22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/10 PAZAR YAZILARI 9 HAZİRAN 1991 Berlin'den iddetin hayaletiBulanık durgun suyun kıyısmdan başlayan yol, bahçe, camekânlı verandanın gizemli boşluğu, salonun bir köşesinde terk edilmiş piyano, her şey bilinen bir dünyayı anımsatıyordu. Her an şiddete dönüşebilecek ürkütücü bir sessizliği. NEDtM GÜRSEL BERLtN — Tahta sıralannda oturan yolculann konuşmadan, birbirlerinın yıizüne bile bakma- dan seyahat ettikleri eski bir banliyö treniyle ormanın içinden geçilerek gelinen NVannsee'de- yim. Son durak Wannsee'de, go- lün kıyısındaki kırmızı tuğlalı, kuleli büyük köşkteki odamda tek başıma. Burası "Lilerarisc- hen Coll(H|uiuın" denilen yazar- lar evi. Ama ne yazarlar var or- talıkta ne de görevliler. Pmar Kür Berlin'de, Kurfurstendam- da alışverişte olmalı. Dün gece- ki okumada öylesine şık, oyle al- ' beniliydi ki! Erdal Öz'le eşi ken- tin müzelerini, belki de Metro- polis sergisini dolaşıyorlardır bu guzel ılkyaz öğlesinde, Orfaan Pamuk'sa kitapçılan. Az önce köşkun bahçesindey- dim. Iskeledeki yolcu gemileri- ne, gölde suzulen yelkenlilere, karşı kıyının ağaçlı tepelerine baktım. Orada, ormanın içinde yitip gitmiş kuçuk evlerin biti- mindeki bir yolun ucunda olma- lıydı Heinrich von Kleist ile Hcnriette Vogel'in mezarları. Genç şair 1811 yıbnın bir kasım giinü özyıkımın eşiğinde, once sevgilisinın ağzına sonra da ken- di kalbine doğru ateşlemişti ta- bancasını. İki sevgili, avlusunu güz yapraklanrun örttuğu bir hanın dar odasında son yolcu- luklarına birlikte çıkmışlardı. Ne guzel, birlikte! Hâlâ Doğu- nun sinyalleriyle yanıp sönen te- levızyon kulesinın göruntusu Kleist'in intiharıyla bellı bir ay- kırılık içindeydi. Yine de Doğu- nun siyasi mtiharını duşundurn. Bir anda çöken, çökerken de yok oluşun gırdabında tum siya- si yöneticileri sürükleyen eski sistemi. Gölün kıyısında pek oyalanmadan koşkün maun kaplı geniş salonuna, oradan da yukandan vuran ışığın aydınlat- tıjjj, tahta merdivenlerle ıldnci kattakı odama çıktım. İki kişi- lik yatağın ucundaki baikona açılan cam kapının önünde du- rup bu arduvaz çatılan, ön bah- çedeki heybetli ağaçları, ıslak çi- min üzerindeki buğuyu başka bir yerde daha görmüş olabıle- ceğimi duşündum. Öylesine ya- kın, o denli tanıdıktı ki her şey! Ne davetli yazarların ne de köşk yöneticilerinın olmadığı, herke- sin -temiziikçi kadınların bile- bir gilnlüğune de olsa bırakıp gittikleri bu yerde tek başına kalmarun mdankolisine bırak- tım kendimi. Evet, bir yerden anımsıyordum burayı. Daha ön- ceden gelmiş olamazdım, ama az önce dolaştığnn bahçe, bula- nık, durgun suyun kıyısından başlayan yol, camekânb veran- danın gizemli boşluğu, salonun bir köşesinde kendi haline terk edilmiş piyano, her şey, evet her şey bildiğim bir dünyayı anım- satıyordu. Bildiğim ama şu an- da nereden kaynaklandığını bir türlu çıkartamadığım, her an şiddete dönüşebilecek ürkütücü bir sessizliği. "Şiddet" der de- mez bir tumce caktı belleğimde: "Hâlâ şiddetin hayaleti dolaşı- yor burada." Sahi, "Berlin'de Sann"nın kahramanı böyle söy- luyordu. Demir Ödü'nun bu köşkte bir cinayetle biten roma- nındaki kahraman. Onun Berlin kentini anlatırken gerçekte ken- di geçmişini, sürgün yılları bo- yunca içine duştüğü derın yal- nızlıkta daha da depreşen lstan- bul özlemini dile getirdiğini anımsadım. Ve kendi ülkesinde tanık olduğu şiddeti, tutukla- nan, hapsedilen aydınlan, sen- dika yöneticileriyle sorguda can veren gençleri. Yine de Alman- ya'da yasanmış şiddetin "haya- let"i başka bfr şeydi. Ne bileyim, daha üngesel, kultur ağırlıkh bir şiddettı. Kurulduğundan bu yana sar- sıntılar kenti olmuş Berlin. Yı- kımı, şiddeti, görkem ve çöku- şü yaşamış. Paris'ten Şehirde saklambaç HUGO'NUN KALEMt — Upuzun yaşamlı dev bir yazann incecik uçlu kalemi kurtamuş Notre Dame'ı yıkılmaktan.Hugo'nnn kitabında anlattığı katedralin dnnımu, onanm fermanıyazdınnıs. MİNE G. SAULNIER PARİS — Kendi kendime söz verdim: "Pa- ris'i biç ögrenmeyecegim". Bayılıyonım bu ken- tin içinde kaybolinaya. Bir yumak saçın arasına girince kendini cangılda sanan acemi bit gibi, dünyanın en guzel kentinin kıvnmlan arasında, her sokak yeni bir maceraya açüıyor benim için. Evet, herkes gibi haritalanm, planlanm var elim- de. Ama yönümü bulmamaya ve doğumu batı- mı şaşırmaya, bilinçsiz bir inatla özen göste- riyorum. Paris'le sürekli saklambaç oynamaktayız. Ve hiç büyümemek için mumlar yakıyorum Notre Dame'a. Ozan Anatole France'ın "Bir fil gibi agır ve böcek gibi ince" diye tanımladığı gör- kemli kilise. Notre Dame'a havale edilen dilek- lerin gerçekleşmemesi olası değil. tlk temelleri 1160 yıhnda atılmış bu güzelim anıtın. Isyanlar ve krallar geçmiş içinden. Talan edilmiş, devrim görmuş, yıkık mihrabına Meryem yerine "man- tık tannçası"run adı veril- miş. Sonra aslına dönmUş 1802 yıhnda. 2 Ocak 1804'te ise Napolyon Bo- naparte'ın, imparatorluk tacıru kendi kendine giy- dirmesini seyretmiş 700 yaşındaki temellerinin üs- tünden. Kısacak yaşamlı minicik adamlann büyük- lük meraklanna bakarak epeyce eğlenmiş. Ama ay- nı tarihlerde, hayli yıpran- mış kendisi de. O koca ka- tedralin iskeleti dışında, her şeyi talan edilmiş. So- nunda upuzun yaşamlı, dev bir yazann incecik uç- lu kalemi kurtarmış Notre Dame'ı. Victor Hugo, 1831 yılında "Notre Da- me'ın KambunT'nu yazınca, romanda anlattığı gotik katedralin acıklı durumu 1844 yılında Kral Louis Philippe'in özel bir onanm ferma- nı yazmasına yol açan bir protesto hareketi baş- latrruş. Sonunda iki dâhi mimar Lassos ve Viol- let-Le-Duc, özellikle de bu sonuncusu, Notre Da- me'a yeniden hayat ve bugünkü biçimini vermiştir. Paris'le saklambaç oynuyonız ya, kimi kez kö- rebeyi de deniyoruz. Insan koskoca Notre Da- me Kilisesi'nin önünde kaybolur mu? Olabile- ceğini resmen kanıtladım. İki güzel lstanbullu da tanığım var. Biri sarışın, biri esmer. Sarışını ya- nıma katmışım; esmerine "Notre Dame Kahve- â"nde randevu venrişiz. Sanşın fıstıkla normal metrodan değil, hızlı metro deliğinden çıkıyoruz ve bir kahve ile burun bunına geliyonız: "Not- re Dame Dnrafı Kahvesi". Esmer afetin yaban- New York'tan 'Hindi' nasılTürkiye*oldu?ŞEBNEM ATİYAS NEW YORK — Afrika'dan ve Güney Ame- rika'dan "sölön" ailesinden gelen kuşu Avru- palılar iik kez 15. yy'da Türk gemilerinde gör- düler. O nedenle kuşun Türkiye'den geldiğini sa- mp "turkey" admı verdiler. O gün bugündür ay- nı kuş tngilizcede "turkey" diye bilınıyor. Türk- ler ise bu kuşu "hindi" olarak tamyorlar. Türk- lerin kuşa hindi admı vennelerinin nedeninin ise kuşun "Hindistan"dan geldiğini zannetmeleri ya da Güney Amerika'dan geldiğini bilip Güney Amerika yerülerine verilen ismi bu kuş için kul- lanmalan olduğu sanılıyor. Fransızlar da Türk- ler gibi kuşun Hintle bağlantısı olduğunu sana- rak, ona "dinde" yani "Hindistan'dan" demiş- ler. 15. yy'dan bu yana epey zaman geçmiş, kim- se bu konunun üzerinde durmamış. Ne Hintli- ler, Türklerin onlara "hindi kuşu ülkesi" dedi- ğinden almmışlar ne de Türkler, Ingilizceye da- yalı kültürlerin kendilerine hindi ülkesi demesin- den rahatsız olmuşlar. Fakat 1990'larda Ame- rika'da yaşayan Amerikalı Türkler bu durum- dan çok şikâyetçi. Ara sıra okullarda çocukla- nyla "hindiler" diye alay edildiğini öne sürerek yoğun bir kampanya başlatan Amerikan Türk- leri bu konuda epeyce gurultu çıkarmayı başar- dılar. Kültür ve Turizm Bakanlığı, takvimleri- ne bu yıl "Torkey" yerine "Tarldye" yazdı. Zi- raat Bankası reklamlannda "Türkiye" ifadesi- ni kullanıyor. Amerikan-Turk Deraekleri Fede- rasyonu'nun tanıtma amacıyla düzenlediği bir haftalık programın bütün yazılı metinlerinde "Türkiye" kelimesi kuUaruldı. "Ü" harfı ile yazılan "Tnrkiye"nin Ameri- kalüar açısmdan telaffuzu pek değişik değil. Yine "hindi" olarak telaffuzedilıyor. Başkan Bush'- un eşi Barbara Bush, Turk topluluğundan ge- len mektuplara, bu noktaya dikkat çekerek ce- vap vermiş. Barbara Bush, Amerikan çocukla- nmn Turk çocuklanyla "hindi" diye alay etme- lerinden son derece uzüntü duyduğunu kaydet- tiği cevabında, en kısa zamanda "Tttrkiye"nin nasıl telaffuz edileceğini öğreneceğini ve bu eği- timden sonraki konuşmalannda özellikle doğ- ru telaffuz kullanmaya çahsacağuıa söz vermiş. "Turkey" kelimesinin değiştirümesi konusun- da en çok çaba harcayanlann başında, şu an ken- di kurduğu "TSrkiye Cemiyeti"nin başkanı olan terzi Şevkiye Sun geliyor. Bayan Sun, ilk bakış- ta isimler üzerinde durmasıyla dikkati çekiyor. Sohbete başladığımız sırada hemen soyadıma dikkat edip nereden geldiğini soruyor. 1971'den beri ABD'de yaşayan Sun ailesi sekiz kardeş. Şu an Türkiye Cemiyeti'nde kendisine yardım eden erkek kardeşi Saadettin de telaffuz problemin- den ötürü soyadmı değiştirip "Kaplan" yapmış. Şevkiye Sun bu konuda soru sonılmasından ra- hatsız oluyor. Türk toplumu içinde federasyonla ilgili çekişmelerde "Kaplan" soyadının "Musevi" soyadı izlenimi vermesinden ötürü "çeşitli tehdiüere manız kaldıgını" belirtiyor. "Turkey" kelimesinin "Türkiye" olarak de- ğiştirilmesi konusunda en çok etkilenenlerden bi- ri Hasan Fehmi Güneş olmuş. cılık nedeniyle "durak" fazlalığına aldırmayıp "Notre Dame" ünlemine takılma olasıLğına kar- şı, sanşın fıstığı durakh Notre Dame Kahvesi'- ne nöbetçi bırakıp, gerçek "Notre Dame Kah- vesi"ne doğru yola çıkıyorum... Fazla kahve tutkunu olmadığımdan rrudır ne- dir, dikkat etmemişim: Meğer Notre Dame'ın ye- di dönümluk çevresinde, ulu katedralin tüm uzuvlan ile ilgili bir kahve silsilesi var. Bulusacağımız esmer, çıtu" çıtu- yemek için bir şey gibi görunüyorsa da kırabilirsen yememez- İik etme cinsinden. Randevu saatini yanm saat gecirmişiz. Ben esmerlerden korkanm. Kim yak- mıştı Notre Dame'ın zavallı kamburunun başı- m? Bir Esmeralda değil mi? Hem esmer hem al da gör. Bizi herhangi bir "Notre Dame"lı kah- vede bekleyen gibi bir şey. Çaresiz, Dame'h kah- veler arasında umutsuz bir tınsa kalktık ve "Not- re Dame Alanı", "Notre Dame Kuboesi", "Notre Dame Cümlesi" kahvelerini gözden ge- çirdikten sonra gerçek, öz, sade ve yalnız "Notre Da- me Kahvesi"nde bizim Es- meralda'yı yakaladık. Yü- zünde denileni "harfryen" anlayan insanlann zeki ifadesi ve Paris'te Notre Dame'a karşı oturmanın azıak yayvan gülümseme- siyle soğuk birasım yu- dumluyordu. "Sen otur yerti yerinde " dedim. "Bizim sanşraı ge- tiriyorum!"... Rahvan bir kros ve hafif bir ter atarak "Notre Dame Dnragı " Kahvesi'ne vardık. Bizim sarışın fıstık, yüzünde inançla bekleyenlerin va- kur ifadesi ve Paris'te Notre Dame'a karşı otur- manın azıak yayvan gülümsemesiyle soğuk bi- rasına... "Esmeri bulduk" dedim. "Haydi gi- diyoruz." Normal olarak, Saint Louis adacığı üstünde, Unlü bir "Creperie'ye, "şokolalı krep" yemeye gidiyoruz. Sarışın fıstık, matematik bir soru sordu: "Saint Louis ne tarafta?" Harita üstunde ve normal zamanlarda, Saint Louis adacığı, Notre Dame'ın doğusunda bulu- nur. Ama ben otelde Notre Dame'ın kuzeyinde mi, yoksa güneyinde mi bulunduğumuzu; genel- de ise sağımı ve solumu bilmediğim için tered- dütteyün. Uzunca bir muhakemeden sonra "Bu yanda!" diye kestirip attım. Tanndan umut ke- silmez. "Bu yanda ise" dedi fazlaca zeki sanşın, "sen esmeri getirene kadar, bırak ben biramı bitire- yim!" Descartes'ın ülkesindeyiz. ^^m ^^m ^^m ^ Mantık testere, bizim boyun kıl- dan ince. Rahvan bir tıns ve ha- fif soluk soluğa; gerçek, öz, sa- de ve yalnız "Notre Dame Kahvesine" vardım. "Haydi" dedim, "Saint Louis'ye gidiyo- ruz; sanşını geçerken alacagız." Esmer afet masum gözlerini çok bilmiş lstanbullu gibi açtı: "Ama" dedi, "Saint Louis bu tarafta!" V e hiç büyümemek için mumlar yakıyorum Notre Dame'a. Ozan Anatole France'ın "Bir fil gibi agır ve böcek gibi ince" diye tanımladıgı görkemli kilise. Oracığa yığılmışım. Gözü- mün önünde Notre Dame'ın fu- kara kamburu canlandı. Neydi adı? Nostradamus... Değil. O falcıydı. Balthazar? Hayır. O zenci kralın adı. Giacomo mu idi yoksa? Yok yok, o da yon- tucuydu gaüba. Buldum sonun- da: Zavallı, eciş bücüş "Casi- modo." kim yakmıştı "Caa- modo"nun başım? Bir Esmer-al-da... Daha de- ğil mi? SAYIN DOKTOR VE ECZACILARA Londm'dan Arteryel hipertansiyon tedavisi için yeni beta-bloker 30 tabletlik blister ambalajlarda piyasaya venlmiştir. SERVIER llaç ve Araştırma A Ş Margaret,Paul,Hanve diğerleriKraliçe hazretlerinin başkenti bir şey kaybetmemişti bu yaz canlılığından. En çok televizyondaki Spitting Image (hık demiş burnundan düşmüş) programı formundaydı. RAGIP DURAN LONDRA — Eski kentlere dönmek hep tehlikeli. Kaçınıl- maz olarak "Bizim zamaıumız- da..." muhabbeti çıkıverir du- dak aralanndan. Kraliçe hazret- lerinin başkenti bir şey kaybet- memişti bu yaz canlılığından. En çok televizyondaki Spit- ting Image (hık demiş burnun- dan duşmüş) programı formun- daydı. Garibanım Margaret Thatcber alay konusu olmuş ki vaay... Demir Leydi başbakan- lıktan ayrıldıktan sonra geçim sıkıntısı çektiğini söylemişmiş de mizahçılara gün doğmuş. Kuk- Ialarla günlük ve siyasal hayatı hicveden programda Thatcher, kırmızı ışıkta duran arabaların camlarını siliyor bir sahnede. Bir başkasında ise lokantada gul THATCHER'IN KUKLASI —Kuklalarla günlük yaşamı hicve- den programın en önemli konuklan arasında Thatcher var. satıyor ana muhalefet partisi li- deri Pembe Kinnock'a. Yeni Başbakan John Major'ın adı Demir Dudak. İki kişilik bıyık bırakacak kadar geniş burnuy- la dudaklarının arası. Paul, bizim Paul Simon. VV'embley Arena'da lObin kişi- lik konseri vardı. "Sound of Si- knce"ın unutulmaz adamı. Ya- şı 51 olmuş. Yakından gordüm, çökmüş gibi. Ama sesinde olgun bir sevimlilik. Dinleyicilerin yaş ortalaması 40. Kimi, çiftler ço- cuklannı da getırmiş. "Bak og- lum, dinle kızım, bu adam bi- zim gençiik yülanmızuı yıldıay- dı". "Cecilia"yı reggea ritmiy- le söyledi, "The Boxer"i de Af- rika tamtamlanyla. Yanımdaki genç ruhlu 50'lik kadın, "Still Crazy After All These Years" şarkısında gözlerini sildi. Han, Queensway'ın oradaki Hint-Pakistan lokantası. Lond- ra'nın gastronomik kâbesi. Ta- vuk tikkayla biryaniler nan eş- liğinde baharat caddesinden mi- deye ulaşıyor. An kovanında aşın esmer garsonlar dillerinin altındaki baklayı çıkarmadan konuşuyorlar. Diğerlerine gelince; televiz- yondaki sunucu ve muhabirle- rin saçlan neden bu kadar ça- buk aklaşmış? Leonard Coben hakkındaki yeni cıkan 500 say- falık kitap ile Ian Carr'ın Keith Janett kitabı 300.000 liraya de- ğecek mi? Şakır şukur adam atı- yorlar fabrika ve işyerlerinden. Bir hafta içinde 3 hastane ka- pandı tngiltere'de. Refah devleti elveda diyor İngiliz toplumuna. Londra'daki Türklerle Kürt- ler de i>i. Binlerce selamlan var buralara. Kopenhag'dan Dansözler bölünerekürüyor T?C. ANKARA 12. ASLIYE CEZA MAHKEMESI Esas. 1990/209 Karar 1990-365 ce 3 ay hapıs 20.000 lıra ağır para cezası yerine 4TO.0OO bın lıra agır para cezası ile mahkümiyetine, TCK'nın 402. maddesı gereğınce uç ay sure ile curme vasıta kıldı- ğı meslek sanat ve tıcaretten tatılıne, yedi gun iure ile ışyerinin ka- patılmasına, hukum ozetının gazeıede ılanına karar verıldiğı ılan olu- nur. 29.5.1991 Basın: 282P Gıda maddeleri mzamnamesıne muhalefet, eksik gramajlı ekmek satmak suçundan sanık olup Ankara ili Altındağ ılçesinın Zübeyde- hanım mahallesı nüfusunda kayıtlı olup Ankara'da lskitler Setli So- kak No: 23/4'te ıkâmet eden Osman oğlu 1961 d lu fırıncılık yapan Zafer Unal'a G.M. tOzügunun 309. ve 331/F. mad. delaletıyle TCK'nın 398 ,3506. SK hukuralerı TCK'nın 19. maddeleri geregin- FERRUH Y1LMAZ KOPENHAG — Danimarka'da yeni bir tur enflasyon var şimdi: Dansöz enflasyo- nu. Göbeğim üzerine yemin ederim ki doğ- nı. Çunkü Danimarka'da dansözler bölü- nerek ürüyorlar. Kopenhag'da şimdiden iki tane dansözler derneği var. Bu dernekler pi- yasadaki dansöz tarifelerini belirlemeye ça- lışıyorlar. Dans başına, gece başına ve de yaşgunleri ya da benzeri kutlamalar için ra- yiç behrliyorlar. Piyasayı düşürmemek için üyelerinin bunlara uymasını istiyorlar. Ko- penhag'da 80'lerin başında yeni yeni açıl- maya başlayan Türk ve Arap lokantalan, yemek arası gösteriler için mumla dansöz ararken şimdi "böl-yönet" politikası güde- bilecek duruma geldiler. Bu da doğallıkla göbek dansından yüklü yan gelirler elde eden dansözlerin fıyat kırmalanna yol açı- yor. Işin sırnnı çözen bazılan ise akşam okullannda kurslar vererek dans gösterile- ri düzenleyerek bu konuda kitaplar yazarak bu işten yaşamaya başladılar bile. Profesyonelliği seçen birkaçı dışında kim- ler yok ki dansözlüğu yan meslek edinen: Doktorlar, öğretmenler, mimarlar, çizgi ro- mancılar ve hatta balerinler. Yaşlısı genci, sanşını esmeri, zayıfı şişmanı velhasıl her ' kesim ve görünümden temsilciler var ara- larında. Dansözlerin bir kısmı dansm özellikle vü- cuda hâkim olabilme özelliğini ön plana çı- kanyorlar ve kadınlann özgürleşme müca- delesi sırasmda yitirdikleri feminiteyi geri verdiğini savunuyorlar. Danimarka'daki göbek dansının bu iki ana eğüimi arasında garip ama ilginç bir ay- nm daha var: Birinciler Arap, özellikle de Mısır dansına ağırlık verirken ikinciler da- ha hızlı olan Türk ekolünü daha çok tercih ediyorlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle