YÖK öncesi dönemde de esa- sen sınırlı olan mali özgürlüklerini, YÖK sonrası dönemde, bu kez rektörlü- ğe bağlı üniversite hastanesi haline gele- rek kaybettiler. Böylelikle, bu kurum- larda tedavi edilen SSK ve Emekli Sandığı mensuplanna pek yansımasa da herhangi bir kurum güvencesine sahip olmayan yurttaşlar, artan tedavi ücret- lerini karşılamada zorlandılar ve hasta- nelerde rehin tutulma olaylan görülme- ye başlandı. Kamu sağlık sektöründe giderek ar- tan bu olumsuz görünüme karşın, özel saghk sektörü, değişik kanallardan yapılan özel desteklerle bir canlıük ka- zandı ve giderek bunlar, pek çok alanda kamu sektörü ile rekabet eder hale geti- rildi. Sailıkta Azel sefcttr özel sağlık sektörüne yapılan des- teklerin başında, kamu sektöründe mo- dern, çağdaş bir hizmet anlaşının yerleş- tirilememesi gelmektedir. Tıp fakültele- rinden örnek verilecek olursa, üniversite hastaneleri çevresinde kurulmuş özel sağlık işletmeleri, bu arada onkoloji merkezleri, tomografi merkezleri, labo- ratuvarlar, özel poliklinikler ve eczane- ler ile üniversite hastanelerinin vatanda- şa veremediği hizmetlerden pay alma umudundaki diğer özel kuruluşlar, bu- nun kanıtıdır. Aynca YÖK sonrası dönemde üniver- sitede tam gün çalışma zorunluluğu kal- dınlarak öğretim üyelerinin tıp fakül- telerine bir rakip firma gibi çalışan, özel sağlık sektöründe de iş yapmalanna mü- saade edilmesi, bu sektör için önemli bir destek olmuştur. Ancak 80'li yıllann özel sağlık sek- törüne getirdiği en büyük destek kurum mensuplannın (SSK, Emekli Sandığı) sağlık hizmeti veren kamu kumluşlann- da değil, "hizmet satan özel sağlık kuru- luşlanna yönlendirilmesidir. Böylelikle özel kuruluşlar önemli bir parasal kay- Tıp fakültelerinin geleceği üç temel alanda düzenleme gerektiriyor: YÖK'ün kısıtlayıcı maddeleri, personel kanunu, döner sermaye kanunu elden geçirilmelidir. nak akışına kavuşturulmuştur. Gerçek- te bu, kurum mensubu olup da özel sek- törde tedavi ve bakım gören hastalar için iyi olmuştur. Böylelikle kurum men- suplanna, ancak varlıklı kişilerin tedavi olabileceği hastanelerde yatma imkânı doğmuştur. "Mensuplanm için en iyi sağlık hizmeti neredeyse, oradan satın alınz", diyen anlayışa da söylenecek faz- la bir şey yoktur. Serbest pazar ekono- misi kurallannda bu doğaldır. Doğal olmayan, kamu sektörünün bu arada, ülke tıbbının temeli olan tıp fa- külteleri hastanelerinin, hizmet ve reka- bet ortamından dışlanmaya başlan- masıdır. Aynca üniversite içinden, onun uzantısı gibi çıkıp da onun pazanndan pay almaya başlayan vakıf hastaneleri, üniversite hastanelerinin yeni ticari ra- kibi haline dönüşmüştür. Tüm rakipleri gelişirken tıp faküitesi hastanelerinin bundan yoksun bıraktınlmasının reka- bete dayanan piyasa ekonomisi an- layışıyla iüşkisi yoktur. Koalisyon Protokolünde, sağlık hiz- metlerinin, SSYB ve SSK, Üniversiteler, MSB ve diğer kamu sağlık kurumlan ile özel hastane serbest hekimlerinden sağ- lanacağı açıklanmış ve sosyal güvencesi olmayan vatandaşlann sigortalan- masıyla sağlanacak primler ile, bütçe payının, bu hizmetin mali kaynağını oluşturacağı belirtilmiştir. Bu ifadekrden, sağlık hizmetlerinin 9O'lı yıllarda da, vatandaşlardan kesilen primlerin paylasımıyla yüriitüleceği an- laşılmaktadır. özel sağlık sektörü, bu pazardaki payını giderek arttırmaya çalışacaktır. O halde, kamu sağlık ku- rumlannın ve özellikle de tıp fakültesi hastanelerinin bu pazar içinden pay al- masını engelleyen çarpıklıklardan ken- disini kurtarması ve gerçek bir çağdaş sağlık işletmesi halinde yeniden yapılan- ması gerekir. TıpfakitttltHveptyssa Tıp fakültelerinin topluma karşı sağ- lık, öğretim, bilgi üretme yönünden so- rumluluğu vardır; bu nedenle özel sağlık kurumu gibi tümüyle ticari ağırlıklı bir kurum değildir. Ancak bugün gelinen noktada, kendine rakip olarak ya- ratılmış özel sağlık sektörü karşısında araç, gereç, yeni teknoloji kullanımı yö- nünden geri durumdadır, giderek de ge- rilemektedir. Eksiklerini kapayamama halinde hizmet, araştırma öğretim ışlev- lerinde çöküşü kaçınılmazdır. Tıp fakülteleri için seçilen yol, onu yıpratmak değil de gerçek bir piyasa ekonomisi içinde, özel sağlık sektörüyle yanştırmaksa, yasa yapıcıya ivedi ola- rak iş düşmektedir. Üç temel alanda düzenleme gerekli- dir: YÖK'ün kısıtlayıcı maddeleri kaldınlarak, tıp fakülteleri kendilenni ilgilendiren mali kararlan alabilecek ve bunları uygulayabilecek konuma getiril- melidir. Devlet personel kanunu, yapılacak değişiklikle, insan gücü kullanımı yö- nünden, modern bir işletmenin gereksi- nimlerini karşılayacak hale getirilmeli- dir! Üniversitelerin tabi olduğu döner ser- maye kanunu, bir sağlık i.sletmesi için gerekli. nitelikli eleman (hastane işlet- mecisi, mali danışman, büro otomasyon uzmanı, bilgisayar uzmanı, biyomedikal mühendıs..) istihdamına müsaade ede- cek, gerekli görülen her türlü hizmeti satın almaya ya da kiralamaya imkân ve- recek tarzda düzenlenmelidir. Nitelikli elemanlara özel sektördeki ölçüde prim ödenebilmeli, araştırmalar ödüllendiri- lebilmelidir. Bu düzenlemelerin yapılmaması ha- linde, herhalde, iki binli yıllarda önce, tıp fakültesi hastanelerinin özel sektöre satılması gündeme getirilecektir. KİT'- ler üzerine yapılan tarüşmaya bakarak bunu tahmin etmek güç değildir. FERRUHDOĞAN AKHILLEUS GİBİ... Çevre Duyarlığını Uyandırma NAZAN İPŞİROĞLU G eçen haftalarda, "Çağdaş Ya- şamı Destekleme Derneği"nin düzenlediği 'çevre' konulu bir panelde çevre sorunlan irdelen- di. Konuşmacılarçevre sorunlarını deği- şik boyutlanyla ele aldılar. Çevre felsefe- siyle başlayan panel, Jstanbul'un çevre sorunlanyla noktalandı. Bütün konuş- malann temelinde şu düşüncenin yattığı söylenebilir: Çevre sorunu bir kültür so- runudur; çevreye karşı duyarlıbk belli bir kültür düzeyini gerektirir. Ülkemizde bu kültür düzeyine erişmiş çok küçük bir aydın kesimi var ve bu ke- sim geniş çevrelere sesini duyurmada güçlük çekiyor. Endüstri ülkelerinde, endüstrileşmeyle ve hızla ilerleyen tek- nolojiyle birlikte çığ gibi büyüyen çevre sorunlanna karşı duyarlılık ve olumsuz gelişmelerle savaşım yıllardan beri sü- rerken bizde sadece bir kaç yıldan beri bu sorunlara ilgi uyandı ve bir iki yıldan beri de alevlendi. Kentlerin betonlaş- masına, olur olmaz yerlere yapılan ter- mik santrallara, gökdelenlere karşı gel- melere sık sık rastlıyoruz. Yine bu panel- de duyurulduğuna göre Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma Vakfı, "1992 Or- manlan" adı altında bir ağaçlandırma kampanyası başlatıyor. Ne var ki çok yararlı olduğuna içtenlikle inandığım bu girişimler ülke çapında yeterli olamaz. Oyleyse ne yapmalı? Kanımca sorun eği- timde odaklaşıyor. Bir yandan ivedilikle ahnması gereken önlemlerle uğraşırken, öte yandan sorunu geleceğe yönelik, uzun bir süreyi kapsayan bir eğitim so- runu olarak ele almalı. Okullann müfre- dat programlanna bir çevre dersi eklen- mesi ya da daha somut bir yaklaşımla öğrencileri fıdan yetiştirme. çöp topla- ma vb. kampanyalara özendirme kuşku- suz yararlı olabilir. Ama bunlarla öğren- cinin özel bir ilgisi varsa bir şeyler elde edilebilir. Benim söylemek istediğim, "ders" verme değil. Doğa sevgisinden insan haklarının korunmasına, kişiye saygıdan göz ve kulak duyarlılığına kadar, çevre olaylarını tüm boyutlanyla ilkokuldan başlatmak gerek. Çevre sorunlannı doğa sevgisinden in- san haklannın korunmasına, kişiye saygıdan göz ve kulak duyarlılığına, de- ğişik boyutlanyla, en geniş kapsamıyla ilkokuldan başlayarak öğretime sindire- bilme. Her bir derste bu sorunlar yumağının bir yanı, olabildiğince o dersin kapsa- mında ele ahnıp işlenebilir. Örneğin din dersinde bilime ters düşen bir yığm şeyle çocuklann kafalan kanştınlıyor. Oysa bu derste çocuğa doğa sevgisi aşılanabi- lir. Taşıyla toprağıyla, canlısıyla cansı- zıyla çocukta doğaya karşı duyarlılık uyandınlabilir. Böyle bir yaklaşım dine de bilime de ters düşmeyeceği gibi inancı da pekiştirir. Unutmamalı ki yaratıa sa- natçılann hemen hepsi doğaya dinsel bir inançla yaklaşmışlardır. Çevre sorunlan hangi yanıyla ele ah- nırsa alınsın, ister kentlerin betonlaşma- sı, ister çöplerin değerlendirilmesi, doğa sevgisi ya da insan ilişkileri; okuduğu bir yazınsal metni, bir şiiri anlayabilen, gör- meyi ve dinlemeyi öğrenmiş olan bir kipısenin bu sorunlara yaklaşımı, sanat değerlerinden habersiz birininkinden farkh olacaktır. Bu bakımdan çevre du- yarlılığmın gelişmesinde sanat eğitimi- nin büyük payı vardır. Okullarda sanat eğitiminin üzerinde önemle durulması gerektiğine inanıyorum. Ama bu da "ders" kapsamını aşmalı, eğitimin ve öğretimin her alanına sindirilmeli. Buna da bir örnek olarak ders kitaplannı vere- ceğim. Bunlar bugünkü sunuluş biçi- miyle (dizgi, baskı, resimler, kapak vb.) gözduyarlılığını geliştirme şöyle dursun, çocukta eğer varsa onu incitecek biçim- de. Görme ve dinleme doğuştan getirdi- ğimiz bir yeti değildir, öğrenmeyle elde ediliyor, bu da sadece eğitimle olabilir. Gerikalmışlığın getirdiği bir komp- leksten kaynaklanıyor olsa gerek, ço- cuklanmızı bilgisayar başında yetiştirir- sek onlara en büyük iyiliği yapacağımızı sanıyoruz. Bilgisayann geliştirildiği ül- kelerin insanında, sözünü ettiğimiz du- yarlılıklann, ileri teknoloji merakından çok daha önce kanına işlemiş olduğunu anımsamak bizim için yararlı olabilir. POLITIKA VE ÖTESİ MEHMEDKEMAL Karartıkta Katanfar._ Z aman zaman düşünürüm; cumhuriyet, Ata- türk'ün bir gece arkadaşlarını toplayıp yasada küçük bir değişiklik yapmasıyla mı gelmiştir? Sanmıyorum, geriye doğru uzun bir tarihi ol- malı... "Arkadaşlar, yann cumhuriyeti ilan edeceğiz!..." demekle cumhuriyet gelir mi? Padişahhğın yıkılışının da uzun bir tarihi olmalı. Çûn- kü padişahhğın dinle kanşımı var. Hilafet dinin ta kendi- sidir. Padişah (Vahdettin) kaçmış, hilafet (din işleri) kaldınlmış, cumhuriyet gelmiştir. Cumhuriyetin demokrasiyi getirmesi de zor olmuştur. Demokraside tartışma, kuşku, düşüncenin açıklanması vardır. Din üstüne kurulmuş olan biryönetim sorunlann tartışılmasını ister mi? Tersine tartışma günahtır, 'tabu'- dur. Cezayir olaylan bizi yeniden tarihin karanlıklanna iti- yor. Fransa'nın burnunun dibinde yaşayan, onun de- mokratik sömürgeliğini eden Cezayir, bir ayaklanma ge- çirdiği halde demokrasiye yetişememiştir. Bin Bella ayaklanması bir ışık gibi görûnmüşse de arkasından as- kerlerin gelmesi her şeyi geciktirmiştir. Bugün de olay- ların ardında gene asker var. Oylamada çoğunluğu alsa bile -Cezayir sokaklannda gezinenleri görüyoruz- de- mokrasiyi nasıl getirsin? Demokrasi için oyda çoğunluğu almak yetmiyor, bu çoğunlukla azınhkta kalan düşünce ve özgürlükler ne olacak? Demokrasi azınlık için vardır. Azınhk demokrasiden yararlanamadıktan sonra yöne- tim neye benzer? Bizdeki tslamcılar demokrasiyi inananlann kuracağını sanırlar. Peki inanmayanlar ne olacak? Tornada çeker gibi herkesi bir düşüncenin çevresinde toplayamazsınız . ki. Bir tek düşünce karanlıkta kalan münkir, nekir gibi- dir. Tek düşünceyi ve kör inancı ancak demokrasi yıkar. Bizim kuşak (admda demokrasi var ya) 1950'lerde De- mokrat Parti seçimleri kazanırsa ülkeye demokrasi gele- cek sanırdı. Bakın o dönemdeki yazar ve şairlere hemen hepsi Demokrat Parti'den yanaydı. İçinde solcu partiyi tutanlar vardı, ama gene oylannı DP'ye verenler çoğun- luktaydı. Seçimlere gidilirken solcular (bugünkü gibi) birbirle- rini yercesine bölünmüşlerdi. Şefik Hüsnü, Esat Adil, Hikmet Kıvılamlı bir yandaydı. Şimdi adı çoktan unu- tulmuş birkaç sol parti daha vardı, onlar da darmada- ğındı. DP iktidara geldi, demokrasi geldi mi? Hayır gelmedi. DP yıllannı çok iyi tanıyan, liderleri ile yakınhğı olan Recep Bilginer, "Politikada Bir San Çizmeli" adlı ro- manında (YA-PA Yayııılan) o dönemi anlatır. Bir par- çasını buraya alacağım. Kimi ve kimleri çizdiği o dönemi bilenler için çok açıktır. "Gül bahçesi" gibi Medis iste- mesi ile kendini ele veriyor. Bakanlıktan aynlırken kapıda gazetecilerle karşılaşü. "Sayın Bakan biraz konuşahm." "Görüyorsunuz çıkıyorum." "Ayaküstü:" "Ah siz gazeteciler." "Sayın Bakan, muhalefet hükümetin asıl görevini, yani iş yapmayı bırakıp başansızhğını örtmek için muhalefet- le uğraştığmı, hesap vereceği yerde muhalefetten hesap soracağını iddia ediyor." "Doğru dürüst çalışmayan bir muhalefetin düşeceğı durum budur. Göreceksiniz, muhalefeti Meclis'ten sile'-' ceğim. Ülkeden de..." "Yani siz dikensiz gül bahçesi istiyorsunuz." "Biz gülü severiz, ama bu muhalefet gibi bir dikene de katlanamayız. Bunlar iktidar olma hırsı içindeler." "Yani tek parti mi olmak istiyorsunuz?" "Tek iktidar, o da bizimki.." Bu demeçler bugünlerin yansıması değil mi? Koalisyona katlanamayanlar salt çoğunluk özlemiyle kıvranıyorlar. Oysa şimdi en iyisi koalisyon görünüyor... OKURLARDAN BoksSpormu? Sporun bedensel ve zihinsel gelişimi sağladığı aynca kardeşlik, birliktelik ve yardım etmeduygusunu ön plana çıkardığı bir gerçektir. Ancak öyle bir spor var ki insanlar ölüyor sakat kalıyor zaman zaman bazı insanlann sonuca varmadan feryatlan dışında kımsenin sesi çıkmıyor. Pek tabiidir ki dünyada yapılan bütün sporlarda yaralanmalar ve ölümler olmaktadır. Fakat boksta en azından sakatlanmamak tesadüflerebağh. Boksun bir de psikolojik yönü var. O da çok enteresan. Ringlerde yediği yumruklarla yıkılan bir boksör ölümü yaşarken onu izleyenlerin alkışlan acaba ınsanlan bazı gizlenmiş bastınlmış hayvani duygulannı mı açığa çıkanyor? Kısacası hayır diyoruz boksa. Kazanılmış bütün madalyalara ragmen. Kimileri çıkıp da, "'Ne demekmiş boksa hayır" diyebilir. Onlan düşünmeye davet ediyoruz. Kendilerinin çocuklan varsa veeğer boks yapıyorlarsa ringteki nakavt olmuşçocuklara bakarken neler hissediyorlar ya da hissederler. Kendi çocuklan ya da başka birgenç(hiç istemeyiz ama) ringte telafısi mümkün olmayan bir darbe ahnca sorurnluluk alabiliyorlarmı? Ya da alsaiar ne değişiyor? Şimdi uluslararası turnuva ve şampiyonalarda "Biz Türkiye olarak boksu vahşice bulduğumuziçin, katılmıyoruz" diyebiliyor muyuz? Yıllarca bizi "barbarlıkla" suçlayan medeni ülkelere düşünce şansı vermiş oluruz. • Yazıma tepki göstermek • isteyenler, bizim yapüğımız .• gibi, boks hakkında ne düşünüyorlardiye annelere, öğretmenlere, tıp adamlanna ve kafasına yediği darbe ile boksu bırakanlara sorsunlar. ZÜLFİKARYAZGAÇ Çeliktepe t'mit Spor Kıılübû Dernek Boşkcmı Yerelbasının krizi Anadolu basını, Anadolu insanının yaşam biçimini, kültürünü, tarihini ve asık yüzünü en iyi şekilde yansıtmaktadır. Onun problemleri Anadolu'da çahşan cefakâr gazeteci çok iyi bihr ve dile getirir. Ama madalyonun hüzün dolu bir tarafı da var. Yerel basın kan kaybediyor. Ayakta durabilmek onlar için artık bir zafer gibi... Üst üste gelen zamlar ve vergiler kapıya kiht vurmaya kadar götürüyor bu tür gazeteleri. Geliri bir avuç abone ve resmi ilanlar olan yerel basının maliyet fiyatlannı bile karşılayamadığını görüyoruz. Bizler birçok kez aylık ücretlerimizi bile alamıyoruz. Bazen de hak ettiğimiz ücretin yansına razı oluyoruz. Bunun tek nedeni insan an scvmekten ve gazeteyi yaşatmaktan geliyor. Bizler âdeta gönüllü gazeteci olarak toplumsal hizmet yapıyoruz. Oysa devlet bu tür anlamlı gazetelere destek ve yardun elini uzatsa mali problemlerini bilip ona göre tedbir alsa bizler de okuyucu da gazete de rahatlayacaktır. Her şeye ragmen biz gazeteciler, yüz akımız, aun terimiz ve emeğimizle mesleğimizi devam ettiriyoruz. Bu yazıdaki amacım. okuyuculann ve yetkililerin sıkıntılanmızı bir kez daha bilmeleridir. Yeniden beraber olabilmek dileğiyle. HAYRETTtNUĞUR Çağdaş Gazetesi Yazı İşleri Müdürü
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle