Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
23 AĞUSTOS 1991 CUMHURİYET/7HABERLER
AçiKOTURUM: TÜRKİYE'DEKATILIM, DEMOKRASİ VESİYASİPARTİLER
Demokrasiyi uygulayan partüerdir
İHD'den plaket
• tstanbul Haber Servisi —
İnsan Hakları Derneği'nin 6.
kuruluş yıldönümü Yenikapı
Karides Restoranda
kutlandı. Gecenin açış
konuşmasını yapan IHD
tstanbul Şube Başkanı Ercan
Kanar 17 temmuzda
yıldönümü kutlamak
istediklerini ancak o
günlerdeki insan haklan
ihialleri ve Vedat Aydın'ın
öldürülmesi nedeniyle
kutlayamadıklanru
belirterek, "Her türlü devlet
baskısma rağmen İHD 40
şube ve 20 bin üye Ue hak ve
özgürlük mücadelesini
kitlelere mal etmektedir"
dedi. Daha sonra insan
haklan mücadelesine
katkılan olanlara birer
plaket verildi. İHD plaketleri
gazetemiz muhabirlerinden
Ali Tevfık Berber, AFP'den
Ragıp Duran, Milliyet
gazetesinden Melih Aşık,
Zeynep Oral, Güneş
gazetesinden Ahmet
' Kahraman ve Halil Nebiler
ile halen cazaevinde tutuklu
bulunan Deniz Teztel, Aktüel
dergisinden Neyyire özkan,
Magic Box'tan Fuat Uğur ve
Nokta Dergisi Genel Yayın
Yönetmeni Tuğrul
Eryılmaz'a verildi. Bu arada
Didar Şensoy'un plaketini
kardeşi Hasan Şensoy aldı.
Yeni bir parti
• ANKARA (ANKA) —
Gaziantep bağımsız
Milletvekili Hasan Celal
Güzel, Türkiye'nin yeni bir
partiye ihtiyaa olduğunu
belirterek, "Bu parti benim
tarafımdan kurulmasa dahi
bu ihtiyaç sürüyor" dedi.
Güzel, seçimlerde "aday
olmak" veya mücadelesini
"parlamento içinde
sürdürmek" konusunda
karar vermediğini bildirdi.
Hasan Celal Güzel,
seçimlerde izkyeceği
yöntem konusundaki
"kararsızlığını" dile getirdi.
Propaganda
çalışmalan
• ANKARA (UBA) —
Sosyaldemokrat Halkçı
Parti (SHP) Genel Sekreter
Yardımcısı Güneş Gürseler,
SHP'nin seçim kampanyası
sırasında her vatandaşa
evinde ulaşmayı
amaçladığını belirterek,
"SHP'nin seçim
kampanvasının maJiyeti
özal'ın ve ANAP'ın bu
ülkeye maliyetinden az
olacaktır" dedi. Güneş
Gürseler, seçim öncesi etkin
kampanya vürütülmesi
amacıyla çalışmalann
sürdürüldüğünü ifade
ederek devletin tüm.
ılanaklannı kullanan
ANAP iktidannın tüm
gayretlerine rağmen
seçimden yenik çıkacağun
öne sürdü.
İki aşiret
SHP'de
• ŞANLIURFA
(Cumhuriyet) — Daha önce
Anavatan Partisi'ne destek
veren Badıllı ve Şeblav
aşiret mensuplan SHP'ye
katılmaya karar verdiler.
SHP il binasına düzenlenen
"parti değiştirme"
töreninde konuşan İl
Başkanı Dr. Kadir Polat,
sosyal demokratlara verilen
desteklerin giderek arttığını
belirterek, "Bu iki büyük
aşiretimizin desteğiyle SHP
bölgede biraz daha
güçlenmiştir. ANAP batan
gemi gibi; kaçan
kurtuluyor" dedi.
SHP, Özal'ın
• ANKARA (UBA) —
Sosyaldemokrat Halkçı
Parti Genel Sekreter
Yardımcısı Fikri Sağlar,
seçimlerden sonra Ozal
ailesinin mal varlığının
hesabını soracaklarını
söyledi. Sağlar, SHP
iktidannda Efe Özal'ın
borsada oynayamayacağını
bildirdi. Fikri Sağlar, seçim
kampanyası süresince halka
8 yıllık özal iktidannın
Türkiye'yi nereden nereye
getirdiğini, halkın
yoksullaşmasını, dengelerin
bozulmasını, Türkiye'nin
dış politikasındaki
itibarsızlığı ve bu
gelişmelerde Turgut Özal'ın
rolünü anlatacaklanru
belirtti.
ülmaz'a SBP
için yetki
• tSTANBUL (ANKA) —
Sosyalist Birlik Partisi
(SBP) Istanbul Milletvekili
Hüsnü Okçuoğlu, HEP ve
FBP'nin seçime katılıp
ı. .tılmaması ile ilgili
Başbakan Mesut Yılmaz'a
yetki verilmesinin olumlu
bir gelişme olduğunu
söyledi. Hüsnü Okçuoğlu,
ANKA'ya yaptığı
açıklamada, erken seçimin,
ashnda SHP ve DYP'ye
değil kendilerine karşı bir
baskın seçim niteliği
taşıdığmı söyledi.
Katılanlar
Prof.Dr İLHAN TEKELİ
(ODTÜ öğretım üyesi)
Doç.Dr. NİLÜFER GÖLE
(Boğaziçi Universitesi öğretim üyesi)
NECDET UĞUR
(Eski kamu yöneticisı, eski Milli Eğitım
Bakanı, SHP Parti Meclisi üyesi)
HASAN CELAL GÜZEL
(Eski Başbakanlık Müsteşarı, eski Milli
Eğitim Bakanı. Gaziantep Milletvekili)
Yöneten
GENCAY ŞAYLAN
— 2 —
GENCAY SAYLAN — Efendim, iki aka-
demisyen tartışmasımn görüşlerini aldık.
Şimdi politikacûarımızın bu soruna nasıl
yaklaştıklarına bakalım. Sayın Hasan Ce-
lal Güzel, sizin parti içi demokrasi ve ka-
tılım sorunlanna özel ilgi duyduğunuzu
düşünüyorum. Siz bu soruna nasıl yakla-
şıyorsunuz?
HASAN CELAL GÜZEL — Efendim, ka-
tılımı siyasi katılım olarak abp seçmen dav-
ranışı çerçevesinde tartışırsak benim sahama
daha çok yakın olur diye düşünüyorum. Bel-
ki soruna böyle yaklaşmak konuyu bir parça
kısacaktır. Bunun için, yani kısmayı kısmen
önlemek için önce birkaç noktaya değinmek
istiyorum. Demokrasinin en iyi sistem, en iyi
rejim ve en iyi idare modeli olduğu açık, ama
katılım bakrmından bazı sorunlann olduğu da
bİT gerçek. Duverger'nin de sözünü ettiği se-
çilmiş monarklar katılım açısmdan sorun ya-
ratıyor. Şu anda da birçok ülkede bir bakıma
demokrasinin verdiği avantajlardan yararla-
narak istibdat merdivenini tırmanan epeyce
monark var. Bu nokta demokrasinin, özellikle
kurumsal açıdan incelenmesini gerekli kıl-
maktadır. Demokrasinin bir sistem olarak uy-
gulama biçimi üzerinde duracağınız zaman es-
ki Yunandan başlayıp bugüne kadar gelebi-
lirsiniz ve birtakım yetersizlikleri ortaya ko-
yabilirsiniz. Bir tıkanma var. Bu sadece Türki-
ye*de değil, demokratik sistem uygulanan her
ülkede kendini gösteriyor. Bence bu tıkanma-
nın en önde gelen nedenlerinden biri partile-
rin yapısı ile ilgili. Herkesin sözünü ettiği te-
kerleme gibi siyasi partiler demokrasinin vaz-
geçilmez kurumlandır, demokrasiyi uygula-
yan kurumlar siyasi partüerdir ve siyasi par-
tileri dışlayan, eliinine eden bir demokrasi mo-
delini şu anda kimse düşünmemektedir. Yani
siyasi partiler şu anda çok köklü kurumlar
olarak sistemin işleyişinin baş unsurlandır,
ama işin ilginç yönü; kendi politik yaşamım-
daki deneye dayanarak ifade edeyim ki parti
içi demokrasinin sağlanmayışı ülkedeki reji-
min adının demokrasi olup olmadığıru gün-
deme getirecek kadar ciddi problemler yarat-
maktadır. Demokrasiyi patalojik hale getiren,
ashnda parti içinde demokratik işleyişin ol-
mamasıdır. Türkiye'deki dunım nedir? Parti
içi demokrasinin işlemeyişi Türkiye'de bence
akut ve kronik bir sorundur. Ama bu sorun
başka ülkelerde de ortaya çıkmaktadır, yani
sadece bize özgü değildir. Demin akademis-
yen arkadaşlarım da belirttiler, bir defa siya-
sal kültürümuzde bazı engeller, bazı olgular
var. Bunlar kolayca da ortadan kaldınlamı-
yor. Bu kültürel özellikler güzel sayılabilecek
bazı gelişmelere de yol açmış, ama idare tar-
zına etkisi çok olumlu gözükmüyor. örneğin
pederşahilik, yani ataerkil ya da patriyarkal
değerler. Bu aile içinden başlıyor, toplumsal-
laşıyor ve bütün toplumun işleyişini etkiliyor.
ŞAYLAN — Saym Güzel, galiba burada ll-
han Tekeli'nin sözünü ettiği patronaj iliş-
kileri gündeme geliyor. Siz de bu görüşte
misiniz?
HASAN CELAL GÜZEL — Olabilir. Be-
nim pederşahiük olarak tanımladığım özellik
ile patronaj arasında büyük benzerlikler var
samyorum. Ben buradan vesayete gelmek is-
tiyorum. Sayın Göle değindi, bazı partilerde,
özellikle merkez-sağ partilerde, "Kurtar bizi
baba!" tutumu çok belirgin, yani bu sadece
DYP'nin değerli lideri için kullamlmıyor. Ben
partinin birinci derece yöneticisi olmadığım
halde gittiğim yerlerde benzer hitaplarla kar-
şılaşıyorum. Diğer taraftan da Sayın Ecevit,
güvercinleri, mavi gömlekleri Ue belü bir li-
der tipi oluşturuyor. Bence ister sağ, ister sol
olsun siyasi liderlerin arkasmda Türk toplu-
munun asırlar öncesinden gelen pederşahili-
ğinin, ataerkil yapısının ağırhğı var. Bu liderler
başlangıçta tek söz sahibi, monarşik eğilimli,
despot ya da tiran olarak ortaya çıkmıyorlar,
ama toplum, liderin etrafındaki kişiler onla-
n bu yola ittiriyor. Ben, Türkiye olarak mi-
rasçısı olduğumu2 uzun monarşik geçmişin de
etkih' olduğunu düşünüyorum. Bu siyasal açı-
dan bir devlet geleneği olarak cumhuriyet dö-
nemine de damgasım vurmuş. Bihniyonım,
burada sistem değişîkliğini de tartışacak mı-
yız, ama örneğin başkanhk sistemi dediğimiz
bu monarşik geçmişimizi ve bugün üzerinde-
ki etkisini mutlaka tartışmak gerekiyor. Eğer
bunu bir tarafa atıp da 200 sene önce kuru-
luşunun nedeni tamamen farkh olan federal
yapıdaki ABD ile Türkiye'yi bir tutmaya kal-
karsak çok büyük yanılgılara düşebiliriz gi-
bime geliyor.
ŞAYLAN — Başkanhk sistemini tartışacak
kadar zamarumız olmadığım sanıyorum.
Çünkü bu çok Onemli ve çokyönlü bir so-
run. Ancak siz bu soruna katılıma etkisi
açısmdan değindiniz ve sanıyorum uygun
görürlerse diğer tartışmacılanmız da aynı
noktaya değinebilirler.
HASAN CELAL GÜZEL — Şimdi başka
bir konuda bir tespit yapmak istiyorum. 19.
yüzyıhn başlangıcından, hatta 18. yuzyılın
sonlanndan itibaren Türkiye'deki yenileşme,
Batılılaşma hareketlerini gözden geçirirsek
şöyle bir şey görüyoruz: Bütün bunlar aydın-
lardan, seçkinlerden gelmiş; yukandan aşağıya
uygulanmış, ama bir türlü toplum ile halkla
bütünleşememiştir. Bu konu çok yazılan, altı
çizilen bir husustur. Ben bu yenileşme, Batı-
lılaşma hareketlerinin yanhş olduğunu söyle-
miyorum. Dikkat cekmek istediğim nokta, bir
çatışmanın varhğı. Bu çatışma Tanzimat'ta,
Meşrutiyet'te, tttihat ve Terakki'nin ortaya çı-
kışında, Milli Mücadele ve cumhuriyetin baş-
langıç yıllannda kendisini gösteriyor. Belki bu
çatışma bir ölçüde yumuşatılabilir, cumhuri-
yetin başlangıç yıllannda daha liberal uygu-
lamalarda demokrasiye geçiş daha çabuk ola-
%IKrtB. Yani elconomik alandan sryasi alHM''
kadar uzanan daha liberal bir atmosfer sağ-
lanabilirdi. Ancak laik devletin rasyonalizas-
yonu ve otokratik yapı bir arada götürülmüş-
tür ve bu durum çeşitli tartışmalara konu ol-
muştur. Bu tartışmalar günumüzde de devam
etmektedir. 1950'lere kadar süren seçkinler yö-
netimi ve halkla gizli ya da açık mücadelesi
demokrasinin yerleşmesini zorlaştınruştır. Ben
burada seçkinlerin ya da halkın haklı olduğu
gibi bir tez atmıyorum, sadece yaygın deyimi
ile 'bürokrasi ile halk arasındaki çatışmanın'
ya da çelişkinin hâlâ devam ettiğine işaret et-
mek istiyorum. Jakobenlik, seçkincilik,
kontur-seçkincilik gibi kavramlar çerçevesin-
de yapılan çözümlemelere katıldığırnı ifade et-
mek isterim ve Türk halkımn seçimlerde hep
merkez-sağ partileri iktidara getirmesini bu-
na dayanarak açıklıyonım. Sanıyorum onemli
olan husus bu durumun demokrasi ve katı-
lım açısmdan sorun yaratması. Ben, 1960 son-
rası üniversitede öğrenim gördüm. Bize de-
mokrasinin en ideal rejim olduğu anlatıkrdı,
ama hemen arkasından Türkiye'de sandıksal
bir demokrasinin işlediği ve bunun çoğunluk
diktası olduğu anayasa hocalanmız tarafın-
dan bilimsel olarak ifade edilirdi. Yani bir san-
dıktan çıkanlann ashnda yanlış kişiler oldu-
ğunu düşünecek şekilde eğnildik, 1961 Ana-
yasası ve ondan sonra düzenlenen siyasi mev-
zuat hep bu varsayıma göre yapıldı. Sandık-
tan çıkan iradenin birtakım dini ya da ideo-
lojik saptırmalarla afyonlanabileceği hep ön
planda tutuldu. Sandıktan yanlış kişi çıkabi-
Iir düşuncesi ile katılımı bağdaştırmak müm-
partiler, yapılan haksızlıklara, yanhşlıklara
karşı çıkarken, bu çıkışı oya çevirmenin ko-
laylığı ötesinde başka bir tehlikeyi gündeme
getirmiştir. Jakobenizm, tepeden inmecilik iyi
şeyler değildir, ama bunun karsısında ben is-
tediğimi seçtiririm zihniyeti de iyi değildir;
devleti meydana getiren güçlerin önemini bir
tarafa atma, kuvvetler ayrıhğım inkâra varan
bir despot ya da tiran tablosunu da gündeme
getirmek iyi değildir. Burada ortaya koyma-
ya çalıştıgım iki tutum da birbirlerine nttır,
iki ekstrendirler ve demokrasinin gelişmesi
açısmdan aynı düzeyde engel oluşturmakta-
dırlar. Bir tarafta halkı hep küçük görmek
vardır ve 150-200 yıldır süren bu hastalık za-
man zaman depreşerek sivil toplumun geliş-
mesini önlemektedir. Bunun karsısında olan
kesimler, haklı eleştiriler yükselttikten sonra
tek güç odağı haline gelerek yasamayı, yü-
rütmeyi, hatta yargıyı kanatlan altında top-
lamaya çalışarak ve bunu milli irade adına
yaptığını söyleyerek katılımı, demokratikleş-
meyi ortadan kaldırmaktadır. Parti içi demok-
rasi işlemediği için, ANAP örneğinde oldu-
ğu gibi, bütün milletvekUlerini, bütün belediye
başkanlannı, bütün belediye ve il genel mec-
lisleri üyelerini sadece tek kişi, tek lider tespit
etmek durumunda kalmıştır. Taha Akyol'a bir
gönderme yapayım; CHP iktidarda iken eli-
tist, muhalefette iken kontur elitisttir. Evet,
Jakobenizme, elitizme hayu- diyelim, ama de-
mokrasiyi kendi tekçi egemenliğinin vasıtası
olarak görenlere de karşı çıkahm. Çünkü iki
durumda da anti-demokratik bir neticeye gi-
görüş ve çıkarlan doğrultusunda örgütlenme-
sinden korkuluyor, bunlar sakıncalı bulunu-
yor. örneğin Türkiye'nin en yetişmiş eleman-
ları sayılacak üniversite hocalarının bile po-
litikaya güroesi sakıncab görülebüiyor. Genç-
lerin, kadmlann politika yapması, politikaya
girmesi de sakıncalı görulmüştür. Bu kuşku-
suzluk öylesine ileri gitmiştir ki kırsal kesim-
de politika yapmak yasaklanmıstır, siyasal ör-
gütlenmeye olanak tanınmamıştır. Pekiyi, bu
yasaklardan sonra siyasal partiler nasıl olu-
şacaktır? Nasıl örgütlenecektir?
ŞAYLAN— Sayın Uğur, gerçekten de 1982
sisteminde siyaset yapmak neredeyse po-
litikacüara, siyasal partilere bile yasaklan-
mış değil mi?
NECDET UĞUR — Siyasal parti kırsal ke-
simde örgütlenecektir, kentte mahallelerde ör-
gütlenecektir. Toplumun belli kesimleri ile
bağlantılar kurmaya çalışacaktır, bunun için
ilgili toplumsal örgütlere yönelecektir. Yani
sendikalara yönelecektir, meslek odaiaruıa yö-
nelecektir, derneklere yönelecektir. Ama bun-
lar yasaklanmış. O zaman siyasal parti top-
lumdaki eğilimleri nasıl yakalayacaktır? Bir
tek, pek demokraside yeri olmayan sezgi ile
yakalamak kalıyor. Yani siyasi partilerden bir
tür falcıhk isteniyor. Galiba kamuoyu araşür-
maları, güvenilirlik tartışmalan bir yana, el-
de kalan tek olanak. Ashnda bu durum 1982
sisteminde çok ağırlıklı, ama sadece ona öz-
gü d e p , 1923'ten beri sürüp gidiyor. Eğer in-
sanlanmız kendi çıkarlan için kendi aralann-
JVendii poiitik yaşamımdaki deneye dayanarak
ifade edeyim ki parti içi demokrasinin
sağlanmayışı ülkedeki rejimin adının demokrasi
olup olmadığmı gündeme getirecek kadar ciddi
problemler yaratmaktadır. Demokrasiyi patalojik
hale getiren, ashnda parti içinde demokratik
işleyişin olmamasıdır. Türkiye'deki durum nedir?
Parti içi demokrasinin işlemeyişi Türkiye'de bence
akut ve kronik bir sorundur. Ama bu sorun
başka ülkelerde de ortaya çıkmaktadır.
Ben, Türkiye olarak mirasçısı olduğumuz monarşik
geçmişin de etkili olduğunu düşünüyorum. Bu
siyasal açıdan bir devlet geleneği olarak
cumhuriyet dönemine de damgasım vurmuştur.
Hasan Cetai G&cd.
kün değil; böyle bir düşünce için katüımın ola-
bildiğince sınırlanması gerek. Halkın muhtar
ve mümeyyiz olmadığım, mobilize edilmiş bir
katılımın söz konusu olduğunu iddia ederse-
niz bu katılımı alabildiğine kısıtlamaya kal-
kışmanızı doğal karşüamak gerekir. Benim ka-
naatime göre Türkiye'de tam tersi bir durum
vardır, 1950'lerde gerçek bir halk hareketine
yakın bir demokratikleşme gerçekleşmiştir. Bir
geçiş toplumu olmamıza, okumayazma ora-
nının çok duşük olmasına karşın bu demok-
ratikleşme sağlanabilmiştir. 1961 Anayasası-
nın, 1924 Anayasası'nın eksikliğini gidermek
için kuvvetler aynmını çok fazla mübalağa et-
tiğini görüyoruz. öyle bir düzenleme yapılmış-
tır ki kuvvetlerin sahalan birbirine indirgene-
bilmektedir. Daha sonraki askeri müdahale-
lerin altında da aynı eğilim yatmaktadır, 12
Eylül'de de bunu görmek mümkündür.
NECDET UGUR — Galiba bir anayasa so-
runundan söz ediyorsunuz, ama bunun bir de
siyasal yönü olmalı. Acaba bu gelişmenin si-
yasal yönünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
HASAN CELAL GÜZEL — Şunu söyle-
mek istiyorum. Politikacüar hep tencereyi pis-
leten kişiler olarak algılanmış ve onlann ten-
cereyi pisletmelerinin önüne geçebileceği sa-
nılan düzenlemelere kalkışılmıstır. Bunun ar-
kasında halka gUvensizlik yatmaktadır. Hal-
kın katılımı konusunda kuşkulu bir bakış ege-
mendir, çeşith' menfaat cevrelerinin halka tel-
kin yolu ile istediklerini sectirebildiklerine ina-
dilmektedir.
ŞAYLAN — Sayın Güzel, tartışma
mayı ilginç bir yere getirdi, son zamanla-
nn hararetli tartışma konulanndan biri
olan atanmış-seçilmiş çelişkisine de değin-
dL Samyorum Sayın Uğur, sizin de üzerin-
de durmak istediğiniz konulardan biri de
anayasa tartışmalan idi Siz katılım soru-
nuna nasıl yaklaşıyorsunuz, kurumsalya-
pıyı ve siyasal ve siyasal kültürde ağırlık
kazanan değerleri nasıl değerlendiriyorsu-
nuz?
NECDET UĞUR — Ben katılım meselesi-
ne başka bir açıdan girmek istiyorum. Türki-
ye'de katılım eksikliği, sadece siyasal yaşam-
da demokrasinin gelişmemesini önlemekle
kalmıyor, en az onun kadar onemli bir tıka-
nıküğa yol açıyor. Türkiye'de katılım yetersiz-
liğinden uzlaşma sağlanamıyor, bir uzlaşma
geleneği yerleşemiyor. Öyle sanıyorum ki si-
yasal partilere katılımdan bahsederken, top-
lumun farklı kesimlerinin örgütlenerek, ken-
di görüş ve çıkarlan doğrultusunda siyasal sü-
rece katümalannı düsünüyoruz. Bütün sorun
da burada başlıyor. Toplumun farklı kesim-
lerinin örgütlenerek kendi çıkar ve görilşleri
doğrultusunda siyaset yapmalan yakın za-
manlara kadar kuşku ile karşılanıyordu, bu
tür örgütlenmelerin önüne çeşitli engeller çı-
kanlıyordu. Bütün anayasalara bakımz, bu-
günkü uygulamaya bakımz. Arkada yatan bir
gizli düşünceyi görebilirsiniz. Buna göre Türk
da örgütlenebüselerdi, bu öfcgürlükler kulla-
nılabilseydi çok onemli bir aşama yapılrruş
olacaktı. Toplumdaki çeşitli kesimler var ve
bunlann çıkarlan birbirleri Ue çelişebiliyor.
Her kesün kendi cıkannı maksimuma çikar-
mak istiyor ve birbirleri ile yanşıyorlar, mü-
cadele ediyorlar. Bu süreç içinde bir orta yol
bulunuyor, çünkü her kesim birbirine gerek-
sinme duyuyor ve mutlaka olarak sonunda bir
orta yola, uzlaşmaya ulaşıbyor. lşte çağdaş de-
mokrasi bu, başka bir şey değil. Bu sürecin
içinde uzlaşma geleneği kendiliğinden oluşu-
yor, çünkü bir kesimi temsil eden örgütün di-
ğerleri üzerine bir müeyyide koyan yetki ve
olanağı yok. Çıkarlan bağdaşrruyor ama her
kesim birbirine bağlı ve diğerlerine gereksin-
mesi var. Yani ancak her kesim bir arada ayak-
ta kaJabilir. O halde kesimler bir yere kadar
birbirleri ile çatışır, sonra bir ara yol kaçınıl-
maz olarak bulunur. Türk halkının böyle ya-
şama geleneği yok, buna yatkın değil derken
Türk halkının hiçbir zaman böyle yaşamak
hakkı verilmediğini de bilmek gerekiyor. Ay-
rıca Türk halkının da kendi kendine demok-
ratik bir çoğulculuk olanağı kullandığını da
unutmamak gerek. Halkın büyük bir kesimi
çok uzun yülar devletin dışında yaşamış, kerj^i
sorunlannı kendi kendine çözmüştür. Şimdi
tutalım ki böylesine bir örgtülenme başladı,
siyasal partiler ile bu örgütler arasında açık
bağlar kuruldu. O zaman, şimdiki gibi, bir si-
yasi parti belli kesimlerin bir diğeri başka ke-
Anayasası önemli bir anayasadır.
Cumhuriyetle başlayan demokratik süreci daha
sağlam bir biçimde yerine oturtmuştur. Ama 1961
Anayasası'nda da özgürlükçü demokrasi ile
bağdaşmayan yanlar vardır. Askeri darbelerin bir
kuralı var, normal döneme geçerken müdahaleyi
yapanların korunması amaçlanıyor. Böyiece
demokrasiye dönüşün pahası artıyor. Bu paha
İ961 sisteminde de vardır, ama 1982 sisteminde
çok ağırdır. İşte bu koruma yaklaşunı, ^Türk
halkı kendi kendini yönetemez" türünden değer
yargılan ile üst üste geliyor.
nılmaktadır. Bu, yüzyıllardır bu topluma ege-
men vesayet anlayışının tezahüründen başka
bir şey değildir. Doğrudur, 1982 Anayasası,
1961 Anayasası'na tepki içinde hazırlanmış-
tır. Ama dikkat ederseniz modelde şu vardır;
bir emekli genelkurmay başkanı, cumhurbaş-
kanı olacaktır ve politikanın dışında kalma-
ya dikkat edecektir. Bu cumhurbaşkanırun ba-
zı yetkileri olacaktır ve bu yetkiler, emekli bir
genelkurmay başkanından gelen cumhurbaş-
kanı için düşünülmüştür. Sayın özal'ın cum-
hurbaşkanlığına geleceği o zaman pek düşü-
nülmediğinden bugünkü tartışmalara yol açan
zemin hazırlanmıştır. İktidarda olduİcları za-
man seçkinci, muhalefete düşünce anti-
seçkinci olabilen, her şeyin en iyisini bildik-
lerine inanan, bürokrat kökenli görüşün kar-
şısına onlan anti-demokrat olarak vasıflan-
dıran, askeri müdahalelere karşı olduğunu
söyleyen gruplar zuhur etmiştir. Benim de
içinde bulunduğum merkez-sağ partilerden
oluşan bu grup, sözünü ettiğim tezin savunu-
cusudur. Demokrat Parti, sonra Adalet Par-
tisi ve şimdi Anavatan Partisi sözünü ettiğim
•WBlf»H»tfl»uctlfuğunu yapmıştır. Ancak bu
halkı henüz orgurluklerı kullanma noktasın-
da değildir ve bu nedenle kendi kendini yö-
netmesi kuşkuludur. Bu düşünceye göre halk
kendi başına bırakılırsa özgürlükleri kullana-
mayacak, anarşi ve tedirginlik başgösterecek,
düzensizlik egemen olacaktır. Bu düşüncenin
sonucu, yönetimi Türk halkı adına birinin yü-
rütmesi gereğidir. Bu açığa vurulmayan dü-
şünce biçiminin sağda da solda da örnekleri
vardır; özgürlüklerden korkanlar çeşitli gizli
ya da açık yollarla engeller oluşturmaktadır-
lar. Bakın 1961 Anayasası önemli bir anaya-
sadır. Cumhuriyetle başlayan demokratik sü-
reci daha sağlam bir biçimde yerine oturtmuş-
tur. Ama 1961 Anayasası'nda da özgürlükçü
demokrasi ile bağdaşmayan yanlar vardır. As-
keri darbelerin bir kuralı var, normal döne-
me geçerken müdahaleyi yapanların korun-
ması amaçlanıyor. Böyiece demokrasiye dö-
nüşün pahası artıyor. Bu paha 1961 sistemin-
de de vardır, ama 1982 sisteminde çok ağır-
dır. lşte bu koruma yaklaşımı, "Türk halkı
kendi kendini yönetemez" türünden değer yar-
gılan ile üstüste geliyor. Demokratik katılımın
temel koşulu sayılan, farkh kesimlerin kendi
sımlerın çıkarlarını savunacaktır, bunu gdrev
bilecektir. Yukanda farkh toplum kesimleri-
nin farklı çıkarlarını savunan siyasi partiler
karşı karşıya gelecektir, ancak partilerin bağlı
olduğu kesimler onlann bir noktada çözüme
ulaşmasını isteyecektir. Çözümsüzlük diye bir
şey yoktur, temsil edilen kesimler çözümsüz-
lük hakkını siyasi partilere vermezler, işin o
noktaya gitmesine izin vermezler. Siyaset di-
linde, böyle bunalımların çözümü bildiğimiz
gibi erken seçim ve benzeri araçlarla sağlanır.
Siyasi partiler, sonunda mutlaka bir uzlaşma-
ya giderler.
HASAN CELAL GÜZEL — Evet, çok
önemli bir noktaya değindiniz. Bizde siyasal
partiler uzlaşmayı ayıp sayıyorlar, uzlaşmadan
korkuyorlar. Ben bunun nedenini siyasal par-
tilerin toplumsal köklerinin olmamasına bağ-
hyorum. Bir siyasi partinin toplumda kökü
varsa, o kökün çıkarlannı savunuyorsa, bir
noktadan sonra kendi kökü ile mutabakat
içinde başka bir parti ile uzlaşmak zorunlu-
luğunu duyar. Aynı şey diğer parti için de ge-
çerlidir. Kimse ipleri koparmak istemez, çün-
kü iplerin kopması kökü ile ilişkisinin kop-
ması demek olacaktır. Bu bakımdan Türki-
ye'deki demokrasiyi yargılarken Türk halkını
yargılarken, özellikle kırsal kesimi yargılarken,
siyasal partileri yargılarken biz hangi koşul-
larda onlann gelişmesine izin verdik, yoksa el-
lerini ve koUannı mı bağladık sorusunu sor-
marruz gerekmektedir. tzin verirseniz bir ke-
re daha altını çizeceğim; 1982 Anayasası Türk
halkı kendi kendini yönetemez, özgürlükleri
gerektiği gibi kullanamaz varsayımına dayan-
maktadır. Böyiece vesayet gelmiştir. Bu benim
çok ağnma gidiyor, çünkü Türk halkı deyin-
ce hepüniz içine giriyonız. Benim yapamadı-
ğımı, benim adıma kim yapacak diye insan
merak ediyor. Bakıyorsunuz, son tahlilde bir
bakanlıkta'brta derecede görevli bir bürokrat
bizim adımıza yetki kullanıyor. Vesayet demek
dondurmak demektir ve son derece de canlı
bir toplumda olup bitenleri yukanda, bürok-
rasinin bir odasmda nasıl görüp, düzenleye-
bUirsiniz? Ashnda bu engellemek demektir,
insanlan siyasal yaşamın dışında tutmak de-
mektir. Bence siyasal partileri ve demokrasi-
yi Türkiye'de yargılamadan önce o pek özen-
diğimiz ülkelerde, oralarda 400-500 yıldır in-
sanlann neler yaptıklanna bakmamız lazım.
Bizimkiler yapamaz, kendi kendilerini yöne-
temez. Pekiyi, Baüdakiler ne yaptı? Nasıl yap-
ü? Onlar 400-500 yıldır uygulaya uygulaya öğ-
renmişler, kaç kez ellerine yüzlerine bulaştır-
rruşlar ama sonunda bir noktaya gelmişler.
Batüı toplumlara yüzlerce yıl hata yaparak öğ-
renme hakkını tanıyacaksınız, Türk halkına,
bırakımz yüzlerce yıh, onlarca yıl hata yapa-
rak öğremne hakkı vermeyeceksiniz. Bu an-
laşıhr bir şe>' değil. Bu, Batı'da olup biteni bil-
memek ve ondan da önemlisi Türk halkını ta-
nımamak demektir.
ŞAYLAN — Efendim, Sayın Güzel ve özel-
likle Saym Uğur'un konuşmalan ilginç bir
tartışma konusunu gündeme getirdi sanı-
yorum. Bürokrasinin halk adına karar ver-
mesi demokrasiyi ve katılımı engelliyor
dendi ve bir halk-bürokrasi ikilemi üzerin-
de duruldu. Biliyorsunuz Amerikan baş-
kanlarmdan Johnson da böyle bir ikilem
üzerinde durmuş ve bürokrasinin yok edil-
mesi için kamu görevlerinde ganimet'sis-
temini yerleştirmişti. Acaba biz de demok-
rasi ve katılım için böyle bir yola gitmeli-
yiz denebilir mi?
NİLÜFER GÖLE — Son konuşan iki si-
yasetçi arasında beklenmedik bir mutabakat
oluştu. Necdet Bey, toplumun doğasında uz-
laşma vardır diyor. Daha radikal ifade ede-
cek olursak, toplumu serbest bırakm, sonın-
lar kendiliğinden çözülür demek istendi sanı-
yorum.
NECDET UĞUR — örgütlenme üzerinde
dunıyorum. Toplumdaki her kesim, her çıkar
g:ubu kendi aralannda özgürce örgütlensin-
ler diyorum. örgütlenmenin doğal sonucu,
canlı bir politik ortamdır. Her grup, çıkarla-
n ne kadar çelişirse çelişsin diğer gruba ge-
reksinme duyar. tşverenler çahşanlara, sendi-
kalı çalışanlar da işverenlere gereksinme du-
yar. Bunlann birini yok sayarsanız diğeri de
uzun ya da kısa vadede yok olur. Mutlaka bir
uzlaşma noktası bulunacaktır ve bu sözünü
ettiğim canlı politikaya yansıyacaktır. BÖyk
bir politik süreç sağlıkhdır, hiçbir sakınca ge-
tirme7
NİLÜFER GÖLE — Bu görüşe katılma-
maya imkân yok. Ben de tekçi ideolojiler ve
bunlann devlet düzeyine yansımalan üzerin-
de durmuştum. Fakat benim ilgımi çeken baş-
ka bir mesele var. Bazı toplumlar demokra-
tik hak ve özgürlükleri kullanarak sorunlann
çözümünü demokratik düzen içinde üretebi-
liyorlar, bazılan ise üretemiyor. Bazı yerlerde
sivil toplum daha kolay bir biçimde ortaya çı-
kabiliyor. Böyle bir gözlemde bulunmak
mümkün. Batı deneyımi de hatalar ile dolu,
ama her hata sil baştan yeni bir çözüm bula-
hm yaklaşımı yerine, demokratik sistem için-
de çözülüyor ve bu bir gelenek halini ahyor.
Ben burada uzlaşma alanının kolayca bulun-
ması değil, toplumsal deneyim üzerinde dur-
manın anlamlı olacağım düşünüyorum. Uz-
laşma alanı oluşturabilmek ashnda oldukca
zor bir şey, ama Batı toplumları deneyimle-
rinden dersler çıkarabihniş. Batı demokrasi-
lerine baktığımızda en önemli ve ağırlıklı şe-
yin uzlaşma alanı olduğunu görüyoruz. Hal-
buki biz, çok uzun yülar demokrasiyi hak ve
özgürlükler olarak tanımlamak zorunda kal-
dık. Herhalde çok uzun bir süre devlet vesa-
yetinde kalmamızın sonucu bu. Bu yüzden
toplum kendini ifade ederken sürekli olarak
devlete karşı gelme ön plana çıkıyor. Halbu-
ki sivil toplumun devlete karşı olması gereki-
yor, devletten özerk olması söz konusu. Bu
nedenel katılımı sadece siyasete katılımla, si-
yasi partilerle sınırlayamayız diyoruz. Batı
toplumlarına baktığımızda bugün siyasetten
çekümeyi görüyoruz. Oy düzeyinde çok za-
yıf bir katılım var. Aynca siyasi temalar, yeni
temalar hep siyasi partilerin, paılamentolann
dışından geliyor. Ne kadın hareketi ne yeşil
hareket siyasi partiler tarafından ortaya atıl-
madı. Son Almanya seçimlerinde yeşillerin ye-
nilgisi, onlann parlamento Ue bütünleşmesin-
den kaynaklanması Ue açıklanıyor. Kadın ha-
reketine bakın, kadınlar siyasi partilerde yer
almıyor, ama türban ya da "flört" tartışma-
lan kadmlann nasıl yaygm bir biçimde katıl-
dığmı gösterdi. Siyaset artık sadece parlamen-
toda tartışılan konulardan ibaret kalmıyor, si-
yasetin konulan değişiyor. Bireyin yaşam bi-
çimine ilişkin konular siyasete giriyor. Silah-
sızlanma, banş gibi tabular, devletin vesaye-
tinde sayılan sorunlar da siyasetin içine gir-
meye başhyor. Bu tür siyasi konular toplumun
malı ohnaya başhyor. Sivil toplum, sivil top-
lum örgütleri siyaseti beslemeye ve yenileme-
ye başhyor, bu yenileşmeyi görebiüyoruz artık.
NECDET UĞUR — Söylediklerinize ka-
tıhyorum, ama başlangıçta siyasal partileri
tartıştığımız için toplumsal örgütlenme ile si-
yasi partiler arasındaki ilişkinin altını çizdim.
Yoksa sözünü ettiğiniz şeylerin siyasal yaşa-
mı zenginleştirdiğine katıhyorum. Yeşil hare-
ket de, kadın hareketi de çok önemli. Siyasal
partiler de bu hareketlerden etkileniyor, ama
bazılan bu hareketleri kendilerine mal edemi-
•yorlar. Bu, onlann savunduğu toplumsal çı-
kar demeti ile söz konusu hareketlerin çelişip
zenginleştirdiği yadsınamayacak bir gerçek.
NtLÜFER GÖLE — Zaten siyasi partiler
bu hareketleri hemen benimseselerdi, onlar
böyle özerk bir biçimde ortaya çıkamazlardı.
Teİcrar edeyim, katılım sorununu siyasi par-
tilerden sivil topluma kaydırmamız gerekir di-
ye düşünüyorum.
S Ü R E C E K