13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
UMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 28 ARALIK 1991 BURASI TÜRKİYE JALUK ŞAHtN Başarının BaşansıMoraller bozulmaya başladı ya, hükümetin derhal bir- kaç başarıya ihtiyacı var. İyimserlik de kötümserlik gibi bulaşıcı bir duygu. Ka- sım ayının başlanndan itibarer, ülkeye egemen olan uçar- casına iyimserlik duygusu, çeşıtli duraksamalar ve fela- ketler nedeniyle ayağına ağır bir taş bağlanmış minik bir serçe gibi bulanık sulara gömülmeye başladı. Amerikalılar boşuna dememişler: Hiçbir şey başan ka- dar başanîı olamaz. Bunun tersi de doğru kuşkusuz. Başan deyince, ille tarihe geçecek çok büyük eserler düşünülmemeli. Daha küçük başanlar da başan dizisi- nin ilk adımını oluşturabilir. Örneğin, şu istanbul'un başansızlık anıtlarıyla dolu bir mûze havasından kurtulrnası için ille kentteki yeşil alan oranının şimdikinin iki katına çıkması (An, nerede o gün- ler!) beklenmemeli. Çok daha kısa zamanda atılacak adımlar bile başansızlık bulutunun kara bir kefen gibi oök- mesine enget olabiir. Böyle bir örneğe gecenlerde Milliyet gazetesinde Altan Öymen değindi. Kentin göbeğinde gerçek bir beceriksiz- lik anıtına dönüşen yeni Galata Köprüsü'nün o çok ge- cikmiş inşaatının bir an Önce tamamlanmaması için hiç- bir bahane kalmadığını belirtti. Aslında, milyonlarca yurttaşa her gün nice sıkıntılar çek- tiren o başarısızlığın geçmişte kimin başansızlığı olduğu yurttaş için artık o kadar önemli değil. STFA mı, belediye mi, Bayındırtık Bakanlığı mı, başkalan mı? Önemli oian onun hâlâ sürüncemede kalmış bir iş, bir başansızlık sim- gesi olması. Yeni hükümet iktidara geldikten sonra orada olağanüstü bir canlılık belirse ve iş çabucak bitiverse, bir başarı sim- gesine dönüşmesi işten değildi. Ama olmadı. Öymen'in uyarısından sonra ———--—--—---—---------—-—- BayındıriıkBakanının Başanyi Hle ÇOk bÛyÜk ziyaretine rağmen ç a p | a r d a tammlamak \\ oıgun QWK- sürüyor. gerekmez. Kuçuk başanlar bile başan zincirinin ilk balkası oiabiiirier. Ardından gelecek başanlann moralini ve zihinsel ortamını yaratabUirter. Kavgası Gelip geçenler, ama haklı ama hak- sız, "Bunlar da beceremedi" diyorlar. • • • Ya iki gûn önce 45. gününü dolduran 20 bin koyunlu batık ge- mi? O da Boğaziçi'nde bir beceriksizlik simgesine dönûş- medi mi? 20 bin koyunun çürümesinin çevre Cızerindeki zaran- nın büyük olup olmayacağı tarttşmasına girmek istemi- i yorum. önemli olan kamuoyunda o konuda bir duyarlık | olması ve zarar olasılığının bulunması. Gemi, ulaşılmaz i degil, yalnızca 25 metre kadar derinde. Dalgıçlar her gün inip çıkıyor. Ama aradan 45 gûn geçmesine rağmen is- tense çıkarılabilecek olan o gemi, bir koyun mezarlığı ha- linde suyun dibinde yatıyor. O da bir başan simgesine dönüstürülebilirdi. Ama şimdi o da "Bunlar beceremediler" damgasını taşıyor. Terörün son günlerdeki yükselişmin de ardtnda aynı amaç yok mu? Yani gen'tş kitielere "Bunlar da becere- mediler!" dedirtmek... • • • Daha önce de doğindtğim gibi başanyi ille çok büyük çap- larda tanımlamak gerekmez. Küçük başanlar bile başan zincirinin ilk halkası olabilirter. Ardından gelecek başan- lann moralini ve zihinsel ortamını yaratabilirler. Bunun için büyük paralar harcamak da zorunlu değil- dir. Bazı konularda başanlı olmak için biraz kafayı calış- tırmak, eldeki olanakları biraz daha iyi kullanmak yeter. Minik bir örnek: Bu yazı yazılırken TBMM'de terör ko- nusu konuşuluyor. önemli bir konu. Ne yazık ki ben izle- yemiyorum, çünkü bulunduğum yerde televizyon yok. TftT'nin dört radyo kanalında ise ya müzik çalıyor ya ; da incir çekirdeğini doldurmayacak konularda başöğret- ; men edasıyla ahkâm kesiliyor. TRT radyolanndan bir ta- h nesi, örneğin TRT-1 bu kadar Önemli bir görüşmeyi niçin ; televizyonla birlikte canlı olarak yayımlamıyor? Niçin yol- ] da, kırda, işte, televizyonsuz yerde bulunan milyonlarca yurttaşa bir ek hizmet götürülmûyor? Birinin aklına gelse de götürülse, bu bile minik bir iler- leme, bir yenilik, bir "başan" olmaz mı? T.C. GAZİOSMANPAŞA 2. ASLİYE CEZA MAHKEMESt Esas No: 1991/571 Karar No: 1991/741 Kâkim: Turgut Yüksel 17874 C.Savcısı: Edip Özyöruk 14937 Kâtip: Ayla Akman. Eavacı: K.H. Sanık: Osman Uludağ - Mehmet ve Zeliha oglu 1958 D.lu Gölköy Kızltoprak Köyü, K: 58'de nüf .kyt.lı halen: Habipler Köyü 2910 So- kal No: 12 Ganosmanpaşa adresinde mukim. evli 4 çocuklu, okur yaar. nakliyesi, sabıkasız, tslam. Suç: Vergi Usul Kanunu'na muhalefet. Suçıarihi: 24.1.1991 laraı tarihi: 15.11.1991 5amk hakkında Gaziosmanpaşa C.Bassavalığı'mn 91/1848 esas ve .67.1991 tarihli iddianamesi ile açüan kamu davası ile ilgili ola- ral yapılan duruşma sonunda. OEREĞt DÜŞÜNÜLDÜ: îanığın olay sırasında bir hesap dönemi içinde iki kere taşıma ir- salvsi dttzealememek suretiyle atılv suçu işlediği sabit olmakla, ey- letnM uyan VUK'nln 358 maddesi 3100 S.K.nın mükerrer 8. maddesi deiletiyle aynı kanunun 360 maddesi gereğince takdiren bir ay hap- an, aapsin günlüğü 112.500 üradan hesaplanarak 647 SK'nın 4. mad- de gaeğince 3.375.000.- üra a|ır para cezası ile tecziyesine, 213 sayüı V\K nun 360, maddesi gereğince bir ay süreyle ticaret, sarvat ve mes- le^casından rnahrumiyetine, masrafı bilahara hükümlüden alınınak kad^la keyfıyelin lstanbul'da munteşir bir gaîetede ilan edilmesi- aehızine lehine takdir edilen 250.000 lira ucreti vekâleün sanıktan alıarak mudahil Hazine'ye verilraesine kanun yolu açık olmak üze- re.iüdahü vekili Av. Bingül özkan'ın yüzüne karsı sanıgın yoklu- tadı, C.Savcısı hururuyla talebe uygun olarak karar verildi. 1511.1991 Basın: 47095 "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözünü Türk devletınm vicdanı haline getiren Mustafa Kemal'i düşünürken, "Ozal vetosu"nun hüktimete mi yoksa devlete mi yöneük olduğu sorusu dudâklarımda donup kahyor... CAHtT TANYOL Devlet adanu bilinci olmayan herhangi bir kişinin bir ülkede devlet koltuğuna oturması kadar tehlikeli bir olay yoktur. Bu &b\ dvınun- larda devlet örgütleri bir bir çözültir ve top- luma sonu gelmez bir kargaşa tohumu atılrruş olur. Devletin işlerViğini ve devlet başkanlarında bulunması gereken nitelikleri ve yetküeri ne "anayasa"lar belirler ne de oy çokhığu. Çün- kü devlet, bir nicelik değil niteliktir. Devlet başkanlan da ister seçimle gelsin isterse mi- ras yoluyla, niceli|i değil niteliği temsil eder. Hangi rejim ve yönetim biçimi olursa olsun, her devletin kendine özgti ve kaynağım tari- hin derinliklerinden alan diyalektik bir oluş çizgisi vardır. Bu oluş çizgisi içinde bazen özel bir durum ve rastlantı, anayasaların temel ni- telifeini oluşturur. Anayasa deneyleri Aristo'dan, "Kuvvetlerin aynlıfı" fıkrini, anayasalarda temel ilke kabul eden Montes- quleu ve günümüze kadar bütün filozof ve sosyologlar, bir anayasamn kuramsal olarak mükemmel olmasının asla ölçü olamayacağı- nı, tam tersine devlet makanizmasıru işlemez hale getirecegini söylemekte birleşirler. Bu ger- çeği kanıtlamak için uzağa gitmeye gerek yok. Ülkemizde iki anayasa deneyi yapddı. Kuru- cu meclisler, anayasa komisyonlan kuruldu, aylar yıllar bu ugurda heder edildi. Hukuk- çular kollan sıvadı, ideal bir anayasa yapmak için bütün demokratik ülkelerin anayasalan didik didik tarandı. Bu da yetmedi, haarla- nan anayasalar halk oyuna sunuldu... Sonuç- ta, bu anayasaların özel bir şirketin tüzü|ü ka- dar etkisiz olduğu, önüne gelenin onu isteği- ne göre çiğnediği görüldü. Çünkü anayasamn halk oyuna sunulması başka, toplumun tarih- ten gelen kolektif büincini yansıtması yine başkadır. Halkta var olan tarihsel birikimi oy terazi- sine vurmak, bir yanlışı kural haline getirmek- ten öte bir anlam taşımaz. Ne adam asmak, ne anayasayı çiğnedi diye gençleri zindanlara atmak, böyle kof ve egreti anayasalara yaptı- nm gücü sağlar. Hukuk ulemamız düşünceyi, Kurtuluş Sa- vaşı'nın özel koşullarından doğan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na yöneltmiş olsalardı bugün iyice laçkalaşmış bir anayasa tartışmasııun ha- zin komikliği ile yüz yüze gelmezdik. Anayasa hastahğının bir dalı: Veto virtisü Şimdi de politika edebiyatımıza anayasa hastalığımn bir dalı olan "veto virtisü" girdi. Bir tarafta Parlamento, bir tarafta Çankaya... Bir tarafta hükümet, bir tarafta devleti tem- sil eden zat, anayasayı "veto" ile küiüemiş bu- lunuyor. Ve de bugüne dek dünya tarihinde bir benzeri bulunmayan komik bir çelişki bu gö- rünümü süslüyor: Anayasamn bir ucunda Çankaya'yı ihanetle suçlayan bir Başbakan, bir ucunda, kendisine hakareti bir yeni kazanç türü olarak düşünen Devlet Başkanı.. Ve or- tada devlet otoritesinin tek simgesi olan veto.. Sayın özal'ın Çankaya'ya çıktıgı gün'den be- ri bütün siyasi partiler orada oturmasımn gayri meşru olduğunu söyleyerek Çankaya'ya çıkmayı veto ettiler. Gerçekte böyle bir veto- nun anayasal bir tanımı yoktur. Fakat taraf- sızhğı anayasal bir kural olan kişi, imza yet- kisi var diye, yönetimin atamalanm askıya al- maya, Mecüs'ten çıkmış kanunlan veto etmeye ne ölçüde yetkilidir? Bu sonın, açık seçik bi- linmedikçe Devlet Başkanı'mn veto yetkisi, son belediye seçimlerinde olduğu gibi kişisel ve duygusal bir zeminde tartışüacaktır. Anayasayı çiğnediği sık sık tartışma konu- su olan bir kişinin, "veto"yu anayasamn katı ve uygulanması zorunlu bir maddesiymiş gi- bi gereksiz yere kuüanması, devlet çarkını için- den çıkılmaz bir hale getirir. Bir yığın ekono- mik güçlüklerle bunalmış olan bir iktidan, çö- zürnlenmesi güç olduğu için ertelenmiş bir "Çankaya sorunu"na yeniden yöneltir. Türki- ye bu çekişme ortamında sonu gelmez kar- gaşaya itilir. Hemen söyleyeyim, dünyamn hiçbir ülke- sinde bir devlet başkanınm uluorta veto hak- kım kullandığı -12 Eylül darbesi dışında- gö- rülmemiştir. Veto hakkımn kökeni Bütün yanlışhk, anayasalara egemen olan düşünüşün, kuramsal tutarlılığa gereğinden çok önem yüklemiş olmasıdır. Sayın özal'ın bir savunma araa olarak sıkı sıkı sanldığı "ve- to hakkı" Fransa'da krallığı savunan muha- fazakâr bir meclis tarafından ortaya atdrrus ve 16. Louis'nin tekrar tahta çıkmasına bir ön ha- zırlık olarak düşünülmüştür. Krallık otorite- sine bir saygı ve bağulık olarak 1875 ve 1891 anayasalannda yer alan bu "veto hakkı" Fran- sa'da cumhuriyet ilan edildikten sonra da cum- hurbaşkanlanna aynen intikal ettirümiştir. Fa- kat Fransız cumhurbaşkanlan parlamentodan çıkacak kanunun veto edilmesinde bir tür hü- kümet darbesi suçluluğu bulmuşlardır. Fran- sız Anayasası'nda cumhurbaşkanlanmn veto hakkı var, ama uygulamada hemen hemen yeri yoktur. PARİSTEN SELÇVK DEMİREL YENİ KASEDIYU YİNE BIZIMLE KAVGA ADAMI ŞABANŞENİ YtTtRDİK Şahmeranı mağarasındavuran Direniş öltim yaşam"ın yapıcüanndan bir kızıl karanfdimiz ŞABANŞEN meımlkoşumuzda hep yanımızdaolacaksın AYRUPA'DAN ARKADAŞLARIADIN A AYŞE OĞUZ İLAN T.G MUCUR SULH HUKUK HÂKtMLtCt'NDEN Dosya No: 1991/29 Esas Duru^ma Günü: 27.1.1992 Davacı Halim Çokçttin Vekili Av. Erol Güner tarafından davalı- lar Fattna Ata ve arkadaşlan al«y- hine mahkemtmizde açılan Mucuı ilçesi Solaklı Mahaüesi'nde kain bulunan 208 ada, 114 par&el sayılı taşınmazla ilgili izaleyi şuyu dava- sının yapılan açık duruşması sıra- sında; Kırjehir Merkez Çayağzı köyün- den Muharrem eşi Fatma Ata'ya dava dilekçesi ve durusma gunünü büdinı davetiye tebüği edumecUgjn- den ilanen tebliğine karar verilmiş olup duruşma günü olan 27.1.1992 gûnu saat 09.00'da mahkememiz- de haar olmanız veya kendinizi bir veküle temsıl ettinneniz, duruşma- ya gelmediğiniz ve kendinizi bir ve- kille de temsil ettirınediğiniz takdirde tahkikat ve duruşmaya yokluğunuzda devam edüecegi ve büküm verileceği ihtarlı olarak da- vetiye yerine ilan olunur. 14.11.1991 Basın: 51024 0IEI BORA SÜRÜCÜ KURSU 73. DÖNEM KAYITLAM Kayıtlar 28 Aralık 1991 tarihinc kadar devam etmektedir. Oersane UsKudar 343 67 81 PISTLERIMIZ Koıyatağı 362 47 33 Tarabva 162 OS 18 KAVGA ADAMI ölüm Orucu Direnişçisi ŞABAN ŞEN'İ yitirdik. Sen gençliğin mücadelesinde Sen cezaevi direnişlerinde Sen "hızlı koşumuz"da yanıbaşımızdaydın Zafer gününde de aramızda olacaksın SAĞMALdLAR CEZAEVtNDEN DAVA ARKADAŞLARI ADCSAHARUN KARTAL KAVGA ADAMI Ölüm Orucu Direnişçisi ŞABAN ŞEN'İ yitirdik. Hep aramızda olacaksın AİLESt VE DEVRtMCt ARKADAŞLARI AD1NA SULTAN ÇELİK Not: 28 aralık cumartesi (bugun) günü öğle namazından sonra Karacaahmet Mezarlı|ı'nda toprağa verilecektir. Kanunlara karşı krahn ya da devlet başka- nımn veto kullanması fıkri ilk defa Montes- quieu tarafından ortaya atümıştır. "Kaou»la- nn Ruhu Üıerine" adlı ünlü kitabında tngi- liz Anayasası'ndan söz edeTken krahn parla- mentodan gelen kanunlan kabul veya ret yet- kisi olduğunu söyler (*). Oysa Montesquieu îngüiz Anayasası'nda varsaydığı bu fıkirleri John Locke'un "Hükümet Üzerine tki Deoeme" kitabmdan aktarmııür. Hukuksal mekanizmaya toplumsal içerik Görülüyor ki veto kavramım ilk defa kul- lanan Montesquieu bile, onun tngiliz Anaya- sası'nda -ki böyle bir yasa yoktu- geçerli olup olmamasına bakmaksızın Locke'un kitabın- dan aktarmakla yetinmiştir. Bizde de -12 Ey- îül ara rejimi dışında- hiçbir cumhurbaşkanı Bay özal'a gelinceye dek veto hakkını kullan- mak gereğini duymamıştır. Gerek anayasal kuruluş ve gerekse devlet ge- leneği bakımından değil bize, Batıya bile ya- bancı olan Amerika'da da Bay özal'ın vetosu türünden bir uygulamaya rastlamak olanak dışı. Orada bile anayasamn kendine özgü bir geleneği ve tarihsel serüveni var. Amerikan Anayasası'mn temel kuruluşlanndan biri olan Federal Yüksek Mahkeme'mn gerisinde bir so- mürge kanunu yürürlükte idi. Birleşik Ame- rika, Ingiltere'nin sömürgesi olduğu dönem- de, halkla devlet arasındaki ilişkileri düzenle- yen bir tür anayasal haklara sahipti. Bu hak- lar sömürge yöneticileri tarafından bozulur- sa, halkın Ingiltere'ye itiraz ve şikâyet hakkı doğuyordu. Birleşik Amerika tngilizlere kar- şı bağımsılığuu kazanınca, kinunlann mutlak gücünü frenlemek ve kontrol etmek için tn- giltere'deki yargıçlann işlevini Federal Yüksek Mahkeme'ye verdiler. Kısacası, hukuksal me- kanizmayı değiştirmek gereğini duymaksızın ona toplumsal bir içerik kazandırmakla ye- tindiler. Aynı Özelliği 'Milli Mücadele*nin iç dina- mizmini yansıtan 1924 Teşkilatı Esasiye (ana- yasa) Kanunu'nda da buluyoruz. Atatürk, söy- lev ve demeçlerinde anayasaların toplumsal vicdamn sesi olduğunu söyler. Bu nedenle Bi- rinci ve tkinci Meşrutiyet anayasalanm şiddet- le eleşürir, onlann taklit ve aktarma olduğu- nu ve düşmanlarımmn, bize bu anayasayı zor- la kabul ettirdiklerini ileri sürer: "Efendiler, bu kitap (Kanun-i Esasi - ana- yasa) düşmanlanmızı memnun etmeyi gözet- miş bir kitaptır... Efendiler, taklit ile tebdil Ue kanun olamaz... Buna karşıhk Teşküat-ı Esa- siye Kanunu'muz milletin vicdanından çıknuş- tır.... arkasında Erzurum, Sıvas kongrelerinin »ve Türkiye Büyük Millet Mecüsi'nin kararia- n vardır." Atatürk'e göre tüm sosyal birikim, "hâki- miyet kayıtsız şartsız milletindir" önermesin- de toplanmaktadır. Ikinci Meşrutiyet anaya- saları için: "Efendiler, bu kara kitabın, bu ha- rabenin, baykuşlara dayanak olacak bu nes- nenin yeniden yürürlüğe girmesine taraftar olacak tek fert yoktur içimizde' diye konuşur Meclis'te. Fakat kimin aklına gelirdi günün birinde baykuşlara yuva olacak Meşrutiyet anayasa- lanmn höTtlayacağı ve Mustafa Kemaî'iıı kur- muş olduğunrürkiyeBtiyttk Millet Meclisfnde kendisi hakkmda suç duyurusu yapüacağı... "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir", sö- zünü Türk devletinin vicdanı haline getiren Mustafa Kemal'i düşünürken, "özal vetosu"- nun hükümete mi yoksa devlete mi yöneük ol- duğu sorusu, dudâklarımda donup kahyor... (*) Montesquieu Kanunlann Ruhu Üzerine, Kitap II. bölüm 6 John Locke, 1Wo Treaüses of Government. OMERSAYGIN OzeıklikYeteriimi?Ûniversite reformunun konuşulduğu şu günlerde değişim ümi- diyle pek çok şey söylenmekte ve yazılmaktadır. Ben de aynı ûmitle üniversitede bilimsellik konusuna değinmek istiyorum. Çağımız, bilim ve teknotoji çağıdır. Bu alanda geri kalan ülke- ler, halktanna çağın gerektirdiğı yaşam düzeyini sağlayamadık- ları gibi diğer alanlarda da güçsüz kalırlar. Üniversıtelere düşen en önemli görev, Olkenin bilim ve tekno- loji alanında yüksek düzeyde uzman kadrolannı yetiştirmektir... Bilim üretimi yerine bilim ittıali ile çağları yakalayabileceğimi- zi zannetmek, kültûrümüzûn yüzyıllardır yapttğı ve hâlâyapmakta olduğu bir hatadır. Bilindiği üzere bir öğretim üyesinin vaziieleri eğitim-öğretim, araştırma ve uygulama diye sıralanır. Ûniversitelerimizde birçok hocamızın uluslararası düzeyde •araştırma yapmadığını ve bu iki görevle yetindiğini görûyoruz. Pekiyi, madem ki araştırma kendiliğinden istenilen düzeyde ger- çekleşmiyor, 0 halde bu görevin 6gretim ûyelerine ne getirdiği- ni sormak gerekir. Bu soruya cevap vermeden önce bilimde ba- şanlı ülkelerin üniversitelerıne bakalım. Burada öğretim ûyele- rini araştırma yapmaya teşvik edici ve kişinin kariyeri için hayati önem taşıyan kurallar bulunduğunu ve bunlarm katı şekilde uy- gulandığınıgörürüz.ör- .. . neğin doçent ve profe- f. . j ^ ^ . .» sörlüge yüksemimeler- UniVerSİteiCitS OUŞeil 611 de, boş kadrolara atan- Annmll nfa€*u malarda ve araş^rma 0nemUg0rW, olanaklarının paylaşı- ÜlkeilİII bİIİIH asistan sayısı, laboratu- yar imkan. vs.) geçerli tek krrter, bıtımsel alan- _«_« 1^1 daki başan otmaktadır. kaarolannı yetışttnnektu... Bu şartlar altında üni- versitelerde kişiler arası •™^~~ bilimsel rekabet başlar ki bu da bilimsel üretim için mecburidir. Kanaatimızce bilimsel üretim geleneği oluşmamış olan ûni- versitelerimizde Batı'daki gibi bir bilimsel rekabet ortamı birçok öğretim üyesinin işine gelmeyebilir. Bunun sonucu olarak da se- çilen yönet'ıcilerin verecekleri kararlarla bilimsel rekabet ortamının sağlanması şansa kalacaktır. Halbuki bu ortamın yerleşmesint garanti edebilecek insanlar üniversiteterim'ızde mevcuttur. Şu halde, bilim üretimi, ancak bu insanlann üniversitelerdek akademik sorularda yetkilendirilmesiyle gerçekleşebilir. Bunur için de üniversitenin en iyi bilim adamlarının, yönetmeliklerle be lırlenecek bir değertendirme sistemiyle otomatik olarak bir aka demik denetieme kunılu olusturmaları dûşünülebilir. Bu kurul he türlü açık doçent ve profesörlük kadrolanna atamalarda, ara: tırmaya ayrılan imkânların dağrtımında ve akademik birim ba: kanlarının tayinlerinde son karan vermelidir. Değiştirilmesi gereken diğer önemli bir husus da profesör > doçentliğe yükseltilmelerde adaylarda aranacak bilimsel nil liklerin düşük tutulmamasıdır. (En az iki veya üç SCI'ya 'Scie tific Citation lndex' giren hakemli dergilerde yayın şartının ars ması gibi). İlirn, uluslararasıdır ve hakemsiz iç yayınlar burada kesinlil kriter olamaz. Bu yüzden SCI'ya giren dergilerde hiçbir ya^ olmayan insanlara hediye edilen unvanların sebep olduğu t ribatın acısını önümüzdeki otuz sene, talebeler çekecektir. Ümidimlz, yeni retorm hareketini üstlenen politikacılarım bu gerçekleri görmeleri ve üniversitelerimizin çağı yakalam rı için gerekeni yapmalarıdır. Prof. Dr. ÖMER SAYGIN, Boğaziçi Üniversitesi, Çevre Bilimleri EnstitUsü'nde öğretim uyesidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle