Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 27 KASIM 1991
Siyasal reklamcılık neredebiter...Propaganda dışsal bir dayatma, bir güdüleme faaliyetidir. Reklamcılık ise daha çok içsel bir ikna metcxlıına dayanır
S t Y A S A L
REKLAMCILIK
EROL ÇANKAYA
oplumların hızh bir değişim içinde olduğu, değerlerin hızla
evrildiği koşullarda reklamcılık, siyaset sahnesindeki yerini
alacaktı. Çünkü reklamcılık bireyleri-politik propagandadan
farklı olarak- kısa vadede etkileyip sonuç almanın yollarını iyi
biliyordu.
M.991 erken seçimleriyle birlikte Türki-
ye*nin de yeni bir iletişim çağına kesinlik-
le girdiğini, bu yeni çağın 'siyasal
reklamcıiık' olduğunu belirtmiştik. 1991
seçimlerinde partiler tarafından -
ajanslann katkılanyla- yürütülen scçim
kampanyalanna geniş olarak de&indik.
Şimdi ise reklam ve propaganda ilişkisi-
ne açıklık getirmemizin yararlı olacağı ka-
nısındayız.
ÖNCE PMMGANDA VAROI!
Jimdilerde siyasal iktişimden söz edi-
•nız. Oysa başlangıçta 'propaganda' var-
dı. Medya çağının pazarlama iletişimcisi
olan reklamcılar o günlerde propaganda-
nın ilkelerini ödünç alarak tezgâhtarhk ya-
pıyor, satışı arttırmanın garantili yolları-
nı dunnak bilraeksizin araştınrlarken pro-
paganda teknilderinden yararlanıyorlardı.
Orneğin modern reklamalığın kurucu-
lanndan, hem de en önde gelenlerinden
biri olan David Ogilvy, ilkelerini propa-
ganda tekniklerinden esinlenerek oluştu-
ruyordu. Başanlı reklamcı olmanın yolla-
nnı araştırmayla dopdolu bir hayatlan
dersleri derlediği 'Ogilvy on Advertising'in
ondeyişi bu açıdan oldukça ilginçtir. Bir
anlamda kitabının olduğu kadar, tüm
meslek hayatuıın da 'amentü'sü olan de-
yişi Demosthenes'ten ödünç alrruyor muy-
du Ogilvy?
Ogilvy'nin aktardığı tarihi anekdot ko-
numuz için de çok çarpıcı. Eski Yunan-
da Aeschines konuştuğu zaman dinleyen-
ler kendinden geçip "Ne güzel konuşu-
yor!" derlermiş, oysa aynı dinleyiciler De-
mosthenes konuştuğu zaman "Haydi
yüriiyün" diye haykırırlarmış, "Gidip Fi-
lip'i devirelim!"
Hitler'in reklamcısı Göbels şöyle demiyor muydu: "Biz bir şey söylemek için değil, belli bir etki sağlamak için konuşuruz.'
RUPİ DEVİRMEK NE KADAR
KREATİF?
B u tarihi öyküyıi Ogilvy, reklamahğın
çokça sanıldığı gibi 'yarabcılık' olmadığuıı
daha iyi anlatabilmek için aktanyordu. Bi-
liyordu ki reklamalığın hedefi insanlara
güzel sözler söylemek değildi, tüketicile-
rin belirli bir Urünü satıp almalarını sağ-
lamaya yönelik bir iletişim faaliyetidir. In-
sanları -tıpkı propaganda gibi- belirli bir
amaç doğnıltusunda harekete geçirme sa-
rMödır. Aradaki fark şudur: Propaganda-
da insanlara "Kral Filip'i devirelim!" de-
dirtip harekete geçirmek için iletişimde bu-
lunursunuz, reklamda ise 'Şu malı satın
alayım' diye!
Peki propaganda nedir? En basit tanı-
mıyla propaganda, kamuoyunu ve toplu-
mu belirli bir yönde etkileme, onlara be-
lirli bir düşünceyi benimsetmek ve belirli
bir yönde harekete geçirme amacına yö-
nelik iletişim faaliyetidir. Ve bu, doğası ge-
rcği uzun vadeli bir çalışmadır.
Reklamalık ise kişideki zevklerden, eği-
limlerden hareketle, onlara belirli bir ürii-
nü veya hizmeti satın aldırmaya yönelik-
tir. Yani ticari bir amaca sahiptir. Propa-
gandadan farklı olarak bir diğer özelliği
şudur ki kısa vadeli bir çalışmadır, hemen
sonuç almayı, satış yaratmayı, bir mal ya
da hizmetin hemen mümkün olduğunca
çabuk satılmasını sağlamayı hedefler.
Terence H. Qualter'in getirdiği bir baş-
ka boyut ise propagandada amacın 'gjzli,
alttan alta' olmasına karşılık reklamcüıkta
bu işin 'kaynak' açıklanarak yapıldığını
söyleyenJere eleştirisinde ortaya çıkıyor.
Propaganda ile reklamcılık arasındaki
bir başka hayati fark ise şu: Reklamcılık,
propagandada olduğu gibi bireylerin fîkir-
İerini direkt olarak değiştirmeye yönelik
bir süreç değildir. Çeşitli psikolojik, fiz-
yolojik ve bilinçaltı faktörlerinin etkisiy-
le kişinin 'kendi fikriymişçesfne* bir zihni
süreçten geçerek karar almasını, özellikle
de 'satış' kararını almasıru sağlamaya yö-
neliktir.
Bir başka ifadeyle propaganda dışsal bir
dayatma, bir güdüleme faaliyetidir. Rek-
lamcılık ise daha çok içsel bir ikna meto-
duna dayanır.
HİTLERİN REKLAMCIS1 GÖBELS!
J.letişim uzmanlan, bütün zamanJann en
büyük iki propaganda dehasının Lenin ve
Göbels olduğunda birleşir. "Hitler'in
reklamos" Göbels şöyle demiyor muydu:
"Biz bir şey söylemek için degil belli bir
etki sağlamak için konuşuruz." Göbels-
in söyledikleri Ogilvy'nin Demosthenes
ömeğini ne kadar çok haürlatıyor! Yalnız
burada hemen Göbels'in imzasını attığı
Nazi propagandasımn daha çok -öfke, gu-
rur, intikrjn vbr irrasyonel unsurlara da-
yalı olduğunu, Lenin'in ise rasyonel ve ide-
olojik temeller üzerinde yükseldiğini he-
men hatırlatalım. Mussolini'nin propa-
ganda anlayışı da doğal olarak Göbels
1
inkine yakındı; "Modern insanın kandı-
rümaya çok miisait bir yaraük olduğunu"
söylüyordu Mussolini. Hitler ise milyon-
larcasına gayet hesaplı kitapü biçimde
(orneğin akşamın 5'i vs.) meydanlara top-
ladığı kitlelerin tek bir ruh olduğunu,
kaynasıp kabardıkça daha çok
kadınsılaştıguu' fark etmişti.
Görtildüğü gibi son yüzyılın iki büyük
anlayışındaki karakteristik özellikler rek-
lamcılık dünyasında da izlenebilir. Çıkışı
itibanyla kılavuzunu propaganda ilkele-
riyle oluşturan reklamalık, doğal olarak
bulunduğu ülkenin toplumsal formasyo-
• nuyla uyumlu olarak biçimlenmiştir. Or-
neğin, eğitim düzeyi yüksek kentli kesim-
lere rasyonel ve mantıksal önermelerle yö-
nelinmesi, eğitim düzeyi düsük kesimlere
ise yer yer irrasyonel ve tek yanlı sunuma
uygun bir retorikle seslenilmesinin teme-
linde hep bu anlayış yatmaktadır.
0 ÛNLÛ 1960 DÜELLOSU
X960 yılı, reklamalığa, propaganda kül-
türüne olan büyük borcunun ilk taksidi-
ni ödeme fırsatı vermesiyle de tarihe ge-
çiyordu. O yıl ABD başkanlık seçimlerin-
den birkaç gün önce secünlere katılan iki
aday, Kennedy ve Nixon arasındaki ünlü
televizyon düellosu iki açıdan dönüm nok-
tası oldu. Bu tartışmamn ilk önemi, "Ken-
nedynin seçim zaferine giden yoldaki en
önemli dönemeç" yerini tutmasıysa, ikin-
cisi siyasal reklamcılığın ilk büyük gövde
gösterisi olmasıdır.
Bu tarih aynı zamanda ÂBD'nin gör-
sel kültürün ezici bir şelcflde ağırlığı altı-
na girdiği, televizyonun cihaz ve kanal sa-
yısı olarak muazzam bir denetim ağı kur-
duğu döneme denk düşmektedir. Anılan
televizyon tartışması, araşürmalara göre
önde giden Nixon'ın seçim yenilgisindeki
başhca etken olarak tarihe geçer.
O günden bu yana siyasal reklamalığın
ya da daha itibar gören bir deyişle siyasal
iletişimin günümüzün modern medyatik
toplumlannda önemli politik fonksiyon-
lar üstlendiğini görüyoruz. Gerçekten de
1960'lardan başlayıp günümüze, ABD'den
yayüıp Avnıpa'ya, Sovyetler BirliğTne,
Türkiye'ye uzanan bir yelpaze içinde siya-
aşlangıçta propaganda vardı. Medya çağının pazarlama
iletişimcisi olan reklamcılar o günlerde propagandanın ilkelerini
ödünç alarak tezgâhtarhk yapıyor, satış arttırmanın garantili
yollarını durmak bilmeksizin araştınrlarken propaganda
tekniklerinden ^ ^ t f ^ l H ^ _ _ yararlanıyorlardı.
sabah yataklanndan kalkıp akşam yatma-
lanna kadar geçen süre içinde binlerce de-
ğişik mesaj almakta, bu ise değişken ve
'kararsız' bir tipin gelişmesine, yaygmlaş-
masına yol açmaktadır.
Toplumlann hızlı bir değişim içinde ol-
duğu, değerlerin hızla evrildiği böylesine
koşullarda doğal olarak reklamalık, siya-
set sahnesindeki yerini de alacaktı. Insan
hızla değişiyordu. Geleneksel kemikleşmiş
politik saf tutmaların hızla yok olduğu,
politik alanda 'kararsızların' büyük oran-
lara ulaştığı koşullarda doğal olarak siya-
sal reklamalık gündeme gelecekti.
Çünkü reklamalık bireyleri -politik
propagandadan farklı olarak- kısa vade-
de etkileyip sonuç almanın yollannı iyi bi-
liyordu. Çünkü yaşadığı medyatik toplum-
da çok farklı mesajlann yoğun saldırısı al-
tında hızla değişen ve kararsız bir kişilik
geliştiren *simdi )«p' kültürünün perspek-
tifsizliği içindeki günümüz insanı için si-
yasal karar verroe süreci de kısa dönemli-
dir.
Yapısı gereği uzun vadeli bir faaliyet
olan siyasal propagandanın yerini kısa va-
dede hedefe ulaşmayı sağlayan, 'markayı'
en kısa sürede *pazar lideri" yapmanın yol-
larını bilen reklamcıhk, ABD'den başla-
yarak Türkiye'ye uzandıysa temeli, birey-
lerdeki bu ana değişimdir samyoruz.
Çünkü günümuz ortamında, geleneksel
toplumlarda görülen politik saf tutma bi-
çimlerinin, kemikleşmiş seçmen kitlesinin
giderek kaybolduğu da bir başka gerçek.
Insanlar daha çok, hayatlannın iyileştiril-
mesi yönündeki 'güniibirlik' beklentileri-
ne uygun olarak buna en iyi cevabı vere-
cek liderlere ya da partilere yöneliyorlar.
(Burada ABD'de, ülkemizde ya da kimi
Avrupa ülkelerinde görülen parti örgütlen-
melerinin bulunmadığı, daha çok adayla-
nn ismi çevresinde yürütülen kampanya-
lann varlığı da hatırlanmali.)
Oysa geçmişte bireyler politik düşünce-
lerini kısa vadede değiştirmezlerdi. Son
dönemde 'kararsız' kitlenin, 'yüzer-gezer
seçmenlerin' toplam nufus içindeki payı-
nın artmasına paralel olarak reklamcılık,
daha güçlü bir ileşitim araa olarak öne çı-
kıyor. Yine burada, son seçimlerden da-
ha bir ay öncesinde, çok partili siyasal ha-
yatımızın belki de en yüksek 'kararsız'
oranı olan yüzde 16.6 duzeyini hatırlaya-
lım.
Propagandanın yerini siyasal reklama-
hğa bırakması hiç şUphesiz beraberinde ki-
mi sorunları da getirdi. Siyasal reklamcı-
lık sürecine bizden yaklaşık 30 yıl önce gir-
miş olan ABD'de ve kimi Avrupa ülkele-
rinde şimdilerde siyasal reklamın nerede
bitip propagandanın nerede başladığı ve-
ya siyasal reklamın sakıncalannın nasıl gi-
derilebileceği tartışıhyor. Türkiye, henüz
buralarda değil. Ancak bu konuya şimdi-
den hazır olmamız kitle manipülasyonu-
nun asgariye indirildiği demokratik bir
toplurnun oluşturulmasmı da yakından il-
gilendiriyor.
sal reklamcıbk seçim kampanyalannın
vazgeçihnez bir unsunı oluyor. Zaten mo-
dern reklamcıhğm da ortaya çıkrp dünyaya
yaygmlaştığı kaynak olan ABD'nin bu ko-
nudaki önculüğü anlaşılabihr bir şey...
1960'larda başlayan bu tarihi dönemeç
içinde propaganda kavramının da bir de-
ğişime uğradığını, reklamalık ilkelerine gi-
derek daha tabi hale geUrken 'siyasal
reklamcılık' gibi bir terimin kuUanılma-
ya başlandığını görüyoruz. Artık kimile-
rine göre propaganda ^evri bitmiş, enfor-
masyon çağına geçilmıştir. Metropol ül-
kelerinden başlayarak dünya giderek ar-
tan ölçüde globalleşmekte, Mc Luhan'm
deyisfyie ^evrensel köye' dönmektedir.
özelükie televizyonun geüşmesiyle birlikte
ulkeler medya toplumlan halini almakta-
dır.
MESAJ B0MBARDIMAM1
B•u ise insanük tarihinin hiçbir döne-
minde görülmedik yoğunlukta ve çcşitli-
h'kte bir medya ve mesaj bombardımanı
anlamına gelmektedir. Bir yandan televiz-
yon ve radyonun gücü, diğer yandan ge-
leneksel yazılı iletişim araçlaıının (gaze-
te, dergi, kitaplann) sarmaliyla kuşatümış
toplumlar, gerçek anlamda bir medya
bombardımanı yasamaktadırlar. Bireyler
Yann: Siyasal reklamcriık
hakikati çarpıtabllir
Sosyal demokratlar tartlŞiyor Nedenyenıldık nasılkazanınz?
Beceriksizliğin
faturasıBenim de bir çift sözüm var.
Sosyal demokratlar tartışıyor, yazınızla il-
gili konunuza ben sol görüşlü bir demokra-
tım. Partinin güven verici, inandmcı ve de-
mokratik sistemle yönetilerek demokrat ki-
şilerden oluşmasını isterim. Ben bu seçim-
de en büyük kayıbımız demokrasiyi zedele-
mesinden aldık. Rüşvete, iltimasa karşı bir
düşüncenin o yolda ilerlemesi oy kaybma
uğrattı ben SHP'den söz ederken eskiden
(20 Ekim) öncesi insan haklanm, demokra-
siyi, eşitliği göğsüm kabararak savunuyor-
dum. On seçim öncesi listeye girmek için ya-
pılanlar (riişvet-satınahna zihniyeti) biz de-
mokratlan yıktı. Seçilen liste adaylanm bi-
unçsizce haraketleri şahsi meseİesi haline ge-
tirdikleri parlemento kapısı içerisinden gir-
meyin SHP'yi yalmz bıraktı. SHP bir
tabudur. SHP'de kişiler önemli değildir.
önemli olan partidir. yapacaklarıdır. Hiç
kimsenin partiyi alet ederek bizleri bu du-
ruma düşürmeye hakkı yoktur. Deniz Bey,
Inönü Bey çekişip egoist davramşın yüzün-
den 10.000.000 seçmen 35.000.000 halkı pe-
rişan etmeye hakkı yoktur. Bizler SHP'yi
tartışmasız, iç kavgasız bizleri temsil eden
bizim sesimiz partimiz olarak görmek isti-
yoruz. Artık yeter. Geçmişte yapılanlardan
ibret alın. Bu halkın mebali ağırdır, kimse
kaldıramaz, ezilir, yok olur giderşiniz nasıl
kazanırsmız biz sosyal demokratlar oyumu-
zu sahsa vermedik, yapısını düşüncesini de-
ğerlendirerek oy verdik her zaman şahısı
2'nci planda tuttuk bizler şahıs gözetmek-
zdn demokrasiyi oturtabilecek istikrarlı yö-
netim sağlayabilecek bir kadroya oy vermek
isteriz.
Unutmayın ki yıllardır ezilen, parti sev-
gisinden uzak sosyal demokratlar bunun son
bulması için memleket yönetiminden önce
parti yönetim ve huzurunu gerçekleştirme-
niz gerekir. Sizlerden isteğimiz acil olarak
iç çekişmelere son vermenizdir. Mualif iki
parti sizlerden iyi anlaşıyor, bu davranışla-
rınız demokrasiden bağlaşmıyor. Lütfen
kendimize gelelim yoksa 'ay bacayı savu-
şur.'
Elinizi vicdanımza koyun, beceremediği-
niz işi yapmayın, faturasını bizlere ödetme-
yin yetti artık. Saygılarımla.
DÎNÇER ALIAY
Köy Hiz. Mevsimlik işçisi
KARS
Sosyal demokratlar Türkiye'nin azgelişmişliğini unuttu
20 Ekim 1991 milletvekili seçimleri bir
defa daha gösterdı ki, çokça sözü edilen
"halk ve hak" adına fazlaca bir şey yapıl-
mamıştır.
Halk ve hak adına yapılmayanlann açı-
ğa çıkrruş olması bile demokratik sol dü-
şünce için büyük kazanım olmuştur.
Ecevitler'in ulusal ve uluslararası kariz-
masına, tOzüğünün, programının, seçim
bildirgesinin inandıncıhğına karşın ülke
genelinde topladığı oyların °7o 11 'lerde kal-
masının bana göre ana nedenleri:
1- Demokratik sol hareket, balkjn tem-
sil gücünü yeterince yükseltememişür.
Partide temsilci ile görevli arasındaki
ikilem bir türlu giderilememiş, karar so-
rumlulugu; seçilmiş temsilcilere değil, sü-
rekli biçimde görevlilere verilmiştir.
Demokratik politikaların açık tartışma
ve açık oylama sistemiyle yürütüleceği
gerçeği gözardı edilerek açık, esnek ve çok
çeşitli ifade biçimlerinin yerini görevh'le-
rin yönlendirdiği "kulis poütikalan" al-
rruştır.
Dar kadrocu zihniyet, parti görevlileri
eh'yle tüm örgüte egemen kılınmaya calı-
şılmış, yörelerin, kitlelerin temsil hakkı
başta ohnak üzere demokratik sosyaliz-
min en didaktik ilkesi olan katüım, dene-
tim, söz ve karar sahibi olmak gibi tem-
sili demokrasinin kurum ve kuralları ye-
terince hayata geçirüememiştir.
2- Tabanın iktidarı "aşagıdan yukan-
da dogru yetki" esasına dayalı katılımcı
çofulcu parti yapılanmasma geçilememiş-
tir.
Parti içinde, özellikle partinin kuruluş
aşamasında zonınlu olarak verilen gö«v-
lerle, genel merkez adına hareket eder du-
ruma gelmiş olan "imtiyazlı gruplar"m
oluşrr.ası, bunların daha sonra kendi çı-
karlannı etkileyecek olan egjtimli katılı-
ma karşı çıkışlan, zoraki muhalefet ya-
ratmaya kalkışarak, parti genel merkezi
ile halk arasında bir sınır oluşturmalan
halkla genel merkez arasında bir kopuk-
luk yaratmıştır.
Bu kopukluk bir taraftan halkın istenç-
lerinin aşagıdan yukarıya doğru uiaşma-
sına engel olurken diğer taraftan da "li-
derin"; parti politikalarının kitlelere ula-
şamamasının ana nedenini oluşturmuştur.
Bu konuda bilinçli ve oldukça becerik-
li karşı çıkış nedeniyle; parti ile yığınlar
arasında yeterince bağ kurulamamış, par-
tinin temel sorunlann çözümüyle ilgili dü-
şünceleri kitlelere anlatılamanuştır. Bir
anlamda da anlatılması engellenmiştir.
Çünkü, genel merkezce imtiyazlı bu
grup; mevcut yapı ve işleyişi partinin
arr.açlanna ters düşse de kendi çıkarları-
na uygun bulmaktadır.
Partinin gelişimini, kitlelerce anlaşıtma-
sını sınırlayan en önemli etmen partinin
kuruluş aşamasında görevlendirilen bu
"imtiyazlı grup" oluşturmaktadır.
Bunlann hiçbirinin arkasında kitle des-
teği yoktur. Çoğu zaman parti merkez ka-
rar organlaruun yetkisini kullanmakta,
parti tüzük ve programına aykın işleri ge-
nel merkez adına yaptıklannı söylemekle
de, tüm parti yasasına aykın davranışla-
nn sorumluluğunu da yukanya yüklemek
suretiyle genel merkezi parti tabanıyla
karşı karşıya getirir duruma duşürmekte,
kitlelerin lidere ve partiye inanam sars-
maktadırlar.
Partide, para, güç ve belli bir konum
edinme dürtüsü, ayn bir kendi başına
yükselme ideaünin bedeüni parti ödemek-
tedir.
Kitlelerin katıhmına karşı çıkan bu eği-
lim; partinin yığmlarla bütünleşmesinin
önündeki en önemli etmendir.
3- Demokratik Sol Parti ile diğer par-
tiler arasındaki ekonomik, sosyal, kültü-
rel ve siyasal "aynmlann smırtan" yete-
rince anlatılamamıştır.
Halkın örgütlü gücünün denetimi altın-
daki pazar ekonomisi ile sermaye parti-
lerinin özellikle TÜŞlAD'ın anladığı ser-
best piyasa ekonomisi arasındaki sınırla-
n beürlendirmede ileri surulen yöntemler
pek inandırıcı olmamıştır. Ekonomi po-
litikalarının anlatımında kadrolar yeter-
siz kalmıştır.
Demokratik solda; üretimin kâr ya da
kudret için değil de, eşitükçi bir kulİamnı
için yapıldığı gerçeği kitlelere anlatılama-
mıştır.
Sistemin insanlara göre düzenlenmesi
yerine insanlan sisteme göre düzenleme
esasına dayalı serbest piyasa ekonomisi-
nin; çahşma sistemini tikel bir kâr siste-
mine oturtmuş olduğu böylece mülkiye-
tin toplumun belli kesimlerinde toplanma-
sına neden olduğu, piyasa dışındaki ço-
ğu ortak karar mekanizmalannı sınırla-
dığı ya da olanaksız kıidığı, toplumun
kendi sennayesinin sahibi olmasına ola-
nak vermediği, ulkede para ve mevkiye
dayalı bir tabakalaşma yarattığı gerçeği
anlatılamamıştır.
4- Doğu-Batı sentezinin yerine kapita-
lizmin kendi iç çelişkisinden kaynaklanan
sanayileşmiş ülkeler ile az gelişmiş ülke-
ler arasındaki "knzey-giiney" aynmının
yaratüğı; insan haklan, çevre sağlığı, do-
ğal ve ekolojik dengenin bozuknasımn
ana nedenleri, sanayileşen savaşın bölge-
mize getirdiği katliamlar, yoksul ulkeler
üzerindeki kapitalist baskının nasıl azal-
tılacağı, ekonomik eşitsızlik koşullannın
az gelişmiş ülkelerde yaratacağı "yeni
sol" politikalar kitlelere anlatılamadığı
için yığınlar; eski solun sloganlarına sa-
hip çıkan yeni sağın temsilcisi Demirel'-
lerin peşine takılmıştır.
5- Güvenilir bir liderle iş biteceği yanıl-
ıgısı: Parti görevlilerinin oluşturduğu im-
tiyazlı grupiar, kitleye inançsızlığın bir so-
nucu olarak tüm umutlannı "lidere" bağ-
lamışlar, bir şeyler yapmak yerine "blr
yerlere gelmek için" akla hayale gelme-
yecek dolapları çevirerek "lidere
yarannu" iç güdüsü ile kitleler üzerinde
sosyal demokrasiye inançsızhk yaratmış-
lardır.
6- Çağımız demokratik sol partilerin-
de "parti görevlileri" ancak bir idari iş-
lem için yetkili kıhmrken Türkiye'de hal-
kın temsil hakkının da üzerine çıkarılmış,
temsilcinin tüm yetki ve sorumluluklan
parti görevlilerine verümek suretiyle kla-
sik demokrasinin de gerisine duşülmüştür.
Böylece yönetim bilimine, yönetici va-
sıflanna sahip oünayın (bilgi + deneyün
+ kisisel yetenek + enerjOden yoksun eş-
dost Uişkileri parti erkini kullanır konuma
geuıüşlerdir.
Halk iktidanru oluşturma; benrh' bir po-
litik ve toplumsal bilinç yaratma mücade-
lesidir. Eğitim ve propaganda zorlukları-
na, tekelci sermayenin engellemelerine bir
de parti görevlilerinden oluşan imtiyazh
grupiar tarafından bu hareketi kanştır-
mak, engellemek ve yolunu saptırmak için
yapılan sürekli kampanyalar eklendiğinde
ortaya 20 Ekim seçim sonuçlan çıkmıştır.
Yalnız basında değil, demokratik sol si-
yasi partiler içerisinde de ''Kendi düşün-
celerini tek tip elbise gibi, üstelik hayii il-
ginç dasiinsd terör yöatemlerryle dikte et-
meye çauşabüenler..." demokratik sol ha-
reketi doğurgan olmayan kısır bir yapı-
laşmaya hapis etmekle demokratik sol dü-
şünceye en ağir darbeyi indirmişlerdir.
Şimdi bu kısır ve fasit daireyi kırmamn
tek yolu kalmıştır.
Çöziim: Halktır.
Av. CELAL TOPRAKOGLU
DSP Bakırköy ilçesi Uyesi
Bugünü yakalayamayanlar yann için ne der...
Gerçek bir demokrasi yerli yerine otur-
tulamadığmdan, 20 Ekim seçimleri ne ya-
zık ki ülkemiz siyasasma yeni bir soluk
değil, bir belirsizük getirdi. Görünen o
ki; 12 Eylül ve uzantılarının tasfiyesi bir
başka bahara kaldı. Siyasal yelpazenin
sağında ve solunda -Refah ittifakı hariç-
kimse aradığını bulamadı. ANAP,
"yeni" liderine rağmen iktidarı yitirir-
ken, SHP oy erozyonuna uğradı. özel-
likle 1987 genel seçimlerine göre yüzde
dört, 1989 yerel seçimlerine göre ise yüz-
de sekiz oy yitiren SHP'de ortalığın ye-
niden karışacağının işaretlerini şimdiden
görmek olası.
Seçimi izleyen şu günlerde, gazete baş-
hklan, SHP'deki kavga haberlerinden
gecilmiyor. ilk günlerdeki nurıldanmalar
giderek yerini suçlamalara, kırıcı davra-
nışlara bırakacak. Bundan kuşkunuz ol-
masın. Yine aynı senaryolar, yine aynı
oyuncular... Daha kareleri gözümüzün
önünden gitmemiş fümin yeniden sahne-
ye konması, inanın, bu partiye oy vermiş
insanların yüreğini sızlatıyor. Hele, oy
kaybı nedenleri arasında, bu kısır çekiş-
melerin önemli rolü olduğu düşünülür-
se... Her kafadan ayn bir sesin çıktığı,
en üst yönetiminden en ücra yöredeki bi-
rimlerine kadar, "karpuz" gibi ortadan
bölünmüş bir parti, bu ülkeinsanına na-
sıl güven verebilir, söyler misiniz?
Bitmek bilmeyen parti içi çatışmalar,
programın halka yeterince anlatılamama-
sı, örgütsel çalışmaların yetersizliği, ba-
zı yerel yönetimlerin başansızhğı ve parti
tüzüğünden gelen sıkıntılar... Bu ve ben-
zeri nedenler çoğaltılabilir. Tüm bu so-
runları sadece genel merkezin yedinci ka-
tında ya da ikinci genel merkezde tartış-
mak, ülkenin en büyük kitle desteğine sa-
hip sosyal demokrat partisini siyasal mi-
yopluğa götürür. Tartışmayı tabana, hat-
ta bu partinin -üyesi olsun ya da olmasın-
sıradan seçmenine dek, "sen ben" kav-
gasına dönüştürmeden yayması gerekir
kanısındayım. özeleştiri mekanizmalan-
nı dışlamadan, üst yönetimden yerel parti
örgütlerine kadar herkes eteklerindeki ta-
şı dökmelidir. Ancak, insanlara bıkkm-
hk veren, "dediğim dedikçilik", "küçük
olsun benim olsun", "ben olayım sen
olma" gibi saplantıları, bu partinin aş-
masının zamanı gelmiş de geçmektedir
büe...
Siyasal birikimlerini, birbirlerini
"yemek" için yok eden kadrolar, hem
kendilerine hem de ülkeye yazık etmek-
tedirler. Dışandan bakan iyi niyetli her-
kes için partinin görüntüsü budur. Bu
bozuk görüntüyü dûzeltmek olanaklıdır.
Bunun için de sihirli reçetelere değil, da-
yanışmaya gereksinim vardır. Zaman ay-
nlıklan öne çıkarma değil, önyargılan bir
kenara bırakıp el ele verme zamanıdır.
Sosyal demokratlan bölme misyonu-
nu "başan" ile yurüten birileri varken,
Ahmet'in televizyonu daha şimdiden gö-
revini yapmaya başlamışken, nedir bu
gerginlik, nedir bu çatışma, bu kavga...
Partinin her kademedeki etkili ve yet-
kili sayın baylan -aflarına sığmarak- bi-
raz ciddiyete davet etmek, bu partiye des-
tek verenlerin hakkıdır samyorum.
Bugünü yakalayamayanlann, yannlar
üzerinde söz etmeye haklan olmadığına
inananlardamm. Siz ne dersiniz?
İRFAN ASİL
Doktor