Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 5 AĞUSTOS 1991
Anayasa \ apmak.,
Tuhaf değil mi, çok eleştirilen anayasalann altında idare ya da
anayasa hukuku profesörlerinin parmak izleri var da canım 1924
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun altında bir tek, pırıl pırıl Mustafa
Kemal'in imzası!..
BEDİ YAZICI Sigortacı, îstanbul Ticaret Odası Meclisi'nin
eski başkanlarından
Anayasa konusu zaman zaman artan yoğun-
lukla güncelliğini koruyor. Son kabine değişik-
liği bu alanda söylenen ve yazılanların daha da
çoğalmasına neden olmuş gibi görünüyor. Eskisi
yaayor, yenisi yazıyor... Hemen hepsi, kendin-
den başka kim ne yapmış, nasıl bir tutum içine
girmişse onu yermeyi görev edinmiş sanki...
Elbette gün olacak hava durulacak ve anaya-
sa konusunun gerçekçi bir tutumla ele alınması
dönemi gelecektir. Böyle bir aşamaya bir an önce
ulasılması dilenir. Bu nedenle konuyla ilgili ba-
zı hususlan yarının kanun yapıcılarına yardım-
cı olur umusu ile yazmakta yarar gördüm.
Kim hangi anayasayı kötüleyecekse, "Bu bir
tepki anayasasıdır" deyip giriyor konuya. San-
ki her anayasanın bir tepki ürünü oiduğu bilin-
miyormuş gibi! Dunımlanndan hoşnut olan,
mevcut baa şeylerin muhakkak değistirilmesi ge-
rektiğine inanmayan, kısaca olmuş ve olmakta
olanlara karşı tepki duymayanlann, durup du-
rurken, okulda ev görevi hazırlar gibi anayasa
ya da anayasa değişikliği yapmaya kalkıştıklan
tarihte görülmüş şey midir? Hem de ne tepki!
Çok kez anayasalar bir devrim (ihtilal), bir ayak-
lanma sonucu ortaya çıkmışlardır.
Anayasa anketi
Konuya ilişkin başka bir yanılgı da anayasa-
lann profesörler tarafından kaleme alınmalan
koşulmuş gibi bir görüşün bu alanda yazı yazan,
söz söyleyen ve hüküm kesenlerin çoğuna ege-
men bulunmasıdır. Bir kez şu husus kesin kes bi-
linmelidir ki tarih boyunca yapılmış da yurürlü-
ğünü uzun süre sürdürebilmiş uygar ülke anaya-
saJannın hiçbiri profesör yapıtı değildir. (Yanlış
biliyorsam sayın hocalar düzeltiversinler lütfen.)
Aynca, anayasa profesörleri mi, idare hukuku
profesörleri mi yapsın anayasayı tartışmaları da
var bizde! Ancak, tuhaf değil mi, çok eleştirilen
anayasaların aJtında idare ya da anayasa huku-
ku profesörlerinin parmak izleri var da canım
1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun altında bir
tek, pırıl pırıl Mustafa Kemal'in imzası!..
Yeni bir anayasa taslağı hazırlamak üzere ku-
rulan komisyondan, Başkan Ordinaryüs Profe-
sör Doktor Sıddık Sami Onar imzalı ve 7.6.1960
tarihli şunuş mektubu içeren "Anayasa Komis-
yonunun Anketi" başlıklı bir kitapçık aldım 1960
haziranında. Şöyle deniliyordu:
"— Türkiye Milfi Biriik Komitesi tarafından bir
anayasa ön tasansı hazırlamak üzere 27 Mayıs
1960 cuma giinu görevlendirilmiş olan komisyo-
nuınuz bu tasannın milli ihtiyaçlanmıza en uy-
gun sekilde meydana getirilmesi için önemli ana-
yasa konulan üzerinde bir ankel yapmaya karar
verrniştir. Anket sualleri aşagıdadır."
"— Bu tasannın bir ay içinde bitirilmesi zanı-
ri olduguodan. ankete en geç on gün içinde ce-
vap lütfedilmesi gerekmektedir."
'— Her anket sualinin cevabı, brosunin sonun-
da kendisine aynlmış olan numarau ve zımbalı
sayfaya ve sualde harflerie taksimat varsa, o harf-
lerin de zikredilmesi suretiyle -mümkünse dak-
tilo ile- yazdacak ve o sayfa kopanlarak gönde-
rüecektir."
"— Bütün suallere mutlaka cevap verme mec-
buriyeti olmayıp herkes diledigi konuya cevap ve-
rebilir."
Hukukçu değildim, profesor de değil... Neden
yoUamışlardı bana bu broşürü? Madem adam ye-
rine koymuşlar da fıkrimi sormuşlar ben de dü-
şündüklerimi içtenlikle sıralayayım dedim.
Yazdıklarımı bir okuyan olmuş ki güntin bi-
rinde komisyon üyelerinden biri ziyaretime gel-
di, konu üstünde görüşmek istediğini söyledi. Bu
arada bir de kendi düşündüklerinden biri hak-
kında benim fikrimi sordu. Bir milyon lira (bu-
günkü parayla yaklaşık bir buçuk milyar) serma-
yesi olan her anonim şirketin Meclis'te bir mil-
letvekiliyle temsil olunmasım düşünüyormuş haz-
ret! Şaşakaldım. Ellerinde olanaklar olanların,
örneğin iktidar partisi hükümetlerinin bu acayip
üyelikleri ile Meclis'te ezici çoğunlugu ele geçir-
meleri işten bile olmaz, aman vazgeçin bu sev-
dadan, dedim. Şaşılacak bir husus da bu öneri-
nin, faşist korporasyonlar düzeni yanlısı olmak-
la suçlanan Sıddık Sami'ye bu açıdan, karşı çı-
kanlar cephesinden gelmekte olması idi.
1961'deki önerilerim ~
Gelelim benim önerilerime (anket yanıtlan
saklandı ise bugün yazdıklanmm komisyona im-
zam altında bildirdiklerime uyup uymadığı di-
leyenlerce denetlenebilir):
— Seçmen yaşı 18 olmalı. Askerlere de oy hak-
kı verilmeli.
— Her seçim dairesinden bir tek milletvekili
çıkmalı.
— Ikinci Meclis olmalı. Birinci Meclis'in
250-300, ikinci Meclis'in (senato) 100-150 kadar
üyesi olmalı. Senatörlerin bir kısmı genel seçim-
le öbürleri atama yoluyla belirlenmeli. Atanarak
gelenler omur boyu görev yapmalı.
— Doğrudan tek dereceli seçimle halk tarafın-
dan seçilecek devlet başkanı aynı zamanda hü-
kümet başkanı da olmalı. Meclis dısından bakan
atanabilmeli.
— Kanunların anayasaya uygunluğunu denet-
lemek üzere bir yiiksek mahkeme kurulmalı, ana-
yasa değişiklikleri halk oylaması (referandum) ile
olmalı.
Ankete verdiğim yanıtlardan buraya kadar be-
lirttiklerim, önerilerimin pek yadsınamaz oldu-
ğu kanıtlanmıştır sanınm. Ancak bunlardan baş-
ka -biri sorulan belirli bir soruya verdiğim ya-
mtta, öbürü "baskaca söyleyeceğiniz bir şeyler
varsa belirtiniz" yollu anket maddesine
yazdıklarımda- açıkladığım iki görüşüm var ki
bugün vurgulaya vurgulaya tekrarlamayı görev
saymaktayım. Anketi hazırlayanlar, karar ve dav-
ranışlannda önyargısız (tarafsız) olması gereken-
Ierin bu ilkeye uymalannm yasama yolu ile sağ-
lanabileceği kanısında olmalıdırlar ki bu konu-
da da ne yapılabileceğini sormuşlar. Yanıtjm, "Bu
iş, kanun yapmak, yasaklar, zorunluluklar oluş-
turrnak, yaptırımlar uygulamakla olmaz, layık
olan secilmelidir, demokrasi bir fazilet rejimidir"
anlamına gelen iki sözcukten ibaret:
Uzun ömürlülük
Bir de özellikle bu yakınlarda pek güncel ni-
telik kazannuş bir sorunu, yani, yangından mal
kaçınr gibi yasa koymalar, Millet Meclisi'ni iş-
lemez, muhalefeti görevini yapamaz duruma ge-
tirmeler gibi sürekli şikâyetlere yol açan sorunu
kökünden çözümleyebilecek bir önerim olmuş,
onu da aynen tekrarlayayım. "Kanun teklifleri-
nin birinci ve ikinci okunuşlan arasında, ayrıca
iki Meclis'e gidip gelmelerde, uzmanların ve il-
gilenenlerin görüşlerini belirtmelerine ve kamu-
nun eğiliminin anlaşılmasına yetecek kadar bir
süre bırakılmalı, bu süre (savas ilanı gibi pek de
smırlı ve istisnai haller dışında) asla kısaltılma-
malıdır. Bitirirken bir soru: Tepki anayasaları-
nın dik alası olan 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanu-
nu, Gazi Mustafa Kemal'in hukuk uzmanı olma-
sından mı, yoksa memleket gereksinimlerini iyi
bilmesinden mi uzun ömurlu olmuştur?
EVET/HAYIR
OKT4YAKBAL
Mesut Bey Adlı "Marka"!
"Kalitenin fiyatı vardır" ANAP'ın seçim propagandasını dü-
zenlemek için yurdumuza çağrılan ünlü reklam uzmanı böyle
diyor: "Kalitenin fiyatı vardır" Seguela gibi 'kaliteli' bir rek-
lamcı ANAP'ı değil de, Mesut Yılmaz üstüne kuracakmış ta-
nıtma yöntemini. öyle ya, Mesut Bey kırk yaşlarında bir po-
litikacı, genç, geleceği açık görünen bir insan. Seguela ne
yapsın; köhneleşmiş, bilmem kaç parçaya bölünmüş bir par-
tinin reklamını nasıl başarsın?
"Kalitenin fiyatı vardır. Ama karşılığını verir. Kişilik ve kişilik-
marka söz konusu olunca kim para esirgeyecek kadar deli
olabilir" diyen Seguela şu örneği veriyor: "Ucuz diye, bur-
nunuzu dünyanın en büyük estetik cerrahı Milton Glaser'e
değil de ikinci sınıf bir estetik cerrahına teslim eder miydi-
niz?"
Bu sözleri. Seguela'nın yeni çıkan 'Hollyvvood Daha Be-
yaz Yıkar" adlı kitabından aldım. Hiç kuşku yok, Seguela
önemli bir reklam ustası. Mitterrand'ı bile o çekip çevirmiş.
1981'deki başkanlık seçiminde üstün çıkmasını o sağlamış.
1981'de Mitterrand'nın karşısında Giscard vardır. Seguela
iki adayın önemli-onemsiz yanlarını şöyle belirler:
"Görev süresi sona eren başkan aşırı becerikliliği ve us-
talığı, hile ve entrikaya dönüşüyor. Çekicı, ama verdiği söz-
ler yerine gelmemiş. 74'te ilan edilen değişiklik nerede? İyi
yetişmiş, ama kibirli. Şans gülmüş, ama sevdirememiş ken-
disini. Monden, yakışıklı, ama halktan kopuk. ikjinç buluşla-
rı var, ama boş hayaller peşinde. Kararlılık ve süreklilikten
yoksun. Kültürlü, ama yalnızca teknokrat."
Seguela önce tanıtımını üstlendiği kişinin karşısındakiferi
inceler, ölçer biçer, sonra reklamını üstlendiği kişinin, nes-
nenin erdemlerini bulup ortaya çıkarmaya çalışır.
"Onun karşısına bir insan çıkaracaktık. Onu oiduğu gibi
gösterecektik. Yaşlı oiduğu söyleniyordu. Bilge olacaktı. Ki-
şisel tutkulann peşinde gidecek bir yaşta değildi. Serinkanlı
ve iç barışını sağlamış bir insandı. Entelektüel oiduğu söy-
leniyordu. Gerçekçi, sağduyu sahibi, insanlara ve onların
günlük yaşamlarına yakın olacaktı. Kaybetmeye alışkın oidu-
ğu söyleniyordu. Kazanan olacaktı. Taktisyen oiduğu söyle-
niyordu. Dürüst olacaktı. Doğası gereği partizan değildi. Din-
leyecek ve her şeyden önce anlamaya çalışacakiı. Siyasal
kartlan yurttaşların gerçek özlemlerine bağlı olarak yeniden
dağıtacaktı..."
Şöyle özetliyor konuyu:
"Kısacası 15. Louis'ye karşı Roosevelt, eski reçetelere karşı
New Deal ne rfade ediyorsa Giscard'a karşı Mitterrand da onu
ifade edecekii."
İlginç bir kişi bu Seguela! Eline tutuşturup, 'bunun tanıtı-
mını yap, onu en güzel biçimde yığınlara tanıt, sevdir, benim-
set, begenilmesini sağla" diyorlar, o da bu görevi yapıyor;
çoğu kez başarıyla... Ama yazımın başındaki sözü yerine ge-
tirmelerini istiyor doğallıkla: 'Kalitenin fiyatı vardır" O fiyat da
elbet çok yüksek olacaktır!
Sen kalk, Fransa'nın en ünlü halk iletişim uzmanını Türki-
ye'ye çağır, "önümüzdeki genel seçimde sen ANAP'ın rek-
lamını yapacaksın" de, istediği ücreti ver. Bu ücret ne denli
yüksek olursa olsun! Bilerek verdiğin paranın boşa gitmeye-
ceğini, buna güvenerek...
Ne var ki adamcağız gelir gelmez demiş ki: Bu ANAP'ı ta-
nıtmak zor. En iyisi genç Başbakan üstüne kurayım ben pla-
nımı!.. ANAP'ı nasıl sevdirsin, nasıl beğendirsin ki! Son ge-
nel seçimde yüzde 21'e düşmüş oyların sahibi bir parti bu.
Bugün belki daha da düşük bir düzeye inmiştir bu oran...
Seguela'nın elinde yeni bir insan, daha doğrusu reklam
ustasının deyimiyle bir 'marka' var: Mesut Bey... Her şeyden
önce genç, yeni, denenmemiş. Her yeni marka önceleri göz-
leri doldurur. 'Bu, öncekinden daha iyidir' diye bir önyargı
yerleşir. Seguela ise eline verilen bu 'marka'yı bir iki hafta
süren bir incelemeden sonra halka en iyi yanlarıyla suna-
cak. Daha önce Coca-Cola, Citroen, L'Oreal markalarını na-
sıl tanıtmayı, beğendirmeyi başardıysa...
ANAP'ı sevdirmek, Coca-Cola'yı benimsetmek kadar ko-
lay değil! Bakalım ünlü reklamcı ne yapacak, ne edecek de
seçimlerde Mesut Bey'i ve ANAP'ını halka sevdirip iktidar-
da kalmalarını sağlayacak? 'Kalitenin fiyatını vermek yetecek
mi, yoksa Bay S6guela yaşamındaki birkaç başarısızlıktan
birini, en büyüğünü ülkemizde mi tadacak?
Kırmızı Koltuk'ta
Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR
Yazımın başhğı yanlış anlaşılmamaü. Kır- hiç bağdaşmayan öğeler taşıyabiliyor. Bu
nıızı Koltuk'ta sansür söz konusu değildi ve nedenle TV programında siyasal iktidarla-
program kesintisiz olarak yayımlandı. Söy-
leyemediklerim sadece zaman yetersizliğin-
den dolayıdır ve 50 dk. içine sığdıramadık-
lanmdir. Ahmet Altan ve Neşe Düzel'in sağ-
hk sistemimiz, tıp eğitimi ve üniversiteleri-
mizle ilgili sorularını cevaplandırdırn. Kı-
demli bir öğretim üyesi ve öğretim Üyeleri
Derneği başkanı olarak bildiklerimi, düşün-
düklerimi açıklamak fırsatını buldum. An-
cak Neşe Düzel programın sonuna geldiği-
mizi bildırdiği zaman bazı önemli noktala-
rın eksik kaldığını farkettim. Bu yazıda on-
ları tamamlamayı amaçhyorum.
Soruları cevaplandırırken ülkemizde si-
yasal iktidarların üniversiteler için zararlı
olabileceğinden söz ettim. Gerçekten, geliş-
miş ülkelerde siyasal iktidann tutumu ne
olursa olsun üniversitelerin bundan etkilen-
mediğini görürsünüz. Ne Oxford ne Har-
vard için siyasal iktidar tehlikesi yoktur. Bu,
o üniversitelerin uzun bir geçmişe dayanan,
sağlam geleneklere sahip, siyasal iktidardan
bağımsız kurumlar olmalanndan ileri geli-
yor. Oralarda siyasal iktidarlar üniversite-
leri siyasal amaçlarla kullanmayı düşünmez,
düşunemezler. Bizde ise yazık ki durum çok
farkİKÜr. Siyasal güc, üniversitenin kaderin-
de büyük rol oynuyor. İktidarlar toplumun
bugünü ve yarını için büyük önem taşıyan
ve insan yatınmının yapılageldiği bu üst ku-
rumlarımızla ilgili kararlar alıyor, yasalar
çıkanyor ve bunları gerçekleştirirken üni-
versite organlanna oiduğu gibi bu kurum-
larda uzun yıllar hizmet vermiş deneyimli
öğretim üyelerine danışmıyorlar, onları
umursamayabiliyorlar. Alınan kararlar, çı-
kanlan yasalar çağdaş üniversite anlayışı ile
nn yüksek öğretimdeki rolünden soz eder-
ken dihmin ucuna "tehlikeli" sözcuğü ge-
liverdi.
Üniversiteleri demokratik bir öze ve çağ-
daşlığı kavuşturmarun tek çaresinin özerk-
lik ve bağımsızlık olduğuna inanıyorum.
Üniversiteler siyasal güçlerin etkisinden
anndınlmaLdır. Ne var ki bu, mücadele ver-
meden olmayacaktır ve bu mücadeleyi an-
cak üniversiteler verebilir. Türkiye'de her çe-
şit iktidarın üniversiteyi elde tutmak, dene-
tim altında bulundurmak eğilımi olabilir.
Bugün gündemde bulunan özel statülü üni-
versiteler yasası bunun açık kanıtlarından
birini oluşturuyor. Bu yasa tararısı, Milli
Egitim bakanından öğrendiğimize göre
cumhurbaskanının direktifı ile hazırlanmış
ve ANAP oyları ile yasalaşmıştır. Bu yasa-
ya göre hangi üniversitenin özel statülü ola-
cağı karannı hukumet verecek ve bu üniver-
siteleri yönetecek üst yönetim kurulu, baş-
ka bir deyimle mütevelli heyetinin 8 üyesi-
nin dördünü doğrudan, dördünü dolaylı
cumhurbaşkanı seçecektir. Bu benzersiz bir
yasadır, Ankara ve tstanbul'daki öğretim
üyeleri derneklerinin bütün çabalanna kar-
sın ANAP gibi göztlnü kırpmadad bo ya-
sayı kabul edivermiştir. Yasanın anayasaya
aykırı oiduğu ileri sürülmüş ve bununla il-
gili başvuru yapılmıştır; onun sonucunu
beklerken biz, yeni hükümetin ve onun ye-
ni başkanının bu konuda ne düşündügünü
merak ediyoruz. Gerçi oylarını yasa için
olumlu kullandılar, ama şimdi özel statülü
üniversite tespitini kendileri yapacaklardır.
Hükümet için artık reşit olduk, vesayete ih-
tiyacımız yoktur diyen başbakan, cumhur-
iklerimbaşkanının üniversiteler üzerindeki vesaye-
tine ne diyecektir bilmiyoruz. Yasa çıkmış-
tır ve YÖK'ten beklenecek hiçbir şey yoK-
tur. Sayın Doğramacı yasalara, modellere,
ilkelere pek aldırmadığını defalarca belli et-
miştir. Onun tek dileği, hangi model olur-
sa olsun onun başında bulunmaktır.
Kırmızı Koltuk'ta şunları söylemek fırsa-
tmı bulamadım: Üniversitelere ve onun
mensuplanna çok görev düşüyor. Bu ku-
rumlanmız kendilerini savunmalıdu"lar. Si-
yasal iktidarların ne yönetim felsefeleri ne
lütufları ile sağlıklı bir yere ulaşmak olası-
dır. Üniversite bağımsızlaşmalı, bunun sa-
vaşımını vermelidir. Bazı üniversitelilerin
özel statülü üniversiteler kapsamına girmek-
le gerek kişi gerek kurum olarak kazançlar,
avantajlar elde edebileceklerine inandıkla-
nnı, bu nedenle olaya sıcak baktıklannı du-
yuyoruz. Uygulamanın ilk olarak yapılacağı
teknik üniversite mensupları arasında böy-
le meslektaşlanmız olduğunu yöneticilerden
öğreniyoruz. Bizce bu bir yanılgıdır. Yanlış
bir değerlendirmedir. YÖK'ten beri çok şey
yitirmiş olan üniversitelerin kendileri için
ayncaiık arayışı içine girmeierini çok sakin-
calı buluyoruz. Bunun böyle oiduğu çok ge-
cikmeden anlaşılacaktır. Cumhurbaşkaru-
nın ANAP grubu üzerindeki karşı konul-
maz etkisinden yararlanarak çıkartılması-
nı sağladığı bu antidemokratik yasadan ya-
rarlanmak ve onunla üstünlük sağlamayı
düşünmek akıllıca olmadığı gibi Universi-
teye yakışacak bir tutum da olmayacaktır.
Üniversite, siyasal iktidardan ve her türlü
güçten bağımsız olmalıdır. özerk, demok-
ratik, çağdaş bir üniversitenin kurulması
için ancak kendimize güvenebiliriz, hiç bir
iktidara değil. YÖK acısını yaşadıktan sonra
böyle bir çağdaş üniversiteyi kendimiz kur-
malı ve bunun onurlu savaşımını vermeli-
yiz. Başka bir çıkış yolu yoktur.
AaKAYBIMIZ
Halil Hamit Paşa ve Tepedelenli Ali Paşa
ahfadından merhum Derviş Paşa ve merhume
Aslıdil Hanım'm oğlu merhum Asaf, Kemal,
Cemal, Celal ve Merhume Nadire Derviş Bükey'in
ve Müzeyyen Çiğiltepe'nin kardeşi, Neslihan ve
Haluk'un kayınpederi, Ero] D. Bükey'in amcası,
Erdal ve Erol'un büyükbabalan, Kemal ve
Zeynep'in sevgili babaları, Gerti Derviş'in eşi ve
hayat arkadaşı
RIZA DERVİŞ'i
kaybettik. Cenazesi Cenevre Büyük Camii'nden
5.8.1991 Pazartesi (bugün) kalkacaktır.
AİLESİ
D I K O Y
LISKUR
O L A N A D I M I Z I
K A D I K O Y
SÜRKUR
O L A R A K D E Ğ İ Ş T İ R D İ K
DEĞİŞEN YALNIZCA ADIMIZ !
Aynı kadro, çağdaş anlayış ve sıcak ilgiyle
hizmete devam ediyoruz.
Devreler
Hafta Sonu : 10 Ağustos
Hafta içi : 12 Ağustos
KADIKÖY (Söğütlüçeşme Camii yanı)
349 18 24-349 18 25-336 02 06-336 02 79
I'DAN HABERLER
Ulkü
Tamer
1991
YUNUS NADİ
ÖYKÜ
ÖDÜLÜ
8.000 lira
ALLEBEN
ÖYKÜLERÎÇocukluğu Antep'te geçmiş olan Ülkü Tamef'm doğup
büyüdüğû yörelerde geçen bu öykülerinde ilginç kişiler-
le tanışacaksınız. Gerçekle düş iç içe. Sitti Zeynep'le
Kemal'in, Çete İsmail'le Elmas'ın, Şekerci Asun'la Şa-
bin'in, Sabahat'in, Maa Hüseyin'le Mehmet Ali'nin
ilişkileri, sevgileri, dostlukları... Bütün bunlar Ülkü Ta-
mef'm yarattığı kişiler, kurmaca olaylar.
CANYAYINLARI/ BabıâU Cad. No. 19/2 Cağaloğlu, İst.
TATİLE
ÇIKARKEN,
CÜZDANINIZI
EVDE
BIRAKIN!
Haftalık rezervasyonlarımız da süruyor.
Rezervasyonunuzu yaptınn, sonra "para'yı unutun! Ne boynunuza boncuk asın ne de
mayonuza cuzdan cebı dıktmn Gonlünuzce tatıl geçnn.
C L U B T U R T L E ' S M A R C O P O L O ' D A H E R Ş E Y F İ Y A T I N İ Ç İ N D E !
HAFTA SONUNU
AKDENİZ MAVİSİYLE BOYAYIN
• 3 TAM GÜN: Cuma sabahından başlayarak..
• Marco Polo'nun sunduğu her şey.
gıdış-donuj UÇAK BILETI ve transferler,
FİYATIN İÇİNDE
C L l ' B T l R T l. II S
MARCO POLO"KEMER-ÇAMYUVA/TATIL K OYU
OKAS TURIZM VE SEYAHAT A J
2 Tojocağı Caiitit, Cevdtt Sey Işhom i - 8 Mtadıyekoy 80300 ÎSTANBUL
TEL (l)174 68SO-17HatTiX 27767 <*tu u FAX (1) 174 83 77. (I) t 74 83 49
OZEL BORA
SURUCÜ KURSU
64. DÖNEM KAYITURI
BAŞLAMISTIR
3 AĞUSTOS HAFTA SONU
6 AĞUSTOS HAFTA ICI
DERSANE ÛSKÜDAR: 343 67 82
PISTLERİMI2
K0ZYATA6I: 362 47 33
TMMYA: 162 0S 18
TEK YOL EĞİTİM
Au Pair Acentası
j^ Ingılıert F'»"
o
lıaya HoiBnoa Karaca
Amrnkj rEfVetöe goeO •
i M 5 J 53 «-16» 43 67
OKURLARA.
OKAYGÖNENSİN
Başkanla İlişki
A BD'de basınla yönetim arasındaki ilişkiler yine
r\gerilimli bir dönem yaşıyor. Körfez krlzinde ABD
yönetiminin basına uyguladığı ağır sansür, bütün basın
kuruluşlan tarafından şiddetle eleştiriliyor. Yönetimle
gazeteciler arasındaki ilişkilehn yeniden tartışma
konusu olmasının bir nedeni de Başkan Bustfun bir
süreden beri basına karşı yürüttüğü özel "kur yapma"
politikası. Başkan Bush, bir süre önce basınla
ilişkilerine yeni bir yöntem getiriyor ve gazetecileri
gruplar halinde, ama konuşulanları yazmamak
koşuluyla öğle ve akşam yemeklerinde Beyaz Sarafda
ağırlıyor. Bu yöntem süreklilik kazanınca Amerikan
basını ikiye ayrıldı. Birinci gruba göre Başkan Bush'un
bu yönteminin amacı tümüyle gazetecileri "taylamak"...
Ve gazeteciler kendini korumak zorundalar. İkinci grup
ise bu görüşmelerin kendilerine içeriden özel bilgiler
sağladığını ve gazetecilik açısından çok yararlı oiduğu
için vazgeçilemeyeceğini savunuyorlar. Columbia
Universitesi'nin medya bölümü başkanı Fred Friendly,
gazetecilerin önündeki tehlikeyi şöyle anlatıyor:
"Başkan Bush, yakınlaşmakla basını yanına alacağına
inanan Kennedy ve Johnson'un yaptığını yapıyor.
Başkan sizi Beyaz Saray'da öğle yemeğine davet
ettiğinde bu öylesine cazip bir çağrıdır ki geri
çeviremezsiniz. Ama Başkan kendisine atfedilmemek
kaydıyla bazı şeyler anlattığında karşısındakini
kendisiyle işbirliği yapmaya iter. Gazetecilerin buna
karşı çok dikkatli olmalan gerekir."
New York Times'ın Washington büro şefi Howel Raines
de kendi tutumlannı anlatıyor:
"Bu yaklaşımla ilgili ciddi kaygılarımız var.
Muhabirlerimize kesinlikle fikir belirtmemelerini, görüş
açıklamaktan uzak durmalarını, tarafsızlıklanna gölge
düşürebilecek her türlü davranıştan uzak durmalarını,
hatta etki altına alındıklannı hissettikleri durumlarda da
daveti terk etmelerini söylüyoruz."
Cumhurbaşkanı Turgut Özal da başbakanlığı
döneminde benzer bir yakınlaşma yöntemini yaygın
biçimde kullandığı günleri daha sonra anlatırken şöyle
diyordu: "Bunlara ben ara sıra telefon ediyorum. Onlar
da memnun oluyorlar. Tabii başbakan telefon etti
diye..."
Cumhurbaşkanı Özal, basınla arasının bozulduğu
dönemin ardından bu yakınlaşma yöntemini seçmed
olarak uygulamaya devam etti. Sorunun özünde
gazetecinin kendi bağımsız kimliğini korumak
konusundaki duyarlığı yatıyor. Gazeteci, Başkan
tarafından yemeğe davet edilmek, telefonla aranmak
gibi gurur okşayıcı durumlardan etkilenerek bağımsız
düşünme ve değerlendirme kaygısını yitiriyorsa, birçok
örneğini gördüğümüz gibi gazetecilik faaliyeti de bu
ruhsal durumun etkisiyle hızla çarpılmaktadır. Sonuçta
o gazeteci meslek onurunu yitirmekle, inandıncılığını
yok etmekle kalmamakta tüm meslektaşlannı ve
gazeteciliğin prestijini de yaralamaktadır. 0ç yıl kadar
önce yine ABD'de çıkan bir tartışmayı bu sütunlarda
özetlemiştik. Ama konunun canlılığı nedeniyle bir kez
daha anımsatabiliriz. Dışişleri Bakanı James Baker,
Washington Post'un ünlü yorumculanndan David , '
J
*
Broder onuruna bir yemek düzenler. Broder da - ~ i ^
yemekte kalkar ve şunları söyler:
"Gazeteciler hep 'dışarıda' olmalıdırlar... Politikacılar ve
lobicilerle aynı bakış açısı içinde olmamalıdırlar... Bizim
görevimiz politikacıların ayaklannı hep ateşte
tutmaktır... Halk bizi iktidarın bir parçası gibi
görmemelidir... Jim'in (James Baker) işi kampanya ve
hükümet politikalarını yönetmektir. Bizim işimiz ise
haber vermektir"
Bu konuşma, kendilerini yeni göreve başlamış olan
Bush yönetimine yakın hisseden bazı gazetecilerin
alıngan tepkilerine yol açınca David Broder bir de yazı
yazarak "içeriden" olmayı övünç sayan gazetecilere
ağır bir ders daha verdi:
"Dikkatleri çektiğim olay, VVashington'daki gazetecilerle
politikacılar arasında artan yakınlıktır... Gazeteci için
tehlikeli olan, yakın bir danışman gibi politikanın içinde
yer almaktır... Tehlike yalnızca gazeteciliğin kalitesinin
dûşmesinde değil, gazetecilikle politikacılık arasındaki
çizginin yok olmasındadır... Hükümetin parçası
olmadığımızı, VVashington'un iş çevresinden
olmadığımızı açıkça ortaya koymalıyız. Yoksa önce
belirleyici kimliğimizi kaybederiz, sonra da
özgüriüğümüzü... Gazeteciler başkalarının görüşleri
kadar, kendi görüşleri hakkında da kuşkucu
olmalıdırlar. Biz gazeteciliği şöyle öğrendik: Annenin
seni sevdiğine inanabilirsin, ama bir kez daha
kontrol et..."
•
Gazeteler, temmuz ayında kampanya ve armağanlarının
tanıtımı için TRT ve Stari'de toplam 8.5 milyar liralık
reklam harcaması yaptılar. \
Bu harcamaların gazetelere göre dağılımı şöyle:
Hürriyet 2 milyar 600 milyon lira
Sabah 1 milyar 300 milyon lira
Meydan 1 milyar 250 milyon lira
Milliyet 1 milyar 100 milyon lira
Bugün 1 milyar 100 milyon lira
Türkiye 700 milyon lira
Yeni Asır 250 milyon lira
Fotospor 20 milyon lira
Zaman 15 milyon lira
Temmuz 7997'de günlük toplam gazete satışı yine 3
milyonun biraz üzerinde gerçekleşti. Gazetelerin günlük
ortalama net satışları ve bir önceki aya göre farkları
şöyle oldu:
1.500 liralık gazeteler
Cumhuriyet
Sabah
Hürriyet
Milliyet
Günaydın
Yeni Asır
Güneş
110.720
724.330
541.511
425.865
71566
43.100
28.179
+5.220
-13505
+14.918
+9.165
-6.670
-5.800
-6359
1.300 liralık gazete
Türkiye 375.500 -31.01."'
1000 liralık gazeteler
Bugün
Meydan
Fotospor
Tan
Zaman
Tercüman
26a252
252.868
183.703
78.278
58.200
34.803
+21.210
+31.203
+30.226
-8.100
-2.300
-122