15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21 AĞUSTOS 1991 OLAĞANÜSTÜHAL'DE POLÎTIKA HABERLER CUMHURÎYET/7 Kürtçe kasete izin yok • ANKARA (AA) — Kültür Bakam Gökhan Maraş, Kurtçe doldurulan ses kasetlerine izin verilmesinin anayasa ve yasalara göre mümkün olmadığını bildirdi. Gökhan Maraş, bakanlığına şimdiye kadar Kürtçe kasetlere izin için herhangi bir başvuruda bulunulmadığını belirterek "Resmi dil olmadığı için Kürtçe doldurulmuş kasetlere bandrol izni veremeyiz" dedi. Gökhan Maraş, Kültür Bakanlığı olarak yaptıkları incelemeler ve diğer bakanhklarla gerçekleştirilen görüşmeler sonunda, Kürtçe doldurulmuş kasetlere bandrol verilmesinin anayasa ve Terörle Mücadele Yasası'na göre imkânsız olduğu gorüşüne vardıklannı bildirdi. Korucu başkan aday • VAN (ANKA) — SHP'nin tek "korucu" il başkanı olan Abdurrahman özbek, kendisinin PKK'nın yanında yer almaması üzerine hedef gösterildiğini ileri sürerek "Ben de kendimi koruyorum" dedi. Van ve bölgesinde "korucubaşı" olarak nitelenen İl Başkanı Abdurrahman Özbek, ANKA muhabiriyle yaptığı söyleşide Ertusi aşiretinin reisi olduğunu belirterek "Ağalık sozde kaldı. 30-40 köyüm var. Onlara sahip oluyorum, yardımcı oluyorum" diye konuştu. "Korucubaşı" olduğuna ilişkin iddialann bölgede SHP açısından sıkıntı yarattığını ifade eden Abdurrahman Özbek, Van'da SHP'nin oy potansiyelinin az olduğunu anlattı ve "Burada halkın yüzde 90'ı ac, perişan. Halk bu seçimlerde çare arıyor, çarenin SHP'de olduğunu anlatıyoruz. Milletvekilliğine aday olacağım ve halkın sorunlarını TBMM'de anlatacağım" dedi. Bakan Maraş'a tepki • ANKARA (UBA) — SHP'nin Gölge Kültür Bakam ve Genel Sekreter Yardımcısı Fikri Sâğlar, Kültur Bakanı Gökhan Maraş'ın "Kürtçenin dil değil, şive olduğu" yolundaki açıklamasına tepki göstererek "Bu anlayış bilime ihanettir" dedi. Fikri Sağlar, yaptığı açıklamada Gökhan Maraş'ın açıklamasını "bir cehalet örneği" olarak niteleyerek "Bugüne kadar örnekleri sergilenen resmi ideolojinin kafatasçılığa vardırılan bir şekilde devletin desteğiyle uygulanmaya çalışılması Türkiye'nin geleceği açısından büyük tehlike taşımaktadır" dedi. 4 Merkez partilere ihtiyaç var' • İSTANBUL (AA) — Demokrat Merkez Parti Genel Başkanı Bedrettin Dalan, amaçlarının sosyal içerikli piyasa ekonomisini hayata geçirmek olduğunu söyledi. Dalan, DMP kurucu ve yöneticileriyle birlikte, dün Sheraton Oteli'nde kahvaltıh basın toplantısı yaptı. Toplantıda konuşan Bedrettin Dalan, partilerinin, Türkiye'de hukuk ve adaletin gerçek anlamda kurulmasını hedeflediğini, bunların olmadığı bir ülkede zenginliğin de hiçbir anlam taşuTiadığını söyledi. Türkiye'de siyasi hayatın bozulduğunu, bunun da önemli bir sorun haline' geldiğini kaydeden Bedrettin Dalan, "Türkiye'de sağ ve sol partilere değil, merkez partilere ihtiyaç vardır. Bu partiler de artık merkeze doğru açılma yolundadırlar" dedi. Uıtıraniye SHP'de panel • lç Polıtika Servisi — SHP Ümraniye İlçesi "Çalışma Yaşamı ve tş Güvenliği" konulu bir panel düzenliyor. Cuma şunü saat 19.00'da Ümraniye Alemdağ Caddesi Yıldırım İşhanı'ndaki SHP ilçe salonunda gerçekleştirilecek panele konuşmacı olarak SHP Parti Meclisi üyesi Cevdet Selvi, Genel Maden-îş Genel Başkanı Şemsi Denizer ve Kristal Iş Genel Başkanı tbrahim Eren konuşmacı olarak katılacak. Nusaybin'deki tabela partileriCELAL BAŞLANGIÇ Dağların golgesi Dicle nehri- ne vurmuş. Siirt-Şırnak yolun- da eski bir tabela Dicle'nin ak- tığı yonü gosteriyor: "Fındık". Toprak bir yol nehir boyunca uzanıyor, dağlara doğru. Yirmi beş kilometre sonra Çelik köyü var. Çelik, Dicle'nin iki yakası- na kurulmuş. Bir parçası Mar- din'e, bir parcası da Siirt'e bağb. Amacımız, yeni ilçe olan Güçlükonak'a gidip "seçim ha- vas" yazmak. 19 ağmtos seçim- lerıne birkaç gün var. Daha dü- ne kadar Guçlükonak, Fındık bucağına bağlı bir köy. Fındık halkı yıllardır ilçe olmayı bekli- yor. Güçlükonak'tan üç-beş kat büyük Fındık. Ancak bölgenin en etkin "korucubaşı" olan Ba- hattin Aktuğ Güçlükonak'ta oturuyor. Siirt Valisi Atilla Koç'a göre "arazisi düzlük oldu- gu için", SHP'lilere göre de "Ko- nıcubaşı Baho Aga'nın isteği üzerine" Fındık yerine Guçlüko- nak ilçe olmuş. Fındıkhlar küs- kün. Bu nedenle 22 Temmuz 1990'da yapılan il genel meclisi seçimlerinde tek bir oy kullan- mamışlar. Güçlükonak'ta yaşa- yanlar ise ANAP'a dört yuzden fazla oy vermişler; bir oy RP'ye, bir oy da SHP'ye çıkmış. Oyla- rın dağılımı bile "Olağanüstu Hal'de politika"yı anlatmaya yeterli. Çe'ik köyüne gelince askerler yolumuzu kesiyor. Komutan ka- rakolda. Denetim noktasıyla tel- siz görüşmesi yapıyor: — Nereye gidiyorlarmış? — Güçlükonak'a... — Neden gidiyorlarmış? — Seçim varmış. — Ne varmış, ne varmış? — Seçim varmış, seçim... — Ha. seçim mi, beklesinleı biraz... Dicle kıyısında bir uzun bek- leyiş başlıyor. Aslında Güçlüko- nak'ın ilgimizi çeken yanı "ko- nıcubaşı" Bahattin Aktuğ dışın- da başka bir adayın olmaması... Pardon, bir de Refah Partisi'nin adayy var, ama onu Sürt'te bul- mak neredeyse olanaksız. RP adayı Bedri Oğuz Güçlükonak'- ta oturmuyor. Büyük olasılıkla yeni ilçeyi de hiç görmemiş. Kendisini Sürt'te ararken RP yö- neticisi Tahir Sayın "Adımız çık- sın diye aday gösterdik" diyor. "Şu anda kendisi nerede?" so- DÖRT YIL ÖNCE — SHP lideri Erdal tnönü'nün Güneydogu gezisini anlata anlata bitiremiyorlar. 'Büyük ilgi vardı. Neyapacağımızı, nasıl agırlayacagımızı şaşırdık' diyortar. Ardından, Kürt konferansına katılan milletvekillerinin ihracı geldi. SHP tabanı boşaldı, çogu yerde kapısına kilit vuruldu. rusuna verilen yanıt da "İşe gitti" oluyor. "Ne işi yapıyorsa, oraya gidip bulalım" deyince gıi- lüyor RP'li yönetici: — Yani işsizdir de, iş arama- ya gitti... Bunlan düşünürken, telsiz ça- lışmaya başlıyor. Geçip geçeme- yeceğimiz belli olacak. Telsizde- ki ses kararlı: — Geçmeleri yasak... Böylece, birkaç gün sonra se- çim yapılacak ilçeye gazeteciler giremiyor. Seçimler "serbest", ama gazetecilerin girmesi ya- sak... Elbette 19 Ağustos 1990'da yapılan seçimleri ANAP adayı Bahattin Aktuğ il- çedeki oylann biri dışında tü- münü alarak belediye başkanı oldu. RP'nin adayı Oğuz, ken- dine oy vermek için bile gideme- di Güçlükonak'a... Ancak "Olağanüstu Hal'de politika" yaparken, belediye başkanı olmak her zaman böy- le kolay değil. Bir de "korucu- başt" olmadığı için gorevinden ayrılan ve cumhuriyet tarihinin "en fazla açıkta kalan belediye başkanı" olma özelliğini taşıyan Nusaybin Belediye Başkanı Muslim Yıldırım örneği var... Yıldırım'ın açığa alınma öy- küsü 15 Nisan 1990'da başlıyor. llçede esnaf kepenkleri indirmiş. Bölgenin en yaygın eylemlerin- den biri yapılıyor. Özel tim kö- şeleri tutmuş. Üç kişi yanyana gelince dağıtıyor. Gazeteciler gerginliğin doruğa çıktığı ilçeye hücum etmiş. Çok sayıda da ya- bancı gazeteci var. Yıldırım, ga- zetecilerin sorularını yanıtlıyor. Bir yabancı ajans, Yıldırım'ın sözlerini biraz farklılaştırarak geçmiş. Demecinden dolayı İçiş- leri Bakanlığı, Yıldırım hakkın- da soruşturma açıyor ve müfet- tişleri Nusaybin'e gönderiyor. Birkaç gun sonra kaymakam- dan bir davet alıyor Yıldınm. 20 nisan sabahı kaymakama gitti- ğinde görevden alındığını, deme- cinden dolayı Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'ndeki yar- gılama sonucuna göre iade edi- leceğini öğreniyor. Ankara'nın yolunu tutuyor Yıldırım. DGM'de ifadesini Ül- kü Coşkun alıyor. 17 temmuz- da da Ankara DGM karar veri- yor: "Takipsiriik.." Yıldınm gö- reve döneceği için sevinçli. Ta- kipsizlik kararıyla birlikte ba- kanlığa başvuruyor. Ancak 8 Kasım 1990'a kadar hiç ses çık- mıyor bakanlıktan. Yıldırım, başvurularına "Hakkında mü- fettişlerin başlattığı soruşturma sürüyor. Zaten biz seni idare olarak suçlu buluyoruz. Onun için sen bir de idare mahkeme- sine başvur" yanıtını alıyor. Yıldırım, başına gelenleri an- latırken bir de saptama yapıyor: — Gerçi burası olağanüstu bölge. Mahkeme kararını ister- se uygulamayabilir. Ama ma- dem böyle istendi, biz de kalk- tık Diyarbakır Bölge tdare Mah- kemesi'ne başvurduk. Daha idare mahkemesi kara- n gelmeden, bir kez daha görev- den ahnıyor Yıldınm. Nusaybin Belediyesi'nin bütün hesapları didik didik ediliyor. Hatta bir ara "Sen kardeşinin dükkânın- dan mal almışsın" diyorlar Yıl- dırım'a. Kardeşinin böyle bir dükkânı olmadığını, daha doğ- rusu belediyeye mal alınan dük- kânın sahibinin kardeşi olmadı- ğını ancak altı ayda kanıtlayabi- liyor Yıldınm... Gerisini, on ye- di aydır görevine dönemeyen Yıl- dırım'dan dinleyelim: — 26 Aralık 1990'da bölge idare mahkemesi, tçişleri Ba- kanlığı'nın tasarrufunun yerin- de olmadığına, bakanlık emri- nin iptaline karar verdi. Ama yi- ne göreve iade edilmedim. Ara- ya hükümet değişikliği de girdi. Beni bu yılın 19 lemmuzuna ka- dar oyaladılar. Yeni bakanla bir- likte de "Goreve donme emrini yazdık, git koltuğuna otur" de- diler. Deliler gibi sevindim. Ba- kanın emri imzaladığını gozle- rimle gordum. Nusay'Jİn'de bir bayram gunü yaşandı. Kurban- lar kesildi, insanlar beni karşı- lamak için Adanalara geldi. Ama koltuğa oturacagım gun GüNEYDOĞU'DANİZLENİMLER Cizre-Nusaybin arasında Mem-û Zin MEHMET TEZKAN NUSAYBİN — Diyarbakır'dan Mardin üzerinden Nusaybin'e inince özel timle, jandarma komandoyla ta- nıştık. Suriye'ye sıfır noktada Nusaybin. Kadınlar çamaşırlarını sınır telleri- ne asıyorlar çoğu yerde. İlçeye girerken iki şey açıkça gözü- küyor: Caddenin iki yanında altlanna köşk (hasır tabure) çekerek gün boyu oturan insanlar, diğeri köşebaşlannda nöbet tutan, devriye gezen güvenlik gö- revlileri. Işsiz sayısı değil, işi olanlann sayısı önemli ilçede. Bu gönintünün en çarpıcı örneğini birkaç gün sonra Silvan'da yaşıyoruz. Dağlık arazide dar bir cadde. Yüzler- ce insan köşklerde oturmuş. Onlarca- sı caddenin ortasından ağır ağır, gide- cek yeri yokmuş gibi görünüyor. Yuz- lerce çocuk bir o yana, bir bu yana koşturup duruyor. Anlatıyorlar: "Göriiyorsunuz işte. Buralarda yüriiyüş için insanlan gün- lerce önceden haberdar etmeye, örgüt- lemeye gerek yok. Herkes burada za- ten. Oturacaklanna kalkıp biraz yürü- yoriar." Parası olan et yiyor; keçi, koyun. Parası olmayan bulgura talim. Sebze yok gibi. Sebze yemek gibi bir gelenek de yok Güneydoğu'da. Nusaybin'de öğlen yemeğini bir diş doktorunun muayenehanesinde, tepsi- de et yiyerek geçiştiriyoruz. Çatal- bıçak görünmüyor ortalıkta. Bir arka- daş "Hadi yemege başla" diyor, "Çatal-bıçak için daha yüz yıl bekler- sin." Görevden ahnan Nusaybin Belediye Başkanı'na, parti yöneticilerine tek bir soru yöneltiyoruz. bUgimiz yok' diyortar. Ne yapacagımı- zı şaşınyonız. HEP'e en çok başvuru, işkence ve gözaltılar için oluyormuş. HEP yöne- ticilerinin bu başvurular karşısında el- leri kolları bağlı kaüyor. Devlet ile par- ti yöneticileri arasında diyalog yok. Nusaybin'in sayfiye yeri 'Beyazsu'- ya doğru yöneliyoruz. Üzerine taş yağ- rrvış, kaya yağmış iki dağ arasındaki küçücük vadiden ağaçlar fışkınyor. Nusaybinlilerin 'Beyazsu' dedikleri ne- bir dünya Vezirhan. Büyük yüzme ha- vuzu ile tatil köyunü andınyor. Resep- siyon görevlisi: "Şanslısınız, bu akşam eğlence var. Mardin Valisi, Belediye Başkanı, Em- niyet Müdürü bu gece burada" diyor. Akşam havuz başı yemeğinde, bir yanımızda devlet protokolü, diğer ya- nımızda Mem-û Zin'i çekmeye gelen fılm ekibi. Aşçı, kuzu dolmasını elle servis yapıp pilavı avuçlanyla tabak- lara doldurunca biraz şaşınyonız, ama Nusaybin'e girerken iki şey açıkça gözüküyor: Birincisi, caddenin iki yanında altlanna köşk (hasır tabure) çekerek gün boyu oturan insanlar, diğeri köşebaşlannda nöbet tutan, devriye gezen güvenlik görevlileri. Işsiz sayısı değil, işi olanların sayısı önemli ilçede. — Nusayuuı üe uerbangi bir olay ol- duğunda kime başvuruyorsunuz? Net bir yanıt alamıyoruz. Özel tim var, jandarma komando var, emniyet mudürlüğü, sınm koru- mak için piyade var. Ki-ymakam en yüksek mulki amir, ama bu birimlerin hangisi ona bağlı belli değil. Anlatıyorlar: Bir yakınımız gözaltı- na alınıyor, emniyet müdürlüğüne gi- diyoruz, 'bizde değil, özel tim olabilir' diyor. Özel tim 'komando olabilir' di- yor, kaymakamlığa gidiyoruz 'bizim hir yeşertmiş çevresini. 'Su hayatür' sözüne en güzel ornek. Ağaç altlan kendin pişir kendin ye' lokantalarıyla dolu. Alabalık, keçieti ne istersen var. Dileyen gürül gürül akan suya ayaklarını sokarak balığını yiyebilir, rakısını yudumlar, içtiğiniz su da ayağınızı soktuğunuz yerden. • Nusaybin" den akşam üstü aynlıp Cizre'ye doğru yol alıyoruz. Geceyi ge- çirmek için Vezirhan tesislerinde ko- naklıyoruz. Nusaybin-Cizre arasında bambaşka "Gelenektir" diyorlar, "bu yemek böyle servis yapüır." Ut, darbuka ve orgdan kurulu or- kestra önce Türkçe, sonra Arapça, ar- dından da Kürtçe türkulerle konukla- n eğlendirmeye çalışıyor. Havuz ma- salarla çevrili, kuytu köşelerde, ağaç altlannda sivil giyimli, ellerinde Kalaş- nikof silahlı korumalar bekliyor. Film ekibiyle konuşuyoruz. Bir ay- hğına gelmişler, ilk yazılı Kürt edebi- yatı olan Memo Zin'i cekiyorlar. 1695 yıhnda Kürtçe, Arapça yazılan eseri Mehmet Emin Bozarslan Türkçeye çe- virmiş. Öyküsü kısaca şöyle: Mem ile Tac- din kadın, iki kız kardeş olan Zin ile Sitti erkek giysileri içinde Nevroz bay- ramına giderler. Sitti, Tacdin'e; Zin, Mem'e âşık olur. Birbirlerini ileride ta- nımak için yüzüklerini değişirler. Er- tesi gün kızlann dadısı alır yüzükleri, başlar araştırmaya. Bir süre sonra da Mem ile Tacdin'i bulur. Tacdin, Sit- ti'yi ister, evlenirler. Ancak Mem'e, Zin'i vermezler. Botan beyle Mem satranç oynar. Mem yener, fakat zin- dana atılır ve orada ölür. Öyküde bir de Beko adh, kötülüğün simgesi var- dır. Mem öldükten sonra Beko, Zin'i zehirler, Tacdin de Beko'yu öldürür. Cizre'ye gömülen Mem ile Zin ayak uçlanna Beko'yu gömerler. Bugün karşı karşıya olan iki mezarın arasın- da karaçalı bitmiş. Zin'i Meltem Doğanay, Sitti'yi Eser Giray, Mem'i Yalçın Dümer, Tacdin'i Levent Güner oynuyor. Halil Ergun ise Botan Beyi Zeynettin'i canlandınyor, Musa Anter öykünün anlaücısı. Nusaybin-Cizre arasındaki havuzlu, şarkılı, türkülü, logos balıklı, çiğ köf- teli gece ne Nusaybin'e ne Cizre'ye ne de Güneydoğu'da yaşananlara ben- ziyordu. BUGÜNE KADAR BES AYRI SISTEMDENENDÎ bakanlıktan aradılar. Göreve dönme emrini durdurmuşlar. Herkese rezil oldum. Bugüne kadar tek bir hâkimin bile yü- zünü görraeden on yedi aydır açıktayım. Türk Belediyeciler Biriigi Dernegi de araştırdı. Cumhuriyet tarihinde en fazla açıkta kalan Çanakkalc Beledi- ye Başkanı İsmail Özay'ı da yak- laşık bir ay geçmiş durumdayım. Yıldmm bir de Olağanüstu Hal'le sıkıyönetim oranlaması yapıyor: — Göreve dönmemi Olağa- nüstu Hal Bölge Valisi'nin iste- medigini söylüyorlar 12 Eylül- den hemen sonra Mardin'deki tugayda otuz iki gün gözaltında kaldım. Serbest bırakıldıktan sonra üç gün evde yattım. Okul- da müdür yardımcısıydım. He- men gillim. üç gün sonra göre- vime başladım. Şimdi halkın oy- larıyla seçilmiş belediye başka- nıyım, on yedi aydır açıktayım. Şimdi soruyorum: Olağanüstu Hal mi daha tehlikelidir, sıkıyö- netim mi?.. Yıldırım'ı sorusuyla başbaşa bırakıp, Nusaybin'deki partile- rin ilçe merkezlerini geziyorum. Hepsi kapalı. Tek açık olan HEP. Önceden Sosyalist Parti de açık olurdu. Ancak yönetici- leri istifa edip HEP'e geçmişler. HEP binasında altı-yedi kişi var. İlçe merkezinde, ilçe başkanı , Hasan Yıldınm iie genel merkez yöneticisi Hüsnü Çınar da var. HEP'in salonu bir parti odasın- • dan çok, bir evi andırıyor. Yö- redeki alışkanlık gereği, partiye de yer minderleri koymuşlar. Ye- re oturup konuşuyoruz. Kürt milletvekillerini ihraç etmeden önce Nusaybin'e SHP lideri Er- dal Inönü gelmişti. Müthiş bir ilgi vardı İnönü'ye. Binlerce ki- şi katılmıştı mitinge. Ama şim- di SHP silinip gitmiş Nusaybin- den. Bir tabelası var, o kadar. HEP'liler "Buralarda ne SHP kaldı, ne ANAP, ne DYP, ne de diğerleri. Bir tek HEP vardır. Diğerleri ayakta kalamadı" di- yorlar. HEP'lilerin saptamaları aynı noktalarda birleşiyor: — Buralarda bir tek HEP kaldı, ama partimiz burada ge- nel başkamyla bir miting vapsa yine de tnönü'nün topladığı o kalabalığı bulamaz. Ancak ya- nsı kadar toplar. Ama bir cena- ze, bir olay, bir eylem olsa, tnö- nü'nün topladığı kalabalıgın dört-beş katı toplanır bir anda. Halka arka çıkmazlarsa insan- lar neden partilere gitsin? Pari'j tilere karşı bir guvensizîik va*.> Halkın politik düzeyinin yüksel- mesi, mrvcut partilerin işlevleri- ni geride bıraktı. Bölgedeki Kürtlerin tümü mevcut siyasi partilere güvenini yitirdi. Ama halk HEP'e başka bir gözie ba- kıyor. daha bir kendinden görü- yor. Elbette devlet de HEP'e başka bir gözle bakıyor. O ne denle halk geüp partimize üye olmaya korkuyor. Bölge halkmın en önemli bir özelliği de bugüne kadar siyasi partileri, kendini devlete karşı koruyan bir şemsiye ve devletle kendisi arasında bir köprü ola- rak görmesi. Ancak bu yapılan- madan da anlaşıhyor ki, bir "şemsiye", bir "köprü" arayışı önemli bir değişime uğramış. HEP yöneticilerine "devletle yurttaşlar arasında köprü olma görevini yerine nasıl getirdikle- rini" soruyoruz. "Getiremiyo- ruz" diyorlar, "Resmi makam- lar bizi tanımıyor. 'Bize başvur- mayın da gidip ne yaparsanız yapın' yaklasımındalar. Herhan- gi bir kişinin hakkını aramak için karşımızda bir resmi görevli goremiyoruz. Çünkü bizi muha- tap almıyorlar". Evet... Güneydoğu'da siyasal yapılanma açısından önemli bir değişim yaşanıyor. Sanki bölge halki "şemsiye" ya da "köprü" peşinde değil artık. YARIN: CİZRE Türkiye'deseçimsistemi istikrarsızlığıyaşanıyor Prof. Dr. OYA ARASLI 1 ürkiye'de, çoğunluk sisteminden orantıh temsilin çeşitlerine kadar birçok seçim sisteminin denendiği görülmektedir. Bu nedenle, Türkiye'de bir seçim sistemi istikrarsızlığı yaşandığı söylenebilir. Bu istikrarsızhk, özellikle 1961 sonrası için geçerlidir. Kullanılan seçim sistemlerini üç dönem içerisinde incelemek mümkündür. 1-1961'e gelinceye kadar, 2-1961-1980 dönemi, 3-1980 sonrası. 1961'e gelinceye kadar seçim sistemleri Bu donemde, çok partili yaşama geçinceye kadar İntihab-ı Mebusan Kanunu ve 4320 sayıh Milletvekili Seçimi Kanunu hükümleri uyarınca, basit çoğunluk yöntemiyle seçimlerin yapıldığı görülmektedir. Çok partili yaşama geçilince seçim sistemi önem kazanmıştır. Ne var ki çok partili yaşama geçilirken kabul edilen 5.6.1946 tarih ve 4918 sayılı Milletvekilleri Seçimi Kanunu'nda ve daha sonra 4918 sayılı kanunu yürürlükten kaldıran, 16.2.1950 tarih ve 5545 sayılı Milletvekilleri Seçimi Kanunu'nda yine, basit çoğunluk sistemi benimsenmiştir. Ancak, çok partili yaşantı yerleşirken parlamentoda kendisini göstermeye başlayan çoğunluk istibdadı, seçim sistemi tartışmalarını başlatmış ve orantılı temsil sistemine geçilmesi, özellikle muhalefet partileri tarafmdan savunulmuştur. Bu konudaki girişimlerin 27 Mayıs 1960 tarihine kadar herhangi bir sonuç vermediği görülmektedir. Söz konusu dönemde çoğunluk sisteminin getirdiği sonuçlan kısaca değerlendirmek istersek, işe önce seçimlerdeki oy dağılımı ile parlamentodaki milletvekili dağılımının karşılaştırılmasıyla başlamak gerekmektedir. Böyle bir karşılaştırma ise Türkiye'de 1946-1960 döneminde, oylann çoğunluğunun DP ve CHP olmak üzere iki büyük parti arasında bölüşüldüğünu; DP ve CHP dışındaki partilerin pek fazla gelişmek imkânı bulamadığını, ancak iki büyük parti arasında da iktidann el değiştirmediğini, daima DP'nin iktidarda kaldığını ortaya koymaktadır. Bu dönemde, çoğunluk sistemlerinde ortaya çıktığmdan söz ettiğimiz adaletsiz temsil olayı da rahatlıkla izlenebilmektedir. Özellikle 1957 seçimlerinde, DP'nin "V047.3 oy ile parlamentoda %69 oranında temsil olanağı bulabilmesi buna karşılık CHP'nin °?o4O.6 oy oranı ile parlamentoda ancak %28.7 oranında temsil edilebilmesi, bu duruma çok belirgin bir nitelik kazandırmaktadır. 1961-1980 döneminde seçim sistemleri Bu dönemde, 1960 öncesinde çoğunluk sisteminin doğurduğu sonuçlar ve bu sisteme yöneltilen eleştiriler dikkate alınarak, milletvekili seçimlerinde orantılı temsil sistemi yeğlenmiştir. 25.5.1961 tarih ve 306 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu'nun, orantılı temsilin bir turü olan "barajlı d'Hondt"u benimsediği görülmektedir. 1961 seçimlerinde uygulanan barajlı d'Hondt sistemi, 306 sayılı kanunda 13.2.1965 tarih ve 533 sayılı kanunda yapılan değişiklik sonucunda, yerini "ulusal artık" sistemine bırakmıştır. Ancak 306 sayılı kanunu tekrar değiştiren 20.3.1968 tarih ve 1036 sayılı kanunla yine barajlı d'Hondt sistemine dönülmüştür. Ne var ki Anayasa Mahkemesi, söz konusu kanunun barajla ilgili duzenlemeyi getiren ek 32. maddesinin 4. fıkrasını iptal edince, bu sistem "barajsız d'Hondt"a dönüşmüştür. 1961-1990 döneminde Cumhuriyet Senatosu üyelerinin seçimine gelince, 24.5.1961 tarihli Cumhuriyet Senatosu Üyeleri Seçimi Kanunu'nun, basit çoğunluk sistemini benimsediği görülmektedir. Daha sonra 304 sayılı kanunda, 17.4.1964 tarih ve 447 sayılı kanunla yapılan degışıklıkle, milletvekillerinin ve Cumhuriyet Senatosu üyelerinin seçimi, aynı seçim sistemine bağlanmıştır. Barajlı d'Hondt, barajsız d'Hondt ve ulusal artık olmak üzere uç ayn seçim sisteminin uygulandığı 1961-1980 döneminde, seçim sistemlerinin getirdiklerini seçim sonuçlan bakımından incelediğimizde, 1961-1969 yılları arasında parlamentodaki parti sayısında artma olduğu görülmektedir. Parlamentoda temsil edilen parti sayısı 1961'de 4 iken, 1965'te 6'ya, 1969 da ise 8'e çıkmıştır. Ancak, barajsız d'Hondt uygulamasının parlamentodaki parti sayısını arttırması beklenirken 1973'te parlamentoda 7 partinin temsil edilmesi, 1977"de bu sayının 6'ya düşmesi şaşırtıcı olmuştur. Bu durum, orantılı temsil sisteminin verdiği cesaretle kurulan partilerin bir kısmının oy alamayarak ortadan kalkması ve aynı çıkarlan savunan partilerin birleşmesiyle açıklanabilir. 1961-1980 yılları arasındaki oy dağılımına bakıldığı zaman da oylann büyük çoğunluğunun, AP \e CHP olmak üzere iki büyuk parti arasında bolüşüldüğü görülmektedir. Bu durum, 1960 öncesinin ikiH siyasal bölunüşunün. varlığını hâlâ güçlü bir biçimde sürdürduğu seklinde yorumlanabilir. Bu dönemde karşılaşılan bir başka olay da AP'nin 1965 ve 1969'da olmak üzere iki kez, parlamento mutlak çoğunluğunu aşan ve tek başına hükümet kurmasına yetecek çoğunluklarla Millet Meclisi'ne girebilmesidir. Ulusal artık ve barajsız d'Hondt gibi, küçük partilerin parlamentoda temsil olanaklarını artıran sistemler uygulamrken alınan bu sonuç, gerçekten çok iiginçtir. Ancak, söz konusu iki seçim dışında, 1961-1980 döneminde hiçbir partinin tek başına hükümet kurmasına yetecek bir parlamento çoğunluğunu elde edemediği; bu nedenle parlamento çahşmalarının aksadığı; uzun süreli hükümet bunalımlarının birbirini izlediği de bir gerçektir. Bu durum, 12 Eylül olayını zorunlu kılan neden olarak gösterilmiştir. Bundan dolayı da uygulanan seçim sistemi sıkça eleştirilmiştir. Ne var ki bu eleştiriler yapıhrken hükümet bunalımlarının kökeninde koalisyon hükumetlerinin sağlıklı kurulmamasının, kurulan hükümetlerin toplumun beklentilerine yanıt verememesinin yattığı; bunun sonucunda da rejimin meşruiyetine olan inancın sarsılması nedeniyle bir otorite bunalımına düşüldüğü unutulmaktadır. I
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle