22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 5 AĞUSTOS 1991 Anayasa \ apmak., Tuhaf değil mi, çok eleştirilen anayasalann altında idare ya da anayasa hukuku profesörlerinin parmak izleri var da canım 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun altında bir tek, pırıl pırıl Mustafa Kemal'in imzası!.. BEDİ YAZICI Sigortacı, îstanbul Ticaret Odası Meclisi'nin eski başkanlarından Anayasa konusu zaman zaman artan yoğun- lukla güncelliğini koruyor. Son kabine değişik- liği bu alanda söylenen ve yazılanların daha da çoğalmasına neden olmuş gibi görünüyor. Eskisi yaayor, yenisi yazıyor... Hemen hepsi, kendin- den başka kim ne yapmış, nasıl bir tutum içine girmişse onu yermeyi görev edinmiş sanki... Elbette gün olacak hava durulacak ve anaya- sa konusunun gerçekçi bir tutumla ele alınması dönemi gelecektir. Böyle bir aşamaya bir an önce ulasılması dilenir. Bu nedenle konuyla ilgili ba- zı hususlan yarının kanun yapıcılarına yardım- cı olur umusu ile yazmakta yarar gördüm. Kim hangi anayasayı kötüleyecekse, "Bu bir tepki anayasasıdır" deyip giriyor konuya. San- ki her anayasanın bir tepki ürünü oiduğu bilin- miyormuş gibi! Dunımlanndan hoşnut olan, mevcut baa şeylerin muhakkak değistirilmesi ge- rektiğine inanmayan, kısaca olmuş ve olmakta olanlara karşı tepki duymayanlann, durup du- rurken, okulda ev görevi hazırlar gibi anayasa ya da anayasa değişikliği yapmaya kalkıştıklan tarihte görülmüş şey midir? Hem de ne tepki! Çok kez anayasalar bir devrim (ihtilal), bir ayak- lanma sonucu ortaya çıkmışlardır. Anayasa anketi Konuya ilişkin başka bir yanılgı da anayasa- lann profesörler tarafından kaleme alınmalan koşulmuş gibi bir görüşün bu alanda yazı yazan, söz söyleyen ve hüküm kesenlerin çoğuna ege- men bulunmasıdır. Bir kez şu husus kesin kes bi- linmelidir ki tarih boyunca yapılmış da yurürlü- ğünü uzun süre sürdürebilmiş uygar ülke anaya- saJannın hiçbiri profesör yapıtı değildir. (Yanlış biliyorsam sayın hocalar düzeltiversinler lütfen.) Aynca, anayasa profesörleri mi, idare hukuku profesörleri mi yapsın anayasayı tartışmaları da var bizde! Ancak, tuhaf değil mi, çok eleştirilen anayasaların aJtında idare ya da anayasa huku- ku profesörlerinin parmak izleri var da canım 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun altında bir tek, pırıl pırıl Mustafa Kemal'in imzası!.. Yeni bir anayasa taslağı hazırlamak üzere ku- rulan komisyondan, Başkan Ordinaryüs Profe- sör Doktor Sıddık Sami Onar imzalı ve 7.6.1960 tarihli şunuş mektubu içeren "Anayasa Komis- yonunun Anketi" başlıklı bir kitapçık aldım 1960 haziranında. Şöyle deniliyordu: "— Türkiye Milfi Biriik Komitesi tarafından bir anayasa ön tasansı hazırlamak üzere 27 Mayıs 1960 cuma giinu görevlendirilmiş olan komisyo- nuınuz bu tasannın milli ihtiyaçlanmıza en uy- gun sekilde meydana getirilmesi için önemli ana- yasa konulan üzerinde bir ankel yapmaya karar verrniştir. Anket sualleri aşagıdadır." "— Bu tasannın bir ay içinde bitirilmesi zanı- ri olduguodan. ankete en geç on gün içinde ce- vap lütfedilmesi gerekmektedir." '— Her anket sualinin cevabı, brosunin sonun- da kendisine aynlmış olan numarau ve zımbalı sayfaya ve sualde harflerie taksimat varsa, o harf- lerin de zikredilmesi suretiyle -mümkünse dak- tilo ile- yazdacak ve o sayfa kopanlarak gönde- rüecektir." "— Bütün suallere mutlaka cevap verme mec- buriyeti olmayıp herkes diledigi konuya cevap ve- rebilir." Hukukçu değildim, profesor de değil... Neden yoUamışlardı bana bu broşürü? Madem adam ye- rine koymuşlar da fıkrimi sormuşlar ben de dü- şündüklerimi içtenlikle sıralayayım dedim. Yazdıklarımı bir okuyan olmuş ki güntin bi- rinde komisyon üyelerinden biri ziyaretime gel- di, konu üstünde görüşmek istediğini söyledi. Bu arada bir de kendi düşündüklerinden biri hak- kında benim fikrimi sordu. Bir milyon lira (bu- günkü parayla yaklaşık bir buçuk milyar) serma- yesi olan her anonim şirketin Meclis'te bir mil- letvekiliyle temsil olunmasım düşünüyormuş haz- ret! Şaşakaldım. Ellerinde olanaklar olanların, örneğin iktidar partisi hükümetlerinin bu acayip üyelikleri ile Meclis'te ezici çoğunlugu ele geçir- meleri işten bile olmaz, aman vazgeçin bu sev- dadan, dedim. Şaşılacak bir husus da bu öneri- nin, faşist korporasyonlar düzeni yanlısı olmak- la suçlanan Sıddık Sami'ye bu açıdan, karşı çı- kanlar cephesinden gelmekte olması idi. 1961'deki önerilerim ~ Gelelim benim önerilerime (anket yanıtlan saklandı ise bugün yazdıklanmm komisyona im- zam altında bildirdiklerime uyup uymadığı di- leyenlerce denetlenebilir): — Seçmen yaşı 18 olmalı. Askerlere de oy hak- kı verilmeli. — Her seçim dairesinden bir tek milletvekili çıkmalı. — Ikinci Meclis olmalı. Birinci Meclis'in 250-300, ikinci Meclis'in (senato) 100-150 kadar üyesi olmalı. Senatörlerin bir kısmı genel seçim- le öbürleri atama yoluyla belirlenmeli. Atanarak gelenler omur boyu görev yapmalı. — Doğrudan tek dereceli seçimle halk tarafın- dan seçilecek devlet başkanı aynı zamanda hü- kümet başkanı da olmalı. Meclis dısından bakan atanabilmeli. — Kanunların anayasaya uygunluğunu denet- lemek üzere bir yiiksek mahkeme kurulmalı, ana- yasa değişiklikleri halk oylaması (referandum) ile olmalı. Ankete verdiğim yanıtlardan buraya kadar be- lirttiklerim, önerilerimin pek yadsınamaz oldu- ğu kanıtlanmıştır sanınm. Ancak bunlardan baş- ka -biri sorulan belirli bir soruya verdiğim ya- mtta, öbürü "baskaca söyleyeceğiniz bir şeyler varsa belirtiniz" yollu anket maddesine yazdıklarımda- açıkladığım iki görüşüm var ki bugün vurgulaya vurgulaya tekrarlamayı görev saymaktayım. Anketi hazırlayanlar, karar ve dav- ranışlannda önyargısız (tarafsız) olması gereken- Ierin bu ilkeye uymalannm yasama yolu ile sağ- lanabileceği kanısında olmalıdırlar ki bu konu- da da ne yapılabileceğini sormuşlar. Yanıtjm, "Bu iş, kanun yapmak, yasaklar, zorunluluklar oluş- turrnak, yaptırımlar uygulamakla olmaz, layık olan secilmelidir, demokrasi bir fazilet rejimidir" anlamına gelen iki sözcukten ibaret: Uzun ömürlülük Bir de özellikle bu yakınlarda pek güncel ni- telik kazannuş bir sorunu, yani, yangından mal kaçınr gibi yasa koymalar, Millet Meclisi'ni iş- lemez, muhalefeti görevini yapamaz duruma ge- tirmeler gibi sürekli şikâyetlere yol açan sorunu kökünden çözümleyebilecek bir önerim olmuş, onu da aynen tekrarlayayım. "Kanun teklifleri- nin birinci ve ikinci okunuşlan arasında, ayrıca iki Meclis'e gidip gelmelerde, uzmanların ve il- gilenenlerin görüşlerini belirtmelerine ve kamu- nun eğiliminin anlaşılmasına yetecek kadar bir süre bırakılmalı, bu süre (savas ilanı gibi pek de smırlı ve istisnai haller dışında) asla kısaltılma- malıdır. Bitirirken bir soru: Tepki anayasaları- nın dik alası olan 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanu- nu, Gazi Mustafa Kemal'in hukuk uzmanı olma- sından mı, yoksa memleket gereksinimlerini iyi bilmesinden mi uzun ömurlu olmuştur? EVET/HAYIR OKT4YAKBAL Mesut Bey Adlı "Marka"! "Kalitenin fiyatı vardır" ANAP'ın seçim propagandasını dü- zenlemek için yurdumuza çağrılan ünlü reklam uzmanı böyle diyor: "Kalitenin fiyatı vardır" Seguela gibi 'kaliteli' bir rek- lamcı ANAP'ı değil de, Mesut Yılmaz üstüne kuracakmış ta- nıtma yöntemini. öyle ya, Mesut Bey kırk yaşlarında bir po- litikacı, genç, geleceği açık görünen bir insan. Seguela ne yapsın; köhneleşmiş, bilmem kaç parçaya bölünmüş bir par- tinin reklamını nasıl başarsın? "Kalitenin fiyatı vardır. Ama karşılığını verir. Kişilik ve kişilik- marka söz konusu olunca kim para esirgeyecek kadar deli olabilir" diyen Seguela şu örneği veriyor: "Ucuz diye, bur- nunuzu dünyanın en büyük estetik cerrahı Milton Glaser'e değil de ikinci sınıf bir estetik cerrahına teslim eder miydi- niz?" Bu sözleri. Seguela'nın yeni çıkan 'Hollyvvood Daha Be- yaz Yıkar" adlı kitabından aldım. Hiç kuşku yok, Seguela önemli bir reklam ustası. Mitterrand'ı bile o çekip çevirmiş. 1981'deki başkanlık seçiminde üstün çıkmasını o sağlamış. 1981'de Mitterrand'nın karşısında Giscard vardır. Seguela iki adayın önemli-onemsiz yanlarını şöyle belirler: "Görev süresi sona eren başkan aşırı becerikliliği ve us- talığı, hile ve entrikaya dönüşüyor. Çekicı, ama verdiği söz- ler yerine gelmemiş. 74'te ilan edilen değişiklik nerede? İyi yetişmiş, ama kibirli. Şans gülmüş, ama sevdirememiş ken- disini. Monden, yakışıklı, ama halktan kopuk. ikjinç buluşla- rı var, ama boş hayaller peşinde. Kararlılık ve süreklilikten yoksun. Kültürlü, ama yalnızca teknokrat." Seguela önce tanıtımını üstlendiği kişinin karşısındakiferi inceler, ölçer biçer, sonra reklamını üstlendiği kişinin, nes- nenin erdemlerini bulup ortaya çıkarmaya çalışır. "Onun karşısına bir insan çıkaracaktık. Onu oiduğu gibi gösterecektik. Yaşlı oiduğu söyleniyordu. Bilge olacaktı. Ki- şisel tutkulann peşinde gidecek bir yaşta değildi. Serinkanlı ve iç barışını sağlamış bir insandı. Entelektüel oiduğu söy- leniyordu. Gerçekçi, sağduyu sahibi, insanlara ve onların günlük yaşamlarına yakın olacaktı. Kaybetmeye alışkın oidu- ğu söyleniyordu. Kazanan olacaktı. Taktisyen oiduğu söyle- niyordu. Dürüst olacaktı. Doğası gereği partizan değildi. Din- leyecek ve her şeyden önce anlamaya çalışacakiı. Siyasal kartlan yurttaşların gerçek özlemlerine bağlı olarak yeniden dağıtacaktı..." Şöyle özetliyor konuyu: "Kısacası 15. Louis'ye karşı Roosevelt, eski reçetelere karşı New Deal ne rfade ediyorsa Giscard'a karşı Mitterrand da onu ifade edecekii." İlginç bir kişi bu Seguela! Eline tutuşturup, 'bunun tanıtı- mını yap, onu en güzel biçimde yığınlara tanıt, sevdir, benim- set, begenilmesini sağla" diyorlar, o da bu görevi yapıyor; çoğu kez başarıyla... Ama yazımın başındaki sözü yerine ge- tirmelerini istiyor doğallıkla: 'Kalitenin fiyatı vardır" O fiyat da elbet çok yüksek olacaktır! Sen kalk, Fransa'nın en ünlü halk iletişim uzmanını Türki- ye'ye çağır, "önümüzdeki genel seçimde sen ANAP'ın rek- lamını yapacaksın" de, istediği ücreti ver. Bu ücret ne denli yüksek olursa olsun! Bilerek verdiğin paranın boşa gitmeye- ceğini, buna güvenerek... Ne var ki adamcağız gelir gelmez demiş ki: Bu ANAP'ı ta- nıtmak zor. En iyisi genç Başbakan üstüne kurayım ben pla- nımı!.. ANAP'ı nasıl sevdirsin, nasıl beğendirsin ki! Son ge- nel seçimde yüzde 21'e düşmüş oyların sahibi bir parti bu. Bugün belki daha da düşük bir düzeye inmiştir bu oran... Seguela'nın elinde yeni bir insan, daha doğrusu reklam ustasının deyimiyle bir 'marka' var: Mesut Bey... Her şeyden önce genç, yeni, denenmemiş. Her yeni marka önceleri göz- leri doldurur. 'Bu, öncekinden daha iyidir' diye bir önyargı yerleşir. Seguela ise eline verilen bu 'marka'yı bir iki hafta süren bir incelemeden sonra halka en iyi yanlarıyla suna- cak. Daha önce Coca-Cola, Citroen, L'Oreal markalarını na- sıl tanıtmayı, beğendirmeyi başardıysa... ANAP'ı sevdirmek, Coca-Cola'yı benimsetmek kadar ko- lay değil! Bakalım ünlü reklamcı ne yapacak, ne edecek de seçimlerde Mesut Bey'i ve ANAP'ını halka sevdirip iktidar- da kalmalarını sağlayacak? 'Kalitenin fiyatını vermek yetecek mi, yoksa Bay S6guela yaşamındaki birkaç başarısızlıktan birini, en büyüğünü ülkemizde mi tadacak? Kırmızı Koltuk'ta Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR Yazımın başhğı yanlış anlaşılmamaü. Kır- hiç bağdaşmayan öğeler taşıyabiliyor. Bu nıızı Koltuk'ta sansür söz konusu değildi ve nedenle TV programında siyasal iktidarla- program kesintisiz olarak yayımlandı. Söy- leyemediklerim sadece zaman yetersizliğin- den dolayıdır ve 50 dk. içine sığdıramadık- lanmdir. Ahmet Altan ve Neşe Düzel'in sağ- hk sistemimiz, tıp eğitimi ve üniversiteleri- mizle ilgili sorularını cevaplandırdırn. Kı- demli bir öğretim üyesi ve öğretim Üyeleri Derneği başkanı olarak bildiklerimi, düşün- düklerimi açıklamak fırsatını buldum. An- cak Neşe Düzel programın sonuna geldiği- mizi bildırdiği zaman bazı önemli noktala- rın eksik kaldığını farkettim. Bu yazıda on- ları tamamlamayı amaçhyorum. Soruları cevaplandırırken ülkemizde si- yasal iktidarların üniversiteler için zararlı olabileceğinden söz ettim. Gerçekten, geliş- miş ülkelerde siyasal iktidann tutumu ne olursa olsun üniversitelerin bundan etkilen- mediğini görürsünüz. Ne Oxford ne Har- vard için siyasal iktidar tehlikesi yoktur. Bu, o üniversitelerin uzun bir geçmişe dayanan, sağlam geleneklere sahip, siyasal iktidardan bağımsız kurumlar olmalanndan ileri geli- yor. Oralarda siyasal iktidarlar üniversite- leri siyasal amaçlarla kullanmayı düşünmez, düşunemezler. Bizde ise yazık ki durum çok farkİKÜr. Siyasal güc, üniversitenin kaderin- de büyük rol oynuyor. İktidarlar toplumun bugünü ve yarını için büyük önem taşıyan ve insan yatınmının yapılageldiği bu üst ku- rumlarımızla ilgili kararlar alıyor, yasalar çıkanyor ve bunları gerçekleştirirken üni- versite organlanna oiduğu gibi bu kurum- larda uzun yıllar hizmet vermiş deneyimli öğretim üyelerine danışmıyorlar, onları umursamayabiliyorlar. Alınan kararlar, çı- kanlan yasalar çağdaş üniversite anlayışı ile nn yüksek öğretimdeki rolünden soz eder- ken dihmin ucuna "tehlikeli" sözcuğü ge- liverdi. Üniversiteleri demokratik bir öze ve çağ- daşlığı kavuşturmarun tek çaresinin özerk- lik ve bağımsızlık olduğuna inanıyorum. Üniversiteler siyasal güçlerin etkisinden anndınlmaLdır. Ne var ki bu, mücadele ver- meden olmayacaktır ve bu mücadeleyi an- cak üniversiteler verebilir. Türkiye'de her çe- şit iktidarın üniversiteyi elde tutmak, dene- tim altında bulundurmak eğilımi olabilir. Bugün gündemde bulunan özel statülü üni- versiteler yasası bunun açık kanıtlarından birini oluşturuyor. Bu yasa tararısı, Milli Egitim bakanından öğrendiğimize göre cumhurbaskanının direktifı ile hazırlanmış ve ANAP oyları ile yasalaşmıştır. Bu yasa- ya göre hangi üniversitenin özel statülü ola- cağı karannı hukumet verecek ve bu üniver- siteleri yönetecek üst yönetim kurulu, baş- ka bir deyimle mütevelli heyetinin 8 üyesi- nin dördünü doğrudan, dördünü dolaylı cumhurbaşkanı seçecektir. Bu benzersiz bir yasadır, Ankara ve tstanbul'daki öğretim üyeleri derneklerinin bütün çabalanna kar- sın ANAP gibi göztlnü kırpmadad bo ya- sayı kabul edivermiştir. Yasanın anayasaya aykırı oiduğu ileri sürülmüş ve bununla il- gili başvuru yapılmıştır; onun sonucunu beklerken biz, yeni hükümetin ve onun ye- ni başkanının bu konuda ne düşündügünü merak ediyoruz. Gerçi oylarını yasa için olumlu kullandılar, ama şimdi özel statülü üniversite tespitini kendileri yapacaklardır. Hükümet için artık reşit olduk, vesayete ih- tiyacımız yoktur diyen başbakan, cumhur- iklerimbaşkanının üniversiteler üzerindeki vesaye- tine ne diyecektir bilmiyoruz. Yasa çıkmış- tır ve YÖK'ten beklenecek hiçbir şey yoK- tur. Sayın Doğramacı yasalara, modellere, ilkelere pek aldırmadığını defalarca belli et- miştir. Onun tek dileği, hangi model olur- sa olsun onun başında bulunmaktır. Kırmızı Koltuk'ta şunları söylemek fırsa- tmı bulamadım: Üniversitelere ve onun mensuplanna çok görev düşüyor. Bu ku- rumlanmız kendilerini savunmalıdu"lar. Si- yasal iktidarların ne yönetim felsefeleri ne lütufları ile sağlıklı bir yere ulaşmak olası- dır. Üniversite bağımsızlaşmalı, bunun sa- vaşımını vermelidir. Bazı üniversitelilerin özel statülü üniversiteler kapsamına girmek- le gerek kişi gerek kurum olarak kazançlar, avantajlar elde edebileceklerine inandıkla- nnı, bu nedenle olaya sıcak baktıklannı du- yuyoruz. Uygulamanın ilk olarak yapılacağı teknik üniversite mensupları arasında böy- le meslektaşlanmız olduğunu yöneticilerden öğreniyoruz. Bizce bu bir yanılgıdır. Yanlış bir değerlendirmedir. YÖK'ten beri çok şey yitirmiş olan üniversitelerin kendileri için ayncaiık arayışı içine girmeierini çok sakin- calı buluyoruz. Bunun böyle oiduğu çok ge- cikmeden anlaşılacaktır. Cumhurbaşkaru- nın ANAP grubu üzerindeki karşı konul- maz etkisinden yararlanarak çıkartılması- nı sağladığı bu antidemokratik yasadan ya- rarlanmak ve onunla üstünlük sağlamayı düşünmek akıllıca olmadığı gibi Universi- teye yakışacak bir tutum da olmayacaktır. Üniversite, siyasal iktidardan ve her türlü güçten bağımsız olmalıdır. özerk, demok- ratik, çağdaş bir üniversitenin kurulması için ancak kendimize güvenebiliriz, hiç bir iktidara değil. YÖK acısını yaşadıktan sonra böyle bir çağdaş üniversiteyi kendimiz kur- malı ve bunun onurlu savaşımını vermeli- yiz. Başka bir çıkış yolu yoktur. AaKAYBIMIZ Halil Hamit Paşa ve Tepedelenli Ali Paşa ahfadından merhum Derviş Paşa ve merhume Aslıdil Hanım'm oğlu merhum Asaf, Kemal, Cemal, Celal ve Merhume Nadire Derviş Bükey'in ve Müzeyyen Çiğiltepe'nin kardeşi, Neslihan ve Haluk'un kayınpederi, Ero] D. Bükey'in amcası, Erdal ve Erol'un büyükbabalan, Kemal ve Zeynep'in sevgili babaları, Gerti Derviş'in eşi ve hayat arkadaşı RIZA DERVİŞ'i kaybettik. Cenazesi Cenevre Büyük Camii'nden 5.8.1991 Pazartesi (bugün) kalkacaktır. AİLESİ D I K O Y LISKUR O L A N A D I M I Z I K A D I K O Y SÜRKUR O L A R A K D E Ğ İ Ş T İ R D İ K DEĞİŞEN YALNIZCA ADIMIZ ! Aynı kadro, çağdaş anlayış ve sıcak ilgiyle hizmete devam ediyoruz. Devreler Hafta Sonu : 10 Ağustos Hafta içi : 12 Ağustos KADIKÖY (Söğütlüçeşme Camii yanı) 349 18 24-349 18 25-336 02 06-336 02 79 I'DAN HABERLER Ulkü Tamer 1991 YUNUS NADİ ÖYKÜ ÖDÜLÜ 8.000 lira ALLEBEN ÖYKÜLERÎÇocukluğu Antep'te geçmiş olan Ülkü Tamef'm doğup büyüdüğû yörelerde geçen bu öykülerinde ilginç kişiler- le tanışacaksınız. Gerçekle düş iç içe. Sitti Zeynep'le Kemal'in, Çete İsmail'le Elmas'ın, Şekerci Asun'la Şa- bin'in, Sabahat'in, Maa Hüseyin'le Mehmet Ali'nin ilişkileri, sevgileri, dostlukları... Bütün bunlar Ülkü Ta- mef'm yarattığı kişiler, kurmaca olaylar. CANYAYINLARI/ BabıâU Cad. No. 19/2 Cağaloğlu, İst. TATİLE ÇIKARKEN, CÜZDANINIZI EVDE BIRAKIN! Haftalık rezervasyonlarımız da süruyor. Rezervasyonunuzu yaptınn, sonra "para'yı unutun! Ne boynunuza boncuk asın ne de mayonuza cuzdan cebı dıktmn Gonlünuzce tatıl geçnn. C L U B T U R T L E ' S M A R C O P O L O ' D A H E R Ş E Y F İ Y A T I N İ Ç İ N D E ! HAFTA SONUNU AKDENİZ MAVİSİYLE BOYAYIN • 3 TAM GÜN: Cuma sabahından başlayarak.. • Marco Polo'nun sunduğu her şey. gıdış-donuj UÇAK BILETI ve transferler, FİYATIN İÇİNDE C L l ' B T l R T l. II S MARCO POLO"KEMER-ÇAMYUVA/TATIL K OYU OKAS TURIZM VE SEYAHAT A J 2 Tojocağı Caiitit, Cevdtt Sey Işhom i - 8 Mtadıyekoy 80300 ÎSTANBUL TEL (l)174 68SO-17HatTiX 27767 <*tu u FAX (1) 174 83 77. (I) t 74 83 49 OZEL BORA SURUCÜ KURSU 64. DÖNEM KAYITURI BAŞLAMISTIR 3 AĞUSTOS HAFTA SONU 6 AĞUSTOS HAFTA ICI DERSANE ÛSKÜDAR: 343 67 82 PISTLERİMI2 K0ZYATA6I: 362 47 33 TMMYA: 162 0S 18 TEK YOL EĞİTİM Au Pair Acentası j^ Ingılıert F'»" o lıaya HoiBnoa Karaca Amrnkj rEfVetöe goeO • i M 5 J 53 «-16» 43 67 OKURLARA. OKAYGÖNENSİN Başkanla İlişki A BD'de basınla yönetim arasındaki ilişkiler yine r\gerilimli bir dönem yaşıyor. Körfez krlzinde ABD yönetiminin basına uyguladığı ağır sansür, bütün basın kuruluşlan tarafından şiddetle eleştiriliyor. Yönetimle gazeteciler arasındaki ilişkilehn yeniden tartışma konusu olmasının bir nedeni de Başkan Bustfun bir süreden beri basına karşı yürüttüğü özel "kur yapma" politikası. Başkan Bush, bir süre önce basınla ilişkilerine yeni bir yöntem getiriyor ve gazetecileri gruplar halinde, ama konuşulanları yazmamak koşuluyla öğle ve akşam yemeklerinde Beyaz Sarafda ağırlıyor. Bu yöntem süreklilik kazanınca Amerikan basını ikiye ayrıldı. Birinci gruba göre Başkan Bush'un bu yönteminin amacı tümüyle gazetecileri "taylamak"... Ve gazeteciler kendini korumak zorundalar. İkinci grup ise bu görüşmelerin kendilerine içeriden özel bilgiler sağladığını ve gazetecilik açısından çok yararlı oiduğu için vazgeçilemeyeceğini savunuyorlar. Columbia Universitesi'nin medya bölümü başkanı Fred Friendly, gazetecilerin önündeki tehlikeyi şöyle anlatıyor: "Başkan Bush, yakınlaşmakla basını yanına alacağına inanan Kennedy ve Johnson'un yaptığını yapıyor. Başkan sizi Beyaz Saray'da öğle yemeğine davet ettiğinde bu öylesine cazip bir çağrıdır ki geri çeviremezsiniz. Ama Başkan kendisine atfedilmemek kaydıyla bazı şeyler anlattığında karşısındakini kendisiyle işbirliği yapmaya iter. Gazetecilerin buna karşı çok dikkatli olmalan gerekir." New York Times'ın Washington büro şefi Howel Raines de kendi tutumlannı anlatıyor: "Bu yaklaşımla ilgili ciddi kaygılarımız var. Muhabirlerimize kesinlikle fikir belirtmemelerini, görüş açıklamaktan uzak durmalarını, tarafsızlıklanna gölge düşürebilecek her türlü davranıştan uzak durmalarını, hatta etki altına alındıklannı hissettikleri durumlarda da daveti terk etmelerini söylüyoruz." Cumhurbaşkanı Turgut Özal da başbakanlığı döneminde benzer bir yakınlaşma yöntemini yaygın biçimde kullandığı günleri daha sonra anlatırken şöyle diyordu: "Bunlara ben ara sıra telefon ediyorum. Onlar da memnun oluyorlar. Tabii başbakan telefon etti diye..." Cumhurbaşkanı Özal, basınla arasının bozulduğu dönemin ardından bu yakınlaşma yöntemini seçmed olarak uygulamaya devam etti. Sorunun özünde gazetecinin kendi bağımsız kimliğini korumak konusundaki duyarlığı yatıyor. Gazeteci, Başkan tarafından yemeğe davet edilmek, telefonla aranmak gibi gurur okşayıcı durumlardan etkilenerek bağımsız düşünme ve değerlendirme kaygısını yitiriyorsa, birçok örneğini gördüğümüz gibi gazetecilik faaliyeti de bu ruhsal durumun etkisiyle hızla çarpılmaktadır. Sonuçta o gazeteci meslek onurunu yitirmekle, inandıncılığını yok etmekle kalmamakta tüm meslektaşlannı ve gazeteciliğin prestijini de yaralamaktadır. 0ç yıl kadar önce yine ABD'de çıkan bir tartışmayı bu sütunlarda özetlemiştik. Ama konunun canlılığı nedeniyle bir kez daha anımsatabiliriz. Dışişleri Bakanı James Baker, Washington Post'un ünlü yorumculanndan David , ' J * Broder onuruna bir yemek düzenler. Broder da - ~ i ^ yemekte kalkar ve şunları söyler: "Gazeteciler hep 'dışarıda' olmalıdırlar... Politikacılar ve lobicilerle aynı bakış açısı içinde olmamalıdırlar... Bizim görevimiz politikacıların ayaklannı hep ateşte tutmaktır... Halk bizi iktidarın bir parçası gibi görmemelidir... Jim'in (James Baker) işi kampanya ve hükümet politikalarını yönetmektir. Bizim işimiz ise haber vermektir" Bu konuşma, kendilerini yeni göreve başlamış olan Bush yönetimine yakın hisseden bazı gazetecilerin alıngan tepkilerine yol açınca David Broder bir de yazı yazarak "içeriden" olmayı övünç sayan gazetecilere ağır bir ders daha verdi: "Dikkatleri çektiğim olay, VVashington'daki gazetecilerle politikacılar arasında artan yakınlıktır... Gazeteci için tehlikeli olan, yakın bir danışman gibi politikanın içinde yer almaktır... Tehlike yalnızca gazeteciliğin kalitesinin dûşmesinde değil, gazetecilikle politikacılık arasındaki çizginin yok olmasındadır... Hükümetin parçası olmadığımızı, VVashington'un iş çevresinden olmadığımızı açıkça ortaya koymalıyız. Yoksa önce belirleyici kimliğimizi kaybederiz, sonra da özgüriüğümüzü... Gazeteciler başkalarının görüşleri kadar, kendi görüşleri hakkında da kuşkucu olmalıdırlar. Biz gazeteciliği şöyle öğrendik: Annenin seni sevdiğine inanabilirsin, ama bir kez daha kontrol et..." • Gazeteler, temmuz ayında kampanya ve armağanlarının tanıtımı için TRT ve Stari'de toplam 8.5 milyar liralık reklam harcaması yaptılar. \ Bu harcamaların gazetelere göre dağılımı şöyle: Hürriyet 2 milyar 600 milyon lira Sabah 1 milyar 300 milyon lira Meydan 1 milyar 250 milyon lira Milliyet 1 milyar 100 milyon lira Bugün 1 milyar 100 milyon lira Türkiye 700 milyon lira Yeni Asır 250 milyon lira Fotospor 20 milyon lira Zaman 15 milyon lira Temmuz 7997'de günlük toplam gazete satışı yine 3 milyonun biraz üzerinde gerçekleşti. Gazetelerin günlük ortalama net satışları ve bir önceki aya göre farkları şöyle oldu: 1.500 liralık gazeteler Cumhuriyet Sabah Hürriyet Milliyet Günaydın Yeni Asır Güneş 110.720 724.330 541.511 425.865 71566 43.100 28.179 +5.220 -13505 +14.918 +9.165 -6.670 -5.800 -6359 1.300 liralık gazete Türkiye 375.500 -31.01."' 1000 liralık gazeteler Bugün Meydan Fotospor Tan Zaman Tercüman 26a252 252.868 183.703 78.278 58.200 34.803 +21.210 +31.203 +30.226 -8.100 -2.300 -122
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle