22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GORUŞLEK 24 AGUSTOS 1990" Avnıpa Birliği MELtH CEVDET ANDAY Günümüzde bir "Avrupa Birliği" sözüdür aldı yürüdü. Bu bir ûlkü müdür, ideoloji midir, yoksa tarihsel zonınluluklann getirdiği bir oldu-bitti mi, kolay yanıtlanamaz. flkçağda "Avrupa" kı- saca Yunanistan anlamına geliyordu," Asya" da " Anadolu" anlamına. Anadolu "doğu" demek- tir. öyle ise, diyebiliriz ki, eskiden bu bölgede do- ğu-batı uygarhklan yan yana yaşıyordu. Roma bu bölünmüşlüğü, "Pax Romana" yı ku- rarak ortadan kaldırdı. Artık Akdeniz bir Roma gölü idi ve bu göle bakan topluluklar arasındaki ticaret Roma Hukuku içinde yürütülür oldu. Görûldüğü gibi, Roma, Avrupa'yı değil, Akde- niz'i birleştirmişti; Avrupa'tun güneyi ile ku- zeyi bırbırine yabancı idi. Demek o zaman bir "Avrupa Birliği"nden söz edilemezdi, söz edil- miyordu. (Romalı Germanicus'a bu ad, Ger- menleri Romasınınnındışında tuttuğuiçin veril- mışti.) Roma'nın yıkılması ile bu yabancılık orta- dan kalkmadı. Barbar akınlan ik Roma yıkıldı, ama Roma Hukuku, daha bir süre ayakta kaldı. Başka bir deyişle, barbarlar Roma Hukukunu ve yaşam biçımıni benimsediler. Roma'yı asıl yı- kan, biç beldenmedik bir olaydır. Müslûman- Arap ordulan, Surye'yi ve Mısır'ı aldıktan sonra Kuzey Afrika boyunca yürüyerek ta Is- panya'ya dek vardılar ve asıl önemlisi, Akdeniz ticaretini Islâm Hukuku egemenliğine soktular. Bu durumda "Avrupa Birliği" sözünü dile getir- mek değil, bunu düşünmek bile saçma olurdu. Eski Yunanlılar, Yunanlı olmayana "barbar" diyorlardı. SözCük, "yurttaş"ın karşılığı olarak, "uyruk" anlamında kullanıhyordu, bır aşağıla- ma niyeti içenniyordu. Romajılar ona küçûltücü bir anlam. "uygarkk nedir bibneyen" anlamını yûklediler. Bu barbarlar Roma için kuzeydeki topluluklardı. Demek Güney ve Kuzey Avrupa. bağdaşmazbiryabancılıkiçindeidi. Ama bu barbarlardan Germenler III. yy.'ın yansından başlayarak imparatorluğu parçala- maya giriştiler. 276'da Alamanlar ile Franklar, Galya'yı, tspanya'yı ve Italya'yı yakıp yık- ülar. Vizigotlar 376'da Tuna'yı aşülar. Vizi- gotlar, Yunanistan'a girdiler. Ostrogotlar, Floransa'yı aldılar. 406'da Vandaller, Ren'i aşarak Galya'yı yerle bir ettiler ve Is- panya'ya egemen oldular. Ortaçağ uygarhğı iş- te bu Roma-Barbar kanşmasından doğdu. Avrupa Birliği düşüncesini Hristiyanlıkla da başlatamayız; çünkü reform da onu iki bölükte bırakmış oldu, Gûney Katolikti, Kuzey ise Pro- testan. Din Doğu ve Baü Avrupa'yı da ayın- yordu; Doğu Ortodoksidi. Sanat ve dünya görûşü konulanna gelince, bu- rada da kuzey-güney aynmlannı göz önüne al- mak gerekecektir. Sanat tarihçisi Heinrich Wölf- flin, bunu okol, ülke ve ırk biçemleri diye belirtir. Kitabının bir yerinde şöyle diyor: "Görûş şema- sınm bir milletten ötesine nasıl değişmelere uğra- dığınadikkatiçekmiştik.Bütünyüzyıllar boyun- ca, olduğu gibi kalan, belirli bir ttalyan ve Alman tasanm yolu vardır. Tabii bunlar matematikte olduğu gibi değişmez nitelikler değildir, ama mil- li muhayyile tiplerinin tesbiti tarihçi için vazgeçil- mez bir yardımcıdır. Avrupa mimansinin tarihi evriminin artık sadece Gotik, Rönesans vb kı- sımlara bölünerek incelenmesınden vazgeçilme- si, dıştan ithal edilen üslûbun tamamıyla sileme- difci milli çehrelerin belirtilmesi günleri elbette gelecektir. Italyan Gotiği bir İtalyan üslûbudur, nasıl ki Alman Rönesansı, ancak tüm Kuzey- Cermen şekillendirme geleneği içinde anlaşılır." Görûldüğü gibi, Roma ruhu ile Certnen ruhu arasındaki karşıtlık içinde Avrupa Birliği düşün- cesi doğamazdı. Kutsal Roma- Germenlmpara- torluğu ise bu uyuşmazlığın tatlıya bağlanması isteğinden başka bir şey değildi. Nitekim Napol- yon istilalannda Kuzey engeli diye bir şey söz ko- nusu edilemez. Napolyon, bunun yerine, Doğu Batı sorunsalını gündeme getirdi ve kendi buyru- ğunda bir Avrupa Birliği'ne Rusya'yı engel gördü. Bu kez, Kuzey'den Güney'e iniş, Batı- dan Doğuya gıdişe bıraktı yerini. Tolstoy, Savaş ve Banş romanına eklediğı, kendi tarih felsefesine ilişkin ünlü yazısında, Av- rupa ordulanmn Moskova seferini, yeni bir Av- rupa oluşumu niteliğinde değerlendirir. Mosko- va seferi karşıhğını bulmuş, bu kez Rus ordulan Paris'te almışlardır soluğu. Kuzey-Güney kan- şımına benzer, yeni bir kanşım doğurmuştur bu olay. Avrupa'nın sırurlan nerde başlayıp nerde bitiyordu? Kısacası, Avrupa kavramı, ancak anakarayı anlatıyordu ve pusula artık Kuzey- Güney'i değil, Doğu-Batı'yı gösteriyordu. Avusturya Kutsal Imparatorluğu kuzey sayılmı- yordu. Napolyon, tngiltere'yi de Avrupa'nın dışında tutuyordu. Ne var ki, tek bir kişinin tut- kusu, koşullann gerçeğine vuruyordu başını. Araplann Ispanya'da, Osmanlılann Viyana önlerinde görünmeleri de Avrupa Birliği düşünü etkilememiştir. Bu olaylar Avrupa'dan dinsel karşılık görmüştür, o kadar. Kuzey-Güney ve Doğu-Batı karşıüığının Av- rupa'da yeniden başgösterdiğini göreceğiz. Ama bu kez Roma'nın üstün uygarlığıru değil, bütün dünyayı yeniden paylaşmak isteyen Cer- menler üç kez gûneye indiler. Bunlann ikincısın- den sonra, Fransız devlet adamı Aristide Briand, Fransızlarla Almanlan uzlaştırmağa kalktı ve 1929'da bir Avrupa Federasyonu kunna öneri- sindebulundu. Zamanı değildi demek, tutmadı. Üçûncüsünde. Hitler adında bir adam çıktı or- taya ve yalnızca yeni bir Avrupa'dan değil, yeni bir dünyadan söz etmeğe başladı. Bu yeni Avru- pa ve yeni dünya Kuzey'dekı saf ırkın, Cermen- lerin egemenliğınde kurulacaktı. Bu kez Birlik önerisi Kuzey'den geliyordu; ama Fransız Devrimi'nin kazançlanndan hız alan Napol- yon tutkusunun tersine, bu düşünce çağdışı idi ve -ne tuhaftır- Roma'daki köleliğı canlandırmak istiyordu. Ama, görûldüğü gibi, pusulanın ibresi gene Kuzey-Batı yönlerini gösterir olmuştu. Ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra durum öyle- sine «leğişti ki, Avrupa Birliği ülküsünü bir yana bırakjn, bu yaşlı kıta, Fransız-Rus savaşından sonra ikinci kez Doğu-Batı düşman cephelerine bölûndü. Görüyor musunuz, tarih, ikişer kez oy- nuyoroyunlannı. Gorbaçov'un perestoykası bu düşmanlık cephelerini yumuşattıktan, dahası ortadan kal- dırdıktan sonra, Avrupa Birliği düşüncesi, "Av- rupa Topluluğu" adı altında yeniden canlanma- ya başladı. Ama hangi Avrupa? Sadejce Baü Av- rupa mı? İki Almanya'nın birleşmesi olayı, tasannın sınınnı oldukça gtnişletir gibidir. Doğu Avru- pa'nın eski sosyalist ülkelerinden kımilerinin bu tasanya katılmak istedikleri anlaşılmakudır. Durumun nasıl bir gelişme göstereceğini bilmi- yoruz. Burada birsoru geliyorakla: Yazımızda fasaca anlatmağa çahştığımız Avrupa Birliği düşüncesi- nln olgunlaşması, yaşama geçirilmesi için bugün koşullar elverişli midir? Yoksa pusula yeniden Kuzey-Güney yönünü, ya da Doğu-Batı yönûnü gösterecek midir? Bunu kestirmeğe kalkmak yanlış olur. Şunu unutmayalım ki, Avrupa Topluluğu (Birleşik Avrupa, Avrupa Konfederasyonu) düşüncesine, işte bu savaşlardan, bu dalgalanmalardan, bu kanşmalardan sonra vanlmıştır. Bu geçmış cid- diyetle değerlendirilirse, bu ülkü gerçekleştirile- bilır. Düzeltme: Geçen haftaki "Tarih Ne Diyor? Tarih Bir Şey Demiyor" başlıklı yazımın birinci sütun sonundaki son tümcede bir sözcük atlan- mış, "Çünkü tarih, tarihcinin..." diye başlaya- cakü. Üçüncü sütunun başmdaki tümcede ise "kararlann" sözcüğü "kahramanlann" olacak- U. özûrdileyerek. M.C.A. ARADABIR İBRAHİMAKYÜREK TÜSİAD'ın Başına Gelen.. . içinde bulunduğumuz dernek çalışmaları sırasında, dernek- lerin amaçları çevresinde ülke sorunları konusunda görüş be- lirtip belirtemeyeceklerini zaman zaman tartışırız. Bu arada TÜ- SİAD'a imrenir, Dernekler Yasası'ndaki yasağa karşın ekono- miden politikaya uzanan çizgide özgürce görüş açiklamasını ör- nek gösterirdik. Bir işadamları derneğı olduğu için (Hem de ka- mu yararına sayılan) ayrıcalığını olağan karşılardık. Son geliş- meler TÜSİAD'ın bu özelliğini tehlikeye soktu. Ancak demeklerin, sendikaların, meslek kuruluşlarının siyasal tablo içindeki yerle- ri, işlevteri güncellik kazandı. 1982 Anayasası ve Dernekler Yasası, baskı gruplarının siya- setle uğraşmasını yasaklıyor. Demeklerin, sendika ve meslek kuruluşları ile ilişkısini sınırlryor. Gruplann, partilerle ilişkisini ve onlardan birıni desteklemesini yasaklıyor. Bununla kalmıyor, rne- mur ve öğretmenlerin derneklere üyeliği izne bağlanıyor. Üni- versite öğrenciieri ise YÖK'ün 59. maddesi gereği rektörlük iz- ni ile derneklere üye olabiliyor. Sonuçta derneklere üye olma özgürlüğü (!) işçılere ve serbest meslek sahiplerıne kalıyor. Kı- sıtlamalar bitmiyor. Demeklerin güçlerini ve deneylerini birleş- tirip federasyon oluşturmaları "Kamu yararına dernek sayılma" koşuluna bağlanıyor. Buna göre, federasyon kurabilmek için aynı konuda çalışan ve kamu yararına dernek statüsüne sahip üç derneğin yan yana gelmesi gerekiyor. Bir yığın bürokratik en- geli banndıran bu son koşul yüzünden 13 fotoğraf derneği (bir bölümü sinemayı da içine alıyor) federasyon çatısı aftında top- lanamryor. Tüm yazılı yasak, kısıtlama ve izinlerin dışında bas- kı grupları uygulamada keyfi, çalışma heveslerini kırıcı davra- nıslarla karşılaşıyorlar. Kendilerine suç işlemeye hazır yapılar olarak bakılıyor. TÜSİAD'm karşılaştığı uygulama, aynı zamanda ülkemizde sıkça karşılaşılan çifte ölçüye de uygun düşüyor. Üst yönetim, kendisi ile arası iyi olan kişi ve kuruluşlara, bu durum ortadan kalkınca ilgili yasa maddelerini devreye sokuyor. Bu maddeleri tehdit unsuru olarak kullanıyor. Geçen yıllarda bu uygulama- nın ömeklerini sıkça yaşadık. Bir dönem yasal olarak kurulan örgütler, demokrasinin askıya alındığı koşullarda yasadışı ilan edildiler ve yöneticileri yargı önüne çıkarıldı. Çok farklı anlam- lara çekilebilen bazı yasa maddelerinin iyi ve kötü günler için özellikle esnek tutulduğu akla geliyor neredeyse. TÜSİAD'ın başına gelenler, durup dururken olmadı. Derne- ğin 1988 yılında hazırladığı ve basında yer alan raporunda, bir ülkede dernekleşme yoğunluğunun demokraside alınan mesa- fenin göstergesi olduğu vurgulanırken, raporun bir başka ye- rinde "Gerçek demokrasi 4-5 yılda bir defa oy verilip, aradaki süre zarfında herkesin sustuğu bir rejim değildir. Demokrast- nin canlılığını koruması ve nefes alması için demokratik kuru- luşların, sanayi birlik ve derneklerinin, ekonomik basının, üni- versitenin, vatandaş topluluklarının devamlı fikir ve yorumları- nın alınması ve ülke sorunlanna biriikte çare araştırılması şarttır" deniliyor. Bu yılın haziran ayında Cumhurbaşkanı "TÜSIAD ve TOBB siyaset yapamazlar" derken TÜSİAD Başkanı Cem Boy- ner "Türkiye'nin ekonomisi ve siyaseti bizleri çok yakından ilgilendirir" yanıtını veriyor. Ne var ki, bu sözlerin özü çok yeni değil. 1970'li, 1980'li yıllarda çalışmalarını sürdüren pek çok der- nek, sendika ve meslek kuruluşu, bıkmadan usanmadan siya- sete katılma isteklerini, ülke sorunlan üzerine düşüncelerini açık- lama gereksinimlerini belirttiler. Düşündüklerini uyguladılar ve bedelini ödediler. Unutmayalım tüm yasaklar bireylerin kafasında şekilleniyor. öncelikle korku ve baskıyı üzerimizden atalım. Siyaset yapıyor diye insanları suçlamayalım, temsilci olarak ülkemizin en üst yönetim organına gönderdiğimiz insanları çirkin politikacı ola- rak küçümsemeyelim. Dernekleri, sendikaları öcü olarak tanıt- mayaJım. Yakınlarda yitırdiğimiz Tahsin Saraç, Mülkiyeliler Birliği Dergisi'nde (1989) 12 Eylül'ün genel politikası içinde üç nokta- ya dikkat çekmiş: Politikasızlaştırma, örgütsuzleştirme, kültür- süzleştirme. Genel politikanın uygulayıcıları önyargılanmızdan, dünyadaki düşünsel ve teknolojik gelişimin gerisinde kaJmamız- dan yararlanarak başarılı olmadılar mı? Oturmuş demokrasilerde baskı grupları üst yönetim ile birey arasında köprü işlevini ^örürken, açıklama ve eylemleri ile top- lumsal katılımın önünü açar, iktıdan dolaylı olarak paylaşırlar. Böylece baskı grupları ıktidara aday olmaz, onu ele geçirmeye çalışmaz. Bu işi siyasal partilere bırakırlar. Bu açık farka kar- şın, baskı grupları içinde zaman zaman karşı karşıya gelen grup- lardan birinin, ülke sorunları konusunda kurumun görüş açık- lamasını isteyen karşı grubu siyasal faalıyet yasağı ile uyarma- sı, baskı gruplarının toplumsal yaşamdan soyutlanmasını kolay- laştırmaz mı? TÜSİAD'ın başına gelen uygulama hiçbir baskı grubunun ba- şına gelmesin artık. Tüm kısıtlama ve yasaklar kaldırılsın. Top- lumun tüm kesimleri özgürce örgütlenebilsın (Polisler, askerler bile). Toplumun en dinamik, yaratıcı, uyanık güçlerini barındı- ran baskı grupları, önerileri ve eleştirileri ile yaşamın nabzı ol- sun. istedikleri siyasal partiyi desteklesinler. Biz yurttaşlar da artık dernekleri, sendikaları öcü gibi görmeyelim. TEŞEKKÜR Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı'nda gerçekleştirilen açık kalp ameliyatım sırasında şahsen gelen, yurtiçi ve yurtdışmdan telefonla, telgrafla arayan, çiçek gönderen ve aynca kan veren tanıdığım tanımadığım tüm dostlarıma içten ilgi ve yakınlıkları için teşekkür eder, esenlikler dilerim. NEJAT SADİ İZAR 2» Agustos: Çağdaş Devlet'e Yöneliş» Mustafa Kemal Paşa'nın 19 Mayıs 1919'da eylemli olarak başlayan çağdaş bir devlet kurma savaşımı, 26 Ağustos 1922'de tarihe "Büyük Taarruz" adıyla geçen son saldırısıyla utkuya da amacına da ulaştı. MEHMET SALİHOĞLU Osmanlı lmparatorluğu'nun çöküş yıllann- da, dikkatleri üzerlerine çeken iki genç, atıl- gan, yürekli, parlak askerdi onlar! tkisi de 19. yüzyıl ortalannda, devleti çökmekten, yıkıl- maktan kurtarmak araacıyla doğmuş olan "Jön Turkler" akımının uzantısı üzerinde ku- rulan Ittihat ve Terakki Fırkası'na girmiş, bi- ri Enver Paşa, öteki Mustafa Kemal Paşa ola- rak kısa zamanda parlamış, iki seçkin yara- dılışlı adam. Sonradan yol açtıkları ve yaptık- lan işler, başını çektikleri olaylar, dolayısıyla söylenceleşen iki yaman insan, iki kahraman! Ama Enver Paşa, ne denli hayal ve düş ada- mı idiyse Mustafa Kemal de o denli gerçekçi ve hesap kitap adamıydı! Sanki Tanrı, onlar- dan birini, dökmek, parçaJamak için yaratır- ken, öbürünü de birincinin döktüğünü, par- çaladığını toplayıp birleştirerek ulusumuza ye- ni bir diriliş ve atılım vermek için yaratraıştı dersiniz. tkisi de sıradan değil, olağanüstü idi! Enver Pasa, yükselmek, parlamak için, bir yandan îttihat ve Terakki (birlik ve ilerleme) partisine girerken öbür yandan da Osmanlı sa- rayına damat olarak padişahlıkla bütünleşir- ken; Mustafa Kemal, birincinin, devleti Al- manya'nın yanı sıra soktuğu 1. Dünya Sava- şı'nın ilk büyük ve destansı utkusunu (zaferi- ni) kazanarak, Anafartalar kahramanı Mus- tafa Kemal oluyor ve bu patlama ona, savaş- ta yenik düşen, parçalanmak istenen Osman- lı devletini ve Turk toplumunu kurtarmak için girişeceği Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın başına geçmesi için gerekli saygınlık ve güven orta- mını kazandınyordu. Toplumsal yazgımızın şaşılası bir görevien- dirişine uğrayan bu iki seçkin asker, birbirine hem hayran hem de karşıt idiler; aralannda neredeyse tez-antitez (sav-karşı sav) ilişkisi var- dı da denilebilir. Ne ilginç bir çelişki! Birinin döküp kırıp dağıttığını, ötekinin toplayıp birleştirmesi, çok ilginç, özgün, ama dramatik bir tarih tablosu oluşturmaktadır. Mustafa Kemal Paşa'nın 19 Mayıs 1919'da ey- lemli olarak başlayan çağdaş bir devlet kur- ma savaşımı, 26 Ağustos 1922'de tarihe "Bü- yük Taarruz" adıyla geçen son saldırısıyla ut- kuya da amacına da ulaştı. Çağdaşlaşmayı gü- nümüzde yozlaştıranlara, bunun anlamını kı- saca anımsatalım: Çağdaş devletin, toplumlara, daha doğru- su, yönetimi altındaki toplumlan oluşturan bi- reylere gelişme, ilerleme, genlik, barış, erinç, güvenlik, özgürluk ve mutluluk vermekten başka bir gerekçesi olamaz artık! Biraz daha derinden bakarsak, toplumsal güvenlik ve kal- kınma ortamı yaratmak, iç ve dış düşman ve çekincelere karşı bireyleri korumak, onlara can, mal ve ırz güvenliği ve özgür yaşama ve ilerleme olanaklan sağlamak, sağlık ve gele- cek güvenliği (sosyal güvenlik vb) sağlamak, çağdaş devletin başta gelen görevlerinden ol- duğu gibi varlığının da gerekçesidir. Böyle çok yönlü bir sonucu, bir sınıf dev- leti, diyesim, ne salt sermayecileri ne de salt işcileri ya da başka sınıf ve zümreleri temsil eden bir devlet sağlayamaz.' Böylesine dengeli, dayanışmalı ve tüzel (adaletli) bir düzeni, ancak planlı, karma bir ekonomi politikası olan ulusal, laik ve demok- ratik bir devlet sağlayabilir. Böyle bir devlet de sınıflar arasında uzlaş- ma, denge, barış ve olanak ve de fır'jat eşitli- ği, iş bölümü ve dayamşma sağlayabilecek bir devlet olabilir ancak! Diyesim, sosyal bir hu- kuk devleti! Görülüyor ki çağunızın devletinin temel ni- teliği, Atatürk'ün yülar ve yıllar önce sezip ön- gördüğü gibi laik, cumhuriyetçi, halkçı, dev- letçi ve devrimci (ilerlemeci) ve de ulusçu ol- mak gerekmektedir. Bu da çağdaş, laik, sos- yal bir hukuk devleti olmakla eşanlamlıdır. Demek ki temej rotası Atatürkçü (yani Ke- raalist) olan bir devlet felsefesi, çağımıan is- terlerine de en uygun bir devlet modeli ve an- layışı olarak belirmektedir. Öyleyse çağdaş olmak bir bakıma Atatürk- çü (Kemalist) olmak; Atatürkçü olmak da çağ- daş olmak anlamına gelir. Bu açıdan bakıhnca Atatürk bir ulusal ön- der, olduğu denli de biı; evrensel lider sayıla- bilir. Onun; "Yurtta banş, dünyada banş; Tüm insanlar, uluslar, blr ailenin bireyleri gibidirler" sözleri, bir rastlantı değildir. Dünyanın bir numaralı otomotiv şirketi Torbah'daki yeni tesislerinde Kemalpaşa yolu, Torbalı, Izmir Tel: (546) 13652 (8hat) Fax: (546) 13787 TAM TEST (Tam Üniteler Testleri) için Anadolu temsilcilikleri verilecektir. Tel: 9-4 / 161 68 16 Ehliyetimı kaybettim, hükümsüzdür. MUSTAFA KABtL PENCERE Aklımız Kime İran ile Irak kaç yıl savaştılar? Ölen bir milyon kişiden kaçı şehit oldu? iranlılar mı cennete' gittiler? ! Iraklılar mı? Saddam yalnız İran cephesinde mi kimyasal silah kullandı? Halepçe'de binlerce Kürd ün katliammda kullanılan kimyasal si-' lahlan kimler üretmişlerdi? Ortadoğu'daki kanlı serüveni Batı yak- laşık on yıl seyretmedi mi? Hayır!.. Seyretmekle kalmadı; iki ya-1 na silah sattı. Sovyetler de işin içindeydi. Birleşmiş Milletler Gü-! venlik Konseyi yüz binlerce insan ölürken hop oturup hop kalk- madı; o yıllarda edilgindi. : Batılı ne diyordu: — Akılsız Müslümanlar, kırsınlar birbirierini; ama, ne İran ye- nilsin, ne Irak... '. "Kuvvet dengesi" gözetiliyordu; insan yaşamı değil!.. Harp de- netim altında sürüyor, silah yapımcıları kazanıyorlardı. Vaşing- ton bugünkü gibi dünyayı ayaklandırmadı, "kriz" yaratmaktan özenle sakındı, değil mi? Peki, bugün Sam Amca neden kendinden geçti? Bush nere- deyse zıvanadan çıkacak.. Devletler hukuku adına mı? Haydi canım sen de!.. Yeryüzünde iietişim ağını elinde tutan Amerika, dünya kamu- oyunun mantığını çuvala sokmak yolunda propagandayı her gün biraz daha tırrnandırıyor. Savaş kaçınılmazmış.. Neden? "Saddam canavan"ndan dünyayı kurtarmak için bütün dünya seferber olmalı, değil mi? Türkiye'nin de eli mahkûm!.. ille de bu ise bulaşmalıyız; Ortadoğu'da Vaşıngton'un kuracağı yeni dü- zene şimdiden katılmalıyız ki oyunun dışına düşmeyelim, elimiz- deki kozları yitirmeyelim, geride kalmayalım. Peki, Demirel ne diyor: — Ortadoğu'da ikinci İsrail olmayalım. Türkiye böyle bir savaşta milyonlarca sivilin öldürüldüğû bir olayın içerisinde ve öldürme olayının yanında olursa, Ortadoğu'da ikinci bir İsrail durumuna düşer. Türkiye böyle bir savaşın faturasma ortak olmamalıdır. S ym özal neredeyse Bustfun Türkiye'deki şubesi haline geimiştir?' Düş mü, gerçek mi? İnsan kimi zaman gördüğü rüyayı gerçek sanır, kimi zaman yaşadığı gerçek rüyalaşır. Çeyrek yüzyıldan beri Vaşington'un Türkiye'yi Ortadoğu'daki Amerikan çıkarları için felakete sürükleyeceğini söyleyip yazan- lar için çarpıcı bir olayın içindeyiz. Çünkü haklı çıkmak kişiyi her zaman mutlu etmez; şimdi yürekleri saran hüzündür. Bir NATO savaşında Anadolu zaten gözden çıkarılmıştı, sa- vunma Toroslar'ın güneyinden başlayacaktı; ama, asıl sorun Or- tadoğu'daki bir karışıklıkta çıkacaktı; Türkiye'yi kullanacaklardı. Bu öngörüyü durmadan yineleyenler kehanet sahibi değillerdi; bugûn Türkiye'yi Ortadoğu'daki Amerikan çıkarlarına sığdırmak isteyen bir iktidarın başımızda bulunması da raslantı değildir. 12 Eylül'le yönetime oturtuldu bu iktidar... Kimi zaman Batılı olmak, Batı'ya karşı çıkmakla gerçekleşe- bilir; tarihimizde örneği var. 1919'da Mustafa Kemal, önce aklının bağımsıztığını ilan etti. Çünkü düşüncesinde özgürleşmeseydi, ya "ingiliz Muhiphri"ne katılacaktı ya "AmeriKan mandacılan"yla birleşecekti. O günler- de hiçbir "Batılı devlet adamı" Ortadoğu'ya Mustafa Kemal gibi bakmıyordu. Gazi o dönemin "Düvel-i Muazzama"sma karşı çık- tığı için Atatürkleşti; ama, başkaldınsının özünde kendi aklını kul- lanabilmek erdeminin odaklandığını unutmayalım. Bush Türkiye hesabınadüşünemez; Thatcher'ın da aklı fıkri İngiltere'nin çıkarındadır. Üstelik Ortadoğu bunalımında bugün varılan noktada en başta Bush olmak üzere Batılı liderler çıldır- mış gibidirler; çoğu sağlıklı düşünmek olanaklannı yitirdi; en azırv dan Saddam kadar gözlerini kan bürümüş... Unutmayalım: "En büyük hazinemiz aklmızdır"; onu Bush'a emanet edemeyiz. BAŞSAĞUĞI Dost kazanmak zor iş, ama dost kaybetmek daha zormuş CEMİL MUSLU'yu kaybettik. Tüm ailesine ve arkadaşlanna tanrı sabır versin SELMA ALAS ffiRAHMBALIAa (1.3J956-23.8J985) Yaşamm kısa, ama onurluydu. Seni unutmadık. ARKADAŞLARIADBVA BEŞtR VE AHMET AKBAL 8 yaşmda izleyip 68 yaşmda yazdığım röportaj: İRAN'DA 10MUHARREM yazımın fotokopisini 150 .— TL!lik pul göndererek edinebilirsiniz. Şinasi Nahit Berker Adres: P.K. 138 BahçeUevler/ANKARA MAJÖR PLAKTAN SÜPER BİR YAPIM: S HASRET TÜRKÜSÜ j rtujn nyttm w Dmi.\uju\ L57i>\Dk AYHSUK HAMUZ TtlUilM BAŞINA VE KAMUOYUNA 17.08.1990 tarihinde İSKENDERUN konserinde Kürtçe türkü söylediği gerekçesiyle tutuklanan sanatçı Gülhan Tabak için 25.08.1990 günü saat 11.00de, özgürlükten yana sanatçıları, yazar ve çizerleri, demokratik kitle örgüileri mensuplarını, işçi ve gençleri, başını Istanbul Tabib Odası'nda düzenleyeceğimiz basın toplantısına çağırıyoruz. EMEĞİN BAYRAĞI GAZETESİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle