19 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 EYLÜL 1990 HABERLER CUMHURÎYET/15 K Ö R F E Z K R i z i ' N i C u m h u r i y e t 'E D E Ğ E R L E N D Î R D Î DYP GENEL BAŞKANI SÜLEYMAN DEMİREL SHP GENEL BASKANI ERDAL EVONU Halkımız savaşa razı değilSayın Özal'm sanki Türkiye kendisine az geliyormuş gibi bu krizin yöneticisi sanki kendisi imiş gibi bir tavır takmmış olması, Ortadoğu'da Türkiye'nin oynayabileceği rolün elinden alınmasına sebep olmuştur. Asker göndermek yanlış 2. Dünya Savaşı'nın ûzerinden 45 yıl geçtikten sonra Doğu Av- rupa'da ve Sovyetler Birliği'nde meydana gelen gelişmelere insan- lık için, barış için sevinçle bakıl- dığı 1990 yıhnda Körfez'de mey- dana gelen bunalım, herkesin te- bessümünu âdeta dondurmuştur. Sevinçler yarıda kalmış gibi görü- nüyor. Avrupa yeniden şekülenirken bütün dikkatler 2 Ağustos 1990 günü Irak'ın Kuveyt'i işgali ile başlayan bunalıma çevrilmiştir. 8 sene tran'la savaştıktan son- ra 1 milyonluk ordusu, S50 tan- kı, 550 uçağı ve 2500 füzesi ile Irak bir askeri güç olarak Orta Doğu'da belirmiş, anlaşılan kabı- na sığamaz bale gelmiştir. Geçen 10 sene zarfında Irak, 80 milyon dolarhk silah satın almış, bunun %53'ü Sovyet, yüzde 20'si Çin, yüzde 15'i Fransız yapısıdır. Iran-lrak Savaşı'nın kazananı, kaybedeni yoktur. Çünkü, bu sa- vaşı Irak'ın kaybetmesi aslında is- tenmemiş, Humeyni rejiminden korkulmuştur. Dünyada mevcut 1 trilyon va- ril petrol rezervinin %66'sı Kör- fez'dedir. Bunun 100 milyar va- rili Irak'ın elinde, diğer 100 mil- yarı Kuveyt'in, 100 milyan Birle- şik Arap Emirlikleri'nin, 250 mil- yan Suudi Arabistan'ın toprakla- nndadır. Tabii ki bu durum, büyük Ara- bistan hülyasıyla zihni dolu bulu- nan ve bir askeri güç haline gelen Saddam'ın dünyada petrol hâki- miyetini eline alması hevesine ka- pılmasını sağlamışsa, bu yadırga- namaz. Körfez krizinin kökünde yatan sanıyorum ki, bu tespittir. Saddam, Arap âleminin Uba- nına bir ikinci Nasır, bir kurtarı- a Filistin, lsraii ve Lübnan sorun- lannı güç kullanarak çözümlere bağlayacak bir kişi gibi gösterile- rek prestij toplamaya çalışacaktır. Bu prestij fevkalade rahatsız eden bir durumdur. Nitekim, bunalımın daha ba- şından Birleşik Amerika Devlet- leri, Suudi Arabıstan'ı savunma pozisyonuna girmiş ve bu ulkeye silahlı kuvvetler sevk etmiştir. Irak'ın Kuveyt'i işgali, devlet- ler hukukuna, Birleşmiş Milletler Yasası'na açıkça aykırı düşen bir haldir. Irak, bir süre sonra Kuveyt'i il- hak etmiş, daha sonra da 19'uncu ili olduğunu ilan etmiştir. Halen Irak, dünyaya meydan okumaktadır. Birleşmiş Milletler, Irak'ın Ku- veyt'ten çekilmesi karannı almış, bu karan ilk defa global bir da- yanışmaya muhalap olmuştur. Daha sonra bu karan icra et- mek için ekonomik ambargo ve onu icra etmek için de kuvvet kul- lanılmasını öngören ve neticesi ablukaya varan bir başka karan Birleşmiş Milletler almıştır. Şimdi Körfez'de bir büyük de- niz armadası fevkalade son sıstem ve henuz ne olduğu belü olmayan, denenmemiş silahlarla mucehhez, hava gücü ve henüz önemsenme- yecek miktarda bir kaıa gücu ile Irak karşı karşıya durmaktadır. Irak, insanlığın düşmanlığını üstüne çekecek hareketlerde bu- lunmuştur. Rehineler olayı ve elçiliklerin kapatılması bu arada sayılacaktır. Birleşmiş Milletler kurulduğun- dan bu yana geçen 42 sene zarfın- da ilk defa olarak bir konu üze- rinde Güvenlik Kurulu beraberlik sağlamıştır. Birleşmiş Mületler'in kararlan icra edilemezse, bundan sonraki itibarı zedelenecektir. Amerika ve Sovyetler Birliği gi- bi iki süper gücün bu olayda be- raber hareket etmesi ve Fransa dahil, bütün Avrupa ülkelerinin onlann yanında bulunması dikkat çekicidir. Birleşmiş Mületler'in ambargo ve abluka kararlan netice vermez- se yani, Saddam Kuveyt'i terk et- mezse, ne yapılacaktır? Bu henüz meçhuldür. Birleşmiş Milletler Yasası'mn 42. ve 43'ncü maddeleri gereğin- ce kuvvet kullanmak suretiyle so- runu çözmek, yani, Kuvyet'i Irak- ın elinden almak gibi bir durum hasıl olacak mıdır? Bilinemiyor. Bugün meydana getirilen global dayanışmanın korunup korunma- yacağı da önemlidir. Sorunun savaşsız çözülemeye- ceği iddialan vardır. Üzüntii ile belinelim ki, bunalımın hiç ol- mazsa bugüne kadar olan seyrin- de diplomasi çalıştırılmamıştır. Birleşmiş Milletler Cenel Sek- reteri, 27 gün sonra konuya mü- dahil oluyor. Dünyada sanki herkesin canı savaş istiyor. Evet, meydana ge- tirilen ortam budur. Bu olay karşısında Türkiye'nin özel bir yeri vardır. Türkiye, Irak'a komşudur. Arap Dünyası ile geçmişi vardır. Onuinla mane- vi bagları vardır. Tabii ki Tür- kiye'nin Kuveyt'in böylece işga- lini kabul etmesi söz konusu ola- maz. Tabii ki, Türkiye'nin Birleşmiş Milktler'in ekonomik ambargo karanna uymaması da söz konu- su olamaz. Türkiye, Irak'ın Kuveyt'i işga- lini kabul etmemiş ve Birleşmiş Mületler'in ambargo karanna uy- ankete göre, orada halkın yüzde 80'i ekonomik ve diplomatik ted- birlerin netice vermesinin beklen- mesi taraftarıdır. Türkiye'de halk, ülkenin sava- şa sürüklenmesine razı değildir. Biz de razı degiliz. Bir ay evvd kimsenin aklından geçmeyen bir savaş tehlikesi gelip yakınımıza oturmuşsa, bemen pa- çalan sıvayıp onun içine dalma- run bir gereği yoktur. Türkiye kendi menfaatlerini düşünecektir. Her ülke gibi. muştur. Bununla kalmamış, Sa- Taahhütlerine uymak gayet ta- yın özal'ın sanki Türkiye kendi- bii ki Türkiye'nin menfaati gere- sine az geliyormuş gibi, bu krizin yöneticisi sanki kendisi imiş gibi bir tavır takınmış olması, "tde- foa diplomasisi yapıyor" diye or- talıgı birbirine katması, Ortado- ğu'da Türkiye'nin oynayabilece- ği rolün elinden alınmasına sebep olmuştur. Türkiye, savaş davullan çalan- ların arasına girip "Ne yapıyor- 8uouz?" deme imkânım kaybet- miştir. tçeride, dışanda alkış alan olay budur. Bundan sonra ne olacaktır? Birleşik Amerika'da yapılan bir ğidir. Ancak üstüne farz olmayam taahhüt saymaksa, işgüzarhk olur. Türkiye büyük devlettir ve Türk milleti büyük müiettir. Her şey demokratik mekaniz- ma içerisinde, ona layık biçûnde gerçekleştirilecektir. Macera peşinde olamayız. Ne olacağımız meçhulken, va- rımızı yoğumuzu onun uğruna sarf etmek, maceradır. Türkiye, zaten meşru olmayan hiçbir menfaalin de peşinde değil- dir. O'na yakışan da odur. Irak silahlı güçlerinin Kuveyt'i işgali ile başlayan Körfez bunalı- mı üç haftadır bölgemizde, Güney sımnmızın hemen ötesinde, savaş rüzgârlan estiriyor. Irak'ın bir başka ülkeyi, Ku- veyt'i işgal ederek bu devleti orta- dan kaldırdığını, kendisine kattı- ğmı ilan etmesi, uluslararası hu- kukun açık bir ihlalidir. Hiçbir se- kilde kabul edilemez. Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi oybirliğiyle bu işgale karşı çıktı, ilhakı tanımadı, Irak'ın Ku- veyt'ten çekilmesini istedi. Irak- tan olumlu tepki gelmemesi üze- rine de gene bütün üyelerin oy bir- liğıyle Güvenlik Konseyi, Irak'a karşı ekonomik ambargo uygu- lanması karannı aldı. Türkiye Cumhuriyeti ilk gün- den beri Güvenlik Konseyi kara- rına uydu. Ekonomik ambargo içinde kendisine düşeni fazlasıy- la yaptı. Bu arada ABD, Suudi Arabıstan'ı bir muhtemel saldın- ya karşı korumak için bölgede ge- niş ölçüde askeri yığınak yapma- ya girişti. Batı Avrupa Birliği'nde yer alan Avrupa devletlerinin ço- ğu da Körfez'e birer, ikişer savaş veya destek gemisı göndererek Su- udi Arabistan savunmasına ve ekonomik ambargo uygulamasına katıldıkiarım gösterdiler. Bu davranışlar, Ortadoğu'nun yeni oluşumlara pek uygun orta- Irak'ın Kuveyt'ten çekilmesi, ulus- lararası hukuk düzeni içinde yer almış bir kuruluşun, Birleşmiş Milletler'in çabası ile gerçekleşir- se, o zaman uluslararası hukuk düzeni yeniden kurulmuş olur. Böyle bir çözüm kahcı olur, bun- dan sonra başka hiçbir devlet ken- di gücüne dayanarak komşusunu, ya da uzak bir ülkeyi istilaya yö- nelemez. Çünkü yine karşısında bütün Birleşmiş Milletler'i bula- cağuu bilir. Böyle bir çözümu bek- lemeden ABD, Irak'la savaşarak Kuveyt'ten çekilmesini sağlamaya girişirse ne olur?. Bu savaşı ergeç ABD kazanır. Yalnız savaşın ortaya çıkaraca- ğı sorunlara getirüecek çözüm, sa- vaşın büyük yükunü çekmiş olan Kuveyt'ten çekilmesini beklemek bayaldir, böyle banşçı yaklaşım- lar saldırganlığa odun vermekten başka birşey değildir' şeklindeki yorumlara katılmıyorum. Eskiden, orneğin ikinci Dünya Savaşı öncesinde böyle bir değer- lendirme doğru olurdu. Nitekim Mussolini önderliğinde, Italyan si- lahh güçleri Etiyopya'yı istila edip bu bağımsız ulkenin, Italyan imparatorluğunun bir parçası ol- duğunu ilan ettiklerinde o zaman- ki Milletler Cemiyeti uygulatraa- ya çalıştığı ekonomik yapurımlar- la, bu hukuk ihlalini düzelteme- mişti. Ancak tkinci Dünya Sava- şı sonunda Etiyopya yeniden ba- ğımsızlığına kavuştu. Ama o za- raanın büyük de\ietleri, araların- sel bir güvenlik sistemini yerleştir- mek için öneralı bir fırsat vermiş- tir. Birleşmiş Mületler'e üye bütün uluslann birlikte kınadıklan ve geri ahnmasım ısrarla istedikleri bir hukuk ihlalini Irak tek başına uzun zaman sürdüremez. Eninde, sonunda Kuveyt'ten çekilmeyi ka- bul edecektir. Rehineleri koz ola- rak kullanma gibi zaman kazan- dırma girişimleri, sonucu değiştir- mez. Yeter ki karşısındaki Birleş- miş Milletler kararhlığımn bir uluslararası hukuk ilkesini koru- mak için var olduğu sürekli vur- gulansın. Bu birlik, Bau'mn Arap- lara karşı birliği ya da Körfez pet- rolunü el altmda tutmak için bir çıkar ortakhğı şeklinde gösteril- mesin. Böyle bir Birleşmiş Millet- k â Milletler Güvenlik Konseyi Irak'a karşı bir uluslararası askeri güç ku- rulmasına karar vermedi. Eğer bir gün böyle bir karar alırsa, bu, askeri güce na- sıl katkı yapılacağı, her devletle ayn ay- rı anlaşmalar yapılarak, meclisîerde kararlaştınlarak ortaya çıkacaktır. ABD'nın isteklerı doğrultusunda olacağı için Ortadoğu'ya sürekli huzur getirecek bir çözüm olaca- mı içinde birçok soruyu gündeme ğı belü değildir. Hatta ortaya çı- getiriyor. Ancak en önemli olarak kacak yeni hukuk ihlalleri karşı- ortaya çıkan iki soruya ben bura- sında bugünkü ihlalin golgede da kısaca cevap vermeye çalı- kalması tehlikesi de vardır. tkinci şacağım. 1- "Irak'ın Güvenlik Konseyi kararlanna uymasım, Kuveyt'ten çekilmesini sağlamak için bundan sonra ne yapılabilir?" Başka bir deyişle "Savaştan başka çare kal- mamış mıdır?".. Bu soruya ccvabun; ilk önce, sa- vaşın bir çözüm olmadığını söy- lemektir. Irak'ın Kuveyt'i işgal ederek yaptığı, uluslararası hukuk düzenini ihlal etmektir. Şimdi Dünya Savaşı sonunda bunun ör- neğini gördük. Büyük ıstıraplar pahasına varılacak yeni hukuk dü- zeninin, bugünkunden daha sağ- lam, daha tatmin edici olacağı hiç- bir şekilde açık değildir. Sorum- luluk büyük ölçüde bir veya bir- kaç devlete bırakıldığında, bu dev- letler hangileri olurlarsa olsunlar, uluslararası hukukun güvence al- tında olduğu kabul edilemez. "Saraşı göze almadan, Irak'ın daki rekabet sorunlarmı ancak bir dünya savaşı ile çözebileceklerine inanıyorlardı; birbirinin karşısın- da belirli ittifaklar oluşmuştu ve bu yüzden Milletler Cemiyeti bü- tün buyük guçlerin katıldığı bir düzeni temsil edemiyordu. Bugün ise durum değişmiştir. Bugünün süper güçleri, çağdaş silahların tahrip gücünün, bir dünya sava- şını herkes için bir felaket haline getirdiğini büiyorlar. Bunu göre- rek bir ortak hukuk düzenini iş- letmeye ve bir uluslararası güven- lik sistemini kurmaya başlamış durumdalar. Tam bu esnada Irak'ın ortaya çıkardığı hukuk ihlali aslında Bir- leşmiş Milletler"e kahcı ve evren- ler kararlılığı karşısında, sureç uzadığı takdirde kendisüü dünya- dan tamamen ayuacak, her açıdan yalnız başına bırakacak bir karar- lılık karşısında Irak, hiç savaş ya- pılmadan, uluslararası hukuk dü- zeninin isteğini kabul edecektir. Ayrıca bunu yaparken evrensel hukuk ve güvenlik düzeninin ku- rulması için ulusal iddialarından vazgeçen bir devlet görunümu ile onur da kazanacaktır. Bu süreç zaman alabilir ve böl- dini göstermeli, bölge dışındaki gede umutsuz saldırüara karşı gü- büyük devletlerin ekonomik çı- le bir sonuç, başta süper guçler ol- mak üzere bütün uluslan yüceltir ve dünyayı 21. yüzyıla bambaşka bir hava içinde sokar. Elde edilecek uzun vadeli ka- zançlar, Irak'ta bir yönetim deği- şikliğini zorlamanın ya da petrol akımını güvenceye alacağız diye askeri guç kullanmanın getirebi- leceği kısa vadeli kazançların çok ötesindedir. 2- Türkiye Cumhuriyeti olarak bir Körfez bunalunının bundan sonra alabilecegi şeküler içinde, ulusal çıkarlanrmzı en iyi hangi politika ile komruz?.. Körfez bunalımının devamında ulusal çıkarlanmızı en iyi koruya- cak davramş, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlanna uyarken cumhuriyetimizin Orta- doğu ülkelerine yönelik, gelenek- sel, barışçı, iyi ilişkiler arayan ve taraf tutmayan dış politikasmdan hiç sapmamaktır. Ortadoğu'daki bütün komşula- rımızla ikili ilişkileri en üst düzey- de geliştirmek, aralanndaki anlaş- mazlıklarda hiçbir şekilde taraf tutmamak, genel olarak bölgede Batı'run çıkarlannı temsil eden bir aracı gibi gözükmemek, bu poli- tikanın onemli öğeleridir. Islam ülkeleri ile aramızda tarihten, or- tak dinimizden gelen bağlar, dev- letimizin laik niteliğini gözeunek şartıyla ikili ilişkilerimizi güçlen- dirmekte çok olumlu rol oynaya- bilirler ve oynuyorlar. Bu bağlar ve yakınlıklar ayru zamanda Arap ülkeleri arasmda taraf tutmamak konusunda bizi sürekli uyarmalı- dır. Böyle bir politika çekingen politika değildir. Gecmiş deneyim- lerden en iyi ders almış politika- dır. Aktiflik ikili ilişkilerde ken- venliği sağlamak için özellikle ABD'den kaynak ve insan gücü açısından ozveri ısteyebilir. Ama kurulacak kahcı evrensel güvenlik sistemi bütün bunlara defer. Böy- HEP GENEL BAŞKANI FEHMİ IŞIKLAR Batı'nın jandarması olamayızKörfez krizi, Ortadoğu'da yük bir savaşa ve giderek bir dün- ya savaşına dönüşecek mi? Hemen herkes büyük bir kaygı içinde bu soruyu sormaktadır. öncelilde belirtelim ki bugün Ortadoğu'da çıkacak bir savaşın iki tarafı vardır. Birincisi, emper- yalist sömürgecüiği güçlendirmek ve bölgedeki petrolü denetim al- tına almak isteyen emperyalist güçler, ikincisi ise gerici ve gidici yönetimlerini ayakta tutmak iste- yen güçlerdir. Bu savaştan en çok bunlar yararlanmak istiyor. tşçilerin, köylulerin, memurla- rın, esnaflann, ışsizlerin, kadınla- nn, gençlerin, çocuklann, kısaca genciyle yaşhsıyla yoksul halkın tırmandınlmak istenen bu savaş- tan hiçbir yararı yoktur. Çünkü savaş, halklar için kan ve gözyaşı demekür. Daha çok açhk, daha çok yokluk, daha çok sefalet, da- ha çok yıkım ve daha çok acı de- mekür. Bu gerçek yuzyıhmızda ağır bir biçimde yaşanmıştır. Körfez krizine bu gerçeğin bi- linciyle yaklaşmak, nedenlerini araştırmak gerekiyor. BUindiği gi- bi NATO ittifakının başını çeken Amerika ile Varşova Paktı'nın ba- şuıı çeken Sovyetler, önce başkan- lar düzeyinde bir araya gelmişler, soğuk savaşın son bulması için karşılıklı silah indirimine basla- mışlar ve giderek banş içinde bir arada yaşamamn adımlannı at- mışlardır. Çünkü, çıkabilecek bir nükleer savaşın galibinin olmaya- cağını en çok bu silaha sahip olan JiLörfez krizinde Türkiye kendi gücüne, potansiyeline ve stratejik konumuna uygun davranmalı, savaşı caydırıcı ve ; bölgede barışı sağlayıcı bir tutum takınmalıdır. Kendisine yönelik bir saldın olmadıkça herhangi bîr askeri girişimde bulunmamalıdır. Hükümet savaş izni isterken büyük bir muhalefetle karşılaştığını, savaşa karşı büyük bir tepkinin olduğunu ve savaşın bir macera ve yıkım olacağını unutmamahdır. bu guçler tarafından anlajilmıştır. Karşılıklı bu diyalog, soğuk sa- vaşa önemli darbeler indirmiş, dış düşman tehlikesini öne sürerek ayakta durabilen, yönetilen ikti- dardan uzaklaştırılmış ve dünya- da daha çok insan hakları, daha çok özgurlük ve daha çok demok- rasi dalgalan vayılmaya başlarmş- tır. Bu gelişmeler, halklara yeni umutlar verirken ve yeni ufuklar açarken silah tekellerine ve silah tüccarlanna yeni pazarlar arama ve yeni kâr alanlan yaratma zo- runluluğunu getirmiştir. Daha düne kadar, dünyada her yıl yaklaşık 400 milyar dolar silah- lanma için harcanıyordu. Şimdi soğuk savaşı sona erdirme çaba- sına karşı bu harcama sürsün is- teniyor. Diğer sanayi dallanna göre yak- laşık yüzde 70 daha fazla kâr ge- tsren silah tekellerinin emrındekı binlerce iktisatçı, silah üretiminin ekonomik faydalarıru dile getirir- ken daha 1952'lerde ABD Başka- m General D. Eisenhower şöyle demiştir: "İşsizliği ortadan kaJdı- tın siyuset değil, savaştır. Ancak savaş sayesinde ekonomik faaü- yetler yiiksek bir düzeye çıkabil- mişür." Soğuk savaş dönemini sona en- dirme girişimleri, ne bu anlayışı ne de bu anlayışa uygun ekonomik yapıyı ve ne de bu yapıya uygun ekonomik gerçeği ortadan kaldı- rabilmiş değildir. Uzun sürede de kaldırmayacaktır. Bu gerçekler ışığında diyonım ki bugün Ortadoğu'da patlak ve- ren savaş, Batı'da yaşanmak iste- nen banşın bedelidir ve bu bedel Ortadoğu'da yaşayan yoksul halk- - lara ödetilmek isteniyor. Bugün bir yanda silahlanma için harcanan milyarlarca lira var- dır. öte yanda da işsizük, açlık, hastalık, eğitimsizlik, çevre kirlen- mesi, yüksek düzeyde iş kazası ve meslek hastahğı vardır. Bu durum, silah üreten ve sa- tanların umurunda bile değildir. Insanlığı baskı altında tutan so- ğuk savaşın sona ermesi, kalıcı bir dünya barışının gerçekleşmesi ya da insanların birbirlerini boğaz- laması hiç önemli değildir. TürkJye'yi de yakından ilgilen- diren bu gerçek sürekli göz önün- de bulundurulmalıdır. A>Tica 10 seneden beri Irak'ın aldığı yakla- şık 80 milyar dolarhk silahın, yüz- de 53'ünü Sovyetler Birliği'nden, yüzde 20'sini Çin'den ve geri ka- lanını da çeşitli Batılı ülkelerden aldığı ve bunun da ABD'deki ba- nş bunaJımı içine düşen tekelleri ne denli ilgüendirdiği biünmelidir. Ayrıca dünyada üretilen petro- lün yüzde 66'sı Körfez'de üretil- mektedir. Batılı ulkelerin ekono- misi ise petrole bağımlıdır. OPEC ülkelerinin ihraç ettikleri petrolü 1/4 oranında kısmaları halinde, bu ulkelerin mamul mal uretimin- de 2/3 oranında azalma olmakta- dır. Bu nedenle Basra'da üretilen petrolü denetim altına almak, Ba- tılı ülkeler için yaşamsal önem ta- şımaktadır. ABD, Kuveyt'in işgali konusun- da bu nedenle çok duyarlıdır. Bu doğrudan doğruya kendi çıkan ile ilgilidir. Çunkü bilinmektedir ki kendisi de "hür dünya" sloganıy- la toprak işgal etmektedir ve Fi- listin topraklannı işgal eden tsra- il'e hiç de ses çıkartmamaktadır. Bugun kimyasal silahlara insa- rıi açıdan yaklaşan Batılı ülkeler, Halepçede 5000 masum insanın öldürülmesine seyirci kalabilmiş- lerdir. Saddam Hüseyin'in faşizan yö- nelişı elbette durdurulmalı ve hiç- bir zaman affedilmemelidir. Bu, petrol krallan için değil, Arap halkları için yapılmalıdır. Türkiye, bu gerçeklerin ışığın- da kendi gucüoe, potansiyeline ve stratejik konumuna uygun dav- ranmah, savaşı caydırıcı ve bölge- de banşı sağlayıa bir tutum takın- malıdır. özellikle de Batı'run jan- darmalığı gorevini reddetmeli, kendisine yönelik bir saldın olma- dıkça herhangi bir askeri girişime başvurmamalıdır. Ayrıca hükü- met, savaş izni isterken büyük bir muhalefetle karşılaştığını, savaşa karşı büyük bir tepkinin olduğu- nu unutmamau, güçlu bir birlik olmadığı surece de savaşın bir ma- cera ve yıkım olacağını anlamah- dır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin ekonomik yaptınm karan tam uygulanabüir ve denet- lenebilirse, kısa sürede saldırgan Saddam Hüseyin yola gelecek ve dünya banşı yeni bir boyut kaza- nacaktır. Televizyonda sık sık boy göste- ren ve savaşı tek çare olarak gös- termeye çalışan politikacılara ba- kıldığında hemen hepsinin yaşlı, duygusuz, duyarsız, geleceğe ilgi- siz, sevgisiz, doyuma muhtaç, ken- dinde olmayam duşleyen, dünya- yı kendince bicimlendırmek iste- yen bencil ve acımasız insanlar ol- duğu açıkça görulmektedir. Bunlar toplumlar tarafından engellenmelidir. Yaşadığımız yüz- •yılda bir 3. dünya savaşı daha ya- şanmamahdır. kariannı gözeten düzenleri destek- leme gayreti şekiine dönüşme- melidir. Bu çerçevede, Körfez'de birik- miş Batı ve Arap gücüne bir harp gemisi ya da bir askeri birlik gön- dererek katılmak yersiz, gereksiz, yanlış ve tehlikelidir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, bir uluslararası askeri güç kurulma- sına karar vermedi. Eğer bir gün böyle bir karar alırsa bu, askeri güce nasıl katkı yapılacağı, her devletle ayn ayn anlaşmalar yapı- larak, meclisîerde kararlaştınlarak meydana çıkacaktır. Zaten olası savaş bölgesinin ku- zey sınınnı koruyan bir komşu ül- ke olan Türkiye'nin bölgenin baş- ka bir yerine savaş birliği gonder- mesini istemek, hangi haklı gerek- çeye dayandınlabilir. Körfez'e sembolik bir birlik göndermek, bugün yine kamplara ayrılmaya başlayan Arap ülkeleri arasmda açıktan taraf tuttuğumuz izlenimi- ni verir. Bunun ne faydası vardır?.. Aynca uluslararası hukuk düzeni- ni korumaktan başka bir maksa- dımız olduğu şüphelerine de yol açar. Bunlara hiç gerek yoktur. Biz, güney komşusunu aniden is- tila eden bir Ulkenin kuzey kom- şusu oünamıza rağmen bu hukuk ihlalini kınayan ve düzeltilmesini isteyen Birleşmiş Milletler Güven- lik Konseyi kararlarını çekinme- den uygulayan bir ülke olarak dünyada itibar kazandık. Bu iti- barı gene uluslararası hukuk ilke- lerine bağhlığımızı göstererek, ba- nşçı çözümleri özendirerek devara ettirebiliriz. Unutmayalım ki Or- tadoğu'daki öteki uluslararası hu- kuk ihlalleri de, lsraii, Arap kav- gası, Lübnan'daki iç savaş ve dış müdahaleler, bunların hepsi bir gun Birleşmiş Milletler ilkelerine uyan uzlaşmalann kabul edilme- siyle sonuçlanacaktır. Bu sonucu yaklaştırmak için de en etkin dav- ramş, uluslararası güvenlik siste- minin, şimdi Irak Kuveyt anlaş- mazlığını banşçı yoldan çozmesi- ne katkı yaprnaktır. TBKP GENEL BAŞKANI NtHAT SARGEV Körfez krizinde ulusalçıkarımız yokSon birkaç yıl içinde soğuk savaşın adım adım sona erişi- ne tanık olduk. Nükleer bir dünya savaşı kâbusundan kur- tulan dünya rahat bir nefes aldı, topun ağzındaki Türkiye de. Sorunlann her ne biçim ve düzeyde olursa olsun banşçı yollarla, banş içinde çözümü... Bu artık sadece güzel bir rüya değildi. Olasıhk olanaklı kılınıyordu. Yeni 'Körfez krizi' bu sırada patlak verdi. Ne olmuştu? Bize komşu ve Birleşmiş Milletler üyesi bir ülke, kendisine komşu ve Birleşmiş Milletler üyesi diğer bir ülkeye tecavüz etmiş, onu ele geçirmiş ve kendisine ilhak et- mişti. Birleşmiş Milletler derhal harekete geçti. Güvenh'k Konseyi toplantı. Oybirliğiyle olayı kınadı, ilhakı tanıma- dığını bildirdi ve 40 küsur yıllık tarihinde örneği hemen he- men rastlanmamış yaptırımlara başvurdu. Irak'a ambargo uygulamasına gefildi. Türkiye, -ki bu uygulama komşu bir ülkeyle ilişkilerinin alacağı seyir ötesinde doğrudan kendi gelirinde milyarlarla ifade edilen kayıp demek oluyordu bu ayru zamanda- Bir- leşmiş Milletler'in ambargo karannı ilk uygulayanlar ara- sında yer aldı, Irak'tan Yumurtalık'a gelen petrol boru hal- tını derhal kapattı. Bu kadar aceleciliğe gerek var mıydı? Bu soylendi de. Ama yanıt hazırdı. BM'nin sadık bir üyesi olarak Türkiye örnek bir davramş sergilemişti. Bu da elbet karşılığını bulacak, bi- zim kendimizi bir parçası saydığımız, ama bizim öyle say- mamıza karşın özellikle son zamanlarda dış politika alanında üst Uste çıkmazlara sürüklendiğimiz Batı dunyası bu davra- nışımızı anlayacak, değer ve kadrimizi bilecekti. Buraya kadar denecek fazla bir şey yok gibi görünmek- teydi. Fakat burada kalınmadı. Amerika giderek bastırıyor, gerüim giderek yukseliyordu. Irak'ın Kuveyt'i ilhakı, ABD'ye Körfez ve bölgesini kendi bildiğince yani oz çıkarları doğ- rultusunda düzenleyebilme için hanidir beklediği fırsatı ver- miş gibiydi. Bölgede büyük kuvvet yığınağına başlandı. Savaş kapımızdaydı. Iktidar ise bu politikamn miraarı ve bizzat yürutücüsu Sayın Özal'ın kendi deyimiyle, "atak ve riskli" polıtikası ile bu hengâme sonrasında yeniden düzen- lenmesini kaçındmaz gördOğü Ortadoğu'da bu düzenleme için ve niçin savaş? ABD'li kimi açık sözlülerin belirttiği gibi petrol ve para için mi? Yoksa Batı'mn zenginler kulübüne, servis kapısmdan girebilme umudu için mi? Hükümetin atak ve risk yüklenmeye hazır politikasmdan dolayı, dışımızdaki bir savaş, bizimle doğrudan ilgisi olmayan bir savaş olasılığı,bizle iç içe. sırasmda hak ettıği sözu söyleyebilme peşindeydi. Bu giz- lenraiş de değildi, açıkça ifade edilmekteydi. Muhalefet bu politikamn kesinlikle karşısındaydı, direndi. Genel göruş- meden elle tutulur bir sonuç çıkmayacak olsa da Meclis top- lantıya çağrıldı. Bu sırada fırsattan yararlanarak hükümete "savaşa girme" yetkisi verilmesi girişimi tersine tepti. Biz- zat hükümet ve iktidar partisi grubu içinde dahi bu politi- kaya hatın sayılır bir muhalefet bulunduğu ortaya çıktı. is- tenen yetki, anlamsız bir izne dönüştürüldü. O kadar. Ama atak ve risk yüklenmeye hazır politika surmekte. Ls- telik tam şu sırada o bölgedeki "400 yıllık egeraenligimiz'- den söz açılması elbette bir dil sürcmesi sayılamaz. Savaş tehlikesi ise kimi küçük ümit ışıklan belirmiş olmasına karşın henüz geriletilebilmiş değil. Birleşmiş Milletler'in eski ve yeni genel sekreterleri seslerini yükselttiler. Perez de Cuellar ara- bulucu olabileceğini belirtti. Irak, Bağlantısızların dönem başkanı Yugoslavya'ya arabuluculuk için başvurdu. Diğer yandan ABD yeni kuvvetleri bölgeye kaydırmayı surdürü- yor, askeri yığınak giderek büyüyor, güç gösterisi devam edi- yor. Olaylar çağın gerek ve olanaklanna uygun olarak çok hızlı gelişmekte, göz açıp kapayıncaya kadar denecek zamanda. Krizin başlangıcından bu yana daha bir ay dolmadı. Gene çağın gerek ve olanaklanna uygun olarak kamuoyunu belü yönde kanalize etmeye dönük iletişım ve propaganda me-. kanizması da aynı ruzla hareket etmekte. Ama bu, bir sa- vaş, hele en modern yok edicilerin deneneceği ve örnekleri daha önce de görüklüğü üzere kimyasal, biyolojik silahla- rın da yasak tanımaksızın kullamlacağı brr savaş söz konu- su olduğunda herkesin zihnine birbiri ardına birçok soru- nun takılmış ohnasını engelleyemedi. Sorular soruluyor, yanıt bekleniyor. Ve yanıt beklenen sorulann sayısı giderek ka- barıyor. En başta ilk ve en yakıcı soru: Kimin için ve niçin savaş? Evet, bir yanda despotik bir rejim, ama obür yanda da kurunu vusladan kalma, dupedüz çağdışı bir yönetim. Biri diğerini ilhak etmiş. Doğru, ama hemen yanıbaşındaki ls- raii, işgal ettiği toprakları yıllardır sahiplerine terk etmiyor, karşı çıktılar diye çocuklann kolu taşla kırdırılabiliyor da değil herhangi bir yaptınm, yardımın aslan payı her yü ABD bütçesinden ona ayrılıyor. O zaman gerçekten kimin için ve niçin savaş? ABD'li ki- mi açık sözlülerin belirttikleri üzere "petrol ve para"sını ko- rumak için mi? Bu yoila, bizi bir türlu aralanna almadıkla- rı Batı'mn zenginler kulübüne, servis kapısmdan ve o ko- şullarla olsun girebilme umudu için mi? Niçin ve kim için? Cumhurbaşkanı Özal, "ulusal çıkariar" için demişti. Ve bir gazetecinin sorusuna yanıl olarak eklemişti: "Suudi Arabis- tan askerlerimizi davet ederse ulusal çıkarianmız var demek- tir." Suudilerin çağnsı eşittir ulusal cıkarlar. Yeteri kadar açık değil mi? Bu yanıt, yanıt değildir demekle yetinelim. Şu sıralar gene "Türkiye'nin jeopolitik durumu" konusu gözde. Resmi ağızlarca durmaksızın bu duruma atıfta bu- lunuluyor. Coğrafyadaki yerimize gerçekten uygun bir po- litika ne olurdu acaba? Ne olmalıdır veya? Avrupa'yı As- ya'ya, zengin kuzeyi fakir güneye bağlayan köprü konumu unutuidu mu yoksa? Ve de Hıristiyan âlemin yanıbaşında laik bir İslam ülkesi. Oysa Ortak Pazar'ın kapısını bu ko- numun olanaklanm ileri sürerek çalmamış mıydık her şey- den önce? Başka sorular da geldi akla: Başta Cumhurbaşkanlığı ma- kamının konumu. Anayasaya göre sorumsuz durumdaki Cumhurbaşkam'mn bizzat icranın başında yer aldığı baş- kanlık sistemi ile yönetiliyormuşuzcasına davranışı ve bu- nunla birlikte ister istemez ortaya çıkan anayasa sorunu ve daha başka sorular. Sayın Cumhurbaşkam'mn gazetecilerle söyleşisinden edi- nilen ortak izlenimi bir gazeteci aktarmıştı. Aynı izlenimi kimi resmi açıklamaiardan da edinmek mümkün: Bu riskli politikamn onemli bir nedenini. büyük müttefikimizin bize karşı oynaması olası kimi kartlan engellemek oluşturmak- taymış, orneğin Kürt kartı, şimdilerde geri plana itilmiş gö- rünen Ermeni kartı vb. Mümkündür, yapabilir büyük müt- tefıkimiz. Zaman zaman kimi kartlannı en azından bize kar- şın oynamaktan geri durmamıştır, durmayacaktır. Öldürü- ıen elçilerüniz, konsoloslarımızın anısı belleklerimizde ta- ze. Bu da akla yeni sorulan getirmekte. Müttefik seçmedeki ölçütlerden başlayarak çok önemli bir soruyu getirip diki- yor bütün ağırlığıyla karşımıza: Eğer gerçekten doğusunda balısında insan hakları, demokrasi gerçekleşmiş olsaydı ül- kemizde; Kürt, Türk bütün insanlarımız haklarını rahatlık- la kullanarak demokrasi içinde yaşıyor olsalardı, böyle bir endişe, vaktiyle mevcut olsaydı bile çoktan anlamını yitir- miş olmayacak mıydı? Oysa şimdi, butün bu nedenlerden dolayı, dışımızdaki bir savaş, bizimle doğrudan ilgisi bulunmayan, meşru müdafaa durumunda olmadığımız bir savaş olasılığı bize çok daha yakın, âdeta bizimle iç içe. Ve de beliren kimi ümitlere kar- şın Körfez'deki olası bir savaş soluğu hâlâ ensemizde. Geçenlerde Cumhuriyet gazetesi, Mustafa Kemal'in 1923'tekı bir konuşmasını arumsatmıştı. Son cümlesini bu- günün diliyle yinelemek istiyorum: "Ulusun ^jamı söz ko- nusu olmadıkça savaş cinayettir" Körfez krizinde ulusumuzun yaşamı söz konusu değildir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle