26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 24 MART 1990 GENÇ MUSLUMANLAR VE ISLAMCI HAREKET Terör örgütlerine Islam peçesi—7— CÜNEYT ARCAYÜREK Doğanhisar, Konya'ya bağlı küçük bir ilçe. Nüfusu on bin. Yol üzeri olmayan kendi halinde bir yerle- şim birimi. Bir iki yıl önce, Doğanhisar'da yadırganan olaylar yaşandı. Oysa Doğanhisar ilçesi, 12 EylCl öncesinin ender görülen "Olaysız, maz- but, ağırbaşlı, sağduyulu insanlarımn yaşadığı" bir kentti. 1985 yılında'eğitim kunımlanna yapılan ye- ni atamalardan sonra ilçede "türbanlı, teset- türlü kızlar, sakallı öğrencilerie gençler" or- taya çıkmaya başladı. Kimi evlerde önceleri "sohbel" daha sonraları "amacu" toplantılar düzenlendiği yayıldı. "Gcricilik toplanülan" soylentüerinin yaygınlaştığı sırada sorusturma- ya gidildi ve bu toplantıların izcilik ile ilgili olduğu öne sürüldü. Kimilerine göre hiç adı duyulmamış yazar- ların dinsel eserleri okunmak ya da armağan edilmek amacıyla dağrtılıyordu. Hatta spor- tif faaliyetlerde başan gösteren öğrencilere içinde dinsel içerikli sözler yazılı kitaplar ve- riliyordu. Örneğın armağan kitaplardan biri- nin adı "Knran vc tlimler"di. "Kuran ayetle- rinde fen ve tekmk" bölümüne girişte şöyle ya- zılıyordu: "Kainabn yaratdışı, gecirdiği devirler ve ta- nriar hakkıoda ve ber sahada ilmi inceleme ve gelişmelerin yeni yeni yaklaşabildigi haki- katleri Kuran'i Kerim'de aynen bulmaklayız. Bütün meselelerini ilme ve akla lespit ettiren Kuran'ı Kerim'in ilmi gerçeklerle doğru oran- tdı olduğu, ilmin nirengi noktalannı tayin ve tespit ettigi, bugiin artık apaçık meydandadır. Bu zorunlu izahtan sonra şimdi fen ve teknikle Ugili ban ayetler üzerinde duralım." Atatürk'e saldın Bir raeslek lisesinde öğretmen, "Atalürk bir mahacirdir, dört kelime laf edip kendini bir jey sanmıstır" diyebiliyor, kız öğrenciler sırufta sıralar üzerinde namaz kılmaya zorlanıyor, bu türden olaylarla ilgili söylentiler yaygınlasıyor- du. 1988 yılının mayıs ayıydı. Kız öğrencilerden birinin babası kaymakam ve valiye yazıyla baş- vurdu: "Kızı okulanda terbiyesiyle örnekti, derslerinde teşekkür ve Ukdir alan bir öğreo- dydi Ne var ki öğretmenlerden biri kızına ha- kareücr ediyor, namaza zorluyor, sınıfta bı- rakacağını söyluyordu. Kız, bunalıra gecirmiş, 24 adet hap alarak intihara girişmişti. Dok- torlar kızı kurtarmış, olay poiise ve savcılıga inlikal etmişti." Olay büyümüş, ifadeler alınmıştı. öğret- men, "Ben lafldik diye bir şey tanımıyorum. Atatürk ilkeleri saçma ve yanlıştır. Atatürk, SeJanik'ten gelme bir muhacirdir. dort keliroe laf edip kendini bir şey sanmıştır. Aynca na- maz kümayan, oruç tutmayan hayvandır, hatta Yahadidir" diyordu. 1989 yılında dava Yargı- tay'daydı. Kaplan'ın 'eserT Belediye Başkanı lsmail Ğörgülü, savcılıga bir ihbarda bulundu. "Lise kütiipbanesinde demirbaş defterine 747, 748,749, 750, 751,752 demirbaş numarayla kayıtlı 6 adet yasaklan- mış yayın" olduğunu bıldırdı. 747 numarayia kayıth kıtap, Cemalettin Kapian'ın "tman" adlı kitabıydı. Savcılık kitaplara el koydu. "Karases" Hoca'nın kitaplan yasak mıydı, de- ğil miydi? Konya Emniyet Müdürlttğü 7788-026415 sayı ile temmuz 1988'de soruya açıklık getırdi: "Cemalettin Kaplan'ın yazdıgı iki adet 'Pey- gamberimizin Hayatı', iki adet 'tman' ve iki adet 'Islam' isimli kitaplar hakkında mahke- melerce verilmiş bir yasaklama karannın bu- lunmadıgı. ancak Tiırk vatandaşlığından çı- kanlmış olup Türkiye ve Türkler aieyhinde propaganda faaliyetlerine devam eden kişile- re ait ber türlü yazılı eser, resim. kanpostal, plak, video ve ses bantlannın Türkiye'ye so- Üç ilde tslamcı silahlı militanların yakalanmasmdan sonra basına şu bilgi verildi: "Militanlann üzerinde PKK ile işbirligi yapan îslamcı Kürt örgütü 'Kürdistan Islam Partisi'nintüzüğü budundu." 1990başlannda tespih tutan eller tetik çekmeye sürüklenmek isteniyordu. Gelişmelerden herkes kaygılı. Bir siyasetçi şöyle diyor: "Ortadoğu'daki bazı çağdışı rejimlerin egemen güçleri, Türkiye'de demokrasinin kökleşmesini ve laikliğin başan ile uygulanmasım kendileri için büyük tehlike olarak görürler. Teröristlerin dinsel altyapıya dayanmaları önemli sorunlar yaratabilir." kolmasının yasaklandıgı anlaşılmıştır." Mahkemelerden yasaklanma kararı yok- mus, ama Türk vatandaşhğından çıkanldığı için "eserieri"nin yurda sokulması yasaklan- mış! Varılacak yargı "adama göre" değişebi- lir bir bildirimdi. Nitekim tlçe Memurin Muhakemat Komis- yonu toplandı, "isnat edilen suçlamalann sü- bnta ermediğine" karar verdi. Ya sonra?.. Cemalettin Kaplan'ın "eserleri" lise kitaplığına "gençligin irfanı artsuı" diye geri verildi. Haftalık bir dergi, "karases" olayının Do- ğanhisar sahnderine sütunlanru açtıktan son- ra, "kamu davasına gerek" olmadığı karan ko- misyondan çıktı. Savcı ve hâkım, başka yer- lere aktanldı. Şikâyet edilenlerle Kaplan'ın "eserleri" yerlerinde kaldı. "Ey uyanık miiminler! Ey Allah'ın sadık kullan! Ey Mustafa'mn (S.A.) mücabit asker- leri! Ey şehit ve gaazi namzetkri! Ey tslam fe- daileri! Ey Kuran hadimleri! Ey, gözieri yaşlı Hak âşıklan! Ey ahidler, ey zahirler, ey müs- tafirler, ey kaalûbelada ya AJIah, sen bizim rabbimizsin diyenler! İslam tehiikede! Din, iman, şeriat tehlike- de! Kâfiıier bizi her yandan sardılar. hücuma geçtiler. Mukaddesaümız. şerefimiz. kadınla- nmızın örtüleri teblikeye duştü." Tarih: 19 Mart 1969. Kafa o kafa, çağrı o çağn! • * * Sağ kanattaki akımlar ikiye ayrılabilir. (1)- lslama dönüş, (2)- Türke dönüş. tlki "ttmmet- çilik". otekı "milUyetçilik" diye adlandırıla- özgiir düşünce önderleri olarak takdim edil- mektedir. Darwın gibi bir Yahudi köpeği insanın te- sekkülü yolunda ilimle en ufak bir alakası bu- lunmayan göriışler ortaya atmıştır. Bizde de bu gayri ilmi göriiş -insanın maymundan gel- digi fikri- mufredat programlanndan çıkanl- malıdır. Ha keza Durkheim adiı, dinlerin mey- dana gelmesinde Darvvin gibi uydurma göriiş- leri ileri siiren bir Yabudiye sosyolojinin ku- rucusu payesi verilmiştir. 20 yıl önce 20 yıl sonra Fen derslerinde dunyanın yaraolışı. kainat- taki altenk ve sistem, tabiai hadiseleri olarak isimlendiriien butün olaylar bir lesadüfle izaha kalkılıyor. Bu zorlama izanlar, felsefi bir ha- Konya Mücadele Bırlıği ve Sancakları gibi ör- gütler vardı. Metin Toker, şöyle diyor: "Mesela, adı pek bilinen (gerici) Komiinizmle Mücadele Derne- ği'ni de alaJım. Bu, 1963te İzmir'de. Faik Mu- hittin Adam Sokagı'nda kunıtmustur. Bir ara devrin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'e 'fah- ri geneJ başkanhgı'ru kabul ettkmeye bile mu- vaffak olmustu. Giirsel, lsmet lnönii çok sert çılaş yaptıgında himaye kanadını dernegin us- tiinden çekmiş, böylelikle onun adeta resmi mahiyet aiması önlenebilmişti. Soldaki top- lantılar Komiinizmle Mücadele Dernegi'nin derlediği kuvvetler tarafından basılırdı ve ne- dense bu kuvvetler bep yesil takkeli, siyah be- reli, sakallı kimselerden oluşurdu. Bu kıyafet, kendilerince 'Türkün örf ve âdetleri'ne uygun kıyafelti." lslama eylemler türban eylemi çerçevesinde gelişmişti, son günlerde tslamcı terör örgütlerinin ortaya çıkmaya başlaması dış mihraklar kuşkusunu yeniden gündeme getiriyor. Doğanhisar, Konya'ya bağlı küçük bir ilçe. Nüfusu on bin. Yol üzerinde olmayan, gözlerden uzak sa- yılacak bir yerde, -bir zamanlar- kendi halin- deki bu kentte yaşanan olaylan büyütecin al- tına koyunuz. Yer yen büyük j« da küçük, il- çe veya kasabada benzeri oıtamı göreceksiniz. On bin nüfuslu kentte, bir de yerel nitelikli on beş günde bir "Dönüşiim" adlı bir gazete yayımlıyorlar. Haziran 1989, sayı 12, sayfa on dört, "Islam iimmetinin başı sagolsun" baş- lıklı ilan: "Yarabbi! Zalimlerin zuliim üzerine kuru- lu saraylanrun >ertc bir edilmesi ve butün dun- ya mülecavizlerinin omür yıldızlanrun batması için bizim tslami inkılabımızı bir ilk adım ha- line getirerek bize yardım et. Biitün halklan, mustazaflan ve yalınayaklılan semerelerinle bereketlerinle, veraset ve imameüe nasiplen- dir." Imam Humeyni (R.A.) "Hayatı boyunca dünya özgüriükçü Müs- Inmanlann lideri olmuş, tek gayesi Allah'ın aziz dininin tüm beldelerde ikâmesi icin mü- cadele olan; asnn tslam müceddidi Imam-ı Ümmet Ruhullahel - Musavi El Humeyni'yi kaybetmenin derin üzüntiisii içerisindeyiz. Tüm dünya özgüriükçü Müsiümanlanna sa- bır, metanet ve birlige çagınyonız. Uyanışına vesile oldugnn MüsJümanlar adına M. Ali Sakman - Serhat Çağn." Bir başka, bir benzer ilan: bilir. Milliyetçilik, "Türk örf ve âdetleri" ile "tslam örf ve âdetleri"ni birbirinden ayırmaz. örnek: "Mason, Yahudi ve kızıl ideoloji de- ğil. Türklük ve tslam ideolojisi" (Genç Ülkü- cüier Teşkilatı Konya Şubesi bildirisi: 1970). Ya "MHak-ı railli hudutUn": ^ "Ey Türk gençliği! Çöziiknemiş meseJelW, unutulmuş topraklar, tutsak soydaşlar, yetim kardeşler, mutlu yannlar, Kırımlar, Kerkük- ler seni bekliyor. 12 Ada, Bab Trakya (bugün Bulgaristan), Kıbns, Azerbaycan, Türkistaa (bugün de) Turan seni bekliyor." (Yıl 1970) Ümmetçilere göre "Milletlerin kurtuluş ha- reketinde asıl kuvvet: Türk raületi. Yedek kuv- vetler: İslam milletleri. Muhtemel kuvvetler Ezilen bütun milletler ve empeoalizmle mü- cadele etmekte olan milletler. Bu büyük güç- lerin harekete geçirilmesi ancak merkezi bir teşkilatın milletleri uyandırması ile mümkün- dür." (Yeniden Milli Mücadele - 19.1.1971) Hume>ni öldükten sonra yayımlanan ilan- dan farkı ne? Türk halkı bugün ne haldedir? "Yeniden Milli Mücadele" dergisi, 6 Ekim 1970'te an- latıyor: "FeJsefe, sosyoloji, mantık gibi dersler ter- temiz yavrulan serbest düşünme alışkanlıgı- nın sağlanması gibi üstii örtülü ifadelerte şüp- heci, müvesvis, hiçbir seye inanmayan havai tipler haline gelmesini saglaınıştır. Eski Yu- nanın ve Roma'nın ahlaksızlığım sanal kabul eden sapık filozoflan genç yavnılara fikir ve vaya biiriindürülerek Allah'ın yökluğuna gö- tüıülüyor. Aynca guneşin batmasımn, ayın doğmasımn, yağmurun yağmasının ve canlı- nın lesekkülünün kendiliginden olma diye ka- bulü, putlaşürdıklan ilme de akla da aykın- Yirmf yıt önce tsiamd akımlanh dergilerin- den birinde çıkan yukandaki satırların giinü- müz olaylarıyla ne ilgisi olduğu sorusu akla gelebilir. Yirmi yıl önce dergilerde yazılanlar, 1990'a yaklaşırken Türkiye cumhuriyeti hükümetin- de yer alan, Milli Eğitim Bakanlığı yapan bir ANAP bakaru tarafından tartışma konusu ya- pıldı. Darwin1e ilgili yirmi yıl önceki irdele- meleri, ANAP iktidarı bakanı -bugün de hükümette- neredeyse sözcüğü sözcüğüne yi- neledi. ANAP'lı bakanla aydın kesim ve basın ara- sında günlerce tartışmalar yapıldı. Dunıp durup bugünlere nasıl geldik diye so- ruyoruz: Dergilerdeki İslamcı görüşleri yan- sıtan yazılardan yola çıktık, cumhuriyet hü- kümetinde göre\'li bir bakanın aynı yolda sa- vunularına vardık. * • * 1970'lere gelirken, 70*lerde sağda: tlim Yay- ma Cemiyeti -Komünizmle Mücadele Dernegi- Türkiye Kuran Kursları Kurma, Koruma ve tdame Ettirme dernekleri- Türkiye Din Adam- lan Yardımlaşma Dernekleri Federasyona, 12 Mart 1971 darbesinden önce îsmet tnö- nü bu kez Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile görüşüyordu. Sunay, ülkede olup bitenleri an- lattı, soldan yakjndı, durrrradan "Dev-Genç, Dev-Genc" diyordu. Fakat "sag" hakkında bir şey söytemiyoTttu. CHP Genel Başkanı Inö- nü, "Bir de Ülkii Ocaklan var" dedi. Sunay, "Canım onlar, komünizme karşı mücadele eden çocuklar" deyince İnönü kızdı. Yedinci Cumhurbaşkanımız Kenan Evren ise "halkı anladığı dilde aydınlatabümek için" çoğu konuşmalannda Kuran'dan ayetler oku- mayı "ftdet haline" getirmişti. Yüzde 98'i Müslüman olan Türk halkınm yüzde 80'inin ret etmesine karşın, Köşk'e çı- kan TÖ ise Lübnan'da yayımlanan El Hayat gazetesine, "Belki geçmiş yıllarda Türkiye'nin Batı'ya yönelişi bugünkünden daha fazla vur- gulanıp gösterilmiştir. Geçmiste Türkiye çok fazla Balılı olmak istemişti. bugün ise bu yö- nelis daha zayır diyordu. (3.3.1990) TÖ, El Haj^t muhabirinin, "Sözlerinizden aktarıldığına göre Türkiye laik bir ülkedir, ne var ki siz kişisel olarak laik değilsiniz" yoru- muna, "tartışmaya açık bir yanıt" veriyordu. (Hürriyet'te çıkan habere göre.) "Kendisinin laik düşünceye sahip olduğunu söyleyemeyen TÖ;' bu soru üzerine "Laiklik fertler için de- gil. devlet içindir ve ben bir Müsliimanım, iyi bir Müslüman" karşılığını verraişti. Oysa görevine başlarken TBMM önünde: "...Anayasaya, hukukun üstünlügüne, de- mokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplanna ve nUk cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağına..." ant içmışti. 18 Mart 1990 pazar günü bu dizinin birinci yazısı yayımlandı. İlk yazıda şubat 1990'da görüştüğüm, "Bir yetkiliye göre devietin Türkiye'de 80 sağ ve sol gizli örgütiin variığını bildiği" yazılmıştı. Hep- si izleniyordu. Sormuştuk: "Ya devletin bfl- medikleri?" Yetkili ile yetkililerin Aksoy ve Çetin Emeç cinayetlerinin kimin ya da hangi örgütün iş- lediğini irdeleyen varsayımlan arasında, "dıs kaynaklı ve lslama" olana daha fazla ağirlık verdiklerini belirtmiştik. "Yıllardır devlet yönetiminde üst dozeyler- de görev yapan" bir başkasımn, "ŞH çizgi ne- den dikkate alınmıyor Lib>a-Liıbnan-Tabran eksenine nedeo bakılmıyor?" dediğini aktar- mıştık. HUkUmetten alınan resmi bilgilerle, "Türki- ye'de faaliyetleri görülen Ortadoğu kökenli Is- lami örgütler"i sıralarken ilk "Hizbullab örgürünü" verdik. Bu örgüt, Türkiye'de ceşitli faaliyetlerde bu- lunmuştu. Istanbul'da çeşitli yerlerde silahlı soygun eylemleri gerçekleştirdi. 1983'ten "deşifre" edildiği 1 Kasım 1984'e kadar silah- lı olarak 12 gasp, 6 oto calma olayının sorum- lusuydu. Bir kuyumcuyu yaralamışlar, aynı ta- rihlerde dört adet tabanca ile bir Sten otoma- tikle yakalanmışlardı. 21 Man 1990 günü gazetelerde, "Şerialct ör- güte baskın - HizbuHah Kuskusu" başlıkh ha- berler yer alırken, aynı günün gecesi saat 20.00'de TV haberlerinde İstanbul, Ankara ve Malatya'da 33 kişinin yakalandığı, içlerinden birinin tranlı olduğu bildirildi. Ele geçırilen- lerden "militan" diye söz ediliyordu. Suçlan "dini esaslara göre devlet kunnak"tı. Ne var ki haberin acık bir yanı vardı. Adam- lar 1987'den beri faaliyetteydi, yakalandıktan sonra küçük bir silah deposunu dolduracak silahlar ele geçirilmişti. 1987'den 1990'a! Devlet, tslamcı örgütleri, hem de eli silahlı olanları doğnısu çok iyi iz- liyordu. Bu baskın ve ele geçirilenler Aksoy ile EmeçMn katillerini yakalatacak ipuçları verir- ler miydi, kuşkusuz bilinmiyordu. Fakat iki cinayet, hiç değilse devletin islamcı ve silahlı örgütlere karşı harekete geçmesini sağlamış- tı. Aksoy ve Emeç'in kaüllennin yurtdışından geldikleri, cinayetleri işledikten sonra hemen dısan çıktıkları gibi bir varsayım artık dikkate alınabılırdi. Hiçbir ipucunun, en ufak izin bu- lunmaması, bu varsayımı güçlendirecek nite- d İ Yazı dizisi sona ererken, tslamcı örgütlere karşı operasyonlar sürüyor, beri yandan Gü- neydoğu'da -kışkırtıldığı öne sürülen- insan- lar, devlete karşı eylem koyuyorlardı. Başka haberler daha can sıkıcıydı. Güneydoğu'dakı hareketlerde "din ile Kürtçülüğun" birlikte gö- rev aldığı söyleniyordu. Nitekim üç ilde 33 İslamcı ve silahlı milita- nın yakalanmasmdan sonra basına şu bilgi- ler verildi: "Aynca militanların üzerinde PKK'yla işbirliği yapan tslama Kürt örgütü, "Kürdistan tslam ParnsTnin tuzüğü bulundu. Önde giden siyasetcilerden biri, "Gerialikk teröriin irtibat kurmasını büyuk kaygıyla kar- şılamak gerektigini" söyledi. Düne kadar "Tespih tutan eller, tetik çekmez" deniliyor- du. Oysa son günlerde tslamcı örgütlerin ci- nayetlere kanştığmı güvenlik güçleri açıklıyor- du. Aym siyasetçi, "Çok vahim sonuçlar çı- kabilir. Çünkü dinsel altyapıya dayanmalan önemli sorunlar yaratabilir" diyordu. "Ortadoğu'daki bazı çağdışı rejimlerin ege- men güçleri, Türkiye'de demokrasinin kökleş- mesini ve laikliğin başan iie uygulanmasım kendileri için büyük bir tehlike olarak görür- ler." tslamcı örgütlerin Türkiye'deki faaliyetleri- ne asıl neden buydu. BİTTİ 10 yıldır Akdeniz foklarını inceleyen Prof. Bahtiye Mursaloğlu, mağaraların korunmaya alınmasını isiiyor FoklarAkdeniz'de yaşama savaşındaİDİL GÜRSEL ANKARA — "Denizlerin dehası" diye bi- linen, yavrulannı insanlar gibi emziren fok- lar giderek yok oluyor. Bugün yalnız Atlas Ok- yanusu'ndaki adalarda, Karayip Denizi'nde ve Akdeniz'de bulunan fokları kıyı turizmi, ba- lakçılar ve deniz kirliliği tehdit etmekte. 10 yıl Akdeniz'de yaşayan fokları araştıran Ankara Üniversitesi Fen. Fakültesi emekli öğ- retim üyesi Prof. Dr. Bahtiye Mursaloğln, "Akdeniz'de foklar tükenmek iızere" diyor. Foklann yok olmasındaki en büyük nedenin "yaşama ortamlanm" kaybetmesi olduğunu bildiren Mursaloğlu, "Foklar tabiarın yok ol- duğunun en büyük göstergesidir. Foklar Ak- deniz'de bitiyorsa, Akdeniz'de hayat bitiyordur" diyor. Mursaloğlu, Cumhuriyet'in sorularını şöy- le yanıtladı: — Bugün diinyada foklar nerede yaşıyorlar? MURSALOĞLU — Bugün dünyada var olan foklann büyük bölümü kutup bölgele- rinde yaşıyor, ama foklann yalruz üç türü sı- cak sularda yaşar, birisi Atlas Okyanusu'ndaki adalarda, diğeri Karayip Denizi'nde, üçüncü- sü de Akdeniz'de, Akdeniz'de ise sadece Yu- nanistan ve bizde kaldı. Akdeniz foku sıcak suda yasadığı ve Akdeniz, medeniyetlerin kay- nağı olduğu için tam hayatın kaynadığı yerin ortasına düşmüş diyebiliriz. tkinci Dünya Sa- vaşı bitükten sonra bılimsel patlamalar, insan nüfusunun artmasıyla deniz kıyıları turizmi- nin artması ve kıyıların işgal edilmesiyle fok nüfusu giderek azaldı. 1955-60'lara doğru ise foklar görünmez oldular. — Folklar nasıl hayvanlardır? MURSALOGLU — Boyları iki metre civa- nnda, bütün besinini denizden alan, hayvan- ların en gelismiş sınıfi olan, yani yavrulannı doğurduktan sonra kendi vücut salgılarıyla- sütleriyle besleyen mammalia sınıfındandır. Bir bakımdan yasam ortamlan bize çok ya- kın, bizim ekosistemimiz içindedirler. Foklar aslında deniz hayvanı değildir. Yani balık de- ğildır. Denizlere açılan karalardaki mağaların FOKLAR DA • AĞLAR — h Fok yavrulan mağarada f sabah giden §, annesinin ardından ağlar. Ancak çıkıs sualtında ise mağaradan çıkamayacağı için korunma şansı vardır. Eğer ana, yavruyu açık denizde doğurduysa, anasının arkasından giden küçük fok, dalga ve fırtına Ue kıyıya vurabilir, böylece ölüm onu daha kolay bulabilir. içinde uyur, doğurur, yavrulannı dörı buçuk aya kadar emzirir, oralarda yavrulannı büyü- türler. Mağaraların denize çok yakın veya de- nize bağlı olması gerekır. Bütün yiyeceklerini denizlerden sağlarlar. Ahtapot, balık ve istakozlan yakalayabilraek için denizde çok zaman geçirirler. Eskiden öğ- leyin kumsallann üzerinde güneşlendikleri gö- rülürdü. — Foklan tebdit eden faktörler nelerdir? MURSALOĞLU — Öncelikle hayvanların yaşam yerine ihtiyaçları vardır. Foklar mağa- ralarda yaşarlar. Kıyı turizminin yaygınlaşması fokları çok etkiledi. İnsanlar, yazlıklarla, otel- lerle Kıyıları işgal edince foklann yaşama or- yok oldu. Balıkçılığın, ilerlemesi, de- nizlerin dibinin nrmıklanması besinleri azalttı. Deniz kirlenmesinden de çok etkilenen fok- lar, artık besin bulamıyorlar. Balıkçıların ağ- lanndaki balıkları yerken, ağlan yırtan fok- ları balıkçıların çoğu vuruyor. Bizim ekosistemimizle foklannkinin aynı ol- ması büyük şanssızlık olmuştur. Deniz trafi- ğinin artması da buna ilave olunca foklann yaşama şansı iyice yok olmuştur. — Foklaria ilgili çauşmalannızdan söz eder- misiniz? MURSALOĞLU — 1979 yılında çalışma- lara başladık. Çeşme've on kilometre kala Ala- çatı diye bir yerleşim yeri var. Oradan yedi- sekiz kilometre uzakta küçük, güzel bir ma- ğaradaki foklan,araştırıyorduk. 10 yıl içerisinde ne çeşit mağaralarda yaşa- yabildiklerini öğrendik. Eğer bu mağaralar in- sanlardan uzak, girişleri suyun biraz altında ise fok, yavruyu burada dört buçuk ay mu- hafaza edebiliyor. Yavru doğarken 90 santi- metre olduğu halde dört buçuk ayda anası ka- dar oluyordu. Bizim mağarada bir anneanne, bir anne, bir oğul, bir abla yaşıyordu. Bir da- haki kış geldiğimizde sadece yavruyu göre- bildik. — Yavrular yaşam ortamlannı bozulmasın- dan nasıl elkileniyoriar? MURSALOĞLU — Uygun mağaralar bu- lunmazsa foklar karaya 20-30 metre uzakta doğuruyorlar. Her sabah anne giderken, yav- Kalabalıklaşan kıyılar, kirlenen doğa, tükenen denizler, foklann soyunu da hızla tüketiyor. Yeryüzünde foklann barındığı çok az bölge kaldı. Türkiye kıyılarındaki son foklann kimi kirlilikten ölüyor, kimi mağaraların ayak altında kalması ile yuvasını terk ediyor, kimi de besin bulamayıp ağlara saldırınca balıkçı kurşunları ile can veriyor. Son fokların korunması için Prof. Mursaloğlu, yeni bir çalışma başlatıyor. Türkiye kıyıları bir bir taranacak, balıkçıların yardımıyla foklann son mağaraları saptanıp, korunmaya alınması için gayret gösterilecek. ru onu bırakmak istemez. Y'üzgeçlerinin üzerine yaslanır, ağlar. An- ne yavruyu iter. Yavru yine de anneyi bir süre takip edebiliyor. Eğer su altından giriş çıkış varsa anne birden kaybolunca yavru mağara- da garantide bekliyor. Ama eğer böyle bir ma- ğara yoksa yavru anayı takip ederek dışarı ka- dar çıkıyor. O gün bir fırtına çıkarsa yavruyu alıp ka- raya vuruyor. Yani yavrular dört-dört buçuk ayı mağarada geçirmedikçe dışanya ne kadar erken çıkarlarsa o kadar yok olma tehlikesiy- le karşı karşıya kalıyorlar. — Foklann yok olmasının bizt ı jn ü- leri nelerdir? MURSALOĞLU — 1987 yılında ilk defa Akdeniz Foku Konferansı toplandı. Çünkü bütün bilim adamlan Akdeniz kıyılannda fok- lann yok olduğunu tespit ettiler. Benzin tabiat gibidir. Benzin biterse araba hiçbir işe yaramaz. Yabani hayvanlar bizim çevremizin yok olup olmadığına ilişkin en ke- sin göstergeleri verirleT. Şimdi Akdeniz'de en büyük cüsseli iki memeü vardır: Foklar ve ayı- lar. Ayılar Avrupa'da bitti bile. Foklar da şu anda sadece bizde tutunmaya çalışıyorlar. Foklardan sonra en büyük memeli hayvan bi- ziz. Eğer foklar Akdeniz'de bitiyorsa Akde- niz'de hayat bitiyor demektir. Foklar tabiatın mahvolduğunun en büyük göstergesidir. — Foklann bir günü nasıl geçer? MURSALOĞLU — Fokun yavrusu yoksa sık sık mağara değiştirir. Ancak yavrusu var- sa sabahın erken saatlerinde besin bulmaya gi- der. tlk hafta öğleyin gelip emzirir yavruyu, fakat birinci haftadan sonra öğleyin gelmez. Alacakaranlıkta döner. Döner dönmez yavru sanhr ona. Süt emer ve uyurlar. Anne bu zen- gin sütü toplamak için erken saatlerden geç saatlere kadar besin toplar. — Foklann korunması için bir çalışma ya- pacak mısınız? MURSALOĞLU — Bu yıl Suriye sırunn- dan başlayacağım. Türkiye'nin tüm kıyılann- daki bahkçılara tek tek hangi tarihte, en son ne zaman fokları gördüklerini soracağım. Al- dığım bilgiler doğnıltusunda her mağaraya gi- rip bakacağız. En müsait yavru yetiştirme ma- ğaraları nerede, onu bulup bu mağaralan ko- ruma altına alacağız. — Bizde şu an var olan foklann sayısnu tan- miı) edebilir misiniz? MURSALOĞLU — Bugün Türkiye'de Ka- radeniz'de, Akdeniz'de, Marmara'da ve Ege 1 de foklar var. Sayılarıru tahmin etmek çok zor. Çünku sürekli yer değiştiriyorlar. — 100 kadar var mıdır? MURSALOĞLU — 100'den fazladır. An- cak tüm Akdeniz'de yaşayan bir canlı için 100 vok az bir sayıdır. Çok ciddi biçimde korun- maları gerekmektedir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle