Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
21 AĞUSTOS 1991
OLAĞANÜSTÜHAL'DE POLÎTIKA
HABERLER CUMHURÎYET/7
Kürtçe kasete
izin yok
• ANKARA (AA) —
Kültür Bakam Gökhan
Maraş, Kurtçe doldurulan
ses kasetlerine izin
verilmesinin anayasa ve
yasalara göre mümkün
olmadığını bildirdi. Gökhan
Maraş, bakanlığına şimdiye
kadar Kürtçe kasetlere izin
için herhangi bir başvuruda
bulunulmadığını belirterek
"Resmi dil olmadığı için
Kürtçe doldurulmuş
kasetlere bandrol izni
veremeyiz" dedi. Gökhan
Maraş, Kültür Bakanlığı
olarak yaptıkları
incelemeler ve diğer
bakanhklarla
gerçekleştirilen görüşmeler
sonunda, Kürtçe
doldurulmuş kasetlere
bandrol verilmesinin
anayasa ve Terörle
Mücadele Yasası'na göre
imkânsız olduğu gorüşüne
vardıklannı bildirdi.
Korucu
başkan aday
• VAN (ANKA) —
SHP'nin tek "korucu" il
başkanı olan Abdurrahman
özbek, kendisinin PKK'nın
yanında yer almaması
üzerine hedef gösterildiğini
ileri sürerek "Ben de
kendimi koruyorum" dedi.
Van ve bölgesinde
"korucubaşı" olarak
nitelenen İl Başkanı
Abdurrahman Özbek,
ANKA muhabiriyle yaptığı
söyleşide Ertusi aşiretinin
reisi olduğunu belirterek
"Ağalık sozde kaldı. 30-40
köyüm var. Onlara sahip
oluyorum, yardımcı
oluyorum" diye konuştu.
"Korucubaşı" olduğuna
ilişkin iddialann bölgede
SHP açısından sıkıntı
yarattığını ifade eden
Abdurrahman Özbek,
Van'da SHP'nin oy
potansiyelinin az olduğunu
anlattı ve "Burada halkın
yüzde 90'ı ac, perişan. Halk
bu seçimlerde çare arıyor,
çarenin SHP'de olduğunu
anlatıyoruz.
Milletvekilliğine aday
olacağım ve halkın
sorunlarını TBMM'de
anlatacağım" dedi.
Bakan Maraş'a
tepki
• ANKARA (UBA) —
SHP'nin Gölge Kültür
Bakam ve Genel Sekreter
Yardımcısı Fikri Sâğlar,
Kültur Bakanı Gökhan
Maraş'ın "Kürtçenin dil
değil, şive olduğu"
yolundaki açıklamasına
tepki göstererek "Bu
anlayış bilime ihanettir"
dedi. Fikri Sağlar, yaptığı
açıklamada Gökhan
Maraş'ın açıklamasını "bir
cehalet örneği" olarak
niteleyerek "Bugüne kadar
örnekleri sergilenen resmi
ideolojinin kafatasçılığa
vardırılan bir şekilde
devletin desteğiyle
uygulanmaya çalışılması
Türkiye'nin geleceği
açısından büyük tehlike
taşımaktadır" dedi.
4
Merkez
partilere
ihtiyaç var'
• İSTANBUL (AA) —
Demokrat Merkez Parti
Genel Başkanı Bedrettin
Dalan, amaçlarının sosyal
içerikli piyasa ekonomisini
hayata geçirmek olduğunu
söyledi. Dalan, DMP
kurucu ve yöneticileriyle
birlikte, dün Sheraton
Oteli'nde kahvaltıh basın
toplantısı yaptı. Toplantıda
konuşan Bedrettin Dalan,
partilerinin, Türkiye'de
hukuk ve adaletin gerçek
anlamda kurulmasını
hedeflediğini, bunların
olmadığı bir ülkede
zenginliğin de hiçbir anlam
taşuTiadığını söyledi.
Türkiye'de siyasi hayatın
bozulduğunu, bunun da
önemli bir sorun haline'
geldiğini kaydeden
Bedrettin Dalan,
"Türkiye'de sağ ve sol
partilere değil, merkez
partilere ihtiyaç vardır. Bu
partiler de artık merkeze
doğru açılma
yolundadırlar" dedi.
Uıtıraniye
SHP'de panel
• lç Polıtika Servisi —
SHP Ümraniye İlçesi
"Çalışma Yaşamı ve tş
Güvenliği" konulu bir
panel düzenliyor. Cuma
şunü saat 19.00'da
Ümraniye Alemdağ Caddesi
Yıldırım İşhanı'ndaki SHP
ilçe salonunda
gerçekleştirilecek panele
konuşmacı olarak SHP
Parti Meclisi üyesi Cevdet
Selvi, Genel Maden-îş
Genel Başkanı Şemsi
Denizer ve Kristal Iş Genel
Başkanı tbrahim Eren
konuşmacı olarak
katılacak.
Nusaybin'deki tabela partileriCELAL BAŞLANGIÇ
Dağların golgesi Dicle nehri-
ne vurmuş. Siirt-Şırnak yolun-
da eski bir tabela Dicle'nin ak-
tığı yonü gosteriyor: "Fındık".
Toprak bir yol nehir boyunca
uzanıyor, dağlara doğru. Yirmi
beş kilometre sonra Çelik köyü
var. Çelik, Dicle'nin iki yakası-
na kurulmuş. Bir parçası Mar-
din'e, bir parcası da Siirt'e bağb.
Amacımız, yeni ilçe olan
Güçlükonak'a gidip "seçim ha-
vas" yazmak. 19 ağmtos seçim-
lerıne birkaç gün var. Daha dü-
ne kadar Guçlükonak, Fındık
bucağına bağlı bir köy. Fındık
halkı yıllardır ilçe olmayı bekli-
yor. Güçlükonak'tan üç-beş kat
büyük Fındık. Ancak bölgenin
en etkin "korucubaşı" olan Ba-
hattin Aktuğ Güçlükonak'ta
oturuyor. Siirt Valisi Atilla
Koç'a göre "arazisi düzlük oldu-
gu için", SHP'lilere göre de "Ko-
nıcubaşı Baho Aga'nın isteği
üzerine" Fındık yerine Guçlüko-
nak ilçe olmuş. Fındıkhlar küs-
kün. Bu nedenle 22 Temmuz
1990'da yapılan il genel meclisi
seçimlerinde tek bir oy kullan-
mamışlar. Güçlükonak'ta yaşa-
yanlar ise ANAP'a dört yuzden
fazla oy vermişler; bir oy RP'ye,
bir oy da SHP'ye çıkmış. Oyla-
rın dağılımı bile "Olağanüstu
Hal'de politika"yı anlatmaya
yeterli.
Çe'ik köyüne gelince askerler
yolumuzu kesiyor. Komutan ka-
rakolda. Denetim noktasıyla tel-
siz görüşmesi yapıyor:
— Nereye gidiyorlarmış?
— Güçlükonak'a...
— Neden gidiyorlarmış?
— Seçim varmış.
— Ne varmış, ne varmış?
— Seçim varmış, seçim...
— Ha. seçim mi, beklesinleı
biraz...
Dicle kıyısında bir uzun bek-
leyiş başlıyor. Aslında Güçlüko-
nak'ın ilgimizi çeken yanı "ko-
nıcubaşı" Bahattin Aktuğ dışın-
da başka bir adayın olmaması...
Pardon, bir de Refah Partisi'nin
adayy var, ama onu Sürt'te bul-
mak neredeyse olanaksız. RP
adayı Bedri Oğuz Güçlükonak'-
ta oturmuyor. Büyük olasılıkla
yeni ilçeyi de hiç görmemiş.
Kendisini Sürt'te ararken RP yö-
neticisi Tahir Sayın "Adımız çık-
sın diye aday gösterdik" diyor.
"Şu anda kendisi nerede?" so-
DÖRT YIL ÖNCE — SHP lideri Erdal tnönü'nün Güneydogu gezisini anlata anlata bitiremiyorlar. 'Büyük ilgi vardı. Neyapacağımızı, nasıl agırlayacagımızı
şaşırdık' diyortar. Ardından, Kürt konferansına katılan milletvekillerinin ihracı geldi. SHP tabanı boşaldı, çogu yerde kapısına kilit vuruldu.
rusuna verilen yanıt da "İşe
gitti" oluyor. "Ne işi yapıyorsa,
oraya gidip bulalım" deyince gıi-
lüyor RP'li yönetici:
— Yani işsizdir de, iş arama-
ya gitti...
Bunlan düşünürken, telsiz ça-
lışmaya başlıyor. Geçip geçeme-
yeceğimiz belli olacak. Telsizde-
ki ses kararlı:
— Geçmeleri yasak...
Böylece, birkaç gün sonra se-
çim yapılacak ilçeye gazeteciler
giremiyor. Seçimler "serbest",
ama gazetecilerin girmesi ya-
sak... Elbette 19 Ağustos
1990'da yapılan seçimleri
ANAP adayı Bahattin Aktuğ il-
çedeki oylann biri dışında tü-
münü alarak belediye başkanı
oldu. RP'nin adayı Oğuz, ken-
dine oy vermek için bile gideme-
di Güçlükonak'a...
Ancak "Olağanüstu Hal'de
politika" yaparken, belediye
başkanı olmak her zaman böy-
le kolay değil. Bir de "korucu-
başt" olmadığı için gorevinden
ayrılan ve cumhuriyet tarihinin
"en fazla açıkta kalan belediye
başkanı" olma özelliğini taşıyan
Nusaybin Belediye Başkanı
Muslim Yıldırım örneği var...
Yıldırım'ın açığa alınma öy-
küsü 15 Nisan 1990'da başlıyor.
llçede esnaf kepenkleri indirmiş.
Bölgenin en yaygın eylemlerin-
den biri yapılıyor. Özel tim kö-
şeleri tutmuş. Üç kişi yanyana
gelince dağıtıyor. Gazeteciler
gerginliğin doruğa çıktığı ilçeye
hücum etmiş. Çok sayıda da ya-
bancı gazeteci var. Yıldırım, ga-
zetecilerin sorularını yanıtlıyor.
Bir yabancı ajans, Yıldırım'ın
sözlerini biraz farklılaştırarak
geçmiş. Demecinden dolayı İçiş-
leri Bakanlığı, Yıldırım hakkın-
da soruşturma açıyor ve müfet-
tişleri Nusaybin'e gönderiyor.
Birkaç gun sonra kaymakam-
dan bir davet alıyor Yıldınm. 20
nisan sabahı kaymakama gitti-
ğinde görevden alındığını, deme-
cinden dolayı Ankara Devlet
Güvenlik Mahkemesi'ndeki yar-
gılama sonucuna göre iade edi-
leceğini öğreniyor.
Ankara'nın yolunu tutuyor
Yıldırım. DGM'de ifadesini Ül-
kü Coşkun alıyor. 17 temmuz-
da da Ankara DGM karar veri-
yor: "Takipsiriik.." Yıldınm gö-
reve döneceği için sevinçli. Ta-
kipsizlik kararıyla birlikte ba-
kanlığa başvuruyor. Ancak 8
Kasım 1990'a kadar hiç ses çık-
mıyor bakanlıktan. Yıldırım,
başvurularına "Hakkında mü-
fettişlerin başlattığı soruşturma
sürüyor. Zaten biz seni idare
olarak suçlu buluyoruz. Onun
için sen bir de idare mahkeme-
sine başvur" yanıtını alıyor.
Yıldırım, başına gelenleri an-
latırken bir de saptama yapıyor:
— Gerçi burası olağanüstu
bölge. Mahkeme kararını ister-
se uygulamayabilir. Ama ma-
dem böyle istendi, biz de kalk-
tık Diyarbakır Bölge tdare Mah-
kemesi'ne başvurduk.
Daha idare mahkemesi kara-
n gelmeden, bir kez daha görev-
den ahnıyor Yıldınm. Nusaybin
Belediyesi'nin bütün hesapları
didik didik ediliyor. Hatta bir
ara "Sen kardeşinin dükkânın-
dan mal almışsın" diyorlar Yıl-
dırım'a. Kardeşinin böyle bir
dükkânı olmadığını, daha doğ-
rusu belediyeye mal alınan dük-
kânın sahibinin kardeşi olmadı-
ğını ancak altı ayda kanıtlayabi-
liyor Yıldınm... Gerisini, on ye-
di aydır görevine dönemeyen Yıl-
dırım'dan dinleyelim:
— 26 Aralık 1990'da bölge
idare mahkemesi, tçişleri Ba-
kanlığı'nın tasarrufunun yerin-
de olmadığına, bakanlık emri-
nin iptaline karar verdi. Ama yi-
ne göreve iade edilmedim. Ara-
ya hükümet değişikliği de girdi.
Beni bu yılın 19 lemmuzuna ka-
dar oyaladılar. Yeni bakanla bir-
likte de "Goreve donme emrini
yazdık, git koltuğuna otur" de-
diler. Deliler gibi sevindim. Ba-
kanın emri imzaladığını gozle-
rimle gordum. Nusay'Jİn'de bir
bayram gunü yaşandı. Kurban-
lar kesildi, insanlar beni karşı-
lamak için Adanalara geldi.
Ama koltuğa oturacagım gun
GüNEYDOĞU'DANİZLENİMLER
Cizre-Nusaybin arasında Mem-û Zin
MEHMET TEZKAN
NUSAYBİN — Diyarbakır'dan
Mardin üzerinden Nusaybin'e inince
özel timle, jandarma komandoyla ta-
nıştık.
Suriye'ye sıfır noktada Nusaybin.
Kadınlar çamaşırlarını sınır telleri-
ne asıyorlar çoğu yerde.
İlçeye girerken iki şey açıkça gözü-
küyor: Caddenin iki yanında altlanna
köşk (hasır tabure) çekerek gün boyu
oturan insanlar, diğeri köşebaşlannda
nöbet tutan, devriye gezen güvenlik gö-
revlileri.
Işsiz sayısı değil, işi olanlann sayısı
önemli ilçede.
Bu gönintünün en çarpıcı örneğini
birkaç gün sonra Silvan'da yaşıyoruz.
Dağlık arazide dar bir cadde. Yüzler-
ce insan köşklerde oturmuş. Onlarca-
sı caddenin ortasından ağır ağır, gide-
cek yeri yokmuş gibi görünüyor. Yuz-
lerce çocuk bir o yana, bir bu yana
koşturup duruyor.
Anlatıyorlar: "Göriiyorsunuz işte.
Buralarda yüriiyüş için insanlan gün-
lerce önceden haberdar etmeye, örgüt-
lemeye gerek yok. Herkes burada za-
ten. Oturacaklanna kalkıp biraz yürü-
yoriar."
Parası olan et yiyor; keçi, koyun.
Parası olmayan bulgura talim. Sebze
yok gibi. Sebze yemek gibi bir gelenek
de yok Güneydoğu'da.
Nusaybin'de öğlen yemeğini bir diş
doktorunun muayenehanesinde, tepsi-
de et yiyerek geçiştiriyoruz. Çatal-
bıçak görünmüyor ortalıkta. Bir arka-
daş "Hadi yemege başla" diyor,
"Çatal-bıçak için daha yüz yıl bekler-
sin."
Görevden ahnan Nusaybin Belediye
Başkanı'na, parti yöneticilerine tek bir
soru yöneltiyoruz.
bUgimiz yok' diyortar. Ne yapacagımı-
zı şaşınyonız.
HEP'e en çok başvuru, işkence ve
gözaltılar için oluyormuş. HEP yöne-
ticilerinin bu başvurular karşısında el-
leri kolları bağlı kaüyor. Devlet ile par-
ti yöneticileri arasında diyalog yok.
Nusaybin'in sayfiye yeri 'Beyazsu'-
ya doğru yöneliyoruz. Üzerine taş yağ-
rrvış, kaya yağmış iki dağ arasındaki
küçücük vadiden ağaçlar fışkınyor.
Nusaybinlilerin 'Beyazsu' dedikleri ne-
bir dünya Vezirhan. Büyük yüzme ha-
vuzu ile tatil köyunü andınyor. Resep-
siyon görevlisi:
"Şanslısınız, bu akşam eğlence var.
Mardin Valisi, Belediye Başkanı, Em-
niyet Müdürü bu gece burada" diyor.
Akşam havuz başı yemeğinde, bir
yanımızda devlet protokolü, diğer ya-
nımızda Mem-û Zin'i çekmeye gelen
fılm ekibi. Aşçı, kuzu dolmasını elle
servis yapıp pilavı avuçlanyla tabak-
lara doldurunca biraz şaşınyonız, ama
Nusaybin'e girerken iki şey açıkça gözüküyor: Birincisi, caddenin iki
yanında altlanna köşk (hasır tabure) çekerek gün boyu oturan insanlar,
diğeri köşebaşlannda nöbet tutan, devriye gezen güvenlik görevlileri.
Işsiz sayısı değil, işi olanların sayısı önemli ilçede.
— Nusayuuı üe uerbangi bir olay ol-
duğunda kime başvuruyorsunuz?
Net bir yanıt alamıyoruz.
Özel tim var, jandarma komando
var, emniyet mudürlüğü, sınm koru-
mak için piyade var. Ki-ymakam en
yüksek mulki amir, ama bu birimlerin
hangisi ona bağlı belli değil.
Anlatıyorlar: Bir yakınımız gözaltı-
na alınıyor, emniyet müdürlüğüne gi-
diyoruz, 'bizde değil, özel tim olabilir'
diyor. Özel tim 'komando olabilir' di-
yor, kaymakamlığa gidiyoruz 'bizim
hir yeşertmiş çevresini. 'Su hayatür'
sözüne en güzel ornek.
Ağaç altlan kendin pişir kendin ye'
lokantalarıyla dolu. Alabalık, keçieti
ne istersen var. Dileyen gürül gürül
akan suya ayaklarını sokarak balığını
yiyebilir, rakısını yudumlar, içtiğiniz su
da ayağınızı soktuğunuz yerden.
• Nusaybin" den akşam üstü aynlıp
Cizre'ye doğru yol alıyoruz. Geceyi ge-
çirmek için Vezirhan tesislerinde ko-
naklıyoruz.
Nusaybin-Cizre arasında bambaşka
"Gelenektir" diyorlar, "bu yemek
böyle servis yapüır."
Ut, darbuka ve orgdan kurulu or-
kestra önce Türkçe, sonra Arapça, ar-
dından da Kürtçe türkulerle konukla-
n eğlendirmeye çalışıyor. Havuz ma-
salarla çevrili, kuytu köşelerde, ağaç
altlannda sivil giyimli, ellerinde Kalaş-
nikof silahlı korumalar bekliyor.
Film ekibiyle konuşuyoruz. Bir ay-
hğına gelmişler, ilk yazılı Kürt edebi-
yatı olan Memo Zin'i cekiyorlar. 1695
yıhnda Kürtçe, Arapça yazılan eseri
Mehmet Emin Bozarslan Türkçeye çe-
virmiş.
Öyküsü kısaca şöyle: Mem ile Tac-
din kadın, iki kız kardeş olan Zin ile
Sitti erkek giysileri içinde Nevroz bay-
ramına giderler. Sitti, Tacdin'e; Zin,
Mem'e âşık olur. Birbirlerini ileride ta-
nımak için yüzüklerini değişirler. Er-
tesi gün kızlann dadısı alır yüzükleri,
başlar araştırmaya. Bir süre sonra da
Mem ile Tacdin'i bulur. Tacdin, Sit-
ti'yi ister, evlenirler. Ancak Mem'e,
Zin'i vermezler. Botan beyle Mem
satranç oynar. Mem yener, fakat zin-
dana atılır ve orada ölür. Öyküde bir
de Beko adh, kötülüğün simgesi var-
dır. Mem öldükten sonra Beko, Zin'i
zehirler, Tacdin de Beko'yu öldürür.
Cizre'ye gömülen Mem ile Zin ayak
uçlanna Beko'yu gömerler. Bugün
karşı karşıya olan iki mezarın arasın-
da karaçalı bitmiş.
Zin'i Meltem Doğanay, Sitti'yi Eser
Giray, Mem'i Yalçın Dümer, Tacdin'i
Levent Güner oynuyor. Halil Ergun ise
Botan Beyi Zeynettin'i canlandınyor,
Musa Anter öykünün anlaücısı.
Nusaybin-Cizre arasındaki havuzlu,
şarkılı, türkülü, logos balıklı, çiğ köf-
teli gece ne Nusaybin'e ne Cizre'ye ne
de Güneydoğu'da yaşananlara ben-
ziyordu.
BUGÜNE KADAR BES AYRI SISTEMDENENDÎ
bakanlıktan aradılar. Göreve
dönme emrini durdurmuşlar.
Herkese rezil oldum. Bugüne
kadar tek bir hâkimin bile yü-
zünü görraeden on yedi aydır
açıktayım. Türk Belediyeciler
Biriigi Dernegi de araştırdı.
Cumhuriyet tarihinde en fazla
açıkta kalan Çanakkalc Beledi-
ye Başkanı İsmail Özay'ı da yak-
laşık bir ay geçmiş durumdayım.
Yıldmm bir de Olağanüstu
Hal'le sıkıyönetim oranlaması
yapıyor:
— Göreve dönmemi Olağa-
nüstu Hal Bölge Valisi'nin iste-
medigini söylüyorlar 12 Eylül-
den hemen sonra Mardin'deki
tugayda otuz iki gün gözaltında
kaldım. Serbest bırakıldıktan
sonra üç gün evde yattım. Okul-
da müdür yardımcısıydım. He-
men gillim. üç gün sonra göre-
vime başladım. Şimdi halkın oy-
larıyla seçilmiş belediye başka-
nıyım, on yedi aydır açıktayım.
Şimdi soruyorum: Olağanüstu
Hal mi daha tehlikelidir, sıkıyö-
netim mi?..
Yıldırım'ı sorusuyla başbaşa
bırakıp, Nusaybin'deki partile-
rin ilçe merkezlerini geziyorum.
Hepsi kapalı. Tek açık olan
HEP. Önceden Sosyalist Parti
de açık olurdu. Ancak yönetici-
leri istifa edip HEP'e geçmişler.
HEP binasında altı-yedi kişi var.
İlçe merkezinde, ilçe başkanı ,
Hasan Yıldınm iie genel merkez
yöneticisi Hüsnü Çınar da var.
HEP'in salonu bir parti odasın- •
dan çok, bir evi andırıyor. Yö-
redeki alışkanlık gereği, partiye
de yer minderleri koymuşlar. Ye-
re oturup konuşuyoruz. Kürt
milletvekillerini ihraç etmeden
önce Nusaybin'e SHP lideri Er-
dal Inönü gelmişti. Müthiş bir
ilgi vardı İnönü'ye. Binlerce ki-
şi katılmıştı mitinge. Ama şim-
di SHP silinip gitmiş Nusaybin-
den. Bir tabelası var, o kadar.
HEP'liler "Buralarda ne SHP
kaldı, ne ANAP, ne DYP, ne de
diğerleri. Bir tek HEP vardır.
Diğerleri ayakta kalamadı" di-
yorlar. HEP'lilerin saptamaları
aynı noktalarda birleşiyor:
— Buralarda bir tek HEP
kaldı, ama partimiz burada ge-
nel başkamyla bir miting vapsa
yine de tnönü'nün topladığı o
kalabalığı bulamaz. Ancak ya-
nsı kadar toplar. Ama bir cena-
ze, bir olay, bir eylem olsa, tnö-
nü'nün topladığı kalabalıgın
dört-beş katı toplanır bir anda.
Halka arka çıkmazlarsa insan-
lar neden partilere gitsin? Pari'j
tilere karşı bir guvensizîik va*.>
Halkın politik düzeyinin yüksel-
mesi, mrvcut partilerin işlevleri-
ni geride bıraktı. Bölgedeki
Kürtlerin tümü mevcut siyasi
partilere güvenini yitirdi. Ama
halk HEP'e başka bir gözie ba-
kıyor. daha bir kendinden görü-
yor. Elbette devlet de HEP'e
başka bir gözle bakıyor. O ne
denle halk geüp partimize üye
olmaya korkuyor.
Bölge halkmın en önemli bir
özelliği de bugüne kadar siyasi
partileri, kendini devlete karşı
koruyan bir şemsiye ve devletle
kendisi arasında bir köprü ola-
rak görmesi. Ancak bu yapılan-
madan da anlaşıhyor ki, bir
"şemsiye", bir "köprü" arayışı
önemli bir değişime uğramış.
HEP yöneticilerine "devletle
yurttaşlar arasında köprü olma
görevini yerine nasıl getirdikle-
rini" soruyoruz. "Getiremiyo-
ruz" diyorlar, "Resmi makam-
lar bizi tanımıyor. 'Bize başvur-
mayın da gidip ne yaparsanız
yapın' yaklasımındalar. Herhan-
gi bir kişinin hakkını aramak
için karşımızda bir resmi görevli
goremiyoruz. Çünkü bizi muha-
tap almıyorlar".
Evet... Güneydoğu'da siyasal
yapılanma açısından önemli bir
değişim yaşanıyor. Sanki bölge
halki "şemsiye" ya da "köprü"
peşinde değil artık.
YARIN: CİZRE
Türkiye'deseçimsistemi istikrarsızlığıyaşanıyor
Prof. Dr. OYA ARASLI
1 ürkiye'de, çoğunluk sisteminden
orantıh temsilin çeşitlerine kadar birçok
seçim sisteminin denendiği görülmektedir.
Bu nedenle, Türkiye'de bir seçim sistemi
istikrarsızlığı yaşandığı söylenebilir. Bu
istikrarsızhk, özellikle 1961 sonrası için
geçerlidir.
Kullanılan seçim sistemlerini üç dönem
içerisinde incelemek mümkündür. 1-1961'e
gelinceye kadar, 2-1961-1980 dönemi,
3-1980 sonrası.
1961'e gelinceye kadar seçim
sistemleri
Bu donemde, çok partili yaşama geçinceye
kadar İntihab-ı Mebusan Kanunu ve 4320
sayıh Milletvekili Seçimi Kanunu
hükümleri uyarınca, basit çoğunluk
yöntemiyle seçimlerin yapıldığı
görülmektedir. Çok partili yaşama
geçilince seçim sistemi önem kazanmıştır.
Ne var ki çok partili yaşama geçilirken
kabul edilen 5.6.1946 tarih ve 4918 sayılı
Milletvekilleri Seçimi Kanunu'nda ve daha
sonra 4918 sayılı kanunu yürürlükten
kaldıran, 16.2.1950 tarih ve 5545 sayılı
Milletvekilleri Seçimi Kanunu'nda yine,
basit çoğunluk sistemi benimsenmiştir.
Ancak, çok partili yaşantı yerleşirken
parlamentoda kendisini göstermeye
başlayan çoğunluk istibdadı, seçim sistemi
tartışmalarını başlatmış ve orantılı temsil
sistemine geçilmesi, özellikle muhalefet
partileri tarafmdan savunulmuştur. Bu
konudaki girişimlerin 27 Mayıs 1960
tarihine kadar herhangi bir sonuç
vermediği görülmektedir.
Söz konusu dönemde çoğunluk sisteminin
getirdiği sonuçlan kısaca değerlendirmek
istersek, işe önce seçimlerdeki oy dağılımı
ile parlamentodaki milletvekili dağılımının
karşılaştırılmasıyla başlamak
gerekmektedir. Böyle bir karşılaştırma ise
Türkiye'de 1946-1960 döneminde, oylann
çoğunluğunun DP ve CHP olmak üzere
iki büyük parti arasında bölüşüldüğünu;
DP ve CHP dışındaki partilerin pek fazla
gelişmek imkânı bulamadığını, ancak iki
büyük parti arasında da iktidann el
değiştirmediğini, daima DP'nin iktidarda
kaldığını ortaya koymaktadır.
Bu dönemde, çoğunluk sistemlerinde
ortaya çıktığmdan söz ettiğimiz adaletsiz
temsil olayı da rahatlıkla
izlenebilmektedir. Özellikle 1957
seçimlerinde, DP'nin "V047.3 oy ile
parlamentoda %69 oranında temsil
olanağı bulabilmesi buna karşılık CHP'nin
°?o4O.6 oy oranı ile parlamentoda ancak
%28.7 oranında temsil edilebilmesi, bu
duruma çok belirgin bir nitelik
kazandırmaktadır.
1961-1980 döneminde seçim
sistemleri
Bu dönemde, 1960 öncesinde çoğunluk
sisteminin doğurduğu sonuçlar ve bu
sisteme yöneltilen eleştiriler dikkate
alınarak, milletvekili seçimlerinde orantılı
temsil sistemi yeğlenmiştir.
25.5.1961 tarih ve 306 sayılı Milletvekili
Seçimi Kanunu'nun, orantılı temsilin bir
turü olan "barajlı d'Hondt"u benimsediği
görülmektedir. 1961 seçimlerinde
uygulanan barajlı d'Hondt sistemi, 306
sayılı kanunda 13.2.1965 tarih ve 533
sayılı kanunda yapılan değişiklik
sonucunda, yerini "ulusal artık" sistemine
bırakmıştır. Ancak 306 sayılı kanunu
tekrar değiştiren 20.3.1968 tarih ve 1036
sayılı kanunla yine barajlı d'Hondt
sistemine dönülmüştür. Ne var ki Anayasa
Mahkemesi, söz konusu kanunun barajla
ilgili duzenlemeyi getiren ek 32.
maddesinin 4. fıkrasını iptal edince, bu
sistem "barajsız d'Hondt"a dönüşmüştür.
1961-1990 döneminde Cumhuriyet
Senatosu üyelerinin seçimine gelince,
24.5.1961 tarihli Cumhuriyet Senatosu
Üyeleri Seçimi Kanunu'nun, basit
çoğunluk sistemini benimsediği
görülmektedir. Daha sonra 304 sayılı
kanunda, 17.4.1964 tarih ve 447 sayılı
kanunla yapılan degışıklıkle,
milletvekillerinin ve Cumhuriyet Senatosu
üyelerinin seçimi, aynı seçim sistemine
bağlanmıştır.
Barajlı d'Hondt, barajsız d'Hondt ve
ulusal artık olmak üzere uç ayn seçim
sisteminin uygulandığı 1961-1980
döneminde, seçim sistemlerinin
getirdiklerini seçim sonuçlan bakımından
incelediğimizde, 1961-1969 yılları arasında
parlamentodaki parti sayısında artma
olduğu görülmektedir. Parlamentoda
temsil edilen parti sayısı 1961'de 4 iken,
1965'te 6'ya, 1969 da ise 8'e çıkmıştır.
Ancak, barajsız d'Hondt uygulamasının
parlamentodaki parti sayısını arttırması
beklenirken 1973'te parlamentoda 7
partinin temsil edilmesi, 1977"de bu
sayının 6'ya düşmesi şaşırtıcı olmuştur. Bu
durum, orantılı temsil sisteminin verdiği
cesaretle kurulan partilerin bir kısmının oy
alamayarak ortadan kalkması ve aynı
çıkarlan savunan partilerin birleşmesiyle
açıklanabilir.
1961-1980 yılları arasındaki oy dağılımına
bakıldığı zaman da oylann büyük
çoğunluğunun, AP \e CHP olmak üzere
iki büyuk parti arasında bolüşüldüğü
görülmektedir. Bu durum, 1960 öncesinin
ikiH siyasal bölunüşunün. varlığını hâlâ
güçlü bir biçimde sürdürduğu seklinde
yorumlanabilir.
Bu dönemde karşılaşılan bir başka olay da
AP'nin 1965 ve 1969'da olmak üzere iki
kez, parlamento mutlak çoğunluğunu aşan
ve tek başına hükümet kurmasına yetecek
çoğunluklarla Millet Meclisi'ne
girebilmesidir. Ulusal artık ve barajsız
d'Hondt gibi, küçük partilerin
parlamentoda temsil olanaklarını artıran
sistemler uygulamrken alınan bu sonuç,
gerçekten çok iiginçtir. Ancak, söz konusu
iki seçim dışında, 1961-1980 döneminde
hiçbir partinin tek başına hükümet
kurmasına yetecek bir parlamento
çoğunluğunu elde edemediği; bu nedenle
parlamento çahşmalarının aksadığı; uzun
süreli hükümet bunalımlarının birbirini
izlediği de bir gerçektir. Bu durum, 12
Eylül olayını zorunlu kılan neden olarak
gösterilmiştir. Bundan dolayı da
uygulanan seçim sistemi sıkça
eleştirilmiştir. Ne var ki bu eleştiriler
yapıhrken hükümet bunalımlarının
kökeninde koalisyon hükumetlerinin
sağlıklı kurulmamasının, kurulan
hükümetlerin toplumun beklentilerine
yanıt verememesinin yattığı; bunun
sonucunda da rejimin meşruiyetine olan
inancın sarsılması nedeniyle bir otorite
bunalımına düşüldüğü unutulmaktadır.
I