Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
19 ARALIK 1991 DİZİ-RÖPORTAJ CUMHURİYET/7
SemerkancFda 'biııbir gece' gerceği
D A Ğ j L A N S S C B ' D E
T Ü R K İ C U M H U R İ Y E T L E R
OrtaAsya
Uyamyor
FATİH YILMAZ
özbeklerin, adma ilk kez 14. yüzyüda
rastlanıyor. Altınordu hanı Özbek Han'a
bağlı boylara özbek denildiği biliniyor.
Islamiyeti kabul etmeden önce Tuğinak
olaraJc bilinen Özbekler, tarih sahnesin-
de kendi adlanyla ilk kez Ebul Hayr'in
önderliğinde 15. yüzyüda devlet oldular.
Daha sonra 16. yüzyılda özbek hanı
Şeybak, Semerkant'ta Timur sülaksinin
egemenliğine son vererek topraklannı ge-
nişletti. Özbekler, daha sonra Ruslann
boyunduruğuna girdiler.
özbekçe, Çağatay Türkçesinin devamı-
dır. Bazı sözcüklerin karşıhklan şöyle:
Türkçe
oldu
kazan
ben
gel
yol
yıldız
et
yumurta
takke
inanmak
gül
geliyorum
çalışmak
Özbckçe
oldi
kozon
men
kel
yul
yulduz
guşt
tukum
duppi
ışanmak
gul
kele yetirman
işlamak AfGAPiiSTAN
KİMLtK KARTI ÖZBEKİSTAN
Bol altın madeniNiifusu: 20 milyon. Yüzölcümü: 447.400 kilometrekare.
Başkenti: Taşkent.
Etnik dagüım: Yüzde 69 özbek, yûzde 11 Rus, yüzde
4 Tatar, yüzde 4 Tacik, yüzde 2 Karakalpak, yüzde
10 Ukraynah, Ahıska, Koreli, Uygur, Ermeni.
Kaynaklan: Altın, kömür, uranyum ve doğal gaz.
Ekonomisi: Kimya, gaz ürünleri ve tekstil sanayi,
ağırhktadır. özbekistan'da yılda 1.5 milyon tonun
üzerinde pamuk üretilmektedir.
Semerkand, Özbekistan'm 1924-1930 yılları arasında ilk başkenti. Bu
nedenle özbekistan izlenimlerimize Semerkand'dan başladık.
Semerkand, Buhara ite hirlikte 8. yüzyıldan başlayarak Mavera Ul
Nehir'in (Aral gölüne dökülen Amu Derya ve Siri Derya ırmakları
arasında kalan bölge) en önemli kültür, ticaret ve din merkeziydı. Orta
Asya'mn en eski kentlerinden biri olan Semerkand'da Türkterin,
Iranlılarm, Araplartn yonetimleri sonucu kültürlerin bileşimi oluştu.
Kent, 1220 yılında Moğol Hakanı Cengiz tarafından yıkıldı, sonra
Timur döneminde ününün doruğuna çıktı.
SEMERKAND — Timur'un başkenti
birbirine hiçbir biçimde benzemeyen iki
farklı dünya olarak karşımza çıkıyor. Bir
yanda Lenin, Gorki, Gagarin adlı geniş
caddelerden oluşan yeni Semerkand, diğer
yenda Mavera ül Nehir'in bütün geçmişi-
ni her köşesinde yansıtan eski kent.
özbeklerin "Tinıur'un dağlan" olarak
adlandırdığı alçak tepelerı. bu tepelerin
bırbirlerine yaklaştıklan boğazlan aşıp
Semerkand'a girdiğinizde, bu iki ayn
dünyayı hemen fark ediyorsunuz. Eski
kentin mimarisi, gökyüzüne uzanan mi-
nareleri, neredeyse "btıradayız" diye
bağıran medreseleri, mıknatıs gıbi çeki-
yor.
Sanki Binbir Gece MasalJan'ndan çı-
kacak kahramanlar, biraz sonra önü-
nüzden geçecekler ya da Aksak Timur
biraz sonra Nasreddın Hoca ile oturup
şakalaşacak gibi. Hava durumu, özbek
kızlan. sokaktaki insanlan hiç de ilgi-
lendirmiyor. Tarihin rüzgân, Semer-
kand'ın eski şehrinin üzerinde girdap
olup sizi içine çekiyor. Kurtulmak ola-
naksız, artık büyülüsünûz ve sizi çağıran
sese uyacaksınız.
Gür-i Emir'de yani Timur'un türbe-
sındeyiz. Bir özbek kadın, türbe hak-
kında bilgi veriyor Özbekçe. tlk başta
cümleler havada kalıyor, biraz süre ge-
çince anlamaya başhyorsunuz. Timur,
siyah mermer bir lahitin altında yatıyor.
Yanında, çocuklan ve 5 metrelik bir so-
panın ucuna asılı tuğu. Özbek kadın hız-
lı hızlı konuşmasını sürdüniyor, Timur-
un boyunun iki metre olduğundan,
kanlarından bahsediriyor. "Timıır, Mo-
ğol mu Türk mü" diye sorduğumuzda ise
"özbek" yanıtını veriyor.
Sonra türbenin dışmda Timur'un
mermer tahtını görüyoruz. Arkasında
taştan, küçük bir havuz. Hizmetkârlan,
Timur için bu havuza nar suyu sıkarlar-
mış. Anadolu'ya kadar gelip, 1402 yılın-
da Osmanlı padişahı I. Beyazid'i
yendiğinde, bu tahtın da yanında oldu-
ğunu anlatıyor şirin özbek rehberimiz.
Herhalde, Nasreddin Hoca'yı da bu tah-
tın üzennden dinleyip. gülmüştür diye
dûşünüyoruz.
Nasreddin Hoca. Semerkand halkı ta-
rafından çok seviüyor. Eski kentin
hemen hemen her yerinde, Nasreddin
Hoca'dan bır iz görmek olası. Timur'un
türbesinin yanında, medreselerin önle-
rinde Nasreddin Hoca biblolan satılı-
yor.
Semerkand, Mavera ül Nehir'in en
büyük kapalı çarşısının içinde barındırı-
yor. Bu kadar canlı bir pazar yerini Orta
Asya'nınherhangi bir köşesinde görrnek
olası değil. Pazar, yiyecekleriyle, giye-
cekleriyle büyük bir bolluğu yansıtıyor.
Her şeyin iyisine ve tazesıne rasthyorsu-
nuz. Yaşlı, dişsiz bir kadın bir tezgâhın
arkasında saç satıyor. Örülü saçlar. Çiftı
20 Ruble. Kadınla konuştuğunuzda,
kendi saçlan olduğunu öğrenıp, şaşırı-
yorsunuz.
Bir kenarda kırmızı yüzlü köylü ka-
dınlan alma (elma), pirinç, karabiber,
kimyon satıyorjar. Pazar yeri canlı ve
Sovyet gerçeğinin çok uzağına düşüyor.
Bir zamanlar, İpek Yolu'nun kavşağm-
da olan Semerkand. pazanyla, kapalı
çarşısıyla "ben gecmişim" diye bağın-
yor. Semerkand pazannda, geçmiş
zaman tacırlen hâlâ yaşıyor.
özbek takkesi (duppi) giymiş, panto-
lonlanm ince deri çizmeîerinin içine
atmış erkekler, başı örtülü kadınlar, sıze
zaman kavramını kaybettiriyor. İster is-
temez mekânla özdeşleşiyorsunuz.
Karabiberin gramının ne kadar olduğu-
nu soruyorsunuz. Bir duppi almaya
yelteniyorsunuz. Pazann dışına çıktığı-
nızda 70-80 kişilik bir cenaze grubunu
görüp, gözden kaybolacakları ana ka-
dar bekliyorsunuz. Girdap, giderek sizi içi-
ne çekiyor.
Gözünüz, karşıdaki meydanda topla-
nan kalabalığa kayıyor. Eski bir otobü-
sün önündeki küçük meydanın etrafın-
da toplanan kalabalık, ellerinde fileleri,
torbalan ıle gülüp eğleniyorlar. Meyda-
nın ortasında yüzleri boyalı iki kişi,
konuşuyorlar. "Kelin, Temaşa" (Gelin
Temaşa) diye bağınyor birisi. Sonra, ye-
re paralel olarak hazırlanan bir direğin
üzerine bir genç çıkıyor, tam altında
cam kınklan. Genç, cam kınklannın
üzerine atlıyor. çılgınca alkışlar. Sonra
ayaklannı gösteriyor, kan yok. Alkışlar,
daha da güçleniyor.
Hemen arkanızda, Timur'un. karısı
Bibi Hanım için yaptırdığı medrese uza-
nıyor. Medreseyi, gezdiren rehberimiz
yine bir Özbek kadın ve hızlı hızlı anlatı-
yor. Bibi Hanım, Timur sefere çıktığın-
da burada namaz kıiıp, dua edermiş.
Medresenin tam ortasındaki taştan bü-
yük bir rahlede de Kuran okurmuş. Bibi
Hanım. Timur'un en sevdiği kadını ve
Mogol. Semerkand'da birçok kadının
adı da Bibi.
Kerpiçten tek kath evleri. dar ve ça-
murlu sokaklan geçıyoruz. Zaman,
burada 15. yüzyılda durmuş gibi. Birden
önümüze Rigestan çıkıyor. Minarelerin-
den ışık hüzmeleri süzülen, büyük bir
meydana bakan medreseler ve bır cami.
Rigestan'ın önünde, molla kıvafetleri
giymiş bırkaç kışı fotoğraf çeîctiriyor.
Biraz sonra sizin için borular çalınacak
ve içeri kabul edileceksiniz gibi. Medre-
senin avlusuna girdiğinizde, çinı duvar-
lann altındaki tahta kapılar açılacak ve
mollalann "çileli" yaşamlannı dinleye-
cekmiş hissıne kapılıyorsunuz.
Yeniden kerpiç tek kath evlerle dolu o
daracık sokaklara giriyoruz. Timur'un
Semerkand, iki ayn dünya. Birisi, Sovyet yapımı kişiliksiz kent; digeri, geçmişten gelen canlı bir dünya, eski Semerkand... Burada büyiilenmemek, tarih denen o tamahkâr tüccann sizi çağıran sesine uymamak olası değil.
ORTA ASYA TARİHİNE DAMGASINI VURAN HÜKÜMDAR
Aksak Timur: Türk mü Moğol mu?
Semerkandı
imparatorluğuna başkent
yapan Timur, Hındistan'dan
Rusya'ya, Çin'den Akdeniz'e
kadar uzanan topraklara
hükmetti. Timur'un Moğol
mu yoksa Türk mü olduğuna
ilişkin tartışmalar bugûn de
voğun olarak sürüyor.
Özbekistan ve diğer Türki
cumhuriyetlerde Timur'un
Türk olduğuna inanıhyor.
Bir özbeğe, Kırgıza, hatta
Kazağa sorduğunuzda,
Timur'un en büyük Türk
hanlanndan biri olduğu
yanıtını alıyorsunuz.
Semerkandhlara göre ise
Timur, özbek.
Orta Asya'nın Türki
cumhuriyetlerinde okullarda
okutulan tarih kitaplannda
da Timur'dan, "aonesi
Moğol, babası Türk" olarak
bahsedılıyor, ancak Türkiyeli
ve Batılı birçok tarihçiyegöre
Timur, Moğol.
Birçok Batılı tarihçi,
Timur'un, Moğol hükümdan
Cengiz Han'a dayalı bir
aileden geldiğini savunuyor.
Semerkand'da 14. yüzyılda
hüküm süren Çağataylann
da Cengiz sülalesinden
olduklan biliniyor.
Timur'un, Çağatay
hanlığında önemli mevkilere
yükselmesi, Moğol
oldugunun bir işareti
sayıüyor. Timur'un, daha
sonra 1369 yılında •
Çağataylar'dan
bağımsızlığını ilan edip kendi
imparatorluğunu kurması ise
Orta Asyalı bilim
adamlannca Türklüğûne
kanıt olarak gösterihyor.
Gençlik çağlannda bir
baskında elinden ve
ayağından sakatlanan
Timur, Semerkand'ı. Mavera
Ul Nehir'in en büyük ticaret
ve kültür merkezi yaptı.
Sakathğı nedeniyle "lenk"
(aksak) olarak adlandınlan
Timur, ölümünün ardından
cesedi mumyalanarak
Semerkand'da Gûr-i Emir
türbesine gömüidü.
Timur'un Moğol mu Türk
mü olduğu yolunda
tartışmalar tarihçiler
arasında sürerken, Batılı
basın yayın organlannda,
SSCB'de ortaya çıkan son
gelişmeler üzerine, "Timur'nn
çocuklan uyamyor"
başlıklan atılmaya ve Türki
cumhuriyetlerin Türkiye ile
bir bırliğe gidebileceğine
ilişkin haberlere gemş yer
verilmeye başlandı.
sarayına doğru ilerliyoruz. Bir köşede,
üç kargı ve uçlannda tuğlar. Arapça,
"İokanta" yazıyor. Kendimizi içeri atı-
yoruz. Kütüklerin üzerinde, ağaç masa-
lann çevresine oturmuş insanlar,
umarsız kahkahalar atıp, önlerindeki
koca koca guştlan (etlen) ellenyle par-
çalayarak mideye indiriyorlar.
Bir kütüğün üzerine ilişiyorsunuz.
Garsona yalnızca "guşt" demek yeterli.
Biraz sonra birisi yanınıza ilişiyor. Adı,
Hakberdi. Mühendis "Mühendis olma-
mabsımz" demek geliyor içinizden.
Büyü bozulsun istemiyorsunuz. Hak-
berdi, Türkiye'den geldiğinizi duyunca,
kalkıp hararetli hararetli elinizi sıkıp, si-
zi kucaklamaya çalışıyor.
Hakberdi, "tslaram birüğinden" bah-
sediyor. Semerkandda Pan-Türkizmin
hiçbir tabanı olmadığını, önemli faktö-
rûn din olduğunu söylüyor. Kafasında-
ki duppiyi arada sırada çıkanp, elleriyle
saçlannı tanyor. Sıze, Köroğlu destanı-
nın bir parçası olan Alpamis'ten de söz
ediyor. Nasreddın Hoca'dan bir fıkra ve
Islamiyetin erdemleri, peşisıra geliyor.
Yemeğiniz bittiğinde, üç kargılı lokan-
tayı geride bırakıp, hemen yandaki
Timur'un sarayına yöneldiğinizde, res-
torasyon nedeniyle kapalı olduğunu
öğrenip, büyüden kurtuluyorsunuz.
Artık, büyü bozuldu. Şimdi, yeni Şe-
merkand'dasınız. Caddelerin sessizliği,
mağazalann boşluğu sinirlerinizi bozu-
vor. Eski kentin bittiği bir noktadan
başlayarak uzanan meydanda Lenin,
sırtını eski kente dönmüş bir eliyle ileriyi
göstererek duruyor. Devasa binalar, Se-
merkand Oteli, sanki eski kente gösteriş
yapıyor, ancak, siz, hayalet bir kentte ol-
duğunuz hissine kapılıyorsunuz.
Siz, sürekli kıyaslamada bulunuyor-
sunuz, Sovyet sisteminin. "buyrun karşı-
laştırın, hangisi guzel" diye eski kentin
dışına inşa ettığı yeni Semerkand'ı kişi-
liksiz buluyorsunuz. Böyle düşünmekte
haklısınız, çünkü özbekler de böyle dü-
şünüyor. Semerkand'ı bir bütün olarak
hemen kucaklayacakmış gibi uzanan
Zerefsan vadisinden adını alan gazete-
nin yazı işleri müdürü ile konuştuğunuz-
da. ne kadar haklı olduğunuzu anlıyor-
sunuz.
Muzaffer Mukimov, ınançlı bir komü-
nıst olduğunu sövlüyor.Tüm OrtaAsya
komünıstlen gıbi çelişkide. Çelişkı, hem
komünıst olup hem de komünizmin 70
yılhk sultasını beğenmemekten kaynak-
lanıyor. Beğenmemenin ölçüsü de Rus-
lara, Ukraynalılara oranla geride
kalmak. örneğin, ne Özbekler, ne Kır-
gızlar ne Kazaklar ne de Türkmenler
yönetımde pek yükseliyorlar ve gizlilik
derecesi yüksek yerlerde çalışabiliyor-
lar.
Mukimov, bunlan anlattıktan sonra
Semerkanda geliyor. Zerefsan gazetesi-
nin yazı işleri müdürüne göre eski kent,
15 yıl önce nasıl canlıysa, şimdi de aym.
Yeni Semerkand'ı ise her dönem kişilik-
siz olarak gördüğünü söylüyor. Siz,
dinliyorsunuz.
özbeklerin, Semerkand ve Buhara gi-
bi kentler nedeniyle Orta Asya'nın tek hâ-
kımi olarak kendilerini gördüklerini,
Orta Asya cumhuriyetleri arasında, yeni
Slav hâkimiyetine karşı bir birlik oluştu-
rulması gerektiğini, bunun çapının
Türkiye'yi de içine alabilecek şekilde ge-
nişleyebileceğini Mukimov'un düşünce-
leri olarak, kafanızın bir köşesine
vazıyorsunuz. Aklınız, eski Semer-
kand'da. Politikayı bir köşeye atıp,
yeniden sizi çağıran o girdabın içine ken-
dinizi atmak istiyorsunuz.
Yann: Taşk^nt ve
polkika
A S I L BN
Tekil yanıtlar sığ...
MUSTAFA KARADEMtR (Anadolu Ürv. Afyon İkt. ve İd. BHknler
Fakûttasi, Maltys B&ümû)
Ülkemizdeki bireysel-toplumsal ahlakın tek kri-1
teri cinsellik ve dindir. Poütik, ekonomik, bilimsel I
ahlak belirleyici, henüz ülkemizde kabul edilme-1
miş. Sermaye handikapı savunduğumuz/inandığı-1
mız değerlere karşı hep sempatizan gizliliktej
olusmuştur. Yukandaki iki kritere göre yapılmış de-1
ğerlerimiz/külturümüz ikilemler içinde sığ kalmış I
kalıplasnus şekilde yeni bireylere aktanlmısnr. Top-1
lumsal anlayışlanmız farklı, kitap okumayı, "boş.
zamanlan değerlendirme, boşzamanlannızdane yaparsınızsorusuna
cevap olarak değerlendiren kimlikle karşı karşıyayız.
Sosyal etkinliklerimizin baş köşesi erkeklerde: Kahvehane/cinsel
sohbet tabii bu da ne duyarlı öğretici -bacak arasma dayalı- Kızlan-
mızda: Kendilerini erkek toplumuna karşı koruma bir tali durumu
kabullenmiş, sanki "eşinehizmeti, çocuk hizmeti, çocuk doğurma-
yı ve bakmayı, ev işlerini... vs. Kanıksamış konumdaki düşünce en-
jektesiyle karşı karşıyadır.
— Doğurganlığını, emeğini ve kimliğinitasarruf etmehakkına sa-
hip ohnayı ütopya edinmiş, katılımcı üretkenlikten soyutlanmış bir
karşı cins potansiyeli oluşmuştur. Ben karşı bir hemcinsimin "eko-
nomik cinsel-kültürel" özgürlükleri kazanmadan erkek hegemon-
yahğındaki şu toplumda yer almalan zor belkili. Mal, meta, kapital
olarak etiyle, emeğiyle, düşüncesiyle sürekli sömüriı içinde kalacak-
lannıgerçekte radikal haklannın "kadın haklan" diye sunulmasının
onlara marjinal/feminist düzeyde tartışma-uzlaşmayaratmakta sö-
müriınün bir başka yönüdur.
Değişmesi gerekli -mutlak- toplum anlayışının üniversitelerimizi
de etki altına alması "nasıl bir üniversite istiyoruz" sorusuna karşı
verilen tekil yanıtlann sığ kalmasına neden olur.
Bu sorunların tekil sunumlarla çözülemeyeceğini, sorunun ülke-
mizir. temel sorunu olduğunu, bunun da toplumsal bir değişme asa-
masından sonra ortadan kalmış bir durumda kalacağı kanısındayım.
Yüksek öğrenim gençliğininden sevgi, ümit, inanç içindeyasama atıl-
mak için çalışmalarını en aandan buradan betonlaşmış duyarlı kim-
likte tekil duyumsallıkla anlayısb uzlasmacı kimlikle zor ve mücadele
gerektirse de istemek bir görevdir.
İ R u N İ V E R S T İ Y O R U Z ?
Bırakın, öğrencileryönetsin
SERCAN ÖZKAN (İTÛ Fızik Müh. Hazırttk Smfı)
Demokrasi çarklannın tam işlediği özerk bir üniversite, poli-
sin olmadığı bir üniversite...
Bilimsel ve akücıhğı ön planda tutan üniversiteler istiyorum.
Bunun yanında özel statüye geçirilmeye çalışılan üniversiteleri-
miz -çünkü onlar bizim- var.
Üniversitelerin yalnızca öğrencilere ait olmasını istiyorum.
Kültürel ve sanatsal etkinliklerin olduğu -olanlann da
kısıtlanmadığı- bir üniversite istiyorum.
Aynca uygulamalı derslere ağırhk verilmelidir.
Öğrencinin sosyal ve kültürel etkinliklere katılabümesi için ders
programı ona göre ayarlanmalıdır.
Hep ders değil, dersin olmadığı günün de olmasını istiyorum.
öğrenci bu dersin olmadığı günde bazı sosyal ve kültürel etkin-
liklere katüabilme olanağı yaratır.
öğrencilerin uretken bir kafaya sahip olmasını sağlayan üni-
versitelerin olmasını istiyorum. Çünkü geleceği yaratan bizler
olacağız.
Burada YÖK'e bir mesaj gönderiyorum. Söylenen bir lafı de-
ğiştirerek, "Bırakın üniversiteleri öğrenciler yönetsin".
, şiirjdebilmeli
HÜSEYtN KALAY (Ege Ünv. Ttp Fakültesi, 5. sınıf)
Hiçbir yıldız, "üniversite" kavramı kadar par- •
lak değildir liseli bir öğrencinin düşüncelerin-
de. Hiçbir umut onun kadar çekici değildir. Ne I
var ki her yıl, bu umut, kazanamayan yüzbin-
lerde bir sonraki şans numarasına bırakır ken-
dini ve sonunda kendi karanlığmda intihar eder.
Ya kazanan şanslı (!) azınlık? "Üniversite" adı
altında, çoğu kez onlar da bir başka ezber ce-
henneminde bulacaklardır kendJerini. I
Oysa üniversite, geniş ufuklar sahnesidir öncelikle. Istenılen
mesleğe adım atışta acdmayı bekleyen bir kapıdır. Ne var ki ÖSYS
temelde bir şans oyunu olduğundan isteyen, becerebileceği, ye-
teneği olduğunu bildiği mesleği seçemez ülkemizde. Kitleler hiç
ilgi du>madıklan bir ipte, cambazlığın en kötüsünü oynarlar. tp
durmadan kopar.
Üniversite, "araştırma" demektir de aym zamanda. Insan beyni
kıvnmlannın dans edeceği bir yalnızlık pistidir. "Evreka"lann
doğuşu, ezberciliğin gerekmedikçe çöpe yollanacağı, mantıksal
labrentin en bilinmeyen çıkıslar yapacağı ulkenin adıdır üniversite.
Bir tıp öğrencisi şiir, resim, heykel diyebilmeli, bir mühendis
insan ruhunun derinlikleri üzerinde bir araştırmada "hayat ne
güzel" diyebilmelidir.
Tüm bunlara sahip üniversite elbette kendi özgürlüğunü ya-
şatacak, öğrenci kendi kimliğine gizlenmiş bir sivil polis arayışı-
na gerek duymayacak. En önemlisı "bu benim üniversitem" bi-
lincini yüreğinin derinliklerine, beyninde bir yerlerden ışınlaya-
caktır.
Kapılar yüzümüze
kapanmasın
HALlL ÎBRAHtM OÇUZ (Eğitim ön Usans Programı)
Üniversitelerimiz çeşitli branşlarda iyi meslek
sahibi insanlar yetiştirmektedir. Kammca genç-1
lerimizin iyi bir mühendis, doktor, hukukçu veya I
sanatkâr olması yeterli değildir. Gençlerimizin, 1
ulusal ülkülere bağlı ve bu ülkülerin gerçekleş-
mesinde kendisini sorumlu hissetmesi, şartlar ne
olursa olsun bu Ülkülerin gerçekleşmesinde her
türlü özveriyi gösterebilecek karakterde yetişti-
rilmeleri zorunludur.
Ulusal ülkülerin gerçekleşmesi için şunu kabul etmeyüiz: Üni-
versiteli bir çocuk veya lise öğrencisi değildir. Onlar 1-2 yıl son-
ra ulusumuzun sağlığına, eğitimine, hukukuna, bilim ve tekni-
ğine damgasını vuracak, kısaca ulusumuzun geleceği ve gelece-
ğimizi hazırlayacak kişilerdir. öyleyse üniversiteli gençlerimiz;
siyasal, sosyal, ekonmik, toplumsal hayatımızın her yönü ile il-
gilenebilmeli, sivasi düsüncelerinden dolayı hor görülmemeli, dev-
let kapılarının yüzüne kapanacağı endişesinden kurtulmalıdır.
Üniversiteli, laik düşünceye sahip olmalıdır.
Üniversiteli, demokrasiyi vazgeçilmez yaşam tarzı olarak gör-
meli, demokrasiyi her türlü kunım ve kurallan ile yaşatma mü-
cadelesi verebilecek güce sahip olmalıdır.
Üniversiteli, ulusal kültür değerlerimize bağlı, fakat çağdaş kül-
tür değerlerini gozardı etmeyen, sırtım dönmeyen biri olmalıdır.
Üniversiteli, Atatürk ilkelerini ve devrimlerini çağdaş uygar-
lık düzeyine ulaşmamızda vazgeçilmez bir yol olarak kabul et-
meli, Atatürkçülüğün içeriğini zenginleştirme gücünü kendinde
gören şartlar ne olursa olsun Atatürkçülük'ten asla bir ödün ver-
meyen bir genç olmalıdırlar.
Şatolardaki araştırmacılar
İRFAN KAYA ÜLGER (Ankara Om. SBF Uluslararası ilışkiler
Yüksek LJsans öğrencisi)
Bir bilimsel araştırma sağlam verilere dayan-1
mahdır. Temel kaynaklara ulaşılmadan yapılanl
araştırmalarda, hata olması kaçınılmazdır. Bu-1
gün özellikle uluslararası münasebetlere ilişkin I
konularda, araştırmamn dayanacağı birincill
kaynaklara ulaşmak mümkün olmamaktadır.
ıkinci Dünya Savaşı'nda Türkiye'nin Baü ül-l
keleri ile ilişkileri yahut Türkiye'nin Bandungl
Konferansı'ndaki tutumu gibi spesifık bir ko-|
nu tespit ettiğinizde, hiçbir şekilde birincil kaynaklara ulaşama-
dığınızı hayretle fark ediyorsunuz. Dış münasebetlere ilişkin ev-
raklar arşivlerde, kapalı kapılar arkasında bekletilmektedir.
Bunlann, en azından bir 60-70 yıl sonra araştırmacılara açıla-
cağı belirtilmektedir. Halbuki, Avrupa ülkelerine eğitim için gi-
den arkadaşlarımız, söz konusu ülkelerde, Körfez savaşına ait
"Top Secret" belgelere araştırmaalann ulaştığını ifade etmek-
tedirler.
Türkiye bu alanda da Batı'nın gerisinde kalmıştır. Ceza ya-
sasındaki fikir suçlanna ilişkin maddelerin kaldınlması ve in-
san haklarına ilişkin yeni düzenlemeler yeni bir çığır açarak, Baü
ile ülkemiz arasmdaki demokratik mesafeyi kısaltmıştır. Ümit
ederiz yakın bir zamanda, dış münasebetlere ilişkin arşivler de
bu şeffaflık akımından payını almış olur. Bu durumda araştır-
macılar da şövalye şatolannda "Şöyle olmuş olabilir, böyle ol-
muş olabilir," gibi ahkam kesme araştırmacılığmdan kurtulmuş
olurlar.