13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 25 ŞUBAT 1991 Hangimiz Asyalı? Doğulular dışında kalan bteler, Orta Asya'dan mı geldik? Tarih ve bilim şöyle dursun, beş dakikalık bir düşünme, bunun böyle olmadığını insana anımsatır. Anadolu, 200 yılhk Amerika değil ki, yerlisi Kızüderili olsun da, Avrupahlar onun üstüne eklensin. Burası, bir uluslar harmanı olmuş. 8 bin yü; dile kolay. Bilinen tarihte, her topluluk, öncekine katılmış. ÇELtK GÜLERSOY Yazıya ne başhk koymak gerektiği, beni doğnısu içeriğinden fazla uğraştırdı. Çünkü bugün söze konu edecegim iddia, o kadar sivri ve alışılmanuş dozda ki, buna klasik bir baş- bk, aslında hafif kahyor ve "Laf al da pazara sat!" türünden bir ifade istiyor. Ama bir yan- dan, bu yaşa kadar sürdürebildiğim kendi ter- biyemi göz onünde bulundurdum, obür yan- dan da halkımızın geleneksel tepkisizliğitü anımsadım. Bu başlıkla yetiniyorum. Geçenlerde Meclis'te Doğulu bir milletve- kilinin ettiği lakırdıyı yazıma konu edeceğim: "Biz Kürtler asıl Anadoluluyuz, siz Türkler, sonradan Ona Asya'dan geldiniz!" Acaba böyle bir duruma kendisi de gerçek- ten inaruyor mu, yoksa günün yazık ki geliş- me halinde bir politikasının gereği olarak mı söylüyor? Ben politika yapıyor diyeceğim, ama şu "Orta Asya'dan gelme", yakın tarihi- mizde o kadar baştacı edilen bir tez olmuştur ki, belki de bu sayın milletvekili de inanmış olarak konuşuyordur. Onun için, yanılgı ve "aşın uç"luluk, sade bu Kürtçülük tezinde de- ğil, ondan daha eski tarihli olan "Türk ırkçılığı" ideolojinde de yatar. Az sonra bu noktaya değineceğim. Önce şu Asya'dan gel- me konusunu ele alalım. Doğulular dışında kalan bizler, Orta Asya'- dan mı geldik? Tarih ve bilim şöyle dursun, beş dakikalık bir düşünme, bunun böyle ol- madığmı insana anımsatır. Anadolu, 200 yılhk Amerika değil ki, yer- lisi Kızılderili olsun da, Avrupahlar onun üs- tüne eklensin. Burası, bir uluslar harmanı ol- muş. 8 bin yıl; dile kolay. Bilinen tarihte, her topluluk, öncekine katılmış. Önce, bu toprakların eskil (antik) bir nü- fusu yok mu? Birbiriyle az bağlantılı bölge- lerde yerleşen Hatti'lerden bu yana, adları bi- linen bütün gruplar bu kategoriye girer: Frik- yalüar, Urartu'lar, Likyalüar, Lidyablar, Pam- fılyablar... sayın sayabildiğiniz kadar! Tarih, bunlann kurdukları devletlerin ve uygarhkla- nn birer redenle yıkıldığını yazıyor, ama bu halklann başka yerlere, yani Küçük Asya dı- şına göç ettiklerini yazmıyor. Tersine, her top- luluk, daha sonraki işgallerin ve kuruluşların yönetimine girmiş ve onunla karışmış. Italyan çizmesinden doğup yayılan Roma, burayı ele geçirdiğinde, Küçük Asya halkları Romalı ol- du. O imparatorluk Bizans'a dönüşünce, in- sanlar Bizansh sayıldı, sonra Selçuklulaştı, sonra da Osmanhlaştılar. Bu eskil insan hamurunun dışında, göçler de var. Doğu-Batı arasında coğrafi olarak bir köprü durumunda olan Anadolu, bin yıl bo- yunca, tam ayak altında kaldı. Çeşitli kavim- ler gelip geçerken, bir kısmı yerleşti ya da ge- ri dönmedi. Başta da, Moğollar gelir. Bugün Kırşehir'in ortasında bir Caca Bey Camii var. Anadolu'yu bir sel gibi kaplayan Moğol or- dularından "Kara Tatarlar" boyunun bir be- yidir bu Caca. Cumhuriyet dönemimizde ar- tan bir "Ona Asyahhk" bilinci ile birçok aj- le, çocuğuna, birer Moğol adı olan Cengiz ve Timuçin gibi adlan Türk adı sanarak koymuş- tur. Kimse Caca adına iltifat etmedi! Oysa öbürküler ne kadar Türkse, o da o kadar. Küçük Asya işgallerinde Haçlılar bile var. Goller orduları, Bolu civanna yeTİeşti. Çok sonra, II. Mahmut zamanı olaylannda, Kü- tahya'ya kadar ilerleyen Mehmet Ali Paşa or- dusundan Mısır fellahları, Çukurova'yı beğe- nip kaldılar ve oraya pamuk ekimini Öğretti- ler. I. Cihan Savaşı sonrası işgallerinde Fran- sız ordusu ile gelen Kuzey Afrikalılardan bîle Güneydoğu'ya yerleşen kalabalıklar vardır. Yeniçerilik olgusu Bunlann dışında, bir de yeniçerilik olgusu var. Anadolu'nun nüfus harmaruna, sade o ye- ter! Şundan dolayı: Tarihte hiç bir devlet, or- dusunu başka uluslann çocuklanndan kurma- mıştır. Ücretle asker tutmuş, işi bitince yolla- mıştır. Sadece Osmanhlar, hem büyük çapta hem de yakın tarihlere kadar, ordusunun pi- yade bölümünü, "devşirdiği" çocuklardan kurmuştur. Hırvattan Ermeniye kadar birçok ulus bu sisteme -zorla- insan kattı. Ne oldu o milyonlarca erkeğin "zürriyet"i? Osmanlı ol- dular, kendilerinden önceki nüfusa karıştılar ve günümüze kadar eriştiler. Bu gerçekler kar- şısında, günümuz Türkiyesi'nin halkı, tam bir bileşim ve karışımdır. Her ulus, tarihsel koşullann bir birikimidir. Saf kan, hiç bir yerde yok. Ama arada derece farklan var. Ayak altında kalmayan, kıyı kö- şe ülkeleri vatan tutmuş olanlar, önemli bir oranda kendi ılk kökenlerini korumuşlardır. Irktan hiç söz edemeyecek bir diyar varsa, o da bizim taraflarda. Antik dunya, kaynak birliği içinde, birtakım dil ve töre aynlıklarına dayanarak, on binler- ce aşirete ve topluluğa bölünmüş durumda ya- şıyordu. Son birkaç yüzyıhn ekonomik ve de kültürel gelişmeleri, bu parçalanmış dünyayı bir oranda yapıştırmıştı. İki yıldır sosyalizmin çökmeye başlaması, her yerde insanlann için- deki eski dürtüleri uyandırıyor. Yeni bir eko- nomik politika da bunu kışkırtmakta, anla- şılan, yarar buluyor. Ama bölünmenin sonu mu var? Nereye varacak bunca ufalanma? Bö- lünmelerin kimilerinin, Yugoslavya'da olduğu gibi, daha çok ekonomik nedenlere, yani "si- zin yükünüzü biz gelişmişler niye taşıyahm" cinsinden gerekçelere dayandınldığı görülüyor. Kimileri, Baltık cumhuriyetindekiler türün- den, daha çok kültürel. Bunlann içinde en tu- tarsız olanı ise "biz burahyız, siz Orta Asya- dan geldiniz!" türünden bir laf olur. Böyle bir tez, ancak politik amaçlı bir la- kırdı olabilir, ama hem sosyolojik olarak bi- lime, hem de akla aykırı, yani bir saçmahk. Fakat bunun yanında bir başka saçmahk, ye- ni ayrılıkçıların tam karşısmda yer alan, eski "Türk ırkçılarının" "saf kan" iddialarıydı. Kürtçülük akımına, biraz da çok işlenen bu inanç yol actı. II. Meşrutiyet'ten bu yana -gerçekten Orta Asya'dan gelen, ama bu geziyi çok eskilerde değil, bu yüzyıhn başında yapan- bir grup ide- oloğun getirdiği ve Hitler'in azgınlık yıllan olan 1940'lann başında doruğa çıkan bir akım, biz Anadolu Turklerinin Orta Asya ko- kenli olduğu inanışını epeyce yaygmlaştırmış- tır. Bu ideolojinin iler-tutar yani yoktu. Bu- nu zamanla kendileri de anlamış olmah ki, 1960'lardan itibaren ırkçılanmız, İslam din- cileri ile birleşmiş bulunuyor. Ama bu nikâh- ta, artık herhalde saf kan masallarını tümuy- le unutmaları gerekir. Çünkü din, "Kelime-i Şahadet" getiren yani ateşe tapandan, çinge- neye kadar her cins insanı bağrına basar. Saf kan masah böyle din'i kabul etmekle, rafa kal- kar! Aynı kural, Türk ırkçıları için olduğu ka- dar, şimdi Kürtçülük etmeye kalkanlar için de geçerlidir. Bu topraklarda, su ile zeytinyağı gi- bi, (iki-üç, her ne ise), ayrı unsurlar yaşamı- yor. Yukanda kısaca özetlediğim gibi, 3-5 bin yılda oluşmuş ve kanşmış bir alaşım yaşıyor. Bu nüfusun ortak yanıru, cumhuriyetimizi ku- ran büyük adam belirtmiş ve formüle etmiş- tir. Baslarda "muhtaç olduğumuz kudreti da- marlarımızdaki asil kanda aramak gerektiğini" söyleyen lider, zamanla, yeni dev- letini sağlam temellere oturttukça, kültur ve barış zeminlerini bulmuş ve asıl ölümsüz il- kelerini saptamış ve sistemleştirmiştir. Onun yeterince ve birçok kez belirttiği gibi, bu mil- leti, dört dörtluk ve tam ortak bir kültür ile ortak ve uzun bir geçmiş ve som bir ulku amaç üçlüsü birleştiriyor. Ortak kültürü ve geçmi- şimizi, biliyoruz. Banş-tiretim-sevgi Ülkü ve amaç ise yine uç tane ve yanyana giden yollardır: Banş, üretim ve sevgi... Bu yollann dışında, sadece bize değil, dün- yada her ulusa gerekli olan iki ana temel or- tadan kaybolur: "Mutluluk ve sağlık". Onla- rın yerini sadece, birlikleri bozup, aynhkları ve çözülmeleri kışkırtan dış guçlerin hesapla- n ile acı, kan ve gözyaşı alır. Bunu herkesin bilmesinde sayısız yararlar var. Peki, bu tanılann (teşhis) ötesinde, "iş" ola- rak neler yaptık? Ortak kültürü daha da pe- kiştirme, üretim gibi iki ana konuda gerçek- leştirilen eserler neler? Aynhkçılar bunlan so- rabilir. Bu konuda dunım açık: Elde fazla bir şey yok. Ama bence bunun gunahı Ahmet'in, Meh- met'in değil, yapmayan ve susan olmak üzere herkesindir. Sonra, bir hedefi bilmek, ona doğru yurümek kadar, hatta daha da önemli- dir. Önce, bir bilelim. EVET/HAyiR OKTSYAKBAL 'Üstüne Üstüne Karanlığın...'"Sen bozacaksın oyununu bezirgânın Yalanın, dolanın, paranın Üstüne oynanan kumarın Biraz daha doğrulsan yerinden Evinden çıkıp yürüsen Üstüne üstüne karanlığın." . Avukat, eski KarşıyaKa şairi, en önemlisi de sair Berin Ta- şart böyle yazmış. 'Evimizden, Köşefriizden, tatiı yaşanttmız- dan çıkıp, karanlığın üstüne yucüeak...' 'Küçücuk aştm kay- gısız başım', 'Bana dokunmâyaçı yılan bin yaşasın' gibi iç- tensizlik, uyuşukluk kokan eski sözlerın etkısinden sıyrılarak kendi yazgısına egemen bir halk olarak ağırlığımızı duyur- sak... Mektuplar yağıyor yurdun dört köşesinden. Hemen hep- sinde bir çığlık var. Karanlıkları dağıtmak yolunda birleşmek isteğı var. Zonguldak'tan bir öğretmen sesleniyor, dıyor ki: Milli Eğitim Bakanlığı tarafından lavsiyesi yapılmamış' bir der- ginin adını vermiş, o dergıden sınıfta bölümler okumuş, bir öğrencisine okusun diye bir kıtap vermiş. Büyük suç bun- lar? Zonguldak Millı Eğitim Müdürü'nün Disiplın Amiri ola- rak imzaladığı ceza belgesinde söz konusu öğretmene kı- nama cezası verildiği yazılı... Bir dergiden bölümler okumak, bir kitabı öğrencisine vermek neden 'suç' olsun, anlamak güç... "Ne zaman düşüncelere saygı gösterilecek, ne zaman ana- yasal bir devlet olacağız? İnsanlann fikirlerinden dolayı ce- zalandırılmadığı, kınanmadığı bir toplum haline geleceğiz? Düşünceye saygıyı öğretmekle görevli biz öğretmenlere bu tür baskılar yapılırsa sonumuz nereye varacaktır?" Kınama cezası alan öğretmen bu sorulan soruyor toplu- ma... Levent'ten Dr. M. E. de şöyle yazmış: "özal'dan kurtulmanın tekyolu halkın oylarıdır diyorsunuz. Tek yol halkın oylan olsa idi son yerel seçimlerder; sonra on- dan kurtulmamız gerekirdi. Çünkü o seçirnlerde halkımızın yüzde sekseni Özal'dan kurtulmak istediğini belirtti. Ama o, gideceğine milletin başına geçip oturdu. Oemokrasiye bu denli ters bir insanm bundan sonra demokrasinin gereği olan, halkın siyasal tercihini özgürce belirtme aracı olan seçimle- (Arkast 19. Sayfada) ÇagınEn Güzel Gözlü Maarif BEHZAT AY Yazımın başhgı Hasan Ali Yücel'in oğlu ozan Can Yücel'in "Hayatta Ben En Çok Babamı Scvdim" adlı guzel şühnden bir di- zedir. Bu şür Hasan Ali Yücel'i en iyi anla- tan bir yapıt olduğu kadar, sanırım Can'ın da en güzel şüridir. Yirmi dizelik bu şürin bütün bölümleri Hasan Ali Yücel'in çahş- kanhğını çağnştırır, özelükle şu bölüm: "Bilmezdi ki oturduğu semti / Geldi mi gi- dki; hep hep acele işi!.. / Çs|m en güzet %öM Maarif Mufettişi / AÜastan bakardım nerdere gitti / Öyle öyle ezber ettim gur- H.A. Yücel, gelmiş geçmiş eğitim bakan- lanmn en buyuğudur. Aşüamamış bir do- nıktur. Eğer bugün bir Türkiye Cumhuri- yeü Eğitim Tarihi yanlsa, kalan ve kalıcı ya- pıüarı olan tek eğitim bakarudır. Yalnız, haksızlık etmemek için söylemeli, kendin- den sonra anunsanacak bir eğitim bakanı daha vardır ki, o da, öğretmenlere bir say- nlarevi (Validebağ öğretmenler Hastanesi) armagan ederek genç yaşta, 1929 yıhnda ölen Mustafa Necati'dir. H.A. Yücel bir şi- irinde, onun ölümünden şöyle söz eder: "O levent cüssenle hayattın, candın / Neşeydin, kuvvettin ve hevecandın." lşte, öğretmen dostu olan, öyle ki öğret- menlere baskı yapan valiyi, içişleri bakanı- na baskı yaparak görevden aldırtan Mustafa Necati'den on yıl kadar sonra iş başma ge- len H.A. Yücel karanlığın üzerine ekibiyle (ekipbaşı Tonguç) öyle yürümüş ki bugün sanki kendisi de yaptıkları da birer söylen- ce olmuştur; özellikle bugünün gençleri için... Yücel görevi bıraktığı gün doğanlar, bu- gün 45 yaşındalar, olduğu gün doğanlar da r. Teknik Üniversite'nin tam örgüt- lü bir biçim alması, Meslek ve Teknik Oğ- retim kuruluşlanrun örgütlenmeleri, Devlet Tiyatro ve Operası H.A. Yücel'in yaptıkla- nndandır. Bugün oralarda öğrenim gör- mekte olanlar bilmem ki biliyorlar mı bun- ları? Yücel'in destanlaşan, dünya eğitim ansik- lopedilerine geçen, romanlara, öykülere, şi- irlere, araştırmalara-incelemelere konu olan yüce ve unutulmaz yapıtı Köy Enstitülerini bilmeyen voktur bugün, köylere değin... Koy Enstitüleri öylesine incelendi ki, küçük bir yazıda uzun uzun söz ettnek, yazının boyutu ve kapsamı bakımından olanaksız... Ama bir yazımdaki bir tümcemi de alıntılama- dan edemiyorum: "Köy Enstitüleri, Türki- ye bozkıriannın 21 yerinde fışkıran gur kay- nak, 21 baraj. 21 fabrika, 21 üretim çiftli- gi, 21 santral, 21 bin Promete'ydi..." Yücel'in gün geçtikçe değeri daha da belli olan, açhk-kıtlık yıllannın olanaksızlıkla- rına karşuı başardığı büytik bir iş daha var: Dünya soy yapıtlarının (klasiklerinin) dili- mize çevrilip, basılıp, yayunlanmasıdır. O >illan dusünün: 1939-1946. îkinci Dun- ya Savaşı'nın butün dunyada olduğu gibi, Turkiye'de de olumsuz etkilerini yasamak- tayız; savasa ustabkla ve Atatürk Ükesine (dünyada barış, yurtta barış) bağlı olarak girmediğimiz halde (Savaş çığırtkanlanna selam!)... Açlık, yokluk, verem, bit-tifüs, ka- raborsa almış başım gidiyor. Veremden ölenler gırla... Kanser kadar korkunç o yıl- lar verem... İlacı da yok. Uyuz almış başını gidiyor... Çare yok... Bir avuç savaş ve ka- raborsa zenginlerinin karşısında yiyeceksiz, giyeceksiz milyonlar... Yiyeceksiz diyorum: Çoğalsın di>e, mısır ununa, mısır somağı- nın da oğütulerek karışonldığını duydunuz mu? Çogalsın diye yemeklere yabanıl otla- nn katıldığıtıı hiç duydunuz mu? Giyecek- siz di>orum: Çarıgın Jüks olduğunu, yalı nayak gezildigini gordünuz mu? Yaşadınııinu mı lşte o acınm aası yıllar, H. A. Yücel'in başardığı işlerden biri de ki bu da söylence gibi geliyor bugün insana, izlenceye giren 100 soy yapıtın (klasiğin) dilimize çevrilip basüıp yayımlanması dokuz fazlasıyla, ya- ni 109 soy yapıt iki buçuk yılda, 1944 yılı- nın Mart ayında basılmış, yayımlanmış olu- yor... Ondan sonraki beş yıl için de izlen- ceye 500 soy yapıt almıyor, çevrilip, basılıp, yayımlanmaya girişiliyor... , , % ^ Ne dersiniz? Söylence gibi değil mi? He- le de o açlık yıllarında... Ve hele de hele de, aydınhktan korkanlann en çok kâğıda zam yaptıklaH bugunlerde... lşte Yücel'i yücelten bir başka basansı da buydu!.. Yücel'in, yalıuz okullara, kültür merkez- lerine adını vermekle kalmayalım... Anıtı- nı da dikelim, birçok yerlere, kuruluşların önlerine... Alanlara adını verelim... İlk ezberlediğim ve Halkevi'nin balko- nundan ezbere okuduğum şiirin yazarı şair Hasan Ali Yücel'e yüzlerce saygı...Kurduğu kurumlarda okuduğum eğitimciye binlerce saygı... Yayımladığı soy yapıtlarda bize ışıl- dak olan yerli Prometemize milyonlarca saygı... Türkiye Milli Eğitimi'nin en büyük Mil- li Eğitim Bakanı yuce insan Yücel'e, ölümü- nün otuzuncu yıldönümünde, on milyonlar- ca, yüz milyonlarca saygı... Kendine olan borcumuza saygı... tNGtLİZCEYİ 8 AYDA KONUŞUN. Sizi Amerikab dostlanmızla tanışüralım. Tel: 349 59 38 ÖZGÜRLEŞME EYLEMİ: KÖY ENSTİTÜLERİ MehmetBaşaran 5.000 lira(KDV içinde) Çağdaş Yaymlan Turkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-lstanbul Ödemeli gonderflmez. OKURLARA. OKAYGÛNENStS KeskinSilah... Körfez savaş/, gazeteciliğin birçok temel ilkeainin yeniden gündeme gelmesini, eski sorunlann yeni biçimleriyle tartışılmasmı sağladı. Sansür... Otosansür... Yurtseverlik... Yönlendirilme... Kulianılma... Taraflılık, tarafsızlık... TV-yazılı basın rekabeti... Sansürü, bu savaşın bütün taraflan en katı biçimfyte uyguladılar. Otosansür için ise bir kez daha kullanılmak istenen silah 'yurtseverlik" oldu. Bu konuda gazetecinin, bağımsız gazetecinin temel kuralı değişmemiştir, değişemez: Yurtseverlik o sırada işbaşmda butunan yönetim adına yalan söytemek anlamına gelmez... Gazeteler, gazetecıler resmi propagandanın aracı durumuna gelirlerse varlık nedenlerini yitirirler, yani bağımsızlıklarını, demokratik toplum anlayışlannı, mesieki değerlerini.. Bağımsızlığını yitirmek yalnızca var olan iktidar karşısında olmayabilir. Gazeteciliğinin ilk yıllannı Vîetnam ve Nasır"m Mısırı'nda geçiren Jean Lacouture, 40 yıl sonra geri dönüp baktığında kendini acımasızca eleştirebiliyor: "Ben nasıl bir gazeteciydim? Bir davaya bağlılığımı korumayı gerçeğin acı araştırmasına tercih ediyordum..." İşte vazgeçilmeyecek bir kural daha: Gazeteci, gerçeğin dürüst, yürekli, duyarlı, temkinli ve itidalli araştırıcısıdır... Gazeteci için "bir davaya bağlılık" sorunu her zaman Vietnam bağımsızlık savaşı ya da Körfez savaşı gibi büyük olaylarda ortaya çıkmayabilir. 1989 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde en çok tartşılan konu kürtajın serbest bırakılmasıydı. Nisan ayında bir pazar günü Washington'da yapılan kürtajı destekleme gösterisine New Ybrk Times ve Washington Post muhabirlerinden bir grubun katıldığı öğrenildi. VVashington Posfun tutumu çok net oldu, bu gösteriye katılan muhabirlerin kürtaj olayıyla ilgili haberleri artık izlemeyeceklerini duyurdu ve bundan böyle kendi alanını ilgilendirmese de muhabirlerin bu tür gösterilere katılmamasını istedi. Amerikan basınının bir bölümü Washington Posfun tutumunu benimserken bir bölümü biraz daha esnek davrandı ve muhabirlerin izledikleri konulann dışında bu tür faaliyetlere katılabileceklerini kabul etti. VVashington Post yönetiminden Richard Harvvood, bu konudaki ilkelerini çok net olarak şöyle özetliyordu: "Sizler siyasete atılabilir, seçimlerde adaylığınızı koyabilir, bir sıyası partı üyesi olabilir ya da lobicilik faaliyetterinde yer alabilirsiniz. Bütün bunlan yapmaya yerden göğe kadar hakkınız var. Ama o zaman VVashington Post'ta çalışmaya hakkınız yoktur." Gazeteci ve hatta gazete sahibi için de ortaya çıkan soru bu durumda biraz daha netleşmektedir: Gazeteciler de başka yurttaşlar gibi iş dışındaki boş zamanlarında kitle örgütlerinde, yardım derneklerinde ç&lışabilir ya da siyasal etkinliklere katılabilirler mi? Gazeteciler şirketlerin yönetim kurullarında görev yapabilirler mi? Yine ABD'de Chicago'da etkili bir ekonomi yorumcusu, McDonalds'ın yönetim kurulunda görev alınca basın dünyası b\rbirine girdi. Gazetecilerin bir bölümü bu yorumcunun öncelikle gıda sanayii ve kendi şirketini ilgilendiren konularda yazı yazamayacağını savunurken diğer bölümü de köşe yazarı olarak işınin bittiğini savundu, ama kimse bu ilişkinin hoşgörülebileceğini savunmadı. Amerikalı gazeteciler, diğer niteliklerine uygun olarak bu temel ahlak sorununu da somut olaylar çerçevesinde net tutumlarla tartışıyorlar. Sonucu Fransız gazeteci Jean Lacouture'un bir sözüyle bağlayalım: "Gazeteciliğe başlarken elime verilen silahların keskinliğini 12 yıl sonra fark ettim. O günden beri de ihtiyatlılık duygusu bana yön verdi, elimi biledi." tLAN DÖRTYOL ASLİYE HUKUK MAHKEMESt HÂKİMLİĞt'NDEN ESAS NO: 1989/470 Davacı Be-De-Se Nakliyat A. trfan Solmazer vekıli Av. Meral Ak- kaya larafmdan davalılar Zübeyır Budak ve Ahmet Demirkaya aley- hine ikame olan tazmınat davasmın mahkememizde yapılan yargıla- raası sonunda: Mahkememian 28.11.1990 tarih ve 1990/746 sayıh karan ile 20.233.000.- TL tazminaun davalılar Zubeyır Budak ve Ah- met Demirkaya'dan alınarak davacıya venlmesine karar verilmiş olup davalılann adresi olan Ramnak Nakliyat Gazi Caddesı İskenderun adreslerinde bulunamadıklarmdan gazete ılamndan sonra on beş gun içerısinde davalı Zubeyır Budak ve Ahmet Demirkaya'mn mahke- memiz karannı tem>iz etmeleri, eımediklerinde kararın kesinleşece- ği ılanen tebliğ olunur. Basın: 20118 1986 Y1U VE 86M0911 SAYIU BAKANLAB KURUUU KAHAR NA GORE SIGARA 5AGL 3A ZA^AH.ıDIR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle