Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 19 ARALIK 1991
BURASI
TÜRKÎYE
HALUK ŞAHİN
Polis Radyosu
Niçin Dinleniyor?Yeni hükümetin hazıriamayı söz verdiği radyo-televizyon
yasası merakla bekleniyor. Merakın da ötesinde bir geri-
lim söz konusu aslında: Özellikle bu alana girmeye ha-
zırlananlar bir sonraki adımlarını atabilmek için yeni dü-
zenin nirengi noktalannın belli olmasını bekliyorlar.
Hükümet programı değişim konusunda kesin bir vaat-
te bulunmakla birlikte, yeni düzen hakkında fazla bir ipu-
cu vermiyordu. Şöyle deniyordu:
"Halkımıza gerçekleri yansıtan ve doğru haber alma
olanağı sağlayan tarafsız bir devlet radyo-televizyonu mut-
laka sağlanacak ve özel televizyon ve radyo istasyonları-
nın da kurulmasına olanak veren hukuksal ortam hazır-
lanacaktır."
Demek ki devlete ait ve özel radyo-televizyon istasyon-
larının yanyana bulunacağı "ikili" bir sisteme geçmemiz
söz konusu.
Ama nasıl bir ikili sistem? Nasıl bir devlet radyo-
televizyonu, nasıl bir özel yayıncılık düzeni? Henüz fazla
bir şey bilmiyoruz.
Bildiğimiz tek şey devlet radyo-televizyonunun
"tarafsız" olacağı. Ama özerklikten söz eden yok. Niçin
acaba?
Daha nice sorular geliyor akla...
Radyo-televizyon yayınları hepimizi yakından ilgilendir-
diğine göre, bu konuları yaygın olarak tartışmalı, ülkenin
çok değerli elektromanyetik kaynaklarının beceriksiz bü-
rokratların, ilkesiz tüccarların ve yerli-yabancı tekellerin
keyfine bırakılmaması için çaba göstermeliyiz.
• • •
Sanırım, bu arada kendimizi şu "büyüklük" fetişinden
kurtarmamız gerekiyor. E.F. Schumacher'in "Küçük
güzeldir" ilkesini ufak ufak yayıncılık alanına da sokma-
mızın zamanı geldi.
Radyo-televizyon yayıncılığma soyunanlardan kiminle
konuşsam, bakıyorum hep TRT ölçülerinde düşünüyor-
lar. Yapılan trilyonluk hesaplar bu türden beklentilere da-
yanıyor. Gözleri hırs bürümüş: iki kanal, günde 24 saat
yayın, tüm ülkeyi içine alan kapsama alanı...
Oysa iletişim teknolojilerindeki gelişmeler yayıncılık ko-
nusunda küçük düşünmeyi her zamankinden daha müm-
kün ve mantıklı kılıyor. Yerel
iletişim ihtiyaçlarına cevap
veren, ama belirli programlar
için ulusal ya da uluslararası
ağlarla birteşen küçük istas-
yonların dönemindeyiz. Biz-
de niçin böyle olmasın?
Aynı büyükçü kafa, kamu
televizyonu konusundaki dü-
şünceleri de etkilemekte. As-
lında TRT'ye kamu yayıncılı-
ğı alanında da yerel rakipler
gerek: Üniversiteler, beledi-
yeler, polis gibi...
özel istasyonların da dev
tröstlerin elinde bulunması
şart değil: küçük düşünmesi-
ni bilmek kaydıyla, kent tele-
vizyonlarının ve hatta semt
televizyonlarının bile kendi
kendilerini finanse edebile-
cekleri bir düzen kurulabilir.
Dışarıda örnekleri bol bol var.
Hükümet programı "ger-
çekleri yansıtan ve doğru ha-
ber alma olanağı sağlayan ta-
rafsız bir devlet radyo-
televizyonu" diyor. Niçin
"radyoları ve televizyonları"
demiyor? Bu amaç birbiriyle
yarışan kamu kurumları tara-
fından daha iyi gerçekleştiri-
lemez mi?
Kamu alanında da tekelci
düşünceden kendimizi kur-
tarmak zorundayız.
• • •
İzninizle biraz bolücülük
yapmak istiyorum: Ben ol-
sam, işe TRT'yi bölmekle
başlardım. Önce TRT'nin üç
kanalını özel kesime ya da di-
ğer kamu kurumlarına aktar-
dıktan sonra geriye kalan iki
kanalı da ayn ve özerk iki ka-
mu yayın kuruluşunun eline
verirdim. Dahası, radyoyu da
mutlaka televizyondan ayırır;
sürekli ihmal edilen öksüz
çocukluktan kurtarıp, özerk
ve bağımsız kjrumlar elinde
kendi kişilığim bir kez daha
kanıtlamasını sağlardım.
işte o zaman çağdaş bir
iletişim ortamına doğru bü-
yük bir adım atmış olurduk.
Yayıncılıkta başarıy büyük-
lükle ölçenlere ufak bir anım-
satma: Yeni yapılan bir araş-
tırma, radyo istasyoniarı ara-
sında Polis Radycsu'nun
açık farkla birinci olduğunu
ortaya koymus.
Üç beş kişiye yayn yapan
Polis Radyosu nasıl ouyor da
koskoca TRT'rin dörtistasyo-
nunu bu kadar geride bıraka-
biliyor?
Bu bulguyj haxımızın
zevksizliğiyle sçıklarraya kal-
kanlar çıkacattır, biiyorum.
Ben ise "O ka<ar bast değil"
diyorum.
Hele bir dLJsünelin.
Bak Poştacı Geliyor: YOK,
FTT ve Özerkük
YÖK, Türkiye'nin birlik ve beraberliğini soğuk savaş koşullan içinde
koruyacağız diye üretilen korporatist çözümlerden bir tanesidir. YÖK'ün
kuruluşundaki amaç bilimsel değil. siyasidir.
Prof. Dr. ERSİN KALAYCIOĞLU Boğaziçi Ünivershesi İdari Bilimler
Fakültesi Öğretim Üyesi %
ket etmek zorunda da değillerdir. YÖK'ün
kabul etmediği bir görüşü, kaynağı ne olursa
olsun yaymak hukuki zorunluluğu bulunma-
maktadır. Aynça bilimsel etik de böyle bir
zorunluluğu YÖKün sırtına yüklememiştir.
Cumhuriyet gazetesinde 3 aralık salı günü
"Lygarlık korkusu" diye bir manşet yayım-
landı. Bu manşet ve onun altındaki haberde
konu edilen, Sayın Server Tanilli tarafından
yazılmış bir kitabın derslerde okutulmasını
yasaklayan bir YÖK karannın üniversitelen- Özerklik, bir kurumun başka hiçbir kuruma
cı, "Biz YUK. olarak tek öır kitap yasaklama-
dık... Bizım üzerimizdeki kuruluşların tali-
matlan olmuştur. Bizim yaptığımız'"postane'
göreviydi. Gelen emirleri üniversitelere iletir-
dik" buyuruyorlar. (Cumhuriyet, 3 Aralık
1991: 19). Başka yasaklanan kitaplar olup ol-
madığı sorulduğunda ise "...üniversitelerimiz
özerktir. Kendilen yasaklamışsa bilemeyiz"
diyorlar.
Bu ilginç açıklamalann Türk üniversite tari-
hinde özel bir konumu olacağını söylemek her-
halde gereksizdir. Ancak şecaat arz ederken
sirkatin söylemenin daha iyi bir örneğini bula-
mayacağımız için bu konuyu bir kere daha
vurgulamak istiyoruz.
Anlaşılan Sayın Doğramacı, TC Posta Telg-
raf Telefon jdaresi'nin yeterince etkin çalışa-
madığı ve üniversite adreslerine posta sevkı-
yatı ve dağıtımı yapamadığı kanısındadır.
Doğramacı ve postacılık
YÖK'ün kuruluş nedeninin devletin üst ku-
ruluşlarının postasını üniversitelere sevki ol-
madığı 1982 Anayasası'nda açıkça belirtilmiş-
tir. Kötü bir Türkçe ile kaleme alınmış olan
1982 Anayaşası'nın 131. maddesini doğru an-
lıyorsak. YÖK'ün görevleri arasında "postacı-
lık" yoktur! Yasa koyucu YÖK'e üniversite-
lerde eğitim-öğretim ve bilimsel faaliyetleri
"yönlendirmek" ve öğretimi "planlamak. dü-
zenlemek, yönetmek, denetlemek" yetki ve so-
rumluluklarını vernjiştir. YÖK'ün, bunların
dışında hiçbir zorunluluk ve yükümlülüğü de
buiunmamaktadır. Üstelik, Sayın Doğra-
macı'nın sık sık belirttiği gibi YÖK ve üniversi-
telerimiz dünyanın en özerk kurumları ise bir
başka yerden aldıklan "talimata" göre hare-
rumsal normlan, değerleri ve kurallan ile
karar alabilme ve uygulayabilme yetkinliğini
ifade eder.
Sayın Doğramacı'nin belirttiği gibi YÖK
•"talimat" ile hareket eden bir kurumsa. özerk
değildir! Sayın YÖK Başkanı bu kurumun ta-
limatla mı, yoksa özerk olarak mı, (yani yal-
nızca yasalara, yönetmeliklerine ve kendi iç
kural ve normlanna göre mi) hareket ettiği so-
rununa bir açıklık getirmelidir.
"Biz ne yapalım, talimat geldi; biz de posta-
ladık!" demekle özerk bir akademik kurul
"Kitap yasaklamayı" mazur gösteremez.
Kitaplan kim yasaklar?
Anayasamızın 26. maddesi ve devletimizin
taraf okiuğu Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Beyannamesi ve Paris Şartı düşüncenin yayıl-
masının üzgür olduğunu vurgulamaktadır.
Aynca. üniversitelerde okutulacak kitaplan
yasaklamak akademisyene (öğretim üyesine)
olan güvenin ne kadar az olduğunun da bir gös-
tergesidir. Akademisyen uygarlık tarihi okutmak
konusunda ehil değilse, o dersi veremez. Eğer
ehilse, bu derste ne okutulacağını bilir. Onun hiç-
bir kaynaktan talimat almasına gerek yoktur.
Üstelik talimat verilerek bazı fıkirlerin yayılma-
sının engelleneceği sanılıyorsa, bu da akademis-
yenin ussal (akli) yeteneklerini çok hafife almak
anlamını taşır. Her akademisyen dersin konusu-
na uygun gördüğü fıkri sınıfta öğrencilerine an-
latabilir.
bilimsel bir eleştirisi yapılaFak örneğin Ta-
nilli'nin kitabındaki fikirlerin savunulması
mümkün değil rnidir? Eğer amaçlanan fikirle-
rin engellenmesi ise hiçbir yasak fıkir engelle-
yemez. Öyle olsa. 1980'lerin Sovyetler Birliği'-
nde yeni fıkirlerin ortaya çıkması mümkün
olamazdı.
Acaba "'özerk" YÖK ve üniversite idareleri
Milli Güvenlik Kurulu sekretary asına kitap ya-
saklamanın derde deva olmadığını, akademis-
yenlere güvenmek gerektiğini, onlann da va-
tanperver olduklannı, şüphelı şahıs muamele-
sine layık olmadıklannı anlatmak zahmetinde
bulunsalardı. bilime ve vatana daha fazla hiz-
met etmiş olmazlar mıydı?
Kaldı ki YÖK'ün böyle davranmasını yasası
ve bilimsel etik de teşvik etmektedir. Oysa, bu-
nun yerine postacılık tercih edilmiştir.
YÖK'ün tercihi: "Terbiye"
PARİSTEN SELÇUK DEMİREL
YpK. özerk bir akademik kurumdan bekle-
nebilecelrkurum normlannı, özellikle bilimsel
faaliyetin gerektirdiği düşünce özgürlüğü or-
tamını korumak ve yerleştirmek görevini, bu
kitap yasaklama olayında da ihmal etmek gaf-
letinde bulunmuştur. Üstelik Sayın YÖK Baş-
kanı bunu defaten yaptıklarını da yukanda
Kaldı ki, YÖK'ün veya başka bir merciin zikredilen alıntıda ima etmeictedir.
öngördüğü kitap okutulurken bunun etraflı ve Bu örnek de YÖK'ün bılımsellik ve yüksek
öğrenimi yaymaktan çok, bazı devlet kurunrf-
lannın talımatlannagöre üniversiteleri "terbi-
ye etmek" için kurulduğu ve çalıştığına işaret
eder. YÖK, Türkiye'nin birlik ve beraberliğini
soğuk savaş koşullan içinde koruyacağız diye
üretilen korporatist çözümlerden bir tanesi-
dir. YÖK'ün kuruluşundaki amaç bilimsel
değil siyasidir. YÖK bir siyasal denetim meka-
nizması olarak kurulmuş ve çalışmıştır. En
temel amacı "siyaseten doğru" olarak kabul
edilenlerin üniversitelerde öğretilmesini ve ya-
yılmasını temin etmek ve "siyaseten arzu edi-
len türde bilim" üretmektir. Bu yolla üniversite
gençliğımizin "siyaseten mahzurlu görülen fi-
kirlerden konınmasf'nın gerçekleşeceği düşü-
nülmüştür.
1980'lerin sonunda soğuk savaş bitmiştir.
Bu sayede, daha önce "dağda, karda katur ku-
tur yürüyenler" olarak bahsedilebilen vatan-
daşl'ara. devletin en yetkili ağızlanndan Kiirt
denilmeye ve "Vara, vara" diye hitap edilmeye
başlanmış. Alevilerin Diyanet Işleri Başkanlığı
bünyesine kabulii tartışılmaya açılmış, kısaca
dünya değişmis, Türkiye değişmiştir. Ancak yi-
ne de YÖK, çağdaş dünyada yaşamını sUrdüren
bir dinazor gibi varuğını devam ettinnektedir.
Üniversite öğretim üyelerini ve öğrencilerini so-
ğuk savaş zihniyetine göre on yû terbiye eden
böyle bir kuruma hâlâ gerek var mıdır? Soml-
ması gereken soru bizce budur!
İNCİL'İ
HİÇOKUGÜNU2MU?
İSA MESİH'in *ânhsel 'aşamı
ve Öğretişsri Hakkı-da
Bilgi Edmntak isterşnız
Bize 'azınız
KitaolarımK UCRETSIZ !
P.K.:1"2(C j
Ûskûdar ktanbıl
Ormandayûriiyüsyapmak
taksitleriçin kosusturmaktan
herzamandahaiyidir.
Kiralar, taksitler, senetler... Düşünün bir kez,
her ay bu Ödemeleri yapmak için, ne kadar zaman harcadığınızı düşünün. •
Halkbank şimdi, yepyeni bir hizmetle, size zamanınızı armağan ediyor.
Otomatik Ödeme Sistemi
Gelin bir Halkbank Şubesine, açın hesabınızı, verin ödeme talimatlarınızı, zamanınız size
kalsın. Bu ödemelere ayıracağınız süre içinde. mutlaka yapacağınız daha iyi bir iş vardır.
Ormanda yüriiyüş yapmak, bunlardan yalnızca biri...
c a
HALKBANK
TÜRKİYE HALK BANKASI
a n a . û r e t e n e k a v n a k .
FÜRUZAN HUSREV TOKİN
Yunus Emre'ye
Hümanist Denemez
Moğoilar ile 1243 yılında Köse Dağı'nda yapılan savaşta Sel-
çuklu ordusu bozguna uğradı. Moğol istilasının başlamasıyla
Anadolu'da siyasal güven kalmadı Ekonomik ve sosyal düzen
tümüyle bozuldu. Moğoilar, Anadolu'yu sömürmeye başladılar.
Bu arada Babaîlik ayaklanması, devlet otoritesini sarstı.
13'üncü yüzyılda Anadolu'da özellikle Konya'da Iran edebiya-
tının etkisi sûrerken, öte yandan ulusal dil ve edebiyat gelışmek-
teydı. Bu yüzyılda, Anadolu'da tasavvuf edebiyatıtökleşmişdu-
rumdaydı.
Eskişehir'in iklimi serttir; kışları sürekli soğuk, yazları ise sı-
caktır. Esklsertir'e bağlı Sivrihisar denilen yer de «yrtı koş'ullar
içindeydi. Yunus Emre, bu iklim koşullan içinde Sanköy'de dün-
yaya geldi. Köyün hayvanlarını güttü, çobanlık yaptı. Fakat bu
iş onu tatmin etmiyordu. İçinde okumak, öğrenmek aşkı vardı.
O dönemlerde camiier ve mescitler, birer eğitim ve öğrenim yer-
leriydi. Yunus Emre de camiye ve mescite girti.
Selçuklular döneminde Kbnya, eğitim ve kültür alanında ge-
lişmiş bir kentti. Özellikle medreseleriyle ünlüydü. Bu medre-
seler, eski dönemlerin birer üniversitesi niteliğindeydiler. Müder-
risler de öğretim görevlileriydiler. Bu medreselerde dönemin iteri
gelen bilginleri ders verirlerdi. Mevtâna Ce/â/eddin, Muhiddm Ara-
bî, Sadreddin Könev/gibi sofiler Konya medreselerinde ders ver-
mişlerdir.
Yunus Emre, bir gün yollara düştü ve Konya'ya gitti. Burada
Karatay medresesine girdi. Büyük bir aşkla okudu, birçok bikjt-
ler edindi. Belki de Sadreddin Konevf'den ders almıştır. Çünkü,
şiirlerinde onun bilgileri doğrultusunda örnekler vardı. Şlirlerin-
de Vahöet-i Vûcut felsefesinden söz etmektedir. Yunus Emre,
"ümmî", yani cahil değildi. Medresede iyi bir eğitim ve öğrenim
gormüştü. Mevlâna'nın şiirlerinı Türkçeye çevirecek kadar gü-
zel Farsça biliyordu. Şirazlı şair Sadi'nin şiirlerini Türkçeye çe-
virecek kadar Arapça biliyordu. Hece vezni kadar aruzu da ba-
şarıy1a kullanan bir şaire ümmî denilir mi?
Yunus Emre, Konya'da Suttan Veled ile tanıştı, arkadaş oldu.
Ve onun aracılığıyla Mevlâna ile tanışınca, Mevtâna'ya karşı bü-
yük bir hayranlık ve saygı duydu. Mevlâna'nın toplantılarına ka-
tıldı. Ondan ışık aldı ve aydınlandı. Ne diyor Yunus Emre: "Mev-
lâna bize baktıöı za- „ _ , , . . . . .
Yunus Emre'nin şiıriennde
geçen, "Sevelim,
sevilelim, dünya kimseye
kalmaz" ya da "Ben
gehnedim dava için, benim
işim sevgi için" dizelerini
ele alarak onu tasavvufa
hümanist görüşünü getiren
büyük düşünür olarak
göstermeye çalışıyoriar.
mandan beri onun mü-
barekbakışı, gönlümüz
aynası olmuştur"
Bir zaman geldi ki,
Yunus Emre'nin yüreği-
ne bir ateş düştü. İlk kı-
vılcım Mevlâna'dan gel-
di. Toplantılar, sohbet-
ler, edindiği bilgiler Yu-
nus Emre'yi tatmin ede-
mez oldu. Mevlâna ve
onun çevresindekiler
ayncalıklı (aristokrat) bir
sınıfı temsil ediyortardı.
Oysa Yunus Emre bir
halk çocuğu idi ve bu
ayncalıklı insanlar ile uyuşamadı.
Bütün öğrendiklerini bir tarafa bıraktı. Öğrendikleri hep akıl
bilgisi idi. Aklın ötesinde başka bir dünya vardı, bunu biliyordu.
Mânevî bir dünyaya, iç dünyasına varmak istiyordu. Bir uyarıcı-
ya varmadan, ona bağlanmadan maksada vanlamayacağını an-
ladı. Yine yollara düştü. Duydu kı, Sakarya yöresinde büyük bir
mânevî değer kazanmış ünlü bir eren varmış; vardı Taptuk Ba-
oa'nın yanına, el öptü, diz çöktü. Onun yanında yıllarca çile dol-
durdu. Taptuk Emre'nin uyarılarıyla gönül gözü açıldı. Mânevî
olgunluğa erişti. Taptuk Emre'nin yanına çiğ olarak gitti ve pisti.
Yunus Emre'nin şiirleri Allah sevgisine dayanır. Allah sevgi-
siyle ilâhî aşkın huzuruna kavuşmuştur.
Yunus Emre, tasavvuf anlayışının ilkelerine bağlanmış, sofi ya-
şamı bütün deneyleriyle, bütün evreleriyle yaşamıştır.
Yunus Emre, Anadolu'da gelişen Türk dilinin kurucusu olmuş-
tur. Türkçe şiirler yazarak halkın konuştuğu dil ile şiirlerini ge-
liştirerek Farsçaya ve Arapçaya karşı bir tepki göstermiştir.
Yunus Emre'nin gerçek şiir gücü, işlediği konutarda, şiirleri-
nin anlatımında kendisini gösterir Şiirleri, lirik ve didaktik olmak
üzere ikiye ayrılır. Lirik şiirleri, saf şiirin en güzel örnekleridir. Di-
daktik şiirleri ise, şairlik gücünün örnekleridir. Yunus Emre'nin
şiirdeki başansı, düşüncelerini, öğütlerini, görüşlerini yalın bir
anlatımla belirtmiş olmasıdır. Duygulannı yapmacıktan uzak, için-
den geldiği gibi söylemiştir.
Yunus Emre'nin asıl yapıtı "D/va/)"dır. (Devlet işlerinin görül-
düğû yere Divan denildiği gibi, bir şairin şiirlerini topladığı kita-
ba da Divan denir).
Bazı yazarlarımız, Yunus Emre'yi "hümanist şair" olarak ni-
telendirmektedirler. Oysa Yunus Emre'nin hümanizm ile hiçbir
ilgisi yoktur.
Yunus Emre'nin şiirlerinde geçen, "Sevelim, sevilelim, dün-
ya kimseye Kalmaz" ya da "Ben gelmedim dava için, benim işim
sevgi için" dizelerini ele alarak onu tasavvufa hümanist görü-
şünü getiren büyük düşünür olarak göstermeye çalışıyoriar. Yu-
nus Emre'de hümanizm görenler, bu terimi "humanitaire" söz-
cüğü ile karıştırıyorlar. Bu terim, insan sevgisi, insanları sevmek
anlamına gelir ki, tasavvufla ilgisi yoktur. Tümüyle akılcı bir akım-
dır. Bu bakımdan Yunus Emre'ye hümanist denemez.