25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 17 NlSAN 1990 Bilği>i Bilinee Dönüştüren Eğftinı... ı Köy Enstitüleri'nde uygulanan eğitim biçimi, yaratılan ortam, eğitim tarihimizin gerçekten en ilginç dönemidir. Biz Köy Enstitülerini savunanlar, aslında bir eğitim biçimini savunuyoruz. Yaparak öğrenmenin tutkusunu, öğrenmenin mutluluğunu ve demokratik bir yaşam biçimi olduğunu savunuyoruz. Köy Enstitüsü'nde işte bu yaratılmıştı. TALİP APAYDIN Bilgi okulu 1830'lardan bu yana, hangi gelişmiş ulkenin et- kisi altında kalmışsak oradan aktarılan klasik okul, öğrenciye bilgi aktaran, bir seçkinler grubu yetiş- tirmeyi amaçlayan okuldu. Bunun açıkça savun- ması yapılırdı. tyi yetişmiş bir aydın sınıf, karan- lıkta kalmış toplumu sürükleyip götürür, esenJiğe çıkarırsanılırdı. Yuzelli yıllık bu uygulama, ülke- mize ne getirdi? lç açıcı bir sonuç çıkmadı ortaya. Tam tersi, halka tepeden bakan, onu sömüren bir okumuşlar sınıfı türedi. Halkın omuzunda taşıdı- ğı yiik biraz daha ağırlaştı. Sus oimaktan öteye ge- çemeyen bilgiler halkın ve ülkenin hizmetine adan- mışlık bilincine dönüşemedi. Bunun birçok neden- leri var elbet. En başta tartışmadan, uygulanma- dan, aktarma yolu ile kazanılmış bilgiler, bir dun- ya göruşii haline gelemiyor. Benzetme yerinde ise ta$ ve tuğla yığını gibi yerde kalıyor. Ondan ya- rarlı bir yapı kurulamıyor. tnsanı düşündürmedi- ği sürece, yaşama somut bir yararı yok. Hele bi- zim gibi geri kalmış toplumlann okumuş kesimi, düşünmeye alıştınlmadığı için bilgilerini yaşama ge- çiremiyor. Toplum bundan gereği gibi yararlana- nuyor. Süs bitkisi gibi kalıyor. Bilgi 'yaşam' iyindir Sabahattin Eyuboğlu bir yazısında, bir kişinin dev adımları yerine binlerce kişinin karınca adım- lannı yeglediğini söyler. Bilginin topluma yayılma- sını savunur. O zaman o karıncaJann içinden dev adımlar atabilen kişiler de çıkacaktır ister istemez. Burada "bilgi"nin nileliği de önemli. Ezberlenmiş kuru bilgiler değil, yaşama geçirilen, uygulanabi- lir bilgiler söz konusu. Bu nasıl kazanılabilir? Ön- ce yüzü bu dünyaya dönük, akılcı, laik eğitimle. Aktarma yoluyla değil, ustünde düşunerek, tartı- şarak, deneyerek, yaşamdaki yerini ve gereğini sap- tayarak. Bu bilgiler nerede nasıl kullanılır, insan yaşamıru nasıl etkiler? Tarihte ve bugün toplum- lar nasıl yararlanmış, nasıl gelişmiş? Bunları irde- leyerek kazanılan bilgiler, ancak bir dünya göru- şünü oluşturur. Bilgi yığını bilinee dönüşür. Bunun için en başta öğrenciye bir okuma alışkanlığı ve araştıncı bir kişilik kazandırmak gerekir. Köy Enstitüleri'ndeki eğitim biçimi; Köy Enstitüleri'nde uygulanan "iş içinde egıtün" bu amaca dönüktü. Ders kitaplanndaki kuru bil- gileri kafaya yerleştirmek yaşamı değiştirmeye yet- miyordu. O dönemin eğitimcileri -başta Tonguç- bu gerçeği çok iyi görmüşlerdi. Bizim halkımız hızla değişmesi, çağdaş yaşam biçimine ulaşması gere- ken bir halktı. Yanlış değer yargıları ile yüzlerce yıldır iyice durdumlmuş, yetenekleri korletilmiş bir halktı. Onun için yoksuldu. Çok sömürülmüştu. önünu göremez bir karanlıktaydı. Bu haJk öyle bir eğitimden geçirilmeliydi ki, kendi gücünün aynmı- na varsın, geri kalmışlığının nedenlerini anlasın, içinde bulunduğu durumu kavrasın ve gelişme yo- lunu kendi eliyle açsın. Köylerden toplanan çocuk- lara beş - altı yıl süren bir eğitimle bu bilinç veril- meye çalışıldı. "Çok okuyun, okuduklanmzı tar- tışın, yaparak öğrenin, yetenekierinizi geliştirin" dendi. Bugün okullanmızda uygulanan eğitim biçimi ile karşılaştınlınca çok daha özgür ve demokrat bir or- tam içinde yetiştirildiğimizi söylemek mutluluğun- dayım. Kötü söz, dayak, tehdit, not kırma gibi iş- lemler kesinlikle söz konusu değildi. öğretmenle- rimizle, müdürümüzie en sert biçimde tartışabilir- dik. Haklıysan hakkını sonuna kadar arayacaksın, bir ilkeydi Köy Enstitüleri'nde. Şasılacak şey, o yaş- lardaki öğrencilere tanınan bu hak, hiç de bir şı- manklık, disiplinsizlik yaratmıyordu. Sevgiye, say- gıya, öğrenme coşkusuna dayalı bir eğitim ortamı yaratılmıştı. Jşliklerde, tarım alanlarında, derslik- lerde an kovanı gibi tutkulu bir çalışma surer gi- derdi. Nasıl olmuştu bu, şimdi duşününce tansık (mucize) gibi geliyor insana. Amaç onemliydi. Oku- yacağız, oğreneceğiz, koylerimizi kalkındıracağız. Bu amaç doğrultusunda öğretmen - öğrenci, tam bir topluluk ohışturuyordu. Bir aile sevecenliği için- de herkes birbirine yardımcıydı. Kimi ögretmenle- rimiz ilk geldikleri günlerde yadırgarlardı bu ha- vayı. Sonradan uyum sağlarlardı. "Ben öğretmen- liği de, eğitimi de bu enstilüye geldikten sonra öğrendim" diyenler olurdu. Köy Enstitüleri'nde uy- gulanan eğitim biçimi, yaratılan ortam, eğitim ta- rihimizin gerçekten en ilginç dönemidir. Biz Köy Ensıituleri'ni savunanlar, aslında bir eğitim biçi- mini savunuyoruz. Yaparak öğrenmenin tutkusu- nu, öğrenmenin mutluluğunu ve demokratik bir ya- şam biçimi olduğunu savunuyoruz. Köy Enstitü- sü'nde işte bu yaratılmıştı. Yaparak öğrenmek Belleğe dayalı bilgileri öğrenmek, her zaman sı- kıcıdır. Hele işe yaramaz, ne idüğû belirsiz bilgile- ri zorla öğrenmek insanın doğasına terstir. Bundan yakınmayan öğrenci yoktur. öyle ki sınavını verip sınıfını geçen öğrenci kitaplannı yırtar, yere çalar. Kitap düşmanı olur. Bir daha da açıp okumaz. Za- ten öğrendiklerinin çoğu yaşamırun hiçbir donemin- de gerekmeyecektir. Salt not almak için öğrenmiş- tironları. Ko> Enstitüleri'nde, gereksiz bilgiye ola- bildiğince yer verilmedi. Ama bir köy oğretmenı- nin bilmesi gerekli, onun yaşamına ve başarısına katkılar getirecek bilgi ve becerileri öğrenmesi is- tendi. Bu gereği en başta kendisi duydu. "Ben şu- nu »unu öğrenmeliyim.ileride bana gerekecek" di- yebilen insan çok kolay öğrenir. Hele bir okuma alışkanlığı da kazanmışsa -ki öğrenmeyi öğrenmek demektir bu- gerisi çorap sökuğü gibi gider. Ünlu bir egıtimcı "Okullarda hiçbir şey oğretilmesin, oku- ma alışkanlığı verilsin, bu yeter" diyordu. Biraz abartılı da olsa, çok yerinde bir söz. Köy Enstitüleri'nde okuma alışkanlığının üstunde bunca durulmasının değerini sonradan daha iyi an- ladım. Bunca okullar bitirmiş insanların, okuma- dıkları için yerinde saydığını, giderek gerilediğini, ama sürekli okuyan arkadaşlarımızın durmadan kendilerini aştıklarını gördük. Köy Enstitüleri'nde alınan ytiksek verimin nedenlerinden biri bu oldu. Bir de işe dayalı, uygulamalı eğitimin, yaparak öğ- renmenin etkisini unutmamalı. Çağımızda en ge- çerli eğitim bu olsa gerek. Tonguç "Öğrenilen bil- giler iş haline gelemiyorsa, bir yapıt oluşturmuyorsa, tam öğrenilmiş sayılmaz" diyordu. Çok önemli bu. İnsanın yaratıcı gücü, kendisine ve çevresine kat- kısı, ancak bu yolla gerçekleşiyor. Genel anlamda eğitimin amacı, çevreyi değiştir- mek, yaşamı yenilemektir. Eğitilmiş insanla eğitim- den geçmemiş insanın ayrımı bu ölçütle değerlen- dirilmelidir. Geri bir yaşama razı olan, değiştirme- yı duşünemeyen, duşunse bile bunu başkasından bekleyen insan, hangi okulu bitirirse bitirsin, ger- çek bir aydın sayılamaz. Gerçek aydın, koşullan zor- layan, daha iyi yaşamanın yollanru arayıp bulan in- sandır. Bunu salt kendisi için değil, çevresi, halkı ve tüm insanlık için yapacaktır. Bunun için toplum- dan yana bir kişilik kazanması gerekir. Köy Ensti- tüleri'nde öğrenciye bu kişilik kazandırılmaya ça- lışıldı. Gerçek mutluluğa bireysel değil, toplumca kavuşulabileceği bilinci verildi. Bu bir yurtseverlik ve ulusseverlik ölçüsüdür. Bugün eğitim düzenimi- zin ortamından bakınca ne denli gerilere düştüğü- müz ortadadır. Köy Enstitusu'nü bitiren her öğretmen, en uzak köye koşarak gitti. Oralarda tüm olumsuz koşulla- ra karşın coşkuyla çalıştılar. Bu olumsuz koşullar, salt çevre zorluklarından gelmiyordu. Daha acısı 1946'lardan sonra değişen siyasal gücun, Milli Eği- tim Bakanlığı'mn tutumundan kaynaklanıyordu. Öğretmen, köyun işlerine kanşmamaJıydı. Sınıfın- da ders okutmalıydı. Halkın sorunları, onu ilgilen- dirmezdi. Demokrat Parti'nin bir bakanı açıkça söy- ledi. "Öğretmen sınıfında abc oğretir, halkın so- runlarına karışan politika yapıyor demektir, öyle- lerini kıyarım" Oysa köylüler nasıl büyük sorun- lann içindeydiler. Yüreği halk sevgisiyle dolu öğ- retmen, gözünun önunde geçen bunca ilkelliklere, haksızlıklara nasıl gözunu kapayabilirdi? 1950lerde, 60'larda ülkenin hemen her yöresinde Köy Ensti- tülu oğretmenlerin başına olmadık işler geldi. Bü- yuk bir savaşım verildi. Halktan yana tavır koyan öğretmenler bakanlıkça oradan oraya sürüldü, kı- yıldı, açığa alındı. Bu öğretmenler hiçbir ülkede gö- rülmeyen baskılar aitında çalıştılar. Halkın uyanı- şına katkıda bulunamamaları için elden gelen her şey yapıldı. Bu uğurda yara almayan öğretmen he- men hemen yok gibidir. Ama ne oldu? Bugun ulkemizin en uzak yörelerinde tüm bas- kılara karşın demokratik bir açılım varsa, halkımız bir kıpırdanma içindeyse, bir zamanlar oralarda ça- lışan Köy Enstitülü oğretmenlerin izi bulunmakta- dır. Şimdi o oğretmenlerin hemen hepsi emekli ol- du, meslekten ayrıldı. Ama hangi köye gitseniz ad- ları geçer, hâlâ ozlemle anılırlar. Bir daha öyle öz- verili öğretmenleT gönderilemedi köylere. Bugüne gelince... Hiç gelmeyelim daha iyi. HESAPLAgMA BURHAN ARPAD "Kente Sahip Çıkmak!.." Mimarlar Odası'nca yayımlanan "Kültûrel Gelişmenin Dün- ya On Yılı ve Türkiye" adlı kitabın sunuş yazısı olumlu ve umut verici. Prof. Dr. Ruşen Keleş ve Prof. Dr. Cevat Geray ortak yazıla- rında şöyle diyor: "Oysa kentler, özel kişilerin bendlliklerine terk edilemeyecek kadar değerli ulusal varlıklarımızı barındıran yerleşim yerleridir. Öte yandan, kent ve kentleşme sorunlanna çözüm aramayı, bü- tünûyle, kent yönetimlerinde görev almış plancı, bürokrat ve si- yasal adamlarına bırakmamakta da en azından iki açıdan, yan- lış bir yaklaşımdır. Bir kez, o kişilerin, kentın asıl sahibi olan halk- la yakın bir iietişim kurmadan atacakları her adımın başarısızlı- ğa mahkûm olması olasılığı yüksektir. Halkın kendisi, bu çaba- lara ve süreçlerine yoğun biçimde katılmalıdır kı alınan kararlar daha gerçekçi, yanılgı daha az, uygulama şansı daha yüksek olsun ikincisi ise halkın dertetîminden uzak ve aynntılan ondan kaçinlan bir kentçiliğin, toplum yararı yerine, kişi, küme ve sınıf çıkaıiannı ön plana çıkarması tehlikesidir." Ne var kı yetkilı bilim adamlarının olumlu ve aydınlatıcı gö- rüşlerine karşın ilgili bakanlıklar kimi gün turızm, kimi gün kül- tür, kimi gün de imar bakanlığı adıyla sık sık işleri karıştırıcı gö- rüşlerle sorunu büsbütün karıştırıyorlar. Şehirler de imar işlerini yönlendirme yetkisini yerel belediye- lerden almakta! Oysa bu yetki yerel belediyelere, ancak şu bir kaç yıldır verilmiştir. Yetkiyi geri alan bakanlık, ülke büyük şe- hirlerinde ve özellıkle İstanbul'u dag taş gökdelenleştirme tela- şına kapılmış olan bakanlık, istanbul'un Boğaz yamaçlarını bi- le 70 katlı gokdelenlerle tahrip ediyor. Son olarak Büyükdere'- de 70 katlı yapılaşmaörnegindeolduğu gibi... Bereket, Şişli Be- lediyesi karşı çıktı ve yiğitçe direniyor. Bakanlığın yazısı (Ankara. 14 Mart 1990 ve Sayı: 749-966-5911): ^'İstanbul, Beşiktaş, Levent turizm merkezi kap- samında kalan İstanbul, Mecidiyeköy, Gayrettepe, Büyükdere caddesi 308 pafta, 2011 ada, 5 parsele ilişkin plan değışikliği, ilgili a, b yazımızla beledıye meclis kararına baglanarak bakan- lığırnıza iletilmesi istenilmiştir. Adı geçen plan değışikliği 2634 sayılı Turızm Teşvık Yasası'nın 7. maddesi ve "Turizm alanlannda ve turizm merkezlerinde imar planlarının hazırlanmasına ve onaylanmasına ilişkin yönetme- liktedeğışiklikyapılmasınadairyönetmeliğin " 1 . maddesi uya- rınca onandı. Onanlı 1-1000 ölçekli 1 takım plan eklidir. Bilgi salınmasını ve gereğini rıca ederim. Bakan: İlhan AKÜZÜM." Bakanlık yerel belediye meclisinin onayını bekleyedursun. Zîra Şişli (yerel) Beledıye Meclısı geçen hafta toplandı ve konuyu tar- tıştı, oy çogunluğuyla bakanlığın gerekenin yapılamaması, ya- ni Büyükdere yamaçlarında 72 katlı gökdelen yapılması ricasını oy çogunluğuyla geri çevirdi: Reddetti: ANAP'lılar o pek ünlü yasa gücünde kararnamelere dayana- rak Boğaztçi'ni yok etme çabalarmı bilmem sürdürecek mi? Umarız ki bundan kaçınırlar. Zira dünya incisı Boğaziçi ve do- ğal güzelhkleri ANAP'lılara "babadan mıras kalmadı!" Yukarı- da adı geçen kitabın sunuş yazısında şu satırlar da var: "îşte İstanbul'da olup bitenleri, hatta başarılamayanları böy- le bir çerçeve içinde değerlendirmek, bize, en doğru yaklaşım olarak görünüyor. Turizm, tarih ve doğa değerlerinin acımasız ve sorumsuz bir savurganlıkla varlıklının hizmetine sokulması, Boğaziçi, Tarlabaşı gökdelencilik, arsa vurgunculuğu, apartman- cılık ve plan saygısızlığı tümüyle bu genel sistemin özelliklerın- den kaynaklanan bir hastalık ve onun kurallarına bağlı bulunma- nın sonuçlarıdır. Mimar odası bu ve benzeri çalışmalarıyla, İs- tanbul'da son bir kaç yıldır sürüp giden plan dışı, plan düşmanı uygulamalara İstanbullular adına. sesıni duyurmaktadır. Şişli Be- lediye Başkanlığı'nı çetin ama onurlandıncı savaşım bekliyor. Başarılar... Server Tanilli Dünyayı degiştiren onyıl ÜÇÜNCÜ BASIM SAY Dağıtım Ltd. Şti. Ankara Cad. No.: 54 Sirkeci - İst. Tel.: 512 21 58 - 512 50 80 • 528 17 54 Denıir Deıııîrjîîl'ifı Dr. DENİZ GÖKÇE Boğaziçi Ünv. Öğretim Üyesi Hocam Demir Demirgil ile 1962 yılmda .\n- kara'da, Büyük Millet Meclisi'nin kalorifer da- iresinde, bahçedeki bir barakada tanışmıştık. Onadoğu Teknik Üniversitesi, o zamanlar bu geçici yerinde ders yapardı. Demir Hoca'nın sınıfı tıklım tıklım dolu olduğu için ona en bü- yük askeri barakayı vermek zorunda kalırlar- dı. Siyah lastikotin elbiseu, ince örme ip kra- vatlı adam "For whom the bell tolls?" diye- rek açtığı dersinde, Samuelson'dan "Sami Yosun" diye söz ederek öğrencilerin dikkati- ni ayakta tutar, gülmekten kırar geçirirdi. Derslerinde gerçek dunyadan söz eder, gün- demi hep taze tutardı. Ancak en buyuk ozel- liği insanlara açık olmasıydı. Çe\TCsine sıcak- lık, neşe, mutluluk saçardı. Ama kendi iç dün- yası? Bunu üç beş kişinin bile çok iyi bildiği- ni sanmıyorum. 1982 yılından sonra onunla meslektaş olduk ve ayru telefonu paylaştık. Bu sekiz yıllık yan yana odalardaki birlikteliği- mizin ilk birkaç yılında sadece çalışma arka- daşıydık. Ancak daha sonralan yakın arka- daş olduk. Demir Bey ile olan ilişkilerde yaş farkı, statü farkı önemsizdi. Okulun hademesi ya da rektöru ile aynı ielden çalardı. Insanlar önemliydi onun için. Ancak son birkaç yılda, yakın arkadaş olup sabah erken saatlerde oku- İa gelen birkaç kişiden ikisi olarak boş sınıf- lar, koridorlarda yaptığımız söyleşilerde iç dünyasının derinliklerini biraz araladığı za- man, burukluk ile dolu bir "fınish" ortaya çı- kıyordu. Demir Demirgil, bir azınlık ailesin- den geliyordu. Ama benden koyu Türktü! Oğ- luna Osman adını vermişti. Din tercihini de Müslümanlık için yapmıştı. Ama bunlar da önemli değildi. Kıbrıs olaylarında eline Turk bayrağı^alıp koşuşturan Demir Hocam eski adı Yorgo olduğu için mı nedir 15 yıl profesörlük beklemişti. Gazetecilerin birine, bir konferans- tan çıkarken ayaküstü yaptığı şaka, o sorum- suz gazeteci tarafından manşet yapılmış %e De- mir Demirgil toplumlann en hoşgorulülerin- den biri olan Osmanlıların ve dinlerin en hoş- görülüleririden olan Müs'lürrianlığıri, bu' ku- şaktaki kötü temsilcileri tarafından politik he- deftahtası haline geiırılerek hakkında soruş- turmalar açılıp ou emekliliğe zorladılar. Bunları çok kimse ile konuşmadı. Içine attı ve çevresınde olayları hissedenleri, o teselli eder oldu. Yanağımı sıkar ve gür sesi ile "Onemsıze\lat!"derdi. Ne yazıktır ki o gün- lerde universite camiası daha önemli işlerle meşguldü herhalde! Pek destek olan olduğu- nu sanmıyorum! Sessizce emeklliğini istedi ve kenara çekildı. Beş yıldır danışmanlığ-nı yap- tığı Nasaş'ın yönetim kuruiu başkanlığına ge- tirildi. Bir vıldan az sure yaptığı bu yonetim kuruiu gore\inde, on yıllık kan davalarmın bov hedefi oldu. İş Bankası aracılığı ile yapı- lan rüçhan hakkı satışları için itham edildi. Üzüldu, yine de bağınp çağırmadı. Çevresin- dekılerı o teselli etti: "İnsanlar neden şikayet edıyorlar. anlamaya v'alışalım" dedi. Ve sonun- da Demir Demirgil'e yakışır bir şekilde 1 ni- san gunu aramızdarı ayrıldı. Ne mutlu bir olavdır kı yıne de onu en ya- kından tanıyanlar ona sahip çıktıJar: Öğren- ;ileri! Bence Demir Hoca'nın adına plaket çakı- fır, k'onferans salonüna adı verilebilir, arma- ğan kitap basılabilir, kütüphane kurulur. Ama bu çok gecikmtş şeylerden çok daha anlamlı olan, oğrencilerinin Boğaziçi Üniversitesi'nde yapılan törende söyledikleridir. CAĞOAŞ YAYINURI ÎLHAN SELÇUK Ç I K T I 5.000 Lıra (KDVıçınde) ÛdemelTgönderılmez. ÇAĞDAŞ YAYINLARI Türk Ocağı Cad. 39-41 CağaloğluİSTANBUL B u K a s e t >ıa : ırımrvr«-i'H'iıııtrnı ŞARKILARDA SABAHATTİN AUMELANKOll... BEN İANA \^HGUNIIM. ALDIRMA GÖNÜL.. ÇAMR.- LEYÜM LEY... BENİMSİN DİYEMEDİCI.M ÇOCUKUm GİBİ.- GEÇMİYOR GÜNLER GEÇMtYOR.. DAĞLAR DAĞIAR... Konuk Sanatçtlar: NÜKHET DURU - AYSUN KOCATEPE ÖLÜM VE BAŞSAĞLIĞI ,V> Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir ormangibi kardeşçesine yaşayan, Öğretmen KENAN ULUĞ'u kaybettik. JDostlarının başı sağolsun. BARIŞ ANMA Dr. Y4ŞAR CEYHANLI 28.2.1951-14.4.1988 Anıları ve sevgisi ile aramızda. EŞİ Kadıköy Eğit-Der Şubesinin Köy Enstitülerinin 50'inci kuruluş Yılı Kutlama Etkinlikleri 12-13-14 Nisan 1990 Folograflarla Koy Enstitiileri (Fotoğraf Sergisi) Yer: Caddebostan Belediye Kültür ve Sanat Merkezi Anma ve Kutlama Gecesi Yer: Reks Duğün Salonu KADIKÖY Gün: 14.4.1990 Saat: 19.30 Sunan: Osman BALTA. Açıhş Konuşması: Faruk AKSÖZ (Eğit-Der Kadıköy Şube Başkanı) • Panel Konuşmacılar: AyU AKBAL. Şükran KURDAKUL, Mehmet BAŞARAN, Necmi BAYI.ND1R Dinleti: Mehmet ŞAHfN, Orhan Nedim AYIK Köy Enstitüleri ile İlgili Anılar Halk Oyunlan Not: Köy Enstituleriyle tlgili Kitap Sergisi Duzenlenecektir (MPHYAUZMC Vt FASIZME KADSI DEVRİMCİ GENCLİK 3. SAYI ÇIKTI Adres Dostluk Yurdu Sok Selımbey Işham 8/3 Sultanohmet-lstanbııi Yıldırma Politikaları ve Gençlik Mücadelesinin Bugûnü ven üluslararası Dengeler Ortcdoğu ve Türkiye Demokrasi ve Anfi Komiteleri Polrtıkanın Depolıtizasyonu/A Can DOĞRUER Röportaj: Çetin UYGUR Lnıversftedeisgc1 i UHukuK'Alsamadtk" -ı 80li Yılların 'Yeni' Kültûrel Yapısı ve Bir Örnek/Bülent SOMAY "i Bılın Ideclcjı ve Polrtıko HÖfÂKKORUMA HİZMETLERİA^ İstanbul'dakJ Işyerlerinıtede çalışacak ELEKTRİK MÜHENDİSİ (Görev : Pazarlama Llsan : Almanca ve/veya İn^ilizce) 4 MAKİNA veya ENDÜSTRI MÜHENDİS7 (Görev : Üretim Kontrol Lisan : Almanca) Bu görevler için, en az 2 scne İş tecrübesine sahip olmak, askerllğfni bitimıiş ve oto ehllyetlne sahip olmak gereklldlr. Ügllenenlerln, 160 13 82 veya 161 65 73 numarah telefonJardan İlknur Haııım'dan randevu almalanru rlca edertz. 1986 YILI VE 86,10911 SAYIL' BAKANLAR KüRULU KARARINA GORE SIGARA SAĞLIĞA ZARARLIDIR Çocuklara kaldırılan her el onları suça iter. İSTANBUL BAROSU BAŞKANUĞI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle