Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 24 EYLÜL 1990
Tarih, Toplumbilim \ e
Toplum TarJhine Doğru
Niyazi Berkes, yıllar önce, "Türkiye'nin gerçek anlamıyla bilimsel
genel tarihi bile yazılamamıştır ki, ekonomik tarihi yazılmış olsun"
demişti ve bunu, tarihlerin devlet katında yazılmış olmaları ve
toplumdan kopuklukla açıklamıştı. Yıllar sonra, günümüzde,
Berkes'in üzüntülerini gidermiş değiliz.
Prof. Dr. SALİH ÖZBARAN DEÜ, Buca Eğitim Fak.
TRT'nin "32. Gün" programında (4 haziran
pazartesi gecesi) Mehmet Ali Birand, dünyada-
ki gelişmeleri yansıtırken çok önemli bir gerçe-
ğe parmak basmıştı: Tarihi artık halklar
belirliyor. Ancak bu sözcükler Türk tarihi ve
Türk halkı için birazburuk. Türk tarihini -özel-
likle Osmanh tarihini- halkm belirlediğini sa-
vunmak çok zor; Türk toplumunun kendi
varlığının tam bilincinde olduğunu, buna bağlı
olarak da tarihin bilincinde bulunduğunu söy-
lemek kolay değil. Toplumsal sorunlann resmî
yayın organlannda tartışılmadığı bir ortamda,
toplumsal (sosyal) bilimlerin hattâ fen bilimleri-
nin bUim dışı içerikle öğrenci karşısına çıktığı bir
eğitim sisteminde, felsefenin tartışma damarla-
nnın tıkandığı bir düzende toplumun kendi var-
lığının bilincine eğilmesi, tarihçilerin de yönetici
sınıf kültürü dışına çıkıp toplum tarihine ulaşa-
bilmeleri kişisel çabalarla sınırh kalmakta. Türk
toplumunun tarihini -yazılmayan tarihini- yüz-
yıllar boyunca Istanbul belirledi, günümüzde de
Ankara, fermanlı tarih müfredatı ve program-
lan belirliyor. Hatta "büyüklerimiz" belirliyor!
Son zamanlarda, aşağı yııkan bir yıldır, sayı-
lan hızla artan, ama içerik bakımından hemen
hemen hiç değişmeyen, Milli Eğitim BakanlığY-
nın döktüğü kalıpları doldurmakla yetinen -do-
ğal olarak kâr amacı güden- lise tarih kitap-
larından birinci yıl okutulan herhangi bir tarih
kitabına bakarsamz toplumbilim (sosyoloji) ve
iktisat gibi bilim dallarının tarihe yardımcı bi-
limler arasında sayılmadığını görürsünüz. Bu ba-
sit bir unutkanlık değildir; tarihi, toplumbilimin
ve ekonominin sorgulamalanndan kaçırmaktır.
Çünkü toplumbilimin amacı "insanların davra-
nışlannı belirleyen toplumsal çevrenin yapısal
öğelerini aydınlatmak, bu çevrenin oluşumun-
da, işleyişinde ve gelişimindeki düzenlilikleri
açıklamaktır" (1). Toplumbilim "toplumların
kendi uzerlerine sorduklan ve siirekli yenilenen
birsonT'dur (2). Tarihi, "insanlığın serüvenin-
de tek olanı, yinelenmeyeni, aynntılan" sırala-
yan bilgi kümesi olarak görenleri sorgulayan
bilimdir. Ekonomi ise insanın öz kendisinin (biz-
zat) yaptığı şeyin bilimidir. Bilim varolmasa bi-
le insan ekonomik kararlar verecektir. İşte
toplumlann yuz yüze kaldıkları sorunlan çözer-
ken "toplumsal bilimlerin nitelikleri, dogası ve
amacı bakkında giderilmesi güç ve ağır tartısma-
lara saplanıp kaimamak için sonınu kökensel
açıdan ele alarak" incelenmesini (3) isteyenler,
merkez denetimli macera tarihçiliğinin zırhJanyla
karşılasmaktalar.
"Tarih ve Sosyoloji" Semineri
28-29 Mayıs 1990 günlerinde İstanbul Üniver-
sitesi'ne bağlı Edebiyat Fakültesi'nin Tarih ve
Sosyoloji Araştırma Merkezleri "Tarih ve
Sosyoloji" üstüne bir seminer düzenleme gere-
ğini, bu iki bilim dalının birbirlerine âdeta küs-
kün durmalanyla açıklamışlardır.
Toplumbilimcilerin, tarihçileri çoğu zaman, iş-
lenmemiş malzeme sunan, kuramdan yoksun, hi-
kâyeci görmeleri karşısında, tarihçilerin
toplumbilimcileri sadece öğüt veren, öğretme tut-
kusu içinde, tarih kaynaklarını değerlendirebi-
Iecek filolojik bilgiye sahip olmayan kuramcılar
olarak değerlendirmeleri, iki tarafı ayrı zırhla-
ra büründürmüştür yıllarca. Gerçekten, klasik
tarih öğretiminin tipik örneğini veren, toplum-
sal bilimlerle pek barışamayan, hattâ onlan teh-
likeli saymış tarih bölümünün, aynı fakülte çatısı
altında bulunan ve genellikle ulusal temelden
yoksun ithaJ yasalarla öğrenci önüne çıkmış *op-
lumbilim bölümüyle barışma ve anlaşma yolla-
rı arama girişimlerini umut verici olarak
görüyorum. Fernand Braudel'in "sağırlar
diyaloğu" dediği, ama ünlü okulu Annales ile
kurduğu diyaloğun Türkiye'de özerk üniversi-
telerimizde (!) oluşturulması için atılmış bir adım
olarak değerlendiriyorum.
Burada iki önemli nokta üzerinde durmak is-
tiyorum. Ilki, 'akademik' nitelikte saydığırmz ve
dünya boyutlannda gözleme fırsatı bulduğumuz
tarih arastırmalannın son yaklaşımlarla aldığı şe-
killeri, kazandığı içeriği, başka bir deyişle, sos-
yal bilimlerin tarihçilere getirdiği çeşitliliği,
belirlediği konulan dile getirme isteğimdir. öbü-
rü de çeşitli bilgi dallarının, araştırma üniteleri-
nin yol göstericiliğiyle, tarihçilerin sıradan bir
insana, daha kapsamlı bir anlatımla topluma
açılma, seslenme, uyandırma gereği duymaları
ve çeşitli örneklerle bu yolda bir hayli mesafe ka-
zandıklarını vurgulama isteğimdir. Tarihten bek-
lentiler değişiktir artık. 'Hikâyeci' tarihçiliğin
-devlet yöneticilerinin, zorlu egemenlerin istek-
leri doğrultusunda, devlet ile tarihi bütünleşti-
ren anlayış içinde, yarar sağladığına inanılan
tarihçiliğin- 'ihtişam', 'hanedan', 'üst zümre'
vb. konulan ön planda tutan biçimlerinden, top-
lumlan olusturan ögelerin tarihine, toplumsal iliş-
kiler, günlük yaşam, toplumsal çatışmalar,
sınıflar, sosyal gruplar -kısaca bugünü anlaya-
bildiğimiz ölçüde ortaya çıkan sorunlarla geçmişi
sorgulayan- tarih dünyasına girilmiştir günü-
müzde. Toplumbilimin çok önemli kişisi Augus-
te Comte'un geçen yüzyıl "kısır anekdotları kör
gibi toplayanlann mantıksız meraklanyla çocuk-
ça sıralanan önemsiz aynnb" olarak gördüğü ve
ondokuzuncu yüzyüın büyük bir bölümüne dam-
gasım vurmuş tarihçilik, özellikle son büytik sa-
vaştan sonra, özellikle 1970 ve 80'li yıllarda,
kendisini toplumu daha fazla kapsayan ve kav-
rayan, topluma daha kolay ulaşan ve mesaj ve-
ren nitelikte bulmuştur. Tarih araştırmalannda
ve öğretiminde belirli bir düzeye gelmiş üniver-
sitelerin, son yirmi yıllık inceleme ve öğretim
programlarına bakıldığında (4) toplumsal tarih
konulannın ön sıraya geçtiği fark edilir. Tarih,
tepedekilere yeterince hizme* etti, sınırlannı ge-
nişletme gereği duydu, demokratik dünyada ye-
rini alma çabasında artık.
Resmî belgelerin hükmettiği, basm-yayın or-
ganlannın ve eğitim kurumlannın yönlendirme
çabasında bulunduğu tarih ve tarihçiliğimize se-
çenek (alternatif)sesler de vardır ülkemizde.Bu
yoldaki çalışmaları, uyanlan saymak yazımm ko-
nusu değildir. Tarih ve Toplum dergisinin çaba-
larını anlamakla yetiheceğim. Birkaç soruyla ya-
zımı bitireceğim.
Nedir tarih? Ülkemizde nasıl tanımlanmıştır?
Kimler içerilmiştir, kimler dışlanmıştır tarihte?
Toplumsal bilimlerin sorgulamalanndan neden
kaçırılmıştır? Bir yıldır sayılan çığ gibi büyüyen
lise tarih kitaplan neden aynı kalıba dökülmüş-
tür? Üniversitelerde yer alan tarih bölümleri ne
denli çağdaşlaşabilmişlerdir? Halk yaşadığı gü-
nün bilincinde midir? Sorunlarının, haklarının,
görevlerinin aynmında mıdır, bunlan tarihsel bi-
linçle irdeleyebiliyor mu? Tarihçilerimiz de ay-
nı bilinçte midirler? Sayın Birand "tarihi artık
halklar belirliyor" diyordu haklı olarak, ama bi-
zim halkımız yukandakilerin anlattığı tarihi din-
liyor TRT'den.
(1) ö . Ozankaya, Toplumbilime Giriş, Ankara, 1979, s.3.
(2), B. Sezer, Sosyolojinin An» Başlıklan, İstanbul 1985, s.
218.
(3) M. Duverger, Sosyıl BiUmlere Giri} (Çev. 0. Oskay), An-
kara, 1973, s. 8
(4) Örnek olarak bak. J.M. Bourne, "Hiflory at Universiti-
es", Hislory, London, 1986, s. 54-60.
ARADABIR
Prof. Dr. ÎLHAN LÜTEM
BM'nin Yaran...
Kuruluşundan bu yana geçen 45 yıl içinde banş ve güven-
liği sağlayamadığı için Birleşmiş Milletler eleştirilmiştir. Bir-
leşmiş Milletler'i kuran büyük devletler banş ve güvenliğin
korunmasını sayılan gittikçe artan küçük ve birbirini yiyen var-
lıklara bırakmak istemediklerinden kendilerinin egemen ola-
cağı bir Birleşmiş Milletler kuvveti kurmayı öngörmüşler ve
yine onlar, teşkilatın uyuşmazlıklarının ancak kendileri an-
laştığında halledilebileceği sonucuna varmışlar, son sözü
kendilerine saklamışlardır.
Sonuç ne olmuştur?
Birleşmiş Milletler kurulduğundan, yani 1945'ten bugüne
büyüklü küçüklü 150 savaş çıkmıştır. Büyük devletler bu ça-
tışmaların bazılarına katılmış fakat neyse ki nükleer savaş kor-
kusu bütün dünyayı içine alacak bir savaş çıkmasını önle-
miştir. Yine de ne egemen ne de eşit olan küçükler ve ken-
dilerine büyük denilenler, sorumluluğun büyük kısmının ken-
dilerinde olduğunu unutarak, her yıl Genel Kurul önünde teş-
kilatı yermişlerdir.
Şimdi, Güvenlik Konseyi'nin Körtez bunalımında barışın
tehdidi, bozulması ve saldırı hallerinde ona tanınmış yetki-
dere ve önereceği yaptırımlara gelelım.
Önce son günlerde çok sözü edilen (1950'de Kore'ye as-
ker gönderilmesinde de edilmişti) yasanın 43. maddesini ele
alalım:
Birleşmiş Milletler Yasası, bu maddede konseyin kararlaş-
tıracağı askeri yaptırımların üye devletler için bağlayıcı olma-
sını arzuladığından bu amaçla konseyle her bir üye devlet
arasında özel anlaşma veya anlaşmalar yapılmasını öngör-
müştür. Üye devletler, bu özel ikili anlaşmalarla, konseyin em-
rine silahlı birliklerle -geçit hakkı dahil- askeri destek ve ko-
laylıklar sağlayacaktır. Konsey, belirli bir yaptırıma karar ve-
rince, uygun gördüğü üye devletten, kendi emrine, söz ko-
nusu ikili anlaşmalar gereğince, askeri birlikler, destek ve kc-
laylıklar sağlamasını isteyebilecektir. Konseyin bu kararları
bağlayıcı olacaktır. Bu askeri birliklerin komutası, konseyin
beş daimi üyesinin genelkurmay başkanları veya temsilcile-
rinden kurulu olup. konseye bağlı bir kurmay komitesine ait
olacaktır. Konsey askeri yaptırımlara üye devletlerin ne su-
rette katılacaklarını da bağlayıcı olarak tespit eder. Konsey,
yasanın 42'nci maddesi silah kullanılmasını gerektiren ka-
rarı, 25 ağustos tarihinde yine iki çekimser (Küba, Yemen)
oya karşı 13 olumlu oyla kabul etmiştir. Burada vurgulana-
cak en önemli nokta, kararın alınmasında beş büyük devle-
tin olumlu oy kullanmalarıdır.
Kararın 3. paragrafında:
"Güvenlik Konseyi tüm üye ülkelerin, Körfez'de deniz gü-
cü bulunduran ülkeîere gerektiğinde yardım etmelerini talep
eder" denilmektedir.
Yükümlülüğümüzünrneşruiyeti-törümlülüğüyalnız665sayılı
kararın 3. paragrafına değil ek olarak:
1) Birleşmiş Milletler Yasası'nın Türkiye Büyük Millet Mec-
lisi'nde onaylanmış bir anlaşma olması sebebiyle bir iç ya-
samız olmasına;
2) Yasanın teşkilatın üyeleri, bu yasa kurallan gereğince,
teşkilatın giriştigi herhangi bir teşebbüse her türlü yardım-
da bulunurlar ve teşkılatça aleyhinde önleyici ve zorlayıcı bir
tedbir alınan devlete yardımdan kaçınırlar" diyen 2. madde-
sinin 5. paragrafına,
3) "Teşkilat üyeleri bu yasa gereğince Güvenlik Konseyi-
nin kararlarını kabul etmek ve uygulamak hususunda
anlaşmışlardır" diyen 25. maddesine,
4) "Birieşmiş Milletler üyeleri, Güvenlik Konseyi tarafından
kararlaştırılan tedbirlerin uygulanmasında karşılıklı olarak
destekleşmek üzere birbirlerine katılırlar" diyen 49. madde-
sine dayanmalıdır. Son olarak. Türkiye, kendisini Körfez bu-
nalımında sorunun bir parçası addediyorsa, bu, soruna bu-
lunan çareyi reddedemeyeceği ana fikrine dayanmalıdır.
Demek oluyor ki bunalımda, Birleşmiş Milletler çerçevesi
içinde kalmalıyız.
Canımız, ciğerimiz
ENDER'imizin
vefatı dolayısıyla sonsuz acımızı
paylaşan yurt içindeki ve yurt
dışındaki tüm dostlanmıza
şükranlarımızı sunarız.
KIRAL AİLESİ
"Zulüm ejderha olsa da,
Telli, duvaklı yurdunda,
Bir oğul buyütrnelisin
Kavgada yiğit olmalı!..
Arusı mücadelemizde
yaşayacak.
TAYAD'LI AİLELER
ADINA
BABA ERDOĞAIV SERVET YILDIRIM
Takvfyeli Yabama DU I isolt»ri...
Yeni başlatılacak uygulamada Anadolu Liseleri örnek alınıp
fen dersleri yabancı dilde yapılmamalıdır. Zaten çok güç
yürütülen bu uygulama yarardan çok zarar getirmektedir.
Türkçe ve yazın dersleri gibi fen derslerinde de
öğrencilerimize köklü bir anadil eğitimi verilmeli, yabancı dil
uğruna anadil eğitimi feda edilmemelidir.
Doç.Dr. ŞEYTA OZİL istanbul Üni. Edebiyat Fak
Son günlerde gazeteler, Milli Eğitim Ba-
kanlığı'nm üç büyük kentte 'takviyeli ya-
bancı dil liseleri projesi'ni uygulayacağı ha-
berlerini yayımlıyor. Yabana dille eğitim
veren okullara yönelik isteği karşılamak
amacıyla MEB, ilk aşamada 11 liseyi kap-
sayan hazırhk suııfı ile Anadolu Liseleri ya-
bancı dil saatlerine eşit yabancı dil eğitimi
veren bir uygulama başlatacaktır. Kanım-
ca, böyle bir uygulama istenilen düzeyde
gerçekleşebilir ve yaygınlaştınlabilirse, hem
11 yaşındaki çocuklann zaman zaman ona-
nlması zor ruhsal bozukluklara yol açan ge-
reksiz bir sınav stresi yaşamaları giderile-
cek hem de yalnızca parasal olanakları ye-
terli ailelerin çocuklan değil, öbürleri de bir
yabancı dil edinme olanağını elde edebile-
ceklerdir. Böylece ilkokul öncesi ve sonra-
sı çocuklanmızın bilincine varmadan uğra-
dıkları haksızhklar da bir ölçüde son bula-
caktır. Bu acılardan bakıldığında MEB'nin
yeni uygulamasının çok olumlu bir başlan-
gıç olacağı kanısındayım.
Başanya ulaşmak için...
Ancak soz konusu olumlu başlangıcın
basamaklı kur sistemi ya da 5 yaş ilkokul
uygulaması girişimleri gibi daha yürürlüğe
girdiği anda yok olup gitmesini istemiyor-
sak, aşağı da belirtilecek yönler üzerinde ti-
tizlikle durulması gerekmektedir.
• Takviyeli yabancı dil eğitimini gerçek-
leştirebilme açısından en önemli ve birin-
cil öğe, niteükli öğretmendir. Bugün Ana-
dolu Liselerinde yabana dil öğretmeni apğı
zar zor kapatıhrken acaba bu yönde ne gi-
bi önlemlerin ahnması düşünü'lmektedir?
• Yabancı dil eğitimi bugünkü devlet li-
seleri uygulamasındaki gibi 50 ya da 70 ki-
şilik sınıflarda yapılamaz. Yabancı dil eği-
timinde gerçekten başarı kazanılmak iste-
niyorsa, sınıflardaki öğrenci sayısı 35 do-
layında tutulmalıdır.
• Hazırük sınıfmdan sonra uygulanacak
takviyeli yabancı dil derslerinin sayısı haf-
tada her gün en az bir ya da iki saat olarak
gerçekleşmelidir ki, yabancı dil bilgisi unu-
tulmadan derinleştirilebilsin.
• Yabancı dil eğitimi salt bir dilbilgisi eği-
timi olarak algılanmamalıdır. Yabancı di-
lin kullanımsal yönü vurgulanmalı, kulla-
nımı yaygınlaştıracak izlenceler oluşturul-
malıdır (Örneğin, yabancı dilin yaygın ol-
duğu iş alanlannda öğrenciler yaz ayların-
da çevirmen olarak çalışabih'r ya da yabana
ülkelerden gelen öğrencilerle yabana dil öğ-
renenlerin birlikte gidecekleri yaz kampla-
rı kurulabilir). Öte yandan yabancı dilin
ekinsel yönüne gereken önem verilmeli, dil-
bilgisi öğretiminin yanında yabancı dilde-
ki kullanımsal metinler ve yazınsal ürünler
ele ahnmalıdır. Liselerde daha çok yazın ya-
pıtlarıyla çalışılmalıdır.
• Yabancı dil eğitiminin yanı sıra yapı-
lan öbür derslerde de çağdaş eğitim yön-
temlerinin yerleştirilmesine başlanmalıdır.
Yabancı dil dersi dışındaki derslerde fazla
bilgi yığmacası yapan, ezbere dayanan sis-
temlerden kurtulabilirsek, yabancı dil der-
sinden de beklenen başanyı elde edebiliriz.
Yoksa, sayısı arttırılsa bile yabancı dil dersi
de bugün olduğu gibi yalnızca ezberlenen
bir bilgi olarak kalır.
• Yukarıdaki noktaya ilişkin daha aynn-
tılı yabancı dil eğitim yöntemlerine baka-
cak olursak, yabana dil eğitimi veren ders
kitaplarının büyük bir çoğunluğunun, öğ-
rencilerin araştına, sorgulayıcı, yaratıcı ye-
teneklerini geliştirme, kendi düşünce ve ki-
şih'klerini oluşturma yönlerinden en son ge-
lişen çağdaş eğitim yöntemleriyle hazırlan-
mış olduklanm gönirüz. Genellikle çok kısa
aralıklarla yenilenen bu kitaplaj, çeşitli
alanlarda öğrencilerin düzeylerine göre il-
güerini çekecek konulara ağırhk veren me-
tinler ve yabancı dilin yazın ürünleriyle do-
natılmışlardır. Ayrıca çeşitli alıştırmalar,
öğrencilerin yaratıa ve üretici yönlerinin ge-
liştirilmesine yöneliktirler. Yabana dil ders-
lerinden edindiğim izlenimler, öğretmenle-
rin çoğu kez bu yaratıcı ve üretici alıştır-
maları bir yana bırakarak, daha çok dilbil-
gisi alıştırmaJanyla çalışmalandır. Oysa ya-
bana dil dersi salt bir ezber islemi değil,
özellikle kişilik geliştirici, kişiye değişik bir
bakış açısı kazandırıa, onun çevrenini (uf-
kunu) geliştirici bir eğitimdir. Doğal olarak,
öğretmenler büyük bir hızla gelişen yabana
dil öğretim yöntemlerine ayak uydurama-
makta, bu nedenle de daha çok dilbilgisi iş-
lemleri üzerine eğilmektedirler. Ya her yıl
çeşitli okullarda düzenli olarak gerçekleş-
tirilecek kurslarla ya da bu alandaki çeşitli
bilgileri içeren düzenli yayınlarla öğretmen-
lerin bilgileri geüştirilmelidir.
Yeni başlatılacak uygulamada, Anado-
lu Liseleri örnek alınıp, fen dersleri yabancı
dilde yapılmamaJıdır. Zaten çok güç yürü-
tülen bu uygulama yarardan çok zarar ge-
tirmektedir. Türkçe ve yazın dersleri gibi
fen derslerinde de öğrencilerimize köklü bir
anadil eğitimi verilmeli, yabancı dil uğru-
na anadil eğitimi feda edilmemelidir. Ana-
dil eğitiminden, durağan ve gelişmeyen bir
Osmanlıca-Türkçe karışırrunı değil, çağdaş
yazın ürünleriyle beslenen ve gelişen günü-
müz Türkçesini anlamaktayım. Gerek sos-
yal bilimler ve fen bilimleri gerekse anadil
eğitimi veren Türkçe ve yazın derslerinde
günün koşullarına ayak uyduran, yabancı
dillerden alınan sözcük ve terimleri içerme-
yen bir anadil eğitimine gereken ağırhk ve-
rilmezse, yabancı dil için harcanan cabalar
da boşa gider. Yine unutulmamalıdır ki dü-
şüncenin gelişmesi ne Arapça ne Farsça ne
Ingilizce ne Almanca sözcüklerle; yalnızca
anadilin sözcük, kavram ve terimleriyle ger-
çekleşir. Bunun yanı sıra yeterli yabancı dil
bilgisine sahip olunduktan sonra fen ve sos-
yal bilimler alanlannda yabana dil bilgisi-
ni edinmek hiç de güç değildir.
"Joiıı tlıe Turıles Club"
CO POLO*K E M E R • Ç A M Y U V A / T A T İ L K Ö Y Ü
CENNETİNİ
YASAMANIZİCİN
BMKERSAL!
Eylül Ayı
Özel Fiyatı
MARCO POLODA
PARAYA VE BONCUĞAİHTİYAÇ YOKTUR.
Rezervasyonunuzu yaplırıp ödemenizi yaplıklan sonra
bir daha para probleminiz olmaz, ne yer ne içerseniz
(yerü), lıangi aktiviteye kalılırsanız ücrelsizdir.
1.100.000
• 850 Yalak (Tüm Odalar Klimalı) • Çocuklu Ailelere 2 Odalı
Family Room» 1300m YüzmeHavuzu •8TenisKortu
• 2 Squash Salonu • Baskelbol • Voieybol • Ohçuluk • Surf
• Yelken • Su Kayağı • Tüfk Hamamı • Sauna • Disko
•Jimnaslik Salonu • Minikler Kulübü
OKAN TURİZM VE SEYAHAT A.Ş.
2. Taşocağı Cad. Cevdet Bey Işhanı, 5 B/1 Mecidiyeköy 80300 İstanbul
Tel: (90-1) 174 68 50 (17 Lines) Telex: 27767 oklu tr. Fax: (90-1) 174 83 77-174 83 49
OKURLARA.
OKAYGÖNENSİN
"İnsanlarıSeviniz..."
S iriken deneyler, arkadan gelenlere aktanldıkça,
uçucu sözlerden kalıcı yazılara döküldükçe yeni
kuşaklar için önem kazanıyor. Gazetecilikte, bir açıdan
her olay kendi başına anlam taşıyor gibi görünse de
deney birikimine yeni bir taş ekliyor.
Yıl 1930. Başyazanmız Nadir Nadi'n/n gazetecilikte ilk
yılları. Cumhuriyefin Viyana muhabiri olarak Avrupa'nın
o büyük çalkantısını en yakından, hatta içinden
izlemektedir.
V'ıyana'nın Türklerin kuşatmasından kurtuluşunun 250.
yılını şenliklerle kutlayan Avusturyalılar, o günlerin
milliyetçi rüzgâharıyla törenlerin üslubunu abartırlar.
Bunun üzerine Nadir Nadi, Viyana'dan yazdığı
yazılarda bu kutlamaların ardındaki politik havayı da
ayrıntılı biçimde yansıtır. Sonraki gelişmeleri
kendisinden izliyoruz:
"Bu yazılardan bir tanesi Avusturyalılan kızdırmış
olacak ki beni Türk Büyükelçisine şikâyet
etmişler. O da sanınm 'Ben ne yapayım, siz
kendiniz çağırın söyleyirî demiş olacak ki bir
gün bana Dışişlerinden tslefon ederek Ekselans
Hornbostl'u görmemi söylediler.
İlk defa bir hükümet yetkilisiyle görüşecektim.
Kalktım gittim. ...Sertçe bir sekilde hoşlarına
gitmeyen o yazıyı neden yazdığımı sordu. Ben de
dedim ki:
—Siz bizim ecdadımıza hakaret ediyorsunuz.
Ben de tabii yazarım.
Ekselans,
—Sizin bayrağınız kırmızı beyaz, yeşil değil ki
dedi.
Ben,
—Ama onlar bizim ecdadımız, diye direttim ve
yazıyı tepki olsun diye yazdığımı yineledim.
Hornbostl,
—Olmaz öyle şey. Bakın bizde disiplinli bir rejim
var. Yabancı muhabirler de buna uymak
zorunda, uymazlarsa kapı dışarı ederiz, dedi.
Ben de,
—Ben doğru bildiğimi yazarım. Gerisini de siz
bilirsiniz, dedim.
Çıktım pansiyona geldim ve aynı minval üzerine
yazılarımı yazmaya devam ettim..."
Tarih 22 Şubat 1931. Arnavutluk Kralı Zogo Viyana'da
opera izlerken, iki Arnavut subayı bir suikast
girişiminde bulunurlar. Olayın heyecanına kapılan genç
gazeteci Nadir Nadi haberi Cumhuriyefe yazarken,
abartır ve kendi tanık olmadığı unsurları da kendi
izlemiş gibi haberine katar. Nadir Nadi bu olaydan
önemli bir deneyle çıkmıştır, kendisinden aktanyoruz:
"O günden itibaren böyle gitmediğim, şahit
olmadığım olayları gazeteye katiyen yazmadım. O
günden sonra bugüne dek düşüncelehmi
yazdım. Doğrulan vardır. Yanlışlan vardır.
Düşünce olarak yazmışımdır. Olayları gördüğüm
gibi yazdım, yanlış görmem ihtimali de azdır
sanıyorum... Benim bu gazetecilik kabahatini
işlememe neden, belki de Zogo'nun gaddar bir
yönetici, çok antipatik bir kişi olmasının, zorbalık
etmesinin ve âdeta bir operet kralı olmasının rofü
olmuştur. Zannedersem kendisi bir sinema 7
artistiyle evlenmişti. Kendi memleketinde de hiç
sevilmezdi. O yazıyı yazarken biraz da hislerime
kapılmış olabilirim... Gazetecilikte 50 yılı geride
bırakmış bir kişi olarak, genç arkadaşlarıma
gerçek dışı yollara sapmamalannı yürekten
tavsiye ederim."
Aktardığımız iki olayı, arkadaşımız Ali Sirmen'/n
başyazanmız ile yedi yıl önce yaptığı ve "Nadir Nadi
anlatıyor-Bir yazarın ilk gazetecilik yılları" başlığıyla
gazetemizde yayımlanmış olan söyleşisinden aldık.
Söyleşinin en sonunda Başyazanmız genç gazeteciiere
şöyle sesleniyordu:
"Genç meslektaşlarıma söyleyeceğim kısaca
şudur: Gerçeği, doğruyu arayınız. Tutumunuzda
içtenlikten ayrılmayınız. Ve en önemlisi insanları
seviniz."
BAŞSAGLIGI
CHP'nin son Merkez Yönetim Kurulu Sayman
üyesi, eski İstanbul milletvekili, uzun yıllardaki
dava arkadaşımız
İLHAJV BİBER'i
kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Değerli
kardeşimize Allah'tan rahmet, ailesine, yakınlanna
ve tüm partili arkadaşlanma başsağhğı dilerim.
Prof. Dr. NURETTİN SÖZEN
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
DOMATES SALÇASI - KONSERVELERİ
GÖNEN GIDA SANAYİ A.Ş.
ELEMAN ARIYOR
1- Sistem Analist Programcı
- Unisys B-39 sistemlerinde COBOL ile BTOS
altında en az iki yıl tecrübeli
- Yüksekokul mezunu,
- İyi derecede Ingilizce bilen,
2- îhracat Sorumlusu
- Gıda pazarlannda deneyimli,
- yüksekokul mezunu,
• Iyi derecede Ingilizce bilen,
- En az üç yıl deneyimli
(Şalca sektöründe deneyimli tercih nedenidir.)
- Lisan bilen ve araştıncı bir yapıya sahip.
- Unisys B-39 sistemlerinde tecrübeli,
- Lise mezunu.Adayların fotoğraflı özgeçmişlerini,
GÖNEN GIDA SANAYİ A.Ş.
Büyükdere Cad. No: 57 / 2 86670
MASLAK İSTANBUL
adresine yollamalan rica olunur.