Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/10 PAZAR YAZILARI 9 HAZİRAN 1991
Berlin'den
iddetin
hayaletiBulanık durgun suyun kıyısmdan başlayan
yol, bahçe, camekânlı verandanın gizemli
boşluğu, salonun bir köşesinde terk edilmiş
piyano, her şey bilinen bir dünyayı
anımsatıyordu. Her an şiddete dönüşebilecek
ürkütücü bir sessizliği.
NEDtM GÜRSEL
BERLtN — Tahta sıralannda
oturan yolculann konuşmadan,
birbirlerinın yıizüne bile bakma-
dan seyahat ettikleri eski bir
banliyö treniyle ormanın içinden
geçilerek gelinen NVannsee'de-
yim. Son durak Wannsee'de, go-
lün kıyısındaki kırmızı tuğlalı,
kuleli büyük köşkteki odamda
tek başıma. Burası "Lilerarisc-
hen Coll(H|uiuın" denilen yazar-
lar evi. Ama ne yazarlar var or-
talıkta ne de görevliler. Pmar
Kür Berlin'de, Kurfurstendam-
da alışverişte olmalı. Dün gece-
ki okumada öylesine şık, oyle al-
' beniliydi ki! Erdal Öz'le eşi ken-
tin müzelerini, belki de Metro-
polis sergisini dolaşıyorlardır bu
guzel ılkyaz öğlesinde, Orfaan
Pamuk'sa kitapçılan.
Az önce köşkun bahçesindey-
dim. Iskeledeki yolcu gemileri-
ne, gölde suzulen yelkenlilere,
karşı kıyının ağaçlı tepelerine
baktım. Orada, ormanın içinde
yitip gitmiş kuçuk evlerin biti-
mindeki bir yolun ucunda olma-
lıydı Heinrich von Kleist ile
Hcnriette Vogel'in mezarları.
Genç şair 1811 yıbnın bir kasım
giinü özyıkımın eşiğinde, once
sevgilisinın ağzına sonra da ken-
di kalbine doğru ateşlemişti ta-
bancasını. İki sevgili, avlusunu
güz yapraklanrun örttuğu bir
hanın dar odasında son yolcu-
luklarına birlikte çıkmışlardı.
Ne guzel, birlikte! Hâlâ Doğu-
nun sinyalleriyle yanıp sönen te-
levızyon kulesinın göruntusu
Kleist'in intiharıyla bellı bir ay-
kırılık içindeydi. Yine de Doğu-
nun siyasi mtiharını duşundurn.
Bir anda çöken, çökerken de
yok oluşun gırdabında tum siya-
si yöneticileri sürükleyen eski
sistemi. Gölün kıyısında pek
oyalanmadan koşkün maun
kaplı geniş salonuna, oradan da
yukandan vuran ışığın aydınlat-
tıjjj, tahta merdivenlerle ıldnci
kattakı odama çıktım. İki kişi-
lik yatağın ucundaki baikona
açılan cam kapının önünde du-
rup bu arduvaz çatılan, ön bah-
çedeki heybetli ağaçları, ıslak çi-
min üzerindeki buğuyu başka
bir yerde daha görmüş olabıle-
ceğimi duşündum. Öylesine ya-
kın, o denli tanıdıktı ki her şey!
Ne davetli yazarların ne de köşk
yöneticilerinın olmadığı, herke-
sin -temiziikçi kadınların bile-
bir gilnlüğune de olsa bırakıp
gittikleri bu yerde tek başına
kalmarun mdankolisine bırak-
tım kendimi. Evet, bir yerden
anımsıyordum burayı. Daha ön-
ceden gelmiş olamazdım, ama
az önce dolaştığnn bahçe, bula-
nık, durgun suyun kıyısından
başlayan yol, camekânb veran-
danın gizemli boşluğu, salonun
bir köşesinde kendi haline terk
edilmiş piyano, her şey, evet her
şey bildiğim bir dünyayı anım-
satıyordu. Bildiğim ama şu an-
da nereden kaynaklandığını bir
türlu çıkartamadığım, her an
şiddete dönüşebilecek ürkütücü
bir sessizliği. "Şiddet" der de-
mez bir tumce caktı belleğimde:
"Hâlâ şiddetin hayaleti dolaşı-
yor burada." Sahi, "Berlin'de
Sann"nın kahramanı böyle söy-
luyordu. Demir Ödü'nun bu
köşkte bir cinayetle biten roma-
nındaki kahraman. Onun Berlin
kentini anlatırken gerçekte ken-
di geçmişini, sürgün yılları bo-
yunca içine duştüğü derın yal-
nızlıkta daha da depreşen lstan-
bul özlemini dile getirdiğini
anımsadım. Ve kendi ülkesinde
tanık olduğu şiddeti, tutukla-
nan, hapsedilen aydınlan, sen-
dika yöneticileriyle sorguda can
veren gençleri. Yine de Alman-
ya'da yasanmış şiddetin "haya-
let"i başka bfr şeydi. Ne bileyim,
daha üngesel, kultur ağırlıkh bir
şiddettı.
Kurulduğundan bu yana sar-
sıntılar kenti olmuş Berlin. Yı-
kımı, şiddeti, görkem ve çöku-
şü yaşamış.
Paris'ten
Şehirde saklambaç
HUGO'NUN KALEMt — Upuzun yaşamlı dev bir yazann incecik uçlu kalemi kurtamuş Notre
Dame'ı yıkılmaktan.Hugo'nnn kitabında anlattığı katedralin dnnımu, onanm fermanıyazdınnıs.
MİNE G. SAULNIER
PARİS — Kendi kendime söz verdim: "Pa-
ris'i biç ögrenmeyecegim". Bayılıyonım bu ken-
tin içinde kaybolinaya. Bir yumak saçın arasına
girince kendini cangılda sanan acemi bit gibi,
dünyanın en guzel kentinin kıvnmlan arasında,
her sokak yeni bir maceraya açüıyor benim için.
Evet, herkes gibi haritalanm, planlanm var elim-
de. Ama yönümü bulmamaya ve doğumu batı-
mı şaşırmaya, bilinçsiz bir inatla özen göste-
riyorum.
Paris'le sürekli saklambaç oynamaktayız.
Ve hiç büyümemek için mumlar yakıyorum
Notre Dame'a. Ozan Anatole France'ın "Bir fil
gibi agır ve böcek gibi ince" diye tanımladığı gör-
kemli kilise. Notre Dame'a havale edilen dilek-
lerin gerçekleşmemesi olası değil. tlk temelleri
1160 yıhnda atılmış bu güzelim anıtın. Isyanlar
ve krallar geçmiş içinden. Talan edilmiş, devrim
görmuş, yıkık mihrabına Meryem yerine "man-
tık tannçası"run adı veril-
miş. Sonra aslına dönmUş
1802 yıhnda. 2 Ocak
1804'te ise Napolyon Bo-
naparte'ın, imparatorluk
tacıru kendi kendine giy-
dirmesini seyretmiş 700
yaşındaki temellerinin üs-
tünden. Kısacak yaşamlı
minicik adamlann büyük-
lük meraklanna bakarak
epeyce eğlenmiş. Ama ay-
nı tarihlerde, hayli yıpran-
mış kendisi de. O koca ka-
tedralin iskeleti dışında,
her şeyi talan edilmiş. So-
nunda upuzun yaşamlı,
dev bir yazann incecik uç-
lu kalemi kurtarmış Notre
Dame'ı. Victor Hugo, 1831 yılında "Notre Da-
me'ın KambunT'nu yazınca, romanda anlattığı
gotik katedralin acıklı durumu 1844 yılında
Kral Louis Philippe'in özel bir onanm ferma-
nı yazmasına yol açan bir protesto hareketi baş-
latrruş. Sonunda iki dâhi mimar Lassos ve Viol-
let-Le-Duc, özellikle de bu sonuncusu, Notre Da-
me'a yeniden hayat ve bugünkü biçimini vermiştir.
Paris'le saklambaç oynuyonız ya, kimi kez kö-
rebeyi de deniyoruz. Insan koskoca Notre Da-
me Kilisesi'nin önünde kaybolur mu? Olabile-
ceğini resmen kanıtladım. İki güzel lstanbullu da
tanığım var. Biri sarışın, biri esmer. Sarışını ya-
nıma katmışım; esmerine "Notre Dame Kahve-
â"nde randevu venrişiz. Sanşın fıstıkla normal
metrodan değil, hızlı metro deliğinden çıkıyoruz
ve bir kahve ile burun bunına geliyonız: "Not-
re Dame Dnrafı Kahvesi". Esmer afetin yaban-
New York'tan
'Hindi' nasılTürkiye*oldu?ŞEBNEM ATİYAS
NEW YORK — Afrika'dan ve Güney Ame-
rika'dan "sölön" ailesinden gelen kuşu Avru-
palılar iik kez 15. yy'da Türk gemilerinde gör-
düler. O nedenle kuşun Türkiye'den geldiğini sa-
mp "turkey" admı verdiler. O gün bugündür ay-
nı kuş tngilizcede "turkey" diye bilınıyor. Türk-
ler ise bu kuşu "hindi" olarak tamyorlar. Türk-
lerin kuşa hindi admı vennelerinin nedeninin ise
kuşun "Hindistan"dan geldiğini zannetmeleri ya
da Güney Amerika'dan geldiğini bilip Güney
Amerika yerülerine verilen ismi bu kuş için kul-
lanmalan olduğu sanılıyor. Fransızlar da Türk-
ler gibi kuşun Hintle bağlantısı olduğunu sana-
rak, ona "dinde" yani "Hindistan'dan" demiş-
ler.
15. yy'dan bu yana epey zaman geçmiş, kim-
se bu konunun üzerinde durmamış. Ne Hintli-
ler, Türklerin onlara "hindi kuşu ülkesi" dedi-
ğinden almmışlar ne de Türkler, Ingilizceye da-
yalı kültürlerin kendilerine hindi ülkesi demesin-
den rahatsız olmuşlar. Fakat 1990'larda Ame-
rika'da yaşayan Amerikalı Türkler bu durum-
dan çok şikâyetçi. Ara sıra okullarda çocukla-
nyla "hindiler" diye alay edildiğini öne sürerek
yoğun bir kampanya başlatan Amerikan Türk-
leri bu konuda epeyce gurultu çıkarmayı başar-
dılar. Kültür ve Turizm Bakanlığı, takvimleri-
ne bu yıl "Torkey" yerine "Tarldye" yazdı. Zi-
raat Bankası reklamlannda "Türkiye" ifadesi-
ni kullanıyor. Amerikan-Turk Deraekleri Fede-
rasyonu'nun tanıtma amacıyla düzenlediği bir
haftalık programın bütün yazılı metinlerinde
"Türkiye" kelimesi kuUaruldı.
"Ü" harfı ile yazılan "Tnrkiye"nin Ameri-
kalüar açısmdan telaffuzu pek değişik değil. Yine
"hindi" olarak telaffuzedilıyor. Başkan Bush'-
un eşi Barbara Bush, Turk topluluğundan ge-
len mektuplara, bu noktaya dikkat çekerek ce-
vap vermiş. Barbara Bush, Amerikan çocukla-
nmn Turk çocuklanyla "hindi" diye alay etme-
lerinden son derece uzüntü duyduğunu kaydet-
tiği cevabında, en kısa zamanda "Tttrkiye"nin
nasıl telaffuz edileceğini öğreneceğini ve bu eği-
timden sonraki konuşmalannda özellikle doğ-
ru telaffuz kullanmaya çahsacağuıa söz vermiş.
"Turkey" kelimesinin değiştirümesi konusun-
da en çok çaba harcayanlann başında, şu an ken-
di kurduğu "TSrkiye Cemiyeti"nin başkanı olan
terzi Şevkiye Sun geliyor. Bayan Sun, ilk bakış-
ta isimler üzerinde durmasıyla dikkati çekiyor.
Sohbete başladığımız sırada hemen soyadıma
dikkat edip nereden geldiğini soruyor. 1971'den
beri ABD'de yaşayan Sun ailesi sekiz kardeş. Şu
an Türkiye Cemiyeti'nde kendisine yardım eden
erkek kardeşi Saadettin de telaffuz problemin-
den ötürü soyadmı değiştirip "Kaplan" yapmış.
Şevkiye Sun bu konuda soru sonılmasından ra-
hatsız oluyor. Türk toplumu içinde federasyonla
ilgili çekişmelerde "Kaplan" soyadının
"Musevi" soyadı izlenimi vermesinden ötürü
"çeşitli tehdiüere manız kaldıgını" belirtiyor.
"Turkey" kelimesinin "Türkiye" olarak de-
ğiştirilmesi konusunda en çok etkilenenlerden bi-
ri Hasan Fehmi Güneş olmuş.
cılık nedeniyle "durak" fazlalığına aldırmayıp
"Notre Dame" ünlemine takılma olasıLğına kar-
şı, sanşın fıstığı durakh Notre Dame Kahvesi'-
ne nöbetçi bırakıp, gerçek "Notre Dame Kah-
vesi"ne doğru yola çıkıyorum...
Fazla kahve tutkunu olmadığımdan rrudır ne-
dir, dikkat etmemişim: Meğer Notre Dame'ın ye-
di dönümluk çevresinde, ulu katedralin tüm
uzuvlan ile ilgili bir kahve silsilesi var.
Bulusacağımız esmer, çıtu" çıtu- yemek için bir
şey gibi görunüyorsa da kırabilirsen yememez-
İik etme cinsinden. Randevu saatini yanm saat
gecirmişiz. Ben esmerlerden korkanm. Kim yak-
mıştı Notre Dame'ın zavallı kamburunun başı-
m? Bir Esmeralda değil mi? Hem esmer hem al
da gör. Bizi herhangi bir "Notre Dame"lı kah-
vede bekleyen gibi bir şey. Çaresiz, Dame'h kah-
veler arasında umutsuz bir tınsa kalktık ve "Not-
re Dame Alanı", "Notre Dame Kuboesi",
"Notre Dame Cümlesi" kahvelerini gözden ge-
çirdikten sonra gerçek, öz,
sade ve yalnız "Notre Da-
me Kahvesi"nde bizim Es-
meralda'yı yakaladık. Yü-
zünde denileni "harfryen"
anlayan insanlann zeki
ifadesi ve Paris'te Notre
Dame'a karşı oturmanın
azıak yayvan gülümseme-
siyle soğuk birasım yu-
dumluyordu.
"Sen otur yerti yerinde "
dedim. "Bizim sanşraı ge-
tiriyorum!"... Rahvan bir
kros ve hafif bir ter atarak
"Notre Dame Dnragı "
Kahvesi'ne vardık. Bizim
sarışın fıstık, yüzünde
inançla bekleyenlerin va-
kur ifadesi ve Paris'te Notre Dame'a karşı otur-
manın azıak yayvan gülümsemesiyle soğuk bi-
rasına... "Esmeri bulduk" dedim. "Haydi gi-
diyoruz." Normal olarak, Saint Louis adacığı
üstünde, Unlü bir "Creperie'ye, "şokolalı krep"
yemeye gidiyoruz. Sarışın fıstık, matematik bir
soru sordu:
"Saint Louis ne tarafta?"
Harita üstunde ve normal zamanlarda, Saint
Louis adacığı, Notre Dame'ın doğusunda bulu-
nur. Ama ben otelde Notre Dame'ın kuzeyinde
mi, yoksa güneyinde mi bulunduğumuzu; genel-
de ise sağımı ve solumu bilmediğim için tered-
dütteyün. Uzunca bir muhakemeden sonra "Bu
yanda!" diye kestirip attım. Tanndan umut ke-
silmez.
"Bu yanda ise" dedi fazlaca zeki sanşın, "sen
esmeri getirene kadar, bırak ben biramı bitire-
yim!"
Descartes'ın ülkesindeyiz.
^^m
^^m
^^m
^ Mantık testere, bizim boyun kıl-
dan ince. Rahvan bir tıns ve ha-
fif soluk soluğa; gerçek, öz, sa-
de ve yalnız "Notre Dame
Kahvesine" vardım. "Haydi"
dedim, "Saint Louis'ye gidiyo-
ruz; sanşını geçerken alacagız."
Esmer afet masum gözlerini
çok bilmiş lstanbullu gibi açtı:
"Ama" dedi, "Saint Louis bu
tarafta!"
V e hiç
büyümemek için
mumlar yakıyorum
Notre Dame'a.
Ozan Anatole
France'ın "Bir fil
gibi agır ve böcek
gibi ince" diye
tanımladıgı
görkemli kilise.
Oracığa yığılmışım. Gözü-
mün önünde Notre Dame'ın fu-
kara kamburu canlandı. Neydi
adı? Nostradamus... Değil. O
falcıydı. Balthazar? Hayır. O
zenci kralın adı. Giacomo mu
idi yoksa? Yok yok, o da yon-
tucuydu gaüba. Buldum sonun-
da: Zavallı, eciş bücüş "Casi-
modo." kim yakmıştı "Caa-
modo"nun başım?
Bir Esmer-al-da... Daha de-
ğil mi?
SAYIN DOKTOR VE ECZACILARA
Londm'dan
Arteryel hipertansiyon tedavisi için
yeni beta-bloker
30 tabletlik blister ambalajlarda
piyasaya venlmiştir. SERVIER
llaç ve Araştırma A Ş
Margaret,Paul,Hanve diğerleriKraliçe hazretlerinin
başkenti bir şey
kaybetmemişti bu yaz
canlılığından. En çok
televizyondaki Spitting
Image (hık demiş
burnundan düşmüş)
programı
formundaydı.
RAGIP DURAN
LONDRA — Eski kentlere
dönmek hep tehlikeli. Kaçınıl-
maz olarak "Bizim zamaıumız-
da..." muhabbeti çıkıverir du-
dak aralanndan. Kraliçe hazret-
lerinin başkenti bir şey kaybet-
memişti bu yaz canlılığından.
En çok televizyondaki Spit-
ting Image (hık demiş burnun-
dan duşmüş) programı formun-
daydı. Garibanım Margaret
Thatcber alay konusu olmuş ki
vaay... Demir Leydi başbakan-
lıktan ayrıldıktan sonra geçim
sıkıntısı çektiğini söylemişmiş de
mizahçılara gün doğmuş. Kuk-
Ialarla günlük ve siyasal hayatı
hicveden programda Thatcher,
kırmızı ışıkta duran arabaların
camlarını siliyor bir sahnede.
Bir başkasında ise lokantada gul
THATCHER'IN KUKLASI —Kuklalarla günlük yaşamı hicve-
den programın en önemli konuklan arasında Thatcher var.
satıyor ana muhalefet partisi li-
deri Pembe Kinnock'a. Yeni
Başbakan John Major'ın adı
Demir Dudak. İki kişilik bıyık
bırakacak kadar geniş burnuy-
la dudaklarının arası.
Paul, bizim Paul Simon.
VV'embley Arena'da lObin kişi-
lik konseri vardı. "Sound of Si-
knce"ın unutulmaz adamı. Ya-
şı 51 olmuş. Yakından gordüm,
çökmüş gibi. Ama sesinde olgun
bir sevimlilik. Dinleyicilerin yaş
ortalaması 40. Kimi, çiftler ço-
cuklannı da getırmiş. "Bak og-
lum, dinle kızım, bu adam bi-
zim gençiik yülanmızuı yıldıay-
dı". "Cecilia"yı reggea ritmiy-
le söyledi, "The Boxer"i de Af-
rika tamtamlanyla. Yanımdaki
genç ruhlu 50'lik kadın, "Still
Crazy After All These Years"
şarkısında gözlerini sildi.
Han, Queensway'ın oradaki
Hint-Pakistan lokantası. Lond-
ra'nın gastronomik kâbesi. Ta-
vuk tikkayla biryaniler nan eş-
liğinde baharat caddesinden mi-
deye ulaşıyor. An kovanında
aşın esmer garsonlar dillerinin
altındaki baklayı çıkarmadan
konuşuyorlar.
Diğerlerine gelince; televiz-
yondaki sunucu ve muhabirle-
rin saçlan neden bu kadar ça-
buk aklaşmış? Leonard Coben
hakkındaki yeni cıkan 500 say-
falık kitap ile Ian Carr'ın Keith
Janett kitabı 300.000 liraya de-
ğecek mi? Şakır şukur adam atı-
yorlar fabrika ve işyerlerinden.
Bir hafta içinde 3 hastane ka-
pandı tngiltere'de. Refah devleti
elveda diyor İngiliz toplumuna.
Londra'daki Türklerle Kürt-
ler de i>i. Binlerce selamlan var
buralara.
Kopenhag'dan
Dansözler bölünerekürüyor
T?C. ANKARA 12. ASLIYE CEZA MAHKEMESI
Esas. 1990/209 Karar 1990-365
ce 3 ay hapıs 20.000 lıra ağır para cezası yerine 4TO.0OO bın lıra agır
para cezası ile mahkümiyetine,
TCK'nın 402. maddesı gereğınce uç ay sure ile curme vasıta kıldı-
ğı meslek sanat ve tıcaretten tatılıne, yedi gun iure ile ışyerinin ka-
patılmasına, hukum ozetının gazeıede ılanına karar verıldiğı ılan olu-
nur. 29.5.1991 Basın: 282P
Gıda maddeleri mzamnamesıne muhalefet, eksik gramajlı ekmek
satmak suçundan sanık olup Ankara ili Altındağ ılçesinın Zübeyde-
hanım mahallesı nüfusunda kayıtlı olup Ankara'da lskitler Setli So-
kak No: 23/4'te ıkâmet eden Osman oğlu 1961 d lu fırıncılık yapan
Zafer Unal'a G.M. tOzügunun 309. ve 331/F. mad. delaletıyle
TCK'nın 398 ,3506. SK hukuralerı TCK'nın 19. maddeleri geregin-
FERRUH Y1LMAZ
KOPENHAG — Danimarka'da yeni bir
tur enflasyon var şimdi: Dansöz enflasyo-
nu. Göbeğim üzerine yemin ederim ki doğ-
nı. Çunkü Danimarka'da dansözler bölü-
nerek ürüyorlar. Kopenhag'da şimdiden iki
tane dansözler derneği var. Bu dernekler pi-
yasadaki dansöz tarifelerini belirlemeye ça-
lışıyorlar. Dans başına, gece başına ve de
yaşgunleri ya da benzeri kutlamalar için ra-
yiç behrliyorlar. Piyasayı düşürmemek için
üyelerinin bunlara uymasını istiyorlar. Ko-
penhag'da 80'lerin başında yeni yeni açıl-
maya başlayan Türk ve Arap lokantalan,
yemek arası gösteriler için mumla dansöz
ararken şimdi "böl-yönet" politikası güde-
bilecek duruma geldiler. Bu da doğallıkla
göbek dansından yüklü yan gelirler elde
eden dansözlerin fıyat kırmalanna yol açı-
yor. Işin sırnnı çözen bazılan ise akşam
okullannda kurslar vererek dans gösterile-
ri düzenleyerek bu konuda kitaplar yazarak
bu işten yaşamaya başladılar bile.
Profesyonelliği seçen birkaçı dışında kim-
ler yok ki dansözlüğu yan meslek edinen:
Doktorlar, öğretmenler, mimarlar, çizgi ro-
mancılar ve hatta balerinler. Yaşlısı genci,
sanşını esmeri, zayıfı şişmanı velhasıl her '
kesim ve görünümden temsilciler var ara-
larında.
Dansözlerin bir kısmı dansm özellikle vü-
cuda hâkim olabilme özelliğini ön plana çı-
kanyorlar ve kadınlann özgürleşme müca-
delesi sırasmda yitirdikleri feminiteyi geri
verdiğini savunuyorlar.
Danimarka'daki göbek dansının bu iki
ana eğüimi arasında garip ama ilginç bir ay-
nm daha var: Birinciler Arap, özellikle de
Mısır dansına ağırlık verirken ikinciler da-
ha hızlı olan Türk ekolünü daha çok tercih
ediyorlar.