19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 4 OCAK 1991 DeğişmeSözkomısuDeğiL.. MELIH CEVDET ANDAY Sovyetler Birliği'ne ilk gidişimin anüarını 1%3'te basılan bir kitapta yayımlamıştım. Yaşar Kemal üe çağnlı olarak gitmiştik oraya. Bu yol- culukta sırasıyla Moskova'yı, Bakû'yu, Taşkent'i ve Semerkant'ı gördük. Biz Moskova'da iken Aziz Nesin Leningrad'a gitmişti; rahmetli Ekber BabayeFle üç kişi uçağa binip Bakû'nun yolunu tuttuk. Aziz Nesin'le orada buluşacağız. Buluş- tuk da. Bakû'ya ilişkin bir anımı bugünlerde sık sık düşünüyorum. Bir gün Kirpi adındaki mizah dergisinin yayı- nevine gitmiştik. Orada, "Bizim en yaşlımız" diye tanıttıkları bir yazar ayağa kalktı. Salon çok ka- labalıkü. Yaşlı yazar bize bir hoş geldiniz söyle- vi verecek diye düşünüyordum, belki onu da söy- ledi, ama konuyu, nedense, gereksiz bir karşüaş- tırmaya bulaştırdı: — Azerbaycan, Fransa'yı geçmiş bulunuyor, Türkiye neden geri kaldı, iizülüyorum, dedi. Yanımda oturan Aziz Nesin, kulağıma eğildi, yanıt verraek isteyip istemediğimi sordu. Canım sıkkındı, biz oraya konuk olarak gitmiştik, ders almak için değil. Elbet benim de kimi izlenimle- rim vardı ilk gördüğüm bu ülkeye ilişkin. örne- ğin bir arutın althğındaki kabartma kadın fügür- lerinin bacak aralan neden küçük taşlarla örtül- mûştü? Nâzım Hikmet'in de ilk gidişinde dik- kat edip dile getirdiği gibi, Azerbaycan adlan- nın sonuna eklenen o "yef'ler, "yof'lar ne olu- yordu? Böyle bir eleştiri, karşılıklı eleştiri yarı- şına girmek yanlış olmaz mıydı? Gerçi Azerbaycan'ın kalkınma düzeyine iliş- kin pek bilgim yoktu, yaşlı yazar Fransa'yı geç- tiklerini söylerken belki hakhydı, bilmiyordum. Onun Türkiye'ye acımasına gelince; böyle bir duyguya kapıldığına göre, demek ülkemizin sosyal-ekonomik durumunu iyi biliyordu, ama öyle konuşması, konukseverliğe uygun düşmü- yordu gene de. Gel zaman, git zaman... Gorbaçov'dan sonra,» komşularımızın dilinde şaşırtıcı değişmeler gö- rüldü. Bu değişmeleri Azerbaycanh kardeşleri- mizde de gözlemlemeye başladık; öyle ki içlerin- de, Türkiye'yi kendilerine örnek aldıklannı söy- leyenler bile çıkıyordu. Aanacak bir durum! Bu iki görüşten hangisi doğruya daha yakın- dı? Değişiklik neden bunca keskin biçimde oluş- muştu? Beni uğraştıran bu sorulardır işte. Gerçi o gün Kirpi yayınevinde konuşan yaşh yazarla, bugün Türkiye'yi örnek gösteren Azer- baycanh aynı kişi değil, diyesim bu değişik ağız- dan ötürü sorgulayacağım birini bulmak zorla- şıyor, ama ben bir toplumda birbirine bunca kar- şıt iki görüşün bir arada buiunmuş olmasmı ka- famda açıklığa kavuşturmak istiyorum gene de. Düşünceler, görüşler, inanışlar değişmez mi za- manla? Değişebilir. Ama ben bu olayda değişmeyi değil, değişme- meyi görüyorum daha çok ve bundan ötürü bu iki karşıt görüşün aynı kişiden çıktiğını varsaya- biliyorum. Degişme bu kerte keskin olduğunda değişmeme ortaya çıkar çoğu zaman. Nasıl? Şöyle ki; Azerbaycan'ın Fransa'yı geçmiş ol- duğu yanlıştı. Türkiye'nin örnek ahnması da yan- hştır. Başka bir deyişle, burada bir düşünceden başka bir düşünceye geçilmiş değildir. Yanlış övünme, tam tersi bir inanca kolaylıkla dönüşe- bilir çünkü. Eskiden disiplin öyle konuşturuyor idiyse, bugün de onun tepkisi böyle konuşturu- yor diyebiliriz. Ortak yan, gerçeği arama değil, disiplinle yenilik heyecanına yer değiştirmektir. Böyle olduğunda sorumluluk büyük ölçüde ortadan kalkar; bakarsınız ki karşıt düşünceyi de aynı kişi yürütmektedir. Özeleştiri, bu uyumsuz durumun mazereti olamaz, sayılamaz. Yeni dü- şünceleri, görüşleri, inanışları yeni kişiler uygu- lamalıdır. Böylece toplumda düşun zincirinin canlıhğı korunmuş, sağlanmış olur; değişim ta- rihsel anlamını kazanır. Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin yöneti- cileri bunun bir başka örneğini oluşturmaktadır- lar. Bu yöneticiler, yurda döndükten sonra yep- yeni bir kişiliğe büründüler; gazetelere verdÜde- ri demeçlerle, açıkoturumlardaki, televizyonlar- daki konuşmalan ile bu yeni kişiliğin belirgin çiz- gilerini her gün bir bir sergiliyorlar. Bunu yapar- ken de eski görüşlerini, inançlarını sıkı bir öze- leştiriden geçirdiklerini söylemeyi savsamıyorlar. Ama özeleştirinin yapıhnış olması, yeni durumu hiç de aydınlığa kavuşturmuyor, anlaşılır kılmı- yor. Diyelim, plan disiplini inancından, devlet- çilik karşıthğma nasıl geçildiği adım adım izle- nemiyor, çünkü böyle adımlar söz konusu değil- dir, daha doğrusu yoktur. Sosyalist planlamadan serbest piyasa ekonomisi görüşüne sanki bir sıç- rama ile geçilmiş gibidir, şakaya alınacak belki, ama ister istemez diyalektik bir sıçrama akla ge- liyor burada. ANAP'a bunca yakınlık bilinci, ne- den yıllarca yurtdışında kalındığı sorusuna yol açıyor ister istemez. Gorbaçov'un yeni ekonomi politikasının bunda etkili oiduğu söylenince de sayın liderler bunu yatsıyorlar. Öyle olunca da değişikliğin nedeni ya da nedenleri bilinemiyor. Peki, "komünist" sözcüğüne ne gerek var? TKP'nin Türkiye'de bugiine değin iktidar ol- madığını biliyoruz; böyle oiduğu için de halkın komünistlerimiz üstüne bildikleri ya da bildik- lerini sandıklan, dedikodu çizgisini aşmaz. Başka bir deyişle, halkımız bu partiyi denemediği için ona ilişkin açık seçik bir kanısı yoktur. Bir siya- sal parti için bunu bir fırsat, hatta bir şans say- manın yanlış olmayacağı düşünülebilirdi. Başka ülkelerde kimi uygulamalar ve başansızlıklar sos- yalizmi güçlüklere soktu ve sert tepkilere yol aç- tı ise bunu halkımızın başından geçmiş bir de- neyim saymak ne kerte doğru olur! Ama eski TKP'nin yeni yöneticileri, sosyalist ülkelerde ya- şanan olaylann sonuçlarını, kendi deneyimleri olarak görebiliyorlar demek. Komünist partileri çok ağırlıkh bir kuram kahtına sahip oldukları için, bu gibi değişimlerin gerekçelerini ince ele- yip sık dokurlar. "Bugün komünistler olarak eğer kendimize bir kimlik arıyorsak önce devletçiliğe karşı çıkmalıyız" diyebilmenin tek açıklaması, es- kisi gibi, Sovyetler Birliği'nin deneyimlerine or- tak çıkmakla yapılabilir. Detnek bir değişme söz konusu değil. TKP, kendine bir kimlik aramıyor, hemen buluyor. ARADA BİR Prof. Dr. CAHİT TANYOL Halk mı Seçmeli? Geleneksel bir bırikimin ürünü olan devlet, döndü dolaştı sonunda "hodri meydan"cıların eline ve diline düştü. Bir yan- da Bay Özal, biryanda Bay Demirel, "cumhurbaşkanını hal- kın seçmesini" savunuyor. Kırkpınar yağlı güreşlerine çıkar gibi birbirlerine, "Hpdri meydan" diyorlar. Tarihsiz Afrika top- lumlarında bile rastlanmayan bu politik diyalog ve meydan okuyuş, bin yıllık bir devlet geleneğinin mirasçısı olan Türki- ye Cumhuriyeti için kötü bir alınyazısı. Hemen belirtelim, "Devletin soyluluğu ile soyluların dev- lete egemen olması" ayrı ayrı şeylerdir. Bu hiçbir zaman, soy- luların egemenliği sona erdi, diye devletin soysuzlaşması ya da soysuzların eline düşmesi anlamına gelmez. Batı'da dev- letin halka devredilmesi yeni bir soyluluk anlayışının ortaya çıkmasını zorunlu kılıyordu. Bu, aydın kesimin devlete ege- men olmasıyla sağlanabilirdi. Tarih boyunca bütün filozoflar ve sosyologlar. devlette bulunması gereken üstün nrteliğin yozlaşması tehlikesine karşı demokrasiiere kuşkuyia bakmış- lardır. Platon ve Aristo'dan Rousseau'ya kadar devlet felse- fesi üzerinde duran filozoflar -seçenlerle seçilenlerin birbir- lerini tanımalan koşuluyla- demokrasinin, ancak en az za- rarla küçük sehir devtetlerinde uygulanma olasılığından söz etmektedirler. Hele bizim gibi demokrasiye gönülden bağlı bütün kuruluşların silinip süpürülerek yok edildiği bir toplum yapısında cumhurbaşkanını halka seçtirmeyi savunmak, dev- leti sokağa düşürmekten öte bir anlam taşımaz. Demokrasi- ye inanan bir politikacı için sorun "cumhurbaşkanını halka seçtirmek" değil "egemenlik kayrtsız şartsız miltetindir" öner- mesine uygun bir Millet Meclisı'nin oluşturulması yollarını araştırmaktır. Bugün demokratik bunalımın ana kaynağı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndedir. Meclis, tabandan yok- öun bir çöğunluk partisinin ellnde tıkanmış ve kendisini bir tek adamın keyfi yönetimine terk etmiştir. Bir aydınlar soyluluğu gerektiren demokrasinin soysuz ve sorumsuz bir kargaşa yönetimine çevrilmemesinin yolu, si- yasal partilerin halka sunacakları adayların niteliğinden ge- çer. Bunun yolları aranacak yerde, ki bulunur, cumhurbaş- kanını halka seçtirmeye kalkmak, ülkeyi öyle bir kargaşa or- tamına iter ki sonuç ya kanlı bir diktatoryaya ya da Türkiye 1 nin darmadağın olmasına gider. Cumhurbaşkanını halkın seçmesini savunmakla Sayın De- mirel, hem devletin dokunulmazlığına gölge düşürmekte hem de her fırsatta Bay Özal'ın Çankaya'yı işgalinin gayri meşru olduğunu ileri süren sözleriyle çelişmektedir. Sayın Demirel, bilerek ya da bilmeyerek Bay Ozal'ı kündeye getireyim der- ken devletin sırtını yere getirdiğinin bilmem farkında mı? Bu- nunla, -istediğinin tersine- sadece Bay Özal'ın Çankaya'da- ki ikametinin meşruluğuna hukuksal bir kılıf geçirilmiş ola- caktır. Hiçbir siyasal parti, halkın genel oyu maskesi altında Çan- kaya'ya yeni despotlar musallat edemez. Cumhurbaşkanlığı makamı ulusal istencin (iradenin) üstünlüğünü ve mutlak ta- rafsızlığını içerir. Herhangi bir sınıf ve zûmrenin çıkarlarını korumaması gerekir. Bu düşünce ve devlet anlayışı demok- rasilerin klasik kuralı olmuştur. Bir cumhurbaşkanı için suc- ların en büyüğü, kendisini kanunların üstünde görmesidir. Devlet başkanları dokunulmazlığını kişi-kanun-devlet bütün- lüğünden alır. Ona karşı işlenen bir suç ya da hakaret, dev- lete karşı işlenmiş gibi muamele görür. Bay Özal'ın durumu bu açıdan ele alınacak olursa, ilginç bir görünüm ortaya çı- kıyor: Kendisi için mutlak özgürlük, dokunulmaz bir kişilik... Böyle bir durumda Bay Özal'a yan bakmak şöyle dursun, onun uzak ve yakın akrabalanna dil uzatmak kimin haddi- ne! Zaten şimdiden Özal ve ailesine hakaretten açılan dava dosyaları, devletin dokunulmazlığı kapsamında ele alınacak yeni bir ceza hukuku disiplini yaratmış gözüküyor. Bir toplum ve devlet için yaşamsal önemi olan bir soru- nun böylesine kişisel çıkarlar düzeyine indirgenmesine in- sanın tanık olması gerçekten hüzün verici, Şunu unutmaya- lım: Cumhurbaşkanı devleti temsil eder. Halk ise devleti de- ğil, iktidarı belirler. Üstün bir saygınlığı ve dokunulmazlığı içeren bir makamı, seçim meydanlarının ortaşına atmak, devleti, devlet bilincin- den yoksun kimselerin eline ve tuzağına teslim etmek olur. Halkın oyuna mı başvurulmak isteniyor? Şu anda dışarıdan kumandalı bir iktidarın arkasında bulunan kişinin emir ve ira- desiyle Türkiye, hiçbir gerekçe gösterilmeksizin savaşa itili- yor. İşte, halk oylaması bu suça ortak olanların kapı dışarı edilip edilemeyeceği konusunda yapılabilir. Bu da seçim de- mektir. Bir an önce seçime gitmek, ülkeye huzur getirecektir. ĞUĞVEFAT VE BAŞSAĞUĞI İSHAK TURAN Yaşamboyu Atatürk ilkeleri doğrultusunda atan sıcak bir insan yüreği daha durdu. Tüm sevenlerinin başı sağolsun. 1.1.1991 salı günti toprağa vefilmiştir. v TURAN AİLESİ KAMUOYUNA ölümün ve tasanın Çemberinden geçmiş analar, Doğan ulu günün ortasına bakın. Bu toprakian güler ölülerimiz Kalktık yumrukları titrer, Buğdayın üstünde Bilesiniz. Onlar yüreğimizde, FeritELİUYGUlS bilincimizdeyaşayacaklar. HamdiAYGÜL Cenazeleri bugün saat: 12.00'de Hekimoğlu Ali Paşa (Cerrahpaşa) Camii'nden kaldınlacaidır. TAYAD'U AİLELER ADINA GÜLTEN ŞEŞEN İNGİÜZCE'Yl İNGİLTERE'DE ÖĞRENİN! TURSEMin rehberiiğinde LONDRA. OXFORD. CAMBRIDGE, BOURNEMOUTH. BRIGHTON. HAST1NGS. EXETER.- CHESTER'de seçkin dil okulbnnda yaz-kış ya da bütün yıl İngilizce öğrenin. Kurs, Konaklama, Yemekler dahil haftahk 134 E'dan itibarcn. 0 Genel ye Hızlandınlmış Kurslar # Ticari İngilizce # Turizm İngihzcesi # Bankacılık İngilizcesi ttırsem NGİUZUSAN0KULLAR1 DAMŞMAMERKEZİ Cumrturlyet Cad. 173/4-B ELMADAĞ 80230 Istanbul Hilton Otelı Karstsı Tel: 148 39 77 -148 79 43 -148 2g 49 Fax: 132 97 29 The. 27496 tusm tr. NİŞANTAŞI RESTAURANT Düğün Salonlan O Yemekli-Kişi başı 16.500 TL. t> Mezeli-Yemekli 19.500 TL. Rez. 147 62 39 - 147 74 40 Salonlarımız klimalı ve 400-1000 kişiliktir. ATArÜRKİJN YAZDIĞI YURTTAŞLIK BİLGİLERİ Yayına hazırlayan Nuran Tezcan 5.000 lira(KDyiçinde) Ödemeli gonderilınez. VEEAT Baromuz avukatlarından 4420 sicil nolu Av. HALİM TÜZÜNER 3.1.1991 günü vefat etmiştir. Cenazesi bugün (4.1.1991) ögle namazını müteakip Kocamustafapaşa Sümbülefendi Camii'nden kaldırüacaktır. Merhuma Tanrı'dan rahmet, kederli ailesine ve meslektaşlanmıza başsağhğt dileriz. ISTANBUL BAROSU BAŞKANUĞI ISTANBUL SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLER ODASI'NDAN DUYURU Serbest Muhaseberi Mali Müşavirler Mesleki Eğitim Programı, 14 01.1991'den itibaren haftada 5 iş günü her gün saat 17.00'de başlayacaktır. Kayıtlar başlamış olup gereken bilgi odamızdan edinilebilir. Meslek mensuplanna duyuruiur ADRES: Büyükderc Cad. Palazoğlu Sok. 9/c Kat: 1 ŞİŞÜ Tcl: 147 38 36 / 147 38 76 ' 130 98 75 Fax: 148 31 52 PENDİK BELEDİYESİ KÜLTÜR ETKİNLİKLERİ YAŞARKEMAL SÖYLEŞİSİ YER: Pendik Atatürk Küttürevı TARİH: 5 Ocak 1991 Saat 14.00 HÂTMİ ŞERİF DUASI VE MEVLTT Sevgili Oğlum H. SADRIYETMIŞBIR HAVVA YETMİŞBİR HASAN YETMİŞBİR'in Annemiz Babamız mübarek ruhlanna ithafen 5 Ocak 1991 Cumartesi günü, (yann) öğle namazını müteakip, Teşvikiye Camisinde memleketimizin seçkin hafız ve mevlidhanlannın okuyacaklan Kuran'ı Kerim ve Mevlid'i Şerife bütün akraba, dost, arkadaş ve din kardeşlerimiz davetlidirler. SELAHATTİN YETMİŞBİR PENCERE SHP-DYP Yakınlaşması Tarihsel Uzlaşma mı? Son haftalar içinde Türkiye'de ilginç bir olay yaşandı. SHP ile DYP temsilcileri iki kez bir araya geldiler, koriuştular İki toplantı iki yazılı belgeye bağlandı. Basında bu toplantılar —biraz da azımsama ile— yüzey- sel politika açısından ele alındı. Oysa 12 Eylül'den önce yaşanan 'iki partili mode/in iç si- yasetimizdeki 'düşman kardeşleri' belki de Türkiye'nin gele- ceğini saptayacak bir süreci başlatıyorlardı. Ne oluyordu? Bir toplumda demokrasinin kurulması için temel toplum- sal uzlaşmaya gerek var. Batı tarihinin bize öğrettiklerine göre demokrasi, ancak top- lumun büyük çoğunluğunun "insan hakları ve temel özgûr- lükler"de bütünleşebildikleri zaman gerçekleşiyor. Başlangıç- ta aydın azınlığın savunduğu fikir olarak ortaya çıkan demok- rasinin bir hukuk düzenine ve yaşam kültürüne dönüşmesi- nin bir başka yolu yok. Genel seçim, demokrasinin "olmazsa olmaz" koşuludur; ama yeterli değildir. Eğer halk çoğunluğu çağdaş demokrasiyi benimseyecek düzeye ulaşamamışsa, bir ülkede yapılan genel seçim 'ço- ğunluk diktasrna yol açabilir. Oysa çağdaş demokrasi, ikti- darı kazanan çoğunluğun, azınlığın haklarına ve özgürlük- lerine güvence verebildiği oranda var sayılmaktadır. Çoğunluk iktidarı, demokrasinin evrensel anayasasına —daha başka deyişle 'İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Bildirisi'ne— uymak zorundadır. Türkiye'nin kırk yıldan beri sorunu buydu. Seçim sandığın- dan çıkan sağcı iktidarlar, fikir özgürlüklerine karşı çıktılar, insan haklarını çiğnediler; ülkemizdeki 'çok partili rejini de- mokrasiye dönüşemedi; Batı Avrupa'nın gözünde ikinci sı- nıf ve çağdışı sayıldı. Peki bu tıkanıklık ne zaman aşılacak? - •k 12 Eylül askeri yönetimi, ülkemizdeki siyasal düzeni uygar- lığın tarihsel gidişine ters bir yörüngeye oturttu. 80'li yıllar- da, dünya demokrasiye açılırken, Türkiye kapatıldı. Askeri yö- netimin gözetiminde iktidara geçenANAP, 'dört eğilimi yapı- sında taşıyan' bir 'merkezpartisi'ydı. İktidar sivil-asker ortak- lığıyla saptanınca toplumda o güne değin görülmemiş bir ya- kınlaşmanın süreci başladı. CHP-AP çekişmesi (ya dacep- heleşmesi), yakınlaşmaya dönüştü. Tabandaki siyasallaşma, 12 Eylül askeri yönetimine ve ortağı ANAP'a karşı biçimleni- yordu. SHP-DYP arasındaki yakınlaşma, CHP-AP (eskiden CHP- DP) arasındaki 'husumetin' yavaş yavaş tarihe karıştığı izle- nimini yaratıyordu. Elbette bilinçlerde tortulaşmış duygu bi- rikimlerinden arınma ve demokrasiye yönelik fikirlerde uz- laşma için zamana gereksinme büyüktü, her iki partinin ta- banı —ister istemez— geçmişin mirasını üstlenmişlerdi. ANAP'ın 'merkez partisi' düşlemi aynı süreçte suya düş- tü. Partinin tabanı yüzde 20'den aşağı kaydı. Özal'ın bu ka- dar dar tabanlı bir partiyle Türkiye'ye tek başına egemen ol- mak hırsı, halk kesimlerinde ANAP'a karşı muhalefeti her par- ti tabanında ortak siyasete dönüştürdü. SHP ile DYP'nin ya- kınlaşmasında bu dönüşümün de payı var. * SHP ile DYP'nin yakınlaşması geçici bir siyasetin esintisi midir? Yoksa Türkiyenin gelece'ğini belirleyecek bir demok- ratik programın tarihsel uzlaşması, bu yakınlaşmanın içeri- ğinde aranabilir mi? Zaman bunu gösterecektir. Ancak SHP ile DYP gerçekten demokrasinin temel koşul- larlnda anlaşâbilirlerse ve bu ortaklığtn halk tabanmdaki ge- niş desteği de sağlanabilirse, bir tarihsel uzlaşma' ufukta gö- rünmüş demektir. Sağ ile solun çağdaş demokrasinin temel ilkelerinde uz- laşması Türkiye'de gerçek bir dönüm noktası olabilir; 12 Ey- lül'ün olumsuz mirası tasfiye edilebilir. SHP-DYP yakınlaş- masını bu açıdan izlemek gerekiyor. Bir büyük dostumuz, TURGUT AITEN'i yitirmenin acısı içindeyiz. Ankara Sanat Tiyatrosu © We are seeking for An Overseas Department Manager who will be responsible for our foreign relations and promotton of sales. Uzaykon is producing and exporting engineering technologie construction products to Europian and Middle Eastern Countries. The required qualifıcations for the appropriate candidate are: *University degree in Civil Engineering or . Architecture *Excellent command of vvritten and spoken English *Completion of Military Service for male candidates *Be w illing to travel *Ability in management and communication vvith people A Secretarv *Knowledge of offıce machinery *Ruent both in vvritten and spoken English *E.\perience in correspondence Please call for an appointment 372 46 91-372 47 20
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle