Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/12 PAZARKONUĞU 3 ŞUBAT 1991
SBFSİYASİTARİH ANABİLİMDALIBAŞKANIPROF. ORAL SANDER
Türkiye savaştan zararlıçıkacakKörfez savaşı giderek çoğalan soru işaretleri ile birlikte
uzayıp gidiyor. Savaş sonrası Ortadoğu'da nasıl bir
dengenin kurulacağı, Türkiye'nin bu yeni oluşumda nasıl
bir yer alacağı üzerine çok değişik senaryolar yazılıyor,
fikirler öne sürülüyor.
Eğitim Servisi Şefimiz Gencay Şaylan, Körfez savaşı ve
Ortadoğu'daki yeni dengelerde Türkiye'nin rolü üzerine
SBF Siyasi Tarih Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Oral
Sander ile görüştü.
PAZAR
KONUĞU
fendim ısterseniz bu savaşm esas ça-
tışan iki tarafım Amerika ve Irak'ı ele alalım.
Amerika, taraflardan birinin, koalisyonun li-
deri konumunda ve savaşın esas yükünü taşı-
yor. Amerika önce Güvenlik Konseyi'nden is-
tediği türden kararlar çıkarttı, sonra Körfez ve
bölge ulkelerınden bir koalisyon örgûtledi ve
şimdı savaşa girdi. Amerika neden böyle bir
savaşı göze aldı, sonuçta nereye ulaşmak isti-
yor?
ABD'nin Ortadoğu politikasını öyle hemen
değerlendirmek pek kolay bir iş değildir. Bu
ûlkenin uzun dönemli politikasma bakınca yi-
ne de belli doğrultular göze çarpar. Uluslara-
rası ilişkilerde bir kuram vardır. Her yüzyılda
bir devlet dUnyada başat konumdadır.
Başat devletin tanımı, o devletin dünya de-
nizlerine egemen olması ve dünya ticareti ile
politikasma birinci elden yön vermesi biçimin-
de yapılır. 15. yüzyıldan beri çeşitli devletle-
rin başat devlet konumu aldıklan gösterilebi-
lir. tkinci Dunya Savaşı'ndan sonra başat dev-
let Amerika olmuştur.
Her zaman da başat devlete rakip devletler
çıkar ve onun konumuna meydan okur. Bu-
nun sonucu büyük savaşlar çıkar. Ancak ge-
nellikle bu savaşların sonunda yeni başat dev-
let konumuna gelen, meydan okuyucu devlet
değildir, bir uçüncü güçtur.
Ikinci Dunya Savaşı sonrasmda Amerika,
sadece asken alanda başat devlet olmayı Sov-
yetler ile paylaşmıştır ve 1985 yüında Mosko-
va'da Gorbaçov'un iktidara gelmesinden sonra
Sovyetler'ın askeri alandaki başatlığı da hızlı
bir erozyona uğramış gözükmektedir. Sovyet-
ler bu durumu kendileri de kabul etmiştir.
Işte bu değişmeden sonra ABD, kendi de-
ğerlerini, kendi çıkarlarını dünya üzerinde is-
tediği biçimde gerçekleşürecek konuma gelmiş-
tir ve bu noktada Saddam Hüseyin'in başlat-
tığı kriz patlak vermiştir. Yani bir başka de-
yişle ABD için yeni konumunu ve gücünü de-
neyecegi ciddi bir örnek olay ortaya çıkmıştır.
Dünyaya biçim verme, Ortadoğu'dan başla-
mıştır.
Bana göre 20. yüzyılda, dış politika alanın-
da en başarüı ABD başkanı olan Richard Ni-
xon, daha 1971 yüında, "Bir dünya savaşı çı-
karsa bu Ortadoğu'dan başlar" demişti. Ger-
çekten eğer şımdı ABD, bu bölgeye istediği gibi
bir biçim verebilirse dunyanın diğer yöreleri-
ni çok daha kolay düzenleyebilecektir.
^mKKMPeki Ortadoğu neden böylesine bir çı-
banbaşı? Bölgenin bu özelliğini sadece petrol
zenginliği ile açıklamak mümkün mü?
Evet, hepimiz galiba bunun cevabını biliyo-
ruz, petrol zenginliği. ABD, ama özellikle Ja-
ponya ve Batı Avrupa, Ortadoğu petrolüne ba-
ğımlı. Bugün bağımlı, yann da bağımh olacak
ve bu belki 30-40 yıl böyle sürecek.
Burada önemli olan sadece petrolün kesin-
tisiz akışı değil, aynı zamanda geçmişte yaşa-
nan petrol şoklannın bir daha yaşanmaması.
Dış politikalarda yüce ilkelerden, moral değer-
lerden söz edilir, ama biliyoruz, dış politika-
lara yön veren esas, çıkarlardır.
Bu olaya da ABD, her ne kadar uluslann ba-
ğımsızhğı, zor kullanmayı yok etme gibi mo-
ral değerlerden söz ediyorsa da Körfez buna-
hmına çıkarları için bulaşmıştır. Petrol piya-
sasına yön ve biçim vermek, kendi karan ol-
madan, başka mekanizmalara bağh olarak pet-
rol fiyatlannda ortaya çıkacak dalgalanmala-
n engellemek ABD'nin girişiminin ana moti-
fıni oluşturuyor denebilmektedir.
^^KKMPetrolün önemi çok açık. Ancak pet-
rolün dışında Ortadoğu'nun politik ve etnik
yapısı da sözü edilen sıkıntılan ya da çıban-
başlığım arttınyor denebilir mi?
Tabii. Bir FUistin sorunu var; bunun öne-
mi ve ağırhğı çok açık. Ama başka sorunlar
da var. Arap ülkeleri arasında müthiş bir mü-
cadele ve çekişme var. Bu ülkeler arasında sü-
rekli dostluk ve banş ilişkisi kurulamıyor. Bir
bakıyorsunuz 2 Arap ülkesi gayet dost ve ya-
kın ilişki içinde, ama bir süre sonra birbirleri-
ne keskin bir duşmanhk içinde davranabiliyor-
lar. Bu Arap ülkelerinin genel özelliği ve ör-
neğin şimdi karşüıklı savaşan iki Arap ülkesi-
ni bir süre sonra kol kola görürsek hiç şaşır-
mamamız gerekiyor. Arap ülkelerinde çok çe-
şitli çıkarlar söz konusu, ama "nlnsal çıkar"
kavramı oluşmamış. Kabilelerin, ailelerin, şef-
lerin, diktatörlerin kısa vadeli çıkarları Orta-
doğu politikasma yön veriyor
Eğer modern anlamda bir Arap ulusalcıhğı
gelişebilmiş olsaydı ne bu sorunlar ortaya çı-
kardı ne de FUistin sorunu çözümsüz kaürdı.
Ulusal bilinç gelişmediği için bölge dışandan
gelen etkilere açık, yeterli ve tutarlı cevap ve-
rilemiyor.
Ortadoğu, yapay olarak çizilmiş sınırlara sa-
hip ve meşruiyeti her zaman tartışmalı siyasal
birimlerden oluşuyor. Bu, Fas'tan Irak*a ka-
dar bütün Ortadoğu ülkeleri için geçerli bir de-
ğerlendirmedir. Bu ülkelerdeki iktidarlar, bir
ulusun değil bir ailenin, kişinin ya da grubun
çıkarlarını temsil etmektedirler. Tabii bunun
sonucu olarak mevcut Ortadoğu tablosu ile
karşı karşıya gelinmektedir.
fendim, bunahmla ilgilı olarak bir de
ABD komplosundan söz ediliyor. ABD'nin
Kuveyt'i işgal etmesi için Saddam'a yeşil ışık
yaktığından söz ediliyor. Bağdat'taki büyükel-
çi adeta Saddam 'ı teşvık etti deniyor. Siz bu
değerlendirmeye katılıyor musunuz?
Ben kesinlikle bu görüşe katılmıyorum. Ol-
dum olası böyle birtakım merkezlerden yön-
lendirüen şeytanca senaryo kuramlannın tarih-
te hak etmedikleri bir yere sahip olduklannı
düşünüyorum. II. Dünya Savaşı'ndan sonra
300'e yakın bölgesel savaş çıktı. Elbet birta-
kım merkezlenn başlattıklan gelişmelerden söz
edilebilir, ama bir kadiri mutlak güç vardır ve
her şeyi perde arkasından o yönlendirir görü-
şüne katılmam mümkün değildir. Böyle düşün-
mek de bize hiçbir şey katmaz, bir şey kazan-
dınnaz.
Bakm, Körfez bunahmı ile ABD, Sovyet-
ler'e cebinden yapacağı yardunı petrol fiyat-
lannı arttırarak sağladı da deniyor. Bu ve ben-
zeri tezler kısmen doğru da olabilir. Bir büyük
haberalma örgütü bir kova suyu bir dağın te-
pesinde boşaltabılir, ama o su bir kere boşal-
dı mı aşağıya doğru nasıl akıp gideceğini, hangj
yanklara gireceğini belirleyemez. Tabii tarih-
te bilinmeyen güçler yok, birtakım insanlar bir
yerlerde kararlar alıyorlar ve bütün tarih bu-
na göre biçimleniyor.
UKK^MÎsterseniz biraz da öbür tarafa baka-
lım. Siz, Saddam 'ın politikasını nasıl değerlen-
diriyorsunuz, acaba girişiminde şu ya da bu öl-
çüde haklüık payı vardır denebilir mi?
Saddam iktidara geldiği günden beri Ku-
veyt'in Irak'ın bir parçası olduğunu iddia edi-
yor. Bu, Irak'ın bilinen, eski iddiası. Ama bu
meşruiyeti çok tartışmalı bir iddia.
Bugün dünyada 170 ülke var. Bunların he-
men hemen hepsinin şu ya da bu toprak par-
çası Üzerinde şu ya da bu ölçüde makul iddia-
lan olabilir. Eğer bu iddialar kuvvet kullanı-
larak gerçekleştirilmeye çahşıhrsa iş çığnndan
çıkar, dünya yaşanmaz hale gelir.
Aynca dünya üzerinde Irak diye bir devle-
tin ancak 1918'den sonra tarih sahnesine cık-
S A N D E R
Prof. Dr. Oral Sander 1940 yüında Ankara'da
doğdu. llk ve ortaöğrenimmi tamamladıktan
sonra Ankara Üniversitesı Siyasal Bilgiler
Fakültesi'ne girdi. 1964 yılında bu fakultenin
siyasi şubesinden mezun oldu. Aynı öğretim
kurumunda asıstan olarak çalışmaya başlayan
Sander, 1968 yılında doktorasını tamamladt,
1975 yılında doçent oldu. 1988 yılında
profesorlüğe yukseltılen Oral Sander, halen
Styasai Bilgiler Fakultesi Siyasi Tarih Ana
Bılim Dalı Başkanı olarak görev yapıyor.
1969-71 yıllan arasında Harvard
Üniversitesi'nde doktora sonrası çaltşmalar
yapan Prof. Sander, 1980-83 yıllan arasında
da Seattle'daki Washington Üniversitesi'nde
misafır öğretim üyesi olarak dersler verdl
Prof. Sander'in diplomasi tarihi ile ilgili çok
sayıda kitabu yerlı ve yabancı akademik
mecmualarda yayımlanmış makaleleri
bulunuyor.
kan gelişmeler diğerini de etkilemektedir.
Bu iki statüko iç içe girmiştir, yani Türki-
ye, sadece Ortadoğu'ya bakıp oradaki gelişme-
lere göre tavır alamaz. Ortadoğu ile ilgili ka-
rar ve tercihleri Batı statükosunu etkiler. Ay-
nı şekilde Yunanistan ya da Bulgaristan ile iliş-
kileri de Doğu statükosunu etkiler. Bu zengin
bir tarihsel mirası olan ince ve duyarlı bir dış
politikayı zorunlu kümaktadır.
mmmmtSiz 9 Ağustos 199p günü bu politika-
nın yani geleneksel çizginin radikal bir biçim-
de değiştiğini mi söylüyorsunuz?
Evet. Krizin başında geleneksel politika ege-
men gözuküyordu. örneğin petrol boru hattı-
nın, Suudi Arabistan'ın kendi ulkesinden ge-
çen petrol boru hattım keseceğini ilan etmesin-
den sonra kesilmesi gündeme gelmişti, ama o
arada ne olduysa oldu ve birden köklü bir de-
ğişiklik ile karşılaştık.
Bu değişikliği şöyle açıklamak mümkün gi-
bime geliyor. Bir kere su sorunu çok önemli
ve herhalde savaşın ekolojik etkileri de hesa-
ba katüınca Türkiye'nin suyunun önemi çok
daha fazla arttı. Saddam, haziran ayında su
sorunu nedeni ile Türkiye'ye karşı tam düş-
manca bir çıkış yaptı, diğer Arap ülkelerini de
Türkiye aleyhine kışkırttı. Irak, menzili içine
Türkiye'nin büyük merkezlerinin de girdiği ye-
ni füzeler geliştirmeye girişti.
Bir de Kürt sorunu gündeme geldi. Saddam,
1984 tarihli Türk-Irak protokolünü de ortadan
kaldırdı ve PKK'ya melce tanımaya başladı.
Bence bunlar Türkiye'nin geleneksel Ortado-
ğu politıkasınm değişmesinde etküi oldu. Ama
tabii esas soru, Türkiye'nin yeni Ortadoğu po-
litikası ile gerçekleştirmek istediği hedeflerin,
yani beklentilerinin ne olduğudur.
mmm^Türkiye'nin beklentileri ve amaçları
herhalde savaş sonu senaryolan ışığında değer-
lendirilmelidir. Türkiye, savaş koşullan için-
de birtakım beklentilerle yeni bir politika be-
nimsemiştir. O halde önce savaş sonrası senar-
yolan tartışmak gerekmektedir. Siz savaş son-
rası için ne tür senaryoların geçerli olabılece-
ğini düşiinüyorsunuz?
Savaş sonrasında eski statükoya dönülme-
sini en büyük olasılık olarak görüyorum. Çün-
kü savaşan taraflann özellikle koalisyonun çı-
karlan statükodan yana. Ancak her şeyin yi-
ne de 16 Ocak 1991'deki gibi olmasını bekle-
mek gerçekçi bir değerlendirme olmayacaktır.
Büyük güçlerin çıkan statükoya dönüştür,
Prof. Oral Sander, Körfez savaşına Oişkin görüşlerini anlabrken Türkiye'nin dış poUtikaanda "köklB bir defjşim" vaşand*nı beürtiyor.
tığını unutmamak gerek. Irak yönetimi şimdi
1913 tarihli Osmanlı-lngüiz Anlaşması'na gön-
derme yapıyor. Bu anlaşma ile Osmanlı dev-
leti, tngiltere'ye Irak vilayetinin Kuveyt böl-
gesinde bazı ticari ayncalıklar tamyordı-. Bu-
na dayanarak Kuveyt'in Irak'a ait olduğunun
meşruiyeti savunulabilir mi?
Söz konusu anlaşma Osmanlı Meclisi Me-
busanı'ndan ve Avam Kamarası'ndan geçmiş-
rir, yani hukuki gecerüliği çok kuşkuludur. Bu
bakımdan Saddam'ın Kuveyt ile ilgili iddiala-
n ilk bakışta bir hakhlık payı taşır gözükse de
gerçekten meşru ve hakh bir durum yoktur.
Saddam, Irak'ı bölgenin en güçlü ülkesi ve
ürkiye için diğer kötü
olasılık da Irak'ın
parçalanmasıdır. Irak
toprakları üzerinde birtakım
yeni devletçiklerin kurulması
Türkiye'nin yetmiş yıldır gözü
gibi baktığı statükonun
bozulmasıdır ve bu durum
uzun vadede kimsenin yaranna
değildir. Bölgesel yeni süper
güçler doğabilir. Bu durumda
Iran ve Suriye'yi, kim
tutacaktır?
Arap birleşmesinin lideri yapmak istemiştir.
Biliyorsunuz, Arap birliği BAAS ideolojisinin
en temel ilkelerinden biridir. Ashnda son bir
aya kadar Saddam'ın oldukça akılcı bir poli-
tika izlediği söylenebilır. Ancak bütün dünya
kamuoyunun, Birleşmiş Milletler'in böylesine
kararh bir biçimde kendisine karşı çıkacağını
hesaplayamamıştır. Arap dünyasının güçlü ül-
keleri olan Mısır ve Suriye'nin ABD ile yan ya-
na gelebileceğini kestirememiştir.
Sonuç olarak son 1 ay içinde gerçek dünya-
dan koptuğunu, bütün gerçeklik duygulannı
yitirdiğini söyleyebilirim. Batı kamuoyunda
ileri sürüldüğünün aksine akılsız bir adam de-
ğildir, ama büyük bir hesap hatası yaptığı or-
tadadır. Hitler ile karşılaştınüyor. Bu tür ko-
laycı ve önyargdı tarihsel benzetmelerin çok
anlamlı olmadığını düşünüyorum.
Ama nasıl Hitler Staüngrad savaşmdan son-
ra gerçeklik duygusunu yitirdiyse Saddam'ın
da son bir ay içinde gerçeklikten koptuğu ileri
surülebUir. Tabii bir başka alternatifi, Sad-
dam'ın tarihe bir Arap kahramaru olarak geç-
me arzusu ile davrandığını duşünebiliriz.
Belki 10 ya da 20 yıl sonra Araplar arasın-
da bir efsane olmayı umuyor. Bence Saddam,
ne çok akılh ve şeytani zekâya sahip bir kişi
ne de iç sıkıntılan bastırmak için dış macera-
ya giren bir kumarbaz. Güçlü ve zayıf taraf-
lan olan bir Ortadoğu önderi.
^HHH7Hfltr;>e bu kriz karşısında nasıl bir
politika izledi? örneğin krizin başında en yet-
kili ağızlar harita değişiminden, Kerkük ve
Musul'dan söz etti. Sonra ağız değişti ve Irak'-
ın toprak bütünlüğü savunulmaya başlandı.
Siz Türkiye'nin izlediği politikayı nasıl değer-
lendiriyorsunuz?
Izin verirseniz Türkiye'nin kriz politikasma
tarihçi olduğum için bir parça mesleki defor-
masyonla yaklaşıp geçmişten gelen bir çizgi
içinde bakmak istiyorum.
Türkiye, 1923'ten beri Ortadoğu politikasm-
da kendisi ile Araplar arasına güvenli bir me-
safe koymuştur. Araplar arası çatışmalann dı-
şınde kalmak için büyük özen gösterilmiştir.
Bu Türkiye'nin geleneksel Ortadoğu politika-
sı olarak tanımlanabilir. Olaylara kanşmama
fakat yakından ve yukandan izleme Türkiye'-
nin esas çizgisi olmuştur.
Bu politikanın 9 Ağustos 1990 tarihine ka-
dar Dışişleri'nce planlanıp hükümetlerce yü-
rütüldüğü söylenebüir. Türkiye neden böyle bir
tercıh yapmıştır?
Efendim Türkiye'nin dış politikasında iki
belirleyici statüko vardır: Doğu statükosu ve
Batı statükosu.
Doğu statükosu 1700'lerden beri oluşagel-
mektedir, askeri, ekonomik, siyasi ve kültü-
rel boyutları vardır. Batı statükosu ise Lozan
ve Montrö anlaşmalan, 1947 Paris Sözleşme-
si ile belirlenen statükodur. Bu ikisi de son de-
rece hassas statükolardır ve birinde ortaya.çı-
ama öyle bir deprem olmuştur ki savaş sonra-
sında bölge, artık o eski bölge olamayacaktır.
Bu konuda Türkiye'de yapılan yorumlara ka-
tüıyorum, ama oldukça da kötümserim. Bu
belki de dış politikada tutucu olmamdan kay-
naklanıyor. Savaş nasıl biterse bitsin, hangi se-
naryo gerçekleşirse gerçekleşsin bu Türkiye'-
nin zaranna olacaktır.
Çünkü Türkiye'nin yaranna olacak tek se-
naryo savaş öncesi statükoya dönüştür. Türk-
iye'nin Ortadoğu'daki rolü, Ortadoğu değiş-
kenleri tarafından değil Avrupa sabiteleri ta-
rafından belirlenir. Türkiye ne yaparsa yapsın,
s,'avaş sonrası bölgede dörtlü
bir aks kurulabilir. Riyad da
Ankara-Tel Aviv-Kahire
eksenine katılabilir. Ama bu
tür çözümler uzun vadeli
olmuyor ve karşı güçlerin
oluşmasma yol açıyor. Bence
savaş sonrasında Türkiye için
en önemli olanaklardan biri
AGÎKdüşünceve
uygulamasım Ortadoğu'ya
taşımak, bir Ortadoğu AGİK'i
için girişimde bulunmaktır.
örneğin Incirlik'i Amerikalılara kullandırma-
sın ya da Irak'ın yamnda yer alsın yine de
Türkiye'nin rolü etkilenmeyecektir. Çünkü Or-
tadoğu'nun da sabiteleri vardır. Nedir bunlar?
Ortadoğu esas olarak Araptır ve ileride ger-
çekleşecek bir Arap birliği içinde Türkiye'nin
rolü yoktur. Diğer bir sabite de Islamiyettir.
Türkiye, toplum ve devlet olarak laik kaldık-
ça yine bir îslam bütünleşmesi içinde yer al-
mayacaktır. Bunlar, Türkiye'nin Türkiye ola-
rak kalma koşullandır. Türkiye'nin Ortado-
ğu sabitelerinden medet ummasını anlamak
mümkün değildir.
i bu durumda size göre Türkiye'-
nin Ortadoğu'da etkin birpolitika izlemesiola-
nağı yok mudur?
Hayır, onu demek istemiyorum. Türkiye,
Ortadoğu'da çok önemli ve etkin bir rol oy-
nayabilir. Bunu gerçekleştirmenin yolu Avru-
pa değişkenleri çercevesinde Ortadoğu'ya yak-
laşmaktır. Yani Türkiye, Avrupa ile bütünleş-
mek ve Avrupa'nın desteğini arkasına almak
koşulu ile Ortadoğu'da çok etkin olabilir.
Bunun için öncelikle içeride demokratikleş-
mek sonra demokrasi temel insan hakları gibi
kurumlan Ortadoğu'da ittirmek, bunlara sa-
hip çıkarak politika yapmak gerekir. Bu bo-
yut üzerinde izlenecek politikalar için hiç Kör-
fez savaşı ile vakit yitirmemek durumundayız.
Genişlemiş ve genişleyen, hatta yeni kuru-
lan Avrupa ile bütünleşmeden Türkiye, Orta-
doğu'da bir ağırlık elde edemez. Ama sözünü
ettiğim Avrupa değişkenleri üzerinde oynarsa
Türkiye'nin Ortadoğu politikası başanh bir
yörüngeye oturacaktır. İnsan haklanna, de-
mokrasiye sahip çıkan bir Türkiye, tum Orta-
doğu ülkelerinin saygınlığını kazanacak, bu ül-
keler Türkiye'nin işbirliğini arayacaktır.
•••••reArror senaryolara dönersek, neler
olabilir ve bunlardan Türkiye nasıl etkilenir?
Bir olasılık savaşı Irak'ın kazanmasıdır. Bu
çok zayıf bir olasılıktır, ama bir olasıhktır ni-
hayet. Bu tabii Türkiye'nin çok zaranna ola-
cak bir sonuçtur. Bölgede, Türkiye'ye de düş-
man yeni bir süper güç doğuyor demektir. An-
cak esas beklenen Irak'ın yenilmesi ve Kuveyt'-
ten çıkmasıdır. Eğer Iraİc toprak butünluğü-
nü koruyarak Kuveyt'ten çekilirse bu Türki-
ye için en iyi olasıhktır.
•^••Kavaf sonrası senaryolar çeşitli olası-
lıklan akla getiriyor. Ancak bir de içinde bu-
lunduğumuz durum var. Toprak bütünlüğü-
nü korumuş ya da parçalanmış Irak senaryo-
lan Türkiye için ne tur olanaklan gündeme ge-
tırebilir?
Türkiye, tarihsel birikimi ile ağırhğı ve po-
tansiyeli ile Ortadoğu'da ortaya çıkacak yeni
dengeler içinde de söz sahibi olabilır, bölge-
nin kanserojen sorunlarına çözüm getirebilir.
Bir defa su sorunu vardır. Savaş sonrası, bir
de ağır ekolojik sorunlar ile karşı karşıya ka-
lan bölge için Türkiye Fırat ve Dicle sularmm
kullan;mı açısından önemli katkılar sağlaya-
bilir. ABD, belki bir süre Kuveyt'te kalacak,
ama sonra gidecektir. Giderken de bölgede bir
O.Ttadoğu'da büyük güçlerin
çıkarı statükoya dönüktür.
Ancak öyle bir deprem oldu ki
bölge artık eski bölge
olmayacak. Ben bu konuda
kötümserim. Savaş nasıl biterse
bitsin, hangi senaryo
gerçekleşirse gerçekleşsin, bu
Türkiye'nin zaranna olacak.
Çünkü Türkiye'nin yararına
olacak tek senaryo savaş öncesi
statükoya dönüştür.
güvenlik sistemi bırakmak isteyecektir. Türk-
iye bu güvenlik sisteminde de yer alabilir. Ta-
bii geçmişte CENTO gibi olumsuz ve işleme-
yen bir deney var, bu bakımdan bir güvenlik
sistemi oluşturulurken çok dikkatli davranmak
gerekecektir.
• • • • Tabii bu noktada akla hemen bir şey
geliyor. ABD, çok uzun bir süre Ortadoğu için
Ankara-TelAviv-Kahire aksını kurdurmak is-
tedi ve Camp David ile Tel Aviv-Kahire aksı
kuruldu. Acaba şimdi üçlü aks yine gündeme
gelecek mi?
Bu çok yüksek olasıhklardan biridir. Hatta
bir üçlü değil, dörtlü aks kurulabilir. Riyad da
Ankara-Tel Aviv-Kahire eksenine katılabilir.
Ama bu tür çözümler uzun vadeli olmuyor ve
karşı güçlerin oluşmasına yol açıyor. Bence sa-
vaş sonrasında Türkiye için en önemli olanak-
lardan biri AGİK düşünce ve uygulamasım Or-
tadoğu'ya taşımak; bir Ortadoğu AGlK'i için
girişimde bulunmakür. Tabii böyle bir politi-
ka için Türkiye, krizin başından beri ABD'ye
değil daha çok Avrupa'ya duyarlı davranma-
lıydı.
İ^^B^BSiz krize ilişik olarak Avrupa ile ABD
politikaları arasında birfarklıhk olduğunu mû
düşünüyorsunuz?
Evet bir farklılık var hem de çok önemli bir
farklıhk var. Avrupa, Ortadoğu petrolüne ba-
ğımlı ve bu petrolü, yani akışını, fiyatını kim
belirleyecek gibi sorulara karşı Avrupa çok du-
yarlı. Bu fark şimdi çok açık bir biçimde ifa-
de edilmeyebilir, ama bakın ABD'ye politika
olarak en yakın Avrupa ülkesi olan Ingiltere
bile farkh bir politika izhyor ve farklı politi-
ka izlediğini vurguluyor.
Türkiye ve Ortadoğu petrolünü kullanıyor
ve 1980 sonrası dünyada Türkiye'nin yeri Av-
rupa ile bütünleşmekten geçiyor. Yani önce
Balkanlar'da sonra Doğu Avrupa'da işbirliği
ve bütünleşme. Bu durumda Türkiye'nin Or-
tadoğu'da oynayacağı bir askeri rol yoktur de-
nebilir. Ortadoğu politikası çok muğlaktır ve
değişkendir. Bu ortamda askeri rol oynama-
ya kalkmak irasyonel bir işe sıvanmak demek-
tir. Çünkü bölgede kişisel hırslar, cıkarlar, aile
ya da kabile bağları belirleyici rol oynamak-
tadır. Aynca herkes banş masasma oturup bir
pay kapmaktan söz ediyor. Acaba Potsdam ya
da Yalta gibi bir banş masası olacak mıdır,
yoksa Kore'de olduğu gibi ateşkesten sonra iş
sürüncemede mi kalacaktır? Kimse halen bu-
nun cevabını verememektedir ve bu cevabı ver-
mek hiç kolay değildir.