05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 28 ARALIK 1990 Bîr Gece Yarısı Ziyareti MELİH CEVDET ANDAY Saat 23'e geliyordu. Yatmaya hazırlanıyordum. Kapı çalındı. Kim olabüir? Apartmanda oturan- larla tanışıklığımız yok; sonra da aşağı kapı bu saatte ancak anahtarla açıkr. Merak etmekte hak- lıyım. Açtım kapıyı. Karşımda Gani Girgin. Şaşkınhğımı gizlemeğe çalışarak: — Buyur, dedim. Gani Girgin'in evi uzaktır bize, belki de bir yer- den dönerken uğradı, diye geçiriyorum akhmdan. — Aşağı kapıyı nasıl açtırdın? diye sordum. Eski dostum, ne dediğimi duymamış gibi, — Bütün insanlar ölümlüdür, diye bağırdı. — Kapıcıyı mı kaldırdm? — Sokrates de bir insandır. — Her halde uyanıktı adam. — Öyleyse Sokrates de ölümlüdür. Oynattı mı diye kuşkulandığann sanmayın, alı- şığımdır. Ama gece yansı... Gani Girgin bir aşağı, bir yukan dolaşarak sür- dürdü sözünü. — Bu çıkarsamada bir yanlışlık vardır; çün- kü "Bütün insanlar ölümlüdür" önermesi, Sok- rates'in de ölümlü olduğunu içermektedir. ön- cülden sonuca yönelme yöntemi burada aldatı- cılıktan başka bir şey değildir. Gerçek bir çıkar- sama ile karşı karşıya gelmiyoruz. Eski dilimiz- de "kübrâ-sugrâ-netice" denirdi bunlara. Ahmet Vefık Paşa'nın "Zor Nikâhı" uyarlamasında, Aristocu bir filozof olan Üstad-ı Sani, kavga et- tiği adama, "Kübran bâtıl, sugran âtıl, neticen katil, işte bu kadar" der. Bir an durmasından yararlanarak, — Otur hele bir soluk al, dedim. Gani Girgin, beni duymazbktan geldi. — Ne gerek var sözü uzatmaya, amaç baştan belli. Ama sonucun mantıkça doğru olduğunu gösterme, başka bir deyişle, kamtlama yöntemi- ni kullanarak karşımızdakini yanıtsız bırakabi- liriz ya... Sözünü keserek, — Gece yarısı bu mantık dersine ne gerek var Gani, dedim. Dostum oralı olmadı. — Turgut Özal ne diyor, diye sürdürdü sözü- nü: "Atatürk de insandır, fanidir, hata yaparî' Bu söze neden gerekseme duydu dersin Sayın Özal? Biz Atatürk'ün insan ve ölümlü olduğunu bil- miyor muyuz? Bunlan yinelemeğe ne gerek var? Efendim asıl niyet, bu mantıksal çerçeve içinde Atatürk'ün hata yaptığını kanıtlamak. "Atatürk insandır" doğru; "Atatürk fanidir", o da doğru; öyle ise Atatürk "hata yapmıştır" Varılan sonuç da bu. Kim karşı gelebilir! Aristo mantığı konu- şuyor... Ama burada kübrâ ile sugrâ'yı bir yana bırakırsak, ki öyle yapmak gerekir, netice bir çı- karsama olarak değil, bir sav niteliğinde ortaya atılmıştır; söze oradan başlamak gerekir. Kısa- cası, Sayın Turgut Özal şöyle demeliydi: "Ata- türk hatalar yapnuştui' Böyle deyince de, bu ha- taların heler olduğunu söylemek zorunda kala- caktı elbet. İşte konuşma böyle olmalıydı. Ama bu durumda, Aristocu Özal, bize Atatürk'ün ha- talı olduğunu önden kabul ettirmekte, ancak bu hatalann neler olduğunu bulmayı bize bırakmak- tadır. Atatürk insan değil mi, insan hata etmez mi? Öyleyse niçin büyütüyorsunuz bu adamı? Gani Girgin durdu, bir an düşündü, sonra: — Sayın Özal, bu sözü söyleme gereksemesi-, ni durup dururken neden duymuş olabüir? de- di. Sorusunun yanıtım arıyor gibiydi. — Bizim politikacılarımızın birçoğunu saran bir hastalıktır bu. Politikaya atılır atılmaz önce onu kuçültmek isterler. Bir tür kıskançlık... Men- deres'in gününde bir yurtiçi inceleme gezisine çı- kılmış trenle. Üç beş gazeteci vagon koridorun- da konuşurlarken, Menderes geçiyormuş, "Ne konuşuyordunuz?" diyesormuş; "Efendim, sizi Atatürk'le kıyasbyorduk" demeleri üzerine, Men- deres, "Onunki kolay, elinde kılıç vardı" demiş. Eskiden Şehir Tiyatrosu'na yeni giren genç oyun- cular, Muhsin Ertuğrul'u rakip sayarlardı ken- üilerine, mesleğe öyle başlarlardı. — Bir içki, ya da kahve, çay ister misin? diye sordum. — Hayır, dedi Gani Girgin, hemen gideceğim. Ama sözüm bitmedi daha. — Söylediklerine katılıyorum, dedim. Oralı olmadı. — "Atatürk'e tapılmamalı" sözü neden Kon- ya'da söyleniyor? Bunun üzerinde kimse durma- dı. Aynca "tapmak" ne demektir, nasıl olur, bun- lar çok tartışma götürür sorular. "Kişiye tapma" sözünün günümüzde çok yaygın olduğunu bili- yoruz. "Evet efendimcilik" anlamınadır; Hitler- in, Stalin'in, Mao'nun çevresindekiler için kul- lanılan sosyal-siyasal bir eleştirinin özeti. Ama bu liderler yıkıldı, lânetlendi, nerdeyse tarihten silindi. Ama Sayın Özal, ulusal günlerde ziyare- te gittiği Anıtkabir'de deftere hâlâ "Aziz Atam, izindeyiz" diye yazıyor. Demek kişiye tapma eği- limini ortaya koyuyor, öyle mi? Atatürk yaşama- dığına göre kimseye hiçbir şey buyuramaz. Öy- leyse Sayın Özal bizi kime, kimlere karşı uyarı- yor? — Atatürk'ün düşüncelerini savunanlara kar- şı, dedim. Gani Girgin: — Evet, dedi, "Bir saldırı dışında savaş cinayettir" sözünü ansıyıp ansıtanlara karşı... Kapıya doğru yürürken durdu, tavana baka- rak: — Ya Haydar Kutlu'ya ne diyorsun? diye sor- du. Geçenlerde, TBKP'nin ekonomi politikası bakımından ANAP'a çok yakın olduğunu söy- lemişti; geçen hafta İstanbuİ'da, Mülkiyelüer Lo- kali'ndeki konuşmasında ise, "Türkiye'nin, rejim sorununu çözmek için uluslararası konjonktü- rün çok uygun olduğunu, sağcı popülizmden ve Kemalizm'den kurtulunması gerektiğini ileri sur- müş. Nedir bu kurtulunması gereken Kemalizm? Sanınm, Sayın Haydar Kutlu, bunu ve solcu po- pülizm ile sağcı popülizm arasındaki ayrımı açık- lığa kavuşturma olanağını bulur bugünlerde. Ha- di, serbest pazar ekonomisi uygulamalan, Sov- yetler Birliği'nde ve Doğu Avrupa'daki eski sos- yalist ülkelerde uygulamaya kondu da sayın ge- nel sekreter bunun etkisi altında kaldı... Ama Ke- malizm'den kurtulmanın anlamı nedir? Yoksa Kemalizm ile sağcı popülizm eşanlamlı mı gö- rülüyor? TBKP'nin yeni tutumunu, anlaşılır bir konuma oturtamıyorum. Bu bakımdan, Milliyet yazarı Sayın Semih Günver'in bir ANAP-TBKP koalisyonundan sözetmesini şakaya alamadım. Gani Girgin: — Bana bir taksi çağırsana. dedi. ARADABIR FAKİR BAYKURT Kara Sonuç Parmak izi, Batı ülkelerinde polislik, karakolluk çağrışım- lar yapar. Bizde ise başkadır. Karabiliyi (cehaleti) simgeler. Okuma yazma bilmezliği. Yirminci yüzyıl bitip giderken im- za yerine parmak basanlarımızı... Seçimlerde imza yerine parmak basarak oy kullanan yurttaşlarımızı... Sandıklardan demokrası adına çıkan çoğunluğumuzu... Parmak izı, hafiften sahiplenni suçlayan bir haksızlığı da içerir. Deviet o devlet olmamış. sadece almayı bilmiş, vermeyi aklına getırmemış, hertürlü aracı gereci kullanarak aydınla- tacağı yerde baskı ile susturmayı, hatta ezmeyi, hatta asmayı seçmişse, ne yapsın karanlıklar içinde parmak izine kalmış çoğuniuk? Elbet ınsanlann her hizmeti devletten bekleme- den, kendi yapacağı girişimler, başaracağı işler vardır. Ama ıssızlıklar içinde, yoksulluk başta, pek çok olumsuzlukla ku- şatılmış yurttaşın kendi kendini aydınlığa çıkarması kolay mı- dır? Cumhuriyet'te sevgili Ali Ulvi, Köy Enstitüleri'nin kapatıl- masından 40 yıl sonra başörtülü, daha doğrusu türbanlı bir bayan yurttaşımızı, kolunun altında büyücek bir parmak izi yükünü taşıyor biçimde çizdi. Pek seçkin bir yapıt olan bu karikatürün yayım tarihi 28.10.1990 idi. 1990 öyle bir yıl ki ken- disinin Cumhuriyet'te ilk karikatürünü yayımlamasının üstün- den de 40 yıl geçmiş! Bu derece usta bir çizime, bu derece kestirme anlatıma insan az raslar. Büyüterek önüme astım, durmadan bakıyorum. Türban tartışmalannın filan çok deri- nine inen, çağrışım yüklü, bir kitapla zor anlatılacak derece- de büyük sorunlar yumağını çözümlüyor Tek sözcükle, hay- ran kaldım. Eğitmen Kursları ile Köy Enstitüleri girişimi, bir halk yöne- Timi oten cumhuriyetin kurulûsündan ancak 15-20/yıl sonra •başlayabiidi. Yönetimden tek sorurrrtu CHPr programına par- lak sözler yazmıştı. Bakan Saftet Arıkan, Cumhurbaşkanı is- met Inönü, hatta Atatürk bu seviye gönül vermişlerdi, ama Yücel ile Tonguç eli kolu sıvayıp işe sarılana kadar ortada uygulama yoktu. Tonguç, köylere göre okullar arayıp bulmanın, yapmanın, yaratmanın adamıydı. Öyle bir okul, sadece klasik bilgileri (Arkası 16. Safyada) "Savaş Çıkar mı?" Bu "vahim" aymazlık karşısında, "savaş çıkar mı" sorusu yanıtsız kalan sokaktaki adama, sanınm bir tek seçenek kalmaktadır: "Savaşa hayır" demek! Bu söz sokaktaki adamların ortak sesi olarak binlerce, on binlerce, milyonlarca kez yankılanırsa, ülkemizin, kendi kavgası olmayan petrol kokulu Körfez çatışmasından uzak kalması olanaklıdır. Prof. Dr. AYDIN AYBAY "Savaş çıkacak mı?" Sokaktaki adamın bugünlerde kendi kendine kaygıyla sordu- ğu bir "sonı" bu. Günlük yaşamın dertleri içinde bunalan sokaktaki adamın, gazete ve dergileri okuı ken, radyo ve TV yayınlannı izlerken, karmaşık dünya olaylannın Kör- fez'de bir savaşa yol açıp açmayacağını dü- şünmesi ve bundan kaygılanması kaçınılmaz bir şey. Sonı yalın, ama acaba yanıtı da öyle mi? Aslmda onca karmaşık olaylann ve iliş- kilerin oluşturduğu kabuktan soyutlanırsa savaş "soruou" da yalın bir şeydir: Ulusla- rarasındaki "çıkar çatışmalan" banşçı yol ve yöntemlerle çözulemiyorsa savaş çıkar. Bu hep böyle olmuştur ve böylece süreceğe benzemektedir. Savaşı önlemek için insanoğlu yüzyıllar- dan beri çareler arayıp durmuştur. Bunun için siyasal bilimlerde haşır neşir olan bi- limsel kurumlarda, "Devletlerin savaş yet- kilmnin sınırlandınlması" konusu ulusla- rarası ilişkiler derslerinin ya da çalışmala- rırun en gözde konulanndan biri olmuştur. lkili ya da çok yanlı (taraflı) antlaşmalarla ya da uluslararası örgütlenmeler yoluyla böyle bir yetkinin (savas yetkisinin) büsbö- tü'n kaldırılması ya da ciddi biçimde sınır- landlnlması hedeflenmiştir. Bütün bu çaba- lara karşın karşımızdaki olgu şudur: Savaş ne geçmişte ne bugün önlenebilmiştir. Ya- rın önlenebileceği yolunda fazla umut ve- ren bir çözüm de çevrende (ufukta) gözük- memektedir. Sokaktaki adamı en çok rahatsız eden de budur. Akü eren herkes savaşın bir felaket ya da cinayet olduğunda birleşmektedir, ama buna İcarşın kendilerine "savaş çıkar mı?" diye sorduğu uzman kişilerden doyu- rucu bir yanıt alamamaktadır. Yetkili ve ye- tenekli diplomatlardan ünlü siyaset bilim- cüerine ya da dış politika yorumculanna ka- dar herkes sokaktaki adama birçok şey an- latmakta, fakat sonuçta, sorusuna kesin bir yanıt vermemektedir. Böyle bir soru üzeri- ne uzmanların kendisine anlattıklarından savaş ve banş konusunda epeyce bilgi edi- nen sokaktaki adamın varması olası sonuç şu da olabüir: Kesin yanıtı olmadığına gö- re belki de böyle bir sorunun sorulması saç- madır! Banşın böylesine "yanıtsız bir soru" ile koşullanmış olması kuşkusuz korkunç bir şeydir. Benzetme yerinde ise bunu bir he- kimin, "yann ölür müyüm doktor" şeklin- deki sorumuzu yanıtsız bırakmasına benze- tebiliriz. Böyle bir >anıtsızlık karşısında "acaba öldüm de ayırdında mı değilim" diye aklımızı bile zorlayabiliriz. Bir filozof, sa- vaşın "sadece çarpışma ve çatışmalardan oluşan bir süreç olmadığını" söylüyor. Ona göre kavgayı ya da çatışmayı jüıdürme "is- tenci"nin (iradesinin) var olduğu "zaman dilimi"nin tümüsavaştır. Tipkı Kotu hava gibi: Birkaç sağnak kötü hava değildir; ko- tü hava, günlerce süren kapalı havadır. Bu- nun gibi, taraflar kapışmaya hazır bekliyor- larsa savaş vardır ve sürmektedir! Bu denli kötümser bir çözümlemeye tü- müyle katılmasak bile sorumuz yanıtsız kal- dıkça ve Körfez'deki yok edici silahlann şa- kırtılan kulağımızda patladıkça iyimser ol- mamıza da herhaJde olanak yoktur. Bizi, sokaktaki adamı ügilendiren ne "jeopoli- tik"tir, ne "ekonomik çözümleme" ne de "kuvvet dengesi hesaplan!" Ugilendiğimiz şey böyle soyut ya da kuramsal açıklama- lar değildir. Genelde dünyamn bir yerinde. binlerce insanı bir anda yok edecek kanlı bir çatışma; özelde ise yurdumuzda binler- ce yurttaşımızın, komşumuzun, evladımızm ya da bizzat kendimizin yaşamına son ve- recek ölümcül bir kavga. İlgilendiğimiz "olgu" budur. Bu karamsar ruh halinden kurtulmak için bizim -sokaktaki adamın- yapabileceğimiz fazla bir şey olmasa da, acaba bizi yönet- meye soyunanlardan bir şeyler bekleyemez miyiz? "Endişelenmeyin, bize sıçramaz" ya da "bize bulaşmasına müsaade etmeyeceğiz" türünden bir şeyler söyleye- mezler mi? Endişe ve üzüntülerimizi kısmen bastırmak için savaşın "bizim ülkemize bulaşmayacağı" güvencesini veremezler mi? Görünen odur ki bugün Türkiye'yi yönet- me fırsatını ele geçirmiş olan takım, söz ve eylemleri ile bu yolda umut verici tutumdan bir hayli uzaktadırlar. Açıktan açığa "bir koyup üç alma" sözlerini sarfedebilenlerin, sokaktaki adamın yanıtsız sorusundan do- ğan korku ve endişesini hiç kavrayamadık- lan belli olmaktadır. Üstelik bu takımın, ya- kın tarihte "muhal" çıkar düşleri ile halkı- nı "kendi savaşı olmayan bir savaşa" sürük- lemiş akılsız yöneticilerin işledikleri günah- lardan hiç ders almadıklan da anlaşılmak- tadır. Bu "vahim" aymazlık karşısında "savaş çıkar mı" sorusu yanjtsız kalan sokaktaki adama, sanınm bir tek seçenek kalmakta- dın "Savaşa hayır" derhek! Bu söz, sokak- taki adamlann ortak sesi olarak binlerce, on binlerce, milyonlarca kez yankılanırsa ülke- mizin kendi kavgası olmayan petrol koku- lu Körfez çatışmasından uzak kalması ola- naklıdır. "Savaş çıkar mı" sorusunun Tür- kiye'yi Ügilendiren en kısa ve etkin yanıtı da sanınm budur. PENCERE Çuvaldız! Mabeyin başkâtibi, sarayın yazı işlerini yoneten memurla- rın başıdır. Gazeteci mabeyin kâtibi değildir. Gazeteci, gerektiğinde devletin başının, başbakanının, ba- kanının canına okur. Adı üstünde: Dördüncü kuvvet! İnsanın, uyarmak için, kimi meslektaşını yakasından tutup silkeleyeceği geliyor: — Kendine gel! Mesleğe gölge düşürme! Kendi kendini küçültme! Sen mabeyin kâtibi değilsin!. İktidarın başıyla ara- nızda üst-ast ilişkisi yok! • Gazeteci kim? Her an tetikte duran ve her an yarışa çıkacakmış gibi ol- duğu yerde eşinen garip bir kişi! Şinasi Nahit'in dediği gibi "insan gazeteci olmaz, gazeteci doğar". Cangılda yaşayan olağanüstü duyarlıkta bir yaratık gibi uzaklardan haber ko- kusunu alır gazeteci, canavar gibi avının üstüne gider. Av, kimi zaman bir belgedir, bir dosyadır, bir yolsuzluktur, bir hak- sızlıktır, bir örtülü cinayettir, bir kanunsuzluktur, bir namus- suzluktur; gazeteci kanıtları toplar, araştırmasını yapar, olayı aydınlatır, haberleştirir. Gazetecilik para pul için yapılmaz, da- marlarında gazeteci kanı akan kişi, başka biçimde yaşaya- maz. Sözüm ona büyük sanılan ya da yüksek koltukta oturan kişilerin yanına sokulup ellerini kavuşturan, kulaklarını diken, söylenenleri yineleyen kişi değildir gazeteci; doğru haberin ve inandığı fikrin adamı olacağına iktidar sahibinin cüdamı olursa, mesleğin ne değeri kalır! • Son yıllarda bizim ülkemizde acayip bir gazetecilik türü ge- çerli... ' Özal buyuruyor: — Gelin! — Neden? Cumhurbaşkanı kendisine dönük siyasal propaganda ya- pacak ya, gözüne kestirdiği gazetecileri ya bir otobüse dol- durup temel atma törenine götürüyor ya yabancı ülkelerdeki gezilerine uçakla taşıyor. Cümbür cemaat bir gazetecilik olayı yasanıyor. Devletlu ne dedi? Nasıl aksırdı? Nasıl hapşırdı? Ne yedi? Ne içti? Neler söyledı? Ya da Hazret gözüne kestirdiği gazeteciye telefon ederek dolduruşa getiriyor. Laf üstüne laf, ertesi gün gaze- telerde yayımlanınca ne oluyor? Gazetecilik mi? Babtâli'de bundan da kotüsü, mesleğin yürütülmesinde lc- taryacılığın en önemli zenaate dönüşmesidir; gazeteci gün geçtikçe gerh'e doğru itiliyor; lotaryayı, promosyon numara- lannı, piyango asparagaslarını jyi bilen elemanlar el üstün- dedir. 1950'lerde Babıâli'de çok ünlü bir 'Dolandtncı VelF vardı, her girişiminde rekor düzeyde dergi satardı; ama, nasıl? Ve- li, dergisini çıkarırken reklamını yapardı: — Beş dergi alana, bir kol saati! İlk sayılar kapışılır; o yıllara göre inanılmaz tiraj rekorlan kırılır; sonra Veli toz olurdu. Gerçi şimdiki lotaryacılar dolandırıcılık yapmıyorlar; ama, kimi malların pazarlama şirketleri gibi piyasada çalışıyorlar. Babıâli'de gerçekten gazetecilik yapmak isteyen ve bu yola kafasını, yüreğini, her şeyini koyan meslektaşların benlikleri geriye itiliyor. Bir lotarya yaptın mı gazetenin tirajını yüzbin- lerce arttırabiliyorsan; muhabirin, sekreterin, haber müdü- rünün, yönetmenin kıymet-i harbiyesi ne? Çok kötü bir yolda adım adım yürüyor basın, gazeteciyi dıs- layan bir meslek olma aşamasında... • Babıâli kendi içinde bir eleştiri mekanizması işletemezse, bu gidişin sonu yok. İğneyi başkasına, çuvaldızı kendimize batırmasını öğrenmek zamanıdır. Mabeyin kâtibiyle lotarya- cının bir araya gelmesi, dışarıdan bakınca başarının formü- lü gibi görünüyor; ama, Babıâli, için için kendi kendisini ke- mirip yiyiyor. Compact Disc Player'in Yaratıcısı Compacî Disc teknolojisinde kayıt I sıstemi analog değıi dıgiîaldir. I Anaiog sistemındekt da!ga >w şeküleri digita! sistemde ' ^ V ^ sayısai olarak verüdiğinden ses kalitesindeki kayıplar ve yanlışhklar yoktur. Ses pürüzsüz ve aslına en yakın kalitede elde edilir. Laser ışmıyla okunan digital kayıt, deşıfre devrelerinde düzeltilır ve filtre edilir. Daha sonra analog sisteme döndürülerek bir kez daha filtre ediür, ve ses bozuimaları, hatalar ortadan kaidırılır. Ses, amplifikatör ve hoparlörler arac:îiğıyla oiaganüstü bir kaliteye uiaşır. Açıklıyor! Audio kaset, oto kaset çalar. laser video disc gibi buluşlarla audio dünyasında devrimler yapan Phıiips, yarattığı Compact Disc. Player ile ses teknolojisinde en son noktaya ulaştı. Bugün yüzlerce Compact Disc ve Compact Disc Player üreticisine, üretim lısansı veren Philıps bu üstün buluşuyla ses kalitesinde mükemmele ulaştı. Compact Disc Player ile ses teknolojisinde devrim yaratan Philips, yepyeni buluşlar için çalışmaiarını sürdürmektedir..: sürdürecektir. Phiıips'e özel optık okuma sıstemi üe laser ışmı yansımaları, yarı yansıîıcı aynalarla foto detektöre geür. Bu sayede çalınma Sirasında kayıtta herhangı bir aşınma veya bozulma olmaz. PHİLIPS Disc üzerindeki ince, saydam plastik tabaka yapılan kaydı korur. Fiziksel temas oimadığından disc'te aşınma söz konusu değildir. CD634 Hl -Fl COMPACT DİSC PLAYER COMPACT DİGİTAL AUOIO PHİLIPS
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle