23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 7 ARALIK 1990 Gene Yımus Emre MELİH CEVDET ANDAY 25 mayıs-28 mayıs 1964 tarihleri arasında Sof- ya'da ilk olarak bir Balkan Yazarlar Konferan- sı toplanmıştı. Bizim heyetin başkanı olarak ben de bu toplantıda bulunmuştum. Bir gün bir din- lenme paydosu sırasında Bulgar Yazarlar Birli- ği Başkanı Dimiter Dimov, "Klasikleriniz kim- lerdir?" diye sormuştu bana; ben de "Bizim kla- siğimiz yoktur" diye yanıtlamıştıın onu. Dönü- şûmde bunu yazdım. Bu yüzden büyük bir tar- tışma çıktı ve epey uzun sürdü. Şimdi konunun aynntılanna girmek istemiyorum; bugünkü ya- zım dolayısıyla ansıdığım bu olay sırasında bir yazanmız beni cabillikle suçlayarak, "Yunus Emre'yi de söyleyemez mi idi!" diye yazmıştı. Bizim Yunus Emre'yi benimseyip sevmeğe baş- lamamız şurada altmış yetmiş yühk bir olaydır. Hiç böyle ldasik olur mu? Bu anıyı tazelememin nedeni, şimdi Indiana Üniversitesi'nde Ural-Altay Dilleri ve Folklor Enstitüsü'nde profesör ve ûniversite Türkçe programuun direktörü olan Sayuı Öhan Başgöz'- ün Indiana Üniversitesi Türkçe Programı Yayın-,. lan arasında basılan ve o ûniversite ile Pan Ya- yıncılık ortak yayını olarak bizde de yayımlanan "Yunus Emre" adlı yapıüdır. Bu yapıûn önemli bulduğum kimi yerlerini okurlanma aktarmak istiyorum. Sayın Başgöz, kitabının "Yunus Emre Yorumlan" başhklı bölumünde, bu büyük oza- nımızın ilk kez ne zaman ele alınıp yazmımıza kazandınldığım ve sonra kimlerce yonımlandı- ğmı sırası ile anlattığı bu yazısına, elbet çok ye- rinde olarak, Fuat Köprulü'nün 1918 yüında ya- yımlanan "Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar" adü yapıtı ile başlıyor. ("Yunus Emre için yapdmış ilk bilimsel çalışmadır"). Fu- at Köprülü'nün Yunus Emre yonımuna, Sayın Başgöz'ün kaleminden bir göz atabm: "Köprü- lü'nün Yunus'u, Islam mistikliği ile 'Türk zev- kinin hususi dehasını' birleştiren basit, coşku- lu, ümmi bir derviştir. Ama bu ümmilik, eski tezkere yazarlarımızın sandığı gibi, 'hecenin harflerini seçemeyecek' bir cahillik değildir. Yu- nus düzenli bir medrese eğitimi görmemişse de, kendi 'manevi kabiliyeti sayesinde' tslam bilim- lerinin hepsini öğrenmiştir. Mevlânâ'nın şiirle- rini anlayacak kadar da Farsça bilir. Hiçbir sa- nat kaygısı duymadan, şiirinin büyüklüğünün farkına varmadan, kendi ruhunun çalkantılan- nı 'tabii bir şekilde terennüm ederek' Sakarya ormanlannda dolaşan bu dervişin şiirinde ger- çek doğa ve gerçek toplum bulunmaz." Fuat Köprülü'nün Yunus Emre yonımunu kı- sacagördük. tlhan Başgöz, "Türk zevkinin hu- susi dehası' sözcüğünde dile getirilen romantik ulusçuluğun, Herder'den Gökalp'a, ondan da Köprülü'ye geçtiğini belirtiyor. tkinci Yunus Emre yorumu Burhan Toprak'- tan gelir. "Onun 1933'te yayımladığı Yunus Em- re adlı kitabı Yunus'u çağdaş şiir anlayışı için- de" inceleyen bir çalışmadır." Ve kuşkusuz Köp- rülü ile çatışma durumundadır. Gene Başgöz'ün yazısından özetleyelim: "Toprak, Yunus'un Arapça'yı iyi bildiğini açık- lar. Köprülü, Yunus'un tek kaygısı 'irşad etmektir' demiştir. Toprak der ki: 'Zavalb Yu- nus, bunu duysa kim bilir ne kadar gülerdi? Yu- nus halkı irşad etmek, aydmlatmak için değil, kendi kafasındaki kaostan kurtulmak için şiir yazmıştır. Kendi canevinde yangın varken, Yu- nus kimi irşad edecek, hangi yangmı söndürmeğe gidecekti?" Köprülü, Yunus'ta sanat kaygısı yoktur demiştir. Burhan Toprak, 'Ben Yunus di- vanında yüzlerce mısra bulabilirim ki, üzerinde saatlerce, günlerce, belki haftalarca düşünulmüş- tür. Onlarda bir kelime değiştirildi mi, bütün te- sir ve müzik kaybolur.' Burnan Toprak da, çok eleştirdiği Fuat Köprülü gibi, Yunus'ta gerçek doğa ve toplum olmadığı görüşündedir." Yunus Emre yorumlanna 1936 yıluıda Abdül- Tıaki Gölpınarb katüır. Gölpınarlı bu ilgiyi öm- rünün son yıllanna kadar sürdünnüş, bu konu- da başka yapnlar da vermiştir. "Gölpmarlı'nın Yunus anlayışı ve yorumu temel ilkelerde değiş- mez. Ancak otuz yıl içinde yeniden yeniden ge- liştirilen bu yorumun aynntılarında bazı dalga- lanmalar görülür. 1960'tan sonraki çalışmajar- da Yunus'un mistik yanı arka plana geçer; onun insan, doğa ve toplum sevgisi öne alınır. Artık Gölpınarlı, Yunus'u bir din adamı olmaktan çok, bir çağdaş sanat eri olarak değerlendirme- yi yeğler. 1971'de toplanan Yunus Emre Semi- neri'nde yapüğı konuşmada ise Gölpınarlı, Yu- nus'un Mevlevi olduğunu ileri sürecektir." Yunus yorumlanna 1960'tan sonra Sabahat- tin Eyuboğlu katılır. Şöyle yazıyor Sayın Baş- göz; "Onun Yunus Emre (1972) adlı kitabının daha ilk sayfasmda, Eyuboğlu, Yunus'a selam yollarken, bu selamda biz sadece bir araştırma- cının değil, bir sanat ve gönül erinin de yorumu ile karşüaşınz." Bu Selam'ında şöyle der Sabahattin Eyuboğ- lu: "Ben sizi Yunus Emre'nin Tannlıktan çok, in- sanlıktan yana giden yollanna götürdüm. Yu- nus Emre elbet çağımn dinsel düşüncesi dışma çıkmadı. Bir tslam şairi ve aydım olarak, insanlık sevgisini Tanrı sevgisi ile bağdaştıracaktı. Ama hiçbir donmuş tarikatın, hiçbir kara kaph kita- bın, hiçbir dogmanın kölesi kalmadığı besbelli. Bugün yasasa, elbet düşüncesi de, şüri de çağı- mn inançları ile beslenecek ve en ileri şairimiz ne ile savaşıyorsa, o da onunla savaşacaktı." Bu yorumlan bir bir gözden geçirdikten, ya- zanmız, Yunus'un sözlü kültür geleneğimizde- ki yorumuna geçmekte, ve bilinen menkabelere yer vermektedir. Elbet bu kitabın önemli bölümlerinden biri- ni, yazann yonımunu içeren bölüm oluşturacak- tır. Ona göre, Yunus'a baştan ben egemen olan bir korku vardır, ölüm korkusu. Bu korku ner- den kaynaklanmaktadır? Yazan dinleyelim: "Yunus'un büyük korkusunun sadece ahiret ve kıyamet korkusu olduğunu sanmıyoruz. Gerçi bir zaman kendisi de bu korkuyu öyle sanıyor ve dinin önemli bir unsunı olarak unutmak da istemiyor. Bizce bu korkunun başka bir kayna- ğı olmalı." "Yunus'un yaşadığı yüzyılda başka toplum- larda da kolektif korkular ve panikler görülmüş. Avrupa sözgelimi böyle korkular yaşamış..." Okumayı sürdüreüm: "Yunus Emre'de korkunun anlatılması, sade- ce din sembolleri ve ahiret hayallemeleri ile kal- maz. Bir bakarsınız Yunus, bir korku sembolü olarak kendi iskeletini hayallemeye başlar. Yu- nus'un eti kanı soğulmuş, kadid olmuş iskeleti. Ama sadece bu kadarla da kalmaz. Başka insan iskeletleri de bu teki sık sık çoğaltır. Biz bir is- keletler geçiti ile karşı karşıya kahrız. O vakit, - Yunus'un korkusu kişisel olmaktan çıkar, baş- ka insanlann da korkunç kaderi önünde duyu- lan bir duyguya dönüşür. Yunus iki şiirini bir mezarlık ziyaretine ayırmıştır. Ama şiirin başın- da anlarız İri, bu, soyut bir mezarlığîn şiir dilin- den hikâyesi değil, insan eliyle doğranmış yüz- lerce cesedin yerlere serüdiği bir tablonun anla- tılmasıdu-." Şunu da okuyalım: "Bu tabloyu soyut bir ölüm tablosu saymak çok zor. Olsa olsa bu, gerçek bir kınmın, kıhç- tan geçirilmenin anlatılmasıdır. Bu insanlar eceli ile ölmüş olamazlar. Biz o kamdayız ki, Yunus Emre, küçük yaşta, böyle bir kınm görmüş, in- san elinden doğranan yüzlerce insanın kara top- rağın üzerine serilip yatmasına tamk olmuştur." Büyük ozammız şöyle diyor: Yunus aydur bunu gördüm/aklım gitti deü oi- dum. ARADABm . . Prof. Dr. TAHSfJV TOKMANOCLU Bilim Tutkunlarının Sesi.17 Kasım 1990 günlü Cumhuriyet'te Doç. Dr. Haluk Erkut'un "Bilim ve Ûniversite" başhklı yazısındaki düşüncelere bütün benliğimle katılmaktayım. İlk tümcesi olan "Yeni bir öğretim yılında bilginin, bilim ve üniversitelerin saygınlıklarının da gi- derek düşmekte olduğunu gözlemliyomz" kanısı, bilimle il- gilenen her insanımızın onaylayacağı ve kesinlikle katılaca- ğı bir görüştür. Birinci paragrafın sonunda "Ama üniversitelerin de kendi- lerine yakışır görülen bu davranışı hazırlamak için gösterdik- leri çabaları acıyla hatırlamamak da mümkün değildir" diye belirttiği kanısına da bütün aydınlanmızın katılacağını, yine kesinlikle söyleyebiliriz. "Her toplum layık olduğunu bulur" şeklindeki atasözümüz, üniversitelerimiz için de geçerlidir. İkinci paragrafta belirtildiği üzere; üniversitenin temel gö- revi, insanlann doğayı ve toplumu anlama çabasına hizmet etmek ve bu çaba içinde olacakları yetiştirmektir. Üniversi- telerin sadece bilgi aktaran merkezler olarak görülmesi doğru değildir. Bilgiden önce bilimsel düşüncenin verilmesi gere- kir. Düşünmesini bilmeyene bilginin gereği yoktur. Bilgisin- den kusku duymayan, bilgisini eleştiremeyen asla geltşemez. Ûniversite, düşünce eğitimi vermeli, bilimsel düşünceyi bir dünya görüşü olarak egemen kılmalı, bilgiden önce düşün- menin ve öğrenmenin nasıl sağlanabileceğini öğretmeiidir. Bilim, doğaya egemen olmayı sağlamaktadır, bilgi, güçtür ve kuvvettir. Üniversitenin görevi bu gücü göstermek ve bil- ginin üstünlûğünü egemen kılmaktır. Ayrıca bilginin bir üre- tim aracı olduğunu, insan yaşamını kolaylaştırdığını ve bir ya- şam kaynağı olduğunu topluma kanıtlamalıdır. Bu kaynağa dayanarak toplumu değiştirmek, geleceğini hazırlamak, he- defler göstererek toplumu geleceğe taşımak, yani dönüştür- mek gene üniversiteye düşmektedir. Bu nedenle üniversite- nin, ulusun sorunları ve ülkenin geleceğine ilişkin söyleye- cek sözü olmalıdır. Bu söz toplumu değiştirmeye duyarlı bir aydın yaklaşımıyla söylenmelidir. Düşüncesiyle ve sözüyle ûniversite önde gitmelidir, bilim ışığıyla yön vermelidir. Üniversitenin bu işlevlerini yerine getirebilmesi için yaşam- la ilişki kurması, topluma duyarlı olması, yaşamla iç içe bu- lunması, bir fildişi kuleye asla kapanmarnası gerekir. Kaynak- larını geiiştirmek kaygısıyla şirketleşen ûniversite, para zen- gini olmaya çabaJarken düşünce çölüne yuvartanıverir. Her ulusun kendine özgü sesi, rengi, düşüncesi ve duygusu var- dır. Ûniversite bu özelliklere bağlı kalarak bilim yapmak zc- rundadır, aksi halde toplumuna yararlı olamaz ve toplumun- dan kopar. Ülke dertlerini ve bu dertlerin bilimsel yöntemlerle nasıl gi- derilebileceğini, gazetelere, dergilere yazmak ve meslek top- lantılarında açıklamak için ûniversite bütçelerinde büyük pa- raların bulunmasına gerek yoktur. Bu şekilde yazı yazan öğ- retim üyelerini korkutmak ve sindirmek için "Politikaya karıştınız" şeklinde suçlayanlar bulunacaktır. Öğretim üye- leri+corkar susarsa, üniversiteleri yönetenler de susulmasını uygun bulurlarsa, üniversitelerin topluma yol gösterme işle- vi yaptlamaz. Her konu ve yayımlanan her yazı, çekilip çekiştirilerek po- litikaya karıştırılabilir. Hiçbir konu politikadan tam olarak so- yutlanamaz. Bir yazıda ağırlık bilimsel konular üzerindeyse, o yazının politikanın dışında ve bilimsel bir yazı olduğunu ka- bul etmek gerekir. Bütün öğretim uyeleri bol bol yayın yap- sa, mesleki kuruluşlarla yakın ilişki ıçerisinde bulunsa ve yol göstericilik görevlerini yerine getirseler. inanıyoruz ki ülke- mizde çok şey değişecek, bilimsel yazılar kıymet kazanacak ve üniversiteterimizin rtibarian da artacaktır. Yayın yapmayan öğretim üyesi fildişi kulesine çekilmiş demektir. ÜIKemizde yayın yapan öğretim üyesinin başı bazen ağn- makta, yapmayanmki ise hiç ağrımamaktadır. Toplumumuz- daki bu yanlış tutum, öğretim üyelerimizi edilgenliğe (pasif- liğe) Jtmektedir. İleri ülkelerde yayını bulunmayan ya da az olan öğretim üyelerinin eleştirildiğini, bir çok kereler yakın- dan görmüşüzdür. Üniversrteyi brtirenler, ilgili bulunduklan konulardaki yayınlan tartışmalı ve elbette etestirmelidirter. Ya- yın yapmayan öğretim üyelerini de çok daha fazla eleştirmeli, bunun önemli bir görev olduğunu kabul etmelidirler. Çok önemli olan bu görevi, ûniversite çıkışlılarımıza nasıl yaptı- rabiliriz? Ûniversite hocalarmın not vererek yetkili kıldığı bu kimselerin, hocalarına birer not vermelerinin herhangi bir sa- kıncası bulunmasa gerektir. Bu insanlann esasen kendi dün- yalannda, hocalarına verdikleri birer notları vardır. Bu düşün- celeri su yüzeyine çıkartmak ve değeriendirmek, yanlış bir işlem olmasa gerektir. Özet olarak uygulama şöyle olacaktır: Ünversiteyi 5-15 yıl önce bitirmiş olanlar, kendilerini okutan hocalara, 100 üze- rinden notlar verecekler. Notu verirken hem hocalığını hem de daha sonraki yayınlannı ve bütün çalışmalannı dikkate ala- caklardır. Üniversiteler her hocaya verilen notların ortalama- larını hesaplayacak ve hocayı buna göre değerlendirecektir. 10 yıl süreyle okuttuğu öğrencilerinin hepsinden düşük not alan hocaya, artık hoca gözü ile bakmamak gerekir. Bu iş- lem 3 yılda bir tekrarlanmalıdır. Bu önerimize karşı çıkanların daha iyi önerileri varsa, yaz- malarını özellikle istemekteyiz. Sadece karşı çıkmakla yeti- niyorlarsa, fildişi kulede rahatsız edilmeden yaşamayı istiyor- lar demektr. O zaman gün gectikçe itibarsızJaşmaya razı ol- mamız gerekir. Cumhuriyet Kitap Kulübü Bandırma Temsilciliği Ozan Sanatevi'nin telefonu değişmiştir. Lütfen not ediniz. Vcni Tel: 367 70 Özgürlüğün Böyled Çağdışı tutum ve davranışlara özgürlük, hoşgörü; buna karşı yasal sınırlar içinde gösteri yapan bir avuç aydına kınama ve tahammülsüzlük, olmaz böyle şey!.. H A S A N BASRİ AKGİRAY Ist. Barosu Avukatlanndan En sade tanımı ile özgürlük, başkalan- nın haklanna saygılı kalmak koşulu ile ki- şinin, dilediği gibi davranabilmesidir. Birey- ler istediği gibi düşünme ve düşündüğünü her türlü yollarla anlatabilmeli, tutum ve davranışlannı özgürce seçebilmelidir. Böyle bir rahat yaşamın suıın, başkalanmn rahat yaşama sınınnda biter. Ooğaldır ki bu 'başkalan'nın başında toplum gelir. O zaman, özgürlüklerin, top- lum huzurunu bozmayacak biçimde kulla- nılması zorunluluğu doğmaktadır. Demokrasiyi, çağdaş kurallan ile bir tür- lü gerçekleştiremediğimiz ülkeraizde, özel- likle son ydlarda, sağasıyla solcusuyla, ile- rici ya da gericisiyle, hep birlikte sanki bir özgürlük yanşma girmiş gibiyiz. Herkes amacma ulaşabilmek uğruna demokrasi ve özgürlükleri kalkan gibi kullanmaktadır. Bir milletvekili, Meclis Bütçe Komisyo- nu'nda kadınlarımızın çarşafa bürünmesi- ni, demokrasi adına isteyebilmektedir. Tür- banın serbest bırakılmasına, demokrasi ve özgürlük gerekçe olarak gösterilmiştir. Okullara mescit yapılması, kamu ve özel kuruluşlann kârlanndan cami yapürmak için pay ayrılması, inanç özgürlüğünün bir gereği olarak savunulmaktadır. Atatürk'ün ölüm yıldönümü günü şeyh- ler için anma günleri düzenlenmesi, okul- larda uygulamalı din derslerinin yapılması hep demokrasi ve özgürlük gerekçe göste- rilerek istenmektedir. özgürlükleri gerekçe olarak kullanıp böyle bir tutum ve davranış içinde olanla- rın gerçek amaçlarını anlıyor ve biliyoruz. Ama kendini aydın sayan ve ilerici geçinen ve hele, eli kalem tutan bir bölüm insanla- rımızın da özgürlüklerin bu denli kötü amaçlar için kullamlmasını hoşgörü ile kar- şüamalannı anlamaya olanak yoktur. Bun- lar "Madem demokrasi var, madem özgür- lüklerden yanayız, o halde bırakınız, çar- şafa da bürünsünler, mescit de yapılsın, şeyhler de anılsın" diyebiliyorlar. Dahası, laikliğe aykın bu gibi davranış- lan kınamak için yürüyüş yapan, bildiri ya- yımlayan bir bölüm aydım da eleştirebili- yorlar. Hayır efendiler hayır... özgürlük bu de- ğildir ve hele kitap yakılan, ileri düşünceyi cezalandıran ülkemizde hiç değildir, olma- malıdır. Görüldüğü gibi, şaşılası bir ortamda ya- şıyonız. Sanki ilerici, gerici, el ele vermiş karanlıklara koşuyor gîbiyîzT Gerçekten, bir yanda sendika ve dernek kurma özgürlükleri tanınmıyor, sıkı kural- larla kurulmuşlann da sesleri kısılıyor, mes- lek kuruluşları idari baskı altında tutulu- yor, Hitlervari yöntemlerle kitaplar yakılı- yor, bir bölüm yazar çizer aydınlanmız ya- şamlarmın büyük bir bölümünü zindanlar- da geçiriyor, barış diye bağıran en günah- sız çocuklara kelepçe vurulabiliyorken, in- san haklanndan, demokrasi ve özgürlükten söz edilmiyor da; şeyhlere anma günü dü- zenlemek, okullarda uygulamalı din eğiti- mi yapmak, kadınlanmızı çarşafa sokmak gibi öneri ve girişimlere karşı çıkmak, eleş- tiride bulunmak özgürlük düşmanlığı sayı- labiliyor. Başka bir deyişle, çağdışı tutum ve davranışlara özgürlük, hoşgörü; buna karşı, yasal sınırlar içinde gösteri yapan bir avuç aydına kınama ve tahammülsüzlük, olmaz böyle şey!.. Gerçekten, bugün halya'da gençlerin ka- ra gömleklerle üniversiteye girmesine izin verilebileceği düşünülemez. Fransa'da, VI. Luis dönemindeki giysilerle devlet dairele- rinde görev yapacak memuru düşlemek bile olanaksızdır. Ama bizim insanlanmız, ka- dınlanmıza başörtüsünden sonra çarşafa bürünmeyi de yaraşır görmekte ve bu doğ- rultuda yasal girişimlerde bulunabilmekte- dir. Böylece kadınlarımızın özgürlükleri, özgürlükler gerekçe gösterilerek kısıtlana- bilmektedir. Inanç özgürlüğü dahil her tttrİü özgür- lüğe evet, fakat karanhğa gömülmeye hayır!.. Bu uğurda yapılan her türlü gösteri, kı- nama, eleştiri yurtseverliktir, bir aydın gö- revidir. bayrağı devrimci bir çıkış gerek! • Dalganın İlk Adımı Zonguldak Grevl: Işçi sınıfı tarihini yazmaya yö- neliyor. Öncüler görev başına! • Savaş Aleyhtarlığı Savaşı önleyemlyorsa: Savaş karşıtlığı devrimci bir dalgaya dönüşemiyor. Temel nedenlerden biri öncü kurmayların yokluğudur. • Kontrgorllla: Devlet Çetesi • Laikler ve Islamcılar-. Evren Kadar Laik Özal Kadar Müslüman • Burjuva liberalizminin bir varyantı Ikl Çizgl Mûcadelesi ve Parti Içindeki Kaçınıimaz Düşünce Ayrılıkları • 33. sayı çıktı bayilerde Nikaragua ve Seçimler Julian Jacobs Soğuk Savaşın Sonuçlan Fred Halliday Körfez Class Struggle Sosyalizm ve Üçüncü Dünya Carlos M. Vilas İran'da Kürt Sorunn Charles MacDonald Sosyalizm ve Olası Vanantlan Radayev & Auzan FeminUm Üzerine Ellen Hauser Tarihin Sonu mu? Francis Fukuvama No: «0/4 Beyazıt'İST Tel: 513 84 29 1991in otomobilleri 26 markadan 66 ayn otomobil aynca 1991 model yerJi otomobiJlerimiz • YoHann Prensleri: Mazda 323 GT-X • Tofaş'ın ithallerinden Fiat Tipo'nun Perspektifi • Deveci'nin Manla'sına Track-Test • Matador'un Portresi: Carlos Sainz • San Remo ve Fildişi Kıyısı Rallileri • Japonya ve Avustralya Grand Prix'leri • İstanbul Efendisi Cem Hakko • Gelecek sezon Türk otomobil sponınu neler bekliyor? • Biilent Özler'den Safari amlan* Otomobil sizin için bir uğraş, bir sevgi, bir tutku ise... Aralık sayısı bayiinizde BURÇ Gündem: Emperyalist Savaşa Hayır! İç PoNtika: Devlet Terörize Ediyor Kadın: Aile Elden Gidiyor Kültür/Sanat işçi Tiyatrolan Tarihi İşçi/Sertdika Metaide Saflar Deri'de Mücadele-Direfiiş Sağlık'da Sendikalaşma Belediye-iş, Krıstal-iş, Tek Gıda-iş, Otomobil-İş'den... Gençljk: DHÜ Progrann Taslağı Program: Liseli DGD FEKDG Üzerine Gündelik Hayatımıza Daır İhtilal Notları Kişiliğinizin ve geleceğinizin aynası. VAZISMA ADRESI M Kemaipasa Cad Yıldırım Palas Apl 17 14 Aksatay IST PANEL • SÖYLEŞİ 8 Aralık Cumartesi, 14.30 İNSAN HAKLARI DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ TURGUT ALİ KAZAN SİRMEN Baro Başkanı Gazeteci SHP Beşiktaş Ilçe Merkezi, Eskı Yıldız yolu, No: 4, Kat: 1 Aralık sayısı bayiinizde KAMUOYUNA Maden işçilerinin onurlu direnişini destekliyor, hak arama mücadelelerinde birlikte olduğumuzu kamuoyuna duyuruyoruz. İZMİR KAMU ÇALIŞANLARI SENDİKAL HAKLAR PLATFORMU MUJDE Sevgili amcamız OSMAN ÖZTÜRK'ün ikinci kez baba oluşunu kutlar, yengemiz SEVGİ hanıma geçmiş olsun der, oğulları ÖZGÜR'e uzun ömürler dileriz. ARKADAŞLARI ADINA OLGUNÖZTÜRK PENCERE NATO'nun Yeni Doktrini?.. 1989'dan bu yana herkesin görüp izlediği bir süreç ya- şanıyor: "Ysni bir dünya kuruluyoıf' Varşova Paktı silindi. NATO'nun kıymet-i harbiyesi kalma- dı. A3IK (Avrupa Güvenlik ve işbiriiği Konferansı) kapsamında imzalanan 'Paris Şartı'ndan sonra NATO'nun gerekçesi or- tadan büsbütün kalktı. Kuzey kuşağındaki zenginler bütün- leşiyorlar, sanayileşmiş ülkeler kendilerine özgü bir yeni dû- zen kuruyortar. Peki, Güney ne olacak? 'Zengin Kuze/, 'enerji ve strateflk madde kaynaklanna' sa- hip 'yoksul Günef için ne düşünüyor? • NATO Genel Sekreteri Manfred Wömer geçenlerde Tûrid- ye, doğrudan tehd'rt altındadır" diye konuştu. Wörner, yeni tehlikef kavramına dayanarak NATO'ya yeni bir görev (yeni ide- ojpji veya doktrin) oluşturuyordu. NATO Genel Sekreteri, 'Üçüncü Dünya' ülkelerinin 'balistik füzeler" ve toplu imha st- lahlanYa donandığını ileri sürerek yeni NATO doktrinini şöyle saptıyor: "Biz Batı'da toplu ve tutariı savunma frkrini reddedemeyij, Avrupa'nın güney sınırı bcyunca Magrip ülkelerinden Ortado- ğu'ya kadar bir istikrarsızlık kuşağı yer almaktadır. Gerginlik- ler sadece Saddam Hüseyin gibi diktatörierin hırslanyla de- ğil, aynı zamanda nüfus artışı, çıkar çatışmalan, göç, az ge- lişmişlik, aşırı dincilik ve terorizm tarafından yükseltilmekte- dirf' "Açıkça NATO'nun toprak bütüniüğüne Avrupa dışından ge- len tehditieri bölge dışı diye önemsemezlik edemeyiz. Türki- ye doğrudan tehdit altındadır ve güney böigemiz tüm ittifak çıkariannı UgHendiren önemli bir bölgedir" (AA 30 Kasım 1990) Görüldüğü gibi 'yeni NATO doktrini', 'zengin Kuzeyîn 'yok- sul Güneyi zapturapt altına alması için silahlı bir yöntem öne- riyor; Kuzey'de silahsızlanma ve barış düzeni kurulurken, Gü- ney'de 'askeri güç kullanmayı öngörüyor. * NATO Genel Sekreteri Wörner'in NATO doktrinine öteki üyeler pek sıcak bakmadılar; Ancak Vaşington kaynaklı 'doktrin' bir başka yoldan piyasaya sürüldü. NATO Komutanı John Galvin 'alan dışı jandarmalık" görevini 'gelec&kteki is- tikrarsızlık bölgesi' için öngörüyor. Arkadaşımız Ufuk Gülde- mirtn dûnkü Cumhuriyefte çıkan haberine göre 'NATO'nun yeni görev alanı] 'barındırdtğt stratejik kaynaklar' bakımından 'NATO'nun güvenliğini tehdit edeoilecek özetlik gösteriyor. NA- TO üyeleri bu kaynaklara can damarlanndan bağlı.' (Cumhu- riyet, 15 Kasım 1990) NATO'nun gündeminde yeni doktrinin tartışması bundan böyle ağır basacak. Bu tartışmanın Türkiye'deki uzanttsı, Or- general Torumtay'ın Genelkurmay Başkanhğı'ndan çekilme- siyle ilginç bir anlam kazandı. Çünkü Türkiye'deki asker, Ana- dolu'daki üslerin NATO dışı amaçlarla kullanılmasına karşı çıkıyor. • 'Ven/ NATO doktrini'nöe ağır basan dünya görüşünün içe- riği nedir? Kuzey'de kurulacak yeni düzen kendi içinde barışı yeğle- yebilir; insan haklannı gözeten kültürün Batı'daki temelleri- ni ABD'den Japonya'ya kadar yayabilir; uygarlığın en geliş- miş topluluğu gibi ortaya çıkabilir. Ancak bu düzen, eski Ro ma İmparatorluğunda olduğu gibi 'RomaJılar-barbartar' ayn- mı yaparsa, çağdışına düşer ki bu tehlike yeni NATO doktri- ninde uç veriyor; toplumlara bakışta 'çifte standarf kullanılı- yor. NATO Sekreteri Wörner'in 'nüfus artışı, göç, çıkar çatışma- lan, az gelişmişlik, aşırı dincilik, terorizm' somnlarını içeren 'Magrip ülkelerinden Ortadoğu'ya kadar istikrarsızlık kuşağt na NATO jandarmalığını önermesi 'Pax Romanaty anım- satryor. Sanayileşmiş zenginlerin kendi içlerinde banşı gözetirken, yoksul Güney'in 'stratejik kaynakları'na el koymak için NA- TO'yu savaş aracı olarak düşünmeleri, NATO'nun kuruluş amacma da ters düşmektedir. 7 Aralık 1979'da görevine giderken canına kıyılan eşim, babamız Prof. Dr. CAyİTORHAN TÜTENGİL'i•Bugün saat 10.30'da dostlarıyla birlikte mezarı başında sevgiyle anıyor, siyasal cinayetleri planlayanlann ve işleyenlerin hesap vereceği günlerin geleceğine inanıyoruz. TÜTENGÎL AİLESİ Üyemiz PERİHAN ÇOLAK'ın kaybından acılıyız. İNSAN HAKLARI DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ ACI KAYBIMIZ Sevgili arkadaşımız, güzel insan, can dost, Savaştepe Köy Enstitüsü mezunlanndan değerli eğitimci, emekli öğretmen BEDRİYE ŞENGÜL'ü kaybettik. Evlatlarının ve öğretmen arkada^larının acısını paylaşıyor ve başsağlığı diliyoruz. NAFİZE ÖZTÜRK. REZZAN FIRTI>A. SIDIKA ARUKAN. ŞAHVER BASUTÇU. SALME ÇETİN MADEN IŞÇILERI İLE DAYANIŞMAYA DAVET İlerici, yurtsever yazarlarımızı; kitap satışlarından sağlanan kazancı grevci Zonguldak işçilerine bağıştamak amacıyla 10-25 aralık tarihleri arasında Zonguldak'ta düzenleyeceğimiz kitap sergisine katılarak imza günleri ile dayanışmaya çağırıyoruz. AÇI YAYINCILIK Tel: 134 11 20 Fax: 134 11 21 Adres: Meşrutiyet Cad. 42/10 Kızılay/ANKARA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle