Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
UMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 28 ARALIK 1991
BURASI
TÜRKİYE
JALUK ŞAHtN
Başarının BaşansıMoraller bozulmaya başladı ya, hükümetin derhal bir-
kaç başarıya ihtiyacı var.
İyimserlik de kötümserlik gibi bulaşıcı bir duygu. Ka-
sım ayının başlanndan itibarer, ülkeye egemen olan uçar-
casına iyimserlik duygusu, çeşıtli duraksamalar ve fela-
ketler nedeniyle ayağına ağır bir taş bağlanmış minik bir
serçe gibi bulanık sulara gömülmeye başladı.
Amerikalılar boşuna dememişler: Hiçbir şey başan ka-
dar başanîı olamaz. Bunun tersi de doğru kuşkusuz.
Başan deyince, ille tarihe geçecek çok büyük eserler
düşünülmemeli. Daha küçük başanlar da başan dizisi-
nin ilk adımını oluşturabilir.
Örneğin, şu istanbul'un başansızlık anıtlarıyla dolu bir
mûze havasından kurtulrnası için ille kentteki yeşil alan
oranının şimdikinin iki katına çıkması (An, nerede o gün-
ler!) beklenmemeli. Çok daha kısa zamanda atılacak
adımlar bile başansızlık bulutunun kara bir kefen gibi oök-
mesine enget olabiir.
Böyle bir örneğe gecenlerde Milliyet gazetesinde Altan
Öymen değindi. Kentin göbeğinde gerçek bir beceriksiz-
lik anıtına dönüşen yeni Galata Köprüsü'nün o çok ge-
cikmiş inşaatının bir an Önce tamamlanmaması için hiç-
bir bahane kalmadığını belirtti.
Aslında, milyonlarca yurttaşa her gün nice sıkıntılar çek-
tiren o başarısızlığın geçmişte kimin başansızlığı olduğu
yurttaş için artık o kadar önemli değil. STFA mı, belediye
mi, Bayındırtık Bakanlığı mı, başkalan mı? Önemli oian
onun hâlâ sürüncemede kalmış bir iş, bir başansızlık sim-
gesi olması.
Yeni hükümet iktidara geldikten sonra orada olağanüstü
bir canlılık belirse ve iş çabucak bitiverse, bir başarı sim-
gesine dönüşmesi işten değildi. Ama olmadı. Öymen'in
uyarısından sonra ———--—--—---—---------—-—-
BayındıriıkBakanının Başanyi Hle ÇOk bÛyÜk
ziyaretine rağmen ç a p | a r d a tammlamak
\\ oıgun QWK-
sürüyor. gerekmez. Kuçuk
başanlar bile başan
zincirinin ilk balkası
oiabiiirier. Ardından
gelecek başanlann
moralini ve zihinsel
ortamını yaratabUirter.
Kavgası
Gelip geçenler,
ama haklı ama hak-
sız, "Bunlar da
beceremedi" diyorlar.
• • •
Ya iki gûn önce 45.
gününü dolduran 20
bin koyunlu batık ge-
mi? O da Boğaziçi'nde bir beceriksizlik simgesine dönûş-
medi mi?
20 bin koyunun çürümesinin çevre Cızerindeki zaran-
nın büyük olup olmayacağı tarttşmasına girmek istemi-
i yorum. önemli olan kamuoyunda o konuda bir duyarlık
| olması ve zarar olasılığının bulunması. Gemi, ulaşılmaz
i degil, yalnızca 25 metre kadar derinde. Dalgıçlar her gün
inip çıkıyor. Ama aradan 45 gûn geçmesine rağmen is-
tense çıkarılabilecek olan o gemi, bir koyun mezarlığı ha-
linde suyun dibinde yatıyor.
O da bir başan simgesine dönüstürülebilirdi. Ama şimdi
o da "Bunlar beceremediler" damgasını taşıyor.
Terörün son günlerdeki yükselişmin de ardtnda aynı
amaç yok mu? Yani gen'tş kitielere "Bunlar da becere-
mediler!" dedirtmek...
• • •
Daha önce de doğindtğim gibi başanyi ille çok büyük çap-
larda tanımlamak gerekmez. Küçük başanlar bile başan
zincirinin ilk halkası olabilirter. Ardından gelecek başan-
lann moralini ve zihinsel ortamını yaratabilirler.
Bunun için büyük paralar harcamak da zorunlu değil-
dir. Bazı konularda başanlı olmak için biraz kafayı calış-
tırmak, eldeki olanakları biraz daha iyi kullanmak yeter.
Minik bir örnek: Bu yazı yazılırken TBMM'de terör ko-
nusu konuşuluyor. önemli bir konu. Ne yazık ki ben izle-
yemiyorum, çünkü bulunduğum yerde televizyon yok.
TftT'nin dört radyo kanalında ise ya müzik çalıyor ya
; da incir çekirdeğini doldurmayacak konularda başöğret-
; men edasıyla ahkâm kesiliyor. TRT radyolanndan bir ta-
h
nesi, örneğin TRT-1 bu kadar Önemli bir görüşmeyi niçin
; televizyonla birlikte canlı olarak yayımlamıyor? Niçin yol-
] da, kırda, işte, televizyonsuz yerde bulunan milyonlarca
yurttaşa bir ek hizmet götürülmûyor?
Birinin aklına gelse de götürülse, bu bile minik bir iler-
leme, bir yenilik, bir "başan" olmaz mı?
T.C.
GAZİOSMANPAŞA 2. ASLİYE
CEZA MAHKEMESt
Esas No: 1991/571
Karar No: 1991/741
Kâkim: Turgut Yüksel 17874
C.Savcısı: Edip Özyöruk 14937
Kâtip: Ayla Akman.
Eavacı: K.H.
Sanık: Osman Uludağ - Mehmet ve Zeliha oglu 1958 D.lu Gölköy
Kızltoprak Köyü, K: 58'de nüf .kyt.lı halen: Habipler Köyü 2910 So-
kal No: 12 Ganosmanpaşa adresinde mukim. evli 4 çocuklu, okur
yaar. nakliyesi, sabıkasız, tslam.
Suç: Vergi Usul Kanunu'na muhalefet.
Suçıarihi: 24.1.1991
laraı tarihi: 15.11.1991
5amk hakkında Gaziosmanpaşa C.Bassavalığı'mn 91/1848 esas
ve .67.1991 tarihli iddianamesi ile açüan kamu davası ile ilgili ola-
ral yapılan duruşma sonunda.
OEREĞt DÜŞÜNÜLDÜ:
îanığın olay sırasında bir hesap dönemi içinde iki kere taşıma ir-
salvsi dttzealememek suretiyle atılv suçu işlediği sabit olmakla, ey-
letnM uyan VUK'nln 358 maddesi 3100 S.K.nın mükerrer 8. maddesi
deiletiyle aynı kanunun 360 maddesi gereğince takdiren bir ay hap-
an, aapsin günlüğü 112.500 üradan hesaplanarak 647 SK'nın 4. mad-
de gaeğince 3.375.000.- üra a|ır para cezası ile tecziyesine, 213 sayüı
V\K nun 360, maddesi gereğince bir ay süreyle ticaret, sarvat ve mes-
le^casından rnahrumiyetine, masrafı bilahara hükümlüden alınınak
kad^la keyfıyelin lstanbul'da munteşir bir gaîetede ilan edilmesi-
aehızine lehine takdir edilen 250.000 lira ucreti vekâleün sanıktan
alıarak mudahil Hazine'ye verilraesine kanun yolu açık olmak üze-
re.iüdahü vekili Av. Bingül özkan'ın yüzüne karsı sanıgın yoklu-
tadı, C.Savcısı hururuyla talebe uygun olarak karar verildi.
1511.1991
Basın: 47095
"Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözünü Türk devletınm
vicdanı haline getiren Mustafa Kemal'i düşünürken, "Ozal
vetosu"nun hüktimete mi yoksa devlete mi yöneük olduğu sorusu
dudâklarımda donup kahyor...
CAHtT TANYOL
Devlet adanu bilinci olmayan herhangi bir
kişinin bir ülkede devlet koltuğuna oturması
kadar tehlikeli bir olay yoktur. Bu &b\ dvınun-
larda devlet örgütleri bir bir çözültir ve top-
luma sonu gelmez bir kargaşa tohumu atılrruş
olur.
Devletin işlerViğini ve devlet başkanlarında
bulunması gereken nitelikleri ve yetküeri ne
"anayasa"lar belirler ne de oy çokhığu. Çün-
kü devlet, bir nicelik değil niteliktir. Devlet
başkanlan da ister seçimle gelsin isterse mi-
ras yoluyla, niceli|i değil niteliği temsil eder.
Hangi rejim ve yönetim biçimi olursa olsun,
her devletin kendine özgti ve kaynağım tari-
hin derinliklerinden alan diyalektik bir oluş
çizgisi vardır. Bu oluş çizgisi içinde bazen özel
bir durum ve rastlantı, anayasaların temel ni-
telifeini oluşturur.
Anayasa deneyleri
Aristo'dan, "Kuvvetlerin aynlıfı" fıkrini,
anayasalarda temel ilke kabul eden Montes-
quleu ve günümüze kadar bütün filozof ve
sosyologlar, bir anayasamn kuramsal olarak
mükemmel olmasının asla ölçü olamayacağı-
nı, tam tersine devlet makanizmasıru işlemez
hale getirecegini söylemekte birleşirler. Bu ger-
çeği kanıtlamak için uzağa gitmeye gerek yok.
Ülkemizde iki anayasa deneyi yapddı. Kuru-
cu meclisler, anayasa komisyonlan kuruldu,
aylar yıllar bu ugurda heder edildi. Hukuk-
çular kollan sıvadı, ideal bir anayasa yapmak
için bütün demokratik ülkelerin anayasalan
didik didik tarandı. Bu da yetmedi, haarla-
nan anayasalar halk oyuna sunuldu... Sonuç-
ta, bu anayasaların özel bir şirketin tüzü|ü ka-
dar etkisiz olduğu, önüne gelenin onu isteği-
ne göre çiğnediği görüldü. Çünkü anayasamn
halk oyuna sunulması başka, toplumun tarih-
ten gelen kolektif büincini yansıtması yine
başkadır.
Halkta var olan tarihsel birikimi oy terazi-
sine vurmak, bir yanlışı kural haline getirmek-
ten öte bir anlam taşımaz. Ne adam asmak,
ne anayasayı çiğnedi diye gençleri zindanlara
atmak, böyle kof ve egreti anayasalara yaptı-
nm gücü sağlar.
Hukuk ulemamız düşünceyi, Kurtuluş Sa-
vaşı'nın özel koşullarından doğan Teşkilat-ı
Esasiye Kanunu'na yöneltmiş olsalardı bugün
iyice laçkalaşmış bir anayasa tartışmasııun ha-
zin komikliği ile yüz yüze gelmezdik.
Anayasa hastahğının bir dalı: Veto
virtisü
Şimdi de politika edebiyatımıza anayasa
hastalığımn bir dalı olan "veto virtisü" girdi.
Bir tarafta Parlamento, bir tarafta Çankaya...
Bir tarafta hükümet, bir tarafta devleti tem-
sil eden zat, anayasayı "veto" ile küiüemiş bu-
lunuyor. Ve de bugüne dek dünya tarihinde bir
benzeri bulunmayan komik bir çelişki bu gö-
rünümü süslüyor: Anayasamn bir ucunda
Çankaya'yı ihanetle suçlayan bir Başbakan,
bir ucunda, kendisine hakareti bir yeni kazanç
türü olarak düşünen Devlet Başkanı.. Ve or-
tada devlet otoritesinin tek simgesi olan veto..
Sayın özal'ın Çankaya'ya çıktıgı gün'den be-
ri bütün siyasi partiler orada oturmasımn
gayri meşru olduğunu söyleyerek Çankaya'ya
çıkmayı veto ettiler. Gerçekte böyle bir veto-
nun anayasal bir tanımı yoktur. Fakat taraf-
sızhğı anayasal bir kural olan kişi, imza yet-
kisi var diye, yönetimin atamalanm askıya al-
maya, Mecüs'ten çıkmış kanunlan veto etmeye
ne ölçüde yetkilidir? Bu sonın, açık seçik bi-
linmedikçe Devlet Başkanı'mn veto yetkisi,
son belediye seçimlerinde olduğu gibi kişisel
ve duygusal bir zeminde tartışüacaktır.
Anayasayı çiğnediği sık sık tartışma konu-
su olan bir kişinin, "veto"yu anayasamn katı
ve uygulanması zorunlu bir maddesiymiş gi-
bi gereksiz yere kuüanması, devlet çarkını için-
den çıkılmaz bir hale getirir. Bir yığın ekono-
mik güçlüklerle bunalmış olan bir iktidan, çö-
zürnlenmesi güç olduğu için ertelenmiş bir
"Çankaya sorunu"na yeniden yöneltir. Türki-
ye bu çekişme ortamında sonu gelmez kar-
gaşaya itilir.
Hemen söyleyeyim, dünyamn hiçbir ülke-
sinde bir devlet başkanınm uluorta veto hak-
kım kullandığı -12 Eylül darbesi dışında- gö-
rülmemiştir.
Veto hakkımn kökeni
Bütün yanlışhk, anayasalara egemen olan
düşünüşün, kuramsal tutarlılığa gereğinden
çok önem yüklemiş olmasıdır. Sayın özal'ın
bir savunma araa olarak sıkı sıkı sanldığı "ve-
to hakkı" Fransa'da krallığı savunan muha-
fazakâr bir meclis tarafından ortaya atdrrus ve
16. Louis'nin tekrar tahta çıkmasına bir ön ha-
zırlık olarak düşünülmüştür. Krallık otorite-
sine bir saygı ve bağulık olarak 1875 ve 1891
anayasalannda yer alan bu "veto hakkı" Fran-
sa'da cumhuriyet ilan edildikten sonra da cum-
hurbaşkanlanna aynen intikal ettirümiştir. Fa-
kat Fransız cumhurbaşkanlan parlamentodan
çıkacak kanunun veto edilmesinde bir tür hü-
kümet darbesi suçluluğu bulmuşlardır. Fran-
sız Anayasası'nda cumhurbaşkanlanmn veto
hakkı var, ama uygulamada hemen hemen yeri
yoktur.
PARİSTEN SELÇVK DEMİREL
YENİ KASEDIYU YİNE BIZIMLE
KAVGA ADAMI
ŞABANŞENİ
YtTtRDİK
Şahmeranı mağarasındavuran
Direniş öltim yaşam"ın yapıcüanndan
bir kızıl karanfdimiz
ŞABANŞEN
meımlkoşumuzda
hep yanımızdaolacaksın
AYRUPA'DAN
ARKADAŞLARIADIN A
AYŞE OĞUZ
İLAN
T.G MUCUR SULH
HUKUK
HÂKtMLtCt'NDEN
Dosya No: 1991/29 Esas
Duru^ma Günü: 27.1.1992
Davacı Halim Çokçttin Vekili
Av. Erol Güner tarafından davalı-
lar Fattna Ata ve arkadaşlan al«y-
hine mahkemtmizde açılan Mucuı
ilçesi Solaklı Mahaüesi'nde kain
bulunan 208 ada, 114 par&el sayılı
taşınmazla ilgili izaleyi şuyu dava-
sının yapılan açık duruşması sıra-
sında;
Kırjehir Merkez Çayağzı köyün-
den Muharrem eşi Fatma Ata'ya
dava dilekçesi ve durusma gunünü
büdinı davetiye tebüği edumecUgjn-
den ilanen tebliğine karar verilmiş
olup duruşma günü olan 27.1.1992
gûnu saat 09.00'da mahkememiz-
de haar olmanız veya kendinizi bir
veküle temsıl ettinneniz, duruşma-
ya gelmediğiniz ve kendinizi bir ve-
kille de temsil ettirınediğiniz
takdirde tahkikat ve duruşmaya
yokluğunuzda devam edüecegi ve
büküm verileceği ihtarlı olarak da-
vetiye yerine ilan olunur. 14.11.1991
Basın: 51024
0IEI BORA
SÜRÜCÜ KURSU
73. DÖNEM KAYITLAM
Kayıtlar 28 Aralık 1991
tarihinc kadar
devam etmektedir.
Oersane UsKudar 343 67 81
PISTLERIMIZ
Koıyatağı 362 47 33
Tarabva 162 OS 18
KAVGA ADAMI
ölüm Orucu Direnişçisi
ŞABAN ŞEN'İ
yitirdik.
Sen gençliğin mücadelesinde
Sen cezaevi direnişlerinde
Sen "hızlı koşumuz"da yanıbaşımızdaydın
Zafer gününde de aramızda olacaksın
SAĞMALdLAR CEZAEVtNDEN DAVA
ARKADAŞLARI ADCSAHARUN KARTAL
KAVGA ADAMI
Ölüm Orucu Direnişçisi
ŞABAN ŞEN'İ
yitirdik.
Hep aramızda olacaksın
AİLESt VE DEVRtMCt
ARKADAŞLARI AD1NA
SULTAN ÇELİK
Not: 28 aralık cumartesi (bugun) günü öğle
namazından sonra Karacaahmet Mezarlı|ı'nda toprağa
verilecektir.
Kanunlara karşı krahn ya da devlet başka-
nımn veto kullanması fıkri ilk defa Montes-
quieu tarafından ortaya atümıştır. "Kaou»la-
nn Ruhu Üıerine" adlı ünlü kitabında tngi-
liz Anayasası'ndan söz edeTken krahn parla-
mentodan gelen kanunlan kabul veya ret yet-
kisi olduğunu söyler (*). Oysa Montesquieu
îngüiz Anayasası'nda varsaydığı bu fıkirleri
John Locke'un "Hükümet Üzerine tki
Deoeme" kitabmdan aktarmııür.
Hukuksal mekanizmaya toplumsal
içerik
Görülüyor ki veto kavramım ilk defa kul-
lanan Montesquieu bile, onun tngiliz Anaya-
sası'nda -ki böyle bir yasa yoktu- geçerli olup
olmamasına bakmaksızın Locke'un kitabın-
dan aktarmakla yetinmiştir. Bizde de -12 Ey-
îül ara rejimi dışında- hiçbir cumhurbaşkanı
Bay özal'a gelinceye dek veto hakkını kullan-
mak gereğini duymamıştır.
Gerek anayasal kuruluş ve gerekse devlet ge-
leneği bakımından değil bize, Batıya bile ya-
bancı olan Amerika'da da Bay özal'ın vetosu
türünden bir uygulamaya rastlamak olanak
dışı. Orada bile anayasamn kendine özgü bir
geleneği ve tarihsel serüveni var. Amerikan
Anayasası'mn temel kuruluşlanndan biri olan
Federal Yüksek Mahkeme'mn gerisinde bir so-
mürge kanunu yürürlükte idi. Birleşik Ame-
rika, Ingiltere'nin sömürgesi olduğu dönem-
de, halkla devlet arasındaki ilişkileri düzenle-
yen bir tür anayasal haklara sahipti. Bu hak-
lar sömürge yöneticileri tarafından bozulur-
sa, halkın Ingiltere'ye itiraz ve şikâyet hakkı
doğuyordu. Birleşik Amerika tngilizlere kar-
şı bağımsılığuu kazanınca, kinunlann mutlak
gücünü frenlemek ve kontrol etmek için tn-
giltere'deki yargıçlann işlevini Federal Yüksek
Mahkeme'ye verdiler. Kısacası, hukuksal me-
kanizmayı değiştirmek gereğini duymaksızın
ona toplumsal bir içerik kazandırmakla ye-
tindiler.
Aynı Özelliği 'Milli Mücadele*nin iç dina-
mizmini yansıtan 1924 Teşkilatı Esasiye (ana-
yasa) Kanunu'nda da buluyoruz. Atatürk, söy-
lev ve demeçlerinde anayasaların toplumsal
vicdamn sesi olduğunu söyler. Bu nedenle Bi-
rinci ve tkinci Meşrutiyet anayasalanm şiddet-
le eleşürir, onlann taklit ve aktarma olduğu-
nu ve düşmanlarımmn, bize bu anayasayı zor-
la kabul ettirdiklerini ileri sürer:
"Efendiler, bu kitap (Kanun-i Esasi - ana-
yasa) düşmanlanmızı memnun etmeyi gözet-
miş bir kitaptır... Efendiler, taklit ile tebdil Ue
kanun olamaz... Buna karşıhk Teşküat-ı Esa-
siye Kanunu'muz milletin vicdanından çıknuş-
tır.... arkasında Erzurum, Sıvas kongrelerinin
»ve Türkiye Büyük Millet Mecüsi'nin kararia-
n vardır."
Atatürk'e göre tüm sosyal birikim, "hâki-
miyet kayıtsız şartsız milletindir" önermesin-
de toplanmaktadır. Ikinci Meşrutiyet anaya-
saları için: "Efendiler, bu kara kitabın, bu ha-
rabenin, baykuşlara dayanak olacak bu nes-
nenin yeniden yürürlüğe girmesine taraftar
olacak tek fert yoktur içimizde' diye konuşur
Meclis'te.
Fakat kimin aklına gelirdi günün birinde
baykuşlara yuva olacak Meşrutiyet anayasa-
lanmn höTtlayacağı ve Mustafa Kemaî'iıı kur-
muş olduğunrürkiyeBtiyttk Millet Meclisfnde
kendisi hakkmda suç duyurusu yapüacağı...
"Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir", sö-
zünü Türk devletinin vicdanı haline getiren
Mustafa Kemal'i düşünürken, "özal vetosu"-
nun hükümete mi yoksa devlete mi yöneük ol-
duğu sorusu, dudâklarımda donup kahyor...
(*) Montesquieu Kanunlann Ruhu Üzerine, Kitap II.
bölüm 6 John Locke, 1Wo Treaüses of Government.
OMERSAYGIN
OzeıklikYeteriimi?Ûniversite reformunun konuşulduğu şu günlerde değişim ümi-
diyle pek çok şey söylenmekte ve yazılmaktadır. Ben de aynı
ûmitle üniversitede bilimsellik konusuna değinmek istiyorum.
Çağımız, bilim ve teknotoji çağıdır. Bu alanda geri kalan ülke-
ler, halktanna çağın gerektirdiğı yaşam düzeyini sağlayamadık-
ları gibi diğer alanlarda da güçsüz kalırlar.
Üniversıtelere düşen en önemli görev, Olkenin bilim ve tekno-
loji alanında yüksek düzeyde uzman kadrolannı yetiştirmektir...
Bilim üretimi yerine bilim ittıali ile çağları yakalayabileceğimi-
zi zannetmek, kültûrümüzûn yüzyıllardır yapttğı ve hâlâyapmakta
olduğu bir hatadır.
Bilindiği üzere bir öğretim üyesinin vaziieleri eğitim-öğretim,
araştırma ve uygulama diye sıralanır.
Ûniversitelerimizde birçok hocamızın uluslararası düzeyde
•araştırma yapmadığını ve bu iki görevle yetindiğini görûyoruz.
Pekiyi, madem ki araştırma kendiliğinden istenilen düzeyde ger-
çekleşmiyor, 0 halde bu görevin 6gretim ûyelerine ne getirdiği-
ni sormak gerekir. Bu soruya cevap vermeden önce bilimde ba-
şanlı ülkelerin üniversitelerıne bakalım. Burada öğretim ûyele-
rini araştırma yapmaya teşvik edici ve kişinin kariyeri için hayati
önem taşıyan kurallar bulunduğunu ve bunlarm katı şekilde uy-
gulandığınıgörürüz.ör- .. .
neğin doçent ve profe- f. . j ^ ^ . .»
sörlüge yüksemimeler- UniVerSİteiCitS OUŞeil 611
de, boş kadrolara atan- Annmll nfa€*u
malarda ve araş^rma 0nemUg0rW,
olanaklarının paylaşı- ÜlkeilİII bİIİIH
asistan sayısı, laboratu-
yar imkan. vs.) geçerli
tek krrter, bıtımsel alan- _«_« 1^1
daki başan otmaktadır. kaarolannı yetışttnnektu...
Bu şartlar altında üni-
versitelerde kişiler arası •™^~~
bilimsel rekabet başlar ki bu da bilimsel üretim için mecburidir.
Kanaatimızce bilimsel üretim geleneği oluşmamış olan ûni-
versitelerimizde Batı'daki gibi bir bilimsel rekabet ortamı birçok
öğretim üyesinin işine gelmeyebilir. Bunun sonucu olarak da se-
çilen yönet'ıcilerin verecekleri kararlarla bilimsel rekabet ortamının
sağlanması şansa kalacaktır. Halbuki bu ortamın yerleşmesint
garanti edebilecek insanlar üniversiteterim'ızde mevcuttur.
Şu halde, bilim üretimi, ancak bu insanlann üniversitelerdek
akademik sorularda yetkilendirilmesiyle gerçekleşebilir. Bunur
için de üniversitenin en iyi bilim adamlarının, yönetmeliklerle be
lırlenecek bir değertendirme sistemiyle otomatik olarak bir aka
demik denetieme kunılu olusturmaları dûşünülebilir. Bu kurul he
türlü açık doçent ve profesörlük kadrolanna atamalarda, ara:
tırmaya ayrılan imkânların dağrtımında ve akademik birim ba:
kanlarının tayinlerinde son karan vermelidir.
Değiştirilmesi gereken diğer önemli bir husus da profesör >
doçentliğe yükseltilmelerde adaylarda aranacak bilimsel nil
liklerin düşük tutulmamasıdır. (En az iki veya üç SCI'ya 'Scie
tific Citation lndex' giren hakemli dergilerde yayın şartının ars
ması gibi).
İlirn, uluslararasıdır ve hakemsiz iç yayınlar burada kesinlil
kriter olamaz. Bu yüzden SCI'ya giren dergilerde hiçbir ya^
olmayan insanlara hediye edilen unvanların sebep olduğu t
ribatın acısını önümüzdeki otuz sene, talebeler çekecektir.
Ümidimlz, yeni retorm hareketini üstlenen politikacılarım
bu gerçekleri görmeleri ve üniversitelerimizin çağı yakalam
rı için gerekeni yapmalarıdır.
Prof. Dr. ÖMER SAYGIN, Boğaziçi Üniversitesi, Çevre
Bilimleri EnstitUsü'nde öğretim uyesidir.